iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Empty
MesajKonu: İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI   İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:52 pm

UHUD SAVAŞI

Uhud Savaşının Tarihi

Uhud savaşı; Buhran seferinden dönüldükten sonra, [1], Hicretin 3. yılında, [2] Recep, Şaban ve Ramazan ayları çıktıktan sonra, [3] Şevval ayında. [4] Cumartesi günü yapılmıştır. [5]

Savaşın Mevkii

Uhud; Medine şehrinin şimalinde, Medine'ye uzaklığı 1 mile yakın, kırmızımsı, mübarek bir dağdır. [6]

Uhud Savaşının Sebebi

Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Ebu Süfyan'ın Kureyş müşriklerine ait ticaret kervanını Bedir'den kaçırıp Mekke'ye ulaştırdığı, Müslümanlarla çarpışmak üzere Mekke'den gelen müşrik ulu¬larından öldürülenler Bedir kuyusuna atıldıkları, kaçıp kurtulanlar da Mekke'ye döndükleri zaman, [7] Kureyş müşriklerinden:
1- Abdullah b. Ebu Rebia,
2- İkrime b. Ebu Cehil,
3- Safvan b. Ümeyye, [8]
4- Esved b. Muttalib,
5- Cübeyr b. Mut'im,
6- Haris b. Hişam,
7- Huvaytıb b. Abduluzzâ,
8- Huceyr b. Ebu İhab [9]
ve Kureyşlilerden babaları, oğulları ve kardeşleri Bedir'de öldürülmüş bulunan daha birtakım kişiler, Ebu Süfyan'ın yanına vardılar.
Kureyşlilerin ticaret kervanına aitolup [10] Dârü'n-Nedve'de tutulmakta olan [11] ticaret malları hakkın¬da, Ebu Süfyan'la konuştular:
"Ey Ebu Süfyan! Senin Şam'dan getirip Dârü'n-N edve'de tuttuğun şu ticaret kervanındaki mallar, iyi bilirsin ki, Mekkelilerin, Kureyşlilerin ticaret kervanına aittir.
Onlar bu ticaret mallanyla Muhammed'e karşı büyük bir ordunun hazırlanmasını candan, gönülden arzu etmektedirler.
Babalarımızdan, oğullarımızdan, kabilelerimizden nice kimselerin öldürülmüş olduklarını görmüş bulunuyorsun" dediler.
Ebu Süfyan, onlara:
"Kureyşliler bu fedakârlığı göze alıyorlar mı? Buna gönüllü ve istekliler mi?" diye sordu.
"Evet!" dediler. [12]
Bunun üzerine, Ebu Süfyan:
"Zaten ben bunu özleyenlerin ve kabul edecek olanların ilkiyim!
Abdi Menaf oğulları da benimle birliktedir. [13]
Vallahi, asıl mahvolan ve öcü alınacak olan, benim: Oğlum Hanzale ve kabilemin en şerefli kişileri Bedir'de öldürüldü!" dedi. [14]
Yukarıda adları anılan Kureyş müşrikleri ticaret kervanında malları bulunan Kureyşlilerle de konuş¬tular ve:
"Ey Kureyş topluluğu! Muhammed sizi büyük bir musibete uğratmış, sizin en hayırlılarınızı öldürmüş bulunmaktadır! Öyle ise, ona karşı yapılacak savaşta bu mal ile bize yardım ediniz. Umulur ki, bizden öldürdüğü kimselerin intikamını, ondan böylece alırız!" dediler.
Kureyşliler de, istenilen yardımı yaptılar. [15]
Ticaret malları 1000 deve yükü ve 50.000 dinar (altın) sermayeli idi. [16]
Ticaret malları altın karşılığında satılıp, bir altına bir altın kazanç sağlandı.
Peygamberimiz Aleyhisselamla yapılacak savaşa sadece kazancın bağışlandığı bildirildiği gibi, kazançla birlikte sermayenin de bağışlandığı da bildirilmektedir. [17]
Bazı ilim adamlarına göre bu sebeple nazil olan âyette, [18] şöyle buyurulmaktadır:
"Şüphe yok ki, Allah yolundan alıkoymak için mallarını sarfedenler, onu yine de sarfedecekler. Sonra, bu, onlara yürek acısı olacak! Nihayet, mağlup olacaklar. Küfürlerinde ısrar edenler, toplanıp Cehenneme sevk edilecek, sürüleceklerdir"! [19]

Kureyş Müşriklerinin Peygamberimiz Aleyhisselamla Çarpışma Hazırlığına Girişmeleri

Ebû Süfyan'ın önderliğindeki Kureyş müşrikleri, Peygamberimiz Aleyhisselamla yapacakları savaşla ilgili malî gücü ticaret kervanından sağlayınca, Kinanelerden ve Tihame halkından da askerî destek sağlamak üzere harekete geçtiler. [20]
Amr b. Âs ile Hübeyre b. Ebi Vehb'i, Abdullah b. Zibârâyı ve Ebu Azze'yi, çevredeki Arapları yardı¬ma çağırmaları için görevlendirdiler. [21]
Müsafi1 b. Abdi Menaf da, Benî Malik b. Kinanelere gidip, söylediği şiirlerle onları Peygamberimiz Aleyhisselamla savaşmaya davet ve teşvik etti. [22]
Ebu Azze, "Muhammed'in bana Bedir günü iyiliği var. Kendisine karşı hiçbir zaman düşmanlık yap¬mamaya yeminliyim" diyerek, bir müddet kaçınıp, propaganda gezisine çıkmaya yanaşmadı. [23]
Ebu Azze Bedir'de alınan esirler arasında iken, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Benim fakir, çoluklu çocuklu, muhtaç olduğumu iyi bilirsin! Lütfet de, benden kurtulmalık akçesi isteme. Beni serbest bırak" diyerek yalvarmış, Peygamberimiz Aleyhisselam da onu kurtulmalık akçesi alınmaksızın serbest bırakmıştı.
Safvan b. Ümeyye, ona:
"Ey Ebu Azze! Sen şair bir adamsın! Bizimle birlikte propagandaya çık. Bize dilinle yardımcı ol" dedi.
Ebu toe:
"Muhammed'in bana iyiliği var. Ben onun karşısında görünmek istemem" dedi.
Safvan b. Ümeyye:
"Peki! Dilinle yardım etme. Fakat, yanımızda bulun, bize şahsınla, görüntünle yardımcı ol!
Eğer bu seferden sağ ve salim dönersem, seni zengin etmeyi, ölürsen senin kızlarını kendi kızlarım¬la varlıkta ve bollukta aralarında fark gözetmeden geçindirmeyi, Allah boynumun borcu kılsın!" dedi. [24]
Ebu Azze yine yanaşmadı.
Ertesi günü, Safvan b. Ümeyye, Cübeyrb. Mut'im'le birlikte onun yanına vardılar.
Safvan, önceki sözünü tekrarladı.
Ebu Azze yine yanaşmadı.
Cübeyrb. Mut'im de, gerektiğinde kendisini geçindireceğine söz verince, Ebu Azıe dayanamadı ve "Çıkıyorum!" dedi. [25]
Tihameye giderek söylediği şiirlerle Benî Kinaneleri Peygamberimiz Aleyhisselamla savaşmaya davet ve teşvik etti. [26]
Bunların davet ve teşvikleri neticesinde Sakîflerden, Kinanelerve daha başkalarından birçok toplu¬luklar Mekke'de toplandı. [27]
Cübeyr b. Mut'im; mızrak atmakta ve attığı yerden vurmakta mahir olan kölesi Vahşi'yi yanına çağırıp, ona:
"Halk ile birlikte savaşa çık! Muhammed'in amcası Hamza'yı, amcam Tuayme b. Adiyy'in yerine öldürürsen, sen azadsın" demişti. [28]
Ebu Süfyan'ın karısı Hind de, Vahşi'ye rastladıkça:
"Ey Ebu Deşme! Şifa ver, şifalan!" der, [29] Hz. Hamza'yı öldürmeye teşvik ederdi. [30]

Ebu Âmir'in Müşriklere Yardım Edişi

Peygamberimiz Aleyhisselam Medine'ye hicret edip geldiği zaman, Dubay'a oğullarından Ebu Âmir Abdi Amr b. Sayfî kıskançlık ve kızgınlığından dolayı ne yapacağını şaşırmış, Peygamberimiz Aleyhisselamdan uzak kalmış olmak için, Evs kabilesinden kendisine uyan elli kişiyle birlikte Mekke'ye çekip gitmiş. [31] müşriklerle işbirliği yapmaktan geri durmamış, onların yanından ayrılmamıştır. [32] Müşriklere:
"Ben, kavmimin [Ensarın] yanına varacak olursam, onlardan iki kişi bile bana aykırı davranmaz. [33]
İşte kavmimden şu yanımda bulunan kişiler söylesinler!" der, yanındaki elli kişi de onun sözünü doğrularlardı.
Bunun için Kureyşliler Ebu Âmir'in Uhud savaşında kendilerine büyük çapta yardımının dokunacağı umuduna düşmüşlerdi. [34]
O da, yanındaki elli kişiyle birlikte Uhud savaşına katıldı. [35]

Savaş İçin Toplananların Sayıları ve Teçhizatları

Savaş için toplanan müşriklerin sayısı üç bin idi ve daha da çoktu. Bunlardan yüzü Sakif kabilesin-dendi.
Atların sayısı ikiyüz idi.
Develerin sayısı üç bin idi.
Askerlerin yediyüzü zırhlı idi. [36]
Yanlarında pek çok silah ve askerî malzeme de mevcuttu. [37]

Kureyş Askerlerinin Yola Çıkışı

Kureyş müşrikleri EbuSüfyan'ın kumandası altıncia, [38] olanca savaş ve savunma güçleri, hiddet ve şiddetleriyle, kendilerine katılan Benî Kinanelerve Tihame halkıyla ve onlara tâbi olanlarla beraber yola çıktılar.
Erkeklerin savaştan kaçmamaları, onlara cesaret vermeleri için, bazı erkeklerde kadınlarını kendi¬leriyle birlikte develer üstünde hevdeçler içinde yola çıkardılar. [39]
Nevfel b. Muaviye kadınların orduya katılmalarının sakıncalı olacağını ileri sürmüşse de, kabul edilmeyerek;
1- Ebu Süfyan b. Harb, kansı Hind binti Utbe ile,
2- İkrime b. Ebu Cehil, kansı Ümmü Hakim binti Harisle,
3- Haris b. Hişam b. Mugîre, kansı Fâtıma binti Velid b. Mugîre ile,
4- Salvan b. Ümeyye, karısı Bene binti Mes'ud ile,
5- Amr b. Âs, karısı Reyta [40] binti Münebbih ile,
6- Talha b. Ebi Talha, karısı Sülâfe binti Sa'd ile,
7- Mus'ab b. Umeyr'in annesi Hunas binti Malik, oğlu Ebu Aziz b. Umeyr ile,
8- Amre binti Alkame, yalnız başına, [41]
9- Haris b. Süfyan, kansı Remle binti Tarık'la,
10- Kinane b. Ali b. Rebia, karısı Ümmü Hakim binti Tânk'la,
11- Süfyan b. Uveyf, kansı Kuteyle binti Amr ile,
12-13- Numan ve Cabir kardeşler, anneleri Duğunniye ile,
14- Gurab b. Süfyan, kansı Amre binti Hâris'le [42] daha başkaları da, kanlarıyla birlikte yola çıktı lar. [43] Kureyş ordusuna katılan kadınların sayısı onbeş idi. [44] Kureyş ordusuna katılan bu kadınlar, yanlarına defler de almışlardı. [45]
Onlar Bedir'de öldürülmüş olanları anacak, [46] ağlayacak, [47] erkekleri çarpışmaya kışkırtacaklardı. [48]

Müşriklerin Sancaktarları

Dârü'n-NecVe'de bağlanan üç sancaktan birincisini Süfyan b. Uveyf,
Birisini Ehâbişten bir adam [49]
Birisini de Talha b. Ebi Talha taşımakta idi. [50]

Müşriklerin Tutum ve Davranışlarını Hz. Abbas'ın Peygamberimiz Aleyhisselama Bildirişi

Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Hz. Abbas; Peygamberimiz Aleyhisselamın emriyle Mekke'de oturmakta, oradaki Müslümanlara kuvvet ve destek olmakta ve Mekke'de olup bitenleri Medine'ye bildirmekte idi.
Medine'ye gelmek istediği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen bulunduğun yerde daha güzel cihad etmektesin. Senin Mekke'de oturman daha hayırlıdır" diye cevap yazdırmıştı. [51]
Hz. Abbas, Kureyş müşriklerinin çarpışmak için hazırlanıp Medine'ye yürüyecekleri sırada, durumu Peygamberimiz Aleyhisselama acele yazarak bildirdi. [52] Hz. Abbas, yazıp mühürlediği ve üç gün içinde Peygamberimiz Aleyhisselama yetiştirilmek şartıyla Gıfâr oğullarından kiraladığı bir adama teslim ettiği yazısında şöyle dedi:
"Kureyşliler senin üzerine yürümek üzere derlenip toplanmışlardır. [53] Üzerine yürüdükleri, geldikleri zaman, yapabildiğini, yapabileceğini yap! [54] Hazırlanmakta onlardan öne geç, onlardan önce davran. [55]
Sana doğru yönelmiş bulunuyorlar. Üç bin kişidirler.
İkiyüz atlıları,
Yediyüz zırhlıları,
Üç bin develeri var.
Bütün silahlarını yanlarına almışlardır."
Hz. Abbas'ın gönderdiği adam Peygamberimiz Aleyhisselamı Medine'de bulamayınca, Küba'ya gidip, Küba mescidinin kapısından çıktığı ve merkebinin üzerinde bulunduğu sırada, yazıyı Peygamberimiz Aleyhisselama verdi.
Medineli Ensardan Übeyy b. Ka'b, yazıyı Peygamberimiz Aleyhisselama okudu.
Peygamberimiz Aleyhisselam yazı muhteviyatının gizli tutulmasını, hiç kimseye açıklanmamasını Übeyy b. Ka'b'a hatırlattıktan sonra, Ensardan Sa'd b. Rebi'in evine gitti ve ona:
"Evde yabancı kimse var mı?" diye sordu.
Sa'd b. Rebi': "Hiç kimse yoktur! İstediğini konuşalım" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam ona Hz. Abbas'ın yazısını haber verdi.
Sa'd b. Rebi':
"Yâ Rasûl ali ah! Vallahi, ben bunun hayırlı olacağını umuyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu haberi gizli tutmasını Sa'd b. Rebi'den de istedi ve acele Medine'ye döndü.
Peygamberimiz Aleyhisselam Sa'd b. Rebi'in evinden dışarı çıkınca, Sa'd b. Rebi'in zevcesi Amre içeri girdi ve:
"Resûlullah Aleyhisselam sana ne söyledi?" diye sordu.
Sa'd b. Rebi':
"Bu seni ilgilendirecek birşey değil!" dedi.
Kadın:
"Ben sizin bütün konuştuklarınızı dinledim!" dedi ve işittiklerini anlattı. Sa'd b. Rebi' "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn" âyetini okuyup:
"Ben senin işini Resûlullah Aleyhisselama söylerim" dedi ve kadını sıkıca tutup köprüde Peygamberimiz Aleyhisselama kavuştu ve:
"Yâ Rasûlallah! Karım sordu. Ben senin bana söylediklerini ona söylemedim. Gizli tuttum. Fakat, o 'Resûlullahın söylediklerini işittim!' diyerek hepsini dile getirdi.
Yâ Rasûlallah! Bu yolda senin sımnı ben açığa vurmuş olduğumu sanıyor ve korkuyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bırak! Kadın evine gitsin!" buyurdu. [56]
Kureyş müşriklerinin Medine üzerine yürüdüğü haberi halk arasında birden yayılıverdi.
Medineli Yahudilerle münafıklar, korkularından titrediler ve sarsıldılar. [57]
"Muhammed'e, hiç de, istediği, hoşlandığı birşey gelmedi! [58]
Mekke'den gelen şu adam, Muhammed'e hiç de iyi bir haber getirmedi!" dediler. [59]

Kureyş Müşrikleri Medine Yolunda

Kureyş müşriki erinin konakladıkları her yerde, kadınlar Bedir'de öldürülmüş olanları anmakta, yan¬larındaki deflerle erkekleri çarpışmaya kışkırtmakta idiler. Her konak yerinde develer boğazlanıyor, yenilip içiliyordu.
Müşriklerin ordusu Ebvâ köyüne uğradıkları zaman, Kureyş müşrikleri birbirlerine:
"Siz kadınlarınızı yanınıza alarak çarpışmaya çıkmış bulunuyorsunuz. Biz kadınlarımızın hasım¬larımıza esir düşmelerinden korkuyoruz.
Geliniz! Muhammed'in annesinin kabrini açıp kemiğini çıkaralım!
Çünkü kadın, en nazik, en esirgenilen bir varlıktır.
Eğer kadınlarımızdan herhangi birisi Muhammed'in eline esir düşerse, dersiniz ki: 'Bu, senin annenin çürük kemiğidir.'
Eğer dediğiniz gibi o annesi için hayırlı ise, size annesinin kemiği karşılığında kadınlarınızı geri verir.
Sizlerden birinin kadınını esir etmeye muvaffak olamadığı takdirde, annesine hayırlı, yararlı ise, annesinin kemiğini kurtarmak için size pek çok mal öder!" dediler. [60]
Ebu Süfyan'ın karısı Hind de:
"Eğer siz Muhammed'in annesinin kabrini açar, araştırır, onun kemiklerinden birer parça elde ede¬cek olursanız, bunlar, sizlerden esir düşecek her insan için birer fidye (kurtulmalık akçesi) olur!" dedi. [61]
Ebu Süfyan, Kureyş müşriklerinin ileri gelenleriyle konuştu. [62]
Onlar:
"Sakın sen bu kapıyı üzerimize açma! [63] Bundan hiçbir şey almayın! Eğer biz bunu yapacak olur¬sak, [64] Bekir oğulları , [65] Huzaalarda [66] ölülerimizin kabirlerini açarlar!" dediler. [67]

Evs b. Abdullah'ın, Kureyş Müşriklerinin Medine'ye Doğru Gelmekte Olduklarını Peygamberimiz
Aleyhisselama Haber Vermek Üzere Kölesi Mes'ud'u Salışı

Arc mevkiinde oturan Evs b. Abdullah el-Eslemî, Kureyş müşriklerinin Medine'ye doğru gelmekte olduklarını haber vermek üzere, kölesi Mes'ud b. Huneydeyi acele Peygamberimiz Aleyhisselama gön¬derdi. [68]

Müşriklerin Uhud'daki Karargâhları

Kureyş müşrikleri, Medine hizasına geldiler. Kanatta Sebha vadisi kenarında, Medine karşısındaki Ayneyn diye anılan tepenin yanına kondular. [69]

Medine'de Bazı Tedbirler Alınışı

Evs ve Hazrec kabileleri liderlerinden Sa'd b. Muaz, Useyd b. Hudayr, Sa'd b. Ubâde ve daha başkaları müşriklerin Medine'ye bir baskın yapmalarından korkarak silahlandılar, Cuma gecesini Mescidde Peygamberimiz Aleyhisselamın kapısı önünde geçirdiler.
Medine'de, o gece sabaha kadar nöbet tutulup beklendi. [70]
Peygamberimiz Aleyhisselam Fadâle'nin oğulları Enesve Mûnis'i ve aynca Hubab b. Münzir'i gözcü olarak saldı, müşrikler hakkında bilgi edindi. [71]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Gördüğü Rüyayı Anlatıp Savaş Hakkındaki Görüşünü Açıklayışı

Peygamberimiz Aleyhisselam, Cuma gecesinde bir rüya gördü. [72] Müslümanlara:
"Vallahi ben hayırlı bir rüya görmüş bulunuyorum: Boğazlanmış bir bakar (öküz) gördüm! Kılıcımın ağzında bir kırık, gedik gedilmiş olduğunu gördüm. Ben elimi korunulacak bir zırhın içine soktuğumu da gördüm!" buyurdu. [73]
Başka bir rivayete göre; Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben kendimi sağlam bir zırh içinde gördüm.
Kılıcım Zülfikar'ın ağzında bir gedik açıldığını gördüm!
Boğazlanmış bir sığır gördüm!
Arkasından da bir koç gördüm!" buyurdu. [74]
"Yâ Rasûlallah! Bunları nasıl yorumladın?" diye sordular. [75]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sağlam zırh giyinmemi, Medine'ye yordum!" buyurdu. [76]
"Bana ait bir öküzün boğazlandığını görmekliğim, ashabımdan bazı kişilerin öldürülmeleridir!
Kılıcımın ağzında bir gedik açıldığını görmekliğim de Ehl-i Beytimden bir zâtın öldürülmesidir" buy urdu. [77]
Peygamberimiz Aleyhisselamın:
"Rüyada kılıcımı yere çarptım, ağzı kırıldı.
Bu, Uhud günü mü'm ini erden bazılarının şehit olacaklarına işarettir!
Kılıcımı tekrar çarptım, eski düzgün haline döndü.
Bu da, Allah'tan bir fetih geleceğine, mü'minlerin toplanacağına işarettir!" buyurduğu da bildirilmektedir. [78]
Peygamberimiz Aleyhisselam, gördüğü rüyadan dolayı, Kureyş müşriki eriyle Medine dışında çarpışmayı uygun görmemekte idi. [79]
"Eğer müşrikleri kondukları yerde kendi hallerine bırakıp Medine'de müdafaada kalmanızı uygun görürseniz, onlar orada kalırlarsa, kötü ve zor bir durumda kalmış olurlar. [80]
Eğer üzerinize yürür, Medine'ye girerlerse onlarla şehir içinde savaşırız. [81] Çünkü sokaklarda çarpışma usulünü biz onlardan daha iyi biliriz. [82] Onlan kalelerin, yüksek köşklerin üzerinden de oka, taşa tutarız!" buyurdu. [83]
Gerçekten de, Medine'nin her köşesi, birbirine bitişik sık evlerle, birer kale gibi idi. [84]

Müslümanların Savaş Hakkındaki Görüşleri

Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanlardan, müşriklerle savaş hususundaki görüşlerini kendi¬sine bildirmelerini istedi. [85]
Bedir savaşına katılma fırsatını kaçırmış olanlardan Uhud'da ve başka savaşlarda Yüce Allah'ın kendilerini şehitlikle şereflendireceği bazı Müslümanlar
"Yâ Rasûlallah! Bizi düşmanlarımızın karşısına çıkar! Bizim onlardan korktuğumuzu ve zayıf olduğumuzu anlamasınlar!" dediler.
Abdullah b. Übeyy b. Selûl ise Peygamberimiz Aleyhisselamın görüşünde idi:
"Yâ Rasûlallah! Medine'de kal! Sakın onlara karşı çıkma!
Çünkü, vallahi, biz ne zaman Medine'den düşmanımıza karşı çıkmışsak, muhakkak musibete ve yenilgiye uğramışızdır.
Bilakis, ne zaman da düşmanımız Medine'ye girip bizimle çarpışmışsa, musibete ve yenilgiye uğramıştır.
O halde, yâ Rasûlallah! Sen onları kendi hallerine bırak!
Eğer üzerimize yürür, şehrimize girerlerse, erkekler onlarla yüzyüze çarpışırlar, kadınlar ve çocuk¬lar da damlardan onların üzerlerine taş yağdırırlar.
Eğer Medine'ye saldırmadan dönüp giderlerse, umduklarına eremeden, birşey elde edemeden, geldikleri gibi dönüp geri gitmiş olurlar" dedi. [86]
Müslümanlardan bazıları da:
"Yâ Rasûlallah! Vallahi, onlar (müşrikler), Cahiliye devrinde bile üzerimize yürüyüp girememişlerdir. İslâmiyet devrinde nasıl girebiliri er?1" dediler. [87]
Muhacir ve Ensarın yaşlılarından bazıları ise, Peygamberimiz Aleyhisselamın görüşünde idiler.
Hz. Hamza ile Evs ve Hazrec'den Numan b. Malik, Sa'd b. Ubâde ve daha başkaları da, gençlerin düşmanı Medine dışında karşılama yönündeki görüşlerini benimsediler ve:
"Yâ Rasûlallah! Düşmanımızın karşısına çıkmazsak, onlar, bizim kendileriyle karşılaşmaktan kork¬tuğumuzu sanırlar. Bu da, onlara bize karşı cür'et ve cesaret kazandırmış olur. Yüce Allah bizi Bedir günü üçyüz küsur kişilik bir cemaatle onlara muzaffer kıldı. Bugün ise, biz daha çok sayıda kişileriz!" dediler.
Ebu Saîd el-Hudrînin babası Malik b. Sinan da:
"Yâ Rasûlallah! Biz, vallahi, iki iyiliğin arasında bulunuyoruz. Bu iyiliklerden birisi; Allah, bizi onlara galip ve muzaffer kılarsa-ki, böyle olmasını dileriz-bu da Bedir vak'ası gibi birvak'a olur, onlardan kaçıp kurtulanlardan başkası kalmaz.
Yâ Rasûlallah! Bu iki iyilikten birisi de, Yüce Allah'ın bize şehitlik nasip etmesidir.
Vallahi, yâ Rasûlallah! Bence bu ikisinden hangisi olursa olsun, onda hayır vardır" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam sustu, cevap vermedi.
Hz. Hamza da:
"Sana Kitabı indirmiş olan Allah'a andolsun ki, şu kılıcımla Medine dışında Kureyş müşrikleriyle çarpışmadıkça birşey yemeyeceğim!" dedi.
Hz. Hamza o gün oruçlu bulunuyordu. [88]
Numan b. Malik de:
"Yâ Rasûlallah! Ben şehadet ederim ki; rüyada boğazlandığını gördüğün sığırın temsil ettiği ashabından birisi de benim! [89] Beni Cennetten mahrum etme!
Kendisinden başka ilah olmayan o Allah'a yemin ederim ki; ben Cennete girsem gerektir!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ne ile?" diye sordu.
Numan b. Malik:
"Çünkü ben, Allah'tan başka ilah olmadığına ve senin Resûlullah olduğuna şehadet eder, Allah'ı ve Resûlünü severim! Düşmanla karşılaştığım gün de, yüz çevirip kaçmam!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Doğru söyledin!" buyurdu. [90]
İyaz b. Evs [91] ve Sa'd'ın babası Hayseme de, müşriklerle şehir dışında çarpışıp şehit olmayı Peygamberimiz Aleyhisselamdan istedi.
Enes b. Muaz da:
"Yâ Rasûlallah! İki iyiliğin biri ister şehitlik olsun, ister zafer ve ganimet!" dedi. [92]

Müslümanların Israrları Üzerine Peygamberimiz Aleyhisselamın Silahlanışı

Kureyş müşrikleriyle karşılaşıp çarpışmak özlemini taşıyan Müslümanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrılmıyorlardı. Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam evine girdi, zırhını giyindi. [93]
Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer de Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte içeri girip, Peygamberimiz Aleyhisselamın sarığını sarmasına, zırhını giyinmesine yardım ettiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, zırhını, gömleğinin üzerine giyindi. Beline, kayıştan bir kılıç kemeri (palaska) bağladı ve boynuna kılıcını astı. [94] Kalkanını da sırtına yerleştirdi. [95]

Sa'd b. Muaz ile Useyd b. Hudayr'ın Müslümanları Uyarmaları

Sa'd b. Muaz ile Useyd b. Hudayr gelip de halkın saf saf dizilerek dikildiklerini ve Peygamberimiz Aleyhisselamın çıkmasını beklediklerini görünce, onlara:
"Medine'den çıkmak istemediği halde, siz çıkması için Resûlullah Aleyhisselama ısrar edip dur¬dunuz!? Halbuki, ona emir gökten iner!
Siz bu işi ona bırakın. Onun emrettiği şeyi işleyin! Siz onun hakkında 'O kendiliğinden birşey söyle¬mez1 [Necm: 3] buyurulduğunu görmediniz mi?
Siz onun emrine itaat edin" dediler. [96]
Peygamberimiz Aleyhisselam, zırhını giyinmiş, silahlanmış olarak evinden dışarı çıkınca, Müslümanlar yaptıklarına pişman oldular. [97] Kendi kendilerine:
"Resûlullah Aleyhisselama vahiy gelip dururken, biz ona görüşümüzü bildirmekle ne kötü bir iş yap¬tık!" dediler. [98]
"Resûlullah Aleyhisselamın istemediği birşey yaptık. Böyle yapmamız bize yaraşmazdı" dediler ve Peygamberimiz Aleyhisselama da:
"Yâ Rasûlallah! Biz senin istemediğin birşeyi yaptık. Bizim sana karşı böyle davranmamamız gerekirdi. Eğer Medine'de kalmak istiyorsan, Medine'de kal! [99] Sen istediğini yap!" dediler. [100]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Birpeygamberzırhını giyindikten sonra, [101] müşriklerle karşılaşmadıkça, [102] savaşmadıkçal [103] ve Allah onunla düşmanları arasındaki hükmünü vermedikçe, [104] zırhını sırtından çıkarıp yere koyması lâyık olmaz! [105]
Ben size ne buyurursam, onu işlemeye bakınız!
Haydi, Allah'ın ismiyle gidiniz! [106] Sabır ve sebat ettiğiniz takdirde, Allah'ın yardımı sizinledir!" buyurdu. [107]

Malik b. Amr'ın Cenaze Namazının Kılınışı

Peygamberimiz Aleyhisselam zırhlanmış, silahlanmış olarak evinden dışarı çıktığı zaman, namazgaha bir cenaze konulmuş bulunuyordu. [108]
Bu, Neccar oğullarından Malik b. Amfin cenazesi idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cuma namazını kıldırdıktan sonra, cenaze namazını da kıldırdı. [109]

Amr b. Cemuh'un Uhud Seferine Katılışı

Amr b. Cemuh, çok topal ve aksaktı.
Kendisinin yetişmiş, arslan gibi dört oğlu olup, Peygamberimiz Aleyhisselamla birlikte savaşlara katılırlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam Uhud'a çıkacağı sırada Amr b. Cemuh da sefere katılmak istemiş, [110] oğullarına:
"Beni de sefere çıkarın!" demişti.
Oğullan ise:
"Sen cihadla mükellef değilsin! [111] Yüce Allah seni mazeretli saydı. [112] Oğulların Peygamber Aleyhisselamla birlikte gidiyorlar işte!" dediler. [113]
Amr b. Cemuh, oğullarına:
"Siz benim Bedir savaşına çıkmama engel oldunuz! Uhud'a çıkmama da engel olmayınız! [114] Siz, Bedir günü benim Cennete girmeme engel oldunuz! Vallahi, ben (bugün) sağ kalsam dahi, muhakkak, (birgün şehit olup) Cennete gireceğim!" dedi. [115]
Sonra, hanımına da:
"Bak hele! Cennete gidilirken, ben sizin yanınızda oturup duracağım ha!?" diyerek, hemen kalka¬nını aldı ve:
"Ey Allah'ım! Beni aileme geri çevirme!" diyerek dua ettikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam m yanına geldi:
"Oğullarım beni Medine'de bırakmak istiyorlar, seninle birlikte savaşa çıkmaktan men ediyorlar!
Vallahi, ben şu topallığımla Cennete ayak basmayı arzuluyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İyi ama, Yüce Allah seni mazur görmüştür. Sana cihad farz değildir" buyurdu. [116]
Amr b. Cemuh:
"Yâ Rasûlallah! Sen benim Allah yolunda ölünceye kadar savaşarak şehit olup Cennette şu topal ayağımla yürümemi uygun görmez misin?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet, uygun görürüm!" buyurdu. [117]
Amr b. Cemuh'un oğullarına da:
"Sizin ona engel olmanız gerekmez.
Umulur ki, Allah onu şehitlikle nasiplendirir!" buyurdu. [118]

Amr b. Cemuh'un Duası

Amr b. Cemuh, kıbleye döndü ve:
"Allah'ım! Bana şehitlik nasip et! [119] Mahrum veya me'yus olarak ev halkımın yanına döndürme!" diyerek dua etti. [120]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; onu Cennette topallayarak yürür gördüm!" buyurmuştur. [121]

İbn Ümmi Mektum'un Medine'de İmam Vekili Olarak Bırakılışı

Peygamberimiz Aleyhisselam; halka Mescidde namaz kıldırmak üzere, İbn Ümmi Mektium'u yerine vekil bıraktı. [122]

İslâm Ordusunun Mevcudu, Düzeni ve Uhud'a Hareket Edişi

İslâm ordusu, Medine'den Uhud'a hareket ettiği zaman, bin kişilikti. [123]
Peygamberimiz Aleyhisselam; üç mızrak getirtip onlara üç sancak bağladı. [124]
Evsîlerin sancağını Useyd b. Hudayfa verdi.
Hazrecîlerin sancağını Hubab b. Münzir'e veya Sa'd b. Ubâde'ye verdi.
Muhacirlerin sarıcığını da, Hz. Ali'ye veya Mus'ab b. Umeyr'e verdi. [125]
Bundan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, atına bindi. Yayını omuzuna astı, mızrağını eline aldı.
İslâm askerleri de silahlandılar. [126]
Zırhları olanlar zırhlandılar ki, yüz kişi kadar idiler. [127]
İslâm ordusunda, biri Peygamberimiz Aleyhisselama, diğeri de Ebu Bürde b. Niyar'a ait olmak üzere, iki de at bulunuyordu. [128] Abdullah b. Cübeyr, piyadelerin başına geçirilmişti. [129]
Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubâde, zırhlarını giyinmiş olarak önde; diğer Müslümanlar da, Peygamberimiz Aleyhisselamın sağında ve solunda yer almışlardı.
Bedâyi'-Hasâ yoluyla Şeyheyn'e kadar ilerlediler. [130]

Çarpışamayacak Yaşta Olanların Şeyheyn'den Geri Çevrilişi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Şeyheyn'de ordusunu gözden geçirdi. [131]
Savaşa katılmaya elverişli yaştaki gençlere izin verdi, elverişli olmayanları geri çevirdi. [132]
Semüre b. Cündüb ile Rafi b. Hadic, geri çevrilenler arasında idiler.
"Yâ Rasûlallah! Râfi1 iyi ok atıcıdır!" denilince, Peygamberimiz Aleyhisselam onun savaşa katıl¬masına izin verdi.
"Yâ Rasûlallah! Semüre b. Cündüb, güreşte Râfi'i yıkar!" denildi, onun da savaşa katılmasına izin verdi. [133]
Peygamberimiz Aleyhisselamin geri çevirdiği gençler arasında:
1- Üsâme b. Zeyd b. Harise,
2- Abdullah b. Ömer b.Hattab
3- Zeyd b. Sabit,
4- Berâ1 b.Âzib,
5- Amr b. Hazm,
6- Useyd b.Zuheyr, [134]
7- Zeyd b. Erkam, [135]
8- Arabe b. Evs,
9- Ebu Saîd el-Hudrî, [136]
10- Numan b. Beşiri [137] ve daha bazıları da [138] bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hendek savaşında, onbeş yaşında bulunmalarına rağmen, bunların savaşa katılmalarına izin vermiştir. [139]
Medine'ye geri çevrilenlerden Ebu Saîd el-Hudrî der ki:
"Uhud günü Peygamber Aleyhisselama arzolunduğum zaman, onüç yaşında idim.
Babam, elimden tutup:
'Yâ Rasûlallah! Bu, bumunun suyu akıyor olsa da, iri kemiklidir. İzin verirsen, benimle gelsin!' dedi.
Peygamber Aleyhisselam, beni tepeden tımağa kadar süzdükten sonra,
'Geri çevir onu!' buyurdu.
Babam da beni Medine'ye geri çevirdi." [140]

Ordudan Geri Çevrilen Gençlerin Medine'de Görevlendirilmeleri

İbn Asâkir'in Urve b. Zübeyr'den nakline göre; yaşları küçük görülüp Medine'ye geri çevirilenler, Medine'de çocukları ve kadınları beklemek ve korumakla görevlendirildiler. [141]

Şeyheyn'de Geceleyiş

İslâm ordusu, geceyi Şeyheyn'de geçirdiler.
Peygamberimiz Aleyhi sselam, orada, Müslümanlara ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kıldırdı. Muhammed b. Mesleme'yi elli kişilik bir muhafız birliğinin başına geçirip, onları ordunun çevresinde dönüp dolaşmakla görevlendirdi.
Kureyş müşrikleri de, Peygamberimiz Aleyhisselamın Şeyheyn'e gelip konduğunu görünce, süvar¬ilerini topladılar. İkrime b. Ebu Cehil'i süvarilerin başına geçirdiler. Keşif ve devriye kolu olmak üzere görevlendirdiler.
Müşrik süvarileri geceyi durup dinlenmeden geçirdiler. Harre'ye kadar sokuldular, fakat oraya çıka¬madılar. Harre mevkiinin sarplığından ve Muhammed b. Mesleme'den korkup geri döndüler. [142]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Gece Bekçisi

Peygamberimiz Aleyhisselam Şeyheyn'de yatsı namazını kıldırdığı zaman:
"Bu gece bizi kim bekler?" diye sordu.
Müslümanlar arasından bir zât ayağa kalkıp:
"Ben!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen kimsin?" diye sordu.
O zât:
"Zekvan b. Abdi Kays'ım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen otur!" buyurdu.
Biraz sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, yine:
"Bu gece bizi kim bekler?" diye sordu.
Yine, Müslümanlar arasından bir zât ayağa kalkıp:
"Ben!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen kimsin?" diye sordu.
O zât:
"Ben Ebu Seb'im!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen otur!" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine:
"Bu gece bizi kim bekler?" diyerek sorusunu tekrarlayınca, Müslümanlar arasından bir zât ayağa kalkarak:
"Ben!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen kimsin?" diye sordu.
O zât:
"Ben İbn Kays'ım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen otur!" buyurdu.
Aradan bir müddet geçtikten sonra:
"Üçünüz de ayağa kalkınız!" buyurdu.
Yalnız Zekvan b. Abdi Kays kalkınca, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Öteki arkadaşların nerede kaldılar?" diye sordu.
Zekvan b. Abdi Kays:
"Geceleyin her üç soruna da cevap veren bendim!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Git, sen bizi bekle, koru! Allah da seni korusun!" buyurdu.
Zekvan b. Abdi Kays, hemen zırhını giyindi, kalkanını aldı. O gece nöbet tuttu, bekledi. [143]
Peygamberimiz Aleyhisselamın, Zekvan b. Abdi Kays hakkında:
"Yarın sabahleyin Cennetin yeşilliklerine ayak basacak bir kimseye bakmak isteyen, buna baksın!" buyurduğu da rivayet edilir. [144]

Baş Münafık ile Ona Bağlı Kişilerin İslâm Ordusundan Ayrılıp Geri Dönmeleri

Baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl ile kendisine bağlı birtakım kimseler, İslâm ordusuna katılmışlardı.
Abdullah b. Übeyy'e adamları:
"Sen, ona (Peygamber Aleyhisselama) şehir dışında savaşmamak hususundaki görüşünü açık¬ladın. Bunun, atalarından gelip geçmiş olanların görüşü olduğunu bildirdin. Onun görüşü de, senin görüşün gibi idi. O, neden ise, bu görüşünden vazgeçip yanında bulunan şu gençlerin görüşlerine uydu!" dediler. [145]
İslâm ordusunun içinde devekuşu gibi boynunu uzata uzata gelen Abdullah b. Übeyy b. Selûl; [146] Peygamberimiz Aleyhisselamın gençlerin sözünü dinlediğini bahane ederek [147] ve:
"Ey insanlar! Biz orada [Uhud'da] kendimizi ne için öldürecekmişiz, bilmiyoruz?!" diyerek, kavmin¬den (Hazrecilerden) münafık olan ve kuşku içinde bulunan ve kendisine uyan insanlarla birlikte oradan geri döndü.
Benî Selâmenin kardeşi Abdullah b. Amr b. Haram, onlara:
"Ey kavmim! Ben size Allah'ı, O'ndan korkmanızı hatırlatırım.
Kavminizi ve peygamberinizi düşmanlarıyla karşılaştıkları zaman yardımsız bırakmamanız gerek¬tiğini hatırlatın m. [148]
Size Allah'ı, dininizi ve peygamberinizi hatırlatırım.
O peygamberinizi ki, Medine'ye gelip sığındığı zaman, kendinizi, oğullarınızı koruyup savun¬duğunuz gibi, onu da koruyacağınız, savunacağınız hakkındaki şartı size hatırlatırım" dedi. [149]
Onlar:
"Biz sizin muhakkak çarpışacağınızı bilsek, size tâbi olurduk, sizi bırakmazdık. Fakat, biz bir çarpış¬ma olacağını sanmıyoruz!" diyerek çekip gittikleri zaman, Abdullah b. Amr b. Haram, onlara:
"Ey Allah düşmanları! Allah kahretsin sizi! Allah belanızı versin sizin!
Allah, peygamberini, [150] mü'minleri , [151] sizin yardımınızdan müstağni kılacaktır!" dedi. [152]
Geri dönenler, İslâm ordusunun üçte biri kadardı. [153] Üçyüz civarındaydı. [154]
İslâm ordusunun mevcudu yediyüz kişiye düştü. [155]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl, böyle, kendisine uyanlarla birlikte İslâm ordusundan ayrılıp geri döndüğü zaman, İslâm ordusundan iki zümrenin; Haz recilerden Selime oğulları ile Evsîlerden Harise oğullarının elleri yanlarına düştü, onlar da geri dönmeye meylettiler. [156] Abdullah b. Amr b. Haram dönüp geldiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam Müslümanların saflarını düzeltmekte idi. [157]

İslâm Ordusundan Ayrılan Münafıklar Hakkında Âyetler İnişi

Münafıkların İslâm ordusundan ayrılıp Medine'ye dönmeleri üzerine nazil olan âyetlerde [158] şöyle buyuruIdu:
"İki ordu karşılaştığı gün size gelen musibetler, Allah'ın emriyle idi. Bu, mü'minleri ayırd etmesi, münafık olanları da açığa vurması içindi. Berikilere: 'Geliniz! Allah yolunda muharebe ediniz! Yahut, hiç olmazsa, düşmanın kendinize ve ailelerinize saldırmalarını önleyiniz!' denildi de, 'Biz muharebe ola¬cağını bilseydik, elbette arkanızdan gelirdik!' dediler.
Onlar, o gün, imandan ziyade küfre yakın idiler. Ağızlarıyla, kalblerinde olmayanı söylüyorlardı.
Onlar ne gizlerlerse, Allah çok iyi bilicidir!" [159]

Mü'minlerden Başkasından Fayda Olmadığı

Münafıklar İslâm ordusundan ayrılıp Medine'ye döndükleri zaman, Ensar:
"Yâ Rasulallah! Yahudi müttefiklerimizden yardım istemeyelim mi?" diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bizim onlara ihtiyacımız yok!" buyurdu. [160]

Ebu Hayseme'nin Uhud'a Kadar Kılavuzluk Edişi

Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bize kılavuz olup, müşriklere uğratmadan, yakın bir yoldan onların yanına kadar götürecek kim var?" diye sordu.
Ebu Hayseme:
"Ben varım yâ Rasûlallah!" dedi ve İslâm ordusunu Benî Hârise'nin arazisi içinden geçirip gözü kör ve kendisi münafık olan Mirba1 b. Kayzî'nin bahçesine uğratmıştı ki, Mirba1, Peygamberimiz Aleyhisselamla Müslümanların seslerini işitince, onların yüzlerine toprak atmak üzere kalktı ve:
"Eğer sen Resûlullah isen, sana benim bahçeme girmeni helâl etmiyorum!" dedi ve eline bir avuç toprak alıp:
"Vallahi ey Muhammedi Bu toprağı, senden başkasına isabet ettirmeyeceğimi bilseydim, muhakkak senin yüzüne atardım!" dedi.
Bunun üzerine ashab onu öldürmeye davranınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öldürmeyin bunu! Bunun gözleri de kördür, kalbi de kördür!" buyurdu.
Fakat, Sa'd b. Zeyd Peygamberimiz Aleyhisselamın onun öldürülmesini men etmesinden önce davranarak, yayla vurup Mirba'ın başını yaralamış bulunuyordu. [161]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud'da Karargâhını Kuruşu

Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Hayseme'nin kılavuzluğu ile ilerleyip Uhud boğazına, vadinin dağa doğru olan yakasına kondu.
Arkasını Uhud dağına dayadı ve İslâm askerlerine:
"Sizden hiçbir kimse, biz kendisine çarpışmak için emir vermedikçe, çarpışmasın!" buyurdu. [162]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Okçulara Direktifi

Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah b. Cübeyfi elli kişilik okçular birliğinin üzerine kumandan tayin etti ve ona:
"Düşman atlılarını oklara tutup üzerimizden defet!
Durum ister lehimizde, ister aleyhimizde gelişsin, sen yerinde sabit kal ki, düşman atlıları arkamız¬dan, senin bulunduğun taraftan bize gelemesinler! [163]
Eğer bizim düşmanı yenip ganimet toplamaya koyulduğumuzu görseniz de, sakın bize katıImayın! [164]
Eğer bizi kuşlar kapar görseniz de, gelmeniz için ben size haber göndermedikçe, sakın şu yeriniz¬den ayrı İmayın [165]
Bizim onları bozguna uğratıp tepelediğimizi [166] görseniz de, ben size haber göndermedikçe, sakın bulunduğunuz yerden ayrılmayın. [167]
Onların bizi [168] yendiklerini, [169] öldürdüklerini görseniz de, yerinizden ayrılıp bize yardım etmeyin!" buyurdu. [170]
Buna göre; okçular İslâm ordusunun arkasından hiç kimsenin gelmesine meydan ve imkân ver¬meyecek, gelmek isteyenleri oka tutacaklardı. [171]
Peygamberimiz Aleyhisselam, okçulara gereken emri verdikten sonra:
"Size yöneldikçe, düşman süvarilerini oka tutunuz! Çünkü süvariler atlan oklara doğru gelemezler!
Allah'ım! Onlara bunları tebliğ ettiğime seni şahit tutuyorum!" dedi. [172]

Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâm Mücahidlerini Savaş Nizamına Koyuşu

Peygamberimiz Aleyhisselam, ordusunu saf nizamına koydu:
"Beri gel! Geri git!" diyerek safları düzeltti. Omuzlan bir hizaya getirdi. Müslümanlan oklar gibi dizdi. [173]
Ükkâşe b. Mıhsan'ı sağ kanada,
Ebu Seleme b. Abdulesed'i sol kanada,
Ebu Ubeyde b. Cerrah ile Sa'd b. Ebi Vakkas'ı öne,
Mikdad b. Amfi gerideki askerlerin başına, [174]
Hz. Hamza'yı da en öne, zırhsız askerlerin başına geçirdi. [175]
"Müşriklerin sancağını kim taşıyor?" diye sorup; "Abduddaroğulları!" denilince:
"Biz ahde onlardan daha çok bağlıyız! Mus'ab b. Umeyr nerededir?" diye sordu.
Mus'ab b. Umeyr
"Buradayım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Al sancağı!" buyurdu.
Mus'ab b. Umeyr sancağı alıp Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne geldi. [176]

İslâm Mücahidlerinin Uhud Savaşındaki Parolaları

Uhud savaşında Müslümanlar arasındaki parolalar: "Emit!=Öldür! Emit=Öldür!" sözleri idi. [177]

İslâm Mücahidlerinden Bazılarının Uhud Savaşındaki Alâmetleri

Çarpışmaya girmeden önce, Hz. Hamza devekuşu kanadından,
Hz. Ali beyaz yünden,
Zübeyr b. Avvam sarı bezden,
Ebu Dücâne kırmızı bezden,
Hubab b. Münzir yeşil bezden... kendilerine alâmet yapmışlardı. [178]

Yahudi Alimlerinden Muhayrık'ın Müslüman Olup Uhud'da Çarpışmaya Gidişi ve Şehit Oluşu

Muhayrık; Sa'lebe b. Fıtyevn oğullarından, [179] Benî Kaynuka veya Benî Nadîr Yahudiler [180] bilgin-lerindendi. [181]
Peygamberimiz Aleyhisselamı Tevrat'taki sıfatlarıyla tanırdı.
İlmen bulduğu şeyi, Uhud savaşına çıkılıncaya kadar, kendi dininin tesiri altında kalarak, açıklaya¬madı. [182]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Uhud savaşına çıktığı zaman, Yahudilere:
"Ey Yahudi topluluğu! Vallahi, siz Muhammed'in [183] peygamber olduğunu, [184] ona yardımın üzerinize düşen bir hak olarak gerektiğini pekâlâ biliyorsunuz!" dedi.
Yahudiler
"Bugün Cumartesi günüdür, hiçbir şeyle uğraşılmaz!" dediler.
Muhayrık:
"Sizin için Cumartesi diye birşey yoktur!" dedi.
Kılıcını ve harçlığını yanına alıp akrabalarından birisine:
"Eğer bugün öldürülürsem, bütün mallarım Muhammed'indir. O, onlar hakkında, Allah'ın kendisine gösterdiği şekilde, dilediğini yapar!" diyerek vasiyette bulundu. Uhud'da savaşmaya gitti ve şehit oldu. [185]
Allah ondan razı olsun!
Uhud savaşında şehit olunca, bıraktığı yedi hurma bahçesini Peygamberimiz Aleyhisselam teslim alıp vakfetti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'deki vakıfları genellikle Muhayrık'ın mallarındandır. [186]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Muhayrık, Yahudilerin hayırlısıdır!" buyurmuştur. [187]

Amr b. Sabit b. Akyeş'in (Vakş'ın) Müslüman Olarak Uhud'a Gidişi ve Müşriklerle Çarpışarak
Yaralanışı ve Cennete Girişi

Abduleşhel oğullarının kardeşi Amr b. Sabit b. Vakş [188] (Akyeş)'in Cahiliye devrinde halk üzerinde alacağı riba (faiz) paralan vardı. Onları almadıkça Müslüman olmak istemedi.
Uhud savaşına çıkıldığı gün, gelip amcalarının oğullarını göremeyince:
"Amcamın oğulları neredeler?" diye sordu.
"Uhud'dadır!" dediler.
"Filan kişi nerededir?" diye sordu.
"Uhud'dadır!" dediler.
"Filan kişi nerededir?" diye sordu.
"Uhud'dadır!" dediler.
Bunun üzerine, Amr b. Sabit, hemen zırhını giyinip atına binerek onlara doğru yöneldi, gitti. [189]
Amr, Uhud'da, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vanp:
"Yâ Rasûlallah! Önce savaşayım mı, yoksa Müslüman mı olayım?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Önce Müslüman ol, sonra savaş!" buyurdu.
Bunun üzerine, Amr Müslüman oldu. [190]
Müslümanlar, onu Uhud'da görünce:
"Sen bizden uzak dur!" dediler.
Amr b. Sabit:
"Ben iman ettim, Müslüman oldum!" dedi ve Müslümanların yanında yaralanıncaya kadar çarpıştı.
Uhud'dan, ailesinin yanına ağır yaralı olarak getirildi.
Sa'd b. Muaz, Amfi ziyarete gelip, onun kızkardeşine:
"Amr'a bir sor bakalım" dedi ve şunu sormasını istedi:
"Sen kavmine olan hamiyetinden dolayı mı; yoksa Kureyş müşriklerine kızdığın için mi; ya da Allah için mi kızarak onlarla çarpıştın?"
Amr:
"Ben Allah ve Resûlullah için kızarak onlarla çarpıştım!" dedi. Allah'a bir vakit bile namaz kılamadan vefat etti ve Cennete girdi. [191]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun hakkında:
"Az amel etti, çok ecre erdi!" buyurmuştur. [192]
Ashabdan Ebu Hureyre de, bir gün, çevresindeki kişilere:
"Allah'a bir vakit bile namaz kılmadan, secde etmeden Cennete giren adamı bana haber veriniz?" deyip herkesin sustuğunu görünce:
"O, Abduleşhel oğullarının kardeşi Amr b. Sabit b. Vakş'tır!" dedi. [193]
Allah ondan razı olsun! [194]

Kuzman'ın Uhud'a Gelip Müşriklerle Çarpıştıktan Sonra Yarasının Ağrısına Dayanamayarak
İntihar Edişi

Zafer oğulları arasında, [195] Kuzman adında, [196] çoluksuz çocuksuz, [197] garib [198] bir adam vardı ki, kendisinin kimlerden olduğu bilinmezdi. [199] Kendisi, savaşlarda gösterdiği kahramanlıkla tanınırdı. [200] Çok güçlü, kuvvetli idi. [201] Münafıklardandı. [202]
Peygamberimiz Aleyhisselama ondan bahsedildikçe, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O, muhakkak, Cehennemliklerdendir!" buyururdu. [203]
Kuzman, Uhud savaşına kavmi ile birlikte çıkmaktan kaçınmıştı.
Sabaha çıkınca, Zafer oğullarının kadınları, ona:
"Ey Kuzman! Erkekler savaşa gitti, sen geride kaldın ha! Ey Kuzman! Sen şu yaptığın şeyden utan¬mıyor musun?
Sen kadından başka birşey değilsin! Kavminin erkekleri savaşa gittikleri halde, sen evde kaldın ha? Sen artık ev bekle!" diyerek kınamaya başlayınca, Kuzman evine girdi. Yayını, ok çantasını ve kılıcını alıp Uhud'a gitti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanların saflarını düzelttiği sırada, safların en arkasına durdu. Yavaş yavaş ilerleyerek ön safa girdi.
Çarpışma başlayınca, Müslümanlar içinde, ok atanların ilki oldu. Sonra da kılıcını sıyırdı. [204] Şiddetle çarpıştı. [205]
M üşri klerden altı veya yedi, [206] yedi veya sekiz, [207] sekiz veya dokuz [208] ki siyi öldürdü. [209] Kendi si de ağır şekilde yaralandı, Zafer oğullarının evlerine getirildi.
Müslümanlardan bazıları:
"Ey Kuzman! Sana müjdeler olsun!" dediler.
Kuzman:
"Ben neden dolayı müjdeleniyorum?" dedi. [210]
"Cennete gireceğin için!" dediler. [211]
Kuzman:
"Vallahi, ben ancak kavmimin şerefi için çarpıştım! [212] Eğer anlattığınız şey için olsaydı, çarpışmazdım! [213]
Vallahi, biz ne Cenneti umarak, ne de Cehennemin ateşinden korkarak çarpıştık! Biz ancak kavmimizin şerefi için çarpıştık!" dedi. [214]
Yarasının ağrısı şiddetlenince de, kendisini öldürmek için ok çantasından bir ok aldı, kolunun damarını deldi. [215] Kılıcını kamına dayayıp onun üzerine yüklenerek intihar etti.
Kuzman'ın bu hareketi Peygamberimiz Aleyhisselama anılınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O, Cehennemliklerdendir! [216] Şehadet ederim ki; ben Allah'ın Resûlüyüm!" buyurdu. [217]

Hanzale b. Ebu Amir'in Uhud'a Gidişi

Hanzale b. Ebu Amir, Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün kızı Cemile Hatunla nikahlanmış bulunuyordu. [218]
Uhud'a gidileceği sırada, gerdeğe girmek, [219] geceyi Medine'de, ailesinin yanında geçirmek üzere Peygamberimiz Aleyhisselamdan izin istedi ve aldı.
Sabah namazını kıldıktan sonra, Uhud'a gideceği sırada, eşiyle tekrar ilgilenmek zorunda kaldı ve yıkanamadı. [220]
Sabahleyin, Cemile Hatun, kabilesinden dört kişi çağırıp, Hanzale ile gerdeğe girdiklerine onları şahit tuttu.
Kendisine:
"Sen buna neden lüzum gördün?" diye sordular.
Cemile Hatun da:
"Bu gece rüyamda semanın açıldığını ve Hanzale onun içine girdikten sonra kapandığını gördüm. 'Bu, şehitliktir!' dedim," dedi. [221]
Hanzale, acele silahlanıp Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanların saflarını düzelttiği sırada Uhud'a ulaştı. [222]

Huseyl b. Cabir'le Sabit b. Vakş'ın Uhud'a Savaşmaya Gidip Şehit Oluşu

Peygamberimiz Aleyhisselam müşriklerle savaşmak için Uhud'a gittiği zaman, çok yaşlı olan Huseyl b. Cabir ile Sabit b. Vakş, kadınlarve çocuklarla birlikte yüksek evlerin damına çıktılar.
Biri, öbürüne:
"Babasız kalasıca! Muhtaç olmayasıca! Daha ne bekliyorsun?!
Vallahi, ikimizin önünden, ancak iki yudum su içimlik, pek az bir zaman kalmıştır! Vallahi, ya bugün, ya da yarın, ölüm kuşu üzerimizde ütecektir! Daha ne diye kılıçlarımızı alıp Resûlullah Aleyhisselamin yanına varmıyoruz?!
Belki, Allah Resûlullah Aleyhisselamın yanında bize şehitlik nasip eder!" dedi.
Hemen kılıçları aldılar, sonra da Uhud'a gittiler. İslâm mücahidlerinin içine girdiler. Kendilerinin orduya katıldıkları bilinmedi.
Müşrikler, Sabit b. Vakş'ı şehit ettiler.
Allah ondan razı olsun!
Huseyl b. Cabir'i ise, İslâm mücahidleri, bilmeyerek kılıçtan geçirdiler, yere düşürdüler. [223]
Huzeyfetü'l-Yeman:
"Babam! [224] Babam o!" dedi. [225]
İslâm mücahidleri:
"Vallahi, biz onu tanıyamadık!" dediler.
Huzeyfetü'l-Yeman:
"Allah sizi bağışlasın! O, merhametlilerin en merhametlisidir!" dedi. [226]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Huseyl b. Cabir'in diyetinin ödenmesini istedi ise de, Huzeyfetü'l-Yeman almayıp onu Müslümanlara bağışladı. [227]
Allah Ebu Huzeyfe'den de, Huzeyfe'den de razı olsun! [228]

Müşriklerin Uhud'daki Karargâhları ve Harp Düzenleri

Müşrikler Uhud'a Çarşamba günü gelmişler; Çarşamba, Perşembe ve Cuma gününü orada geçir¬mişlerdi. [229]
Müşriklerin ordularında 200 at olup;
Halid b. Velid sağ kanattaki atlıların başına,
İkrime b. Ebu Cehil sol kanattaki atlıların başına geçirilmişti. [230]
Müşriklerin 100 okçusu olup;
Okçuların başına Abdullah b. Ebu Rebia geçirilmişti.
Müşriklerin sancağı Talha b. Ebi Talha'nın elinde bulunuyordu. [231]
Müşriklerin Uhud'da parolaları "Yâ le'l-Uzzâ! Yâ âl-i Hübel!" idi. [232]

Ebu Süfyan'ın Sancaktarlarını Gayrete Getirişi

Ebu Süfyan, Abduddar oğullarında olan sancaktarları sancak uğrunda çarpışmaya teşvik için:
"Ey Abduddar oğulları! Bedir gününde sancağımızı siz üstlenmiştiniz.
Gördüğünüz gibi, o musibet bize isabet etti.
Milletler bayraklarıyla yaşarlar. Bayrakları zail olduğu zaman, onlar da zail olurlar.
Ya sancağımızı siz taşır, onun hakkını yerine getirirsiniz, ya da bizimle onun arasından çekilirsiniz, onu biz taşırız!" dedi. [233]
Abduddar oğulları, Ebu Süfyan'ın bu sözüne kızdılar. [234]
"Sancağımızı sana teslim edeceğiz ha?! [235] Bu hiçbirzaman olmayacaktır!" dediler.
Ebu Süfyan:
"Öyle ise, bir sancak daha edinelim?" dedi.
Abduddar oğulları:
"Olur! Fakat, onu da ancak Abduddar oğullarından birisi taşıyacaktır! Bundan başkası hiçbirzaman olamaz ve olmayacaktır! Sancağımızı gereği gibi koruyacağız! [236] Yarın hasımlarımızla karşılaştığımız zaman, ne yapacağımızı [237] göreceksin!" dediler. [238]
Zaten, Ebu Süfyan'ın da onlardan istediği bu idi. [239]

Ebu Âmir'in Ensarı Ayartmaya ve Savaşı Kızıştırmaya Çalışması

Uhud bahsinin başında da açıklandığı gibi, Medineli Dubay'a oğullarından rahip taslağı Ebu Amir Abdi Amr b. Sayfî; Peygamberimiz Aleyhisselama kıskançlığından ve kızgınlığından ne yapacağını şaşırmış, Peygamberimiz Aleyhisselamdan uzak kalmış olmak için Evs kabilesinden kendisine uyan elli kişi ile birlikte Mekke'ye çekip gitmiş. [240] müşriklerle işbirliği yapmaktan geri durmamış, onların yanın¬dan ayrılmamıştı. [241]
Müşriklere:
"Ben kavmimin (Ensarın) yanına varacak olursam, onlardan iki kişi bile bana aykırı davranmaz [242] İşte, kavmimden şu yanımda bulunan kişiler söylesinler!" der, yanındaki elli kişi de onun sözünü doğru¬larlardı.
Bunun için, Kureyş müşrikleri, Ebu Âmirin Uhud savaşında kendilerine büyük çapta yardımının dokunacağı umuduna düşmüşlerdi. [243] Ebu Âmir, Uhud savaşına, yanındaki elli kişi ile birlikte katılmış bulunuyordu. [244]
Ebu Âmir, Uhud'a geldiği zaman, Müslümanların karargâh kurdukları yerde savaşırlarken Müslümanları düşürmek için yer yer çukurlar kazmış, kazdırmişti. Onun bu tuzağından, Müslümanların haberleri yoktu. [245]
Ebu Âmir, Uhud'daki müşriklerden, Müslümanların karşısına ilk çıkanlar arasında bulunuyordu.
"Ey fâsık (haktan sapmış kişi)! [246] Sana merhaba, hoşgeldin demek yok! [247] Allah sana göz nimeti versin (senin gözünü kör etsin)!" dediler.
Bunun üzerine, Ebu Âmir:
"Benden sonra, kavmime kötülük isabet etmiş!" dedi. [248]
Maiyetindekilerle birlikte müşriklerin yanına döndü. [249]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanları Cihada Teşvik Edişi

Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanlara hitapta bulunarak onları cihada, savaşta sabır ve sebata teşvik buyurdu. [250]

Ebu Süfyan'ın Ensarı Ayartmaya Kalkışması

Müşriklerin başkumandanı Ebu Süfyan Sahr b. Harb, Ensara:
"Ey Evs ve Hazrec topluluğu! Siz, bizimle amcamızın oğlunun arasından çekiliniz (onu bizimle başbaşa bırakınız) da, biz sizden ayrılalım. Bizim sizinle çarpışmaya ihtiyacımız yok!" diyerek haber saldı.
Ensar, onu kendisinin hiç beklemediği, hoşuna gitmeyecek biçimde reddettiIer. [251]

Müşriklerin Kadınlarının Erkekleri Çarpışmaya Kışkırtmaları

Çarpışmak için iki taraf birbirlerine iyice yaklaştıkları zaman, Ebu Süfyan'ın karısı Hind binti Utbe, yanındaki kadınlarla birlikte, neşideler söyleyerek erkeklerini çarpışmak için kışkırtmaya başladılar. [252]

Müşrik Süvarilerinin Okçular Tepesine Hücuma Kalkmaları ve Püskürtülmeleri

Müşriklerin Hevazin süvarileri, İslâm okçularının korudukları okçu tepesindeki geçide hücuma kalkınca oka tutulup püskürtüldüler, yüzgeri edip dönmek zorunda kaldılar. [253]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI   İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:53 pm

Hz. Ali'nin Müşriklerin Sancaktarını Öldürüşü

Kureyş ordusunun sancaktan Talha b. Ebi Talha:
"Benimle çarpışmak için kim çıkar er meydanına? [254] Ey Muhammed'in sahabileri! Siz bizi kılıçlarınızla öldürünce Allah'ın bizi hemen Cehenneme sokacağını, siz bizim kılıçlarımızla öldürülünce de sizi hemen Cennete koyacağını söylüyorsunuz! Öyle ise, benim kılıcımla öldürülüp hemen Cennete girecek, yahut kılıcı ile beni öldürüp Cehenneme sokacak yok mu bir kimse?!" diyerek seslendi.
Bunun üzerine, Hz. Ali:
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; ben de, seni kılıcımla Cehenneme gön¬dermedikçe, yahut senin kılıcınla Cennete girmedikçe senden ayrılmayacağım!" dedi. [255] Hemen karşısına vardı ve kılıcını onun başına hiddet ve şiddetle indirdi, başı çenesine kadaryarılıp ikiye ayrıldı. Talha yere yıkılınca, Peygamberimiz Aleyhisselam ve Müslümanlar tekbir getirdiler. [256]

Hz. Hamza'nın Osman b. Ebi Talha'yı Öldürüşü

Müşriklerin sancaktarı Talha'dan sonra, sancağı kardeşi Osman b. Ebi Talha aldı. Hz. Hamza da ona kılıçla vurup kolunu yere düşürdü, böğründen ciğeri göründü! Hz. Hamza: "Ben hacıları sulayan'ın oğluyum!" diyerek geri döndü. [257]

Sa'd b. Ebi Vakkas'ın Ebu Sa'd b. Ebi Talha'yı Öldürüşü

Müşriklerin yere düşen sancağını Ebu Sa'd b. Ebi Talha aldı. Sa'd b. Ebi Vakkas bir okla boğazından vurunca, onun dili ağzından dışarı sarktı. [258] Sa'd b. Ebi Vakkas kılıçla vurup sağ elini kesti. Ebu Sa'd b. Ebi Talha sancağı sol eline aldı.
Sa'd b. Ebi Vakkas onun sol elini de vurup kesince, Ebu Sa'd b. Ebi Talha, sancağı iki kollarıyla göğsüne bastı. Sonra da, sırtının üzerine düştü.
Sa'd b. Ebi Vakkas varıp onun başını kesip gövdesinden ayırdı. [259]

Asım b. Sabit'in Müsafi' b. Talha ile Cülas b. Ebi Talha'yı Öldürüşü

Müşriklerin yere düşen sancağını Müsafi1 b. Talha eline almıştı.
İslâm mücahidlerinden Asım b. Sabit, onu da, ondan sonra, onun kardeşi Cülas b. Talha'yı da: "Al bunu da, benden! Ben Ebu Aklah'ın oğluyum!" diyerek birer okla vurunca, bunlar anneleri Sülâfe'nin yanına götürüldü, o da onların başını dizine koydu:
"Oğulcuğum! Sana kim vurdu?" diye sordu, onlar da birisinin kendilerini okla vurduğu zaman: "Al bunu da, benden! Ben Ebu Aklah'ın oğluyum!" dediğini işittiklerini söylediler. [260] Bunun üzerine, Sülâfe:
"Aklahî ha?! Vallahi, benim akrabamdan, bizden o ha!" dedi [261] ve onun başını eline geçirme fır¬satını bulursa kafatasını kadeh gibi kullanarak içki içmeye yemin etti. [262]
Sülâfe, Asım b. Sabit'in başını kesip kendisine getirecek olana da yüz deve vermeyi va'd etti. [263] Asım b. Sabit ise, daha önce, hiçbir müşrike el sürmemek üzere Allah'a söz vermiş, onların da ken¬disine el sürmesine meydan vermemesini Allahtan dilemiş bulunuyordu. [264]

Müşriklerin Sancaktarlarının Ardarda Öldürülüşü

Müşriklerin sancağını Kilab b. Ebi Talha almıştı.
Onu, Zübeyr b. Avvam öldürdü.
Ondan sonra sancağı Ertatb. Şurahbil aldı.
Onu da, Hz. Ali öldürdü.
Ertat'tan sonra, sancağı Şurayh b. Karlı aldı.
O da öldürüldü. Fakat, kendisinin kim tarafından öldürüldüğü kesin olarak bilinemedi.
Müşriklerin sancağını Şurayh'dan sonra, Abduddar oğullarının Habeşli kölesi Suvab aldı.
Kuzman vurup onun sağ elini kesti.
Suv'ab sancağı sol eline aldı.
Kuzman vurup onun sol elini de kesti.
Bunun üzerine, Suvab, sancağı kol ve pazulanyla tutmaya çalıştı, sonra da arkasına yıkıldı. [265] Ölürken de:
"Ey Abduddar oğulları! Ben artık mazur sayılır mıyım?" dedi. [266]
Müşriklerin sancaktarları birer birer öldürülünce, yerde kalan sancağın yanına kimse yanaşamaz oldu. [267]

Hz. Ebu Bekir'in Oğlu Abdurrahman'la Çarpışmaya Kalkışı ve Peygamberimiz Aleyhisselam
Tarafından Geri Bırakılışı

Hz. Ebu Bekir'in müşrikler arasında bulunan oğlu Abdurrahman, at üzerinde meydana çıkarak, ken¬disiyle çarpışacak er dilemişti. Tepeden tımağa kadar zırha bürünmüş olup, kendisinin gözlerinden başka biryeri görünmemekte idi.
Hz. Ebu Bekir onunla çarpışmak için davranınca, Peygamberimiz Aleyhisselam: "Sok kılıcını kınına, dön yerine! Biz senin kendinden yararlanmaktayız!" buyurdu. [268]

Zübeyr b. Avvam'ın Deve Üzerindeki Bir Müşriki Aşağı Düşürüp Öldürüşü

Bir müşrik deve üzerinde meydana çıkıp çarpışmak için er diledi. Herkesin kendisinden çekindiğini, geri durduğunu görünce, dileğini üç kere tekrarladı. Bunun üzerine, Zübeyr b. Avvam ona doğru vardı. Devenin üzerine sıçrayıp adamın boğazına sarıldı. Devenin üzerinde boğuşmaya başladılar. Peygamberimiz Aleyhisselam: "Onu yere, aşağı doğru düşür!" buyurdu. Müşrik yere düşünce, Zübeyr b. Avvam onun üzerine çöküp başını gövdesinden ayırdı. [269]

Halid b. Velid'in Saldırıya Geçtikçe Püskürtülüşü

Halid b. Velid'in İslâm karargâhına sol yandan yaptığı hücum İslâm mücahidleri tarafından püskürtüldüğü gibi, okçular tepesine yaptığı her hücum da, okçuların püskürttükleri oklarla, boşa gider¬ilmişti. [270]

Zülfikar'ın, Hakkını Yerine Getirmek Üzere Ebu Dücâne'ye Verilişi

İki taraf arasında çarpışma başladığı ve kızıştığı sırada idi ki, [271] Peygamberimiz Aleyhisselam, elinde tuttuğu kılıç hakkında "Bu kılıcı kim alır?" diye sorunca, sahabiler almak için ona doğru baktılar [272] ve:
"Ben! Ben!" diyerek onu almak üzere ellerini açtılar. [273]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu kılıcı, hakkını yerine getirmek üzere kim alır?" diye sorunca, onu almaktan çekindiler, geri durdular. [274]
Zübeyr b. Avvam, ayağa kalkıp:
"Ben alırım yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona vermeye yanaşmadı ve sorusunu tekrarladı.
Zübeyr b. Avvam, yine ayağa kalkıp:
"Ben alırım yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine ona vermeye yanaşmadı ve sorusunu tekrarladı. [275]
Bunun üzerine, Ensardan Ebu Dücâne Simâk b. Hareşe, ayağa kalkıp:
"Ben alırım yâ Rasûlallah!" dedi ve:
"Onun hakkı nedir?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onun hakkı; eğilip bükülünceye kadar, düşmana onunla vurmandır! [276]
Onunla Müslüman öldürmemen, kâfirin önünden kaçmamandır! [277]
Allah sana onunla zafer veya şehitlik nasip edinceye kadar Allah yolunda çarpışmandır!" buyurdu. [278]
Ebu Dücâne:
"Ben onu, hakkını yerine getirmek üzere alıyorum yâ Rasûlallah!" dedi. [279]
Ebu Dücâne, çok cesaretli, savaşta gururlu ve onurlu bir zât idi.
Başına kırmızı sarığını sardığı zaman, halk onun çarpışacağını anlardı.
Ebu Dücâne, Peygamberimiz Aleyhisselamın kılıcını aldığı zaman da, kırmızı sarığını çıkarıp başı¬na sardı ve İslâm saflarıyla müşriklerin safları arasında, kurula kurula, çalımlı çalımlı yürümeye başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun böyle yürüdüğünü görünce:
"Bu bir yürüyüştür ki, Allah onu bu yerden başkasında sevmez!" buyurdu. [280]
Zübeyr b. Avvam derki:
"Resûlullah Aleyhisselamdan kılıcı daha önce almak istediğim halde bana vermeye yanaşmayıp Ebu Dücâne'ye verince, içimde bir burukluk duydum.
Kendi kendime:
"Ben onun halası Safiyye'nin oğluyum, Kureyştenim de!
Oysa ki, ben kalkıp Ebu Dücâne'den önce kılıcı kendisinden istemiştim.
O ise, beni bırakıp kılıcı ona verdi!?
Vallahi, Ebu Dücâne'nin ne yapacağını göreceğim!" dedim, arkasından gittim.
Ebu Dücâne, kırmızı sarığını çıkarıp başına sardı. Ensar:
'Ebu Dücâne, ölüm sarığını başına sardı!1 dediler.
O sarığını başına sardığı zaman, böyle derlerdi. [281]
Ebu Dücâne, kırmızı sarığını başına sarınca:
'Ben o er kişiyim ki; dağın eteğindeki hurmalıkta dostumla bulunduğum sırada, hiçbir zaman savaş saflarının gerisinde kalmamak üzere sözleşmişimdir!
Ben (vurduğuma) Allah'ın ve Resûlünün kılıcı ile vururum!' recezini okumaya [282] ve karşısına çıkan herkesi kılıçtan geçirmeye başladı!
Müşriklerin içinde bir adam vardı ki, yaralananlarımızdan hiçbir kimseyi sağ bırakmıyor, öldürüyor¬du.
O ve Ebu Dücâne, birbirlerine yaklaştılar. Allah'tan, ikisinin arasını birleştirmesini diledim. Nihayet, ikisi karşılaştılar ve birbirlerine vuruştular.
Ebu Dücâne, müşrikin kılıç darbesinden, öküz gönünden yapılmış kalkanıyla korundu.
Vuruş sırası Ebu Dücâneye gelince, onu vurup öldürdü! [283]
Ebu Dücâne'nin, kılıcını Ebu Süfyan'ın eşi Hind binti Uttıe'nin başına dayadıktan sonra geri çektiği¬ni de gördüm. [284]
Kendisine:
'Ben senin her yaptığını gördüm. Kadına kılıcı kaldırıp vurmaktan vazgeçtiğini de gördüm!' dedim. [285]
Ebu Dücâne:
'Kılıcımı başına dayadığım zaman feryada başlayınca, kendisinin bir kadın olduğunu gördüm. [286] Vallahi, [287] Resûlullah Aleyhisselamın kılıcını bir kadına vurmaktan, bir kadını onunla öldürmekten esirgedim!' dedi. [288]
Bunun üzerine, kendi kendime:
'Allah ve Resûlü, ne yapacağını herkesten daha iyi bilendir!' dedim ." [289]

Hz. Ali'nin Müşriklerden İki Topluluğu Bozguna Uğratışı

Müşriklerin sancaktarları öldürüldükten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam, müşriklerden bir topluluk görüp, Hz. Ali'ye:
"Hücum et onlara!" buyurdu.
Hz. Ali hemen hücum edip onları dağıttı ve Abdullah b. Amr el-Cumah?yi öldürdü.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir topluluk daha gördü ve Hz. Ali'ye:
"Hücum et onlara!" buyurdu.
Hz. Ali hemen hücum edip onları dağıttı ve Benî Amir b. Lüeyylerden Şeybe b. Malik'i öldürdü.
Cebrail Aleyhisselam:
"Yâ Rasûlallah! İşte, bu müvâsat (dostluk ve yardımcılıktır" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O bendendir, ben de ondanım!" buyurdu.
Cebrail Aleyhisselam da:
"Ben de sizdenim!" dedi. [290]
O sırada, şöyle bir ses işittiler:
"Zülfikar'dan başka kılıç yok! Ali'den başka yiğit yok!" [291]

Rüşeydü'l-Fârisî İle Sa'd'ın Müşriklerden Uveyf'in Oğullarını Öldürmeleri

Muaviye oğullarının azadlı kölesi Ebu Ukbe Rüşeyciü'l-Fârisî; tepeden tımağına kadar silahlanmış, zırhlı, miğferli bir müşrikle karşılaştı ki, o:
"Ben İbn Uveyf'im!" diyerek haykırıyordu.
O sırada, Hâtıb'ın azadlı kölesi Sa'd, İbn Uveyf'e, onu ikiye bölen bir darbe indirdi.
Rüşeyd de:
"Al bunu da, ben Fârisî köleden!" diyerek kılıçla vurup, omuzunu zırhıyla birlikte ikiye ayırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam onların yaptıklarını görüyor, söylediklerini işitiyordu.
Rüşeyd'e:
"Sen 'Fârisî'den' demesen de, 'Ensarî'den' desen olmaz mı?" diye sordu.
O sırada İbn Uveyf'in kardeşi de:
"Ben İbn Uveyf'im!" diyerek gelip yetişti.
Rüşeyd, hemen:
"Al bunu, ben Ensarî köleden!" diyerek onun başına bir darbe indirdi. İbn Uveyf'in başını zırhıyla bir¬likte ikiye ayırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, gülümsedi. [292]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Abdullah b. Cahş'a Verdiği Hurma Dalının Kılıç Oluşu

Zübeyr b. Bekkâr'dan (172-256) rivayet edildiğine göre; Uhud günü savaşırken Abdullah b. Cahş'ın kılıcı kırılmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona bir urcun (hurma dalı) verdi.
Hurma dalı, Abdullah b. Cahş'ın elinde bir kılıç oluverdi.
Abdullah b. Cahş, şehit oluncaya kadar, bu kılıcı kullandı. [293]
Urcun kılıcı diye anılan bu kılıç, Abdullah b. Cahş'ın varislerinin elinde bulunmakta iken, onu Türk beylerinden birisi ikiyüz dinara (altına) satın aldı. Bu Türk beyi, Halife Mu'tasım billah'ın Bağdat'taki kumandanlarındandı. [294]

Allah Yolunda Şehit Olanın Cennete Gireceği

Cabir b. Abdullah der ki:
"Uhud günü, Resûlullah Aleyhisselama, bir adam:
'Ben Allah yolunda savaşırken ölürsem, nereye giderim?1 diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Cennete!' buyurunca, adam elindeki hurmaları atarak çarpışmaya girişti ve şehit oldu." [295]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Uhud günü:
"Gökler ve yer genişliğindeki Cennete kavuşmaya hazır olunuz!" buyurduğu zaman, Ensardan Ebu Amr:
"Ne iyi! Ne iyi!" dedi.
Kardeşi, ona:
"Ey Ebu Amr! Satış kârlı çıktı! Kabe'nin Rabbine andolsun ki, Cennet Uhud'un eteğindedir" diyerek seslendi.
Ebu Amr orada müşriklerle karşılaştı, çarpıştı, şehit oldu. [296]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kalkınız! Müttakîler için hazırlanmış olan Cennete giriniz!" buyurduğu zaman, Amr b. Cemuh da, topal olduğu halde, hemen ayağa kalktı ve:
"Vallahi, biz Cennette mahzun olmayız!" dedi.
Müşriklerle çarpıştı ve şehit oldu. [297]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; onu Cennette topal haliyle görmüşümdür!" buyurmuştur. [298]
Allah ondan razı olsun. [299]

Müşriklerin Bozguna Uğrayıp Dağılmaya Başlamaları

Hz. Hamza iki elinde iki kılıç tutuyor, [300] Peygam berim iz Aleyhisselaımın önünde:
"Ben Allah'ın arslanıyım!" diyerek, önüne arkasına döne döne, müşriklere kılıç vuruyordu. [301]
İki taraf şiddetle çarpışmaya giriştiler.
Hz. Hamza, Hz. Ali, Ebu Dücâne ve mücahidler, kılıçlarını sıyırıp müşriklerin saflarına daldılar. [302]
Hz. Hamza, Vahşi'nin dediği üzere, boz puğur deve gibi, karşılaştığı herkesi tepeliyor, kılıçtan geçiriyor, dokunduğu hiçbir şeyi sağ bırakmıyordu. [303]
Yüce Allah, Müslümanlara yardımını indirdi ve onlara olan zafer va'dini yerine getirdi.
Müslümanlar, müşrikleri kılıçtan geçirdiler, karargâhlarından ayırdılar.
Müşrikler, kesin olarak yenilgiye uğramış bulunuyorlardı. [304]
Zübeyr b. Avvam'ın dediği gibi, müşriklerin başkumandanı Ebu Süfyan'ın karısı Hind binti Utbe ve hizmetçileri ve diğer müşrik karılan, yanlarına alabildikleri şeyleri alarak kaçışmaya başlamışlardı. [305]
Berâ1 b.Âzib de:
"Vallahi, ben o sırada gördüm ki; müşrik kadınları elbiselerini toplamışlar, bacaklarındaki halhalları, baldırları görünerek sür'atle koşuşuyorlardı!" der. [306]
Mikdad b. Amr da, sancaktarları öldürülünce müşriklerin bozulduklarını, Müslümanların onların karargâhlarına kadar girip ganimet toplamaya koyulduklarını bildirir. [307]

Hamza'nın Şehit Oluşu

Hz. Hamza; müşriklerden Siba' b. Ümmü Enmar'ın:
"Var mı benimle çarpışacak bir er?!" diyerek Müslümanlara meydan okuduğunu [308] görünce: [309]
"Ey Siba'! Ey kadın sünnetçisi olan Ümmü Enmar'ın oğlu! Allah'a ve Resûlüne meydan mı okuyorsun?! [310]
Ey kadın sünnetçisi olan kadının oğlu! Gel bana doğru!" diyerek [311] üzerine yürüyüp [312] ona kılıçla öyle bir vuruş vurdu ki, [313] Siba', sanki dünkü gün gibi, bir anda yok olup gitti! [314]
Cübeyr b. Mut'im'in kölesi Vahşi b. Harb; Hz.Hamzayı vurmak için bir taşın arkasına sinmişti.
Hz. Hamza, Siba'ın işini bitirdikten sonra, Vahşi b. Harb'e doğru gelirken, sel suları arkında ayağı kaydı, [315] arkasının üzerine yıkıldı ve gömleğinin önünden, kamı açıldı. [316]
Vahşi b. Harb, hemen harbesini (kısa mızrağını), Hz. Hamza'nın kasığına ok gibi atip sapladı. Mızrağın ucu Hz. Hamza'nın iki uyluk üstünün arasından dışarı çıktı, mızrak Hz. Hamza'yı çökertti, şehit etti. [317]
Hz. Hamza, savaş arslanlarının başında gelen bir kahramandı. [318] Şehitlerin de ulusu idi. [319]
Allah ondan razı olsun. [320]

Hanzale b. Ebu Âmir'in Şehit Oluşu

Müşriklerin Uhud'da bozulup dağıldıkları sırada, [321] Hanzale b. Ebu Amir müşriklerin başkuman¬danı Ebu Süfyan'la karşılaştı. [322] Onun atının bacaklarına kılıçla vurdu. At kuyruğunu iki bacağının arasına sokup arkasına çökünce, Ebu Süfyan yere düştü. [323]
Hanzale, Ebu Süfyan'ın başını kesmek için, üzerine çıktı. [324]
Ebu Süfyan:
"Ey Kureyş cemaatı! Hanzale beni kılıçla boğazlamak istiyor!" diyerek bağırmaya başladı ise de, birçok kimseler feryadını işittikleri halde, onunla ilgilenmediler. [325]
Müşriklerden Esved b. Ebi Esved b. Şeub, [326] Hanzaleyi Ebu Süfyan'ın üzerine çıkmış görünce, vurup şehit etti. [327]
Ebu Süfyan, öldürülmekten kurtulunca, yaya olarak kaçıp müşriklerden bir topluluğa katıldı. [328]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hanzale hakkında:
"Meleklerarkadaşınızı yıkıyorlar!" buyurdu.
Uhud'dan Medine'ye dönülünce, Hanzale'nin durumu ailesinden soruldu.
O da, savaş çağrısını işitince Hanzale'nin yi kanamadan acele yola çıktığını bildirdi. [329]
Bu, Hanzale'nin Yüce Allah katındaki şeref ve mevkiini göstermeye kâfidir. [330]
Allah ondan razı olsun! [331]

İslâm Okçular Birliğinin Kazanılan Zaferi Kaybettirmeleri

Ashabdan Berâ' b. Azib der ki:
"Peygamber Aleyhisselam, Uhud günü, piyade okçuların üzerine-ki, onlar elli kişi idiler-Abdullah b. Cübeyr'i kumandan tayin etmiş, onlara:
'Şu yerinizden sakın ayrılmayınız! Bizi kuşların kapıştığını görseniz de, bizim düşmanları bozup hezimete uğrattığımızı görseniz de, size haber göndermedikçe sakın yerinizden ayrılmayınız!" diyerek kesin emirvermişti.
Nihayet, harp başladı, kızıştı.
Müslümanlar müşrikleri bozguna uğrattılar.
Vallahi, ben o sırada gördüm ki; müşrik kadınları elbiselerini toplamışlar, bacaklarındaki halhalları görünerek sür'atle koşuyorlardı.
Bunun üzerine, Abdullah b. Cübeyr'in kumandası altındaki arkadaşları, birbirlerine:
'Ganimet! Ey kavim, ganimet! Kardeşleriniz işte düşmanı yendi. Siz burada daha ne bekliyor¬sunuz?!1 dediler.
Kumandanları Abdullah b. Cübeyr, onlara:
'Resûlullah Aleyhisselam in size söylediğini unuttunuz mu?!1 dedi.
Onlar:
'Vallahi, düşmanı yenenlerin yanına biz de gideceğiz ve ganimetten nasibimizi alacağız!' dedil-er." [332]
Kumandan Abdullah b. Cübeyr, okçuların bu tutumunu görünce, Allah'a ve Resûlüne itaat etmeleri¬ni onlara emir ve tavsiye etti ise de, dinlemediler, gittiler.
Abdullah b. Cübeyr'in yanında ancak on kadar okçu kaldı.
Geride kalanlar arasında bulunan Haris b. Enes, giden okçulara:
"Ey kavmim! Peygamberinizin sözünü size hatırlatırım! EmîYinize, kumandanınıza itaat edin!" dedi ise de, yanaşmadılar, tepe geçidini açık bırakarak müşriklerin ordugâhlarına dalıp ganimet toplamaya koyuldular. [333]
Müşriklerin süvari birliği kumandanı Halid b. Velid, İslâm okçularının azaldığını, tepenin ten-halaştığını, Müslümanların ganimet toplamakla uğraştıklarını, İslâm ordugâhının arkasının açıldığını görünce, süvarilerine seslendi ve hemen geri döndü.
İkrime b. Ebu Cehil ve diğerleri de onu takip ettiler.
Tepede kalan okçulara saldırdılar. [334]
Bozguna uğrayan müşrikler süvarilerinin geri dönüp saldırıya geçtiklerini görünce, onlar da geri döndüler ve Müslümanlara saldırmaya başladılar. [335]
Müşriklerin süvarileri geldikleri zaman, okçular birliği kumandanı Abdullah b. Cübeyr, yanında kalan okçu arkadaşlarına:
"Hemen açılın ve yayılın!" dedi.
Okçular, önleri düşmana ve güneşe karşı olmak üzere, saf halinde dizildiler. Müşrikleri oka tuttular.
Abdullah b. Cübeyr'in oku tükenince, mızrağıyla vuruşmaya ve onları yaralamaya başladı.
Mızrağı kırılınca, kılıcını sıyırdı, onunla çarpışmaya devam etti. En sonunda, şehit oldu. [336] Müşriklerin süvari birlikleri, Abdullah b. Cübeyr'in yanından ayrılmayan ve onunla birlikte savaşan İslâm okçularını da şehit ettiler. [337]

Uhud Savaşında Peygamberimiz Aleyhisselamı Canla Başla Korumaya Çalışan Mücahidler

Önlerinden ve arkalarından müşriklerin saldırısına uğrayan Müslümanlar, bozuldular, dağıldılar. Dost, düşman belirsiz oldu. Acele ve dehşetten, bilmeyerek, birbirlerini yaralar, öldürür oldular. [338]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında sebat eden, yedisi Muhacirlerden, yedisi de Ensardan olmak üzere, ondört kişi kalmıştı. [339]
Muhacirlerden olanlar:
1- Hz. Ebu Bekir,
2- Abdurrahman b. Avf,
3- Hz. Ali,
4- Sa'd b. Ebi Vakkas,
5- Talha b. Ubeydullah,
6- Ebu Ubeyde b. Cerrah,
7- Zübeyr b. Avvam.
Ensardan olanlar:
1- Hubab b. Münzir,
2- Ebu Dücâne,
3- Asım b. Sabit,
4- Haris b. Sımme,
5- Sehl b. Huneyf,
6- Useyd b. Hudayr,
7- Sa'd b. Muaz.
Sa'd b. Ubâde ile Muhammed b. Mesleme'nin de sebat edenler arasında olduğu rivayet edilir. [340] Uhud günü, üçü Muhacirlerden, beşi de Ensardan olmak üzere sekiz sahabi de, Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde ölmek üzere bey'at etti.
Muhacirlerden olanlar:
1- Hz. Ali,
2- Zübeyr b. Avvam,
3- Talha b. Ubeydullah idi.
Ensardan olanlar:
1- Ebu Dücâne,
2- Haris b. Sımme,
3- Asım b. Sabit,
4- Sehl b. Huneyf,
5- Hubab b. Münzir idi.
Bunlardan hiçbiri Uhud'da şehit olmadı. [341]
Peygamberimiz Aleyhisselam, dağılan Müslümanlara:
"Allah'ın kulları! Bana doğru geliniz! Allah'ın kulları! Bana doğru geliniz!" diyerek seslendiği zaman, [342] toplanan otuz kişi:
"Senin yanından hiç ayrılmamak üzere, yüzüm yüzünün önünde siper ve kalkandır! Vücudum senin vücuduna fedadır! Allah'ın selamı senin üzerine olsun!" diyerek, sonuna kadar harp meydanından ayrılmadılar. [343]
Kureyş müşriklerinin, Peygamberimiz Aleyhisselamın etrafını sardığı ve Peygamberimiz Aleyhisselamın da:
"Kim bizim için Allah yolunda canını satar, feda eder?" diye sorduğu zaman, Ziyad b. Seken, Ensardan beş kişi ile birlikte ayağa kalktı.
Birer birer savaştılar ve şehit oldular.
Onlardan en son savaşan da, Ziyad (Zeyd) b. Seken idi ve ağır bir şekilde yaralanmıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu bana yaklaştırınız!" buyurdu.
Yaklaştırdılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam ayağını onun başına yastık yaptı.
İbn Seken, yanağı Peygamberimiz Aleyhisselamın ayağı üzerinde olduğu halde can verdi ve yanağı Peygamberimiz Aleyhisselamın ayağında iz bıraktı. [344]
Cabirb. Abdullah derki:
"Uhud günü, Müslümanlar bozguna uğrayıp dağıldıkları sırada, Resûlullah Aleyhisselam bir köşede Ensardan oniki kişi ile sıkışıp kalmıştı.
Bu oniki kişi arasında, Muhacirlerden Talha b. Ubeydullah da bulunuyordu.
Müşriklerden bir grup gelip çatınca, Resûlullah Aleyhisselam:
'Şu müşriklere kim karşı koyar?' diye sordu.
Talha b. Ubeydullah:
'Ben!' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Sen yerinde dur!' buyurdu.
Ensardan bir zât kalkarak:
'Ben, yâ Rasûlallah!' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Peki, sen karşı koy!' buyurdu.
Ensarî, şehit oluncaya kadar, müşriklerle çarpıştı.
Resûlullah Aleyhisselam, müşriklerin yine saldırıya geçtiğini görünce:
'Şunlara kim karşı çıkar?' diye sordu.
Talha b. Ubeydullah:
'Ben!' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Sen yerinde dur!' buyurdu.
Ensardan bir zât:
'Ben çıkarım!' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Peki, sen çık!1 buyurdu.
O zât çıktı ve şehit oluncaya kadar savaştı.
Resûlullah Aleyhisselam, müşriklerin yine saldırıya geçtiklerini görünce:
'Şunlara kim karşı çıkar?' diye sordu.
Talha b. Ubeydullah:
'Ben!' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Sen yerinde dur!' buyurdu.
Ensardan bir zât:
'Ben çıkarım!' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Peki, sen çık!1 buyurdu.
O zât çıktı ve şehit oluncaya kadar savaştı.
Bu, böylece devam etti.
Her defasında, Resûlullah Aleyhisselam aynı şekilde soruyor, Ensardan biri çıkıp çarpışıyor, savaşıyor, şehit oluyordu.
Nihayet, Resûlullah Aleyhisselamın yanında Talha b. Ubeydullah kaldı.
Resûlullah Aleyhisselam, saldırıya geçen müşrikleri önlemek için:
'Şu müşriklere kim karşı koyar?' diye sorunca, Talha b. Ubeydullah:
'Ben!' dedi ve kendisinden önceki onbir kişi gibi çarpıştı, elinden yaralanıp parmaklan kesilince, ağrısına dayanamayıp 'Ayy!' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Eğer Bismillah deseydin, melekler seni halkın gözü önünde göğe çıkarırlardı, sonra da Allah müşrikleri mağlup ederdi!' buyurdu." [345]
Enes b. Malik'in bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, Uhud savaşı günü, Ensardan yedi, Kureyşlilerden de iki kişinin içinde yalnız kalmıştı.
Müşrikler Peygamberimiz Aleyhisselamı kuşatınca, Peygamberimiz Aleyhisselam, yanındakilere:
"Şu müşrikleri bizden kim defeder ki, Cennet onun ola, yahut Cennette o benim refikim ola?" buyur¬du.
Ensardan birisi ilerleyerek onlarla çarpıştı ve şehit oldu.
Müşrikler Peygamberimiz Aleyhisselamı tekrar kuşattılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine:
"Şu müşrikleri bizden kim defeder ki, Cennet onun ola, yahut Cennette o benim refikim ola?" buyur¬du.
Yine, Ensardan bir zât, ilerleyerek onlarla çarpıştı ve şehit oldu.
Yedi kişinin hepsi de, böylece ilerleyip müşriklerle çarpışarak şehit oldukları zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, herhalde, kendilerini düşmanla başbaşa bırakarak dağılanlar için olmalı ki;* "Sahabilerimiz bize karşı hiç de insaflı davranmadılar!" buyurdu. [346]
Talha b. Ubeydullah der ki:
"Gördüm ki, Resûlullah Aleyhisselamın ashabı bozuldular, müşrikler saldırıya geçtiler ve Resûlullah Aleyhisselamı her yandan kuşattılar.
Kendisini; önünden mi, arkasından mı, sağından mı,yoksa solundan mı gelen saldırılara karşı koy¬acağımı bilmiyordum.
Kılıcımı sıyırıp bir kere önünden, bir kere de arkasından gelenleri uzaklaştırdı m, nihayet dağıldılar." [347]
Sa'd b. Ebi Vakkas da şöyle der:
"Talha, Uhud günü, Resûlullah Aleyhisselama karşı bizim en cömert, en fedakâr davrananımızdı. Biz Resûlullah Aleyhisselamın başından oraya buraya dağılıp ayrıldığımız halde, o Resûlullah Aleyhisselamın yanından hiç ayrılmamıştı.
Resûlullah Aleyhisselamın yanına döndükçe, Talha'nın, hep onun çevresinde dönüp dolaşarak ken¬disini ona siperve kalkan yaptığını görmüşümdür.
Müşriklerin attığı yerden vuran keskin nişancı okçularından Malik b. Züheyr, nişan alarak Resûlullah Aleyhisselama bir ok atmıştı.
Talha b. Ubeydullah, okun Resûlullah Aleyhisselama isabet edeceğini anlayınca, Resûlullah Aleyhisselamı korumak için elini oka karşı tuttu. Ok parmağına değip elini çolak yapt ." [348]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yeryüzünde gezen Cennetlik bir kimseye bakmak isteyen, Talha b. Ubeydullah'a baksın!" buyur¬muştur. [349]
Hz. Ali derki:
"Resûlullah Aleyhisselamı kılıçların bürüdüğü, okların her yandan hedef aldığı bir sırada, yalnız Talha'nın onun önünde kendisini siperve kalkan yaptığını görmüşümdür.
O zaman, ben bir tarafta müşriklerin bir biti iğini üzerimizden atmaya uğraşıyordum.
Ebu Dücâne, başka bir tarafta müşriklerden bir birlikle uğraşıyordu.
Sa'd b. Ebi Vakkas da, onlardan, başka bir birlikle çarpışıyordu.
Müşriklerden bir birlik görmüştüm ki, içlerinde İkrime b. Ebu Cehil bulunuyordu.
Kılıcımı sıyırıp aralarına daldım. Çevremi sardılar. Onların sonuncusuna kadar hepsini kılıçtan geçirdim.
Sonra, içlerine ikinci bir dalış daha yaptım. Ecel gelmediği için, vardığım gibi sapasağlam geri döndüm.
Allah, mukadder işi yerine getirir. [350]
Resûlullah Aleyhisselamın yanından Müslümanlar uzaklaşınca, onu göremedim. Kendi kendime:
'Vallahi, onu göremiyorum. O, savaştan kaçacak bir zât değildir. Ölenler arasında da yok! O halde, Yüce Allah ona karşı yaptığımız uygunsuz hareketten dolayı bize gazab ederek peygamberini insanlar arasından kaldırmış! Benim için, çarpışa çarpışa ölmekten daha hayırlısı olamaz!' dedim.
Kılıcımın kınını kırdım. Kılıcımı çekip müşriklerin üzerine yürüdüm ve onları dağıttım.
Dağıtınca, Resûlullah Aleyhisselamın onların aralarında kalmış olduğunu gördüm. [351]
Zekvan b. Abdi Kays'ın ardından atlı bir adam koşuyorve:
'Sen kurtulursan ben kurtulmam!' diyordu.
Hemen ona yetişip atını onun üzerine sürdü ve:
'Al bunu benden! Ben, llac'ın oğluyum!1 diyerek Zekvan'ı öldürdü.
Ona doğru koştum. Ben de onun bacağına kılıçla vurup uyluğunun yarısını kestim. Sonra, onu atın¬dan düşürerek üzerine çöküp öldürdüm.
O, Ebu'l-Hakem b. Ahnes b. Şerik b. İlacü's-Sakaff idi." [352]
Şemmas b. Osman da, Peygamberimiz Aleyhisselamın yoluna baş koyan, yanından ayrılmayan mücahidlerdendi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, sağına ve soluna dönüp baktıkça, Şemmas'ın hep kılıcıyla onu koru¬maya çalıştığını görmekte idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam müşrikler tarafından kuşatıldığı zaman, Şemmas vücudunu Peygamberimiz Aleyhisselama kalkan yaptı ve Peygamberimizin önünde vurulup yere düştü.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun hakkında:
"Şemmas'ı kendime siper ve kalkan gibi buldum" buyurmuştur. [353]
Allah ondan razı olsun.
Ensardan Ebu Talha da, Peygamberimiz Aleyhisselamın önünde kalkanlı olarak durup onu siperlemekte idi. Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne ok çantasını serip kâh ok atmakta, kâh haykırmakta idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Ebu Talha'nın sesi orduda kırk kişiden hayırlı ve yararlıdır" buyurmakta idi.
Ebu Talha'nın Peygamberimizin önüne serdiği ok çantasında elli ok vardı.
Ebu Talha:
"Ya Rasûlallah! Vücudum senin vücudunun önünde sana fedadır!" diyordu.
Elli oku birer birer atarak tüketti.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun arkasından ve onun başıyla omuzları arasından başını yük¬seltip okların düştükleri yerlere bakıyordu.
Ebu Talha son oku attığı zaman:
"Bizi işlet! Ok atmaktan durdurma! Allah beni sana feda etsin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yerden bir ağaç dalı alıp:
"Ey Ebu Talha! Bunu da iyi bir ok olarak at!" buyurdu. [354]
Ebu Talha ok yayını çok sert çeken bir okçu idi. Uhud günü iki-üç yay kırmıştı. Peygamberimiz Aleyhisselam, yanından ok dolu çanta ile kimin geçtiğini görse, ona:
"Ok çantanı Ebu Talha'ya boşalt!" buyurmakta idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onun arkasından müşriklere bakmak için yükselip başını kaldırdıkça, Ebu Talha:
"Ya Rasûlallah! Babam anam sana feda olsun! Yükselme! Belki sana müşriklerin oklarından birisi değer. Benim göğsüm senin göğsüne siper olsun. Sana değecek, bana değsin!" derdi. [355]
Sa'd b. Ebi Vakkas derki:
"Resûlullah Aleyhisselam, beni önüne oturttu. Ok atmaya başladım. Her atışta: 'Allah'ım! Atacağım ok, senin okundur. Onu düşmanına eriştir!1 diyordum. Resûlullah Aleyhisselam da: 'Allah'ım! Dua ettiği zaman, Sad'ın duasını kabul et! Allah'ım! Sad'ın atışını, okunu doğrult!
Ey Sa'd! Babam anam sana feda olsun! Durma at!' buyuruyordu. Hiçbir ok atmadım ki, Resûlullah Aleyhisselam: 'Allah'ım! Onun atışını doğrult! Duasını kabul et! Ey Sa'd! Durma, at!1 buyurmamış olsun.
Ok çantam boşalınca, Resûlullah Aleyhisselam kendi çantasındaki okları da birer bireryayıma yer¬leştirip attırdı.
Okları yaya yerleştirmekte, o herkesten daha çabuk ve g ay netliydi. [356] O bana okları veriyor ve: 'At! Babam anam sana feda olsun!' diyordu. Nihayet, bana kanatsız bir oku verdi ve: 'At bunu da!' buyurdu." [357]
Sehl b. Huneyf, müşriklere yağdırdığı oklarla Peygamberimiz Aleyhisselamı korumaya çalışmakta, Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Süheyl'e ok yetiştiriniz! Çünkü, ok ona kolaylaştırılmıştır" buyurmakta idi. [358]
Ebu Dücâne, atılan oklara karşı Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine eğilip kendisini ona kalkan yapmakta, Ebu Dücâne'nin sırtına düşen oklar sırtında toplanmakta, Peygamberimiz Aleyhisselama değmemekte idi. [359]
Ka'b b. Malik, Uhud'da Ebu Dücâne hakkındaki bir müşahedesini şöyle anlatır
"...Müşriklerin, Müslüman cesetlerinin uzuvlarını kesip biçtiklerini görünce, yakınlarına doğru vardım.
Müşriklerden zırh gömlekli bir adam Müslümanların önünü kesiyor, onlara:
'Boğazlanacak davarların toplandıkları gibi biraraya toplanın bakayım!' diyordu.
Müslümanlardan, üzerinde zırh gömlek bulunan bir adam da onu gözetliyordu.
Müslümanın arkasından ilerleyip, Müslümanı, kâfiri gözlerimle görebilecek derecede yanlarına yak¬laşmıştım.
Onların gerek şekil gerek silah bakımından üstün olanı, kâfir olanıydı.
Birbirlerine gelip kavuşuncaya kadar, gözümü onlardan ayırmadım.
Birbirlerine kavuşur kavuşmaz, Müslüman kişi kâfirin omuzu ile boyun kökü arasına kılıçla öyle bir darbe indirdi ki, uyluk başına kadar gövdesini ikiye ayırdı!
Sonra da bana:
'Ey Ka'b! Nasıl gördün, nasıl buldun? Ben Ebu Dücâne!' diyerek kendisini tanıttı." [360]
Katâde b. Numan da, Peygamberimiz Aleyhisselamı korumak için Peygamberimiz Aleyhisselamın önüne
dikilerek, ok yayının başı eğilip bükülünceye kadar müşriklere ok attı. [361]
En sonunda kendisi de bir okla gözünden vuruldu. Gözbebeği yanaklarının üzerine aktı. [362] Katâdeyi böyle görünce, Peygamberimiz Aleyhisselamın gözleri yaşardı. [363] Peygamberimiz Aleyhisselam, Katâde'nin gözünü eliyle aldı, yerine koydu. O göz, iki gözünden en güzeli ve en keskin göreni oldu. [364]
Vehb b. Kâbus,yanında kardeşinin oğlu Haris b. Ukbe olduğu halde, Müzeyne dağından Medine'ye gelmişlerdi.
Onlar Medine'nin boşaldığını gördükleri zaman:
"Halk nereye gitti?" diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Kureyş müşrikleriyle çarpışmak üzere Uhud'a gittiğini öğren¬ince, [365] hemen Uhud yolunu tutup Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler. [366]
Peygamberimiz Aleyhisselam, müşriklerden hücuma hazırlanan bir topluluk hakkında:
"Şu topluluğu kim defeder?" diye sordu.
Vehb b. Kâbus:
"Ben, yâ Rasûlallah!" dedi. Hemen kalkıp onları oka tuttu, yüzgeri etti ve döndü.
Müşriklerden hücuma hazırlanan ikinci bir topluluk için de, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şu topluluğu kim defeder?" diye sordu.
Yine Vehb b. Kâbus:
"Ben, yâ Rasûlallah!" dedi. Kılıcını sıyırıp onları yüzgeri edinceye kadar çarpıştı ve geri döndü.
Bundan sonra bir topluluk daha hücuma hazırlanınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Şu topluluğu defetmeye kim kalkar?" diye sordu.
Vehb b. Kâbus:
"Ben, yâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kalk, karşıla onları! Seni Cennetle müjdelerim" buyurdu.
Vehb b. Kâbus, sevinerek kalktı, kılıcını sıyırıp onların içlerine daldı. Peygamberimiz Aleyhisselam ve Müslümanlar, ona bakıyorlardı. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'ım! Ona rahmet et!" diye dua etti.
Müşrikler, mızraklarını ve kılıçlarını onun üzerine çevirdiler ve en sonunda onu şehit ettiler.
Vehb b. Kâbus'un cesedinin yirmi yerinde mızrak yarası vardı.
Vehb b. Kâbus'un kardeşinin oğlu da kalkıp aynı şekilde müşriklerle çarpıştı ve şehit oldu.
Allah ikisinden de razı olsun!
Hz. Ömer, Müzeynelinin öldüğü gibi ölmeyi özlerdi. [367]

Dört Azılı Müşrikin Peygamberimiz Aleyhisselamı Öldürmeye Ant İçmeleri

Müslümanlar bozulup dağılmaya başladıkları zaman, müşriklerden dört azılı müşrik:
1- Abdullah b. Şihabuz-Zührî,
2- Utbe b. Ebi Vakkas,
3- Abdullah b. Kamia,
4- Übeyyb.Halef
Peygamberimiz Aleyhisselamın hayatına son vermek üzere sözleştiler ve Peygamberimiz Aleyhisselamı görecek olurlarsa ya öldürmek ya da onun yakınında öldürülmek üzere ant içtiler. [368]
İbn Şihab:
"Muhammed'i gösteriniz bana! O kurtulursa, ben kurtulmam!" diye haykırıyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam ise, onun hemen yanıbaşında bulunuyordu.
Kendisinin yanında da ashabından hiçbirisi yoktu.
İbn Şihab oradan geçip gitti.
Safvan b. Ümeyyeye rastlayınca, Safvan:
"Allah sana Muhammed'e vurmak fırsatını vermişken, ne diye onun yanından uzaklaştın?" dedi.
İbn Şihab:
"Sen onu gördün mü?" diye sorunca, Safvan:
"Evet, sen hemen onun yanında idin" dedi.
İbn Şihab:
"Biz dört kişi, onu öldürmek için aramızda sözleşmiş, antlaşmış durumdayız. Artık, o bizim elimiz¬den kurtulacak değildir!" dedi. [369]
Ümmü Umare binti Ka'b'ın kocası ve iki oğlu* Uhud savaşına katılmışlardı. [370]
Ümmü Umare der ki:
"Halk ne yapıyor bir bakayım deyip, gündüzün başlangıcında Uhud'a gittim. Yanımda, içinde su bulunan bir su kırbası vardı.
O sırada, Resûlullah Aleyhisselam bazı sahabileri arasında bulunuyordu. Zafer ve galebe, Müslümanlarda idi.
Müslümanlar bozulunca, Resûlullah Aleyhisselamın yanına varıp düşmanı ondan kılıçla ve okla defetmeye çalıştım, yaralandım. [371]
Müslümanlar, Resûlullah Aleyhisselamın yanından uzaklaşmışlar, yanında on kişi bile kalmamıştı.
Benimle kocam ve iki oğlum Resûlullah Aleyhisselamın önünde çarpışıyor, müşrikleri ondan uzak¬laştırmaya çalışıyorduk.
Resûlullah Aleyhisselam, benim yanımda kalkan bulunmadığını gördü. Yanında kalkan bulunan biri¬sine:
"Ey kalkan sahibi! Kalkanını çarpışana bırak!" buyurdu. Bırakınca onu Resûlullah Aleyhisselam aldı, ben de ondan alıp kalkanla korundum.
Bize ancak süvariler yapacaklarını yaptılar!
At üzerinde bir adam gelip bana bir kılıç darbesi indirdi.
Ben de onun atinin ayaklarına kılıçla vurunca, at arkasının üzerine yıkıldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
'(Ey Ümmü) Umare'nin oğlu! Annene, annene yardım et!1 diyerek oğluma seslendi.
Oğlum bana yardım edince, müşriki öldürdüm. [372]
Müslümanlar Resûlullah Aleyhisselamın yanından uzaklaştıkları zaman, İbn Kamia:
'Bana Muhammed'i gösteriniz! Eğer o kurtulursa, ben kurtulmam!1 diyordu.
Bunun üzerine, ben, sancaktar Mus'ab b. U meyrve Resûlullah Aleyhisselamın yanında sebat eden bazı sahabiler, Resûlullah Aleyhisselamın önüne gerildik.
İşte o zaman, İbn Kamia kılıçla vurup beni de ağır şekilde yaraladı.
Ben de ona kılıçla darbeler indirdim. Fakat, Allah düşmanının üzerinde iki kat zırh gömlek bulunuy¬ordu." [373]
Ümmü Umare H atunun oniki-onüç yerinde yarası vardı. En büyüğü ve ağırı ise İbn Kamia'dan aldığı omuz yarası olup, bir yıl onun tedavisi ile uğraştı. [374]
Peygamberimiz Aleyhisselam onun omuzundan aldığı yarayı görünce, oğlu Abdullah'a:
"Annenin yarasını sar. Ev halkınızı Allah mübarek kılsın!
Senin annenin makamı, filan ve filanların makamından hayırlıdır. Senin makamın da filan ve filan¬ların makamından hayırlıdır.
Allah sizin ev halkınıza rahmet etsin!" buyurdu.
Ümmü Umare Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Allah'a dua et de, Cennette sana komşu olalım" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'ım! Bunları bana Cennette komşu ve arkadaş et!" diyerek dua etti.
Bunun üzerine Ümmü Umare Hatun:
"Eh, bu yeter bana. Dünyada ne musibet gelirse gelsin artık!" dedi. [375]
İslâm sancaktan Mus'ab b. Umeyr, Müslümanların bozulup dağıldıkları sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamı müşriklerden korumak için onun önünde çarpışanlar arasında bulunuyordu.
Atlı müşriklerden İbn Kamia, Mus'ab b. Umeyr'e kılıçla vurup sağ elini kesti.
Mus'ab b. Umeyr sancağı sol eline aldı.
İbni Kamia vurup onun sol elini de kesince, Mus'ab b. Umeyr sancağı kollarıyla tutup göğsüne bastırdı.
İbni Kamia onu mızraklayarakyere düşürdü, şehit etti. [376]
İbni Kamia, şehit ettiği Mus'ab b. Umeyr'in Peygamberimiz Aleyhisselam olduğunu sanarak müşrik¬lerin yanına döndüğü zaman:
"Ben Muhammed'i öldürdüm!" dedi. [377]
Bir bağına da:
"Muhammed öldürüldü!" diye bağırdı. [378]

Müslümanlar Arasındaki Bazı Münafıkların Müslümanları Çarpışmaktan Vazgeçirmeye ve
İrtidad Ettirmeye Çalışmaları

İslâm mücahidleri arasında bulunan münafıklar, "Muhammed, öldürüldü!" diyerek yaygaraya başladılar. [379]
Onlardan, "Keşke Abdullah b. Übeyy'e gidecek bir adamımız olsa da, o bize Ebu Süfyan'dan bir eman alıverse!" diyenler olduğu gibi;
"Ey Müslümanlar! Muhammed öldürüldü artık! Ebu Süfyan gelip sizi öldürmeden önce, kavminizin yanına (Medine'ye) dönün!" diyenler, [380]
Hatta, müşriklerle savaşan mücahidleri birer birer dolaşarak onları savaşmaktan vazgeçirmeye çalışanlar da vardı.
Nitekim, Malik b. Duhşum böyle yapmış; çalı çırpı üzerine oturup dinlendiği ve onüç yerinden yaralanmış bulunduğu bir sırada Hârice b. Zeyd'in yanına varıp:
"Muhammed'in öldürüldüğünü bilmiyor musun?" demişti.
Hârice b. Zeyd:
"Muhammed öldürülmüşse, hiç şüphesiz, Allah, Hayy ve Lâyemût'tur, ölümsüzdür! Muhammed, Rabbinin elçilik vazifesini yerine getirmiştir. Yapılması gereken tebliğleri yapmıştır. Senin dininin uğrun¬da da çarpışmıştır!" dedi.
Malik b. Duhşum kalkıp Sa'd b. Rebi'in yanına vardı. O da, oniki yerinden yaralanmış bulunuyordu. Ona da:
"Muhammed'in öldürüldüğünü biliyor musun?" dedi.
Sa'd b. Rebi':
"Ben Muhammed'in Rabbi tarafından verilen elçilik ve tebliğ vazifesini yerine getirdiğine ve senin dinin uğrunda da çarpıştığına şehadet ederim.
Şayet Muhammed öldürülmüşse, hiç şüphesiz, Allah Hayy ve Lâyemût'tur, ölümsüzdür" dedi.
Mâlik b. Duhşum:
"Resûlullahın öldürüldüğü muhakkaktır. Artık sizler de, daha önce dönenler gibi, kavminizin yanına dönün! Şimdi onlar evlerine sağ salim girmiş bulunuyorlar" dedi. [381]

Enes b. Nadr'ın Kahramanlıklar Göstererek Şehit Oluşu

Kahraman mücahidi erden Enes b. Nadr, gerek bozulup dağılan Müslümanların ve gerek Müslümanlar arasındaki münafıkların uygunsuz tutum ve davranışlarından büyük üzüntü duymakta ve:
"Ey Müslümanlar! Eğer Muhammed öldürülmüşse, Muhammed'in Rabbi de öldürülmedi ya!
Muhammed'in çarpıştığı dâva uğrunda siz de çarpışınız! [382]
Allah'ım! Şu Müslümanların yapmış oldukları şeylerden dolayı Senden af ve özür dilerim!
Şu müşriklerin Resûlullah Aleyhisselama karşı işledikleri cinayetlerden beni uzak tutman için de, Sana sığınırım!" diyerek kılıcını sıyırıp çarpışmaya gitti. [383]
Giderken, Sa'd b. Muaz'la karşılaştı ve ona:
"Ey Ebu Amr! Sen nereye gidiyorsun? Haydi, gel benimle!
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ben Cennetin kokusunu Uhud'da alıyor ve buluyorum!" dedi. [384]
Sa'd b. Muaz:
"Ben de senin yanındayım!" deyince, Enes:
"Ey Sa'd b. Muaz! İşte Cennet! Nadr'ın Rabbine yemin ederim ki; ben Cennetin kokusunu Uhud'da alıyor, buluyorum!" dedi. [385]
Enes b. Nadr, Muhacir ve Ensardan bazılarıyla birlikte bulunan Hz. Ömer ve Talha b. Ubeydullah'ın da yanına vardı. Baku ki, ellerini savaştan çekmişlerdi. Onlara:
"Sizi böyle oturtan nedir?" diye sordu.
"Resûlullah Aleyhisselam şehit edilmiş!" dediler. [386]
Enes b. Nadr:
"Resûlullah Aleyhisselam şehit edildiyse, hiç şüphesiz Allah Hayy'dır. [387]
Resûlullah Aleyhisselamdan sonra siz sağ kalıp da ne yapacaksınız? Kalkın! Siz de Resûlullah Aleyhisselamın can verdiği dava uğrunda can verin!" dedi.
Müşriklerle çarpışa çarpışa şehit oldu. [388]
Allah ondan razı olsun!
Enes b. Nadr'ın cesedinde seksenden fazla kılıç, mızrak ve ok yarası vardı. [389]
Müşrikler onun bumunu, kulaklarını ve sair uzuvlarını keserek cesedinden öç almak istemişler, onu tanınmaz hale getirmişlerdi. [390]
Hz. Ömer, Enes b. Nadr hakkında:
"Ben Allah'ın Kıyamet günü onu tek başına bir ümmet olarak ba's edeceğini umarım" demiştir. [391]

Hz. Ömer ile Kardeşinin Şehitlik İçin Soyunmaları

Hz. Ömer, kardeşi Zeyd b. Hattab'a:
"Al şu zırhımı! Zırhımı senin giymen için yemin ettim" dedi.
Zeyd b. Hattab, onu giyinip Hz. Ömer'in yeminini yerine getirdikten sonra, zırhı sırtından çıkardı.
Hz. Ömer ona:
"Ne için çıkardın?" diye sordu.
Zeyd:
"Senin kendin için istediğin şeyi, şehitliği, ben de kendim için istiyorum!" dedi.
İkisi de şehitlik için soyundular. [392]

Uhud Savaşı Günü Peygamberimiz Aleyhisselamın Başına Gelenler

İbn İshak'la İtin Hişam'ın bildirdiklerine göre; Uhud günü Müslümanlar bozulup dağılınca, düşman¬lar Müslümanları musibete uğrattılar. O gün, onlara ibtilâ ve imtihan günü oldu. Allah onunla o gün Müslümanlara şehitlik ikram ve ihsan etti.
Hatta, düşmanlar Resûlullah Aleyhisselama kadar yaklaşmaya yol buldular ve attıkları okları, taşları rebaiye dişine isabet ettirdiler. [393] Peygamberimiz Aleyhisselamın rebaiye dişi kırıldı, dudağı ve yüzü yaralanıp kanadı. Kan yüzüne akmaya başladı!
Peygamberimiz Aleyhisselamın alt dudağını yaralayan, rebaiye dişini, yani ön dişleriyle azı dişi arasındaki dişini kıran da, Utbe b. Ebi Vakkas idi.
Abdullah b. Şihâbu'z-Zührîise Peygamberimiz Aleyhisselamın alnını, İbn Kamia da yanağının üst tarafını yaraladı.
Miğferin halkalarından iki halka Peygamberimiz Aleyhisselamın yanağının üst tarafına girdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam Ebu Âmir Fâsık'ın Uhud'da Müslümanları düşürmek için kazdığı, kazdırdığı çukurlardan birinin içine düştü.
Hz. Ali Peygamberimiz Aleyhisselamın elinden tuttu, Talha b. Ubeydullah da ayağa kaldırıp çukur¬dan çıkardı. [394]
Ebu Ubeyde b. Cerrah, Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne batan miğfer halkalarından birisini dişiyle çekip çıkardı, kendisinin ön dişi de çıktı. Öteki halkayı çıkarırken de bir dişi daha çıktı. Bunun için kendisinin ön dişlerinden ikisi eksikti. [395]
Hz. Ebu Bekir der ki:
"Uhud günü halk Resûlullah Aleyhisselamın yanından dağılıp uzaklaştıkları zaman, ben onun yanı¬na yetişenlerden ilki idim.
Arkamdan kuş gibi birisinin de Resûlullah Aleyhisselamın yanına erişmek istediğini gördüm.
O, Ebu Ubeyde b. Cerrah'ti.
Resûlullah Aleyhisselamın miğferinin halkalarından ikisinin iki şakağına battığını görünce, Ebu Ubeyde bana:
'Senden dilerim Allah aşkına! Benimle Resûlullah Aleyhisselamın arasından sen çekil! Beni bırak da, Resûlullah Aleyhisselamın şakağından halkayı ben çıkarayım!1 dedi.
Halkalardan birisini ön dişlerinden birisiyle çekip çıkarırken, bir dişi çıktı. Sonra Resûlullah Aleyhisselamın öteki yanağına baktı. Yine, bana:
'Allah aşkına! Benimle Resûlullah Aleyhisselamın arasından sen çekil!' dedi.
Halkalardan ikincisini de ön dişlerinden ikincisiyle çekip çıkarırken, ikinci dişi çıktı. Bunun için Ebu Ubeyde b. Cerrah'ın iki dişi eksikti." [396]
Peygamberimiz Aleyhisselam yüzünün kanını silerken:
"Kendilerini Rablerine imana davet ederken peygamberlerinin yüzünü kana bulayan bir kavim nasıl felah bulur?" diyerek şikayetlenince, Yüce Allah, indirdiği âyetlerde:
"Ey Resûlüm! Kulların işinden hiçbir şey sana ait değildir. Allah ya onların tevbelerini kabul eder, ya da onları-zalim oldukları için-azaplandırır.
Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsi Allah'ındır. O kimi dilerse yarlıgar, kimi dilerse azaplandırır. Allah çokyarlıgayıcı ve esirgeyicidir" (Âl-i İmran: 128-129) buyurdu. [397]
Uhud savaşında Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzüne kılıçla yetmiş defa vurulmuş, hepsinde Yüce Allah onun zararından Peygamberimiz Aleyhisselamı korumuştur. [398]
Uhud günü Peygamberimiz Aleyhisselamın dişi kırıldığı ve yüzü yaralandığı zaman, bu Ashab-ı Kiramın son derecede ağırına gitti ve onlar:
"Kureyş müşriklerine beddua etsen, ilensen!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben lânetleyici olarak gönderilmedim. Fakat, doğru yola davet edici ve rahmet olarak gönderildim.
Allah'ım! Kavmime doğru yolu göster! Çünkü onlar bilmiyorlar!" diyerek dua etti. [399]
Abdullah b. Mes'ud der ki:
"Peygamber Aleyhisselamı o halde görünce, kendisinin vaktiyle anlatmış olduğu peygamberlerden bir peygamberi; kavmi tarafından vurulup kan içinde bırakılan, öyle iken de hem yüzünü eliyle silen, hem de 'Allah'ım! Kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar!' diyen peygamberi gözümle görür gibi oldum ." [400]
Sehl b. Sa'd da:
"Peygamber Aleyhisselam, 'Allah'ım! Kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar!' diyerek dua etti" demiştir. [401]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'ın gazabı, Allah'ın Peygamberinin yüzünü yaralayan kavim hakkında şiddetlendi!" buyurduğu zaman. [402] Sa'd b. Ebi Vakkas:
"Vallahi, kardeşim Utbe b. Ebi Vakkas'ı öldürmek için gösterdiğim hırs kadar, hiçbir kimseyi öldürm¬eye hırs göstermedim!" demiştir. [403]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI   İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:54 pm

Ka'b b. Malik'in Peygamberimiz Aleyhisselamı Sağ Salim Görüp Müslümanlara Seslenişi

"Muhammed öldürüldü!" şayiası üzerine Müslümanlar bozguna uğradıktan sonra [404] Peygamberimiz Aleyhisselamın sağ olduğunu ilk gören kişi Ka'b b. Malik olup, demiştir ki:
"Onun miğferinin altından gözlerinin parıldadığını görünce hemen tanıdım ve en yüksek sesim¬le, [405] 'Ey Müslümanlar topluluğu! [406] Ey Ensar topluluğu! [407] 5evininiz! [408] İşte, Resûlullah Aleyhisselâm! [409] Sağdır ve öldürülmemiştir [410] diyerek seslendiğimde, o bana 'Sus!1 diye işaret verdi." [411]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Übeyy b. Halef'i Yaralayışı ve Öldürüşü

Peygamberimiz Aleyhisselam, yanında Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvam, Haris b. Sımme ve Müslümanlardan bir toplulukla birlikte Uhud dağı eteğine yürüy¬erek gittiği sırada idi ki, [412] Übeyy b. Halef:
"Ey Muhammedi Sen kurtulursan, ben kurtulmam!" diyerek seslendi.
Müslümanlar
"Ya Rasûlallah! Şunun üzerine bizden birisi atılsın mı?" diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bırakın, gelsin o!" buyurdu.
Übeyy b. Halef yaklaştığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam Haris b. Sımme'den kargısını alıp, puğur devenin silkinmesi gibi silkindi ve onları devenin silkinip sırtından sinekleri uçurttuğu gibi başın¬dan dağıttı. [413]
Peygamberimiz Aleyhisselam davranınca, Übeyy b. Halef dönüp kaçmaya başladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam ona:
"Eyyalancı! Nereye kaçıyorsun!?" buyurdu. [414]
Ve onu boynundan, miğferle zırh gömleğinin yakası arasındaki yerinden mızrakla vurup hafifçe yaraladı.
Übeyy b. Halef, öküz böğürür gibi böğürerek atından yere düştü, yuvarlandı. [415] Kendisinin kabur¬ga kemiklerinden bazısı da kırıldı. [416]
Übeyy b. Halef müşriklerin yanına döndüğü zaman:
"Vallahi, Muhammed beni öldürdü!" dedi.
Müşrikler:
"Vallahi, senin korkudan yüreğin gitmiş! [417] Sendeki yaranın hiç önemi yok! [418] Eğer sendeki yaranın aynısı herhangi birimizde olsaydı, bize hiçbirzararvermezdi, biz ona hiç aldırış etmezdik!" dediler. [419]
Fakat Übeyy b. Halef:
"Vallahi, o benim üzerime tükürse bile yine beni öldürür! [420] Lât ve Uzzâya yemin ederim ki; eğer bende olan bu yara Zülmecaz Panayırı halkında olsaydı, hepsi de çoktan ölüp giderierdi. [421]
Hatta bütün Rebia ve Mudar kabileleri halkı da olsa, hepsini öldürürdü bu! [422]
O; 'Seni ben öldüreceğim!1 dememiş miydi?" dedi. [423]
Übeyy b. Halef Mekke'de Peygamberimiz Aleyhisselamla karşılaştıkça:
"Ey Muhammed? Benim öyle bir atım var ki, ona her gün onaltı ölçek darı yemi yediriyorum. Bir gün o ata biner, seni öldürürüm!" derdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Hayır! Belki, inşaallah ben seni öldürürüm!" buyururdu. [424]
Übeyy b. Halef kurtulmalık akçesini öderken de bu sözünü aynen tekrarladığı gibi, Peygamberimiz Aleyhisselam da Mekke'de ona söylediğini aynen tekrarlamıştır. [425]
Übeyy b. Halef Uhud'da Peygamberimiz Aleyhisselamın hayatına son vermek için and içen müşrik¬ler arasında idi. [426]
Allah düşmanı Übeyy b. Halef, Kureyş müşrikleriyle Mekke'ye dönerken, Mekke'ye altı mil uzaklık¬taki Şerifte öldü. [427]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Yüzünün Kanının Mihras Suyu ile Yıkanışı ve Müşriklerin
Kendilerinden Yukarıya Çıkmalarına Meydan Vermemesi İçin Allah'a Dua Edişi

Peygamberimiz Aleyhisselam sahabileriyle bitlikte Uhud boğazında bulundukları sırada, Hz. Ali kalkanına Mihras suyundan doldurup Peygamberimiz Aleyhisselama getirdi. [428]
Peygamberimiz Aleyhisselam o suyun rengi ve tadı bozuk olduğu, [429] onda bir koku da hissettiği için, ondan içmedi. Yüzünün kanı onunla yıkandı ve başına da o sudan döküldü. [430]
O sırada, Kureyş müşriklerinden Halid b. Velid'in kumandası altındaki atlı [431] bir topluluk Uhud kay¬alıklarına doğru çıkmaya başlayınca, [432] Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'ım! Onları üstümüzde bulundurma!" diyerek, onlara bu imkânı vermemesini Allah'tan dile¬di. [433]
Hz. Ömer ile bazı Müslümanları onlara doğru dönderdi. [434]
Onlar, attıkları taşlaria, [435] oklarla müşrikleri geri çevirdiler. [436] Dağdan indirdiler. [437] Rivayete göre; müşrikler dağa çıkmaya başlayınca, Peygamberimiz Aleyhisselam Sa'd b. Ebi Vakkas'a:
"Geri çevir şunları!" buyurmuştu.
Sa'd b. Ebi Vakkas:
"Yanımda bir tek okum var. Onları bir tek okumla nasıl gerileteyim?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam emrini üç kere tekrarlayınca, Sa'd b. Ebi Vakkas ok çantasındaki bir tek oku alıp müşriklere attı ve onlardan birisini öldürdü.
Sa'd b. Ebi Vakkas derki:
"Sonra ok çantama elimi sokup bir ok aldım ki, onun atmış olduğum ok olduğunu tanıdım. Onu attım, bir adam daha öldürdüm!
Sonra bir ok daha aldım ki, onun da atmış olduğum ok olduğunu tanıdım. Onu da atıp bir adam daha öldürdüm.
Bunun üzerine müşrikler oldukları yerlerinden aşağı inmek zorunda kaldılar.
Kendi kendime:
'Bu, mübarek bir oktur!' dedim. Onu hep ok çantamda bulundurdum."
Bu ok, Sa'd b. Ebi Vakkas'ın vefatına kadar kendisinin yanında, vefatından sonra da oğullarının yanında kaldı. [438]
Müşrikleri dağdan indiren Müslümanlar arasında Ebu'd-Derdâ da gösterdiği yararlılıkla Peygamberimiz Aleyhisselamın hoşnutluğunu kazanmış bulunuyordu. [439]

Talha b. Ubeydullah'ın Peygamberimiz Aleyhisselamı Uhud Kayalığına Sırtında Çıkarışı

Zübeyr b. Avvatm'cian rivayet edildiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Uhud kayalığındaki bir kayanın üzerine çıkmak için ayağa kalkmak istedi ise de, yaralarından dolayı dermansız kaldığı, sırtın¬da da iki kat zırh gömleği bulunduğu için, kalkmaya güç yetiremedi. Ancak Talha b. Ubeydullah'ın sırtın¬da kayanın üstüne çıkıp oturdu.
Talha b. Ubeydullah yapması gereken şeyi yaptığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Talha Cenneti hak etti!" buyurdu. [440]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Öğle Namazını Oturarak Kılışı

Peygamberimiz Aleyhisselam, aldığı yaralardan dolayı, öğle namazını ancak oturarak kıldı. [441] Müslümanlarda, namazlarını Peygamberimiz Aleyhisselamın arkasında oturarak kıldılar. [442]

Yüce Allah'ın Müslümanları Uyutup Dinlendirişi

Zübeyr b. Avvam derki:
"Uhud'da korkunun üzerimize en çok çöktüğü bir sırada, ben Resûlullah Aleyhisselamın yanında idim.
Derken, Allah bize bir uyku verdi.
Mü'minlerden bir kimse yoktu ki, çenesi uykudan göğsüne eğilmiş, düşmüş olmasın!
Ben uyuklarken, rüya görür gibi, Muattib b. Uşeyr'in:
'Peygamberin va'dettiği ilahî yardım ve zaferden bize bir nasip verilseydi, biz şuracıkta öldürülmezdik!1 dediğini de işitmiş, ezberlemişimdir." [443]
Ebu Talha da Uhud günü kendilerini uyku saranlar arasında olup, uyurken iki-üç kere kılıcı yere düşmüş: [444]
"Başımı kaldırıp baktığım zaman, hiçbir kimse görmedim ki, kalkanının altında uzanıp uykuya dalmış olmasın!" demiştir. [445]
Bu uyku ancak mü'minleri sarmıştı. Münafıkların ve şüphecilerin ise gözlerine uyku girmemişti. Onlar o sırada hep düşünüyor, müşriklerin gelip kendilerini öldürmelerinden korkuyorlardı. [446]

Müşriklerin Müslüman Cesetlerine İşkence Yapmaları

Ebu Süfyan'ın zevcesi Hinci binti Utbe ve yanındaki kadınlar, Müslüman cesetlerinin kulaklarını ve burunlarını kestiler. Hatta, Hind binti Utbe şehitlerin kesilen kulaklarından ve burunlarından halhallar, gerdanlıklar ve küpeler yaptı.
Ayrıca, Hz. Hamza'nın çıkanları ciğerinden dişleriyle kopardığı bir parçayı çiğneyip yutmaya çalıştıysa da, yutamadı, ağzından dışarı attı. [447]

Ebu Süfyan'ın Ebu Âmir (Fâsık)'la Harb Meydanında Dolaşması

Ebu Süfyan:
"Ey Kureyş topluluğu! Muhammedi öldüren hanginizdi?" diyerek sormuş, İbn Kamia da:
"Onu ben öldürdüm!" deyince, Ebu Süfyan:
"Senin koluna, Acemlerin (İranlıların) kahramanlarına yaptıkları gibi pazuband takacağız!" demişti.
Ebu Süfyan Ebu Âmirle birlikte harp meydanında ölüler arasında "Muhammed'in cesedini görebilir miyiz?" diye dolaşırken, Hârice b. Zeyd'in cesedine rastladılar.
Ebu Amir
"Ey Ebu Süfyan! Bu ölüyü biliyor musun, kimdir?" diye sordu.
Ebu Süfyan:
"Hayır! Bilmiyorum" dedi.
Ebu Âmir
"Bu, Hârice b. Zeyd'dir. Hazrecîlerin seyyidi ve ulu kişisidir" dedi.
Hârice b. Zeyd'in cesedinin yanında Abbas b. Ubâde'nin cesedine rastladılar.
Ebu Âmir
"Bu da, İbn Kavkal'dır. Eşraftandır" dedi.
Sonra Zekvan b. Abdi Kays'a rastladılar.
Ebu Âmir
"Bu da, onların seyyidlerinden, ulu kişilerindendir" dedi.
Ebu Âmir oğlu Hanzale'nin cesedine rastlayınca, Ebu Süfyan Ebu Âmir'e:
"Kimdir bu, Ebu Âmir?" diye sordu.
Ebu Âmir
"Bu, bence, buradakilerin en şerefli olanıdır. Bu, Ebu Âmirin oğlu Hanzale'dir" dedi. [448]
Ebu Âmir Hanzale'nin göğsünü ayağıyla teperek, "Sen iki dine [ikinci dine] girmekle felâkete uğradın.
Ben senin vurulup düştüğün bu yere kadar gelmiş bulunuyorum, ey şeref kirletici oğul! Eğer sen evlatlık vazifesini yapmış, babanın sözünü dinlemiş olsaydın, hiç şüphesiz, Allah seni yaşatır, öldürmez¬di" dedi. [449]
Ebu Âmir, Hz. Hamza ile Abdullah b. Cahş'ın cesetlerine yapılanları gördükten sonra Hanzale'nin cesedinin başında durdu ve Peygamberimiz Aleyhisselamı kastederek:
"Eğer seni şu adamdan alıkoyabilseydim, şu vurulup düşmekten tutmuş, alıkoymuş olurdum.
Vallahi, sen sağlığında en iyi huylu idin. Ölün de, arkadaşlarının ve onların en şereflilerinin yanında bulunmuştur.
Eğer Allah şu ölüyü [Hz. Hamza'yı] yahut Muhammed'in ashabından herhangi birisini hayırla mükâ¬fatlandı rırsa, seni de hayırla mükâfatlandırsın!
Ey Kureyş toplulukları! Sakın Hanzale'nin uzuvlarını kesmeyin. Siz bana aykırı davranırsanız, ben de size aykırı davranırım" dedi.
Diğer Müslüman şehitlerin kulak ve burunları kesilirken Hanzale bırakıldı, onun kulak ve bumu kesilmedi. [450]

Huleys b. Zebban'ın Ebu Süfyan'ı Kınaması

Ebu Süfyan Hz. Hamza'nın cesedine rastlayıp avurduna kargısının dipçiğiyle vurarak:
"Ey azgın! Çek azgınlığının cezasını!" dediği sırada, Ehâbiş'in lideri Huleys b. Zebban gördü ve:
"Ey Kinane oğulları! Şu Kureyş lideri-gördüğünüz gibi-kendisini savunmaya güç yetiremeyecek et
yığını halindeki amcasının oğluna bakın ne yapıyor?!" diyerek seslendi. Bunun üzerine, Ebu Süfyan: "Yazıklar olsun sana! Benden gördüğün şu davranışı aman gizli tut! Bu, bir sürçme ve yanılgıdır,
oldu bir defa" dedi. [451]

Ebu Süfyan'ın Peygamberimiz Aleyhisselamın Sağ Olup Olmadığı Hakkında Kuşkuya Düşmesi

Ebu Süfyan:
"Muhammed'in vurulup düştüğü yeri göremedik! Eğer o öldürülmüş olsaydı, görürdük! Demek ki, İtin Kamia yalan söylemiş!" dedi.
Ebu Süfyan Halid b. Velid'e rastlayınca:
"Senin kanaatince, Muhammed öldürülmüş müdür?" diye sordu.
Halid b. Velid:
"Ben onu ashabının bazıları arasında dağa çıkarlarken gördüm!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Gerçek olan budur! İbn Kamia'nın onu öldürdüğünü söylemesi yalandır!" dedi. [452]
Ebu Süfyan Uhud'dan ayrılıp gitmek istediği ve Müslümanlarda Uhud dağının göğsünde bulunduğu sırada, kızıl, karamtırak bir kısrak üzerinde olduğu halde Müslümanların yakınına doğru geldi. [453]
Üç kere:
"Topluluğunuzun içinde Muhammed var mı?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cevap vermeyiniz ona!" buyurdu.
Ebu Süfyan, yine üç kere:
"Topluluğunuzun içinde Ebu Kuhâfe'nin oğlu var mı?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cevap vermeyiniz ona!" buyurdu.
Ebu Süfyan yine üç kere:
"Topluluğunuzun içinde Hattatı'in oğlu Ömer var mı?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Cevap vermeyiniz ona!" buyurdu.
Bunun üzerine Ebu Süfyan, arkadaşlarına dönerek:
"Herhalde bunların hepsi de öldürülmüş! Eğer sağ olsalardı, cevap verirlerdi!" dedi.
Hz. Ömer, dayanamayarak:
"Ey Allah düşmanı! Vallahi sen yalan söylüyorsun! İsimlerini saydığın kişilerin hepsi de sağdırlar! Bir gün senin hakkından gelecek gücümüz bakidir" dedi. [454]
Ebu Süfyan:
"Ey Ömer! Sen biraz bana doğru gelsen a!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer'e:
"Git, gör nedir onun derdi?" buyurdu.
Hz. Ömer ona doğru varınca, Ebu Süfyan:
"Ey Ömer! Sana Allah adına and veriyorum: Biz Muhammedi öldürdük mü?" diye sordu.
Hz. Ömer:
"Vallahi, hayır! Öldürmediniz! Şimdi o senin söylediklerini dinliyor! [455]
İşte Resûlullah Aleyhisselam! İşte Ebu Bekir! İşte Ömer! Hepimiz sağız!" dedi. [456]
Ebu Süfyan:
"Sen bence İbn Kamia'dan daha doğru sözlü ve daha iyisindir! [457]
Siz öldürülmüş olanlarınızın içinde burunları ve kulakları kesilmiş bazı kimseler bulacaksınız! [458]
Ben bunu emretmedim. Bununla birlikte, bu bana, bize fena da görünmedi. [459]
Vallahi, ben buna ne razı oldum, ne de kızdım. Ben bunu ne emrettim, ne de nehyettim. [460]
Bu, bizim ileri gelenlerimizin reyleriyle olmamıştır. [461] Bunun Cahiliye gayretinden ileri gelen birşey olduğunu anladık, öyle olunca da, onu pek de fena görmedik! [462]
Harp talihi sıra iledir Kuyunun iki kovası gibi, biri iner, biri çıkar!
Bu Uhud günü de o günün [Bedir gününün] karşı lığıdir! [463]
Yüce ol Hübel! Yüce ol Hübel!" dedi. [464]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabına:
"Ona cevap vermeyecek misiniz?" buyurdu.
"Yâ Rasûlallah! Ne şekilde cevap verelim?" diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"'Allah en Yücedir! Allah en Yücedir!' deyiniz" buyurdu. [465]
Hz. Ömer:
"Biz sizinle bir değiliz: Bizim ölenlerimiz Cennette, sizin ölenleriniz Cehennemdedir!" dedi. [466]
Ebu Süfyan:
"Bu, sizin sözünüzdür! [467] Bizim Uzzâ'mız var, sizin Uzzâ'nız yoktur!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ona cevap vermeyecek misiniz?" buyurdu.
"Yâ Rasûlallah! Ne şekilde cevap verelim?" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"'Allah bizim Mevlâmızdır! Sizin Mevlânız yoktur!' deyiniz" buyurdu. [468]
Ebu Süfyan ve yanındakiler, Uhud'dan ayrılır, uzaklaşırken:
"Gelecek yıl buluşup çarpışma yerimiz Bedir'dir" diyerek seslendiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam ashabından birisine (Hz. Ömer'e):
"'Olur! Gelecek yıl Bedir bizim ve sizin buluşma ve çarpışma yerimizdir' de!" buyurdu. [469]

Müşriklerin Uhud'dan Ayrıldıktan Sonra Ne Yapacakları Hakkında Bilgi Edinmek İstenilişi

Müşrikler Uhud'dan ayrılıp gitmiş iseler de, Peygamberimiz Aleyhisselam onların geri dönmeye¬ceklerinden emin değil, endişede idi. [470] Bunun için, Hz. Ali'ye:
"Git! Müşrikleri takip et. Bak bakalım: Onlar ne yapmak istiyorlar?
Eğer onlar develerine biniyor ve atlan yedeklerine alıyorlarsa, Mekke'ye dönmek istiyorlardır.
Eğer atlara biniyorve develeri önlerinde sürüp götürüyor!arsa, onlar Medine üzerine yürümek istiy¬orlardı r.
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, Medine üzerine yürüyecek olurlarsa, ben de arkalarından varır, kendilerini cezalandırırım" buyurdu.
Hz. Ali derki:
"Ne yapıyorlar bir bakayım diye müşrikleri izledim. Onlar atlan yanlarına aldılar ve develeri binek edindiler. Mekke'ye doğru yönelip gittiler." [471]

Müşriklerin Revha'dan Geri Dönüp Peygamberimiz Aleyhisselamın Sağ Kalan Sahabilerini de
Yok Etmeye Kalkışmaları

Ebu Süfyan ordusuyla birlikte Mekke'ye gitmek üzere Uhud'dan ayrıldığı ve Revha'da konakladığı sırada, Medine'ye dönmeye kalkıştılar ve kendi kendilerine:
"Muhammed'in sahabilerini, en şerefli ve yiğit adamlarını öldürdüğümüz halde, onların tamamıyla köklerini kurutmadan Mekke'ye dönüp gideceğiz ha?!
Andolsun ki, geri dönüp onlardan kalanlarının da üzerine saldıracak, kendilerinden kurtulacağız!" dediler. [472]
Safvan b. Ümeyye b. Halef
"Sakın ha, bunu yapmayın! Çünkü, onlar bize çok kızgındırlar. Korkarız ki, hiç çarpışmadıkları bir çarpışmayla çarpışırlar!" dedi. [473]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Safvan b. Ümeyye'nin bu sözünü işittiği zaman:
"Salvan, reşîd olmadığı halde, onları irşad etmiştir!" buyurdu. [474]
O zaman müşrikler arasında bulunan Amr b. Âs'a göre, müşriklerden bazıları:
"Mekke'ye dönüp gidersek, zafer ve galebe bizde olur" dediler.
Evs ve H azrec halkından olan, Müslümanların üçte biri kadar bir topluluğun, Abdullah b. Übeyy b. Selûl ile birlikte Medine'ye geri gittikten sonra, gittiklerine pişman olup geri dönerek kendilerine saldır¬mayacaklarından da emin değillerdi.
Aralarında bir hayli yaralılar da vardı. Umumiyetle süvariler ve süvari atları da, atlan oklarla yaralanmış bulunuyordu. [475]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Sa'd b. Rebi' Hakkında Bilgi İstemesi

Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sa'd b. Rebi'in ne yaptığına, onun canlılar arasında mı, yoksa ölüler arasında mı bulunduğuna, benim için kim gidip bakar? [476] Kim bana ondan bir haber getirir?" diye sordu. [477]
Ensardan bir zât:
"Yâ Rasûlallan! Sa'd'ın ne yaptığına, senin için ben gider bakarım!" dedi ve gitti.
Onun ölülerin arasında, yaralı ve ölmek üzere bulunduğunu gördü.
Kendisine:
"Resûlullah Aleyhisselam senin diriler içinde mi, yoksa ölüler içinde mi bulunduğuna bakıp kendi¬sine haber götürmemi bana emir buyurdu" dedi.
Sa'db.Rebi1:
"Ben artık ölüler arasındayım! Resûlullah Aleyhisselama selamımı ilet! Ve kendisine:
Sa'd b. Rebi', Allah seni bizden dolayı, ümmetini doğru yola kılavuzlayan bir peygamber olarak en hayırlı, en üstün bir mükâfatla mükâfatlandırsın!1 diyor, de. [478]
Kavmine (Ensara) de, selamımı ilet [479] Onlara da:
Sa'd b. Rebi', size, 'Allah! Allah! Siz Akabe gecesinde Resûlullah Aleyhisselamı korumak üzere muahede yapmadınız mı?! [480] Gözleriniz kımıldarken Peygamberiniz Aleyhisselama düşmanlar tarafın¬dan zarar vermeye yol bulunursa, Allah katında sizin için ileri sürülebilecek hiçbir mazeret bulunmaz!' diyor, de!" dedi.
Aramaya gidip gelen zât Sa'd b. Rebi'in söyleyeceklerini söyledikten sonra dünyaya gözlerini kapadığını haber verdi. [481]
Zeyd b. Sabit'e göre; Sa'd b. Rebi1, Peygamberimiz Aleyhisselama "Yâ Rasûlallah! Ben artık Cennetin kokusunu almaya, bulmaya başladım!" dediğinin de haber verilmesini istemiştir. [482]
Peygamberimiz Aleyhisselam kıbleye döndü ve:
"Allah'ım! Ondan razı ol!" diye dua etti [483] ve:
"Allah Sa'd'a rahmet etsin! O, diri olarak da, ölü olarak da Allah ve Resûlü için halkı öğütleyici olmuştur" buyurdu. [484]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Hamza'nın Vurulup Düştüğü Yeri Sorması

Müşrikler Uhud'dan çekilip gittikten sonra, başta Peygamberimiz Aleyhisselam olmak üzere, Müslümanlar şehitlerin yanına vandılar. [485]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hamza'nın şehit düştüğü yeri göreniniz var mı?" diye sordu.
Birzât
"Halkın bozulup çarpışmaktan yüz çevirdikleri sırada, şu ağaçların yanında, Hamzayı:
'Ben Allah'ın ve Resûlünün arslanıyım!
Allah'ım! Şu Ebu Süfyan'la arkadaşlarının başa getirdikleri kötülüklerden uzak durur, Sana sığınırım!
Şu Müslümanların yaptıkları bozgunculuklardan dolayı da Senden özür ve af dilerim' derken gördüm" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Hamza'nın cesedine doğru ilerledi. Yanına varıp da cesedinin kesilip biçildiğini görünce dayanamadı, hıçkırarak ağladı. [486]
Hz. Hamza'nın cesedi, karnı yarılıp ciğeri çıkarılmış, [487] burnu ve kulakları kesilmişti. [488]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Hamza'nın cesedinin başında durunca:
"Hiçbir zaman, bir daha seninki gibi bir musibete uğranmayacaktır. Hiçbir yer de, şu durduğum yer kadar beni kızdırıcı olmamıştır.
Cebrail bana geldi de, 'Hamza b. Abdulmuttalib yedi kat gökler halkı içinde Allah'ın ve Resûlünün arslanıdır, diye yazılıdır' dedi.
Andolsun ki, Allah Kureyşîlere karşı beni muzaffer kılacak olursa, ben de onlardan otuz ölüye böyle yapacağım! [489]
Eğer benim gördüğüm şeyleri görünce Safiyye binti Abdulmuttalib'i üzmek ve benden sonra da bir sünnet ve âdet olmak korkusu olmasaydı, Hamza'nın cesedini gömmez, yırtıcı hayvanların karınlarına ve kuşların kursaklarına girsin diye olduğu gibi bırakırdım. [490]
Eğer Safiyye içinde bir üzüntü hissetmeyecek olsaydı, Hamzayı kurtlar kuşlar yesin de Kıyamet günü onların karınlarından haşredilsin diye, defnetmez, olduğu gibi bırakırdım!" buyurdu. [491]
Müslümanlar da, Peygamberimiz Aleyhisselamın amcasına yapılanlara son derece üzüldüğünü ve müşriklere kızdığını gördükleri zaman:
"Vallahi, eğer Allah bizi herhangi bir zamanda onlara galip kılarsa, Araplardan hiçbir kimseye yapıl¬madık bir şekilde onların burun ve kulaklarını keseceğiz!" dediler. [492]

Hz. Safiyye'nin Uhud'a Gelip Hz. Hamza'nın Cesedini Görmek İstemesi

Hz. Safiyye, Hz. Hamza'ya ne yapıldığını görmek için Uhud'a gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zübeyr b. Avvam'a:
"Ananı karşıla ve geri çevir, kardeşine yapılan şeyi görmesin!" buyurdu.
Zübeyr b. Avvam:
"Ey anacığım! Resûlullah Aleyhisselam seni geri çevirmemi bana emir buyurdu" dedi.
Hz. Safiyye:
"Ne için geri çevrileceğim? Ben zaten kardeşimin cesedinin kesilip biçildiğini işitmişimdir.
Bu, ona Allah yolunda yapılmış birşeydir. Biz buna razıyız.
Bunun mükâfatını Allah'tan bekleyeceğim ve inşaallah sabredeceğim!" dedi.
Zübeyr b. Avvam, dönüp annesinin söylediklerini haber verince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyleyse, serbest bırak onu!" buyurdu.
Hz. Safiyye gidip Hz. Hamza'nın cesedine bakti ve:
"İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn [Biz Allah'ın kuluyuz ve O'na dönücüleriz]" dedi.
Hz. Hamza için Allahtan rahmet ve mağfiret diledi. [493]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Şehit Edildiği Şâyiası Üzerine Medine'nin Çığlıklarla Sarsılışı ve
Ondört Kadının Uhud'a Koşup Gelişi

Enes b. Malik'in bildirdiğine göre; Uhud günü "Muhammed Aleyhisselam şehit oldu!" haberi Medine'de duyulduğu zaman, Medine'nin her tarafı koparılan çığlıklarla çalkalandı.
Müslümanların bozguna uğradığı ve Peygamberimiz Aleyhisselamın şehit edildiği haberi Medine'ye eriştiği zaman, ondört kadın da Uhud'a koşup gelmişti. [494]
Enes b. Malik der ki:
"Uhud savaşında halk bozulup dağıldıkları zaman, Âişe binti Ebu Bekir ile Ümmü Süleym binti Milhan'ı gördüm. Arkalarında su kırbalarıyla çabuk çabuk su taşıyorlar, yaralıların ağızlarına su boşaltıy¬orlardı.
Kırbaları boşaldıkça hemen geri dönüp geliyorlar, kırbalarını doldurduktan sonra acele gidip yaralıların ağızlarına boşaltıyorlardı." [495]

Uhud'da Kabirler Kazılıp Şehitlerin Gömülüşü

Peygamberimiz Aleyhisselam, Uhud şehitlerinin, üzerlerindeki demirden ve deriden olan şeylerin soyularak kanlan ve elbiseleriyle gömülmelerini emir buyurdu. [496]
Uhud şehitlerinin sayısı çok, üzerlerindeki elbiselerinin üzerine sarılacak elbise azdı. [497]
Zübeyr b. Avvam derki:
"Annem, yanında getirdiği iki hırkayı çıkarıp, 'Bunları kardeşim Hamza'ya kefen olarak sarasınız diye getirdim1 dedi. Onları alıp Hamza'ya kefen olarak sarmak üzere, yanına gittik.
Hamza'nın yanında Ensardan birisinin de şehit olduğunu görünce, Hamzaya iki hırkayı sarıp Ensarîyi kefensiz bırakmaktan utandık. 'Hırkanın birisi Hamza'ya, öbürü de Ensarîye kefen olsun' dedik.
Hırkanın birisi büyük, diğeri küçüktü. Bunun için de, aralarında kura çektik." [498]
Hz. Hamzaya sarılan büyük hırka Hz. Hamza'ya kısa geldiğinden, baş taraflna çekilince ayakları açıldı, ayaklarına çekilince de baş tarafı açıldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam hırkanın baş tarafına çekilmesini, ayaklarının ızhır otuyla kapan¬masını emir buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, başını kaldırınca, ashabın ağladıklarını gördü. Ve onlara:
"Ne için ağlıyorsunuz?" diye sordu.
"Yâ Rasûlallah! Amcanı saracak geniş bir kefen bulamadığımız için!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Halkın kasaba, köy ve çiftliklere gidecekleri, oralarda bol refah içinde yaşayacakları ve ev halkları¬na da:
'Siz de bizim yanımıza geliniz! Siz ne diye çekirgelik, ağaçsız yerde duruyorsunuz?1 diye yazı yaza¬cakları, haber salacakları bir zaman da gelecektir!
Bilseler, onlar için Medine daha hayırlı idi" buyurdu. [499]
Uhud savaşında, Müslümanlardan şehit olanlar da, [500] yaralananlar da çok sayıdaydı. [501]
Yaralıların yaralarının ağrıları şiddetlenince, [502] Peygamberimiz Aleyhisselama şikâyet yollu:
"Yâ Rasûlallah! Şehit olan her insan için çukur ve (kabir) kazmak çok zor olacak! [503] Onların gömülmeleri hususunda ne buyurursun?" dediler. [504]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Çukur (kabir) kazınız ve genişçe kazınız.
Şehitlerden ikisini veya üçünü bir kabre yanyana koyunuz" buyurdu.
"Yâ Rasûlallah! Bir kabre konulacaklardan, hangisini önce koyalım?" diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kur'ân'ı daha çok bilenleri daha önce koyunuz" buyurdu. [505]
Böylece, şehitlerden Kufân-ı Kerîm'i daha çok bilenler kabre önce indirilmek suretiyle, ikisi, üçü yan yana konuldular. [506]
Hz. Hamza'yı kabre Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve Zübeyr b. Avvam indirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kabrin başında oturdu. [507]
Abdullah b. Cahş da, Hz. Hamza'nın yanına konuldu.
Hz. Hamza, Abdullah b. Cahş'ın dayısı idi. [508]
Allah onlardan razı olsun! [509]

Bir Kabre İkişer Üçer Gömülen Şehitlerden Bazıları

Peygamberimiz Aleyhisselam, şehitlerin gömülmesini emrettiği zaman, Amr b. Cemuh ile Abdullah b. Amr b. Haram hakkında:
"Onlar dünyada bir safta omuz omuza idiler. [510] Birbirlerini severlerdi. [511] Onların ikisini yanyana bir kabre koyunuz!" buyurdu. [512]
Allah onlardan razı olsun!
Hârice b. Zeyd ile Sa'd b. Rebi1 bir kabre birlikte gömüldüler. [513] Allah onlardan razı olsun!
Mücezzer b. Ziyad ile Numan b. Malik ve Abde b. Hashas, bir kabre birlikte konuldular. [514] Allah onlardan razı olsun!
Vehb b. Kâbusu'l-Müzenî'nin cesedinin üzerine örtülen örtü, uzunlamasına onun başına doğru çek¬ilince, bacaklarının yarısına ulaştı. Biraz üzerlik otu toplattırılarak ayaklarının üzerine konuldu. Peygamberimiz Aleyhisselam, Vehb b. Kâbus'un ayak ucuna dikildi ve: "Allah senden razı olsun! Ben de senden razıyım!" buyurdu. [515] Allah ve Resûlullah ondan razı olsun!
Habbab b. Eret derki:
"Mus'ab b. Umeyr Uhud günü şehit olunca, kendisini saracak kısa bir hırkadan başka birşey bulun¬madı.
Hırkayı baş tarafına çektik, ayakları açıldı.
Ayaklarına doğru çektik, baş tarafl açıldı.
Resûlullah Aleyhisselam, bize:
'Hırkayı baş tarafına çekiniz, ayaklarını ızhır otu ile kapatınız!1 buyurduktan sonra, kardeşi Ebu'r-Rum b. Umeyr ile Âmir b. Rebia ve Suvayt b. Harmele’nin Musab b. Umeyri kabre indirmelerini emir buyurdu. [516]
Allah ondan razı olsun! [517]

Uhud Şehitlerinin Şehit Düştükleri Yerde Gömülmelerinin Emir Buyuruluşu

Müslümanlardan bazıları şehitlerini Medine'ye taşıyıp Medine'de gömmüşlerdi. Peygamberimiz Aleyhisselam, Müslümanları böyle yapmaktan men etti ve: "Onları vurulup düştükleri yerde gömünüz!" buyurdu. [518]

Uhud Şehitlerinin Sayısı

Ensardan Übeyy b. Kab’ a göre;
Uhud günü Ensardan 64 kişi , Muhacirlerden de içlerinde Hz. Hamza olmak üzere, 6 kişi şehit olmuştur. [519]
Diğer rivayetlere göre;
Muhacir ve Ensardan şehit olanların sayısı 65 idi. [520] 70 veya 74 idi. [521] 70’i Ensardandı. [522]
Belazuri’ ye göre;
Ensar ve Muhacirlerden70 veya 73-74 kişi idi. [523]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud Şehitleri Hakkındaki Müjdeleri

Peygamberimiz Aleyhisselam Uhud şehitlerinin Allah yolunda can verdiklerine Kıyamet günü tanık¬lık edeceğini [524] ve onların Allah yolunda aldıkları yaraların kanlarının kan renginde, kokularının ise misk kokusunda olarak Mahşere geleceklerini müjdeledi. [525]
Şehitlerin kanlı elbiseleriyle sarılıp gömülmelerini de emir buyurdu. [526]
İbn Abbas tarafından rivayet edilen bir hadis-i şeriflerinde de, Peygamberimiz Aleyhisselam, şöyle buyurmuşlardır
"Uhud'da kardeşlerimiz şehit oldukları zaman, Yüce Allah onların ruhlarını yeşil kuşların içlerine koydu. Onlar, Cennetin ırmaklarından sulanır, meyvelerinden yer, Arşın gölgesinde asılı altın kandillere gidip yuvalanır, tünerler. Onlar, böyle, yiyecek ve içeceklerinin hoşluğunu, güzelliğini görünce:
Keşke Allah'ın bize neler ikram ettiğini kardeşlerimiz bilselerdi de, cihad etmekten çekinmeseler, çarpışmaktan kaçınmasalardı!1 dediler.
Yüce Allah:
'Tarafınızdan, Ben onlara bu söylediklerinizi tebliğ eder, ulaştırırım!' buyurup, indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu:
'Allah yolunda öldürülenleri, sakın öldüler sanma! Bilakis, onlar Rableri katında diridirler.
Öyle ki, Allah'ın lütuf ve inayetinden kendilerine verdiği şehitlik mertebesiyle hepsi de sevinerek Cennet nimetleriyle nzıklanıriar. Arkalarından şehitlikle henüz kendilerine katılamayanlar hakkında da: Onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değiller, diye müjde vermek isterler.
Onlar Allah'tan gelen bir nimetle, hatta daha fazlasıyla ve Allah'ın mü'minlere olan mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle sevinirler."1 (Âl-i İmran: 169-171) [527]
Abdullah b. Mes'ud'un Peygamberimiz Aleyhisselamdan rivayetine göre de:
"Yüce Allah Uhud şehitlerine görünüp:
'Ey kullarım! Canınız neyi çekiyorsa söyleyiniz! Size onu ziyadesiyle tattırayım!' buyurdu.
Onlar:
'Ey Rabbimiz! Bize verdiğin nimetlere üstün bir nimet yok ki, isteyelim! Biz, Cennette istediğimiz şeylerden yiyip duruyoruz ya!' dediler.
Sonra, Yüce Allah, onlara tekrar göründü ve:
'Ey kullarım! Canınız neyi çekiyorsa söyleyiniz! Size onu ziyadesiyle tattırayım!' buyurdu.
Onlar, yine:
'Ey Rabbimiz! Senin bize verdiğin nimetlere üstün bir nimet yok ki, isteyelim! Biz, Cennette iste¬diğimiz şeylerden yiyip duruyoruz ya!' dediler.
Sonra, Yüce Allah onlara tekrar görünüp:
'Ey kullarım! Canınız neyi çekiyorsa söyleyiniz! Size onu ziyadesiyle tattırayım!' buyurdu.
Onlar, yine:
'Ey Rabbimiz! Senin bize verdiğin nimetlere üstün bir nimet yok ki, isteyelim! Biz, Cennette iste¬diğimiz şeylerden yiyip duruyoruz ya!
Biz, istesek istesek, dünyaya döndürülmemizi ve Senin yolunda çarpışarak tekrar öldürülmemizi isteriz!' dediler." [528]
Câbirb. Abdullah derki:
"Resûlullah Aleyhisselam, bana:
'Ey Câbir! Seni müjdeleyeyim mi?' diye sordu.
Ben:
'Evet! Müjdele, ey Allah'ın peygamberi!1 dedim.
Resûlullah Aleyhisselam dedi ki:
'Baban Uhud'da şehit olunca, Yüce Allah babanı diriltti. Sonra, ona:
'Ey Abdullah b. Amr b. Haram! Sana ne yapmamı arzu edersin?1 diye sordu.
O da:
'Ey Rabbim! Beni tekrar dünyaya göndermeni ve Senin yolunda çarpışarak bir kez daha öldürülme¬mi dilerim!' dedi. [529]
Yüce Allah:
'Ben, şehitler geri dönmeyecekler, diye hükmettim!1 buyurdu. [530]
Abdullah b. Amr b. Haram:
'Öyle ise yâ Rab! Geride kalanlara bunu ulaştır' dedi.'"
İbn Abdilberr'e göre, Âl-i İmran sûresinin 169-171. âyetleri bunun üzerine nazil oldu. [531]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Varlığım Kudret Elinde olan Allah'a yemin ederim ki, hiçbir mü'min yoktur ki, dünyadan ayrılsın da, bütün dünya ve içindekileri karşısında gündüzden bir saat bile ona dönmeyi arzu etsin! Ancak şehit, dünyaya geri gelip Allah yolunda bir kez daha öldürülmeyi ister" buyurmuştur. [532]
Uhud şehitleri anıldığı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Vallahi, ashabımla birlikte ben de şehit olup Uhud dağının dibinde gecelemeyi ne kadar isterdim!" buyururdu. [533]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bir hadis-i şeriflerinde de:
"Varlığım Kudret Elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben Allah yolunda öldürülüp sonra diriltilineyi, sonra öldürülüp sonra diri İtilmeyi, sonra öldürülüp sonra diriltilmeyi, sonra öldürülmeyi pek arzu ederdim!" buyurmuştur. [534]

Uhud Şehitlerinin Ziyaret Edilip Selamlanmasının Fazileti

Attaf b. Halid'in sahih bir senedle Peygamberimiz Aleyhisselamdan rivayetine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Uhud meşhedini ziyaret edip:
"Allah'ım! Bu kulun ve resûlün bunların şehit olduklarına ve Kıyamet gününe kadar kendilerini ziyaret eden ve selamlayanların selamlarına mukabelede bulunacaklarına şehadet eder!" buyurmuştur. [535]
Peygamberimiz Aleyhisselam her yıl Uhud şehitlerini ziyaret ederdi. Oraya vardığı zaman, yüksek sesle:
"Sabrettiğiniz için, selam olsun size! Ahiret saadeti ne güzeldir!" (Ra'd: 24) mealli âyeti okurdu.
Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman da böyle yapardı . [536]
Hz. Fâtıma'nın da iki günde, üç günde bir amcası Hz. Hamza'nın kabrini ziyaret ederek orada ağladığı ve dua ettiği, [537] ve kabri düzelttiği de rivayet edilir. [538]
Attaf b. Halid'in halası der ki:
"Hamza'nın kabri yanında hayvanımdan indim. Orada, Allah'ın benim için dilediği kadar namaz kıldım.
Vadide, hayvanımın başını tutup duran uşağımdan başka, ne bir seslenici, ne de ona cevap verici kimse vardı.
Namazımı bitirince, elimle şöylece kabre işaret ederek; 'Esselâmu aleyküm!1 dedim.
Yerin altından gelen bir sesin selamıma karşılık verdiğini işittim!
Yüce Allah'ın beni yarattığını, geceyi gündüzü nasıl şüphesiz biliyorsam, bunu da öylece biliyorum!
Selamıma karşılık verildiği zaman, tüylerim ürperdi!" [539]
Yine Attaf b. Halid'in, halasından işittiğine göre; halası Uhud şehitliğini ziyaret ettiği ve yanında da binek hayvanının başını tutan iki çocuktan başka kimse bulunmadığı halde Uhud şehitlerini selamladığı sırada, selamına karşılık verildikten sonra:
"Vallahi, biz, birbirimizi tanıdığımız gibi, sizi de tanıyoruz" dediklerini işitince, vücudunun tüyleri ürpermiş ve hemen "Ey çocuk! Katırımı yaklaştır!" deyip katırına binerek meşhedden ayrılmıştır. [540]

Uhud Şehitlerinin İlk Gömüldükleri Kabirlerinden Kırkaltı Yıl Sonra Çıkarılıp Yeni
Kabirlerine Konuluşu

Cabir b. Abdullah der ki:
"Muaviye b. Ebu Süfyan Uhud'da su çıkarmak istediği zaman, [541] ona:
'Uhud'da, şehit kabirlerinden başka yerden su çıkarmaya güç yetiremeyeceğiz!1 diye cevap yazdılar. Bunun üzerine, Muaviye b. Ebu Süfyan:
'Şehitlerin kabirlerini açıp, kemiklerini başka bir yere naklediniz!1 diye yazı yazdı. [542] Nihayet, Uhud'da şehitleri gömülü olanların orada hazır bulunmaları Medine'de ilan ettirildi. [543] Amr b. Cemuh ile Abdullah b. Amr b. Haram, Uhud'da bir kabirde gömülü idiler. Kabir açılınca, sanki daha akşam vefat etmiş gibi, cesetlerinin hiç bozul madiği, [544] uyur gibi olduk¬ları görüldü! [545]
Onlardan birisi, [546] Abdullah b. Amr b. Haram, Uhud savaşında yüzünden yaralanmış ve o zaman, elini yarasının üzerine koymuş olduğu halde gömülmüştü. [547]
Kendisi yeni kazılan kabre konulurken eli yarasının üzerinden ayrılıp yanına uzatılmak istenilince, yara kanamaya başladı!
Eli eski yerine, yarasının üzerine tekrar konulduğu zaman, kanama dindi, kesildi. [548] Şehitlerin ilk gömüldükleri kabirleri kırkaltı yıl sonra yeni kabirlerine taşınmak üzere açıldığı zaman, misk kokusu gibi bir koku yayıldı. [549]
Uhud şehitleri, sanki uyuyoriarmış gibi, omuzlara alınarak yeni kabirlerine taşındılar. [550] Hatta, taşınırken, Hz. Hamza'nın bir ayağına demir küreğin ucu değmiş ve ayağı kanamıştı ." [551] Cabir b. Abdullah'ın bildirdiğine göre; babasının kabri açılınca, aradan kırkaltı yıl geçmiş olduğu halde, ne yüzüne örtülen örtüde, ne de ayaklarına örtülen üzerlik otunda hiçbir değişiklik olmadığını, aynen eski hallerinde bulunduklarını görmüştür! [552]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud'dan Ayrılacağı Sıradaki Duası

Müşrikler Uhud'dan çekilip gittikten [553] ve Uhud şehitlerinin gömülme işleri tamamlandıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam atına bindi [554] ve;
"Diziliniz ki, Azîz ve Celîl olan Rabbime hamd ü sena ve dua edeceğim" buyurdu. [555]
Bunun üzerine, sahabiler, Peygamberimiz Aleyhisselamın arkasında saf oldular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, şöyle dua etti:
"Allah'ım! Bütün hamdler Sana mahsustur.
Allah'ım! Senin genişlettiğini daraltacak yoktur!
Senin uzaklaştırdığını yaklaştıracak yoktur!
Senin yaklaştırdığını da uzaklaştıracak yoktur!
Senin vermediğini verecek yoktur!
Senin verdiğini de engelleyecek yoktur!
Senin doğrulttuğunu saptıracak yoktur!
Senin saptırdığını da doğrultacak yoktur!
Allah'ım! Bereketlerini, rahmetini, fazlını ve rızkını yay üstümüze!
Allah'ım! Değişmeyen ve kaybolmayan, tükenmez Cennet nimetlerini Senden isterim!
Allah'ım! İhtiyaç gününde Senden nimet, korku gününde de Senden emniyet isterim!
Allah'ım! Bize verdiğin şeyin şerrinden de, vermediğin şeyin şerrinden de Sana sığınırım!
Allah'ım! Bize imanı sevdir ve onu kalbimizde süsle!
Küfrü, fışkı ve isyanı da bize hoş gösterme, sevimsiz göster!
Bizi doğru yola gidenlerden eyle!
Allah'ım! Bizi Müslümanlar olarak öldür!
Bizi Müslümanlar olarak da dirilt ve perişanlıkla fitneye düşmeksizin bizi salih kimselere kavuştur!
Allah'ım! Senin yolundan yüz çeviren ve Peygamberini inkâr eden kâfirleri öldür! Onlara musibet ve azabını ver!
Allah'ım! Kendilerine Kitab verilen ve İslâm'ı kabul etmeyen kâfirleri de öldür! Ey Gerçek İlah!" [556]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Uhud'dan Medine'ye Dönüşü, Sevgi ve Saygı Tezahürüyle
Karşılanışı, Hamne Hatunun Kocasının Şehadeti Haberine Dayanamayarak Feryad Edişi

Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine'ye gitmek üzere, Uhud'dan ayrıldı. [557]
Ensar kadınları; Peygamberimiz Aleyhisselamın sağ salim geldiğini görmek için yollara dökülmüşler, bakışıyorlardı. [558]
Mus'ab b. Umeyr'in zevcesi Hamne binti Cahş, Peygamberimiz Aleyhisselamla mücahidleri karşılayan kadınlar arasında bulunuyordu.
Kendisine; kardeşi Abdullah b. Cahş'ın şehit olduğu haberi verildi.
Hamne Hatun:
"İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Biz, Allah'ın kullarıyız ve O'na döneceğiz!" dedi, Abdullah b. Cahş için Allah'tan mağfiret diledi.
Bundan sonra, Hamne Hatuna, dayısı Hz. Hamza'nın şehit olduğu haberi verildi.
Hamne Hatun, yine:
"İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Biz, Allah'ın kullarıyız ve O'na döneceğiz!" dedi ve Hz. Hamza için Allah'tan mağfiret diledi.
Hamne Hatuna eşi Mus'ab b. Umeyrln şehit olduğu haberi verildiği zaman dayanamayıp feryad edince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kadın için, kocası bir yana, herşey biryanadır! [559]
Hamne kardeşinin ve dayısının ölüm haberine dayandı; kocasının ölüm haberine gelince, feryad etti!" buyurdu. [560]

Sümeyrâ Hatunun Peygamberimiz Aleyhisselamı Sağ Salim Görünce Kendi Şehitlerine Üzülmeyişi

Dinar oğulları kadınlarından [561] Sümeyrâ Hatunun iki oğlu Numan b. Abdi Amrve Süleym b. Haris ile, [562] kocası, kardeşi ve babası Uhud'da şehit olmuşlardı. [563]
Bunların şehit oldukları kendisine haber verildiği zaman, Sümeyrâ Hatun:
"Resûlullah Aleyhisselam ne yapıyor? Nasıldır?" diye sormuştu.
Ona:
"Ey filanın anası! O iyidir, Allah'a hamd olsun, senin istediğin gibidir!" dediler.
Sümeyrâ Hatun:
"Onu bana gösteriniz de, ona bir bakayım?" dedi.
Sümeyrâ Hatuna, Peygamberimiz Aleyhisselamı işaretle gösterdiler. Sümeyrâ Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselamı görünce:
"Senden (sen sağ olduktan) sonra, her musibet bizim için hiçtir, önemsizdir!" dedi. [564]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Namazlarını Mescidde Kılışı

Peygamberimiz Aleyhisselam kapısının önüne kadar at üzerinde geldi.
Yardım edilmedikçe, attan inemedi.
İki dizinin arızalanmış, tutulmuş olduğu görüldü.
Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubâde'ye dayanarak evine girdi.
Güneş batınca, Bilal-i H abeşî ezan okudu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubâde'ye dayanarak Mescide çıktı.
Akşam namazını kıldıktan sonra evine döndü.
Yatsı namazını da Mescidde kıldı.
Hazrec ve Evs kabilelerinin ileri gelenleri, Mescidde Peygamberimiz Aleyhisselamın kapısında, Kureyş müşriklerinden herhangi bir birliğin baskın yapması ihtimaline karşı, Peygamberimiz Aleyhisselamı beklediler.
Sa'db.Ubâde,
Sa'd b. Muaz,
Hubab b. Münzir,
Evs b. Havlî,
Katâde b. Numan,
Abd b. Evs... bekleyenler arasında idi. [565]

Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ali'nin Kılıçlarının Kanını Hz. Fâtıma'ya Yıkatmaları ve
Peygamberimiz Aleyhisselamın "Allah Bize Fethi Nasip Edinceye Kadar, Müşrikler Bir Daha Bizi
Bunun Gibi Bir Musibete Uğratamayacaklardır!" Buyuruşu

Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Fâtımaya:
"Ey kızcağızım! Bunun kanını yıka!
Vallahi, bu kılıcım bugün bana sadakat gösterdi, görevini yerine getirdi!" buyurdu.
Hz. Ali de, kılıcını Hz. Fâtimaya uzatıp:
"Bunun da kanını yıka!
Vallahi, bu da bana sadakat gösterdi, görevini yerine getirdi!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Aliye:
"Sen çarpışmakta nasıl sadakat gösterdinse, andolsun ki, Sehl b. Huneyf de, Ebu Dücâne de, seninle birlikte hakkıyla çarpışmışlardır!
Allah bize fetih nasip edinceye kadar, artık müşrikler bir daha bizi bunun gibi bir musibete uğrata-mayacaklardır!" buyurdu. [566]

Mücahidlerin Yaralarına Bakmayarak Hamrâü'l-Esed Seferine Katılmaları

Peygamberimiz Aleyhisselam, Cumartesi günü Uhud'dan Medine'ye döndükten, Pazar günü sabah namazını Mescidde kıldırdıktan sonra, müezzinine (Bilal-i Habeşiye): [567]
"Resûlullah Aleyhisseiam düşmanınızı takip etmenizi size emrediyor! Dün Uhud'da bizimle birlikte çarpışmada bulunmayanlar gelmeyecek! Ancak çarpışmada bulunanlar gelecekler!" diye seslenerek duyurmasını emir buyurdu. [568]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu tedbire başvurması, müşriklere Müslümanların hâlâ güçlü olduk¬larını hissettirmek, yenilgiye uğramış olmalarının kendilerini korkutmadığını gösterip onları korkutmak için idi. [569]
Müşrikler her ne kadar Mekke'ye dönmek üzere Uhud'dan ayrılmış iseler de, onların geri dönüp Medine üzerine yürüyebileceklerinden endişelenilmekte idi. Bunun için:
"Düşmanların ardısıra kim gidip onları takip eder?" buyurulunca, bu davete İslâm mücahidlerinden yetmiş kişi hemen icabet etti. [570]
Sa'd b. Muaz, kabilesi olan Abduleşhel oğullarının yanlarına varıp:
"Resûlullah Aleyhisseiam düşmanınızı takip etmenizi size emir buyuruyor" dedi. [571]
Abduleşhel oğullarından [572] Abdullah b. Sehl ile Râfi' b. Sehl [573] Peygamberimiz Aleyhisselamla
birlikte savaşmışlar ve yaralı olarak da Medine'ye dönmüşlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın düşmanı takip için Müslümanları davet ettirdiğini işittikleri zaman: "Resûlullah Aleyhisselamla birlikte olan bir savaşı kaçırır mıyız hiç? Vallahi, bizim için bir binit de
yok! Hem yaralıyız da!?" dedilerse de, yarası diğerine nazaran hafif olan ağır olanı gâh yürüttü, gâh
sırtında taşıdı, düşmanı takip seferinden geri kalmadılar. [574]
Useyd b. Hudayr, yaralarının tedavisiyle uğraşmayı bırakarak:
"Ben Allah'ın ve Resûlünün davetini işittim ve ona boyun eğdim!" dedi ve hemen silahlanıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi.
Sa'd b. Ubâde de, acele hazırlanıp hareket etmelerini Benî Sâidelere emretti. Onlar da, hemen silahlarını kuşanıp geldiler.
Ebu Katâde de, Hurbâ halkına:
"Şu seslenen kişi düşmanınızı takibe çıkmanızı Resûlullah Aleyhisselamın size emrettiğini bildiriy¬or!" deyince, onlar da yaralarının tedavisini bırakarak silaha sanldılar. [575]
Düşmanı takip için Hamrâül-Esed seferine çıkanların hemen hepsi yaralı idiler
Bu cümleden olarak:
Peygamberimiz Aleyhisselamın rebaiye dişi kırılmıştı. Dudağı, yüzü ve alnı yaralı idi. [576]
Abdurrahman b. Avf, yirmi yerinden, [577]
Talha b. Ubeydullah, yirmidört yerinden, [578]
Hıraş b. Sımme, on yerinden, [579]
Useyd b. Hudayr, ondokuz yerinden,
Kâ'b b. Malik, ondokuz yerinden,
Kutbe b. Âmir, dokuz yerinden,
Tufeyl b. Nûman, onüç yerinden, [580]
Ebu Dücâne, birçok yerlerinden, [581]
Ümmü Umâre Nuseybe Hatun onüç yerinden yaralı idi. [582]
Benî Selimelerden dörtyüz ağır yaralı vardı.
Peygamberimiz Aleyhisseiam, onları görünce:
"Allah'ım! Selime oğullarına rahmet et!" diyerek dua etti. [583]
Sa'd b. Muaz'ın mensup olduğu Abduleşhel oğullarından sağ kalanların hemen hepsi, [584] otuzu yaralı idi. [585]
Bu yaralı mücahidler de, hazırlanıp Ebu İnebe kuyusunun yanında Peygamberimiz Aleyhisselamın safına katıldılar. [586]
Peygamberimiz Aleyhisseiam; düşmanı takibe çıkmalarını mücahidlere emrettiği zaman, baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl de:
"Ben de hayvanıma binip seninle birlikte takibe çıkayım mı?" diye sormuştu. Peygamberimiz Aleyhisseiam, ona: "Hayır!" buyurdu. [587]
Peygamberimiz Aleyhisseiam, Mescide girip iki rekat sefer namazı kıldı Mücahidler, Mescidin çevresinde toplanmış bulunuyorlardı.
Takip birliğinin erzakı, Sa'd b. Ubâde tarafından bağışlanan üç deve yükü hurma ile, et ihtiyaçları için yanlarına aldıkları boğazlanacak birkaç deveden ibaretti. [588]
Peygamberimiz Aleyhisseiam, bağlanmış sancağını getirtip Hz. Ali'ye verdi. Sancağını Hz. Ebu Bekir'e verdiği de rivayet edilir. [589]
Peygamberimiz Aleyhisseiam, Medine'de yerine yine İbn Ümmi Mekbum'u vekil bıraktı. [590]

Takip Birliği Hamrâü'l-Esed'de

Peygamberimiz Aleyhisselam; gündüzün odun toplamalarını, gece olunca da herkesin birer ateş yakmalarını emir buyurdu. [591]
Bunun üzerine herkes birer ateş yakınca, beşyüz ateş yandı.
Yanan ateşlerin ışıkları en uzak yerlerden görünür, düşmanları korkutur oldu. [592]
Müşrikler Hamrâü'l-Esed'e gecenin ilk saatlerinde inmişler, sonra da oradan kalkıp gitmişlerdi.
Müşriklerin şairlerinden Ebu Azıe ise, güneş yükselinceye kadar, orada uyuyakalmıştı.
İslâm mücahidleri Hamrâü'l-Esed'e geldikleri zaman uyanıp sağına soluna bakmaya başlamış, Asım b. Sabit onu yakalamıştı. [593]
Ebu Azze:
"Yâ Muhammedi Ben Uhud seferine zorlanarak çıktım. Bakıma muhtaç kızlarım var! Lütfet, beni serbest bırak!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Senin bana evvelce vermiş olduğun kesin söz nerede kaldı? [594]
Vallahi, bundan sonra sen bir daha ellerini yanaklarına süremeyecek ve İki kere Muhammed'i aldat¬tım ve onunla eğlendim1 diyemeyeceksin. [595]
Mü'min bir yılanın deliğinden iki kere sokulmaz, ısırılmaz! [596]
Vur boynunu şunun ey Zübeyr!" buyurdu. [597]
Ebu Azze'nin boynunun Asım b. Sabit tarafından vurulduğu da rivayet edilir. [598]

Ma'bed b. Ebi Ma'bed'in Ebu Süfyan'ı Korkutarak Medine'ye Dönmek, Baskın Yapmaktan
Vazgeçirip Ona Mekke Yolunu Tutturuşu

Huzâa kabilesinin Müslümanları ve müşrikleri, Peygamberimiz Aleyhisselamın Tihame bölgesinde¬ki sırdaşları idiler.
Olan biten hiçbir şeyi Peygamberimiz Aleyhisselamdan gizlemezlerdi.
Ma'bed, o zaman, müşrikti.
Uhud musibetinden dolayı, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ey Muhammedi Vallahi, senin ve ashabının musibete uğramanız bizim çok ağırımıza, gücümüze gitti.
Biz, onların içinde, sana Allahtan afiyet dilerdik?" dedi ve Hamrâü'l-Esed'den ayrılıp yoluna devam etti.
Ma'bed; Revha'da Ebu Süfyan b. Harb ve onunla birlikte olanlara rastladı ki, onlar geri dönüp Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabına tekrar saldırmaya azmetmiş bulunuyorlardı.
Ebu Süfyan, Ma'bed b. Ebi Ma'bed'i görünce, ona:
"Ey Mâbed! Arkandakilerden, gerindekilerden ne haber var?" diye sordu.
Ma'bed:
"Muhammed ashabıyla birlikte çıkmış, öyle bir toplulukla sizi arıyor ki, ben şimdiye kadar bunun bir benzerini daha görmemişimdir!
Onlar size karşı öyle kızgınlık ateşiyle yanıyor, diş biliyorlar ki, sorma!
Sizin çarpışma gününüzde ondan geri kalan kimseler de, yaptıklarına pişman olarak toplanmışlar!
Kendilerinde, size karşı, bir benzerini daha görmediğim bir kızgınlık var!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Yazıklar olsun sana! Ne söylüyorsun sen?!" dedi.
Ma'bed:
"Vallahi, sen buradan daha ayrılmadan, onların atlarının alınlarını göreceksin!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Vallahi, biz onların arkada kalanlarının da köklerini kazımak üzere saldırmaya karar vermiştik!" dedi.
Ma'bed:
"Ben seni bundan men ederim.
Vallahi, gördüğüm şey üzerine, onlar hakkında birkaç beyit söylemekten kendimi alamadım!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Söylediğin beyitlerde neler söyledin bakalım?" diye sordu.
Ma'bed:
"Şöyle söyledim!" diyerek okuduğu beyitlerde şöyle dedi:
"Askerlerinin çokluğundan ve gürültülerinin dehşetinden, hayvanım az kalsın yere çökecekti!
Sanki yeryüzünde at ve insan seli akıyor!
Yanlarında, mızrak ve kalkanları bulunmayan, silahsız, bodur ve şanlı arsi anlar koşuyorlardı!
Onların ağırlıklarından yeryüzü ağdıracak sandım!
Acele, yanlarından uzaklaştım.
Onlar, yalnız ve yardımsız bulunmayan liderleriyle yükselmişler!
Onlar, sizinle karşılaşınca, Batha vadisi ve sakinleri ırgalanıp sallanacak!
Yazık oldu, dedim, Harb'in oğlu Ebu Süfyan'a!
Ben güneş altında kavrulan Mekkeliler ve onlardan her düşünen kişi için, sonucun dehşetini haber veren bir uyarıcıyım!
Anlatmaya çalıştığım ordu Ahmed'in ordusudur ki, o düşük ve bayağı insanlardan derlenmem iştir.
Benim tavsiflerim ve uyarılarım boş laflardan ibaret değildir!"
Ebu Süfyan ve yanındakiler, Ma'bed'in şiirini beğendiler ve övdüler. [599]
Ebu Süfyan'la arkadaşlarının kalblerine korku düştü.
Medine'ye dönmekten vazgeçip acele Mekke yolunu tuttular.
Ma'bed b. Ebi Ma'bed, Peygamberimiz Aleyhisselama Huzâalı bir adam göndererek durumu haber verdi. [600]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI   İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:54 pm

Ebu Süfyan'ın Mekke'ye Giderken Peygamberimiz Aleyhisselama Tehdit Haberi Salışı

Mekke'ye yöneldiği sırada, Ebu Süfyan'a Abdulkays oğullarından bir kafile rastladı.
Ebu Süfyan, onlara:
"Nereye gitmek istiyorsunuz!" diye sordu.
Abdulkays oğulları:
"Medine'ye gitmek istiyoruz!" dediler.
Ebu Süfyan:
"Ne için gidiyorsunuz?" diye sordu.
Abdulkays oğulları:
"Yiyecek almak için gidiyoruz!" dediler.
Ebu Süfyan:
"Sizi, benim tarafımdan söylenecek sözleri Muhammed'e söylemek üzere elçi olarak göndersem, bu vazifeyi yerine getirince de yarınUkaz panayırında develerinize kuru üzüm yüklesem olur mu?" dedi.
Abdulkays oğulları "Olur!" dediler.
Ebu Süfyan:
"Ona, kavuştuğunuzda haber veriniz ki; biz onun ve ashabının üzerine yürümeye ve köklerini kazı¬maya karar verdik!" dedi.
Abdulkays oğulları Peygamberimiz Aleyhisselama Hamrâü'l-Esed'de rastlayıp, Ebu Süfyan'ın söylediği sözleri bildirdiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hasbünallah ve ni'mel vekîl=Allah bize yeter! O ne güzel VekîTdir! [601] Varlığım Kudret Elinde bulu¬nan Allah'a yemin ederim ki; onlar (dediklerini yapmaya kalkacak olurlarsa) Allah tarafından azab alâmeti olarak hazırlanacak taşlara tutulurlar, orada kalıp sabahlarlarsa, geçmiş gün gibi silinir giderler¬di!" buyurdu. [602]
* * *
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hamrâü'l-Esed'de üç gün oturduktan sonra, Medine'ye döndü. [603]

Münafıklarla Yahudilerin Nifak ve Fesada Koyulmaları

Uhud savaşı bir belâ, bir imtihan, herkesin içindekini dışına vurma günü olmuş; mü'mini, münafıkı ayini etmişti. [604]
Münafıklar; Müslümanların şehitlerine ağlayıp sızlamalarını Müslümanları Peygamberimiz Aleyhisselamdan ayırmak için bir fırsat saydılar.
Yahudilerin hıyanet ve yaramazlıkları da açığa çıktı.
Medine'de nifak ve fesad kazanı kaynamaya başladı.
Yahudiler, Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında:
"Eğer gerçekten peygamber olsaydı, Kureyş müşriklerini yener, onlara yenilmezdi! Kendisinin hükümdarlıktan, saltanattan başka bir maksadı yoktur!" diyorlardı.
Münafıklarda aynı şeyi söylüyor, yaralı Müslümanlara:
"Bize itaat etmiş olsaydınız, uğradığınız musibete uğramazdınız!" diyorlardı. [605]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl ve onunla birlikte olan münafıklar, Peygamberimiz Aleyhisselamla saha-bilerinin yaralanmış olmalarına seviniyorlar, çirkin sözler söylüyorlar, yaygara koparmaktan geri dur¬muyorlardı.
Abdullah b. Übeyy b. Selûl, Uhud'da yaralanmış olan oğluna:
"Sen benim görüşümü dinlemeyen, gençlerin görüşüne uyan Muhammed'le Uhud'a gitmeşeydin, bu musibete uğramazdın! Vallahi, ben işin bu sonuca varacağını görür gibiydim!" diyor, oğlu Abdullah ise:
"Allah'ın Resûlüne ve Müslümanlara yapmış olduğu şeyde, muhakkak, hayır ve hikmet vardır!" diy¬erek cevap veriyordu. [606]

Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün Mescidden Kovuluşu

Peygamberimiz Aleyhisselam Medine'ye hicret edip geldikten ve Mescid yapıldıktan sonra, Abdullah b. Übeyy b. Selûl her Cuma günü Mescide gelir, daima Mescidin belli bir yerinde oturur, hiç kimse ona itiraz etmez, kendisinin mevkiine ve kavmine hürmeten, bu hareketi hoş görülürdü.
Peygamberimiz Aleyhisselam Cuma günü Mescidde Müslümanlara hutbe irad edip oturunca, Abdullah b. Übeyy b. Selûl ayağa kalkar ve:
"Ey insanlar! Allah'ın aranızda bulundurup sizi onunla galip ve üstün kıldığı, şereflendirdiği bu Resûlüne yardım ediniz ve saygı gösteriniz! Onun sözlerini dinleyiniz ve kendisine itaat ediniz!" der, otu¬rurdu.
Abdullah b. Übeyy b. Selûl, Uhud günü, yapılmayacak şeyi yaptığı, kendisine uyan halk ile geri döndüğü zamana kadar, hep böyle yapardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam Hamrâü'l-Esed seferinden döndükten sonra, Cuma günü, Abdullah b. Übeyy b. Selûl yine öteden beri yapmakta olduğunu yapmak için ayağa kalkınca, Müslümanlar elbis¬esinin eteklerinden çekerek, ona:
"Otur ey Allah düşmanı! Sen buraya lâyık değilsin! Sen yapacağın kötülüğü yaptın!" dediler. [607]
Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensârî ile Ubâde b. Sâmit, orada bulunanların, Abdullah b. Übeyy b. Selûl'e en sert ve katı davrananı idiler.
Muhacirlerden, ona müdahale eden olmadı.
Ebu Eyyub İbn Übeyy'in sakalından tuttu, Ubâde b. Sâmitde boynundan itti ve:
"Sen buraya lâyık değilsin!" dediler. [608]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl, ne yapacağını şaşırdı, dışan çıktı.
"Sanki ben büyük bir kabahat işlemişim, kötü bir söz söylemişim?! Vallahi ben onun işini pekiştirmek için ayağa kalkmıştım!" diyerek dert yanmaya başladı. [609]
Mescidin kapısında bir adamla, Muavviz b. Afra ile karşılaştı.
Muavviz, ona:
"Yazıklar olsun sana! Ne oldu sana?" diye sordu.
İbn Übeyy:
"Onun işini pekiştirmek için ayağa kalkmıştım. Sanki büyük bir kabahat işlemişim, kötü bir söz söylemişim gibi, onun ashabından birtakım adamlar yerlerinden fırlayıp üzerime yürüdüler, beni çekm¬eye, itmeye, suçlamaya, azarlamaya başladılar. Halbuki, ben onun işini pekiştirmek için kalkmıştım!" dedi.
Muavviz:
"Yazıklar olsun sana! Dön de, Resûlullah Aleyhisselam senin için Allah'tan af ve mağfiret dilesin!" dedi.
İbn Übeyy:
"Vallahi onun benim için af ve mağfiret dilemesini istemiyorum!" dedi. [610]
Mescidde Müslümanlarla birlikte oturduğunu gördüğü [611] oğluna da:
"Muhammed beni Sehl ve Süheyl'in hurma kurutma yeri olan(!) Mescidden çıkardı!" dedi. [612]

Bir Şehit Yavrusunun Evlat Edinilişi

Beşir (Bişr) b. Akrebe der ki:
"Babam Akrebe, Peygamber Aleyhisselamın yanında bazı gazalarda, [613] Uhud'da [614] şehit olup da ağladığım bir sırada, Peygamber Aleyhisselam yanıma uğradı [615] ve bana:
'Ey sevgilicik! Ağlama! [616] Sus! [617] Ben senin baban olursam, Âişe de annen olursa, razı olmaz mısın?1 buyurdu. [618]
'Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! [619] Evet! Razı olurum!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam, başımı sığadı.
Başımın saçları ağardığı halde, Resûlullah Aleyhisselamın elinin değdiği yerlerin saçları siyah kaldı, hiç ağarmadı.
Dilimde de pelteklik vardı.
Resûlullah Aleyhisselam ağzıma püskürünce, peltekliğim de geçti. [620]
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
'Senin adın ne?1 diye sordu.
'Bişr!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Hayır! Sen, Beşir'sin!1 buyurdu." [621]

Uhud Savaşı Durumunun Âl-i İmran Sûresinde Açıklanışı

Yüce Allah'ın Peygamberimiz Aleyhisselama indirdiği Al-i İmran sûresinin altmış âyeti, Uhuc! savaşı durumu ile ilgili idi. [622]
Misver b. Mahreme Uhud savaşı haberini sorduğu zaman, Abdurrahman b. Avf:
"Âl-i İmran sûresinin 120. âyetinden sonrasını oku! Bizimle Uhud'da bulunmuş gibi olursun!" demiştir. [623]
Âl-i İmran sûresinde, bu hususta şöyle buyurulur
"Hani, sen mü'minleri muharebeye elverişli yerlerde yerleştirmek üzere, erkenden ailenden ayrılmıştın.
Allah, herşeyi işiten ve bilendi."
"O zaman, içinizden iki zümre (ordunun iki kanadını teşkil eden Hazrecîlerden Selime oğulları ile Evsîlerden H ârise oğulları) zaaf göstermek istemişti.
Halbuki, onların yardımcısı Allah'tı.
Mü'minler, ancak Allah'a güvenip dayanmalıdır."
"Andolsun ki; siz sayıca çok az, kuvvetçe çok zayıf iken, Allah size Bedir'de yardım etmişti.
(Allah'ın buyruklarını yerine getirmek, yasakladıklarından geri durmak suretiyle) Allah'tan sakının ki, şükretmiş olasınız!"
"O vakit, sen, mü'minlere:
İndirilen üç bin melekle, Rabbinizin size imdad etmesi yetmez mi?' diyordun."
"Evet! Siz sabır ve sebat eder ve itaatsizlikten sakınırsanız, şunlar da ansızın üzerinize geliverir¬lerse, Rabbiniz size belirli alâmetleri olan beş bin melekle imdad edecektir."
"Allah, bu imdadı, size zaferin bir müjdesi olsun, kalbleriniz onunla yatışsın diye yaptı.
Yoksa, yardım ve zafer, ancak yegâne galib ve yegâne hikmet sahibi olan Allah tarafındandır."
(Bir de, Allah'ın bu imdadı) küfredenlerden ileri gelenlerin bir kısmını bölmek, öldürmek veya esir etmek veya onları perişan ve helak etmek ve böylece maksatlarına eremeden elleri boş döndürmek için¬di."
"(Ey Resûlüm! Kulların) iş(lerin)den hiçbir şey sana ait değildir.*
(Allah) ya onların tevbesini kabul eder, yahut onları zalim oldukları için azaba uğratır?"
"Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsi Allah'ındır.
O, kimi dilerse yarlıgar, kimi dilerse azaba uğratır.
Allah çokyariıgayıcıdır, çok esirgeyicidir."
"Allah'a ve Resûle itaat ediniz ki, rahmete kavuşturmasınız."
"Rabbinizin mağfiretine, ve takva sahipleri için hazırlanmış olan, göklerle yer enindeki Cennete koşuşunuz!"
"Onlar (o takva sahipleri) ki, bollukta ve darlıkta infak edenler, kızdıkları zaman öfkelerini yutan (yenen)ler, insanların kusurlarını affedip geçenlerdir.
Allah iyilik edenleri sever."
"Onlar ki, bir kabahat yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı anarak hemen günahlarının
bağışlanmasını isteyenlerdir.
Günahları, Allah'tan başka kim bağışlayabilir?
Hem onlar ki, işledikleri günah üzerinde, bilip dururlarken, ısrar da etmeyenlerdir."
"İşte onlar ki, kendilerinin mükâfatı, Rablerinden gelecek bir bağışlama ve altından ırmaklar akan Cennetlerdir ki, orada temelli kalıcıdırlar.
Böyle yapanların mükâfatı ne güzeldir!"
"Sizden önce, birçok vak'alar, şeriatlar gelmiş geçmiştir.
Onun için, yeryüzünde gezin, dolaşın da (Âd, Semûd, Lût, Medyen kavmi gibi şirke sapmış), peygamberleri yalanlamış olanların akıbetleri ne olmuş bir görün!"
"Bu, bütün insanlara bir beyan, Allah'ın buyruklarını yerine getirenler, yasakladıklarından da geri duranlar için bir hidayet ve bir öğüttür!"
"Ey mü'minler! (Uğradığınız musibetlerden dolayı) gevşemeyiniz! Ümitsizliğe düşmeyiniz! Mahzun da olmayınız!
Sizler (Peygamberimi ve onun Benim tarafımdan size getirip tebliğ ettiğini doğrulayan) mü'minler iseniz, (düşmanlarınıza) üstünsünüzdür!"
"Eğer size (Uhud'da bir yara değmiş bulunuyorsa, Bedir savaşında) o kavme (müşriklere) de o kadar yara değmiştir.
O günler (öyle günlerdir) ki, biz onları insanlar arasında (gâh lehlerinde, gâh aleyhlerinde olmak üzere) döndürür dururuz.
Bu da, Allah'ın Ezeldeki ilmini iman edenlere açıklaması, içinizden şehitler edinmesi, mü'minleri tertemiz yapması, kâfirleri de murdar ölümle helak etmesi içindir.
Allah zalimleri sevmez."
"Yoksa, siz Allah içinizden savaşanları (savaşmayanları) belli etmeden, sebat edenleri (sebat etmeyenleri) belli etmeden, Cennete girivereceğinizi mi sandınız?"
"Andolsun ki; siz, ölümle karşılaşmadan önce, onu arzulamıştınız.
İşte, onu gördünüz de!
Fakat, siz (seyirciler gibi) bakıyordunuz!"
"'Muhammed öldürüldü!' şayiası üzerine bozguna uğrayıp düşmanlarınızdan kaçtınız!)
Muhammed, bir resûlden başka (birşey) değildir.
Ondan önce de, nice resûller gelmiş geçmiştir.
Şimdi, o ölür ya da öldürülürse, ökçelerinizin üzerinde gerisin geri mi döneceksiniz?!
Kim böyle iki ökçesi üzerinde ardına dönerse, elbette, Allah'a hiçbir şeyle zarar vermiş olmaz!
Allah şükür ve sebat edenlere mükâfat verecektir."
"Allah'ın izni olmadıkça, hiçbir kimseye ölme yoktur!
O, kararlaştırılmış bir yazıdır.
Kim (ahiret sevabını istemez) dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. (Onun ahiret nasi¬bi olmaz!)
Kim de ahiret sevabını isterse, (dünyadaki rızkıyla birlikte) ona da ondan veririz.
Biz şükredenleri (Allah'ın buyruklarını yerine getirenleri, yasakladıklarından da sakınanları) mükâ¬fatlandıracağız."
"Nice peygamberler geldi geçti ki) onların yanlarında Allah adamlarından birçokları bulunup savaştılar da, Allah yolunda başlarına gelen (belâ)dan dolayı ne gevşeklik, ne de zaaf gösterdiler.
Onlar düşmana boyun da eğmediler.
Hiç şüphesiz, Allah sabır ve sebat edenleri sever.
İşte, onların sözleri de:
'Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işimizdeki taşkınlığımızı bağışla! Cihad meydanında ayak¬larımızı sabit kıl! Kâfirler cemaatına karşı bize yardım et!' demelerinden başka birşey değildi.
(Peygamberleri şehit edildiği halde, onlar, sizin yaptığınız gibi yapmadılar.)"
"Nihayet, Allah da onlara hem dünya nimetini, hem de ahiretin güzel (istihkaklarından fazla olan) sevabını verdi.
Allah iyi hareket edenleri sever."
"Ey iman edenler! Eğer siz küfür ve inkâr edenlere itaat edecek olursanız, sizi ökçelerinizin üstünde (gerisin geri küfre) çevirirlerde, (dünyada da, ahirette de) büyük zarara uğrayanların haline dönersiniz!"
"Hayır! Sizin Mevlânız, yardımcınız Allahtır!
O, yardım edenlerin, edeceklerin en hayırlı sı dır."
"Hakkında Allah'ın hiçbir hüccet (delil) indirmediği şeyleri ona eş tanıdıklarından dolayı küfreden¬lerin kalbine şiddetli bir korku salacağız.
Onların yurtlan ateştir!
Zalimlerin dönüp varacağı yer, ne kötüdür!"
"Andolsun ki; Allah'ın size olan va'di-O'nun izniyle onları (düşmanlan) kolayca öldüregeldiğiniz, hatta sevmekte olduğunuz (zaferi) de size gösterdiği zamana kadar-yerine gelmişti.
Sonra, siz isyan ettiniz, verilen emir hakkında çekiştiniz, yılgınlık gösterdiniz!
İçinizden kimi dünyayı istiyor, kimi ahireti diliyordu.
Sonra, Allah size ibtilâ vermek için, onları (düşmanlan) geri çevirdi.
(Bununla beraber), sizi muhakkak bağışladı da.
Zaten, Allah mü'minler hakkında bol lütuf ve inayet sahibidir."
"O zaman, siz (harp meydanından) boyuna uzaklaşıyor, kimseye dönüp bakmıyordunuz!
Resûlullah ise, arkanızdan sizi çağırıp duruyordu!
Bunun üzerine, Allah sizi keder üzerine kederle cezalandırdı ki, ne elinizden giden (zafer)e, ne de başınıza gelen musibete mahzun olmayasınız.
Allah bütün yaptıklarınızdan, yapacaklarınızdan haberdardır."
"Sonra (Allah) o kaderin arkasından üzerinize öyle bir uyku indirdi ki, o, içinizden birzümreyi örtüp buruyordu.
Bir zümre de canlarının sevdasına düşmüştü. Allah'a karşı, haksız yere, Cahiliye zannı gibi kötü zanlarda bulunuyor ve 'Bu işten bize ne var?' diyorlardı.
De ki: 'Bütün iş, Allah'ındır!'
Onlar, sana açmayacaklarını içlerinde saklıyorlar, 'Bize o va'dolunan işten bir pay olsaydı, burada öldürülmezdik!' diyorlardı.
Onlara şöyle de: 'Siz Uhud'a çıkmayıp da evlerinizde oturmuş olsaydınız bile, öldürülmeleri üzer¬lerine yazılmış, takdir edilmiş olanlar, yine muhakkak vurulup düşecekleri yerlere çıkıp gidecekti (öldürüleceklerdi).'
Allah bunu göğüslerinizdekini yoklamak ve kalblerinizdekini temizlemek için yaptı.
Allah sinelerde saklanan herşeyi bilendir."
"Şüphe yok ki, iki ordu karşılaştığı gün, içinizden geri dönenler var ya, onları irtikap ettikleri bazı şeyler yüzünden ancak şeytan kaydırmak istedi.
Andolsun ki; Allah, yine, onları affetti.
Çünkü Allah çok yarlıgayıcıdır, cezalandırmakta acele edici değildir."
"Ey iman edenler! Siz o küfredip de yeryüzünde seyahat ve seferde yahut gazada bulundukları zaman ölen kardeşleri hakkında 'Bizim yanımızda olsalardı, ölmezler, öldürülmezlerdü' diyenler gibi olmayınız!
Allah bunu onların yüreklerinde bir hasret kalması için yaptı.
Allah hem diriltir, hem öldürür.
Allah ne yaparsanız hakkıyla görendir."
"Andolsun ki; eğer Allah yolunda ölür veya öldürülürseniz, Allah'ın bir yariıgaması ve esirgemesi, onların toplayacakları bütün şeylerden (dünyalıklardan) muhakkak daha hayırlıdır."
"Andolsun ki; ölseniz de, öldürülseniz de, muhakkak hepiniz Allah'ın huzurunda toplanacaksınız!"
"(Müslümanlar, başından dağıldıktan sonra dönüp yanına geldikleri zaman) sen Allah'tan gelen bir esirgeme sayesindedir ki, onlara yumuşak davrandın,
Eğer kaba, kat yürekli olsaydın, onlar etrafından herhalde dağılır giderlerdi.
Artık sen onlan bağışla. Allah'tan da, günahlarının bağışlanmasını iste.
İş hususunda da onlarla müşavere et!
Bir kere de azmettin mi, artık Allah dayan!
Çünkü Allah kendisine dayananlan sever."
"Allah size yardım ederse, artık sizi yenecek yoktur!
Şayet sizi yardımsız bırakırsa, O'ndan sonra, size yardım edebilecek kim var?
Mü'minler ancak Allah'a güvensin, dayansınlar?"
"Allah'ın rızasını tâbi olan kimse, Allah'ın hışmına uğrayan ve durağı Cehennem olan adam gibi midir?
O, ne kötü dönüş yeridir!"
"Onlar (Allah'ın rızasına tâbi olanlar) ise, Allah katında derece derecedir.
Allah, (kim) ne yaparlarsa, hakkıyla görendir."
"Andolsun ki; mü'minler daha önce apaçık ve kesin bir sapkınlık içinde bulunuyoriarken, Allah, içlerinden ve kendilerinden, onlara âyetlerini okur, onlan tertemiz yapar, onlara Kitab ve hikmeti öğretir bir resûl göndermiş olduğu için, büyük bir lutufta bulunmuştur."
"Sizin (Bedir'de) iki katini onların başlarına getirdiğiniz bir bela (Uhud'da) kendinize çatmış olduğu için mi 'Bu nereden geldi?' dediniz!
De ki: 'O, kendi katınızdandır!'
Şüphesiz ki, Allah herşeye hakkıyla kadirdir."
"İki ordunun karşılaştığı gün size gelen musibet, Allah'ın emriyle idi.
Bu da, Allah'ın mü'minleri, ayırd etmesi, münafık olanları da açığa vurması içindi.
Berikilere: 'Geliniz, Allah yolunda muharebe ediniz! Yahut, hiç olmazsa, düşmanın kendinize ve ailelerinize saldırmasını önleyiniz!' denildi de:
'Biz muharebe etmeyi bilseydik, elbette ki arkanızdan gelirdik!' dediler.
Onlar, o gün, imandan ziyade küfre yakındılar.
Kalblerinde olmayanı, ağızlarıyla söylüyorlardı.
Onlar ne gizlerlerse, Allah çok iyi bilendir."
"Kendileri (evlerinde) oturarak, kardeşleri için 'Eğer bizi dinleselerdi, ölmeyeceklerdi!' diyen o adamlara de ki:
'Öyleyse, kendi nefislerinizden ölümü geri çeviriniz! Eğer doğru söyleyici (kimse)ler iseniz?'
"Allah yolunda öldürülenleri, sakın ölüler sanma!
Bilakis, onlar Rableri katında diridirler!"
"(Öyle ki, Allah'ın) lütuf ve inayetinden kendilerine verdiği şeylerle hepsi de şâd olarak (Cennet nimetleriyle) nzıklanıriar!
Arkalarından henüz onlara katılamayanlar hakkında da:
'Onlara hiçbir korku yoktur! Onlar mahzun da olacak değillerdir!' diye müjde vermek isterler."
"Onlar, Allahtan (gelen) bir nimetle, (hatta) daha fazlasıyla ve Allah'ın mü'minlere olan mükâfatını zayi etmeyeceği müjdesiyle de sevinirler."
"Kendilerine yara isabet ettikten sonra, yine Allah'ın ve Resûlünün davetine icabet edenler, hele içlerinden iyilik yapanlar ve fenalıktan sakınanlar için, pek büyük mükâfat vardır."
"Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine '(Düşmanınız olan) insanlar size karşı ordu hazırladılar! O halde onlardan korkun!' dedi de, bu söz onların imanını arttırdı ve 'Allah bize yeter! O ne güzel Vekîl'dir!' dediler."
"Bunun üzerine, kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan, Allahtan bir nimet ve fazi ile (Hamrâü'l-Esed'den) geri dönüp (Medine'ye) geldiler.
Bu suretle, Allah'ın nzasına da uymuş bulundular.
Allah çok büyük lütuf ve inayet sahibidir."
"(Size o haberi getiren adam) mutlaka (sizi) kendi dostlarından korkutmakta olan o şeytandır.
Öyleyse, siz onlardan korkmayın, Benden korkun-eğer mü'minler iseniz!"
"O küfre koşuşanlar seni tasalandırmasın! Çünkü onlar Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler.
Allah onlara ahirette hiçbir nasip vermemeyi irade eder. Onlar için pek büyük bir azap vardır."
"İmanı bırakıp küfrü satın alan onlar, Allah'a hiçbir şeyle zarar veremezler. Onlar için pek acıklı bir azap vardır."
"O küfredenler, kendilerine zaman (ve meydan) vermemizi nefisleri için asla hayırlı sanmasın!
Onlara fırsat verişimiz ancak günahlarını arttırmaları içindir!
Onlara hor ve hakîr edici bir azap vardır."
"Allah halis mü'minleri üzerinde bulunduğunuz şu halde bırakacak değildir.
Nihayet, m urdan temizden ayıracaktır.
Bununla birlikte, Allah size gaybı da bildirecek değildir.
Fakat, Allah resûllerinden kimi dilerse, seçer. (Gaybı ona bildirir.)
Onun için, siz, Allah'a ve resûllerine iman ediniz!
Eğer iman eder ve günahlarınızdan sakınırsanız, size de pek büyük mükâfat vardır." [624]

İslâmî Hükümlere Göre Yapılan İlk Miras Taksimi

Cabir b. Abdullah derki:
"Sa'd b. Rebi1, Uhud'da şehit oldu.
Resûlullah Aleyhisselam Medine'ye döndü, sonra Hamrâü'l-Esed'e gitti. [625]
O sırada, Sa'd b. Rebi'in kardeşi gelip Sa'd'ın mirasını aldı.
Sa'd b. Rebi'in iki kız çocuğu vardı. Zevcesi* de, hamile idi.
Müslümanlar, Cahiliye devrinde olduğu şekilde, birbirlerinden miras alırlardı.
Sa'd b. Rebi' şehit olduğu zaman, miras âyeti daha inmemişti. [626]
Sa'd b. Rebi'in zevcesi, iki kızı ile birlikte Peygamber Aleyhisselamın yanına geldi ve:
'Yâ Rasûlallah! Şuncağızlar, Sa'd b. Rebi'in kızlarıdır. Babalan senin yanında Uhud günü çarpışırken şehit oldu.
Kızların amcası gelip bütün mallarını aldı, şuncağızlara hiçbir mal bırakmadı. Bilirsin ki, malları olmadıkça, hiçbir zaman evlenemezler!' dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
'Her halde, Allah bu hususta hükmünü verir' buyurdu.
Bunun üzerine, Yüce Allah, Peygamber Aleyhisselama miras âyetini indirdi [627] ve orada şöyle buyurdu:
"Allah size miras hükümlerini şöyle tavsiye ve emr eder:
Çocuklarınız hakkındaki hüküm:
Çocuklardan erkeğe, iki dişi payı kadar vardır.
Eğer çocuklar, hepsi dişi olmak üzere ikiden çok iseler, ölünün bıraktığı malın üçte ikisi onlarındır.
Dişi tek ise, o zaman, malın yansı onundur.
Ölünün bir tek çocuğu varsa, ölünün ana ve babasından her birine terikenin altıda biri verilir.
Fakat, çocuğu yoksa, ölüye yalnız ana ve babası varis oluyorsa, terikenin üçte biri anasınındır, geri kalan da babasının hakkıdır.
Eğer ölenin erkek, dişi kardeşleri varsa, annesinin hissesi altıda birdir.
Bu hükümler, ölünün borcu ödendikten ve yaptığı vasiyeti yerine getirildikten sonradır.
Siz, babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz.
Bu hükümler, bu hisseler, Allah'tan birer farîzadır. Şüphesiz ki, Allah herşeyi bilen ve yerli yerince hükmedendir. [628]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa'd b. Rebi'in zevcesini ve Sa'd b. Rebi'in kardeşi¬ni çağırttı. [629]
Sa'd b. Rebi'in kardeşi Belharis b. Hazrecler arasında bulunuyordu.
Kendisi, çok yorgun bir halde Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi. [630]
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sa'd'ın iki kızına malın üçte ikisini, kızların annesine de sekizde birini ver!
Geri kalanı da senindir!" buyurdu. [631]
Amre Hatun kendisini tutamadı, yüksek sesle "Allahuekber!" diyerek tekbir getirdi.
Mescidde bulunanlar, onun tekbirini işittiler. [632]
İslâm'da ilahî hükümlere göre ilk miras taksimi, Sa'd b. Rebi'in veresesi arasında böylece yapılmıştır. [633]








________________________________________
UHUD'DAN SONRA:SEFERLER, ŞEHİTLER VE ZAFERLER

Katan Seferi

Seferin Mevkii

Katan; Necid nahiyelerinden [1] Feyd'de, [2] Benî Sa'd'lara ait bir dağın [3] su başlarından bir suyun adıdır. [4]

Seferin Tarihi

Peygamberimiz Aleyhisselamin Medine'ye hicretinin 35. Muharrem ayının başıdır. [5]

Seferin Sebebi

Tayyi' kabilesinden Velid b. Züheyr'in ashabdan Tuleyb b. Umeyrln zevcesi bulunan yeğenini ziyaret için Medine'ye geldiği zaman, [6] söz arasında, Esed oğulları kabilesinde Huveylid'in iki oğlu Tulayha ile Seleme'nin kendi kavimlerini ve kendilerine bağlı olanları Resûlullah Aleyhisselamla çarpış¬maya davet ve teşebbüs ettiğini haber vemnesidir. [7]

Benî Esedler Üzerine Askerî Bir Birlik Gönderilişi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Esed oğullarından Huveylid'in iki oğlu Tulayha ile Seleme'nin Esed oğulları ve müttefiklerini Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya davet ve teşebbüs ettiğini öğren¬ince, Ebu Seleme b. Abdulesed'i çağırıp ona bir sancak bağladı ve maiyyetine de Muhacirler ve Ensardan 150 kişi vererek:
"Seni bu askerî birliğe kumandan tayin ettim. Bunları Benî Esedlerin yurduna götür! Onlar sana gelmeden, sen onların üzerine yürü! Baskın yap!" buyurdu.
Allah'ın emirlerine aykırı tutum ve davranışlardan sakınmasını ve maiyyetindeki Müslümanlar için hayırlı olmasını da ona tavsiye etti. [8]
Mücahidler; Velid b. Züheyrln kılavuzluğumla, ıssız ve sapa yollardan hızla giderek Esed oğullarının toplandıkları su başlarından biri olan Katan'a yaklaştılar. Orada, Esed oğullarının bir kısım yaylım hay¬vanlarını bulup iğtinam ettiler. Esed oğullarının çobanlarından üçünü yakaladılar. Kaçan çobanlar, İslâm muvahhidlerinin sayılarının çokluğunu haber vererek Esed oğullarını korkuttular. Esed oğulları, her yerde dağılmaya başladılar. [9]
Bu sefierde Mes'ud b. Urve şehit oldu. [10]
Allah ondan razı olsun! [11]

Halid b. Süfyan Ne Zaman, Ne İçin ve Nasıl Öldürüldü?

Abdullah b. Üneys der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam beni çağırdı da:
'Bana erişen habere göre; Halid b. Süfyan b. Nübeyhü'l-Hüzelî benimle çarpışmak için halkı başı¬na toplamakta ve kendisi de şimdi Nahle'de veya Urene'de bulunmaktadır.
Git de, öldür onu!1 buyurdu. [12]
'Yâ Rasûlallah! Ben onu tanımıyorum. [13] Onu bana tarif et de, tanıyayım' dedim. [14]
Resûlullah Aleyhisselam:
'Sen onu gördüğün zaman, sana şeytanı hatırlatacak; [15] vücudunda bir titreme ve ürperme de bula¬cak, [16] ondan korkacaksın!' buyurdu.
'Yâ Rasûlallah! Ben adamlardan, [17] hiçbir şeyden korkmam' dedim. [18]
Resûlullah Aleyhisselamdan, gerektiğinde, aleyhinde birşeyler söylememe izin vermesini istedim.
Dilediğimi söylememe izin verilince, [19] kılıcımı kuşandım, [20] Huzâalara doğru yola çıktım, Kudeyd'e ulaştım.
Orada, Huzâalardan birçok kimseler buldum.
Onlar bana binit ve arkadaşlar vermek istedilerse de, kabul etmedim.
Şerife ve nihayet Ureney'e ulaştım. [21]
Orada Halid b. Süfyan'ın kadın çobanına rastladım. Ona:
'Sen kimin çobanısın?' diye sordum.
'Süfyan'ın oğlunun!' dedi.
'O nerededir?' diye sordum.
'Şimdi gelir!' dedi.
Çok geçmeden, Halid b. Süfyan, elindeki asasına dayanarak, [22] arkasında da her çeşit halk bulun¬duğu halde geldi.
Kendisini görür görmez tanıdım, titredim, tüylerim ürperdi!
Kendi kendime:
'Allah ve Resûlü doğru söyler' dedim. [23]
Yanına vardığım zaman, benim için:
'Bu adam da kim?!' dedi. [24]
'Ben Araplardan, [25] Huzâalardan bir adamım! [26] Seni ve senin o adamla [Peygamberimiz Aleyhisselam kastediliyor] çarpışmak üzere adamlar topladığını işittim.
Bunun için, yanına geldim. [27] Sana yardım edeyim, [28] senin yanında olayım diye geldim!' dedim.
Bana:
'Evet! Öyledir! Ben bu işin üzerindeyim! [29] Onun için adamlar toplamaktayım dedi.
Kendisiyle konuşmaya ve çadırına varıncaya kadar birlikte yürümeye devam ettim.
Çevresinde dönüp dolaşan adamları yakınındaki konak yerlerine dağıldıkları, halk uykuya daldığı ve onu öldürmek fırsatı hasıl olduğu zaman kılıçla vurup öldürdüm! H emen dağa çıktım, bir mağaraya girip gizlendim. Atlılar ve yayalar beni her tarafta aramaya koyuldularsa da, bulamadılar.
Geceleri yürümek, gündüzleri gizlenmek suretiyle, Medine'ye gelip kavuştum.
Resûlullah Aleyhisselamı Mescidde buldum. [30]
Resûlullah Aleyhisselam, beni görünce:
'Muradına erdin!' buyurdu. [31]
'Yâ Rasûlallah! Onu öldürdüm!' dedim.
'Doğru söyledin!' buyurdu.
Sonra, evine götürüp bana bir asa verdi ve:
'Ey Abdullah b. Üneys! Bu asayı yanında tut!' buyurdu.
Halkın yanına asa ile varınca, bana:
'Nedir bu asa?' diye sordular.
'Bunu bana Resûlullah Aleyhisselam verdi ve yanımda tutmamı emir buyurdu!' dedim.
'Resûlullah Aleyhisselamın yanına dön de, bunu sana ne için verdiğini kendisine sor!' dediler.
Ben de Resûlullah Aleyhisselamın yanına döndüm ve:
'Yâ Rasûlallah! Bu asayı bana ne için verdin?1 diye sordum.
Resûlullah Aleyhisselam:
'O aramızda Kıyamet gününde bir alâmet olsun diye verdim. O zaman, asalara dayanan insanlar pek azdır!' buyurdu." [32]
Abdullah b. Üneys'in Halid b. Süfyan'ı öldürmeye gidişi ve öldürüp dönüşü 18 gece sürdü. Muharrem ayının çıkmasına yedi gün kala, Cumartesi günü Medine'ye geldi. [33]
Abdullah b. Üneys; Peygamberimiz Aleyhisselamın verdiği asayı, kılıcı ile birleştirdi. Ölünceye kadar, o asa kendisinin yanında kaldı. Sonra, onu kefeninin içine konulsun diye vasiyet etti.
Öldüğü zaman, ikisi birlikte defnedildiler. [34]
Allah ondan razı olsun! [35]

Reci' Seferi Ne Zaman, Ne İçin ve Nasıl Yapıldı?

Seferin Tarihi

Reci1 seferi, Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye hicretinin 36. Safer ayında, [36] 3. yılın sonun¬da, Saferayının ortalarında idi. [37]

Seferin Adı ve Mevkii

Seferin adı Reci'dir.
Reci1; H icaz'da Hüzeyl kabilesine ait bir su olup, Hed'et'in yukarısındadır. [38] Mekke ile Usfan arasındadır. [39]
Reci'in Hed'et'e uzaklığı 7 mil, Hed'et'in Usfan'a uzaklığı da 7 mildir. [40]

Seferin Sebebi

1- Hun b. Hüzeyme b. Müdrike soyundan, Adal ve Kare kabilesinden birtakım kişiler, Medine'ye gel¬erek:
"Yâ Rasûlallah! İslâmiyet kabilemiz içinde yer almaya başladı. Ashabından bazı kimseleri bizimle birlikte gönder de, onlar bize dinî bilgileri öğretsinler, Kur'ân okusun ve okutsunlar! Bize İslâm şeriatını öğretsinler!" dediler. [41]
2- Kureyş müşriklerinin lideri Ebu Süfyan b. Harb; Hamrâü'l-Esed'den ayrılıp Mekke'ye giderken, Abdulkays oğullarından rastladığı bir kafile ile, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Biz, onun ve ashabının üzerine yürümeye ve köklerini kazımaya karar verdik"! diyerek haber gön¬dermiş bulunuyordu. [42]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Kureyş müşriklerinin Müslümanlara karşı askerî bir hareket hazırlığı içinde bulunup bulunmadıklarından vaktinde haberdar olmak için [43] ashabından bazılarını Mekke taraflarına gözcü olarak göndermek niyetinde idi. [44]
Bunun için, Adal ve Kare kabilesinden gelip Müslüman olduklarını söyleyen kişilerin kabilelerine din öğretmeni gönderilmesi hakkındaki dileklerini, Peygamberimiz Aleyhisselam müsait karşıladı. [45]

Gözcü ve Din Öğretmeni Olarak Gönderilenlerin Sayısı

Adal ve Kare kabileleri temsilcilerinin istekleri üzerine gönderilen sahabilerin sayısı altı [46] yahut yedi [47] ya da on idi. [48]
İçlerinden Mersed b. Ebi Mersed [49] yahut Asım b. Sabit kumandan tayin edilmişti. [50] Kastalânî, en doğrusunun bu olduğu söyler. [51]

Gözcü ve Din Öğretmeni Olarak Gönderilen Sahabilerden Bazılarının İsimleri ve Nasıl Gadr ve
Hıyanete Uğradıkları

1- Mersed b. Ebi Mersed,
2- Asım b. Sabit,
3- Halici b. Bükeyr,
4- Hubeyb b. Adiyy,
5- Zeyd b. Desinne,
6- Abdullah b. Târık, [52]
7- Muattib b. Ubeyd... olup, bunlar Mekke ile Usfan arasında bulunan ve Hüzeyllere ait olan su başı¬
na, Hed'et'in yakınına vardıkları zaman, Adal ve Kare temsilcilerinin gadr ve hıyanetine uğradılar. [53]
Adal ve Kare kabileleri, Lihyan oğulları diye anılan Hüzeyl kabilesine haber salıp, onlardan, Müslümanlara karşı kendilerine yardım etmelerini istediler.
Gelen yüze yakın Hüzeyl okçuları, İslâm gözcü ve irşad birliğini izlemeye ve aramaya başladılar.
Onların indikleri ve Medine hurmasını yiyip çekirdeklerini attıkları yeri buldular.
"İşte, Yesrib (Medine) hurması çekirdekleri!" diyerek bağrışıp, Müslüman gözcü ve irşad birliğinin izlerini sürmeye başladılar. En sonunda, Asım b. Sabitle arkadaşlarına-sığındıklan dağın tepesinde-kavuştularve çevrelerini sardılar. Onlara:
"Eğer yanımıza inerseniz, sizlerden hiçbir kimseyi öldürmeyeceğimize kesin söz veriyoruz! [54]
Vallahi, biz sizi öldürmek istemiyoruz!
Biz sizi ancak Mekkelilere teslim edip onlardan birşeyler* almak istiyoruz.
Sizi öldürmemek üzere, Allah'a söz veriyoruz!" dediler.
Asım b. Sabit, Mersed b. Ebi Mersed ve Halid b. Bükeyr:
"Vallahi, biz müşrikten hiçbir zaman ahd ve akd kabul etmeyiz!" dediler. [55]
Asım b. Sabit:
"Allah'ım! Günün başında ben senin dinini korudum!
Günün sonunda da, sen benim etimi, tenimi koru! [56]
Allah'ım! Halimizden, Peygamberini haberdar et!" diyerek dua etti ve:
"Vallahi, ben kâfirin himayesine girmem ve aşağı inmem!" dedi.
Müşrikler onları oka tuttular.
İçlerinde Asım b. Sabit'in de bulunduğu yedi sahabiyi şehit ettiler. [57]
Yüce Allah bu şehitleri ilahî rahmet ve rızasına mazhar kılsın! [58]

Sülâfe'nin Asım b. Sabit Hakkındaki Adağı

Asım b. Sabit, Uhud savaşında müşrik kadınlarından Sülâfe'nin iki oğlunu okla vurup öldürmüş, Sülâfe de Asım b. Sabit'in başını ele geçirecek olursa kafatası ile şarap içmeyi adamış [59] ve onun başını kendisine getirecek olana da yüz deve vermeyi vaad etmişti.
Bunu bütün Araplar ve Lihyan oğulları bilmekte idiler. [60]
Asım b. Sabit ise, kendisine hiçbir müşrikin dokunmaması, kendisinin de hiçbir müşrike el sürmemesi hakkında Allah'a söz vermiş bulunuyordu.
Hüzeyller Asım b. Sabit'in başını alıp Sülâfe'ye satmak için cesedine doğru vardıkları zaman, aralarına giren anlardan, cesede yaklaşamadılar.
"Bırakın onu! Akşam olup arılarbaşından dağılınca alırız!" dediler.
Fakat, Yüce Allah'ın gökte bul ut yokken gönderdiği sel Asım'ın cesedini hiç bulunamayacak biryere alıp götürdü! [61]

Hubeyb b. Adiyy İle Zeyd b. Desinne'nin Başlarına Gelenler

Hubeyb b. Adiyy ile Zeyd b. Desinne ve Abdullah b. Târik müşriklerin sözlerine kanarak bulunduk¬ları yerden yanlarına inip teslim oldukları zaman, müşrikler onların ellerini yay telleriyle sımsıkı bağladılar. [62]
Mekkelilere satmak için, Mekke'ye doğru götürdüler.
Mekke yakınındaki Zahran'a vardıkları zaman, Abdullah b. Tank, bağladıkları ipten elini çıkarıp kılıcına yapıştı.
Hüzeylîler geri çekildiler, onu taşa tuttular ve taşla şehit ettiler.
Kendisinin kabri Zahran'da bulunmaktadır. [63]
Yüce Allah ondan razı olsun!
Hüzeylîler, Hubeyb b. Adiyy ile Zeyd b. Desinne'yi Mekke'ye götürüp satılığa çıkardılar.
Hubeyb'i Huceyr b. Ebi İhab, öldürülmüş olan babasının karşılığı olarak öldürmek üzere, satın aldı.
Zeyd b. Desinne'yi de, babası Ümeyye b. Halefin karşılığı olarak öldürmek üzere, Salvan b. Ümeyye satın aldı.
Hubeyb b. Adiyy, Maviye adlı kadının evindeki bir hücrecikte; Zeyd b. Desinne de Salvan b. Ümeyye'nin kölesi Nıstas'ın evinde hapsedildi. [64]
Huceyr b. Ebi İhab'ın (sonradan Müslüman olan) kölesi Maviye Hatun der ki:
"Hubeyb, benim yanımda, evimde hapsolunmuştu.
Bir gün, Hubeyb'in yanına varınca gördüm ki, elinde adam başı gibi büyük bir üzüm salkımı bulunuyor ve o ondan yiyordu! [65]
O zaman, Mekke'de, [66] hatta Allah'ın bütün yeryüzünde üzümün tanesi bile var mıydı, bilmiyo¬rum ! [67]
Kendisi zincirle bağlı olduğu halde, bunu ona nzık olarak ancak Allah veriyordu!
Ben Hubeyb'den daha hayırlı bir esir görmedim! [68]
Hubeyb Kur'ân okur, teheccüd namazı kılardı.
Onun okuduğu Kur'ân'ı dinleyen kadınlar rikkate gelir, ağlarlardı.
Hubeyb'e:
'Ey Hubeyb! Senin herhangi bir ihtiyacın var mı?' diye sormuştum.
'Hayır! Senin bana tatlı su içirin enden, putlar adına kesilen hayvanların etlerini tattırmamandan, bir de, öldürülmek istenildiğim zamanı bana haber vermenden başka birşeye ihtiyacım yok!' dedi.
Haram olan aylar çıkıp kendisini öldürmeye karar verdiklerini bildirdiğim zaman, vallahi, onun bun¬dan hiçbir korku ve kaygı duyduğunu görmedim. [69]
Öldürüleceği gün gelip çatınca, Hubeyb:
'Bana bir bıçak (ustura) gönder ki, onunla (ölüm için) etek temizliği yapayım?' dedi. [70]
Bunun üzerine, üvey oğlum Ebu Hüseyn'e [71] bir ustura verdim ve:
'Bunu, şu evdeki adamın yanına gir de, kendisine ver!' dedim.
Sonra da, kendi kendime:
'Ben ne yaptım?! Vallahi, adam bu çocuğu öldürmekle öcünü alır, böylece adama karşı adam öldürülmüş olur!?' dedim.
Hubeyb usturayı çocuğun elinden aldı. [72]
Çocuğun Hubeyb'in dizine oturmuş ve usturayı da Hubeyb'in elinde olduğunu görür görmez, son derece korktum.
Hubeyb, korktuğumu anlayınca, bana:
'Çocuğu öldürürüm diye mi korkuyorsun?!
Korkma! İnşaallah, ben böyle birşey işlemem ! [73]
Haksız yere cana kıymak bizim hal ve şanımızdan değildir!' dedi. [74]
Bunun üzerine, ona:
'Ey Hubeyb! Ben sana Allah'ın emânıyla emniyet ettim.
Sana verdiğim usturayı senin İlâhın için verdim. Yoksa, oğlumu öldüresin diye vermedim!' dedim.
Hubeyb:
'Ben senin oğlunu öldürecek bir kimse değilim! Dinimizde haksız yere cana kıymak bize helâl değildir!' dedi.
Kendisini, hapisten çıkaracaklarını ve ertesi günü sabahleyin de, öldüreceklerini haber verdim."
Müşrikler; öldürmek üzere kararlaştırdıkları gün gelince, Hubeyb ile Zeyd'in zincirlerini çözdüler ve kendilerini Mekke Haremi dışında bulunan, Mekke'ye iki fersah uzaklıkta olan Ten'im'e götürdüler. Kadın, çocuk, köle.. Mekke halkının hemen hepsi, seyretmek için birlikte gittiler. [75] Hubeyb ile Zeyd Ten'im'e götürülürlerken, başlarına gelene karşı sabırlı olmayı, katlanmayı birbir¬lerine tavsiye ettiler. [76]
Müşrikler Ten'im'de bir çukur kazdılar, kuru ve uzun bir ağaç gövdesini o çukura diktiler.
Hubeyb'i onun yanına götürdüler. [77]
Hubeyb:
"İki rekat namaz kılmak için bana müsaade ediniz!" dedi.
Kendisini, namaz kılmak için, bıraktılar.
Hubeyb, hafifçe iki rekat namaz kıldıktan sonra:
"Vallahi, eğer hakkımda ölümden korktu da namazı bunun için uzatıyor diye zannetmeyecek olsay¬dınız, namazımı uzatırdım!" dedi ve:
"Bunların hepsini helak et, birer birer canlarını al! Hiçbirini sağ bırakma! [78]
İlâhî! Ben şuracıkta düşman yüzünden başka yüz göremiyorum ! [79]
İlâhî! Şuracıkta, Resûlüne elçi olarak gönderilecek bir kimse bulamıyorum! Resûlüne selâmımı sen tebliğ et! [80]
İlâhî! Biz Senin Resûlünün elçiliğini tebliğ ettik.
Sen de bize yapılanı sabahleyin Resûlüne tebliğ et!" diyerek dua etti. [81]
Cebrail Aleyhisselam, gelip bunu Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi. [82]
Hubeyb'i darağacına kaldırıp sıkıca bağladılar. [83]
Urve b. Zübeyr ve Musa b. Ukbe'den rivayet edildiğine göre; [84] Bediide öldürülen müşriklerin oğulları darağacında bağlı olan Hubeyb'i silahlarıyla yarmaya, yırtmaya giriştiler. [85]
Hubeyb, okuduğu beyitlerde:
Her taraftan birçok halkın, çoluk çocukların kendisinin başına toplandığını,
Asılmak üzere uzun bir ağaç gövdesine yaklaştırıldığını,
Bağlı olduğu için herkesin elinden geldiği kadar kendisine düşmanlık ettiğini,
Hem çektiği mihnet ve meşakkat, hem de garipliğinden dolayı Cenab-ı Hakka şikayetlendiğini,
Din düşmanlarının yaptıkları, özellikle etlerini yarıp yırtmak suretiyle reva gördükleri işkencelerden dolayı kurtuluş ümidi kalmadığından Yüce Arş Sahibinden sabır istediğim,
Uğradığı bu musibetin Allah yolunda olduğu cihetle, kesilen, biçilen, yarılan, yırtılan uzuvlarından dolayı me'curolacağını,
Teklif ettikleri küfür ve irtidadı kabul etmektense, ölümün kendisine daha kolay olduğunu,
Her ne kadar bir ara gözleri yaşla dolar gibi olmuşsa da yaş akmadığını ve er geç öleceği cihetle, kendisinin ölümden çekincesi olmayıp ancak Cehennem ateşinin hararetinden korktuğunu, hiçbir sure¬tle düşmanlara boyun eğmeyeceğini,
Sabırsızlık göstermeyeceğini,
Dönüş yerinin huzûr-u ilahî olacağını... dile getirdi. [86]
Beyitlerinin sonunda da:

________________________________________
"Ben Müslüman olarak öldürülmüş olduktan sonra, ölümüm ne suretle olursa olsun, aldırış etmem!
Çünkü, onların hepsi Allah yolundadır!
O, dilerse, bu tarumar olan vücuduma feyiz ve bereket ihsan eder!" dedi. [87]
Haris b. Bersâ der ki:
"Hubeyb b. Adiyy beddua ederken, ben de hâzır bulunmuştum
Vallahi, bizden hiç kimsenin sağ kalmayacağını sanmıştım!" [88]
Muaviye b. Ebu Süfyan da:
"Hubeyb b. Adiyy'in öldürüleceği gün hâzır olanlar içinde, (babam) Ebu Süfyan'la birlikte orada ben de bulundum.
Hubeyb'in duasından korkarak yere yattım.
'Bir adamın üzerine beddua edildiği zaman, adam yanının üzerine yatarsa, o beddua ondan gider' derlerdi" demiştir. [89]
Diğer rivayete göre; babası Ebu Süfyan hemen yere yatmış ve oğlu Muaviye'yi de birden çekip arkasının, kuyruk sokumunun üzerine düşürdüğü için onun rahatsızlanmasına sebep olmuş, rahatsızlığı bir müddet geçmemiştir. [90]
Huvaytıb b. Abduluzzâ, yapılan duayı işitmekten korkarak parmaklarını kulaklarına tıkamış, oradan kaçmıştır!
Cübeyr b. Mut'im, o zaman, Hubeyb'in bedduasından korkup, adamların arasına karışmıştır. [91]
Saîd b. Amir'e, arada sırada baygınlık gelirdi.
Hz. Ömer, halifeliği sırasında, Saîd b. Âmirin bu halini işitip sebebini sorunca, Saîd b. Âmir: "Ey mü'minler emîri! Bende bir hastalık yoktur.
Fakat, ben Hubeyb b. Adiyy'in öldürülmesi sırasında orada hâzır olanlar içinde bulunmuş, onun bedduasını dinlemiştim.
Vallahi, bunu ne zaman bir mecliste hatırlasam, muhakkak, üzerime baygınlık gelir!" dedi. [92]
Nevfel b. Muaviye de der ki:
"Hubeyb beddua ederken, ben de orada ve ayakta idim. Onun bedduasından korkarak hemen yere yattım!
Orada bulunup da Hubeyb'in bedduasından korkarak kaçışmayan bir kimse görmedim! Bir ay ve daha da fazla bir zaman, Kureyş'in meclislerinde Hubeyb'in bedduasından başka bir söz konuşulmamıştır." [93]

Hubeyb'in Darağacında Can Verişi

Müşrikler, Bedir savaşında öldürülmüş bulunanların oğullarından kırk çocuk bulup, her birine birer mızrak verdiler ve:
"Sizin babalarınızı bu öldürdü! Onu hafif hafif mızraklayınız!" dediler. [94]
Ukbe b. Haris, darağacında bağlı bulunan Hubeyb'e doğru vardı, onu mızrakladı. [95]
Hubeyb'in göğsünden saplanan mızrağın ucu, sırtından dışarı çıktı!
Hubeyb:
"Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûlüh=Şehadet ederim ki; Allah'tan başka ilah yoktur! Ve yine şehadet ederim ki; Muhammed (Aleyhisselam) O'nun kulu ve resûlüdür!" diyerek şehadet getirdikten sonra, ruhunu Yüce Allah'a teslim etti . [96]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O benim Cennette refîkimdir!" buyurmuştur. [97]
Yüce Allah, onu rahmet ve rızasına mazhar kılsın!
Ukbe b. Haris ise: "Vallahi, Hubeyb'i ben öldürmedim! Çünkü, ben daha küçüktüm. [98] O zaman, çocuktum. [99]
Fakat, Abduddar oğullarının kardeşi Ebu Meysere, mızrağı alıp benim elime verdi. Sonra, elimden tutup, mızrağı ona sapladı ve onu öldürdü!" demiştir. [100]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI   İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:55 pm

Zeyd b. Desinne'nin Tutukluluk Hayatı ve Şehit Edilişi

Zeyd b. Desinne'yi, Salvan b. Ümeyye, babası Ünneyye'nin karşılığında öldürmek üzene satın almıştı. [101] Zincirle bağlı ve tutuklu olarak bulunduruyordu.
Zeyd b. Desinne, geceleri teheccüd namazı kılar, gündüzleri oruç tutardı.
Kendisine getirilen et yemeklerini yememesi, Safvan b. Ümeyye'nin ağırına gitti.
Safvan b. Ümeyye, ona et yemeğini ne için yemediğini sordu.
Zeyd b. Desinne:
"Ben Allahtan başkasının adına kesilen hayvanın etini yemem. Fakat, sütü içerim" dedi.
Bunun üzerine, Safvan, ona her gün büyükçe bir kapla süt götürülmesini emretti.
Zeyd b. Desinne sütle oruç tutar, orucunu da onunla açardı. [102]
Zeyd b. Desinne'nin şehit edileceği zaman, Safvan b. Ümeyye onu kölesi Nıstas'la-Harem dışında¬ki-Ten'im'e gönderdi.
Orada, müşriklerden birçok kimse toplanmıştı. [103]
Ten'im'e aynı günde götürülen Zeyd b. Desinne ile Hubeyb b. Adiyy, karşılaştıkları ibtilâ hakkında birbirlerine sabır tavsiye ettiler. Ten'im'de kendisi için darağacı dikildiği zaman, Zeyd b. Desinne de:
"İki rekat namaz kılayım!" dedi, kıldıktan sonra, kendisini darağacına kaldırıp bağladılar.
Müşrikler, Zeyd b. Desinne'ye:
"Gel, şu sonradan ortaya çıkarılan dininden dönüp bizim dinimize bağlan da, seni serbest bırakalım" dediler.
Zeyd b. Desinne:
"Hayır! Vallahi, ben hiçbirzaman dinimden ayrılmam!" dedi. [104]
E bu Süfyan:
"Sana Allah adına and veriyor ve soruyorum: Şimdi yanımızda, senin yerine Muhammed bulunup da onun boynunu vurmamızı, senin ise ailenin içinde sağ salim yaşamanı arzu etmez misin?" dedi.
Zeyd b. Desinne:
"Vallahi, ben ailem içinde sağ salim oturup da Muhammed (Aleyhisselam)'ın-değil sizin yanınızda, hatta şimdi bulunduğu yende bile-ayağına bir dikenin batmasına, batıp incitmesine razı olamam!" dedi.
E bu Süfyan:
"Ben, insanlar içinde, ashabının Muhammed'i sevdiği gibi, hiçbir kimsenin hiçbir kimseyi sevdiğini görmemişimdir!" demekten kendini alamadı. [105]
Müşrikler, Zeyd b. Desinne'yi, dininden döndürmek için oka tuttular.
Fakat, bu da onun imanını ve İslâmiyete bağlılığını arttırmaktan başka bir işe yaramadı. [106]
Zeyd b. Desinne'yi Safvan'ın kölesi Nıstas şehit etti. [107]
Yüce Allah, Zeyd b. Desinneyi rahmet ve rızasına mazhar kılsın!
Reci' haberi Medine'de yayılınca, münafıklardan bazı adamlar: "Yazık oldu şu işkenceye uğratılan ve öldürülenlere!
Onlar ne çoluk çocuklarının içinde sağ salim oturdular, ne de adamlarının elçiliğini yerine getire-bildiler!" diyerek bozgunculuğa ve yaygaraya başladılar. [108]

Bi'r-i Maûne Seferi Ne Zaman, Ne İçin ve Nasıl Yapıldı?

Uhud savaşından dört ay sonra, Hicretin dördüncü yılı Safer ayında, Ebu Berâ1 Amir b. Malik b. Cafer, Medine'ye gelerek, Peygamberimiz Aleyhisselamı ziyaret etmişti. [109]
Kendisi Âmir b. Sa'saa oğulları kabilesinin seyyidi, lideri idi. [110]
Ebu Berâ1, getirdiği iki afla iki deveyi [111] hediye etmek istedi ise de, Peygamberimiz Aleyhisselam onun hediyesini kabul etmedi [112] ve:
"Ey Ebu Berâ'! [113] Ben müşrikten hediye kabul edemem [114] Eğer hediyeni kabul etmemi istiyorsan, Müslüman ol!" buyurdu ve İslâmiyette neler olduğunu, Allah'ın mü'min kullarına vereceğini va'dettiği sevap ve mükâfatları haber verdi ve Kur'ân-ı Kerîm okudu. [115]
Ebu Berâ1 ne Müslüman oldu, ne de ondan uzak kaldı. [116]
"Ey Muhammedi Ben senin işini pek güzel ve pek şerefli görüyorum! [117] Kavmim benim arkam-dadır, ne dersem yaparlar. [118]
Ashabından, Necid halkına birtakım adamlar göndersen ve onlar da onları senin işine davet etsel-er, [119] umarım ki onlar senin davetine icabet ederler, işine tâbi olurlar. [120] Tâbi olunca da, arbk davet ettiğin işin öyle parlar ve güçlenirsin ki, diyecek yok! [121]
Sen istediğin kişileri Necid halkına gönder!" dedi. [122]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben göndereceğim kişilere Necidlilerin fenalık etmelerinden korkarım!" buyurdu. [123]
Ebu Berâ1:
"Ben onları himayeme alır, korurum. [124] Korkma! Necid halkından hiç kimse onlara engel olamaz, dokunamaz! [125] Göndereceğin kişileri gönder! Halkı senin işine davet etsinler!" dedi. [126]
Rı'l, Zekvan, Usayya ve Lihyan oğullarından da bazı kimseler, gelip Müslüman olduklarını söylemişler; [127]
"Bize Kur'ân ve sünneti öğretecek;" [128] aynı zamanda kavimlerinden muhalefet edenlere karşı kendilerine yardım edecek adamlar göndermesini Peygamberimiz Aleyhisselamdan istemişlerdi. [129]
Ebu Berâ1, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ben kavmimin yanına döner, göndereceğin kişileri görür gözetirim!" diyerek, [130] Medine'den ayrılıp Necid bölgesine doğru gitti.
Peygamberimiz Aleyhisselamın ashabını himayeye aldığını bildirerek, onlara dokunmamalarını Necidlilere sıkı sıkı tenbih etti.
Necidliler de:
"Ebu Berâ'ın himaye taahhüdü bozulmayacak, onun taahhüdüne aykırı davranışlarda bulunulmay¬acaktır" dediler.
Fakat, Ebu Berâ'ın yeğeni Âmir b. Tufeyl amcasının isteklerini yerine getirmeye yanaşmadı, ona aykırı davrandı. [131]

İslâm İrşad Birliğinin Gönderilişi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Ebu Berâ'ın gönderilecek irşad birliğini koruyacağı hakkında verdiği kesin söz üzerine, Sâide oğullarının kardeşi Münzirb. Amr'ın kumandası altında kırk kişilik [132] veya otuz kişilik [133] veya yetmiş kişilik [134] irşad birliğini o taraflara yolladı. [135]
İrşad birliğine katılan ashabın dördü Muhacirlerden, diğerleri Ensardandı. [136]
Gönderilen irşad birliğinin önce kırkının, arkasından da otuzunun takviye olarak gönderilmiş olduğu ve gönderilenlerin sayısının böylece yetmişi bulduğu göz önünde tutulacak olursa, her üç rivayetin de doğru olduğu anlaşılır.
İrşad birliği; Süleym oğullarından Muttalib'in kılavuzluğu ile Maûne Kuyusuna doğru yollarına devam edip, bir sabah Bi'r-i Maûne'nin başına indiler. [137]
Bi'r-i Maûne; Âmir oğulları yurdu ile Süleym oğulları yurdu arasında olup, her ikisinin bölgesine yakındır. Fakat, Süleym oğullarının kara taşlıklarına daha yakındır. [138]
Bi'r-i Maûne, Süleym oğullarına ait sulardandır. [139] Mekke ile Usfan arasındaki bölgededir. [140]
İslâm irşad birliği Bi'r-i Maûne'nin başına indikleri zaman, binek develerini otlatmak üzere, Amr b. Ümeyye ile Münzirb. Muhammed'i mer'aya gönderdiler. [141]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Necid halkı ve Âmir oğulları liderlerine verilmek üzere, bir mektup da göndermişti. [142]
İslâm irşad birliği, Bi'r-i Maûne'nin üst tarafında bulunan bir mağarada oturup dinlendikten sonra, birbirlerine:
"Hanginiz şu su çevresi halkına Resûlullah Aleyhisselamın elçiliğini yapar?" diye sordular.
Haram b. Milhan:
"Ben yaparım!" dedi. [143]
Biri Benî Ümeyye'den, diğeri de topal olan iki arkadaşını yanına alıp gitti. [144]
Benî Âmirlerin kardeşi Âmir b. Malikle karşılaştı. İzin verilince, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu onlara okudu. [145]
Haram b. Milhan; Âmir b. Tufeyl'in topluluğuna yaklaşınca, arkadaşlarına: [146]
"Ben size gelinceye kadar, siz yerinizde durunuz. [147]
Ben onların yakınına varıncaya kadar, benden uzak durmayınız.
Eğer onlar bana Resûlullah Aleyhisselamdan aldığımız emri kendilerine tebliğ edinceye kadar eman ve imkân verirlerse ne âlâ!
Yok eman vermezler, beni öldürürlerse, siz zaten benden uzakta değilsiniz, hemen gider, durumu arkadaşlara haber verirsiniz!" dedi.
Haram b. Milhan; Âmir b. Tufeyl'in topluluğuna:
"Resûlullah Aleyhisselamın elçiliğini tebliğ için bana eman ve izin verir misiniz, yanınıza gelip sizin¬le konuşayım?" dedi.
"Olur!" dediler. [148]
Bunun üzerine, Haram b. Milhan yanlarına vardı ve onlara:
"Ey Maûne Kuyusunun çevresi halkı! Ben size Resûlullah Aleyhisselamın gönderdiği elçisiyim!
Ben şehadet ederim ki; Allah'tan başka ilah yoktur! Muhammed Aleyhisselam da Allah'ın kulu ve resûlüdür!
O halde, siz de Allah'a ve Resûlüne iman ediniz!" dedi. [149]
Âmir b. Tufeyl, Haram b. Milhan'ın sunduğu, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubuna hiç bak¬madı bile!
Hemen üzerine saldırıp Haram b. Milhan'ı şehit etti. [150]
Diğer rivayete göre; Haram b. Milhan konuşurken, Amir b. Tufeyl'in işaret ettiği bir adam Haram b. Milhan'a arkasından mızrağını sapladı. Mızrağın ucu Haram b. Milhan'ın göğsünden dışarı çıktı! [151]
Mızrak vücuduna saplanır saplanmaz, Haram b. Milhan:
"Allahuekber! Kabe'nin Rabbine andolsun ki* kazandım gitti!" dedi [152] ve fışkıran kanından avuçlayıp, onu yüzüne ve başına sürdü! [153]
Âmir b. Tufeyl:
"Andolsun ki, bu tek başına gelmemiştir!" dedi . [154]
Haram b. Milhan'ın gerisinde bulunan Müslüman topluluğunu da kuşatıp imha etmek için Âmir oğulları kabilesini yardıma çağırdı.
Âmir oğulları, Âmir b. Tufeyl'in davetine icabet etmekten çekindiler:
"Biz, Ebu Berâ'ın ahdini asla bozmayız! [155] Ebu Berâ'ın onlar için bir ahdi ve kendilerini koruyacağı hakkında bir taahhüdü var!" dediler. [156]
Bunun üzerine, Âmir b. Tufeyl, Süleym oğullarından Usayya, Ri'1, [157] Zekvan, [158] Kare [159] kabilelerine başvurup kendisine fiilî yardı m da bulunmalarını istedi.
Onlar Âmir b. Tufeyl'in davetine icabet ederek toplanıp, Müslümanları kuşattılar. [160]
İslâm irşad birliği:
"Vallahi, bizim sizinle hiçbir işimiz yok! Biz ancak Peygamber Aleyhisselamın bir işi için yolumuza gidiyoruz. Biz Resûlullahın elçileriyiz!" dedilerse de, müşriklere dinletemediler. [161]

Urve b. Esmâ'nın Müşrikler Tarafından Verilen Emanı Reddedişi

Urve b. Esmâ'nın mensup bulunduğu Süleytm oğulları kabilesiyle Amir b. Tufeyl arasında dostluk vandı.
Bunun için, İslâm irşad birliğini çepeçevre kuşatan müşrikler, Urve'ye eman vererek kendisini kur¬tarmak istediler. Fakat, Urve:
"Ben ne onların emanını kabul ederim, ne de şu arkadaşlarımın vurulup düşecekleri yerden kendi¬mi ayırmak, kayırmak isterim!" diyerek, onların emanlarını reddetti. [162]

Âmir b. Füheyre'nin Şehit Edilişi ve Göğe Çekilişi

Cebbar b. Sülma der ki:
"Müslümanlardan, beni İslâmiyete davet eden bir adama, iki dalı arasından, mızrağımı sapladım! Mızrağımın demirinin onun göğsünden çıktığını gördüm!
Kendisinin:
'Vallahi, kazandım gitti!1 dediğini işittim.
Kendi kendime:
'Neyi kazandı ki?! Ben adamı öldürmüş değil miyim?!' dedim. [163]
Müslümanlığı benimsememe de, ondan görmüş olduğum şey, cesedinin göğe yükseltil işini görmem sebep oldu." [164]

İslâm İrşad Birliğinin Son Kelam ve Selamları

Bi'r-i Maûne'cie müşrikler tarafından çepeçevre kuşatılan İslâm irşad birliği, şehit olacaklarını anlayınca:
"Ey Allah! Şuracıkta, Resûlüne bizim selamımızı tebliğ edecek, Senden başkasını bulamıyoruz. Ona bizden selam söyle!" dediler.
Cebrail Aleyhisselam gelip bunu Peygamberimiz Aleyhisselama tebliğ edince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'ın selamı, onlara da olsun!" buyurdu. [165]
İslâm irşad birliği, Bi'r-i Maûne'de çevrelerini saran müşriklere karşı kendilerini savunmak için kılıçlarını sıyırdılar, son nefeslerine kadar çarpışa çarpışa şehit oldular.
İçlerinden, yalnız Ka'b b. Zeyd, can verir bir halde bırakıldığı için sağ kaldı. Hendek savaşında o da şehit oldu. [166] Yüce Allah onlardan razı olsun! [167]

Münzir b. Amr'ın Müşrikler Tarafından Verilen Emanı Reddedişi

İslâm irşad bitliğinden sağ kalan Münzir b. Amr'a:
"İstersen, sana eman verelim" dediler.
Münzir b. Amr da onların emanını kabul etmedi, reddetti. [168]

İslâm İrşad Birliğinin Toptan Şehit Edildiklerinin Peygamberimiz Aleyhisselama Haber Verilişi

Cebrail Aleyhisselam gelip İslâm irşaci birliğinin şehit olarak Rablerine kavuştuklarını, Rablerinin onlardan razı olduğunu ve kendilerini de razı kıldığını haber verince; [169] Peygamberimiz Aleyhisselam, Allah'a hamd ü sena ettikten sonra:
"Kardeşleriniz, müşriklerle karşılaşıp, kendilerinden bir kimse kalmaksızın şehit oldular!
'Ey Rabbimiz! Bizim Senden razı olduğumuzu, Senin de bizden razı olduğunu kavmimize tebliğ et!1 dediler.
Ben onların Allah'tan razı olduklarını, Allah'ın da onlardan razı olduğunu haber vermek için size elçiyim!" buyurdu. [170]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Bi'r-i Maûne haberini aldığı zaman:
"Bu Ebu Berâ'ın işidir! Bu işi Ebu Berâ' getirdi başımıza! Ben zaten onları ancak Ebu Berâ'ın ısrarı üzerine, istemeye istemeye, korka korka göndermiştim!" buyurdu.
Ebu Berâ', vermiş olduğu himaye taahhüdünün yeğeni Âmir b. Tufeyl tarafından bozulmuş olması¬na son derecede üzüldü.
Çünkü, Peygamberimiz Aleyhisselamın ashabının başlarına gelene, kendisinin himaye taahhüdü sebep olmuş bulunuyordu. [171]
Enes b. Malik der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamın Bi'r-i Maûne'de şehit olan ashaba yanıp üzüldüğü kadar, hiçbir şeye yanıp üzüldüğünü görmedim!" [172]
Bi'r-i Maûne şehitlerinin hemen hepsi Ashab-ı Suffa'dan olup, Kur'ân ve sünnet öğrencileri ve öğreti¬cileri idiler. [173]

Bi'r-i Maûne Katliamından Kurtulanlar

Bi'r-i Maûne'de müşriki er tarafından kuşatılan İslâm irşad birliğinde Ka'b b.Zeyd'i müşrikler şehitler arasında can çekişir bir halde, ölür diye bırakmışlardı.
Amr b. Ümeyye ile Münzir b. Muhammed ise, arkadaşlarının başlarına gelenlerden habersiz olarak uzaklarda develeri otlatmaktalar iken, arkadaşlarının bulundukları yerin havasında yırtıcı bir kuşun dönüp dolaştığını görünce:
"Vallahi, bu kuşun oralarda dönüp dolaşmasında bir iş var!" dediler. Yüksekçe bir yerden o tarafa bakınca, arkadaşlarının kanlar içinde yerlere serilmiş olduklarını gördüler!
Münzir b. Muhammed, Amr b. Ümeyye'ye:
"Şimdi ne yapalım dersin?" diye sordu.
Amr b. Ümeyye:
"Hemen dönüp başa gelen bu işi Resûlullah Aleyhisselama haber vermemizi uygun görürüm!" dedi.
Münzir b. Muhammed:
"Fakat, ben ne Münzir b. Amfin şehit olduğu yerden kendimi ayırmayı, ne de sağ kalıp soranlara şehitlerin acı haberlerini haber vermeyi arzu ederim" dedi.
Şehit oluncaya kadar, müşriklerle çarpıştı.
Müşrikler Amr b. Ümeyye'yi yakaladılar, kendisinin Mudarlardan olduğunu anlayınca, Âmir b. Tufeyl anasının bir köle azad etme adağını yerine getirmek üzere, alnının perçemini kesip azad etti [174] ve: "Sahibine dön de, başınıza gelenleri kendisine anlat!" dedi. [175]

Âmir b. Tufeyl'in Amr b. Ümeyye'den Şehitler Hakkında Bilgi Alması

Amir b. Tufeyl, Amr b. Ümeyye'ye:
"Sen bütün arkadaşlarını tanır mısın?" diye sordu.
Amr b. Ümeyye:
"Evet! Tanırım!" dedi.
Âmir b. Tufeyl, şehiüer arasında dolaşarak Amr b. Ümeyyeye her birinin isimlerini ve neseplerini sorduktan sonra:
"Arkadaşlarından, burada cesedini görmediğin kimse var mı?" diye sordu.
Amr b. Ümeyye:
"Ebu Bekir'in azadlısını göremedim!" dedi.
Âmir b. Tufeyl:
"Onun aranızda mevkii nasıldır?" diye sordu.
Amr b. Ümeyye:
"O, bizim üstün ve hayırlı olanlarımızdan ve Peygamberimizin ilk ashabındandı!" dedi.
Âmir b. Tufeyl:
"Ben onun işini, sana haber vereyim mi?" dedi ve bir adama (Cebbar b. Sülmaya) işaret ederek: "Şu adam ona mızrağını sapladı ve çekip çıkardıktan sonra, adam göklere yükseldi! Yükseldi ve kay¬boldu! Vallahi onu bir daha göremedim!" dedi.
Amr b. Ümeyye:
"İşte o, Âmir b. Füheyre'dir!" dedi. [176]

Ebu Bera'ın Oğlu Rebia'nın Âmir b. Tufeyl'I Öldürmeye Teşebbüs Edişi

Ebu Berâ'ın oğlu Rebia, Amir b. Tufeyl'e rastlayıp onu mızraklayarak atından yere düşürdü ise de, öldüremedi.
Âmir b. Tufeyl:
"Bu, amcam Ebu Berâ'ın işidir! Ölürsem, kanım amcama helâl olsun! Onun peşine düşmesinler. Yaşarsam, başıma gelen şey hakkında ne yapacağımı kendim düşünür, icabına bakarım!" dedi. [177]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Allah'a ve Resûlüne Asi Olan Kabileler Aleyhinde Dua Edişi

Peygamberimiz Aleyhisselam; kendisine Bi'r-i Maûne faciasının haberi eriştiği gece, sabah namazında, birinci rekattan sonra, ikinci rekatın rükûundan doğrulunca; [178] Allah'a ve Allah'ın Resûlüne asi olan Rı'l, Zekvan, Usayya ve Lihyan... kabileleri aleyhinde dua etti ve bu duasına bir ay devam etti. [179] Cemaat da, "Âmin!" dediler. [180]
Bu asi kabileler, yanlarına gelecek İslâm irşad birliğine dokunmayacakları, bilakis onları koruya¬cakları hakkındaki taahhüdlerine rağmen, [181] Bi'r-i Maûne'de onları kuşatarak, son neferlerine kadar şehit etmişlerdir. [182]

Ebu Süfyan Tarafından Peygamberimiz Aleyhisselam İçin Bir Katil Kiralanıp Medine'ye Gönderilişi

Kureyş müşriki erinin lideri Ebu Süfyan b. Hattı, bir gün, Kureyş'ten bazı kişilere:
"Çarşıda gezerken Muhammed'i ansızın öldürecek bir kimse yok mudur?" diye sormuştu.
Çöl Araplarından bir adam, Ebu Süfyan'ın evine varıp:
"Ben kendimi adamların kalbce en katısı, tutuş ve yakalayışça en serti, saldırışça en hızlısı ve çabuğu bulmaktayım.
Eğer sen benim yiyeceğimi sağlarsan, gidip onu ansızın öldürürüm!
Yanımdaki kartal kanadını andıran hançeri onun tepesine vurur, sonra yolcu kafilesi içine karışırım, süratte herkesi geride bırakır geçerim!
Çünkü ben en tenha ve kestirme yolları da bilen kılavuz kişiyim!" dedi.
Ebu Süfyan:
"Sen bizim dostumuz, arkadaşımızsın!" dedi.
Ona bir deve ile yiyecek verdi ve:
"Haydi, göreyim seni! Maksadını gizli tut, bunu hiç kimseye açma! [183] Çünkü, ben bunu senden işitecek kimsenin Muhammed'e yetiştirmeyeceğinden emin değilim!" dedi.
Eiedevî:
"Bunu hiç kimse bilmeyecektir!" dedi. [184]
Bedevî, hazırlanıp geceleyin yola çıktı.
Deve üzerinde beş gün gidip, sabahleyin Medine harresinin arkasına erişti. Altıncı günün sabahını orada geçirdikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın nerede bulunduğunu soruşturmaya başladı. Nerede olduğu kendisine gösterildi.
Bedevî, devesini bağladıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselama doğru gitti. O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam Abduleşhel oğullarının mescidinde bulunuyor, [185] ashabından bir topluluk içinde konuşuyordu. [186]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bedevîyi görür görmez, ashabına:
"Şu adam muhakkak bir suikast yapmak istiyor [187] Fakat, Allah onun ile yapmak istediği şey arası¬na geriliyor!" buyurdu. [188]
Bedevî gelip dikilerek:
"İçinizde Abdulmuttalib'in oğlu hanginizdir?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim Abdulmuttalib'in oğlu!" buyurdu. [189]
Bedevî Peygamberimiz Aleyhisselama doğru yönelip giderken, Useyd b. Hudayr onu izarının eteğinden tutup hızla çekince, elbisesinin içinde gizlediği hançer göründü. Bedevînin elleri yanlarına düştü!
Useyd b. Hudayr, hemen onun boğazını şiddetle sıktı. [190]
Bedevî:
"Yâ Muhammmed! [191] Kanımı! Kanımı! Bana bağışla!" dedi. [192]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen bana doğruyu söyle! Buraya ne için geldin? [193]
Eğer sen bana doğruyu söylersen, doğruluk sana fayda verir.
Yalan söylersen, bu, senin için iyilik getirmez!
Senin yapmaya kalkıştığın işten, zaten haberim vardır!" buyurdu.
Bedevî:
"Ben eman verilmiş bulunuyor muyum? Emniyette miyim?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen emniyettesin!" buyurunca, bedevî Medine'ye ne için geldiğini, Ebu Süfyan'ın yaptıklarını birer birer haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Useyd b. Hudayr'a, bedevîyi yanında tutmasını emretti.
Ertesi günü, sabahleyin, onu çağırttı ve:
"Ben sana eman vermiştim. Haydi, nereye gitmek istersen git! Yahut, istersen, senin için daha hayırlı olanı tercih et!" buyurdu.
Bedevî:
"Nedir o daha hayırlı olan?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim de Allah'ın Resûlü olduğuma şehadet etmendir!" buyur¬du.
Bunun üzerine, bedevî:
"Şehadet ederim ki; Allah'tan başka ilah yoktur! Sen de, muhakkak, Allah'ın Resûlüsün! Vallahi yâ Muhammedi Ben senin yanındaki adamlardan korkmamı sırrıdır!
Fakat, ben seni görünce aklım başımdan gitti ve zaafa düştüm!
Sonra, sen benim yapmak istediğim şeyi de anladın!
Halbuki, bundan hiç kimsenin haberi olmamış, Medine'ye gelirken hiçbir atlı da beni geçmemişti.
Anladım ki, sen Allah tarafından korunmaktasın ve hiç şüphesiz hak üzeresin!
Ebu Süfyan'ın cemaatı ise, şeytan cemaatıdır!" dedi [194] ve Müslüman oldu. [195]
Medine'de bir müddet oturduktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamdan izin alarak Medine'den ayrıldı. [196]
Allah ondan razı olsun! [197]

Amr b. Ümeyye ile Bir Arkadaşının Mekke'ye Gönderilişi

Seferin Sebebi

Seferin iki sebebi olup, birisi Hubeyb b. Adiyy'in gelenler geçenler görsünler de her tarafa yaysınlar diye ağaçta asılı bırakılan, teşhir edilmek istenilen [198] cesedinin ağaçtan indirilerek gömülmesini sağla¬mak;
İkincisi de, Ebu Süfyan tarafından Peygamberimiz Aleyhisselama yaptırılmak istenilen suikasta mukabele etmekti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hubeyb b. Adiyy'in cesedini bağlandığı ağaç gövdesinden ayıran, indirenin Cenneti kazanacağını müjdeledi. [199]

Seferin Tarihi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Hubeyb b. Adiyy ile arkadaşlarının şehit edilmelerinden sonra [200] Mekke'ye gönderdiği Amrb. Ümeyye ile Ensârî arkadaşına, öldürmekfırsatını bulurlarsa [201] Ebu Süfyan b. Harb'i öldürmelerini de emir buyurdu. [202]
İbn Hişam'ın güvenilir ilim adamlarından rivayetine göre, Amr b. Ümeyye der ki:
"Hubeyb ve arkadaşlarının şehadetlerinden sonra, Resûlullah Aleyhisselam beni Mekke'ye gön¬derdi ve benimle birlikte Ensardan bir zâtı da* gönderdi ve bize:
'Gidiniz de, Ebu Süfyan b. Harb'i öldürünüz!' buyurdu.
Ben arkadaşımla birlikte yola çıktım.
Benim binit olarak devem vardı. Arkadaşımın devesi yoktu, kendisinin ayağı da rahatsızdı.
Onu da deveme bindirdim.
Ye'cec'e kadar vardık.
İki dağ arasında, ağaçlık bir yerde devemizi bağladık.
Biz de dağın yamacında siperlendik.
Arkadaşıma:
'Kalk, Ebu Süfyan'ın evine varalım.
Ben öldürmek için ona saldırırım.
Eğer aramızda çarpışma olduğunu görür veya herhangi birşeyden korkarsan, sen hemen dönüp devene atla, Medine'ye kavuş, Resûlullah Aleyhisselamın yanına var, olanı biteni ona haber ver! Sen şimdi benim yanımdan ayrıl, beni kendi halime bırak!
Ben bu şehri çok iyi bilir, içerisinde cesaretle, bacakları sıvayarak gezebilirim!1 dedim.
Birlikte Mekke'ye girdik.
Kartal kanadını andıran hançerim yanımda bulunuyordu. Onu, bana karşı gelen insanı öldürmek için hazırlamıştım.
Arkadaşım, bana:
'Kabe'yi yedi defa tavaf edip iki rekat tavaf namazı kılmak suretiyle işe başlasak olmaz mı?1 dedi.
Kendisine:
'Ben Mekkelileri senden daha iyi bilirim. Onlar karanlık basınca, evlerinin çevresine su serperler, orada otururlar. Ben onları ayaklan sekili attan daha iyi tanırım!' dedim.
Nihayet, Kabe'ye vardık.
Onu yedi kere tavaf ettik. İki rekat da tavaf namazı kıldıktan sonra, Kabe'den çıktık.
Kureyş topluluklarından bir topluluğun yanından geçerken, içlerinden bir adam* beni tanıdı ve en yüksek sesiyle:
'İşte! Amr b. Ümeyye!' diyerek bağırdı.
Bunun üzerine, Mekkeliler üzerimize üşüştüler ve:
'Vallahi, Amr hayra gelmemiştir! O hiçbir zaman kötülükten başka birşey için gelmez!* dediler ve beni ve arkadaşımı aramaya koyuldular.
Arkadaşıma:
'Koş haydi! Korktuğum şey başımıza geldi işte! Artık adamın [Ebu Süfyan'ın] yanına varmaya yol bulmak mümkün değil! Sen hemen kendini kurtarmaya bak!' dedim.
Hızla koşarak dağa çıktık.
Mekkeliler de dağa çıkmaya ve bizi aramaya başladılar.
Biz dağın tepesine doğru yükselince, bizi yakalamaktan ümitlerini kestiler.
Biz de, geri dönüp, dağda bir mağaraya girdik.
Mağaraya girince, mağaranın ağzını taşlarla kapatıp izleyicilerden gizlendik. Gecemizi mağaranın içinde geçirdik.
Bizi izleyenler, yakalamaktan âciz kalınca, geri döndüler.
Arkadaşıma:
'Vallahi, onlar bizi bu gece ve gündüzün akşama kadar arayacaklardır' dedim.
Mağarada bulunduğumuz sırada, atı için ot biçen Osman b. Malik b. Ubeydullah, mağaramızın kapısına kadar gelip dikildi.
Arkadaşıma:
'Vallahi, bu, Malik'in oğludur! Eğer o bizi görecek olursa, muhakkak Mekkelilere haber verir; yakalanırve öldürülürüz!' dedim.
Hemen yanına çıkıp, kendisini memesinin altından hançerledim!
Osman b. Malik hançerlenince öyle bir çığlık kopardı ki, çığlığını Mekkelilere duyurdu.
Hcıııcıı duı ıufj maydı dddkı ycıııııc yııdıııı.
Arkadaşıma:
'Yerinde dur, hiç kımıldama!' dedim.
Mekkeliler sesi takip ederek Osman'ın bulunduğu yere kadar geldiler, onu ölmek üzere buldular.
'Vâh senin başına gelene! Kim vurdu sana?1 dediler.
'Amr b. Ümeyye!1 dedi ve öldü.
Mekkeliler bulunduğumuz yeri ondan öğrenmek imkânını bulamadılar.
'Vallahi, biz zaten onun hayır için gelmediğini biliyorduk!' dediler*
Ölen adamlarıyla uğraşmaları, bizi aramaya devam etmelerine engel oldu.
Ölüyü oradan yüklenip götürdüler. [203]
Arkadaşıma:
'Akşama kavuşursak, kurtulduk demektir!' dedim. [204]
Mağarada iki gün bekledik.
Bizi aramaları sona erince, geceleyin mağaradan çıkıp Ten'im'e vardık. Hubeyb'in asıldığı darağacı Ten'im'de bulunuyordu.
Arkadaşım, bana:
'Hubeyb'i darağacından indirmek istemez misin?' dedi.
'Nerededir o?' diye sordum.
Arkadaşım:
'İşte, o, şu gördüğün yerdedir!' dedi.
'Olur! İndireyim onu darağacından! Yalnız, sen bana müsaade et ve yanımdan uzaklaş!' dedim.
Hubeyb'in cesedini bekçiler kuşatmışlar, bekliyorlardı. [205]
Bekçilerin yanından geçerken, onlardan biri:
'Vallahi, bu geceki gibi, Amrb. Ümeyye'nin yürüyüşüne benzeyen bir yürüyüş daha görmedim! Eğer kendisi Medine'de olmamış olsa, muhakkak bu odur, derdim' dedi.
Kendi kendime:
'Amr b. Ümeyye odur işte!' dedim. [206]
Ensârî arkadaşıma:
'Eğer sen birşeyden korkarsan, hemen deveye giden yolu tut, onun üzerine atla, Resûlullah Aleyhisselama kavuş, olan bitenleri ona haber ver!' dedim.
Ben de hemen darağacının yanına vardım. İplerini çözdüm. Hubeyb'in cesedini sırtıma aldım.
Vallahi ben kırk arşın (adım) yürümem iştim ki, andıma düşen bekçiler gelip bana kavuştular!
Cesedi hemen yere bıraktım.
Cesedin yere düştüğü zaman çıkardığı sesi hâlâ unutmam ışı m di r! [207]
Sonra, cesedin üzerine, ayağımla çabuk çabuk toprak ittim. [208]
Sanki yer onu yutuvermişti. [209]
Bekçiler beni yakalamak için arkamdan hızla takip ettiler.
Ben Safra1 yolunu tutunca, yoruldular, geri döndüler.
Arkadaşım devenin yanına varıp üzerine bindi, Peygamber Aleyhisselama kavuştu. İşimiz hakkın¬da kendilerine bilgi verdi.
Ben de, yürüyerek Galil'e geldim. Galil'in en yüksek kısmına kadar çıktım. Mekke yakınında bulu¬nan Dacnan dağındaki bir mağaraya girdim.
Yayım ve oklarım yanımda idi.
Mağarada bulunduğum sırada, yanıma Di'l b. Bekroğullarından, bir gözü kör, uzun boylu, kendisine ait davarı sürüp götüren bir adam geldi.
Beni görünce:
'Kim bu adam?' diye sordu.
'Bekir oğullarından bir adamım' dedim.
O da:
Ben de, Di'l oğullarının Bekir oğullarındanım!' dedi ve yanının üzerine uzanıp yattı.
Yüksek sesle teganni ediyor ve:
'Ben sağ oldukça ne Müslüman olurum, ne de Müslümanların dinine göre hareket ederim!' diyordu.
Ona, içimden:
'Biraz sonra, Müslüman olmamayı görür, öğrenirsin!' dedim.
Adam çok geçmeden uyudu, uykuya daldı, horlamaya başladı.
Yavaşça kalkıp yanına vardım. Kendisini hiç kimsenin hiç kimseyi öldürmediği kötü bir öldürüşle öldürdüm: Yayımın başındaki demiri onun sağ olan gözüne dayayıp kafasından öbür tarafa çıkıncaya kadar, yayımın üzerine yüklendim!
Bundan sonra, mağaradan çıktım, kartal gibi kanatlanıp geniş yolu tuttum ve kurtuldum. [210]
Mekke yolunda bir menzil olan Arc'a geldim. [211]
Sonra, Mekke ile Medine arasında sarp ve yokuş yerdeki Rakûbe yolunu tuttum. Medine'ye iki gecelik uzaklıkta ve Müzeynelere ait bir yer olan Nakı'a indim.
Resûlullah Aleyhisselamın neler yaptığını öğrenmek maksadıyla Kureyş müşriklerinin Medine'ye yolladıkları Mekkeli iki adama Nakı'da rastlayıp kendilerini tanıdım ve:
'Ben sizi esir edeceğim!' dedim.
Bana:
'Biz mi esir olacağız sana?!' dediler.
Hemen onlardan birini okla vurup öldürdüm ve ötekine:
'Esir ol!' dedim.
Esir olunca, ellerini sıkıca bağladım, Medine'ye geldim.
Medine'de Ensarın yaşlılarından bazılarının yanlarından geçip giderken, onlar:
İşte, vallahi Amr b. Ümeyye!' dediler.
Çocuklar onların sözünü işitince, geldiğimi Resûlullah Aleyhisselama koşup haber verdiler.
Ben esirimi yayımın kirişiyle başparmağından sıkıca bağlamıştım.
Peygamber Aleyhisselam, onu görünce, azı dişleri görününceye kadar güldü.
Sonra, benden, bütün olan bitenleri sordu. Ben de kendilerine naklettim.
'Hayra eresin!1 diyerek bana hayır dua etti." [212]

Cabir b. Abdullah'ın Hurma Mahsulünün Bütün Borçlarını Ödeyecek Kadar Bereketlenişi

Cabir'in babası Abdullah b. Amr b. Haram, Uhud savaşında şehit olmuş, arkasında altı kız çocuğu ile bir hayli de borç bırakmıştı [213]
Abdullah b. Amfin, içinde çeşitli hurma ağaçları bulunan iki bahçesi bulunmakla beraber, bunların mahsulü bıraktığı borçları karşılayacak derecede değildi [214]
Cabir'in borçtan bir kısmının düşülmesi isteği alacaklılarca kabul edilmediği gibi, [215] borcun erte¬lenmesi isteği de kabul edilmemişti. [216]
Bunun üzerine, Cabir, Peygamberimiz Aleyhisselama gelerek:
"Yâ Rasûlallah! Biliyorsun ki, babam Abdullah, Uhud günü şehit oldu.
Bana birçok borç bıraktı.
Alacaklılara, hurma bahçesinin bütün mahsulünü vermeyi teklif ettiğim halde, kabul etmediler!" dedi. [217] ve alacaklı Yahudi ile görüşüp aracılık etmesini, yardımcı olmasını rica etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cabir'in boynundaki borca karşılık hurmalığın meyvesinin bütününü almasını Yahudiye teklif etti. Fakat, Yahudi buna yanaşmadı.
Peygamberimiz Aleyhisselam Yahudi ile tekrar konuştu. Ona alacağını ertelemesini teklif etti. Yahudi bunu da kabul etmedi. [218]
Peygamberimiz Aleyhisselamın; bu yıl borcun bir kısmının, gelecek yıl da bir kısmının ödenmesi teklifini de kabul etmediler. [219]
Hatta, ödenecek hurmanın hepsinin iyi cinsten olması hususunda da direndiler. [220]
Ertesi gün, Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'le birlikte, Cabifin hurma bahçesine gitti.
Cabir:
"Merhaba! Hoşgeldiniz, safa geldiniz!" diyerek Peygamberimiz Aleyhisselam ile arkadaşlarını karşıladı.
Peygamberimiz Aleyhisselam;
"Ey Cabir! Haydi, bizi şu hurma bahçende bir dolaştır, gezdir!" buyurdu.
Cabir:
"Olur" dedi.
Hurma bahçesini birlikte dolaştılar.
Cabir içi hurma lifinden doldurulmuş, yüzü kıldan dokunmuş bir yastık getirip Peygamberimiz Aleyhisselamın altına koydu.
Sonra, ortaya, yeni kestikleri keçinin etinden pişirilmiş et yemeği ile, yaş ve kuru hurma getirildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam ile arkadaşları, onlardan yediler.
Cabir, edeb ve saygısından dolayı, sofraya birlikte oturmadı.
Bahçeden ayrılacakları sırada, Cabir'in hanımı:
"Yâ Rasûlallah! Senden dua bekleriz!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Allah size mübarek kılsın!
Evet! Allah size mübarek kılsın!" diyerek bereket duası yaptı . [221]
Cabir'e de:
"Git! Hurmanı toplayıp tasnif et: Acveyi (iyi cinsi) bir boy, Azk-ı Zeyd'i (erginini) de bir boy yaptıktan sonra, bana haber gönder!" buyurdu.
Cabir bu emri yerine getirdikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam geldi. [222]
Cabir, aynı zamanda, alacaklılara da haber salmıştı.
Onlarda, eşekler ve çuvallarla bahçeye geldiler.
Cabir; başka bir yerden iyi cins hurma satın alıp babasının borcunu alacaklılara ödemeyi bile göze almıştı. [223]
Peygamberimiz Aleyhisselam hurma öbeklerinin en büyüğünün çevresini üç kere dolaştı . [224]
Hurma harmanının başına veya ortasına oturduktan sonra, orada bekleşen alacaklılara işaret ederek, Cabir'e:
"Haydi, şu kavmin matluplarını ölç, ver!" buyurdu.
Cabir de, alacaklılara haklarını ölçüp ölçüp tamamıyla verdi.
Geri kalan hurma, sanki aslından birşey eksilmemiş gibi idi! [225]
Tek babamın borcu ödensin de kızkardeşlerimin yanına bir tek hurma tanesiyle bile dönmeyeyim diye düşünen, buna razı olan [226] Cabir'e, bütün borçlar ödendikten sonra, onyedi vesk (deve yükü) hurma kalmış bulunuyordu! [227]
Cabir ikindi namazında buluşup durumu Peygamberimiz Aleyhisselama arzedince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'ım! Hamd olsun sana!
Allah'ım! Hamd olsun sana!" diyerek Allah'a hamd etti. [228]
Cabir'e de:
"Sen bunu Ömerb. Hattab'a da haber ver!" buyurdu.
Cabir gidip Hz. Ömer'e haber verince, Hz. Ömer:
"Ben zaten Resûlullah Aleyhisselam hurma bahçesini gezip dolaştığı zaman, Allah'ın hurmalığı muhakkak bereketlendireceğini anlamıştım!" dedi. [229]
O da Allah'a hamd etti. [230]
Cabir Hz. Ömer'le oturduğu sırada da, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip, hurma bahçesinin mahsulünden borçlan tamamen ödedikten sonra kendilerine bir hayli hurma kaldığını tekrar söyleyince, Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ömer'e dönerek:
"Ne söylüyor, dinle!" buyurdu.
Hz. Ömer de:
"Biz zaten senin Resûlullah olduğunu kat'iyyen biliyoruz!
Vallahi, sen muhakkak Allah'ın Resûlüsün!" dedi. [231]




________________________________________
BENÎ NADÎR YAHUDİLERİ MEDİNE'DEN SÜRÜLÜYOR

Benî Nadîr Yahudilerinin Medine'den Sürülme Sebepleri

1- Kureyş müşrikleri, Medine'deki Benî Nadîr Yahudilerine, Bedir savaşından sonra bir yazı gön¬dererek, onda:
"Sizler silah ve kale sahibi bir toplumsunuz.
Siz bizim adamımızı yanınızda barındırmış, korumuş bulunuyorsunuz!
Andolsun ki; siz ya onunla çarpışırsınız, ya da biz size şöyle şöyle yaparız da, bizim ile kadın¬larınızın ayak bilezikleri arasına birşey giremez!" dediler.
Benî Nadîr Yahudileri, bu yazıyı alınca, Peygamberimiz Aleyhisselama suikast düzenlemeye karar vererek:
"Sahabilerinden otuz kişi çıksın, bizim bilginlerimizden de otuz kişi çıksın! Seninle bizim aramızda¬ki filan yerde buluşulsun! Bilginlerimiz seni dinlesinler.
Eğer onlar seni doğrular, sana iman ederlerse, hepimiz sana iman ederiz!" diye haber gönderdiler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam otuz sahabisiyle birlikte istenilen yere gitti.
Benî Nadîr Yahudileri de, otuz bilginleri ile oraya geldiler.
Peygamberimizi Aleyhisselamı, önünde ölmeyi göze almış, ölmeyi özleyen otuz sahabisinin içinde görür görmez, menfur emellerini gerçekleştiremeyeceklerini anladılar ve:
"İki taraftan, otuzardan altmış kişi! Aramızda nasıl söz birliği olabilecek?!
En iyisi; sen ashabından üç kişi çıkar, biz de bilginlerimizden üç kişi çıkaralım. Bilginlerimiz seni din¬lesinler.
Eğer onlar sana iman ederlerse, hepimiz sana iman ederiz! Seni doğrularız!" dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam üç sahabisiyle birlikte Benî Nadîr Yahudilerinin yur¬duna doğru hareket etti.
Benî Nadîr Yahudilerinin temsilcileri, Peygamberimiz Aleyhisselamı öldürmek için yanlarına hançer almışlardı!
Fakat, Benî Nadîr Yahudilerinden iyi halli, hayır öğütlü bir kadın, Müslüman olan kardeşinin oğluna gidip, Benî Nadîr Yahudilerinin bu menfur emellerini haber verdi.
O da, Benî Nadîr Yahudilerinin yurduna varmadan Peygamberimiz Aleyhisselama yetişip bunu haber verince, Peygamberimiz Aleyhisselam oradan geri döndü. [1]
2- Amr b. Ümeyye Bi'r-i Maûne'de İslâm irşad birliğini Âmir oğullarının şehit ettiklerini sanarak onlar¬
dan öç almak maksadıyla Âmirîlerden iki kişiyi öldürmüştü ki, onların diyetlerinin ödenmesi gerekiyordu.
Çünkü, onlar Medine'ye gelerek Peygamberimiz Aleyhisselamla görüşmüşler, Peygamberimiz Aleyhisselam da onlara eman ve dokunulmazlık taahhüdünde bulunmuştu. [2]
Benî Nadîr Yahudileri, Benî Âmirlerin de müttefiki idiler. [3]
Medine'de yapılan umumî muahedeye göre de, bütün Medineli Yahudiler diyet ödeme halinde Peygamberimiz Aleyhisselama yardım etmekle mükellef bulunuyorlardı . [4]
Bunun için, Peygamberimiz Aleyhisselam; Medine'ye hicretinin otuzyedinci ayının başında, Rebiülevvel ayında, Cumartesi günü, yanında Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali.Zübeyrb. Avvam, Talha, Sa'd b. Muaz, Useyd b. Hudayr ve Sa'd b. Ubâde olduğu halde Küba mescidine gidip orada namaz kıldıktan sonra, Benî Nadîr Yahudilerinin yurduna gitti.
Onları toplantı yerlerinde buldu, yanlarına oturdu. [5]
Benî Nadîr Yahudileri:
"Olur ey Ebu'l-Kasım! [6] İstediğin yardımı yaparız! [7] Sen hele bir otur bakalım. Biz sana yemek yedirelim. [8] Senin için bir derlenip toparlanalım" dediler. [9]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Benî Nadîr Yahudilerinin evlerinden bir evin duvarının dibine otur¬du. [10]
Hz. Ebu Bekir Peygamberimiz Aleyhisselamın sağına, Hz. Ömer soluna, Hz. Ali de önüne oturdu. [11]
O sırada, Benî Nadîr Yahudileri bir tenhaya çekilip Peygamberimiz Aleyhisselamı öldürmeyi aralarında konuştular ve:
"Siz onu şu bulunduğu halden daha elverişli bir halde asla bulamazsınız!
Hemen şu evin damına çıkarak onun üzerine bir kaya atıp ondan bizi kurtaracak, rahata kavuştu¬racak kim var?" dediler. [12]
Huyey b. Ahtab da:
"Ey Yahudi topluluğu! Muhammed, ashabından on kişiyi bile bulmayan kimselerle yanınıza gelmiş bulunuyor.
Şimdi şu evin dibinde bulunduğu sırada damdan bir kaya parçasını bırakın, kendisini öldürün!
O öldürülünce, Kureyşlilerden, onun yanına gelip katılmış olan yakın sahabileri dağılır giderler!
Evs ve Hazrec'den, şurada müttefikleriniz olan kişiler kalır, bir gün gelir, onlara da istediğinizi yaparsınız!" dedi. [13]
Benî Nadîr Yahudilerinden biri olan [14] Amr b. Cahhaş b. Ka'b: [15]
"Bu iş için ben varım [16] Ben hemen evin damına çıkar, onun üzerine kaya parçasını atar, bırakırım!" dedi. [17]

Sellâm b. Mişkem'in Benî Nadîr Yahudilerini Uyarışı

Yahudi bilginlerinden Sellâm b. Mişketm:
"Ey kavmim! Gelin, bu sefer bana itaat edip sözümü dinleyin de, tek, bütün devir boyunca bana karşı gelin! Vallahi siz böyle bir işe kalkışacak olursanız, bu ona vahiyle bildirilir! Biz bununla ancak kendimize yazık etmiş oluruz. Hem bu, onlarla bizim aramızdaki muahedeyi de bozar. Sakın böyle birşey yapmayın! Vallahi, eğer böyle birşey yapmaya kalkışacak olursanız, Yahudilerin köklerinin kazınmasını ve Müslümanların dini olan İslâmiyetin de yükselip Kıyamete kadar ayakta durmasını istemiş olursunuz!" dedi. [18]
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine atılmak üzere, büyük bir kaya parçası hazır¬landı. [19]
Amr b. Cahhaş; içlerinde Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali'nin de bulunduğu bir topluluk arasın¬da bulunduğu sırada Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine bu kaya parçasını atmak için evin damına çıktı.
Cebrail Aleyhisselam Benî Nadîr Yahudilerinin yapmayı tasarladıkları suikast haberini getirince, Peygamberimiz Aleyhisselam oturduğu yerden [20] acele bir haceti için davranır gibi kalkıverip, sezdirme¬den Medine'nin yolunu tuttu. [21]
Peygamberimiz Aleyhisselam, oradan ayrılırken de, ashabına:
"Ben gelinceye kadar yerinizden ayrılmayın!" buyurdu. [22]
Ashab; Peygamberimiz Aleyhisselamın ihtiyacını gidermek için kalktığını sanarak bir müddet konuştular, durdular. [23]
Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselamın dönüşü gecikince, kendisini aramaya kalktılar.
Medine'den gelen bir adama rastlayıp sordular.
Adam Peygamberimiz Aleyhisselamı Medine'nin içinde gördüğünü söyleyince, oradan ayrılıp hemen Medine'ye geldiler. [24]
Mescidde oturduğu sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamla buluştular. [25]
Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Rasûlallah! Sen hemen kalkıp gittin, sebebini anlayamadık?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yahudiler beni öldürmeyi tasarladılar!
Allah bana bunu haber verince, kalktım!" buyurdu. [26]
Yahudilerin kendisine ne yapmak istediklerini haber verdi ve Benî Nadîr Yahudileriyle çarpışmak için hazırlanmalarını emir buyurdu. [27]
Benî Nadîr Yahudileri ise:
"Ebu'l-Kasım nerede tutulup kaldı ki?!" diyerek söylenmeye başladılar. [28]
Huyey b. Ahtab:
"Ebu'l-Kasım acele etti. Halbuki biz onun dileğini yerine getirecek, kendisine yemek de yedirecek¬tik!" dedi. [29]

Kinane b. Suriya'nın Benî Nadîr Yahudilerini Uyarışı ve Öğütleyişi

Kinane b. Suriya, Yahudilere:
"Muhammed'in ne için kalkıp gittiğini biliyor musunuz?" diye sordu.
Yahudiler
"Hayır! Vallahi biz bilmiyoruz! Sen biliyor musun?" dediler.
Kinane:
"Evet, biliyorum. Tevrat'a andolsun ki; ben, sizin tasarladığınız suikastın Muhammed'e haber ver¬ildiğini biliyorum!
Siz kendinizi boşuna aldatmayın. Vallahi, o Resûlullahtır!
O ancak sizin tasarladığınız suikast kendisine haber verilince kalkıp gitti! Hiç şüphesiz, o peygam¬berlerin sonuncusudur.
Siz onun Harun oğulları soyundan gelmesini umuyordunuz. Allah ise, dilediğinden seçip gönderdi.
Biz Tevrat dersimizde en son gelecek olan 'O Peygamberin doğum yeri Mekke'dir. Hicret yurdu Yesrib (Medine)'dir' diye hiç değiştirmeden yazmışızdır.
O gelecek peygamberin sıfatı da, buna tamamıyla uymaktadır. Kitabımızdakine bir harf bile aykırılığı yoktur.
Ondan önce sizinle çarpışan kimse olmayacaktır.
Ben sizin eşyalarınızı develere yükleyip göç ettiğinizi, çocuklarınızın feryatlarını, mallarınızı, evlerinizi barklarınızı arkanızda bırakarak gittiğinizi görür gibi oluyorum!
Halbuki, sizin şeref ve itibarınız ancak bırakıp gideceğiniz şeylerledir!
Gelin! Siz iki hususta bana itaat edip sözümü dinleyin! Üçüncüsünde hayır yoktur!" dedi.
Benî Nadîr Yahudileri:
"Nedir o hususlar?" diye sordular.
Kinane:
"Müslüman olmanız, Muhammed'in ashabı arasına girmenizdir.
Bu suretle mallarınızı ve evlatlarınızı emniyet ve selamete kavuşturmuş olur, Peygamberin sahabilerinin yükseklerinden olmuş bulunursunuz!
Mallarınız, servetiniz ellerinizde kalır, yurdunuzdan, yuvanızdan da sürülüp çıkarılmazsınız!" dedi.
Benî Nadîr Yahudileri:
"Biz Tevrat'tan ve Musa'nın ahdinden asla ayrılmayız!" dediler
Kinane:
"O size Yurdumdan çıkıp gidiniz!1 diye de haber gönderecektir!" dedi.
Benî Nadîr Yahudileri:
"Evet!" dediler.
Kinane:
"O zaman, size orada ne kan dökmek, ne de mala sahip olmak helâl olmaz. Elinizde kalan mal¬larınızı ise, isterseniz satarsınız, isterseniz elinizde tutarsınız!" dedi.
Benî Nadîr Yahudileri:
"İşte, bu ne güzeldir!" dediler.
Kinane:
"Fakat, vallahi, bana bundan başkası hayırlıdır.
Vallahi, ben sizin en çok kınanacak, yerilecek kişiniz olmasaydım, Müslüman olurdum!" dedi. [30]
Sellâm b. Mişkem de, onlara:
"Siz bu işe teşebbüs ettiğiniz zaman, ben hoşlanmamıştım.
O bize 'Yurdumdan çıkıp gidiniz!' diye haber gönderdiği zaman, ey Huyey! Arbk onun sözünün sonucunu bekleme! Yurdundan çıkmayı nimet bil, yurdundan çık, git!" dedi.
H uyey:
"Öyle yapacağım, çıkıp gideceğim!" dedi. [31]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI   İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:56 pm

Benî Nadîr Yahudilerine Medine'yi Terketmelerinin Emredilişi

Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Nadîr Yahudilerinin yurdundan Medine'ye dönünce:
"Muhammed b. Mesleme'yi bana çağırınız!" buyurdu. [32]
Muhammed b. Mesleme gelince:
"Sen Benî Nadîr Yahudilerine git! Onlara:
'Resûlullah Aleyhisselam, beni size 'Beldemden çıkıp gidiniz! [33] Artık burada benimle birlikte otur¬mayınız! Siz, bana suikast için, düşünülmeyecek şeyi düşündünüz, tasarlanmayacak şeyi tasarladınız! Size on gün mühlet veriyorum! Bu müddetten sonra buralarda sizlerden kim görülürse, onun boynunu vururum!1 diyeyim diye gönderdi1 de!" buyurdu. [34]
Muhammed b. Mesleme, Benî Nadîr Yahudilerinin yanına vardı ve:
"Resûlullah Aleyhisselam beni size birelçilikle gönderdi.
Fakat, ben sizin bildiğiniz birşeyi size hatırlatmadıkça bu elçiliği size anmayacağım!
Mûsâ Aleyhisselama Tevrat'ı indirmiş olan Allah aşkına doğru söyleyin!
Muhammed Aleyhisselam peygamber gönderilmeden önce, Tevrat önünüzde iken, size geldiğim ve şu meclisinizde bana Yahudilik teklif ettiğiniz zaman 'Vallahi ben Yahudi olmam!' dediğimde, siz de bana:
'Dinimize girmekten seni men eden nedir? Yahudi dininden başka din yoktur! Senin aradığın, iste¬diğin, duyduğun, işittiğin hanif dininin tıpkı sı dır o! Ebu Âmir Rahib de hanif din üzere değildir!
Size gelecek peygamber, hem şeriat sahibidir, hem savaşçıdır! Onun gözlerinde biraz kırmızılık vardır. Kendisi Yemen tarafından gelecek, deveye binecek, ihrama bürünecek, az etli kemiğe bile kanaat edecek, kılıcı boynunda asılı bulunacak, kendisinde başka nişan ve alâmet bulunmayacak; konuştuğu zaman, hikmetli, yerli yerince konuşacak; vallahi, şu yurdunuzda çarpışmalar, ölenlerin elbiselerini soy¬malar, burunlarını, kulaklarını kesmeler... olacaktır!' demediniz miydi?" dedi.
Benî Nadîr Yahudileri:
"Allah hakkı için, evet! Biz sana bunları söylemiştik, ama geleceğini sana haber vermiş olduğumuz peygamber bu değildir!" dediler.
Muhammed b. Mesleme, söyleyeceğini söyleyip bitirdikten sonra, onlara:
"Resûlullah Aleyhisselam beni size gönderdi ve:
'Siz, aranızdaki ahdi, anlaşmayı bozdunuz ve beni öldürmeye teşebbüs ettiniz!' diyor" dedi.
Bu hususta aralarında neler konuştuklarını ve en sonunda Amr b. Cahhaş'ın kayayı Resûlullah Aleyhisselamın üzerine bırakmak için evin damına çıktığını haber verince, sustular, tek kelime bile konuşamadılar.
Muhammed b. Mesleme, sözlerine devamla:
"Resûlullah Aleyhisselam, size:
'Artık yurdum dan çıkıp gidiniz!
Size on gün mühlet veriyorum.!
Bundan sonra buralarda kim görülürse, boynunu vururum!' buyuruyor" dedi. [35]
Benî Nadîr Yahudileri:
"Ey Muhammed b. Mesleme! Bize Evs kabilesinden bir kimsenin böyle çetin bir haber getireceğini hiç ummuyor, sanmıyorduk!" dediler.
Muhammed b. Mesleme:
"Kalbler değişti. İslâmiyet eski ahidleri ortadan kaldırdı, yok etti" dedi.
Benî Nadîr Yahudileri:
"Biz de, göçü yükleriz!" dediler. [36]

Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün Benî Nadîr Yahudilerini Direnmeye Teşvik Edişi

Benî Nadîr Yahudileri, birkaç gün içinde yol hazırlığına başladılar.
Zülcedr melasında bulunan binek develerini getirtmek için adam gönderdiler.
Eşca1 kabilesi halkından da, develer kiraladılar.
Onların böyle hazırlanmakta oldukları sırada, münafıkların başı Abdullah b. Übeyy b. Selûl, onlara, adamlarından Süveyd ile Dâis'i gönderdi.
Bunlar, Nadîr oğulları Yahudilerine gidip:
"Abdullah b. Übeyy, size:
'Sakın yurdunuzu ve mallarınızı bırakıp gitmeyiniz! Kalenizde oturunuz!
Benim yanımda bulunan kavmimden ve başka Araplardan iki bin kişi sizinle birlikte kalenize gire¬cekler, hepsi ölmeyi göze alacaklardır!
Kurayza oğulları Yahudileri de size yardım ederler, sizi bırakmazlar!
Gatafan'dan olan müttefikleriniz de size yardım ederler!1 diyor" dediler. [37]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl, Benî Nadîr Yahudi leriyle Peygamberimiz Aleyhisselam arasında çarpış¬ma olmasını çok istiyor, Huyey b. Ahtab'a haber gönderip onu çarpışmaya teşvik etmekten geri dur¬muyordu.
Huyey b. Ahtab da, onun sözüne aldanarak:
"'Bizim yurdumuzu ve mallarımızı bırakıp gitmeyeceğimizi bilsin, elinden geleni geri koymasın,yap¬sın!' diye Muhammed'e haber gönderirim.
Kalelerimizi onarır, içlerine gireriz.
Büyük kapı ve sokakları tutarız.
Kalelerimize taş taşırız.
Yanımızda bir yıl yetecek kadaryiyeceğimiz de var!
Kal elerim izdeki suyumuzun da kesilmesinden korkumuz yok!
Muhammed bizi bir yıl muhasara etmeyi göze alabilir mi? Bunu göze alamaz!" dedi . [38]
Kardeşi Cüdeyy b. Ahtab'ı Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi ve:
"Biz yurdumuzdan çıkıp gitmeyeceğiz, elinden geleni yap, geri bırakma!" dedirtti. [39]

Sellâm b. Mişkem'in Huyey'e Tehditte ve Uyarıda Bulunuşu

Benî Nadîr Yahudilerinin bilginlerinden Sellâm b. Mişkem:
"Ey H uyey! Vallahi, hiç şüphesiz, nefsin seni boş şeylerle aldatıyor, gurura ve kuruntuya düşürüyor!
Eğer sen değersiz görüşünde ısrar edecek olursan, bana uyanlarla birlikte senden ayrılırım!
Yapma ey Huyey! Vallahi, hiç şüphesiz, sen de bilirsin, seninle birlikte olanlar da bilirler ve hepimiz biliriz ki; Muhammed, Resûlullahtır!
Onun vasıfları da, yanımızdaki kitablarda mevcuttur!
Ona tâbi olmayışımız, onu kıskandığımızdan, son peygamberin Harun oğulları arasından çıkmasını ummamızdandır!
Gel, bize verilen emanı kabul edelim ve yurdundan çıkıp gidelim!
Sen, benim suikast hususundaki karşı görüşüme muhalefet ettiğini de biliyorsun.
Emanı kabul edip gidersen, mahsul zamanı geliriz veya bizden bazı kimseler gelir, mahsulü satar veya dilediği gibi hareket eder, sonra yanımıza döner.
Sanki yurdumuzdan hiç çıkmamış gibi oluruz. Mülklerimiz, ellerimizde kalmış olur.
Bence, kavmimizin şeref ve itibarı, mallarımız ve üzüm bağlarımızladır.
Mallarımız ellerimizden çıkıp gitti mi, başka Yahudiler gibi, biz de zillet ve idama mahkûm oluruz!
Muhammed üzerimize yürürse, bizi bir günde şu kalelerimizde kuşatır!" dedi.
Huyey b. Ahtab:
"Muhammed kat'iyyen bizi kuşatamaz!
Bize mağlup olur, bizi yenmeye fırsat bulamayarak döner, gider!
Bana Abdullah b. Übeyy b. Selûl, hiç göremeyeceğin, düşünemeyeceğin şeyler va'detti!" dedi.
S el lam b. Mişkem:
"Übeyy'in oğlunun sözü birşey değildir.
Übeyy'in oğlu, seni ancak helak uçurumuna sürüklemek, bizi Muhammed'le harbe tutuşturmak ister!
O, seni harbe tutuşturduktan sonra, evine çekilip oturur, seni kendi haline bırakır!
Ka'b b. Esed'den yardım elde etme isteğine Ka'b yanaşmadı ve:
'Ben sağken, Kurayza oğullarından hiç kimse aradaki muahedeyi bozamaz!1 dedi ve somurttu.
Übeyy'in oğlu, müttefiklerinden Kaynuka oğullarına da, sana yaptığı vaad gibi vaadlerde bulun-m ustu.
Onlar Muhammed'le aralarındaki muahedeyi bozup savaşa kalkışınca, kalelerinde kuşatıldılar. Übeyy'in oğlundan yardım bekleyip durdular.
O ise, evine çekilip oturdu!
Muhammed de, Kaynuka oğullarının üzerine yürüdü. Onları kalelerinden indirinceye kadar kuşattı.
Übeyy'in oğlu bu müttefiklerine bir yardımda bulunamadı.
O kadar halktan hiçbir kimse de, onları Muhammed'e karşı koruyamadı.
Übeyy'in oğlu ne Yahudi dininde bulunan bir Yahudidir, ne Muhammed'in, hatta ne de kendi kavminin dinindedir!
Onun söylediği söz, nasıl kabul edilebilir?!" dedi.
Huyey b. Ahtab:
"Nefsim, Muhammed'e düşmanlıktan ve onunla çarpışmaktan başkasına yanaşmıyor!" dedi.
Sellâm:
"Vallahi, bu tutum, yurdumuzdan sürülmemize, mallarımızın elimizden gitmesine, şerefimizin kay¬bolmasına, nesil ve zü niyetlerim izin öldürülmesine ve esir edilmesine sebep olur!" dedi.
Huyey b. Ahtab, Peygamberimiz Aleyhisselamla savaşmaktan başkasına yanaşmadı.
Ebu'l-Hukayk'ın kıt akıllı oğlu Sarük (Sazük):
"Ey Huyey! Sen uğursuz bir adamsın! Nadir oğullarını helak edeceksin!" dedi.
Huyey, kızdı ve:
"Biz yurdumuzdan ve mallanmızdan ayrılmayacağız! Sen ne yapabilirsen yap!" demek üzere, kardeşi Cüdeyy b. Ahtab'ı Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam ashabıyla otururken Cüdeyy b. Ahtab gelip söyleyeceğini söyleyince, Peygamberimiz Aleyhisselam tekbir getirdi.
Müslümanlar da, Peygamberimiz Aleyhisselamın tekbirine uyarak, tekbir getirdiler.
Cüdeyy b. Ahtab, hemen oradan ayrılıp, durumu habervermek üzere, evinde müttefiklerinden bazı kimselerle oturduğu sırada Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün yanına varmıştı ki, Peygamberimiz Aleyhisselamın münâdisi Benî Nadîr Yahudilerinin üzerine yürüneceğinin İslâm mücahidlerine emir buyurulduğunu seslenerek duyurmaya başlamıştı.
Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün oğlu Abdullah, hemen sırtına zırh gömleğini giyinip kılıcını eline alarak dışarı çıktı.
Cüdeyy b. Ahtab; Abdullah b. Übeyy'in böyle evinin bir köşesinde rahatça oturduğunu ve oğlunun Benî Nadîrierle savaşmak üzere silahlandığını görünce, onun kendilerine yardım edeceğinden umudunu kesti, Huyey b. Ahtab'ın yanına döndü.
Huyey b. Ahtab, ona:
"Arkadan da ne haber var?" diye sordu.
Cüdeyy:
"Şer var! Ben senin kendisine söylememi istediğin şeyi haber verince, Muhammed tekbir getirdi, bizimle harb edeceğini söyledi" dedi ve Abdullah b. Übeyy b. Selûl'de bir hayır görmediğini, onun "Ben sizinle birlikte kalelerinize girmeleri için müttefiklerime haber salarım" demekle yetindiğini haber verdi. [40]

Benî Nadîr Yahudilerinin Kalelerinde Kuşatılışı

Peygamberimiz Aleyhisselam; Benî Nadfr Yahudileriyle hattı etmek üzere hemen hazırlanmalarını İslâm mücahidlerine emretti. [41]
Hicretin dördüncü yılında, [42] Rebiülevvel ayında [43] Rebiülevvel'in onikisinde, Salı günü, [44] Medine'de yerine İbn Ümmi Mektum'u vekil bırakarak [45] Benî Nadîr Yahudilerini Medine'nin ağaçlık bir nahiyesinde, Hatma oğulları makberesi yakınında bulunan yurtlarında, [46] kendileri evlerine ve kalelerine sığınmış oldukları halde, kuşattı. [47]
Peygamberimiz Aleyhisselam ikindi namazını Benî Nadîr Yahudilerinin bağ ve hurmalıkları arasın¬daki meydanda kıldı.
Benî Nadîr Yahudileri, yanlarında oklar ve taşlar bulunduğu halde, kalelerinin duvarları üzerine dikildiler. [48]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Siz, benimle yeni bir muahede yapmadıkça, benim katımda güvenilir ve güvencede değilsiniz!" buy urdu. [49]
Benî Nadîr Yahudileri, Peygamberimiz Aleyhisselamla muahede yapmaya yanaşmadılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, o gün, onlarla savaştı.
Ertesi günü sabahleyin, Benî Nadîr Yahudilerini kuşatmayı bırakıp Benî Kurayza Yahudilerinin üzer¬ine yürüdü ve kendilerini muahedeye davet etti.
Benî Kurayza Yahudileri muahede yaptıkları zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, onları bırakıp, Benî Nadîr Yahudilerini tekrar kuşattı . [50]

Benî Nadîr Yahudilerine Yapılan Son Teklif

Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Nadir Yahudileri ne:
"Medine'den çıkıp gidiniz!" buyurdu.
Benî Nadîr Yahudileri buna yanaşmadılar ve:
"Ölüm, bize, senin teklif ettiğin şeyden daha kolaydır!" dediler ve çarpışmaya giriştiler. [51]
Yahudilerden bir hayli insan öldürüldü. [52]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Nadîr Yahudileriyle çarpışırken, onların kapı üzerine, ev üzer¬ine çıkıp savaştıklarını, yenilince de bunların arkasına sindiklerini görünce, çarpışma meydanını genişletmek için, duvarları yıktırdı. [53]
Yüce Allah, Resûlünün işini korudu; ona doğru olanı gösterdi. O da, en yakınından başlayarak Yahudi evlerinin birer birer yıkılmasını, hurma ağaçlarının da kesilmesini ve yakılmasını emretti.
Bunun üzerine, Yahudiler, yıkılan evlerinin arkasından çıkıp Müslümanlara mani olma kudret ve cesaretini gösteremediler.
Yüce Allah, Yahudilerin de, onlara yardım vaadinde bulunan münafıkların da kalblerine korku düşürdü. [54]
Benî Nadîr Yahudileri, son evleri yıkılıncaya kadar, münafıklardan ve başkalarından hep yardım bekleyip durdularsa da, Allah onlara yardım vaadinde bulunanların da kalblerine korku düşürdü. Onlar da, vaad ettikleri yardımı yapamadılar. [55]
Hurma ağaçları kesilir ve yakılırken, Yahudiler:
"Ey Muhammedi Sen fesattan nehyetmekte ve onu işleyenleri ayıplamakta ve kınamakta idin. Şimdi onları kesmek ve yakmak nasıl olur?!" diyerek bağırdılar. [56]
Yahudilerin bu sözleri, hurma ağaçlarını kesmek ve yakmak hususunda Müslümanlardan bazılarını tereddüde ve endişeye düşürmüştü.
İbn Abbas'ın bildirdiğine göre; Benî Nadîr Yahudilerinin mevzilendikleri kalelerinden indirilmeleri istenilip hurma ağaçları kesilmeye başlanınca, Müslümanlar:
"Biz hurma ağaçlarından bir kısmını kestik, bir kısmını da bıraktık. Kestiklerimizden dolayı bize ahirette bir ecir, veya kesmeyip bıraktıklarımızdan dolayı bir vebal var mıdır; Resûlullah Aleyhisselamdan soracağız!" dediler. [57]
Abdullah b. Ömer de, bu hususta şöyle der
"Resûlullah Aleyhisselam Benî Nadîrlerin yaş hurma ağaçlarını (harp gereği olarak) yaktırdı ve kesilmesini emretti ki, bu yakılan ve kesilen ağaçlar Benî Nadîrlerin hurmalığı olan Büveyre'de idi." [58]
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette:
"Siz hangi hurma ağacını kestinizse veya kökleri üzerinde dikili bıraktınızsa, bu, hep Allah'ın izniyledir ve fâsıkları perişan etmek içindir" buyurdu. [59]
Mü'minlerin duydukları endişeler, böylece giderilmiş oldu. [60]

Benî Nadîr Yahudilerinin Yurtlarını Bırakıp Gitmeleri İçin Eman Dilemeleri

Peygamberimiz Aleyhisselam; Benî Nadîr Yahudilerini onbeş gün, [61] hatta yirmiüç gün, [62] onlara ulaşabildikleri her yende ulaşıncasına sıkı bir kuşatma altında tuttu, onlarla çarpıştı. [63]
Benî Nadîr Yahudileri; münafıklardan da, başkalarından da bekledikleri yardımlardan ümitlerini kestikieri [64] ve birçok hurma ağaçlarının kesilmeye ve yakılmaya başlandığını gördükleri zaman, [65] kork¬tular. Keza, onlara yardım vaad edenler de korktular. [66]
Benî Nadîr Yahudileri:
"Biz, artık yurdundan çıkıp gideceğiz!" dediler. [67]
Yanlarında altın, gümüş ve silah götürmemek, ev eşyalarını develere yükleyerek yurtlarından çıkıp gitmek şartıyla sulh istediler. [68]
İbn Haldun'a göre; Benî Nadîr Yahudilerinin kanlarının dökülmesinden vazgeçilip develere yükleye-bilecekleri mallarıyla sürülmelerini, Abdullah b. Übeyy b. Selûl, Peygamberimiz Aleyhisselamdan dilemiş ve sağlamıştı. [69]
Teklif ve kabul edilen sulh şartlarına göre;
Benî Nadîr Yahudil erinden her üç kişiye bir deve verilecek. [70]
Verilecek develere, -her çeşit harp silahlan, zırh ve miğfer gibi harp eşyası hariç olmak üzere [71] istedikleri ev eşyası ile yiyecek içecek gibi şeyleri, [72] develerin kaldırabilecekleri kadar meta ve malı yük¬leyip götürebileceklerdi. [73]
Benî Nadîr Yahudileri, Medine'den ayrılacakları zaman, Müslümanların harp gereği olarak yıkmış oldukları evleri dışında kalan evlerini de, kendi elleriyle yıktılar. [74] Müslümanlar oturmasınlar, yararlan¬masınlar diye evlerinin direklerini devirdiler, tavanlarını çöktürdüler. [75] Evlerinin kapılarını, tahtalarını, [76] hatta kapılarının üzerindeki süslü şeyleri bile söküp develere yüklediler. [77]
Ebu'l-Hukayk oğullarının yanlarında pek çok gümüş kaplar götürdükleri görüldü. [78]
Sellâm b. Ebu'l-Hukayk, zinet eşyasını bir deve derisine doldurmuştu.*
"Biz, bunu, dünyayı alçaltmak ve yükseltmek için hazırladık!
Burada hurma bahçelerimizi bıraktıksa, Hayber'deki hurma bahçelerimize varacağız!" diyerek bağırdı. [79]

Ensarın Yahudilerce Alınıp Büyütülmüş Olan Adak Oğulları Sorunu

İslâmiyetten önce, çocuğu yaşamayan bir kadın, çocuğu yaşadığı takdirde onu Yahudi olarak yetiştireceği hakkında adakta bulunurdu.
Yanlarında böyle adanmış, büyütülmüş birçok Ensar oğulları da bulunan Benî Nadir Yahudileri Medine'den sürülüp çıkarılacakları zaman, Ensar:
"Biz çocuklarımızı bırakmayız [80] Yâ Rasûlallah! Onların arasında bulunan oğullarımız ve kardeş¬lerimiz ne olacak?" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam cevap vermeyip sustu.
Bunun üzerine, Yüce Allah:
"Zorlama, dinde yoktur!.." (Bakara: 256) âyetini indirdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensara:
"Adamlarınızı, iki taraftan birisini tercihte serbest bırakınız!
Eğer sizi tercih ederlerse, onlar sizdendirler.
Eğer Yahudileri tercih ederlerse, onları Yahudilerle birlikte sürgün ediniz!" buyurdu. [81]

Benî Nadîr Yahudilerinin Medine'den Çıkış Gösterileri

Sürüldüklerine üzülmediklerini göstermek için, kadınlar atlas, ipek, deniz koyunu yününden dokun¬muş, yeşil, kırmızı kadifeden elbiselerini giyinmişler, altın ve gümüş zinetlerini takınmışlardı. [82]
Kadınlar ve çocuklar, develere bindirilmişlerdi. [83] Yanlarında davullar, zumalar, oynayan oyuncu kadınlar vardı. [84]
Benî Nadîr Yahudileri altıyüz develik bir kafile teşkil ediyorlardı. Develer birbiri ardınca dizilmişler¬di. [85]
Beni Nadîr Yahudileri, defler, düdükler çalarak, Medine çarşısından büyük bir gösteri ile geçip gittil¬er. [86]

Benî Nadîr Yahudilerine Mahşer'e Gitmelerinin Emredilişi

Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Nadîr Yahudileri ne:
"Medine'den çıkıp gidiniz!" buyurduğu zaman, onlar:
"Ey Muhammedi Nereye gidelim?" diye sormuşlar, Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Haşr'e, Mahşere (yani sürülecek yeriniz olan Şam'a) gidiniz!" buyurmuştu. [87]
Benî Nadîr Yahudilerinden bir kısmı Hayber'e, bir kısmı da Şam'a doğru gittiler. Hayber'e gidenler içinde Benî Nadîr Yahudilerinin eşrafından Sellâm b. Ebu'l-Hukayk, Kinane b. Rebi1 b. Ebu'l-Hukayk ve Huyey b. Ahtab vardı.
Bunlar, Hayber halkından hısımlarının evlerine indiler. [88]
Şam'a doğru gidenler, Şam'a, Ezriat'a, [89] Eriha'ya kadar gittiler. [90]
Benî Nadîr Yahudileri, Benî İsrail torunlarındandı.
Bunların Şam'a sürülmeleri, Yüce Allah'ın İsrail oğullarına yolsuzlukları yüzünden yazdığı ve o güne kadar uğramadıkları sürgün cezasının ilki idi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onlan sürgün etmemiş olsaydı, dünyada, Benî Kurayza Yahudileri gibi öldürülmek ve esir edilmek cezasıyla cezalandırılacaklardı. [91]

Benî Nadîr Yahudilerinden Yamin ile Ebu Sa'd'ın Müslüman Oluşu

Benî Nadîr Yahudilerinden olan Yamin b. Umeyr ile Ebu Sa'd b. Vehb'den [92] biri öbürüne: "Vallahi, hiç şüphesiz sen de biliyorsun ki, o [Muhammed Aleyhisselam], Resûlullahtır! Daha ne duruyorsun? Hemen Müslüman olalım, kanlarımızı, mallarımızı güvenceye alalım!" dedi. Geceleyin indiler. [93] Müslüman oldular. Kanlarını ve mallarını korudular. [94]

Benî Nadîr Yahudilerinden Kalan Menkul ve Gayrimenkuller

Benî Nadîr Yahudileri Medine'den sürgün edilince, onlardan Müslümanlara kalanlar
340 adet kılıç,
50 adet zırh gömlek,
50 adet miğfer gibi menkuller ile; [95]
Su kuyuları, [96]
Araziler, ekinlikler,
Hurma bahçeleri gibi gayrimenkullerdi. [97]

Benî Nadîr Yahudilerinden Kalan Malların Muhacirlere Bölüştürülmesi

Peygamberimiz Aleyhisselam, Ensardan Sabit b. Kays'ı yanına çağınp, ona:
"Kavmini bana çağır!" buyurdu.
Sabit b. Kays:
"Yâ Rasûlallah! Hazrecileri mi çağırayım?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hepsini [Hazrecileri de, Evsîleh de] çağır!" buyurdu.
Sabit b. Kays, Evsfleri ve Hazrecileri, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına çağırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Allah'a hamd ve senada bulunduktan sonra, Ensarın Muhacirlere nasıl iyilikler yaptıklannı; onları evlerine indirip nasıl barındırdıklarını, her hususta onları kendilerine nasıl tercih ettiklerini andı. [98] Sonra da:
"Muhacir kardeşlerinizin mallan yoktur. [99]
İsterseniz, Nadîr oğulları mallarından Allah'ın bana verdiği malları sizinle Muhacirler arasında bölüştüreyim de, Muhacirler yine evlerinizde oturmakta ve mallarınızdan yararlanmakta devam etsinler.
İsterseniz, Nadîr oğullarının mallarını yalnız Muhacirlere vereyim de, onlar evlerinizden ve mal¬larınızdan çıksınlar, el çeksinler?" buyurdu. [100]
Ensardan Sa'd b. Ubâde ile Sa'd b. Muaz: [101]
"Hayır yâ Rasûlallah! Sen Nadîr oğullarının mallarını Muhacirler arasında bölüştür!
Onlar, şimdiye kadar olduğu gibi, yine evlerimizde oturmakta devam etsinler. [102]
Hatta, istersen, bizim mallanmızı da onlarla bölüştür!" dediler. [103]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunan Ensar topluluğu da, hep birden:
"Razıyız ve boyun eğiyoruz yâ Rasûlallah!" diyerek seslendiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'ım! Ensara ve Ensarın oğullarına rahmet et, acı!" diyerek dua etti. [104]
Hz. Ebu Bekir de:
"Ey Ensar cemaatı! Allah sizi hayırla mükâfatlandırsın! Vallahi, bizim de benzerimiz yok, sizin de benzeriniz yok!" dedi. [105]
Ensarın gösterdikleri bu yüksek semahat ve sehâvetleri üzerine inen âyette şöyle buyuruldu:
"Onlardan önce, Medine'yi yurt ve iman evi edinmiş olan kimseler (Ensar) da, kendilerine hicret edenlere sevgi beslerler.
Onlara (Muhacirlere) verilen şeylerden dolayı da, göğüslerinde hiçbir ihtiyaç meyli bulmazlar!
Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile, onlan (Muhacirleri), öz canlarından üstün tutarlar!
Kim nefsinin mala olan hırsından ve cimriliğinden korunursa, işte, korktuklarından kurtulan, umduk¬larına erenler onlardır!" (H aşr: 9). [106]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Nadîr Yahudilerinin mallarını yalnız ilk Muhacirlere bölüştürdü.
Biraz da, Ensardan, muhtaç olan iki zâta; [107] Sehl b. Huneyf ile Ebu Dücâne'ye verdi. [108]
Sa'd b. Muaz'a da, İbn Ebul-Hukayk'ın kılıcını verdi. [109]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Benî Nadîr Yahudilerinin Muhacirlere bölüştürdüğü mallar arasından kendisine ayrılan hurma bahçelerindeki hurma ağaçlarının altlarına [110] ve tarlalara, arazilere [111] çokça ekin ektirirdi. [112]
Peygamberimiz Aleyhisselam, [113] Abdulmuttalib oğullarının [114] yıllık geçimlerini [115] arpa ve hurma mahsulünden [116] karşılar, artanı ile de Allah yolunda yapılacak cihad için hayvanlar, atlar ve silahlar alırdı. [117]

Münafıklar ile Benî Nadîr Yahudilerinin Tutum ve Davranışlarının Kur'ân-ı Kerîm'de Açıklanışı

Medineli münafıklarla Benî Nadîr Yahudilerinin tutum ve davranışları ve akıbetleri hakkında inen âyetlerde şöyle duyurulur
"Ehl-i Kitabdan o küfreden kardeşlerine:
'Andolsun, eğer siz yurdunuzdan sürülür, çıkarılırsanız, biz de muhakkak sizinle çıkar, gideriz!
Sizin aleyhinizde, hiçbir kimseye hiçbir zaman itaat etmeyiz!
Eğer sizinle harp edilirse, muhakkak ve muhakkak, biz size yardım ederiz!1 demekte olan o münafık¬ları görmedin mi?!
Halbuki, Allah şehadet eder ki, onlar muhakkak yalancıdırlar!
Andolsun ki; onlar yurtlarından çıkarılacak olurlarsa, bu münafıklar onlarla birlikte çıkıp gitmezler!
Eğer onlar muharebeye tutuşurlarsa, yardım da etmezler!
Şayet yardım etseler bile, andolsun ki, mü'minler karşısında dayanamayarak arkalarına dönüp kaçarlar!
Sonra da, kendileri hiçbir yerde yardım göremezler!
Muhakkak ki, onların yüreklerinde, Allah'tan ziyade, sizin korkunuz var!
Bu da, onların anlamaz bir kavim olmalarıdır.
O münafıklar ve Yahudiler, müstahkem kasabalarda yahut duvarlar arkasında, surlar, hisarlar içinde siperlenmeden, sizinle toplu bir halde çarpışamazlar.
Onların kendi aralarında çarpışmaları şiddetlidir.
Sen onları derli toplu sanırsın.
Halbuki, onların kalbleri darmadağınıktır.
Bu da, onların akıllarını kullanmaz bir kavim olmalarındandır.
O Nadîr oğullarının hali, kendilerinden az öncekilerin (Kaynuka oğullarının) hali gibidir ki, onlar yap-tıklarının kötü akıbetini dünyada tatmışlardır.
Onlar için, ahirette de çetin bir azap vardır.
Nadîr oğullarını muharebeye teşvik eden münafıkların hali de, şeytanın hali gibidir:
Çünkü, şeytan insana 'Küfret!' der de, o küfredince:
'Ben gerçekten senden uzağım! Çünkü, ben Âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım!1 der.
Nihayet, ikisinin de akıbeti, gerçekten, temelli ateşin içinde kalmaları olmuştur!
İşte, zalimlerin cezası budur!" [118]
Nadîr oğulları Yahudilerinin sürgün edilmeleri üzerine inen âyetlerde de, şöyle buyurulmustur:
"Ehl-i Kitabdan küfredenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur, Allah'tır!
Siz onların çıkıp gideceklerini sanmamıştınız.
Onlar da, kalelerinin Allah'ın azabına gerçekten mani olacağını sanmışlardı.
İşte, onlara hesaba katmadıkları cihetten Allah'ın azabı geliverdi!
O, bunların yüreklerine korku düşürdü.
Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle, hem mü'minlerin elleriyle harap ediyorlardı!
İşte ey akıl sahipleri! Siz bundan ibret alın!
Eğer Allah onlara bu sürgünü yazmamış olsaydı bile, hiç şüphesiz, dünyada kendilerini yine şidde¬tle azapl andıracaktı.
Çünkü, onlar gerçekten Allah'a ve Peygamberine aykırı hareket ettiler.
Kim Allah'a aykırı hareket ederse, şüphe yok ki, Allah çetin azaplıdır." [119]
Benî Nadîr savaşı münasebetiyle inen âyetlerde mü'minlere de şöyle uyarı ve açıklama yapılmıştır:
"Siz herhangi bir hurma ağacını kestiniz yahut kökleri üzerinde bıraktınız ise, hep Allah'ın izniyledir. Bu izin de* fâsıkları rüsvay edeceği için (verilmiş)'dir.
Allah'ın onların mallarından Peygamberine verdiği fey'e (zahmetsiz ganimete) gelince, siz bunun için ne ata, ne deveye binip koşmadınız!
Fakat, Allah, peygamberlerini dileyeceği kimselere galip kılar.
Allah herşeye hakkıyla kadirdir.
Allah'ın fethedilen memleketler ahalisinden peygamberine verdiği fey (ganimet):
Allah'a,
Peygamberine,
Hısımlara,
Yetimlere,
Yoksullara,
Yolda kalmış olanlara aittir; tâ ki, bu mallar içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın!
Peygamber size ne verdi ise, onu alınız!
Size neyi yasak etti ise, ondan da sakınınız!
Allah'tan korkunuz! Çünkü, Allah'ın azabı çetindir.
Özellikle, fey; hicret eden fakiri ere aittir ki, onlar Allah'tan birfazl ve inayet ve hoşnutluk ararlar ve Allah'a ve Peygamberine (canlarıyla, mallarıyla) yardım ederler.
Onlar, Allah'a ve Peygamberine yardım ederlerken, yurtlarından ve mallarından mahrum edilerek çıkarılmışlardır.
İşte bunlar, sadıkların ta kendisidirler!" [120]

İçki Ne Zaman ve Nasıl Haram Kılındı?

İçkinin Haram Kılındığı Tarih

İçki, Hicretin dördüncü yılında Benî Nadîr Yahudilerinin Medine'den sürülüp çıkarıldıkları zamanda haram kılındı. [121]

İçkinin Nelerden Yapıldığı

O zaman içki, genellikle üzümden, hurmadan, buğdaydan, arpadan, baldan yapı lirdi. [122] Medineliler, en çok büsr denilen hurma koruğu ile temr denilen kuru hurmadan yapıp fatih adını tak¬tıkları içkiyi içerlerdi.
Medine'de üzüm içkisi az bulunurdu. [123]
Yemenlilerin içkisi, baldan yaptıkları biti1 ile arpadan ve darıdan yaptıkları mizr idi. [124]
Habeşliler de, darıdan yaptıkları ve gubeyra=sükrüke dedikleri içkiyi içerlerdi. [125]

İçkinin Üç Safhada Haram Kılınışı

İçki, tedricen ve üç safrıada haram kılınmıştır
1- Peygamberimiz Aleyhisselam Medine'ye hicret buyurdukları zaman, Müslümanlar içki içer, kumardan elde ettikleri paralan da yerlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselamdan, bunların hükmünü sordular.
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette şöyle buyurdu:
"Sana şarabı ve kumarı sorarlar. De ki: 'Onlarda, hem büyük günah, hem insanlar için faydalar vardır. Günahları ise, faydalarından daha büyüktür...'" [126]
Halk:
"Bu âyete göre, içki ve kumar bize haram kılınmış değildir. Ancak, bunlarda büyük günah olmakla birlikte, halkın menfaatinin de bulunduğu bildirilmiştir. [127] Bu gelen âyette bir müsaade ve ruhsat var gibidir. Kumarın kazancını yiyelim, içkiyi de içelim. Bunlardan dolayı da, Allahtan yarlıganmak dileye¬lim ! [128] Yâ Rasûlallah! Bırak da, Yüce Allah'ın buyurduğu gibi, bundan faydalanalım?" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam onlara cevap vermedi, sustu. [129]
Müslümanlardan bir kısmı içmeye davet ettiler, bir kısmı da bıraktılar. [130]
2- Muhacirlerden veya Ensardan bir zât, akşam namazını kıldırırken, kıraati, yanlış mânâ çıkacak derecede karıştırdı.
Bunun üzerine:
"Ey iman edenler! Siz, sarhoş iken, ne söyleyeceğinizi bilinceye; ve cünüb iken de, yolcu olmanız müstesna, gusledinceye kadar, namaza yaklaşmayınız!" (Nisa: 43) mealli âyet nazil oldu. [131]
Müslümanlar
"Yâ Rasûlallah! Biz namaz vakti yaklaşınca içmeyiz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine, onlara cevap vermedi, sustu. [132] Müslümanlardan içki içenler azaldı. [133] Namaz kılınacağı zaman, Peygamberimiz Aleyhisselamın nida edicisi:
"Hiçbir sarhoş namaza yaklaşmasın!" diyerek seslenirdi. [134]
3- Hz. Ömer:
"Allah'ım! İçki hakkında bize açık ve kesin bir beyanda bulun!" diyerek Allah'a dua etti.
Bunun üzerine:
"Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları, şeytanın murdar ve kötü işinden başka birşey değildir!
Bunun için, onlardan kaçınız ki, korktuklarınızdan kurtulup umduklarınıza erebilesiniz!
Şeytan; içkide ve kumarda, ancak, aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namaz kılmaktan alıkoymak ister!
Artık vazgeçtiniz, değil mi?" (Mâide: 90-91) mealindeki âyetler nazil oldu.
Hz. Ömer çağırılıp, ona bu mealdeki âyetler okundu. Âyetteki "Arbk vazgeçtiniz, değil mi?" sorusuna, Hz. Ömer:
"Vazgeçtik! Vazgeçtik yâ Rab!" dedi. [135]
Yalnız Hz. Ömer değil, bütün Müslümanlar da:
"Artık içkiden, kumardan vazgeçtik Rabbimiz!" dediler. [136]

İçki Yasağının İlan Edilişi ve İçkilerin Sokaklara Dökülüşü

İçkiyi haram kılan âyetler nazil olunca, Peygamberimiz Aleyhisselamin emriyle, münâdi:
"Haberiniz olsun ki, içki haram kılınmıştır!" diyerek Medine sokaklarında seslendi. [137]
Tulumlarından delinip boşaltılan [138] ve küplerinden dökülen içkiler, Medine sokaklarında su gibi aktı. [139]
Abdullah b. Ömer der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamla birlikte Mescidde bulunuyordum.
'Kimin yanında şu içkiden varsa, onu bana haber versin, getirsin1 buyurdu.
Halk, yanlarındaki içkileri getirmeye başladılar.
Kimi:
'Benim yanımda büyük bir kırba içki var!'
Başka biri:
'Benim yanımda büyük bir kırba içki var!'
Daha başka biri de:
'Benim yanımda bir tulum yahut Allah'ın olmasını dilediği kadar içki var!' diyordu.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Onları Bakiyy'e şöyle şöyle biraraya toplayınız! Sonra, bana haber veriniz!' buyurdu.
Öyle yaptılar. Biraraya getirdikten sonra, Resûlullah Aleyhisselama haberverdiler.
Resûlullah Aleyhisselam, kalkıp yürüdü.
Ben de kalktım, sağ tarafında yürüdüm. Kendisi, yürürken, bana dayanıyordu.
Ebu Bekir arkamızdan gelip bize yetişince, ben Resûlullah Aleyhisselamın yanından geriledim, sol¬una geçtim.
Ebu Bekir benim yerimi aldı.
Sonra, Ömer b. Hattab gelip bize kavuştu.
Ben yine geriledim, Resûlullah Aleyhisselamın sol yanına o geçti.
Resûlullah Aleyhisselam, ikisi arasında, içkilerin toplanmış olduğu yere kadar yürüyüp durdu.
Orada bulunan halka içkiyi göstererek:
'Bunu biliyor musunuz?' diye sordu.
'Evet yâ Rasûlallah! İçkidir bu!1 dediler.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Doğru söylediniz!' buyurdu. Sonra da:
'Muhakkak ki, Allah,
İçkiye,
Onu sızdırana,
Onun sızdırıldığı yere,
Onu içene,
Onu içirene,
Onu taşıyana,
Onu satana,
Onu satın alana,
Onun bedelini, kazancını yiyene lanet etmiştir!" buyurdu. [140]

İçkinin Her Kötülüğün Başı ve Kaynağı Oluşu

Peygamberimiz Aleyhisselam içki hakkındaki hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır
"İçki her kötülüğün anahtarıdır." [141]
"...İçki her kötülüğün başıdır." [142]
"...İçki ümmü'l-habâistir; murdarlıkların, kötülüklerin anasıdır." [143]
"Her sarhoşluk veren şey, içkidir. Her sarhoşluk veren içki de, ha ram d ir." [144]
"Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haram dır." [145]
"İçki içen, onu mü'min olarak içemez." [146]
"İçki içenin kırk sabah namazı kabul olunmaz. Eğer tevbe ederse, Allah onun tevbesini ve namazını kabul eder." [147]
"Allah'a ve ahiret gününe inanan kişi, üzerinde içki içilen sofraya oturmaz." [148]
"Allah'a ve ahiret gününe inanan kişinin, üzerinde içki içilen sofraya oturması helâl olmaz." [149]
"İlmin ref'olunması, cehlin kökleşmesi, şarabın içilmesi, zinanın çoğalması, Kıyamet alametlerindendir. [150]
"Ümmetimden birtakım kimseler, içkinin adını başka bir adla değiştirerek [151] onu helâlleştjrmek isteyecekler [152] ve içecekler!" [153]

Yahudilerin Müslümanları İçki Hususunda Üzüntüye Düşürmeleri

İçkiyi haram kılan âyetler inince, Yahudiler:
"İçki içip dururken ölmüş olanlar sizin kardeşleriniz değiller miydi?!" diyerek, Müslümanların zihin¬lerini kanştırmak, huzurlarını kaçırmak istediler. [154]
Müslümanlar da:
"Yâ Rasûlallah! Bizden bazıları içki içer, kumar parası yiyip dururken Allah yolunda öldürüldüler yahut döşeklerinde öldüler.
Allah ise, içkiyi, kuman, şeytanın işlerinden birer murdar kötülük olarak tavsif etti ve saydı.
Hal böyle olunca, öldürülen veya ölenlerin hali ne olacak? [155]
Birtakım kimseler savaşlarda öldürüldüler ki, yasaklanan içki onların karınlarında bulunuyordu!" dediler. [156]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğeronlara da bunlar haram kılınmış olsaydı, sizin bıraktığınız gibi, onlarda bunları derhal bırakır¬lardı!" buyurdu. [157]
Yüce Allah da, Müslümanları düşürüldükleri bu şüphe ve üzüntülerden kurtarmak için, indirdiği âyette şöyle buyurdu:
"İman edip de güzel amel ve hareketlerde bulunanlar, (bundan sonra haram olan şeylerden de) sakındıkları, iman(larında sebat ile) iyi işlere devam ettikleri, sonra (haram edilen şeylerden daima) sakınıp (haram olduklarına) iyice inandıkları şeylerden yine sakınmakta devam ve ısrar ile güzel işler(i arayıp onlar)la iştigal ettikleri takdirde, haram kılınmazdan önce tattıklarında, uhdelerine hiçbir beis, vebal yoktur.
Allah iyi hareket edenleri sever" (Mâide: 93). [158]

Amr b. Su'da ile İbn Heyyeban'ın Benî Kurayza Yahudileri Hakkındaki Öğüt ve Uyarıları

Benî Nadîr Yahudileri Medine'den sürülüp çıkarıldıktan sonra, Beni Kurayza Yahudilerinden Amr b. Su'da, Nadîr oğulları Yahudilerinin yurtlarına gitti. Oralarda bir müddet gezip dolaştı. Nadîr oğullarının evlerinin birer harabe haline geldiklerini görünce, düşünceye daldı.
Sonra, oradan ayrılıp Benî Kurayza Yahudilerinin yanına döndü. Onları, mabedlerinde buldu.
Davet borusu çalınınca, Kurayza oğulları orada toplandılar.
Zebir b. Bata, Amr. B. Su'da'ya:
"Ey Ebu Saîd! Sen şimdiye kadar nerelerde idin? Kiliseden hiç ayrılmazdın?" diye sordu.
Gerçekten de, Amr b. Su'da kiliseden hiç ayrılmaz, Yahudilik ibadetiyle meşgul olur dururdu.
Amr b. Su'da, Zebir b. Bataya:
"Bugün ben hepimize ders olacak bir ibret gördüm: İzzet, cesaret, üstün şeref, üstün akıl sahibi olan kardeşlerimizin yurtlarını boşaltarak; mallarını, mülklerini başkalarına bırakarak nasıl zilletle çıkıp gittik¬lerini düşündüm.
Tevrat'a andolsun ki; Allah o kavme hiçbir zaman böyle bir musibet vermemişti!
Bundan önce, Eşrefin oğlu evinde emin bir halde yatarken öldürüldü ki, onların izzet ve şeref sahibi adamı idi.
İbn Süneyne öldürüldü ki, onların seyyidi ve lideri idi.
Kaynuka oğulları öldürüldüler, yurtlarından sürüldüler ki, onlar Yahudilerin cedleri, ataları idi.
Halbuki, onlar cesaretli, silah ve mal bakımından da hazırlıklı kişiler idiler.
Fakat birden kuşatıldılar. Yerlerini, yurtlarını bırakarak Yesrib'den (Medine'den) sürülüp çıkarılacak¬ları kendilerine söylenildi.
Ey kavmim! Siz hiç görmediğiniz şeyleri gördünüz!
Beni dinleyiniz! Geliniz! Muhammed'e tâbi olalım, Müslüman olalım!
Vallahi, siz de biliyorsunuz ki, o, geleceği ve dini bize müjdeleyen peygamberdir!
Yahudilerin en bilginleri olan İbn Heyyeban, Ebu Umeyr ile İbn Hıraş bize gelmişler, 'O Peygamberin hemen gelmek üzere bulunduğunu haber vermişler ve kendisine tâbi olmamızı da bize emirve tavsiye etmişlerdi.
Onlar, Beytü'l-Makdis (Kudüs)'ten gelmişler, kendilerinden 'O Peygamber'e selamlarını söylemem¬izi de bize emretmişlerdi.
Sonra onlar 'O Peygamberin dini üzerinde öldüler ve şu kara taşlığımıza da gömüldüler" dedi.
Orada bulunan Yahudi topluluğu, hep sustular, durdular. İçlerinden hiçbir konuşan olmadı.
Amr b. Su'da, biraz sonra, bu sözünü tekrarladı ve ona benzer bazı sözler daha söyledi.
Kurayza oğulları Yahudilerini de, harple, esirlik ve yurtlarından sürülüp çıkarılmak gibi musibetlere uğramakla korkuttu.
Zebir b. Bata: "Tevrat'a and içerim ki; ben de 'O Peygamberin sıfatını Musa Peygambere inmiş olan ve babam Bata tarafından istinsah edilmiş bulunan Tevrat kitabında okumuşumdur!" dedi.
Ka'b b. Esed, Zebir b. Bata'ya:
"EyAbdurrahmanin babası! Seni 'O Peygamber'e tâbi olmaktan alıkoyan nedir?" diye sordu.
Zebir b. Bata:
"Sensin ey Ka'b!" dedi.
Ka'b b. Esed:
"Sen niçin böyle söylüyorsun? Tevrat'a andolsun ki; ben seninle 'O Peygamberin arasına hiçbir zaman girmedim, gerilmedim!" dedi.
Zebir b. Bata:
"Evet! Sen de bizim ahd ve akde yetkili adamımızsın.
Eğer sen 'O Peygamber'e tâbi olursan, biz de ona tâbi oluruz!
Sen 'O Peygamber'e tâbi olmaktan kaçınırsan, biz de kaçınınz!" dedi.
Amr b. Su'da, Ka'b b. Esed'e dönüp, bu hususta Zebir b. Bata ile aralarında konuşulan şeyleri ona da andı, ulaştırdı ve en sonunda:
"'O Peygamberin işi hakkında, benim, söylediğimden başka söyleyecek sözüm yok! Benim gönlüm ona tâbi ve Müslüman olmayı özler!" dedi. [159]

Üç Gencin Benî Kurayza Yahudilerini Uyarmaları ve Müslüman Olmaları

Asım b. Ömer b. Katâde'ye, Kurayla oğulları Yahudilerinden bir şeyh:
"Kurayza oğullarının kardeşi Hedl oğullarından Salebe b. Sa'ye, Useyd b. Sa'ye ile Esed b. Ubeyd-ki bunlar Cahiliye devrinde Benî Kurayza Yahudileriyle birlikte idiler, İslâmiyet devrinde onların seyyid-leri olmuslardır-ne için ve nasıl Müslüman olduklarını biliyor musun?" diye sormuştu.
Âsim b. Ömer de:
"Hayır! Vallahi, bilmiyorum!" deyince, Yahudi şeyh:
"İslâmiyetten birkaç yıl önce, Şamlı Yahudilerden İbn Heyyeban diye anılan bir adam yurdumuza geldi. Vallahi, beş vakitte namaz kılmayanlar içinde ondan daha faziletli bir adam görmemişizdir.
O, bizim yanımızda oturdu, yerleşti. Yağmur kesildiği zaman, ona:
'Ey İbn Heyyeban! Bizim için yağmur duasına çık!1 derdik.
O da:
'Hayır! Vallahi, siz mallarınızın sadakalarını takdim etmedikçe, yağmur duasına çıkış yerinize çık¬mam!' derdi.
Ona:
'Verilecek sadaka ne kadardır?' diye sorardık.
O:
'Hurmadan bir sa', yahut arpadan iki mü d1 derdi.
Biz mallarımızdan bu sadakalan ayırıp verdikten sonra, kara taşlığımıza çıkar, bizim için Allah'tan yağmur dilerdi.
Vallahi, çok geçmeden gök bulutlanır ve bizi sulardı.
O bunu bize bir kere, iki kere, üç kere değil, birçok kereler yapmıştı.
Sonra o, yanımızda bulunduğu sırada, ölüm döşeğine düştü.
Öleceğini anladığı zaman, bize:
'Ey Yahudi cemaatı! Beni Şam gibi yiyecekleri, içecekleri bol bir yerden çıkarıp bu darlık, yoksulluk ve açlık yerine getiren nedir, bilir misiniz?' diye sordu.
Kendisine:
'Sen daha iyi bilirsin!' dedik.
O:
'Ben bu beldeye ancak gelme zamanı yaklaşmış bulunan peygamberin gelmesini gözleyeyim diye gelmişimdir. Burası onun hicret edeceği yerdir. Ben onun gönderilmesini ve ona tâbi olmamı ne kadar arzu etmekte idim.
Size, onun zamanı çok yaklaşmıştır. Ey Yahudi cemaatı! Ona inanmak ve tâbi olmakta başkaları sizin önünüze geçmesin!
Çünkü, o, kendisine muhalefet edenlerin kanlarını dökmek, çocuk ve kadınlarını esir etmek yetk¬isiyle de gönderilecektir. Siz de bu akıbete düşmekten kendinizi koruyamayacaksınız!' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam peygamber olarak gönderildiği ve Kurayza oğullarını yurtlarında kuşattığı zaman, pek genç olan Salebe b. Sa'ye, Useyd (Esid) b. Saye ile Esed b. Ubeyd:
'Ey Kurayza oğulları! Vallahi, bu zât, muhakkak, İbn Heyyeban'ın size bahsetmiş olduğu ve kendi¬sine uymanızı emir ve tavsiye etmiş olduğu peygamberdir!' dediler.
Kurayza oğulları ise;
'Bu, İbn Heyyeban'ın geleceğini haber verdiği peygamber değildir!1 dediler.
Gençler
'Hayır! Vallahi, gelecek peygamberin Kitabda yazılı sıfatlan onda tamamıyla mevcuttur!' dediler.
Kaleden indiler, Müslüman oldular.
Kanlarını, mallarını ve çoluk çocuklarını korudular." [160]
İbn İshak bunun Yahudi bilginleri tarafından da haber verildiğini açıklar. [161]


________________________________________
ÖLÜMLER, EVLİLİKLER, DOĞUMLAR

Hz. Ali'nin Annesi Fâtıma Hatunun Vefatı

Fâtıma Hatunun Kimliği ve Fazileti

Hz. Ali'nin annesi Fâtıma Hatun, Hâşim oğulları kadınlarından olup, Peygamberimiz Aleyhisselamin amcası Ebu Talib'in zevcesi idi.
Kendisinin gerek Ebu Talib'le ve gerek Peygamberimiz Aleyhisselamla soyu Hâşim'de birleşir. [1]
Fâtıma Hatun; Hâşim oğulları kadınları içinde, Hâşimî erkek sulbünden ilk erkek çocuğu dünyaya getiren hatundu. [2]
Hâşim oğulları kadınlarından, halife annesi olanların da ilki idi.
Ondan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın kızı Hz. Fatma gelir ki, Hz. Hasan'ı dünyaya getir-miştir. [3]
Fâtıma Hatun; Peygamberimiz Aleyhisselama-dedesi Abdulmuttalib'in ölümü üzerine-sekiz yaşın¬dan itibaren mürebbilik, annelik yapmıştı: Kendi çocukları aç dururken Peygamberimiz Aleyhisselamın kamını doyurur, kendi çocuklarının üstleri başları tozlu topraklı dururken, o önce Peygamberimiz Aleyhisselamın saçını başını tarar, gülyağlanyla yağlardı. [4]
Peygamberimiz Aleyhisselam onu sık sık ziyaret ederdi. [5]
Fâtıma Hatun, faziletli, salih amelli bir İslâm hatunu idi. [6]
Kendisi, H icretin dördüncü yılında, [7] Medine'de [8] vefat etti. [9]
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bugün annem vefat etti!" buyurdu. [10]
Kendi gömleğini ona kefen olarak sardırdı. [11] Cenaze namazını kıldırdı. Kabrinin içine indi. Sanki genişletir gibi, kabrin köşelerine eliyle işaret etti ve kabrin içine uzandıktan sonra kabirden çıktı.
Gözleri yaşarmış, gözyaşı kabre damlamıştı. [12]
Peygamberimiz Aleyhisselamın sahabileri:
"Senin buna yaptığını gördüğümüz şeyi hiç kimseye yaptığını görmemiştik!?" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ebu Talib'den sonra, bunun kadar bana iyiliği dokunan bir kimse olmamıştır!
Kendisine Cennet elbiselerinden giydirilsin diye, gömleğimi kefen olarak giydirdim!
Kabir hayatı kendisine mülayim ve kolay gelsin diye de, kabirde yanına uzandım!" buyurdu. [13]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Torunu ve Hz. Osman'ın Oğlu Abdullah'ın Vefatı

Peygamberimiz Aleyhisselamin kızı ve Hz. Osman'ın zevcesi Hz. Rukayye'den bir erkek çocuk doğ¬muş, ona Abdullah adı konulmuştu.
Abdullah, altı yaşında bulunduğu sırada, bir horoz onun yüzünü ve gözünü gagalamış, şişirmişti.
Bunun üzerine tutulduğu hastalıktan kurtulamayarak, Hicretin dördüncü yılında Cumâdelûlâ ayında vefat etti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI   İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:57 pm

Peygamberimiz Aleyhisselam onun cenaze namazını kıldırdı. Hz. Osman da onu kabrine indirdi. [14]
Peygamberimiz Aleyhisselam Abdullah'ın kabrinin başına bir taş dikti. Gözleri yaşarmış olduğu halde:
"Yüce Allah, kullarından, merhametli ve yufka yürekli olanlara rahmet eder!" buyurdu. [15]

Zeyd b. Sabit'in Yahudi Yazısını Öğrenişi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin dördüncü yılında, Zeyci b. Sabit'e Yahudilerin yazısını öğren¬mesini emredip: [16]
"Ben, yazılarımı onların değiştirmeyeceklerinden emin değilim!" buyurdu. [17]
Zeyd b. Sabit der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, bana:
'Ey Zeyd! Sen benim için Yahudi yazısını öğren [18] Çünkü, vallahi, ben, yazacağım şeyler hakkın¬da Yahudilere itimad edemem, güvenemem!1 buyurdu.
Bunun üzerine, ben de, yarım ay geçmemişti ki, onu öğrenmiş, hatta onda maharet kazanmıştım.
Peygamber Aleyhisselam Yahudilere birşey yazacağı zaman onu ben yazar; kendisine Yahudilerden gelen yazıları da ben okurdum ." [19]
Yine Zeyd b. Sabit der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, bana:
'Süryanice'yi güzelce okuyup yazabilir misin? Çünkü, bana Süryanice yazılar geliyor!1 buyurdu.
Ben:
'Hayır! İyi okuyup yazamam!'dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Sen onu iyice öğren!' buyurdu.
Onyedi günde öğrendim ." [20]
Allah ondan razı olsun! [21]

Hz. Zeyneb'in Vefatı ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Ümmü Seleme ile Evlenişi

Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Zeyneb binti Huzeyme, Hicretin dördüncü yılında Rebiülâhir ayının sonunda vefat etti. [22]
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam, cenaze namazını kıldırdıktan sonra, onu Bakiyy kabristanına defnet-ti. [23]
Peygamberimiz Aleyhisselamın hayatında, Hz. Hatice ile Hz. Zeyneb'den başka zevcesi vefat etmem iştir. [24]
Hz. Zeyneb, Cahiliye devrinde, yoksullara çok sadaka verdiği için, "Miskinler Annesi" diye anılırdı. [25]
Ebu Seleme b. Abdulesed Hicretin dördüncü yılında Cumâdelâhir'in sonuna doğru vefat edince, zevcesi Ümmü Seleme Hind dul kalmıştı. [26]
Kendisinin Ebu Seleme'den Zeyneb, Seleme, Ömer, Rukayye isimlerinde dört çocuğu vardı. [27]
Hz. Ümmü Seleme, okuma bilir, yazı yazmayı bilmezdi. [28]
Kadın sahabilerin fıkhı en iyi bilenlerindendi.
Peygamberimiz Aleyhisselamdan 378 hadis rivayet etmiştir. [29]
Hz. Ümmü Seleme der ki:
"Ebu Seleme bir gün Resûlullah Aleyhisselamın yanından yanıma geldi de:
'Resûlullah Aleyhisselamdan bir söz işittim, ona sevindim: Müslümanlardan, musibete uğrayan bir kimse, musibete uğradığı zaman 'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Biz Allah'ınız (Allah'ın kullarıyız) ve muhakkak O'na dönücüleriz!1 [Bakara: 156] der ve 'Musibetimin arkasından bana daha hayırlısını ihsan buyur!1 diye dua ederse, muhakkak, Allah bunun gereğini yapar, buyurdu1 dedi.
Ebu Seleme'den, bunu ezberledim." [30]

Hz. Ümmü Seleme'nin Kocası Ebu Seleme ile Ahidleşmek İstemesi

Hz. Ümmü Seleme, bir gün, kocası Ebu Selemeye:
"Bana erişen habere göre; Cennetlik kocası ölen Cennetlik bir kadın, sonradan başka birisi ile evlenmezse, muhakkak Allah onu Cennette kocası ile biraraya getirecekmiş!
Yine bunun gibi, Cennetlik zevcesi ölen Cennetlik bir erkek de, sonradan başka bir kadınla evlen¬mezse, Allah muhakkak onu da Cennette kocası ile biraraya getirecekmiş!
Öyleyse, gel, seninle ahidleşelim: Ne sen benden sonra evlen, ne de ben senden sonra evleney¬im!" demişti.
Ebu Seleme, ona:
"Sen bana itaat eder, sözümü dinler misin?" diye sordu.
Hz. Ümmü Seleme:
"Ben sana ancak itaat etmek, söylediğini dinlemek için danışırım" dedi.
Bunun üzerine, Ebu Seleme:
"Ben öldüğüm zaman sen evlen!" dedikten sonra:
"Allah'ım! Benden daha hayırlı, onu hor görmeyecek, incitmeyecek bir koca nasip et!" diyerek dua etti. [31]
Hz. Ümmü Seleme der ki:
"Ebu Seleme vefat ettiği zaman, Peygamber Aleyhisselama gidip:
'Yâ Rasûlallah! Ebu Seleme vefat etti. Ne diyeyim, nasıl dua edeyim?1 diye sordum.
Resûlullah Aleyhisselam:
"Allah'ım! Beni de, onu da yarlığa! Bana, onun ardından, ondan daha hayırlı, daha güzel bir bedel ihsan et!' de' buyurdu. [32]
Kendi kendime:
'Benim için, Resûlullah Aleyhisselamın sahabisi Ebu Seleme'den daha hayırlı kim olabilir? [33]
Müslümanların hangisi Ebu Seleme'den daha hayırlıdır?
O; aiIesiyle birlikte Resûlullah Aleyhisselama hicret eden ilk hanedir dedim. [34]
Sonra, Allah bana bir azim verdi de, Resûlullah Aleyhisselamın tavsiye buyurduğu duayı okumaya devam ettim." [35]
Hz. Ümmü Seleme'nin iddeti; dört ay on günlük bekleme, evlenmeme müddeti (Bakara: 234) dol¬unca, ona Hz. Ebu Bekir talip oldu.
Hz. Ümmü Seleme onu reddetti.
Sonra, Hz. Ömer talip oldu.
Hz. Ümmü Seleme onu da reddetti. [36]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisi için dünürlük yapmak üzere, Hâtıb b. Ebi Belteayı Hz. Ümmü Selemeye gönderdi. [37]
Hz. Ümmü Seleme:
"Resûlullah Aleyhisselama ve elçisine merhaba!
Tarafımdan Resûlullah Aleyhisselama haber ver ki; ben kıskanç bir kadınım!
Aynı zamanda çoluklu çocukluyum.
Şahit olarak da, yanımda velilerimden bir kimse yok!" dedi. [38]
Aradan kısa bir müddet geçmiş yahut geçmemişti ki, Peygamberimiz Aleyhisselam Hz. Ümmü Seleme'ye gidip kapısına dikildi.
Ümmü Seleme Hatuna talip olduğunu, velisi bulunan kardeşinin oğluna veya onun kendi oğluna açtı.
Hz. Ümmü Seleme, velisine:
"Çoluklu çocuklu olduğumu ileri sür, Resûlullah Aleyhisselama olumsuz cevap ver!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ertesi günü sabahleyin gelip dileğini tekrarlayınca, Hz. Ümmü Seleme, önceki gibi söyledikten sonra, velisine:
"Eğer Resûlullah Aleyhisselam tekrar gelirse, beni kendisine nikâhla!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam geri geldi. [39]
Hz. Ümmü Seleme der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, yanıma girmek üzere izin istedi.
O sırada, ben içeride deri tabaklıyordum. Ellerimi karaze yaprağı ile yıkadım, kendisine 'Buyur!'
dedim.
Yüzü deri, içi hurma lifi dolu yüzyastığını yere koydum. Yastığın üzerine oturdu. [40]
Aramızda perde olduğu halde benimle konuştu ve evlenme teklifinde bulundu. [41]
Sözlerini bitirdiği zaman:
'Yâ Rasûlallah! Benim için, sende rağbet edilmeyecek birşey yoktur. Fakat ben çok kıskanç bir kadınım. Korkarım ki, benden uygunsuz bir hareket görürsün de, Allah beni ondan dolayı azaba uğratır.
Aynı zamanda, ben yaşlıyım ve çoluk çocukluyum da!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Kıskançlıktan bahsettin. Senin çoluk çocuğun, benim de çocuğumdur!' buyurdu." [42]
Diğer rivayete göre:
"Resûlullah Aleyhisselam:
'Sen dedin ki: 'Ben yaşlı bir kadınım.' Kendisinden daha yaşlı erkekle evlenmesi, kadına ayıp değildir.
Sen dedin ki: 'Ben yetimler annesiyim!' Onların geçimleri Allah'a ve Resûlüne aittir.
Sen dedin ki: 'Ben çok kıskancım!' Ben onu senden gidermesi için Allah'a dua ederim. [43]
Sen, 'Yanımda velilerimden kimse yok!' dedin. Onlardan, hâzır veya gaib, bulunan veya bulun¬mayandan, bana razı olmayacak bir kimse yoktur!' buyurdu."
Bunun üzerine, Hz. Ümmü Seleme, oğluna:
"Kalk! Beni Resûlullah Aleyhisselama nikâhla!" dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Zevcem filanca kardeşine mehir olarak verdiğim şeylerden, sana eksik vermeyeceğim! [44]
Yanımızda, kendisine kışın elbise, yazın da mefruşat olmak üzere bir miktar kadife kumaş,
Yüzü deri, içi hurma lifi dolu bir yastık,
Hububat öğütmek için iki adet el değirmeni,
Topraktan yapılmış bir su testisi,
Bir adet un çömleği,
İçinde hamur yoğurulacak ve tirit yapılacak büyük bir çanak var!" buyurdu.
Hz. Ümmü Seleme:
"Kabul ettim!" dedi. [45]
İşte, Hz. Ümmü Seleme'nin mehir ve çeyizi böyle idi. Yani:
2 adet el değirmeni,
1 adet su testisi,
1 adet yüzyastığı (ki yüzü deridendi, içine hurma lifi doldurulmuştu), [46]
1 adet döşek (ki içine hurma lifi doldurulmuştu). [47]
Hz. Ümmü Seleme derki:
"'Ey Allah'ım! Beni ve Ebu Selemeyi yarlığa! Bana, onun ardından, ondan daha hayırlı, daha güzel bir bedel ihsan et!' diyerek dua etmeye devam edince, Allah, bana ondan daha hayırlı olan Muhammed Resûlullah Aleyhisselamı ihsan etti!" [48]
Hz. Ümmü Seleme'nin iddeti Şevval ayının sonuna on gün kala tamamlanınca, Şevval'in son gecelerinde Peygamberimiz Aleyhisselamla evlendi. [49]
Kendisine, vefat eden "Yoksullar Anası" Hz.Zeyneb'in odası verildi. [50]
Hz. Ümmü Seleme'nin bildirdiğine göre:
Hz. Zeyneb'in odasında 1 adet toprak çanak, 1 adet el değirmeni, 2 adet çömlek (ki, birisi taştan yapılmıştı) bulunuyordu.
Çanağın içinde biraz arpa, çömlekten birisinin içinde de erimiş biraz yağ vardı.
Hz. Ümmü Seleme, arpayı el değirmeninde çektikten, öğüttükten sonra, onu çanak-çömlekte yağla kardı, karıştırdı.
Bu yemek, Peygamberimiz Aleyhisselamın ve ev halkının düğün gecesindeki yemeği idi! [51]

Hz. Ümmü Seleme'nin Cebrail Aleyhisselamı Görmesi

Üsâme b. Zeyd'den rivayet edildiğine göre; bir gün Cebrail Aleyhisselam Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelmişti.
O sırada, Hz. Ümmü Seleme Peygamberimiz Aleyhisselamla konuştuktan sonra kalkıp gitti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ümmü Seleme'ye:
"Kimdir bu?" diye veya benzeri kelimelerle, kim olduğunu sordu.
Hz. Ümmü Seleme:
"Dıhye'dir bu!" dedi.
Hz. Ümmü Seleme:
"Allah'a yemin ederim ki; Peygamber Aleyhisselamın Cebrail Aleyhisselamdan aldığı vahyi ashaba haber vermek üzere irad buyurduğu hutbesini dinleyinceye kadar, Cebrail Aleyhisselamı Dıhye sanmıştim!" demiştir. [52]

Hz. Ümmü Seleme'nin Odasını Kerpiç Duvarla Ördürmesi Üzerine Uyarılışı

Abdullah b. Zeyd der ki:
"Ümmü Seleme'nin kerpiçten evini, odasını görmüştüm.
Ümmü Seleme'nin oğluna sordum.
Bana dedi ki:
'Resûlullah Aleyhisselam Dûmetü'l-Cendel gazasında iken, Ümmü Seleme odasını kerpiçten yap¬tırdı.
Resûlullah Aleyhisselam, Medine'ye dönünce, Ümmü Seleme'nin yanına vardı. Kerpiçten örülen duvarlara baktı da:
'Nedir bu bina?' diye sordu.
Ümmü Seleme:
'Yâ Rasûlallah! Halkın gözlerinden gizlenmeyi, korunmayı arzu ettim ve kerpiçten duvar ördürdüm!' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Ey Ümmü Seleme! H iç şüphesiz, Müslümanların mallarının içinde şer bulunanı ve hayırsız olanı, yapıya giden, bağlanandır!' buyurdu." [53]
Fatebiru yâ uli'l-ebsâr! Ey basiret sahipleri, bundan ibret alınız! [54]

Hz. Hüseyin'in Doğumu

Hz. Hüseyin'in Doğum Tarihi

Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan Hicretin üçüncü yılında Ramazan'ın ortasında doğduktan [55] elli gece sonra, Hz. Fâtıma Hz. Hüseyin'e hamile kaldı. [56]
Hicretin dördüncü yılında, Şaban ayından beş gece geçince de, Hz. Fâtıma'dan Hz. Hüseyin doğdu. [57]

Hz. Hüseyin'in Ümmü't-Fadf Hatun Tarafından Emziritişi

Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Hz. Abbas'ın zevcesi Ümmü'l-Fadl Hatun, hem Hz. Hasan'ı, hem de Hz. Hüseyin'i, oğlu Kusem'le birlikte bir müddet emzirdi. [58]

Akika Kurbanı ve Hz. Hüseyin'e Akika Kurbanı Kesilişi

Akika kurbanı, çocuğun doğumunun yedinci günü kesilir, çocuğun ismi takılır ve başının saçı kestirilir. [59]
Akika Kurbanı, çocuğun doğumunun ondördüncü ve yirmibirincigünü de kesilebilir.
Kurban kesilirken:
"Bismillâhi vallahu ekber! Allah'ım! Bu, Senin rızan için kesilen akika kurbanıdır" denilir. [60]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Hüseyin'in doğumunun yedinci günü akika kurbanı kestirdi, ismi¬ni koydu ve:
"Ey Fâtıma! Hüseyin'in saçını kes! Saçının ağırlığınca sadaka ver!" buyurdu.
Hz. Hüseyin'in saçı tartıldı, saçının ağırlığı bir dirhem geldi. [61]
Hz. Fâtıma, kesilen saçın ağırlığınca gümüşü fakirlere dağıttı. [62]
Peygamberimiz Aleyhisselam, kesilen akika kurbanından, ebeye bir but gönderilmesini, kalanının da kemikleri kırılmadan pişirilip yenilmesini ve başkalarına da yedirilmesini tavsiye buyurdu. [63]

Hz. Hüseyin'e İsim Takılışı

Hz. Ali derki:
"Ben, harbi-darbı sever bir adamdım. [64]
Hasan doğduğu zaman, ona Harb ismini koymuştum.
Resûluiiah Aleyhisselam geldi. 'Gösteriniz oğlumu bana! Ne isim taktınız ona?' buyurdu.
'Harb ismini koydum!' dedim.
'Hayır! O, Hasan'dır!' buyurdu.
Hüseyin doğduğu zaman da, ona Harb ismini koymuştum.
Resûluiiah Aleyhisselam geldi. 'Gösteriniz oğlumu bana! Ne isim koydunuz ona?' buyurdu.
'Harb ismini koydum!' dedim.
'Hayır! O, Hüseyin'dir!' buyurdu.
Üçüncü oğlan doğduğu zaman, ona da, yine Harb ismini koydum.
Resûluiiah Aleyhisselam geldi. 'Gösteriniz oğlumu bana! Ne isim koydunuz ona?' buyurdu.
'Harb ismini koydum!' dedim.
'Hayır! O, Muhassin'dir!
Ben, bunlara, Harun Aleyhisselamın oğulları olan Şebber, Şebirve Müşebbir'in isimlerini koydum. [65]
Bunların her birinin ismini değiştirmekliğim bana emrolundu' buyurdu."
Hz. Alide:
"Allah ve Resûlü daha iyi bilir!" dedi. [66]
Peygamberimiz Aleyhisselam, isimlerle ilgili bazı hadis-i şeriflerinde de:
"...İsimlerin Allah'a en sevimli olanı Abdullah ve Abdurrahman'dır. İsimlerin güzeli Haris ve Hemmam, çirkini de Harb ve Mürre'dir." [67]
"Muhakkak ki, siz, Kıyamet günü kendi isimleriniz ve babalarınızın isimleri ile çağrılacaksınız. Öyle ise, isimlerinizi güzel koyunuz!" buyurmuşlardır. [68]

Hz. Hüseyin'in İsmi Konulurken Kulağına Ezan Okunuşu

Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Hüseyin'in ismini koyarken, kulağına ezan okudu. [69]

Hz. Hüseyin'in Sünnet Ettirilişi

Cabir b. Abdullah'tan rivayet edildiğine göre; Hz. Hüseyin, doğumunun yedinci günü sünnet ettir-ilmiştir. [70]
Sünnet olmak, erkekler için sünnettir. [71] Fıtrat hasletlerindendir. [72]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e Olan Sevgisi

Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hakkında:
"Bunlar, benim oğullarım ve kızımın oğullarıdır. [73]
Allah'ım! Ben onları seviyorum! Onları sen de sev! [74] Onları seveni de sev!" dedi [75] ve bunu üç kere tekrarl a di. [76]
Ebu Eyyub el-Ensârî der ki:
"Bir gün, Resûlullah Aleyhisselamın huzuruna girmiştim. Hasan ile Hüseyin, önünde oynuyorlardı.
'Yâ Rasûlallah! Sen bunları çok mu seviyorsun?' diye sordum.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Nasıl sevmem? [77] Onlar benim dünyada öpüp kokladığım iki reyhanım dır?' buyurdu. " [78]
Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Hz. Abbas, Peygamberimiz Aleyhisselam hastalandığı sırasında, ziyaretine gelmişti.
Ondan sonra, Hz. Ali de, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'le birlikte içeri girdi.
Hz. Abbas:
"Yâ Rasûlallah! Bunlar, senin oğullarındır!" dedi.
"Evet, amca! Onlar senin de oğullarındır!" buyurdu.
Hz. Abbas:
"Ben onları seviyorum!" dedi.
Peygamberimiz Al eyhisselam:
"Senin onları sevdiğin gibi, Allah da seni sevsin!" buyurdu. [79]
Peygamberimiz Aleyhisselam şöyle buyurmuştur:
"Hasan ve Hüseyin'i seven beni sevmiş, onlara kin besleyen de bana kin beslemiş olur!" [80]
"Hasan ve Hüseyin, Cennet halkı gençlerinin iki seyyidi, efendisidir!" [81]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Ehl-i Beytini Örtü İçine Alıp Dua Edişi

Peygamberimiz Aleyhisselamın üvey oğlu Ömer b. Ebu Seleme der ki:
"Şu 'Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden kiri, günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister1 [Ahzab: 33] âyeti Peygamber Aleyhisselama Ümmü Seleme'nin evinde nazil oldu.
Peygamber Aleyhisselam, Fâtıma'yı, Hasan'ı, Hüseyin'i çağırdı.
Onları bir örtü ile bürüyüp örttü.
O sırada, Ali arkada, geride bulunuyordu.
Onu da örtü ile bürüdü, örttü. Sonra da:
'Allah'ım! Bunlar, benim Ehl-i B eyf imdir! Bunlardan günah kirini gider, kendilerini tertemiz yap!' diy¬erek dua etti.
Ümmü Seleme:
'Yâ Rasûlallah! Ben de onlarla birlikte miyim?' diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Sen, yerindesin! Ve bana hayırlısın!' buyurdu." [82]
Bu hadise, Hz. Ü mmü Seleme ve daha başkaları tarafından da anlatılmıştır. [83]
Hz. Âişe de, bu hadiseyi şöyle anlatır
"Peygamber Aleyhisselam, üzerinde siyah yünden yapılmış nakışlı bir örtü (kilim) olduğu halde, sabahleyin erkenden çıkınca, yanına Hasan b. Ali geldi.
Peygamber Aleyhisselam, onu örtünün içine aldı.
Sonra, Hüseyin geldi. Onu da örtünün içine aldı.
Sonra, Fâtıma geldi. Onu da örtünün içine aldı.
Sonra da:
'Ey Ehl-i Beyt! Allah, ancak ve ancak, sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister1 [Ahzab: 33] âyetini okudu." [84]

Hz. Hüseyin'in Şehit Edileceği Hakkındaki Müşahede ve Haberleri

Enes b. Malik'in bildirdiğine göre; yağmur meleği* Rabbimizden izin alarak Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Ümmü Seleme! Kapıyı üzerimize kapa, yanımıza kimseyi bırakma!" buyurdu.
O sırada, Hz. Hüseyin koşarak kapıya geldi.
Hz. Ümmü Seleme onu içeri bırakmadı.
Fakat, Hz. Hüseyin kapıyı zorlayıp içeri daldı, kendisini Peygamberimiz Aleyhisselamın kucağına attı.
Peygamberimiz Aleyhisselam onu boynuna, omuzuna aldı, öptü, sevdi.
Melek, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Onu çok mu seviyorsun?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu
Melek:
"İyi ama, ümmetin onu öldürecektir!" dedi. [85]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Demek, onu öldürecek olanlar mü'minler ha?!" buyurdu.
Melek:
"Evet! [86] İstersen, onun öldürüleceği yeri de sana göstereyim" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Göster!" buyurunca, melek orayı Peygamberimiz Aleyhisselama gösterdi.
Oradan getirdiği bir avuç ıslak toprağı da, Peygamberimiz Aleyhisselama verdi. Hz. Ümmü Seleme, onu alıp elbisesinin eteğine koydu. [87]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ümmü Seleme'ye:
"Bu toprak, senin yanında emanettir!
O kana tahavvül ettiği zaman, bil ki, Hüseyin öldürülmüştür!" buyurdu. [88]
Hz. Ümmü Seleme, onu bir çanağın içine koydu. Ona bakar dururdu. [89]

Hz. Ali'nin ve Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'daki Hatıraları

Hz. Ali'nin mataracısının anlattığına göre; Hz. Ali Sıffin'e giderken Ninova hizasına gelince:
"Ebu Abdullah! Fırat kıyısında biraz dur!
Ebu Abdullah! Fırat kıyısında biraz dur!" diyerek seslendi.
Mataracı Ebu Abdullah:
"Ne için duracağız?" diye sorunca, Hz. Ali:
"Ben bir gün Peygamber Aleyhisselamın yanına gitmiştim. Gözlerinden yaşlar dökülüyordu.
'Ey Allah'ın Peygamberi! Seni gözlerinden yaşlar akıtacak dereceye bir getiren mi oldu?' diye sor¬dum.
'Evet! Biraz önce, Cebrail yanımda idi. Hüseyin'in Fırat kıyısında şehit edileceğini bana haber verdi. Onun toprağından sen de koklar mısın?' dedi.
'Evet!' dedim.
Bunun üzerine, elini uzattı. Bir avuç toprak avuçlayıp bana verdi. Gözlerimin yaşını tutmaya kadir olamadım" dedi. [90]
Hz. Hüseyin de der ki:
"Babam, Sıffin'e giderken, buraya, Kerbelâ'ya uğramıştı. Ben de yanında idim. Durdu. Burasının neresi olduğunu sordu. İsmi kendisine haber verilince:
'Onların hayvanlarından aşağı indirilecekleri yer, işte burasıdır!
Kanlarının döküleceği yer, işte burasıdır!' dedi.
Bunun ne demek olduğu kendisinden sorulunca da:
'Muhammed hanedanının yükleri, ağırlıkları, işte burada indirilecektir!' dedi." [91]

Hz. Ümmü Seleme'nin Rüyası ve Çanaktaki Toprağın Kan Haline Gelişi

Selma Hatun der ki:
"Ümmü Seleme'nin yanına girmiştim. Ağlıyordu. Kendisine:
'Ne için ağlıyorsun?' diye sordum.
'Resûlullah Aleyhisselamı rüyada gördüm. Başında ve sakalında toz toprak vardı. Kendisine:
'Ne oldu sana yâ Rasûlallah?' diye sordum. 'Az önce, Hüseyin'in öldürülüşüne şahit oldum!' buyurdu' dedi." [92]
Hz. Ümmü Seleme, Hz. Hüseyin'in şehit edildiği gün de, çanakta sakladığı Kerbelâ toprağının kan haline geldiğini gördü. [93]
"Vâh Hüseyin'im! Vâh Resûlullahın oğlu!" diyerekferyad etti. [94]
"Allah ona bunu yapanların evlerine ve kabirlerine ateş doldursun!" dedi ve bayıldı. [95]

Abdullah b. Abbas'ın Hz. Hüseyin Hakkındaki Rüyası

Abdullah b. Abbas, Hz. Hüseyin'in şehadeti ile ilgili rüyasını şöyle anlatmıştır:
"Resûlullah Aleyhisselamı rüyada gördüm. Kendisi, son derece üzüntülü ve tasalı idi. Elinde sırça bir çanak, çanağın içinde de, toplanmış kan vardı. Kendisine:
'Yâ Rasûlallah! Bu nedir?1 diye sordum.
'Bu, Hüseyin'in ve ashabının kanıdır. Allah'a götürüyorum!' buyurdu."
İbn Abbas'ın rüyayı gördüğü gün sayılınca, Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şehit edildiği güne rastladığı görülmüştJür. [96]
Yüce Allah, Hz. Hüseyin'den ve Kerbelâ'da şehit olan ashabından razı olsun.
(Kerbelâ faciasının nasıl cereyan ettiği hakkında daha geniş bilgi için, Hz. Hüseyin ve Kerbelâ Faciası adlı kitabımızı okuyunuz.) [97]

Zeyd b. Hârise'nin Hz. Zeyneb'le Evlenişi ve Ondan Ayrılışı

Hz. Zeyneb, Peygatm berim iz Aleyhisselamın halası Ümeyme binti Abdulmuttalib'in kızı idi. [98]
Peygamberimiz Aleyhisselam Zeyd b. Harise için dünürlük ettiği halde, Hz. Zeyneb Peygamberimiz Aleyhisselamın kendisi için dünürlük ettiğini sanarak razı olmuştu.
Fakat, Zeyd b. Harise için istenildiğini anlayınca: [99]
"Yâ Rasûlallah! Ben nefsime danışıyorum; soy sopça ondan daha hayırlıyım. [100] Yâ Rasûlallah! Ben ona varmaya razı olmam! Ben Kureyş'ten bir bakireyim!" diyerek nikâhlanmaktan kaçındı.
Peygamberimiz Aleyhisselam ise:
"Fakat, ben onu senin için kabul ettim!" buyurdu. [101]
"Allah ve Allah'ın Peygamberi bir işe hükmettiği zaman, mü'min erkekle mü'min kadın için, işlerinde kendilerine muhayyerlik yoktur.
Kim Allah'a ve Allah Resûlüne isyan ederse, muhakkak ki, o apaçık bir sapkınlıkla yolunu saptirmıştr" [102] âyeti nazil olunca, Zeyneb Hatun:
"Yâ Rasûlallah! Sen benim onunla evlenmemi istiyor musun?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu.
Zeyneb Hatun:
"Resûlullaha asi olmadığımı bildir, onunla evleneyim" dedi. [103]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam Zeyd'i Zeyneb Hatuna Kitabullahı ve Resûlullahın sünnetini öğretsin diye nikahladı. [104]

Zeyneb Hatunun Mehri ve Çeyizi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Zeyd tarafından Zeyneb Hatuna ımehr ve çeyiz olarak şunları takdir etti:
1- On dinar (altın lira), [105]
2- Altmış dirhem gümüş,
3- Bir adet başörtüsü,
4- Bir adet çarşaf,
5- Bir adet gömlek,
6- Bir adet entari,
7- Elli müdd (ölçek) erzak, [106]
8- On müdd [107] veya otuz sa1 hurma. [108]

Zeyd b. Hârise'nin Zeyneb Hatundan Şikâyetlenişi ve Onu Boşamaya Kalkması

Zeyneb Hatun; Zeyd b. Hârise'nin yanında bir yila yakın veya bir yıldan biraz fazla bir süre kaldı. [109]
Zeyd b. Harise, bir gün, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:
"Yâ Rasûlallah! Ben ailemden ayrılmak istiyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen ondan niçin ayrılacaksın? Yoksa, kendisinden, şüpheleneceğin birşey mi gördün?" diye sordu.
Zeyd b. Harise:
"Hayır, vallahi yâ Rasûlallah! Ben ondan şüphelenebileceğim hiçbir şey görmüş değilim. Ondan, hayırdan başka birşey görmedim! [110]
Fakat, o kendisini şerefçe üstün görüyor, bana karşı hep büyükleniyor ve dili ile beni üzüp duruyor! [111] Kendisi, dayanı lam ayacak kadar hırçın huylu!" diyerek, boşamak istediğini söyledi. [112]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zeyd'e:
"Tut onu, boşama! Allah'tan kork!" buyurdu. [113]
Halbuki, Peygamberimiz Aleyhisselam, Zeyd'e bunu söylediği zaman, onun Zeyneb Hatunu muhakkak boşayacağını ve iddeti dolduktan sonra da onun kendisine zevce olacağını biliyor, Allah tarafından kendisine böyle haber verilmiş bulunuyor, [114] fakat münafık halkın:
"Muhammed, evlatlığın boşadığı kansı ile evlendi!?" diyerek yaygara koparmalarından çekinerek, bunu kalbinde gizli tutuyordu. [115]
Cahiliye devri geleneğine göre; bir kimse birisini evlat edinirse, halk evlatlığı onun adı ile anar; evlatlık, öz oğul gibi, o kimsenin mirasından da yararlanırdı.
Bu gelenek:
"Allah, evlatlıklarınızı, öz oğullarınız gibi tanımadı. Bu, sizin ağızlarınızdaki lafınızdır. Allah hakkı söyler ve O doğru yolu gösterir.
Siz onları öz babalarına nisbetle çağırınız. Bu, Allah katında daha doğrudur. Eğer onların babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, o halde, onlar, dinde kardeşleriniz olmakla beraber, dost-larınızdır da.
Hata ettiklerinizde ise, size bir vebal yoktur.
Allah çokyarlıgayandır, çok esirgeyicidir" (Ahzâb: 4-5) mealindeki âyetler indirilinceye kadar devam etti.
Bu âyetler inince, azadlı köleler ve evlatlıklar, öz babaları adına iade edildiler. Öz babaları bilin¬meyenler de, eski efendilerine dinde dost ve kardeş oldular. [116]
Fakat, münafıklar, Cahiliye devri geleneğine göre evlatlığın boşadığı karısını almayı haram sayıp, bunu Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde bir propaganda vesilesi yaptılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Zeyneb'i zevceliğe kabul ettiği zaman:
"Muhammed, evladın boşadığı kansı ile evlenmeyi haram kıldı. Kendisi ise, evlatlığı Zeyd'in boşadığı kansı ile evlendi!?" diyerek yaygaraya başladılar. [117]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Zeyneb'le Evlenişinin Vahiyle Gerçekleşmesi ve Bu Yoldaki şı
Yersiz Geleneğin Ortadan Kaldırılışı

Zeyd b. Hârise Hz. Zeyneb'i boşadıktan ve onun iddeti de dolduktan sonra, bir gün, Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. Âişe ile oturup konuştuğu sırada, kendisine vahiy hali geldi ve vahiy hali açılınca, gülümseyerek:
"Zeyneb'e kim gidip Allah'ın onu bana gökte nikahladığını müjdeler?" buyurdu ve telakki eylediği vahyi okudu. [118]
Okuduğu vahiyde şöyle buyuruluyordu:
"Hatırla o zamanı ki; Allah'ın kendisine nimet (İslâmiyet) verdiği, senin de yine (kölelikten azad etmek suretiyle) lutufta bulunduğum zâta (Zeyd'e):
'Sen zevceni tut, boşama! Allah'tan kork!' diyordun da, Allah'ın açığa çıkaracak olduğu şeyi (onun boşandıktan sonra seninle evlendirileceği hususundaki ilahî emri) kalbinde gizliyor, insanların dediko¬dularından korkuyordun. Halbuki, Allah, Kendisinden korkmana daha çok layıktı.
Vaktâ ki,Zeyd o kadından ilişkisini kesti, onu boşadı. (O da iddetini tamamladı). Biz de, onu sana zevce yaptık. Tâ ki, oğullukların kendilerinden ilişkilerini kestikleri zevcelerini almakta mü'minler üzerine günah olmasın!
Allah'ın emri yerine getirilmiştir. Allah'ın, üzerine farz ve takdir ettiği herhangi birşeyi ifa etmesinde, peygambere hiçbir vebal olmaz. Nitekim, daha önceki peygamberlerde de, bu, Allah'ın uyguladığı âde¬tidir (kanunudur). Allah'ın emri, mutlaka yerini bulan bir kaderdir.
O peygamberler, Allah'ın gönderdiklerini tebliğ edenler, O'ndan korkanlar ve Allahtan başka hiçbir kimseden korkmayanlardır. Hesap görücü olarak Allah yeter.
Muhammed, adamlarınızdan hiçbirinin öz babası değildir. Fakat, o, Allah'ın Resûlü ve peygamber¬lerin sonuncusudur.
Allah, herşeyi hakkıyla bilendir." [119]

Hz. Zeyneb'in Allah Tarafından Evlendirilmiş Olması ile İftihar Edişi

Hz. Aişe:
"İşlerin en büyüğü ve en üstünü, ona (Zeyneb'e) yapılan idi ki, Allah onu gökte nikahlamıştı.
'Zeyneb, bize karşı, bununla iftihar edecek, övünecektir1 dedim" der. [120]
Gerçekten de, Hz. Zeyneb, Peygamberimiz Aleyhisselamın diğer zevcelerine karşı:
"Onları kendilerinin ev halkları evlendirmiştir. Beni ise, yedi kat göklerin üstünde, Allah evlendirdi!"
diyerek övünürdü. [121]
Çünkü, Yüce Allah, onu Kitabının nassı ile, velisiz ve şahitsiz olarak Peygamberine nikahlamıştı. [122] Hz. Zeyneb Peygamberimiz Aleyhisselama, böyle, Allah tarafından nikahlanmış olunca, kendisine,
öteki zevceler gibi bir mehir de verilmemiştir. [123]

Zeyd'in Hz. Zeyneb'e Peygamberimiz Aleyhisselam İçin Dünürlük Edişi

Enes b. Malik der ki:
"Zeyneb binti Cahş, Zeyd'den boşandıktan sonra, iddeti tamamlanınca, Resûlullah Aleyhisselam, Zeyd'e:
'Kendime senden daha emniyetli bir kimse bulamadım. Zeyneb'e git. Ona, benim için dünürlük et!1 buyurdu. [124]
Zeyd, gidip Zeyneb'in kapısını çaldı.
Zeyneb:
'Kim o?' diye sondu.
Zeyd:
'Zeyd!' dedi.
Zeyneb:
'Zeyd, beni boşadıktan sonra, benden ne ister?!' dedi.
Zeyd:
'Beni sana Resûlullah Aleyhisselam gönderdi' dedi.
Zeyneb:
'Öyleyse, hoşgeldi Resûlullahın elçisi!' dedi, kapıyı açt . [125]
Hz. Zeyneb, o sırada ekmek hamurunu mayalamakta idi." [126]
Zeyd der ki:
"'Ey Zeyneb! Sana müjdelerim: Resûlullah Aleyhisselam beni kendisi için dünürlük edeyim diye sana gönderdi' dedim.
Zeyneb:
'Ben, Rabbime danışmadıkça, birşey yapmam' dedi ve hemen namaz kılma yerine gitti. [127]
'Allah'ım! Resûlün beni istiyor. Layık isem, beni ona zevce kıl!' diyerek dua etti."
Hz. Zeyneb'in Peygamberimiz Aleyhisselamla evleneceğine çok sevindiği ve Allah'a şükür secdesi yaptığı, Allah rızası için iki ay oruç tutmayı adadığı, [128] hatta Allah tarafından nikâhlandığını müjdeleyene ziynetlerini bahşiş olarak verdiği de rivayet edilir. [129]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mucizeli Düğün Ziyafeti

Enes b. Malik der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam.Zeyneb binti Cahş'la gerdeğe gireceği gün, annem Ümmü Süleym, bana:
'Ey Enes! Resûlullah Aleyhisselam bugün gerdeğe girecektir. Sanıyorum ki, yanlarında hiç yiye¬cekleri de yoktur. Şu yağ tulumunu buraya getir!1 dedi.
Getirdim.
Annem, yalnız Resûlullah Aleyhisselam ile zevcesine yetecek kadar halis Medine hurmasını toprak bir çanak içinde yağla karıştırarak, hays yaptı. [130]
'Ey Enes! Bunu Resûlullah Aleyhisselama götür de:
'Sana bunu annem gönderdi. Kendisi sana selam söylüyor. Bu sana tarafımızdan küçük, az bir hediyedir yâ Rasûlallah!' diyor de' dedi.
Onu Resûlullah Aleyhisselama götürdüm ve:
'Annem sana selam söylüyor. Bu sana tarafımızdan küçük, az bir hediyedir yâ Rasûlallah!' diyor,' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Bırak onu!' buyurdu. [131]
Onu, kendisi ile duvar arasındaki boş yere koydum.
Bana:
'Ebu Bekir'i, Ömer'i, Osman'ı ve Ali'yi çağır!' buyurdu.
Ashabı olan halktan da, birçoklarının ismini andı, saydı. Resûlullah Aleyhisselamın azıcık bir yiye¬cek için birçok kimseleri yanına çağırmayı bana emir buyurmasına şaştım! Bununla beraber, emrine aykın hareket etmeyi uygun görmeyip, onların hepsini çağırdım.
Bana:
'Bak! Mescidde kim varsa, onları da çağır!' buyurdu.
Öyle yaptım. Mescide gidip, namaz kılan veya orada uyuyan kimi buldumsa, onlara:
'Resûlullah Aleyhisselamın düğün ziyafetine buyurun!1 dedim.
Geldiler. Nihayet, sofa doldu.
Bana:
'Mescidde kimse kaldı mı?' diye sordu.
'Hayır!' dedim.
Bana:
'Bak! Yolda kim varsa, onları da çağır!' buyurdu.
Çağırdım.
Bana:
'Gelmeyen kimse kaldı mı?' diye sordu.
'Hayıryâ Rasûlallah! Kalmadı' dedim. [132]
Sofa ve odalar doldu. Bana:
'Haydi, çanağı getir!' buyurdu. [133]
Çanağı getirip önüne koydum. [134]
'Onar onar, herkes halka olsun ve herkes önüne konulan yemekten yesin!' buyurdu.
Bu minval üzere cemaat takım takım gelip yemek yediler ve doydular. Bir takım çıktı, başka bir takım girdi. Böylece, herkes yemek yedi.
Bana:
Kaldır artık sofrayı ey Enes!' buyurdu.
Ben de kaldırdım. Ama, çanaktaki yemek sofraya koyarken mi daha çoktu, yoksa kaldırırken mi daha çoktu, bilemiyorum. [135]
Çanağı zevcesinin yanına koyduktan sonra, annemin yanına vardım, görmüş olduğum hadiseye şaşakaldığımı söyledim.
Annem, bana:
'Hiç şaşma! Eğer Allah bütün Medinelilerin yemesini murad buyurmuş olsaydı, hepsi de yerler ve doyarlardı!' dedi " [136]
O zaman gelip yemek yiyenlerin sayısının 300 kadar olduğu bildirilmiştir. [137]

Hz. Zeyneb'in Peygamberimiz Aleyhisselamla Evleniş Tarihi ve Bazı Faziletleri

Hz. Zeyneb, Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ümmü Seleme'den sonra evlenmiştir. [138] Kendisi, o zaman, 35 yaşında idi. [139]
Hz. Âişe der ki:
"Ben, dinde, Zeyneb'den daha hayırlı, ondan daha Allah korkulu, ondan daha doğru sözlü, akraba hakkını ondan daha çok gözeten, ondan daha eli açık, kendisini Yüce Allah'a yaklaştırmak için yok¬sullara sadakayı ondan daha çok saçan bir kadın görmemişimdir." [140]
"Allah, Zeyneb binti Cahş'a rahmet etsin!
O, şu dünyada erişemeyeceği şerefe erişmiş; Allah onu dünyada peygamberine zevce yapmış ve Kur'ân'da zikretmiştir.
Bir gün, bizim Resûlullah Aleyhisselamın çevresinde çevrelendiğimiz sırada, Resûlullah bize:
'Sizin kulacı en uzun olanınız, bana Cennette en önce gelip kavuşanınızdır!' buyurmuştu.
Peygamber Aleyhisselamın vefatından sonra evde toplanmış, duvara uzanarak, kollarımızın uzun¬luğunu ölçüşmüştük.
Biz bunu yaptıktan bir müddet sonra, içimizden, Zeyneb binti Cahş vefat etti.
Kendisi kısa boylu idi, bizden uzun değildi.
O zaman anladık ki, en uzun elli, en uzun kollu olmak, hayra ve sadaka vermeye eli en çok uzanır olmak demekmiş!" [141]
Bereze b. Râfi1 der ki:
"Halka ihsan dağıtıldığı, Ömer b. Hattab'ın Zeyneb binti Cahş'a ihsanını gönderdiği sırada, Zeyneb'in yanına varmıştım.
Zeyneb:
'Allah Ömer'i yarlıgasın! Öteki kardeşlerimin hakkı da bunun içinde mi?' diye sordu.
'Bunun hepsi senindir!' dediler.
Zeyneb:
'Sübhânallah!' dedi ve elbisesine büründü, ihsanını göremez oldu.
İhsanı örttüler, üzerine bir örtü gerdiler.
Zeyneb, bana:
'Elini sok! Ondan birer avuç al! Filan oğullarına, filan oğullarına... götür, ver!' diyerek, akrabalarına ve yetimlerine gönderdi.
Nihayet, örtünün altında ne kaldı ise, o kadarcık birşey kaldı!
'Ey mü'minlerin annesi! Allah seni yarlıgasın! Vallahi, bunda bizim de hakkımız vardı!?' dedim.
Bana:
'Örtünün altında kalan da, sizindir!' dedi.
Örtünün altında, ancak 85 dirhem bulduk.
Zeyneb binti Cahş, ellerini göğe kaldırıp:
'Ey Allah'ım! Artık, bu yılımdan sonra, beni Ömer'in ihsanını almaya eriştirme!' diyerek dua etti."
Hz. Ömer, bunu haber alınca, ona nafaka (geçimlik) olmak üzere 1000 dirhem gönderdi. [142]
Hz. Zeyneb'in tahsisatı 12.000 dirhemdi.
Bunu bir yıl alıp dağıtılacak yerlere dağıtmış, ikinci yıl tahsisatını almadan vefat etmiştir. [143]
Vefat ettiği zaman, ne bir dirhem, ne bir dinar (altın) bırakmamış, eline geçeni yoksullara dağıtmıştır.
Kendisi, yoksulların sığınağı idi. [144]
Hz. Âişe'nin dediği gibi; yetimler, dullar, onun ölümüyle, en övülmeye layık yardımcılarını, büyük hanı m efendilerini kaybetm işlerdi. [145]
Yüce Allah ondan razı olsun! [146]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI   İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:58 pm

YENİ GAZVELER

Zâtürrika' Gazvesi

Gazvenin Adı, Mevkii, Tarihi ve Sebebi

Zâtürrika' Nahl yakınında, Sa'd ile Şukra arasında, üzerinde yama gibi kırmızı, siyah ve beyaz yer¬ler bulunan bir dağın adı olduğu için; [1]
Yahut arazi yamalı gibi siyahlı beyazlı bulunduğu için; [2]
Yahut mücahidler orada bayraklarına yamalar koyduklan için;
Ya da orada Zâtürrika' diye anılan bir ağaç bulunduğu için; [3]
Yahut mücahidlerin sıcakta yürümekten ayakları yarılıp ayaklarına bez parçaları sarmış olmaların¬dan dolayı;
Bu gazveye Zâtürrika1 gazvesi denildiği bildirilmektedir. [4]
Süheylî'ye göre, sonuncu rivayet, en sağlam rivayettir. [5]
Nahl, Necd bölgesinde Salebe oğullarının menzillerinden olup, Medine'ye iki günlüktür.
Zâtürrika1 da, Nahl'de, Kays, Fezare, Eşca1, Enmar kabilelerinin vadisi olan Şadh vadisindedir.
Sa'd ile Şukra arası 3 günlüktür. [6]
Zâtürrika1 gazvesine Hicretin 4. yılında Cumâdelûlâ'nın bir kısmı Medine'de geçirildikten sonra, [7] Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye hicretinin 47. ayının başlarında, 10 Muharrem Cumartesi gecesi [8] veya Hicretin 5. yılında, [9] Muharrem'in 10'undan sonra çıkıldı. [10]
Ticaret maksadı ile Necd bölgesinden Medine'ye gelen bir adamın, Enmar ve Sa'lebe oğulları kabilelerinin [11] ve Gatafan kabilelerinden Muharib ve Sa'lebe oğullarının [12] Müslümanlarla çarpışmak üzere yığınak yaptıklarını gördüğünü haber vermesi üzerine, [13] Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine'de yerine Ebu Zerri'l-Gıfârî'yi veya Hz. Osman'ı vekil bırakarak, [14] 400 veya 700 mücahidle bir¬likte [15] Necd'de Gatafanlardan Muharib ve Sa'lebe oğullarıyla karşılaşmak ve çarpışmak üzere Medine'den yola çıktı.
Zâtürrika'da, Gatafanlardan büyük bir toplulukla karşılaşıldı. İki taraf birbirine yaklaştılarsa da, aralarında bir çarpışma olmadı. [16] Müşrikler, İslâm mücahidlerini görünce, çarpışmaktan yüz çevirdil¬er. [17] Dağ başlarına kaçtılar. [18] Peygamberimiz Aleyhisselamı öldürmek için fırsat kollamaya başladılar. [19]
Zâtürrika'da namaz vakti girince, İslâm mücahidleri namazlarını kılarken düşmanın saldırılarına uğramaktan korktular. [20]
Korku halinde kılınacak namaz hakkında Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:
"Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman, kâfirlerin size fenalık (ansızın baskın) yapacağından endişe ederseniz, namazdan kısaltmanızda size bir vebal yoktur.
Şüphesiz ki, kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.
Böyle, korku halinde, sen de içlerinde bulunup namaz kıldıracağın vakit, onlardan yalnız birtakımı seninle birlikte namaza dursunlar.
Silahlarını da, üzerlerinde bulundursunlar.
Onlar bu suretle secde ettiler mi (bir rekat kıldılar mı?), hemen sizin arka tarafınıza geçsinler (namaza durur gibi, düşman karşısında dikilip dursunlar, bir iş işlemesinler, sizi gözetsinler).
Bundan sonra, henüz namazlarını kılmamış olan öbür takım gelip seninle birlikte namazlarını kıl¬sınlar.
Bunlar da, hem uyanık davransınlar, hem de silahlarını elden bırakmasınlar (namazlarını silahlı olarak kılsınlar).
Çünkü, kâfirler, silahlarınız ile eşyalarınızdan gafil olmanızı, böylece size baskın yapmayı arzu ederler.
Eğer size yağmur yüzünden eza verir yahut hasta bulunursanız, namazda iken silahlarınızı üzerinizde taşımamanızda ise, size bir vebal yoktur.
Fakat, bu takdirde de, yine tedbirli olunuz (düşmanınızın ansızın baskın yapmamaları için uyanık bulununuz).
Şüphe yok ki, Allah kâfirleri hor ve hakir edici bir azap hazırlamışt]r." [21]
Abdullah b. Ömer der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamla birlikte Necd'e doğru gazaya çıkmıştım.
Düşmanın hizasına geldik. Onlara karşı saf bağladık.
Namaz vakti gelince, Resûlullah Aleyhisselam, bize namaz kıldırmak üzere namaza durdu.
Mücahidlerden birtakımı da, Resûlullah Aleyhisselamla birlikte namaza durdular.
Öbür takımı ise, yönlerini düşmana doğru çevirdiler.
Resûlullah Aleyhisselam, yanında bulunanlarla birlikte rükua vardı ve iki kere secde yaptı.
Sonra, onlar, henüz kılmamış olan takımın yerine çekildiler.
Bu sefer, ötekiler de gelip Resûlullah Aleyhisselamın arkasına durdular.
Resûlullah Aleyhisselam, onlarla da bir rüku ve iki secde yaptı. Sonra, selam verdi.
Bundan sonra, o iki takımın her biri nöbetleşe namaza durup kendi kendilerine birer rüku ve iki secde daha yaptılar. [22]
Abdullah b. Ömer:
"Korku ve düşmanın bundan da ziyade olduğu zamanlarda, namazını ister binitli, ister yaya, ayak üzeri (rükusuz ve secdesiz) olarak imâ ile kıl!" demiştir. [23]
Benî Muharib ve Gatafanlardan Gavres isimli kişinin, Peygamberimiz Aleyhisselamı bu gazvede öldürmeye teşebbüs ettiği bildirildiği gibi, [24] aynı teşebbüsün daha önce Gatafan gazvesinde ve Du'sur diye anılan kişi tarafından yapıldığı ve sonradan kendisinin Müslüman olduğu da bildirilir. Hâdisenin nasıl cerayan ettiği hakkındaki bilgi için, oraya bakınız. [25]

Müşriklerden İğtinam Edilen Mallar

Zâtürrika'da, müşriklerin davar, sığır ve deve gibi yaylım hayranlarından ele geçirilebilenler, harp ganimeti olarak sürdürüldü. [26]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine'ye dönmek üzere, Zâtürrika'dan ayrıldı. [27]

Abbâd b. Bişr'in Gece Nöbeti Sırasında Namaz Kılarken Atılan Oklarla Yaralanışı

Cabir b. Abdullah'ın bildirdiğine göre; Zâtürrika'da, müşriklerden birisinin karısı öldürülmüştü.
Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâm mücahidleri ile Zâtürrika'dan ayrıldığı sırada, kadının başka bir yerde bulunan kocası karısının durumunu öğrenince, Peygamberimiz Aleyhisselamın ashabından kime yetişirse onun kanını dökmeye yemin etmiş ve mücahidlerin peşlerine düşmüştü. [28]
Peygamberimiz Aleyhisselamla ashabı, konak yerlerinden bir vadinin boğazında konakladıkları sırada, Peygamber Aleyhisselam:
"Gecemizde, bizi kim bekleyecek?" diye sordu.
Muhacirlerden Ammar b. Yâsir ve Ensardan da Abbâd b. Bişr, hemen:
"Biz bekleriz yâ Rasûlallah!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İkiniz, vadinin ağzında bulununuz ve göz kulak olunuz!" buyurdu.
Ammar b. Yâsir ile Abbâd b. Bişr, boğazın ağzına doğru gittiler.
Abbâd b. Bişr, Ammar b. Yâsir'e:
"Sen gecenin hangi kısmında; önünde mi, yoksa sonunda mı beklemek istersin?" diye sordu.
Ammar b. Yâsir:
"Ben gecenin önünde beklemek isterim!" dedi ve yanının üzerine uzanınca uyuyuverdi.
Abbâd b. Bişr ise, kalkıp namaza durdu.
O sırada, kadının kocası çıkageldi.
Uzaktan bakınca, onun Müslümanların ileri karakolu, gözcüsü olduğunu anladı. Hemen, ona bir ok atıp sapladı!
Abbâd b. Bişr, saplanan oku çekip yere bıraktı ve namaz kılmaya devam etti.
Kadının kocası, ona ikinci bir ok daha atıp sapladı.
Sonra, ona üçüncü bir ok daha attı ve sapladı.
Abbâd b. Bişr, saplanan oku yine çekip yere bırakarak rükûa ve secdeye vardı. Selam verdikten sonra, Ammar b. Yasini uyandırdı ve:
"Kalk, otur! Ben kimıldayamayacak halde yaralandım!" dedi.
Ammar b. Yâsir, hemen kalkıp oturdu.
Oku atan adam, onları görünce, kendisini farkettiklerini anladı, hemen dönüp kaçtı.
Ammar b. Yâsir, Abbâd b. Bişr'den kanlar aktığını görünce:
"Sübhânallah! Adam sana oku ilk attığında beni uyandırsaydın a?!" dedi.
Abbâd b. Bişr
"Ben sûreyi okumaya başlamıştım, onu bitirmedikçe kesmek istemedim!
Oklar üzerime ardarda gelmeye başlayınca, uyandırıp sana haber vermek için, okumayı kestim, rükûa vardım.
Vallahi, Resûlullah Aleyhisselamın korumayı emrettiği boğaz ağzı nöbetini zayi etmekliğim korkusu olmasaydı, sûreyi okumaya devam ederdim. Sûreyi bitirmeden de, adam benim işimi bitirirdi!" dedi. [29]

Cuayl b. Süraka'nın Medine'ye Müjdeci Olarak Gönderilişi

Peygamberimiz Aleyhisselam, Pazar günü İslâm mücahidleri ile bitlikte Sirer'e geldi.
Siner, Medine'ye üç mil uzaklıkta, Irakyolu üzerinde biryerolup, orada Cahiliye devrinden kalma bir su kuyusu bulunmaktadır.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sirer'den, kendisinin ve Müslümanların selamet haberini ulaştırmak için, Cuayl b. Sürakayı Medine'ye müjdeci olarak gönderdi.
Zâtürrika1 seferi, onbeş gece sürdü. [30]

Ana Kuşun Yavrusu İçin Kendisini Tehlikeye Atmasına Ashabın Hayret Edişi

Cabir b. Abdullah der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamla birlikte bulunduğumuz sırada, ashabından bir zât, bir kuş yavrusu bulup getirmişti.
Resûlullah Aleyhisselam ona bakarken, yavrunun anası ile babası veya onlardan birisi, gelip yavrusunu tutan elin içine kendisini atıverdi. Müslümanlar, bunu görünce, hayrette kaldılar.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
'Siz, yavrusunu tuttuğunuz şu kuşun yavrusu için kendisini avucunuza atmasına mı hayret ediyor¬sunuz?!
Vallahi, Rabbinizin size olan rahmeti, şu kuşun yavrusuna olan şefkatinden daha fazladır!1 buyur¬du. [31]

Cabir b. Abdullah'ın Yorulup Hızlandırılan Devesinin Satın Alınıp Kendisine Bağışlanışı

Cabir b. Abdullah derki:
"Zayıf erkek devemin üzerine olduğum halde, Resûlullah Aleyhisselamla birlikte Zâtürrika1 gazve¬sine çıkmıştım.
Seferden dönüşte, yanımızdaki arkadaşlarımız ilerlerken, ben geride kalmaya başladım.
Resûlullah Aleyhisselam bana gelip kavuştu ve bana:
'Ey Cabir! Sana ne oldu da geride kaldın?1 diye sordu.
'Yâ Rasûlallah! İşte, benim şu erkek devem yorulup beni geciktirdi!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Çoktur onul' buyurdu; çöktürdüm. Deveyi çöktürdükten sonra, Resûlullah Aleyhisselam:
'Şu elindeki değneği bana ver! Yahut, benim için, ağaçtan bir değnek kes!' buyurdu.
Ben de, bana buyurulanı yaptım.
Resûlullah Aleyhisselam, değneği aldı ve deveme onunla birkaç kere vurdu.
Sonra da, bana:
'Bin!1 buyurdu.
Devenin üzerine bindim, yola devam ettik.
Kendisini hak (din ve Kitab)la gönderen Allah'a yemin ederim ki; devem, sür'atte, onun bindiği dişi devesi ile yanşırcasına gidiyordu.
Giderken, Resûlullah Aleyhisselamla sohbet ediyorduk.
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
'Ey Cabir! Sen bu bindiğin deveyi bana satar mısın?' diye sordu.
'Yâ Rasûlallah! Bilakis, ben onu sana hediye ederim' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Onu bir dirheme satın aldım!' buyurdu.
'Hayıryâ Rasûlallah! Böyle olursa, beni aldatmış olursun!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Öyleyse, iki dirhem olsun!1 buyurdu.
'Hayır!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam, benim için onun bedelini yükseltmeye, bir ukiyyeye kadar devam etti.
Ben:
'Ya Rasûlallah! Razı oldun mu, kabul ettin mi?' diye sordum.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Evet!' buyurdu.
Ben:
'O halde, o senindir1 dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Aldım!' buyurduktan sonra, bana:
'Ey Cabir! Evlendin mi?1 diye sordu.
'Evetyâ Rasûlallah' dedim.
'Dul mu aldın, yoksa kız mı?' diye sordu.
'Dul aldım yâ Rasûlallah! Babam Uhud günü şehit olup arkasında yedi kız çocuğu bıraktı. [32] Doğrusu, ben bunların arasına kendileri gibi küçük bir kız daha getirmeyi uygun görmedim de, yaşlı başlı dul [33] bir kadınla evlenmeyi, onun da onların saçlarını başlarını taramasını, onlar üzerinde birmüreb-biye olmasını daha hayırlı buldum' dedim. [34]
Resûlullah Aleyhisselam:
'Allah zevceni hakkında hayırlı ve mübarek kılsın! [35] (Böyle yapmakla) inşaallah çok isabet etmişsindir1 buyurdu.
Sabahladığım zaman, erkek devenin başından tutup götürdüm, Resûlullah Aleyhisselamın kapısının önünde çöktürdüm.
Sonra, Mescidde, Resûlullah Aleyhisselamın yakınında oturdum.
Resûlullah Aleyhisselam, Mescidden çıktı, erkek deveyi gördü.
'Nedir bu?' diye sordu.
'Cabir'in getirdiği devedir!' dediler.
'Cabir nerede?' diye sordu.
Ben kendisinin yanına çağrıldım.
Bana:
'Ey kardeşimin oğlu! Devenin başından tut. O senindir!' buyurduktan sonra, Bilal'i çağırdı ve ona:
'Cabirl götür. Ona bir ukiyye ver!' buyurdu.
Ben de Bilal ile birlikte gittim. Bilal, bana bir ukiyye verdi ve biraz da fazla verdi.
Vallahi, o bir ukiyye, yanımda artmaya devam etti.
Evimizde onun tesiri, bereketi, başımıza Harre günü musibeti gelinceye kadar görüldü durdu." [36]

Harre Vak'ası

Aralarında, Medine eşrafından Abdullah b. Hanzale, Abdullah b. Ebu Amrve Münzir b. Zübeyr'in de bulunduğu bir heyet, Şam'a gidip Yezid b. Muaviye ile görüşmüşlerdi.
Heyet, Medine'ye döndükleri zaman, Yezid'in dinsiz olduğunu, içki içtiğini, çalgı çaldırdığını, yanın¬da şarkıcı kadınlar bulundurduğunu... söyleyerek, kendisini halifelikten hal'ettiklerini açıklamışlar; bunun üzerine, Medineliler ayaklanarak henüz çocuk denilecek yaşta bulunan Medine valisi Osman b. Muhammed b. Ebu Süfyan'ı Medine'den sürüp çıkardıkları gibi, Medine'deki Emevîleri de Mervan b. Hakem'in evinde muhasara etmişlerdi.
Emevîlerin acele imdad istemeleri üzerine, Yezid, Müslim b. Ukbeyi oniki bin kişilik bir ordu ile Medine ve Mekke halkını tepelemeye memur etmişti.
Müslim, Medine'de Kureyş'ten ve Ensardan birçok kişiyi asıp kesmiş, istendiği gibi yağmacılık ettik¬ten sonra Mekke üzerine yürümüş, Müşellel'e gelince ölmüştü.
Ölürken, Husayn b. Numeyr'i yerine bırakmıştı. O da mancınıklar kurdurarak Mekke'yi taşa tutmuş, Mescid-i Haram'ın duvarları yıkılmış, Kabe'nin örtüsü ve ahşap kısmı yanmış, o sırada Yezid de ölmüştü.
Husayn b. Numeyr, Yezid'in öldüğünü haber alınca, muhasarayı kaldırarak Şam'a dönmüştü. [37]

Bedru'l-mev'id Gazvesi

Gazvenin is İsimleri ve Sebebi

Bedru'l-mev'id gazvesine Bedru'l-âhire, [38] Bedru's-safra, [39] Bedru's-suğra [40] ve Bedru's-sâniye denilir. [41] Sadru's-sâlise denildiği de vardır. [42]
Ebu Süfyan ile yanındakiler, Uhud'dan ayrılacakları sırada:
"Gelecek yıl buluşma, çarpışma yerimiz Bedir'dir!" diyerek seslenmişler, Peygamberimiz Aleyhisselam da Hz. Ömer'e:
"'Olur! [43] İnşaallah [44] gelecek yıl Bedir bizimle sizin buluşma ve çarpışma yerimiz olsun!1 de" buyurmustu . [45]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zâtürrika1 gazvesinden dönünce, Ebu Süfyan'a vermiş olduğu sözü yerine getirmek üzere, Hicretin dördüncü yılında İslâm mücahidlerini Bedir'e çıkarmaya hazırlandı ve çıkardı. [46]
Kureyş müşriklerinin lideri Ebu Süfyan da, verdiği söze uyarak Bedir'e gitmek üzere hazırlandı.
Fakat, Mekke'den hareket edeceği gün yaklaşınca, kararını değiştirdi. Gitmekten vazgeçmek iste-di. [47]
O sırada, henüz Müslümanlığı kabul etmemiş bulunan Nuaym b. Mes'ud el-Eşcâî, umre yapmak üzere Medine'den Mekke'ye gitmiş bulunuyordu.
Kureyş müşrikleri ona:
"Ey Nuaym! Ne taraftan geliyorsun?" diye sordular.
Nuaym:
"Yesrib'den (Medine'den)!" dedi.
Müşrikler:
"Muhammed'in hareketleri hakkında bir görgün, bilgin var mı?" diye sordular.
Nuaym:
"Onu sizinle çarpışmak için hazırlıklara girişmiş olarak geride bıraktım!" dedi. [48]
Ebu Süfyan:
"Ben Muhammed'in ashabına 'Bedir'de buluşalım, vuruşalım' diye söz vermiştim. Bu vakit gelmiş, çatmış bulunuyor.
Halbuki, bu yıl, kuraklık, kıtlık biryıldır. Bizim için sert, kurakyıl değil, belki yumuşak, otlu, sulu, bol¬luk yıl daha iyi ve elverişlidir. Çünkü, böyle olan yılda, develere yayılacakları ot, bize de içeceğimiz su bulunur.
Ben bu yıl Muhammed'le karşılaşmak istemiyorum. Fakat, karşılaşmadığım takdirde, o bize karşı cesaretlenecektir. [49]
Sen hemen Medine'ye yetiş! Şimdi benim yanımda kendilerinin dayanamayacakları kadar kuvvet toplamış olduğumu bildirerek, Muhammed'in ashabını Bedir'de bizimle çarpışmaktan vazgeçin Caymanın onlardan gelmesi, bizim tarafımızdan gelmesinden, bence daha iyidir. [50]
Bu işi başarmana karşılık, sana yetişkin yirmi deve verelim. Süheyl b. Amr da, bunu sana ödemeye kefil olsun!" dedi. [51]
O sırada, Süheyl b. Amr, yanlarına çıkageldi.
Nuaym:
"Ey Ebu Yezid! Muhammed'e gidip onu vazgeçirmeme karşılık bu develerin bana verilmesine sen kefil olur musun?" diye sordu.
Süheyl b. Amr "Evet!" dedi. [52]

Nuaym'ın Yaptığı Propagandalarla Müslümanları Tereddüde ve Korkuya Düşürüşü

Nuaym, devesine atlayıp, son süratle Medine'ye geldi. [53] Müslümanları savaş hazırlığı içinde buldu. [54] Onlara:
"Siz nereye gitmek, ne yapmak istiyorsunuz?" diye sordu.
Müslümanlar
"Bedru's-safra'da bu mevsimde buluşmak, çarpışmak için Ebu Süfyan'a söz verdik!" dediler.
Nuaym:
"Ne kötü görüş, ne kötü karar!
Bana bakın! Siz evlerinize gidip oturun! Eğer Bedir"e gitmeye kalkarsanız, sizden, dağılıp kaça¬bilenlerden başkası kurtulmaz!" dedi. [55]
Ebu Süfyan'ın yanında bol sayıda kuvvet topladığını haber verdi. [56] Müslümanların arasında dolaştı durdu. En sonunda, onların kalblerine korku düşürmeye muvaffak oldu. [57]
"Sizin Kureyş'le tekrar çarpışmaya kalkışmanız hakkındaki bu tutum ve davranışınız yerinde değildir. Muhammed'in kendisi bile yaralanmadı mı? Birçok ashabı öldürülmedi mi?" dedi. Müslümanları, Kureyş müşrikleri ile çarpışmaktan vazgeçirecek dereceye getirdi . [58]

Münafıkların Müslümanları Seferden Alıkoymaya Çalışmaları

Müslümanlar arasında bulunan münafıklar da, Müslümanları oyalamaya, seferden alıkoymaya çalışmaktan geri durmadılar. [59]
Peygamberimiz Aleyhisselam durumu öğrenince:
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; yanımda hiç kimse gitmese de ben tek başıma Bedir'e gideceğim!" buyurdu.
Yüce Allah Müslümanlara yardım etti, onlardan korkuyu kaldırdı. [60] Kalb gözlerini açtı, onları Nuaym'ın tuzağından kurtardı. [61]

Mücahidlerin Ticaret Mallarını da Yanlarına Alarak Bedir'e Hareket Etmeleri

Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine'de yerine Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün oğlu Abdullah'ı [62] veya Abdullah b. Revâha'yı vekil bırakarak, [63] onu atlı olmak üzere [64] binbeşyüz kişilik bir kuvvetle Medine'den Bedir'e doğru hareket etti. [65]
Atlı olanlar:
Peygamberimiz Aleyhisselam,
Hz. Ebu Bekir,
Hz. Ömer,
Ebu Katâde,
Saîd b. Zeyd,
Mikdad b. Amr,
Habbab,
Zübeyr b. Avvam,
Abbâd b. Bişr ve bir başka sahabi daha idi. [66]
Cihad birliğinin sancaktarı Hz. Ali idi. [67]
Müslümanlar, kendilerine ait ticaret mallarını da yanlarında götürdüler. [68]
"Ebu Süfyan'ı bulursak onunla çarpışırız, bulamazsak Bedir pazarında alışveriş yaparız!" dediler. [69]
Müslümanların Bedir'e gelişleri Bedir panayırı zamanına rastladığı için, yanlarında getirmiş olduk¬ları ticaret mallarını orada sattılar. Bir dirheme bir dirhem kazanç sağladılar. [70]
Bir dirheme iki dirhem kazanç sağladıkları da rivayet edilir. [71]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Süfyan'a vermiş olduğu sözde durarak, Bedir'de onu bekledi.
O sırada Mahşiy b. Amr ed-Damrî, Bedir'e geldi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onunla, Veddan gazvesi sırasında Damre oğulları adına antlaşma yapmış bulunuyordu.
Mahşiy:
"Ey Muhammedi Sen Kureyş ile karşılaşmak, vuruşmak için mi şu su üzerine geldin?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Ey Damre oğullarının kardeşi!
Eğer sen de böyle birşey istiyorsan, aramızda bulunan antlaşmayı sana reddeder, sonra da, Yüce Allah aramızda hükmünü verinceye kadar seninle de çarpışırız!" buyurdu.
Mahşiy:
"Hayır, vallahi yâ Muhammedi Sana karşı böyle birşey yapmak bize düşmez, gerekmez!" dedi.
Ma'bed b. Ebu Ma'bed el-Huzâîde, Bedir'e uğramıştı. Peygamberimiz Aleyhisselamın orada bulun¬duğunu gördüğü sırada, devesi ürkerek koşmaya başladı. Ma'bed durduramadığı devesinin üzerinde geçip giderken söylediği kıt'ada şöyle dedi:
"Devem ürküp Muhammed'e arkadaşlıktan ve Medine'nin siyah kuru üzüm gibi olan en iyi Acve hur¬masından uzaklaştı.
O deve, babasının eski âdetine bağlı ve düşkündür.
Artık, kavuşulacak yer, Mekke yakınındaki Kudeyd suyu, yarın kuşluk vakti de Dacnan suyu ola¬caktı r!" [72]
Ma'bed b. Ebu Ma'bed, Mekke'ye varınca, Peygamberimiz Aleyhisselamın iki bin kişilik ashabı ile gelerek Kureyşlileri beklemek suretiyle vermiş olduğu sözü yerine getirdiğini, her taraftan gelip toplan¬mış bulunan halkın Peygamberimiz Aleyhisselamın ashabının çokluğunu gördüklerini ve Mahşiy'e söylediği şeyleri, işittiklerini müşriklere ilk duyuran kişi olmuştu. [73]

Ebu Süfyan'ın Ordusu ile Birlikte Yola Çıkışı ve Yolda Korkuya Düşüp Mekke'ye Dönüşü

Sefer için bütün hazırlıkları yapmış bulunan Ebu Süfyan, Kureyş müşriklerinden, 50'si atlı olmak üzere, 2.000 kişilik bir kuvvetle Mekke'den yola çıktı. [74] Merru'z-zahran nahiyelerinden Mecenne'ye kadar ilerledi. [75] Hatta, bazılarına göre, Usfan'a erişti. [76]
Yüce Allah, Ebu Süfyan'ın kalbine korku düşürdü. [77] Oradan geri dönmek aklına uygun geldi. [78]
Ebu Süfyan ve adamları, biraraya gelip konuştular. [79]
Ebu Süfyan:
"Ey Kureyş topluluğu! Biz, Nuaym b. Mes'ud'u, Muhammed'in ashabını Bedir'e çıkarmaktan vazgeçirmesi için göndermiştik. O, bunu başarıcı kişidir.
Fakat, biz yola çıkmış bulunuyoruz. Bir-iki gece gittikten sonra döneceğiz demektir. [80]
Ey Kureyş topluluğu! Sizin sefiere çıkacağınız yılın, içinde hayvanlarınızı ağaçlardan yaymaya, ken¬dinizin de içeceğiniz sütü bulmaya elverişli bolluk bir yıl olması gerekir.
Sizin şu yılınız ise, kuraklık ve kıtlık bir yıldır.
Ben buradan geri dönüyorum, siz de dönün!" dedi. [81] Dönüşün gerekçesi olarak, yılın kuraklık ve kıtlık yılı oluşunu ileri sürdü. [82]
Safvan b. Ümeyye ise, Ebu Süfyan'a:
"Ben seni Müslümanlara karşı hazırlanıp çıkmaktan men etmiştim. Sen benim sözümü dinlemedin.
Şimdi onlar verdiğimiz sözden caydığımızı görünce bize karşı cesaretlenecekler ve yiğitleşecekler!" dedi. [83]
Ebu Süfyan, oradan, ordusu ile birlikte geri dönüp Mekke'ye gelince, Mekke halkı onlara:
"Sizler ancak sevık (kavut) içmek için gittiniz!" diyerek, "Sevık askeri" adını taktılar. [84]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mücahidlerle Birlikte Medine'ye Dönüşü

Peygamberimiz Aleyhisselam, mücahidlerle birlikte Bedir'de sekiz gün veya gece Ebu Süfyan'ın gelmesini bekledikten sonra, [85] hiçbir yaramazlıkla karşılaşmadan, elde edilen [86] ticaret kazancı ile [87] Medine'ye döndü. [88]
Bedru'l-mev'id seferi onaltı gece sürdü. [89]

Zina Eden İki Yahudinin Cezalandırılmaları İçin Peygamberimiz Aleyhisselama Başvurulması

Peygamberimiz Aleyhisselamın Müslümanlar ile Yahudiler ve müşrik olan bütün Meciineliler için düzenlediği Medine Yönetmeliği belgesine göre Yahudiler kendi dinlerinde, Müslümanlar kendi din¬lerinde olacaklar; herhangi birşeyde anlaşmazlığa düşüldüğü zaman, bu, Yüce Allah ve Muhammed Aleyhisselama arz ve havale edilecektir. [90]
Hicretin dördüncü yılında Zilkade ayında idi ki, [91] evli bir Yahudi erkeği ile evli bir Yahudi kadın zina etmişlerdi.
Beytü'l-Midrasta toplanan Yahudi bilginleri:
"Bu adamı ve kadını Muhammed'e gönderin ve onlar hakkındaki hükmün nasıl olduğunu sorun ve kendisini onlar hakkında vereceği hükümde serbest bırakın!
Eğer, o bunlar hakkında, sizin yaptığınız tecbiyye gibi, elyaftan örülmüş, katrana bulanmış kamçı ile dövüldükten sonra yüzlerinin karalanmasına, sonra da iki merkebe yüzleri ters olarak bindirilip dolaştırıl¬malarına hüküm verirse, ona tâbi olun.
Çünkü, o bir hükümdar demektir; kendisini doğrulayın!
Eğer, o bunlar hakkında recm cezasının uygulanmasına hüküm verirse, kendisi peygamberdir.
Onun bir gün ellerinizdekini çekip almasından sakının!" dediler. [92] Peygamberimiz Aleyhisselam Mescidde ashabı ile birlikte otururken. [93] Yahudiler gelip:
"Yâ Muhammed! Zinadan korunacak vasıfta bulunan bu adam, zinadan korunacak vasıfta bulunan şu kadınla zina etti. Seni bunlar hakkında hüküm vermeye yetkili kıldık!" dediler [94] ve kendisini Medine'nin Kuflf adındaki vadisine davet ettiler. [95]
Peygamberimiz Aleyhisselam, giderken, yolda yüzü karalanmış ve kendisi kamçı ile dövülmüş bir Yahudiye rastladı.
Oradaki Yahudileri çağırıp, onlara:
"Siz zina edenin cezasını Kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?" diye sordu.
Yahudiler
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların ilim adamlarından birisini çağırıp ona:
"Tevratı Musa'ya indiren Allah aşkına, doğru söyle! Zina edenin cezası böyle midir?" diye sordu.
Yahudi bilgini:
"Hayır! Eğer sen bana yemin vermemiş olsaydın, sana doğrusunu haber vermezdim.
Biz, zina edenin cezasını Kitabımızda recm olarak bulmaktayız.
Ama, eşraf ve yüksek tabakamızdan zina edenler çoğalınca, onlardan recm için yakaladıklarımızı bırakır, zayıf halk tabakasına mensup olanlardan yakaladıklarımıza recm uygular olduk.
Bunun üzerine 'Gelin! Birşey üzerinde birleşip, eşraf-halkayırmadan herkese o cezayı uygulayalım' dedik ve recm cezası yerine, böyle yüzü karalama ve dayak atma cezası üzerinde birleştik" dedi. [96]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Beytü'l-Midras'a yürüyerek gitti ve:
"Ey Yahudiler topluluğu! Bilginlerinizi karşıma çıkarınız" buyurdu.
Yahudiler, Abdullah b. Suriya ile Ebu Yâsir b. Ahtab ve Vehb b. Yahuzayı çıkardılar ve:
"İşte, bizim bilginlerimiz bunlardır" dediler. [97]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Musa'ya Tevrafı indiren Allah aşkına doğru söyleyiniz.
Zinadan korunacak vasıfta bulunduğu halde zina eden bir adam hakkında Tevrat'ta siz ne gibi bir hüküm buldunuz?" diye sordu. [98]
Yahudiler
"Hiçbir şey bulamadık! [99]
Zina edenler, tecbiyye olunur; karalanır, kamçılanır, merkebe ters bindirilip dolaştırılarak teşhir edilir" dediler. [100]
Abdullah b. Selam:
"Yalan söylüyorsunuz! Tevrat'ta recm âyeti vardır!" dedi. [101]
Yahudi bilginlerinin en genci olan Abdullah b. Suriya ise, hiç ağız açmamakta, hep susmakta idi. [102]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onunla başbaşa kalınca, Kitablarında recm âyeti bulunup bulun¬madığını tekrar sordu ve:
"Ey Suriya'nın oğlu! Sana Allah adına and veriyor, Allah'ın İsrail oğullarının başına getirdiği günleri hatırlatarak soruyorum:
Evlendikten sonra zina eden bir kimse hakkında Allah'ın Tevratta recm ile hükmettiğini bilmiyor musun?" buyurdu.
İbn Suriya:
"Allah hakkı için, evet! Biliyorum.
Vallahi, ey Ebu'l-Kasım! Onlar hiç şüphesiz senin peygamber olduğunu biliyorlar, fakat seni kıskanıyorlar" dedi.
Ne yazık ki, kendisi de, sonradan küfür ve inkâr yoluna saptı. [103]
Yahudiler, Kitablarında recm cezası bulunmadığında direndikleri zaman, Yahudi bilginlerinden birisi gelerek Kitabı açtı ve okumaya başladı. Recm âyetine gelince, elini recm âyetinin üzerine koyarak üst ve alt tarafta kalan satırları okudu.
Abdullah b. Selam, ona:
"Kaldır elini!" dedi.
Yahudi bilgini elini kaldırınca, recm âyeti göründü. [104]
Abdullah b. Selam:
"İşte recm âyeti, ey Allah'ın peygamberi! Onu sana okumaktan kaçınıyor!' dedi. [105]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Yazıklar olsun size Yahudi topluluğu! Kitabınız elinizde bulunduğu halde sizi Allah'ın hükmünü ter-ketmeye sevkeden nedir?" buyurdu.
Yahudiler
"Vallahi, o, bizim içimizde uygulanmakta idi.
Bizim kralların ailesinden ve eşraftan olan bir adam, evlendikten sonra zina etti. Kral da onu recm-den korudu.
Ondan sonra, halktan bir adam zina etti. Kral onu recmetmek istedi.
Krala:
"Hayır! Vallahi, eşraftan filan kimseyi recm etmedikçe, bunu recmedemezsin!" dediler.
Bunun üzerine, toplandılar. Zinakârları tecbiyye etmek, dayak atmak, karalamak, merkebe tersine bindirip dolaştırmak, işlerine elverişli geldi.
Böylece recmin adını andırmadılar, onunla ameli yok ettiler" diyerek itirafta bulundular. [106]
Peygamberimiz Aleyhisselam, çağırdığı Abdullah b. Suriya ile başka bir Yahudi bilgine and vererek zina fiiline tam bir görgü ile dört şahit tanıklık ettikleri takdirde recm cezasının uygulanacağı hükmünün de Kitablarında bulunduğunu onlara itiraf ettirdikten sonra, Yahudilerden dört tanık getirtti. Tanıklar, zina fiilini şüphe edilmeyecek bir görüşle gördüklerine tanıklık ettikleri zaman, recm cezasının uygulanması hükmünü verdi ve infazını emretti. [107] Recm edildiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah'ın ve Kitabının uygulanmasını emrettiği recm hükmünü ilk ihya eden, benim!" buyurdu. [108]

İslâm Ceza Hukukuna Göre Zina Cezası ile İlgili Bazı Hükümler

İslâm ceza hukukunda, zina, meşru bir akde dayanmaksızın yapılan haram bir birleşme olup, bunu işleyen erkeğe zâni, kadına da zâniye denir.
Zina eden erkek ve kadın hakkında şöyle buyurulur:
"Zina eden kadınla zina eden erkekten her birine yüzer celde (değnek) vurunuz. Eğer Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız, bunlara acıyacağınız tutmasın! Mü'minlerden bir zümre de, bunların cezalarına şahit olsun." [109]
Celde; ete geçmemek üzere yalnız deriye tesir edecek derecede vurmak demektir.
Bu da, ne ince, ne de kalın olmayan, budaksız, kenarsız, düğümsüz bir değnekle yapılır.
Bunların hepsinin bir günde vurulması gerekmeyip, yansının ertesi güne bırakılması caizdir.
Celde vurulurken, başa, yüze, tenasül uzvuna vurulmaz.
Zina fiilinden dolayı ceza uygulanabilmesi için, en başka akıl ve erginlik çağına ermiş olmak üzere, birtakım ağır şartlar vardır.
Zina fiilinin sübutu için de, ikrar ve şehadet şart olduğu gibi, bu ikrarve şehadetin makbul ve mute¬ber olması için de ayrıca birtakım kayıt ve şartlar vardır. [110]
Karısını yabancı bir erkekle birarada bulan kimsenin, onun zina ettiğini dört tanık getirip ispatlaması gerekir. [111]
Zorla zina yapılan kadına hadd vurulmaz. [112]
İyileşinceye, akıllanıncaya kadar deliden,
Uyanıncaya kadar uyuyandan,
Âkil ve baliğ oluncaya kadar çocuktan kalem kaldırılmış olduğuna göre, zina eden delilere ve bunaklara da hadd vurulmaz. [113]
Zina eden erkek zina eden veya müşrik olan kadından başkası ile evi enemeyeceği gibi, zina eden kadın da zina eden veya müşrik olan erkekten başkası ile evlenemez. Aksine hareket, mü'minlere haramdır. [114]

Ay ve Güneş Tutulması, Yerin Sarsılması

Hicretin 5. yılında Cumâcielâhir ayıncia [115] veya Ramazan'ın ilk gecesinde [116] Ay, [117] Ramazan'ın ortasında ise Güneş tutuldu. [118] yer de sarsıldı. [119]
Ay tutulduğu zaman, Yahudiler, "Ay büyülendi!" diyerek tas çalmaya başladılar. [120]
Peygamberimiz Aleyhisselam, irad buyurduğu hutbelerinde:
"Cahiliye devri insanları 'Güneş ve Ay, ancak yeryüzü halkının büyüklerinden bir büyük için tutulur1 derler, öyle sanırlardı.
Hal hiç de böyle değildir. [121] Eğer insanlar 'Şu Ayın tutulması ve şu yıldızların doğdukları yerlerden batmaları yeryüzü büyüklerinin ölümlerinden dolayıdır1 derlerse, yalan söylemiş olurlar. [122]
Şüphesiz ki; Güneş ve Ay, hiçbir kimsenin ne vefatı, ne de hayatı için tutulmazlar!
Fakat, bunlar, Allah'ın varlığını, kudretini, yüceliğini gösteren âyetlerinden iki âyettirler.
Siz, onların tutulduklarını gördüğünüz zaman, namaz kılınız, dua ediniz!" buyurdular. [123]
İbn Hibban'ın Sahîh'inde rivayetine göre; Ayın tutukluğu geçinceye kadar, Peygamberimiz Aleyhisselam Müslümanlara ay tutulma namazı kıldırmıştır. [124]

Güneş ve Ay Tutulma Namazı

Güneş ve ay tutulma namazı sünnettir. Rükû ve secdeleri, nafile namazlarda olduğu gibi yapılır. İstenilirse, uzatılır, kısaltılır. Güneş, Ay açılıncaya kadar dua ile meşgul olunur.
İmamın güneş tutulma namazını halka cemaatle kıldırmasında bir sakınca yoktur. Ay tutulma namazı da, güneş tutulma namazı gibidir, fakat cemaatsiz kılınır. [125]
Güneş ve ay tutulma namazlarının Mescidde kılınması da sünnettir. [126] Güneş ve ay tutulma nama¬zları için ezan ve kamet okunmaz. Ancak, güneş tutulma namazı için:
"Haydi toplayıcı namaza!" diyerek halka seslenilir. [127]
Peygamberimiz Aleyhisselam, güneş tutulma namazını kıyam, kıraat ve rüku ile secdelerini uzat¬mak, ikinci rekatı birinciden biraz kısa tutmak suretiyle kiIdırmıştır. [128]
Altı rükû, dört secde ile, [129]
Sekiz rükû, dört secde ile iki rekat kıldırdığı da, rivayet edilir. [130]

Yer Sarsılması Namazı

Hicretin beşinci yılında, Medine'de yer sarsıldı. [131]
Peygamberim iz Aleyhisselam:
"Hiç şüphesiz, Rabbiniz sizi hoşnut olacağı duruma döndürmek istiyor. Öyle olunca, siz de O'nun hoşnutluğunu dileyiniz" buyurdu. [132]
Abdullah b. Abbas'ın, Basra'da bulunduğu sırada, güneş ve ay tutulma namazına kıyasla [133] dört secde ve alü rükû ile yer sarsılma namazı kıldırdığı bil dirilmektedir. [134]

Abs Oğullarından Bir Topluluğun Müslüman Oluşu

Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına, Abs oğullarından:
1. Meysene b. Mesruk,
2. Haris b. Rebi1 (Kâmil),
3. Kenan b. Dâri1,
4. Bişr b. Haris b. Ubâde,
5. Hidm b. Mes'ade,
6. Siba1 b.Zeyd,
7. Ebu'l-Hısn b. Uukman,
8. Abdullah b. Malik,
9. Ferve b. Husayn b. Fedâle adlarında dokuz kişilik bir cemaat gelip Müslüman oldular ve Medine'ye yerleştiler.
Bunlar, Medine'ye gelip yerleşen ilk muhacirlerden idiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu Abs oğullarına:
"Bana sizi 10'a dolduracak bir adam daha bulun da, sizin için sancak bağlayayım?" buyurdu.
Talha b. Ubeydullah aralarına girince, Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara bir sancak bağladı. Savaşlarda parolalarını da "Yâ Aşere!=Ey Onlar!" olarak belirledi. [135]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Abs Oğullarına Halid b. Sinan'ı Soruşu ve Onlara Onun Başına
Gelenleri Haber Verişi

Abs oğullarından Medine'ye üç kişi daha geldi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onlara Halid b. Sinan'ı sordu ve onun başından geçenleri onlara anlattı. [136]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, Enuşervan (Nûşirevan) devrinin sonlarına doğru doğmuştu. [137]
Peygamberimiz Aleyhisselamın geleceğini, İsa Aleyhisselam gibi, Halid b. Sinan da müjdelemişti. [138]
Halid b. Sinan Abs oğulları kabilesini doğru yola kılavuzlamak istediği zaman, onlar ona inan¬madılar.
İçlerinden, Kays b. Züheyr:
"Eğer şu kayalıktan üzerimize bir ateş çağırır, akıtırsan, sana tâbi oluruz. Çünkü, sen bizi ancak ateşle korkutabilirsin! Sen bize böyle bir ateş akıtmayacak olursan, seni yalanlar dururuz!" dedi.
Halid b. Sinan:
"Bu, aramızda bir ahd ve misak olsun mu?" dedi.
Abs oğulları:
"Evet!" dediler.
Bunun üzerine Halid b. Sinan abdest aldı, sonra da:
"Ey Allah'ım! Beni yalanladılar. Sen şu kayalıktan üzerlerine bir ateş seli akıtmadıkça, bunlar bana inanmayacaklar!" diyerek dua etti.
Abs oğulları kabilesinin Hidsan dedikleri, deve boynu gibi uzanan bir ateş zuhur etti!
Ateşin ışığı, gece karanlığında, sekiz gecelik yere kadar olan mesafeyi aydınlattı.
Ateş, uzandığı yerde hiçbir şey bırakmadı, kastı, kavurdu!
Abs oğulları:
"Ey Halid! Sen onu geri çevir! Biz artık sana inanacağız!" dediler.
Halid b. Sinan, Abs oğullarına:
"Ey kavmim! Size zarar veren bu ateşi söndürmemi, Allah bana emretti. Her aileden bir adam, ben¬imle birlikte gelsin!" dedi. [139]
Abs oğullarından Umare b. Ziyad:
"Ey Halid! Vallahi, sen bize şimdiye kadar hak ve gerçekten başka şey söylememiştin! Şimdi, ateşi söndüreceğini söylüyorsun! Ama, senin ateşe karşı halinin, ateşin de sana karşı halinin ne olduğunu pek bilmiyoruz!" dedi.
Bunun üzerine, Halid b. Sinan, ona:
"Sen benimle birlikte gel!" dedi.
Umare b. Zeyd, yanına Abs oğullarından otuz kişi alarak, birlikte gittiler. Dağ tarafındaki Eşca1 kay¬alığına doğru ilerlediler.
Halid b. Sinan, orada bir çizgi çizdi, onları orada oturttu. [140]
Onlara:
"Sakın, sizden hiç kimse bu çizgiden ileri geçmesin! İleri geçen yanar! [141]
Eğer ben gecikirsem, sakın beni ismimle çağırmayınız! Ben al at gibi yanınıza döner gelirim. [142] Eğer sizden birisi beni ismimle çağıracak olursa, ben helak olurum!" dedi. [143]
Halid b. Sinan, ateşe doğru ilerledi ve elindeki asası ile:
"Dağılınız! Dağılınız! Çıktığınız yere çekiliniz!" diyerek ateşe vurmaya başladı. [144]
Ateşi, geriledikçe, kayalığın ortasındaki, çıkmış olduğu kuyunun içine soktu ve söndürdü. [145]
Halid b. Sinan'ın dönmesi gecikince, Umare b. Zeyd:
"Vallahi, adamımız sağ olsaydı, bu kadar zamandan sonra, yanınıza döner, gelirdi" dedi.
Arkadaşları da:
"Onu ismi ile çağırın bari! Herhalde o ismi ile çağıralım diye bizden gizlenmiştir!" dediler.
Halid b. Sinan'ı ismi ile çağırmaya başladılar.
O da, başını elleri ile tutarak yanlarına geldi ve onlara:
"Ben sizi ismimle çağırmaktan men etmemiş miydim?! Vallahi, siz beni öldürdünüz! Beni taşıyın ve gömün arbk!" dedi. [146]
Abs oğulları, yurtlarından çıkan bu ateş dolayısıyla ibtilâya uğradılar: Onun ışığına taparak Mecûsîleşmeye başladılar. [147]
Sözlerine güvenilir kişilerin bildirdiklerine göre; deniz ortasında, tepesine hiç kimsenin kolay kolay çıkamayacağı büyük bir dağın en yüksek tepesindeki bir mağarada, duru beyaz sofdan ihrama bürün¬müş, elleri başında, uyuyormuş gibi, hiçbir şeyi değişmemiş bir zât görmüşler, o taraf halkından bir cemaat da, bunun Halid b. Sinan olduğunu söylemişlerdir. [148]

Selman-ı Fârisî'nin Kölelikten Kurtarılışı

Selman-ı Fârisî; İran İsbahan (İsfahan) halkından olup, Ammuriye'den Kelb kabilesi tacirleri tarafın¬dan Vadi'I-kura'ya getirilince, bir Yahudiye köle olarak satılmış, satın alan Yahudi de onu Medineli Kurayza oğulları Yahudilerinden bir Yahudiye satmış; böylece o Medine'ye gelmiş bulunuyordu. [149]
Hicretin 5. yılına kadar, yakasını kölelikten kurtaramadı. [150]
Selman-ı Fârisî der ki:
"Bir gün, Resûlullah Aleyhisselam, bana:
'Ey Selman! Kendini kölelikten kurtarmak için, ağan (efendin) ile kesişme yapsan al' buyurdu.
Bunun üzerine, çukurlarını da kazmak şartıyla 300 hurma ağacı dikmek ve ayrıca 40 ukiyye (600 dirhem) altın vermek üzere, ağam (efendim) ile antlaştım.
Resûlullah Aleyhisselam, ashabına:
'Kardeşinize yardım ediniz!' buyurdu.
Bunun üzerine, ashabın kimi on fidan, kimi yirmi fidan, kimi onbeş fidan, kimi on fidan; hülasa, herkes yanlarındaki hurma fidanları nisbetinde bana yardımda bulundular.
Nihayet, benim için gerekli 300 hurma fidanı toplandı.
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
'Ey Selman! Git de, şu fidanlar için çukurlar kaz! Çukurları kazıp bitirdiğin zaman bana gel de, onları ben kendi elimle dikeyim" buyurdu.
Hurma fidanları için çukurlar kazmaya başladım. Arkadaşlarım da bana yardım ettiler.
Çukurları kazıp bitirince, Resûlullah Aleyhisselama gidip haber verdim.
Resûlullah Aleyhisselam, hurma fidanı dikilecek yere benimle birlikte gitti.
Biz, dikilecek hurma fidanlarını onun yanına yanaştırıyorduk.
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; [Resûlullah tarafından] dikilen hurma fidan¬larından bir tane bile tutmayan, kuruyan olmadı, hepsi tuttu.
Böylece, hurma ağacından olan borcumu ödemiş oldum. [151]
Ancak, dikilen fidanlardan birisi tutmamıştı.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Kim dikti bunu?' diye sordu.
'Ömer!' dediler. [152]
Resûlullah Aleyhisselam onu söküp kendisi tekrar dikti, o da tuttu. Bu suretle dikilen hurma fidan¬ları yılında meyve vermeye başladı ve meyvesi yendi. [153]
Üzerimde yalnızca mal, altın borcu kalmıştı." [154]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI   İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:59 pm

Yumurta Kadar Bir Altın Külçesinin Yarısının Bütün Altın Borcunu Ödemeye Yetmesi

Resûlullah Aleyhisselam bazı gazalarda, madenlerden, tavuk yumurtası kadar bir altın külçesi getir¬mişti.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Ağası (efendisi) ile azadlanmayı kesişen Selman ne yaptı?1 diye sorduğu zaman, kendisinin yanı¬na çağrıldım.
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
'Ey Selman! Şunu al da, üzerindeki borcu öde!1 buyurdu.
'Yâ Rasûlallah! Üzerimde bulunan o kadar borca, bu kadarcık altın parçası nereden, nasıl yete¬cek?!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam altın külçesini eline alıp diline sürdükten sonra:
'Al bunu! Yüce Allah, muhakkak, senin üzerindeki borcu bununla ödeyecektir!1 buyurdu.
Bunun üzerine, onu aldım. Alacaklıya, ondan tartıp tartıp verdim.
Selman'ın varlığı Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; o altın külçesinden 40 ukıyye (600 dirhem) tartıp alacaklıya verdim! [155]
Resûlullah Aleyhisselamın bana yardım ettiği yumurta kadar altın eğer Uhud dağıyla tartılmış olsay¬dı, muhakkak, ondan daha ağır gelirdi. [156]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Selman-ı Fârisî'ye verdiği yumurta kadar altından, alacaklıya ver¬ildiği kadar, Selman-ı Fârisî'nin yanında da kalmıştı. [157]
Selman-ı Fârisî kölelikten yakası m kurtardıktan sonra Hendek savaşına hür olarak katılmış, bundan sonra hiçbir savaşta Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunma fırsatını kaçırmamıştır. [158]
Yüce Allah ondan razı olsun! [159]

Medine'de At ve Deve Yarışları Yaptırılışı

Peygamberimiz Aleyhisselaım; Hicretin 5. yılında, [160] atlar, [161] develer arasında [162] yarışlar yap¬tırdı. [163]
Hz. Ali'ye:
"Halk arasındaki şu at yarışı yönetmeye seni memur ettim" buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Ali, gidip Sürâka b. Malik'i çağırdı. Ona:
"Ey Sürâka! Peygamber Aleyhisselamın bu yarışta boynuma yüklediği şeyi ben senin boynuna da yükledim:
Yarış meydanına gidip, yarışa salınacak atları sırala! Sonra da, halka:
'Meydan düzeltici, genç binici, at çulunu alıcı kim var içinizde?1 diyerek üç kere seslen!
Bu davetine kimse icabet etmezse, üç kere tekbir al, üçüncü tekbirle birlikte atlan yarışa sal!
Allah, halkından, dilediğini yarışta mutlu kılar" dedi.
Hz. Ali yansın bitiş noktasında oturdu. Bitişe boydan boya bir çizgi çizdi. Çizginin iki tarafına karşılıklı iki kişi durdurdu. [164]
Yapılan deve yanşlarında Peygamberimiz Aleyhisselamın devesi Kasvâ yarıştığı develeri geçmiş; Lizaz veZarib adındaki atları da, yarıştığı atları geride bırakmıştı.
Kasvâ'nın üzerinde, Bilal-i Habeşî bulunuyordu.
Lizaz ve Zarib'in binicisi de, Ebu Useyd es-Sâidî idi. [165]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Lizaz, Zarib ve Sekb adlarındaki üç atı arasında yarış yaptırdığı da olmuş; Lizaz birinci, Zarib ikinci, Sekb ise üçüncü gelmiştir.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Useyd es-Sâidî'yi Lizaz'dan dolayı Yemen elbisesi ile, Zarib'den dolayı da Yemen bürüdü ile ödüllendirmiştir. [166]
Abdullah b. Ömer der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, yarış için idmanlanmış, yarışmaya elverişli hale getirilmiş atlarla yarış yaptırdı.
Buyansın başlangıcı Hafya, bitim yeri Seniyyetü'l-Vedâ idi.
Yarış için idmanlanmamış, yarışa elverişli hale getirilmemiş atlar arasında da yarış yaptırdı.
Bunun başlangıcı Seniyyetü'l-Vedâ, bitim yeri Benî Zurayk Mescidi idi.
Abdullah b. Ömer de yarışma yapanlardandı !" [167]
Hafya ile Seniyyetü'l-Vedâ arasındaki uzaklık 5, 6 veya 7 mildir.
Seniyyetü'l-Vedâ ile Benî Zurayk Mescidi arasındaki uzaklık ise, 1 mildir. [168]
Yine Abdullah b. Ömer'in bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, birçok atlar arasında yanşlar yaptırmış ve sonunda, 5 yaşını bitirmiş olan atlan çok üstün tutmuştur. [169]
Ebu Lebid, Enes b. Malik'e:
"Ey Ebu Hamza! Siz Resûlullah Aleyhisselamın devrinde at yarıştırır mıydınız?
Resûlullah Aleyhisselam da at yarıştırmış mıydı?" diye sorunca, Enes b. Malik:
"Evet! Vallahi, Resûlullah Aleyhisselam, Sebha diye anılan atının üzerinde yarışçı olarak yarış yap¬mış ve herkesi geçmişti!" demiştir. [170]
Yine Enes b. Malik'in bildirdiğine göre; Resûlullah Aleyhisselamın Adbâ diye anılan devesini yarış¬ta hiçbir deve geçemezdi.
Bir bedevî, iki yaşında bir erkek deve köşeği üzerinde gelip yarışa katıldı ve Adbâ'yı geçti.
Bu, Müslümanların çok gücüne ve ağırına gitti.
Resûlullah Aleyhisselam, onların yüzlerinde beliren hoşnutsuzluğu gördü.
"Yâ Rasûlalları! Adbâ geçildi?!" dediler.
Resûlullah Aleyhisselam:
"Allah'ın dünyaya ait şeylerden, yükselttiğini alçaltması, hakikîdir. [171]
Halk birşeyi yükselttikleri veya yükseltmek istedikleri zaman, Allah onu alçaltır!" buyurdu. [172]

Yarış Ödülü Hakkındaki İslâmî Hükümler

Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kim atını yarışta iki at arasına sokar ve yanşa soktuğu atın ötekileri geçip yarışı kazanacağından emin olmazsa, bu kumar değildir.
Kim de, geçeceğine emin olarak atını iki at arasına sokarsa, bu kumardır!" buyurmuştur. [173]
İki yarışçıdan biri, diğerine:
"Sen beni geçersen, ben sana şu kadar ödeyeceğim!
Ben seni geçersem, senden birşey istemem!" derse, caiz olur; bu yarışma kumar olmaz.
Fakat, iki kişi yarışa girecekleri sırada, biri diğerine:
"Sen beni geçersen, ben sana şu kadar vereceğim.
Ben seni geçersem, sen bana şu kadar vereceksin!" derse, bu, iki taraflı olduğu için, kumar olur. [174]
Ancak araya bir muhalin, yani yansı kazanacağından emin olmayan üçüncü bir atlı girer, kazanır¬sa, yanşmayı kumarlıktan kurtarmış, helâlleştimniş ve ödülü de helâl olarak o almış olur. [175]
Peygamberimiz Aleyhisselam, atlar arasında yaptırdığı yanşta, en önde gelene ödül vermiş [176] ve:
"Deve, at ve atış yansından başkasında ödül yoktur!" buyurmuştur. [177]

Dûmetü'l-Cendel Gazvesi

Gazvenin Adı, Mevkii, Sebebi, Tarihi

Duma, İsmail Aleyhisselamın oğlunun adıdır. [178]
Cendel; lugatta, taşlı yer ve değirmi taş anlamındadır. [179]
İsmail b. İbrahim Aleyhisselamın oğlu vaktiyle Dûmetü'l-Cendel'in bulunduğu yere gelip konduğu ve orada taştan bir kale yaptığı için, orası Dûmetü'l-Cendel diye anılmıştır.
Dûmetü'l-Cendel, akarsuyu, hurmalık ve ekinlikleri bulunan bir yerdir. [180]
Şam (Suriye) yollarının ağzında olup Dımaşk'a 5, Medine'ye 15 veya 16 gecelik uzaklıktadır. [181] Şam'ın (Suriye'nin) Medine'ye en yakın beldelerindendir. Tebük şehrinin yakınındadır. [182]
Dûmetü'l-Cendel büyük bir panayır ve tüccar merkezi olduğundan, birçok Arap kabilesi Medine'ye yaklaşmak için oraya yerleşmişti.
Mallarını satmaya gelenler, orada işkencelere uğrarlardı. [183]
Dûmetü'l-Cendel, Şam'a giden yol ağızlarındandı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Rum kayserini korkutmak için, Şam'a yaklaşmak istiyordu. [184]
Kudaa ve Gassan kabileleri, Hicaz'a saldırmak maksadıyla Dûmetü'l-Cendel'de toplanmışlardı. [185]
Peygamberimiz Aleyhisselam bunu haber alınca [186] ashabını topladı. Durumu onlarla konuştuktan sonra, Medine'de yerine Siba' b. Urfutatu'l-Gıfârî'yi vekil bıraktı. [187]
Hicretin 5. yılında, [188] Rebiülevvel ayında, [189] Rebiülevvel'in çıkmasına beş gece kala, [190] Uzre oğulları kabilesinden Mezkûr adındaki kişinin kılavuzluğuyla yola çıktı.
Geceleri yürüdüler, gündüzleri gizlendiler. Dûmetü'l-Cendel'e yaklaştılar. [191]
Kılavuz Mezkûr, Dûmetü'l-Cendel halkının deve, sığır ve davar izlerini buldu.
O sırada, Dûmetü'l-Cendel halkı uzakta bulunuyorlardı.
Mezkûr, izi sıra geri dönüp, gördüğünü Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.
Bunun üzerine, Müslümanlar, Dûmetü'l-Cendel halkının deve, sığır ve davar gibi yaylım hayvanları ve çobanlarına baskın yaptılar.
Her yanda, ölenler öldü, kaçanlar kaçtı, kurtuldu.
Baskın haberini alır almaz, Dûmetü'l-Cendel halkı dağıldılar. [192]
Dûmetü'l-Cendel kralı Ukeydir b. Abdulmelik, Kindelerdendi. Hıristiyandı. [193]
Peygamberimiz Aleyhisselam onu yakalamak istemişse de, [194] kendisi Peygamberimiz Aleyhisselamın geldiğini haber alınca, çarşıyı boşaltmış [195] ve kaçmıştı. [196]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Dûmetü'l-Cendel meydanında konakladı.
Birkaç gün orada oturdu. Etrafa askerî birlikler saldı.
Birlikler, Dûmetü'l-Cendel halkından, bir tek kişiden başka kimseyi yakalayamadılar. [197] Onu da, Muhammed b. Mesleme yakalamıştı. [198]
Peygamberimiz Aleyhisselam, yakalanan kişiye, Dûmetü'l-Cendel halkının nereye gittiklerini sordu.
Adam:
"Onlar kendilerine ait deve, sığır ve davarları senin iğtinam ettiği işitince, kaçtılar!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyet] anlatıp Müslüman olmasını teklif edince, adam Müslüman oldu.
Allah ondan razı olsun!
Dûmetü'l-Cendel'den, hiçbir zayiat verilmeden, Rebiülâhir ayından on gece kala, Medine'ye dönüldü. [199]

Sa'd b. Ubâde'nin Annesi Amre Hatunun Vefatı ve Onun Adına Hayırlar Vakfı Yaptırılışı

Ensar eşrafından Sa'd b. Ubâde'nin annesi Amre binti Mes'ud Hatun, Hicretin 5. yılında, Rebiülevvel ayında, Peygamberimiz Aleyhisselamın Dûmetü'l-Cendel'de bulunduğu sırada vefat etti.
Allah ondan razı olsun!
Amre Hatunun vefatı sırasında, oğlu Sa'd b. Ubâde Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, seferden dönünce, Amre Hatunun kabrine gidip cenaze namazını kıldı. [200]
Sa'd b. Ubâde:
"Yâ Rasûlallah! Annem vefat etmiş bulunuyor. Vefat etmeden benimle konuşma imkânını bula¬bilseydi, muhakkak, bir hayır, bir vakıf yapmayı vasiyet ederdi, sanırım. Şimdi, ben onun adına bir hayır, bir vakıf yapabilir miyim?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu. [201]
Sa'd b. Ubâde:
"Hayrın, vakfın efdal ve üstünü hangisidir?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bir kuyu kazdırıp su içirmektir!" buyurdu.
Bunun üzerine Sa'd b. Ubâde, bir kuyu kazdınp:
"Bu, Sa'd b. Ubâde'nin annesi tarafındandır!" dedi. [202]
İşte, Medine'deki Sa'd b. Ubâde hanedanının su vakfı böyle meydana gelmiştir. [203]
Sa'd b. Ubâde, annesi için ayrıca bir bostan da vakfetmek isteyerek:
"Yâ Rasûlallah! Ben yanında değilken annem vefat etmiş bulunuyor. Onun adına bir hayır, bir vakıf yapacak olursam, ona bir faydası dokunur mu?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet!" buyurdu.
Sa'd b. Ubâde:
"Şahit ol ki; bana ait bostan da onun hayn ve vakfıdır!" dedi. [204]
Yüce Allah ondan razı olsun! [205]

Benî Mustalık (Müreysi') Gazvesi

Gazvenin Ad fan, Mevkii, Sebebi ve Tanhi

Benî Mustalık gazvesine, Müreysi1 gazası da denir.
Benî M ustalıklar, Huzaalara bağlı küçük bir kabile, obadır.
Mustalık lakap olup, asıl adı Cüzeyme b. Sa'd b. Amr'dır. [206]
Benî M ustalı ki ar, Benî Müdliclerin de müttefiklerindendi. [207]
Müreysi1; sahile doğru uzanan Kudeyd nahiyesinde Huzaalara ait su kuyularından bir kuyunun adıdır. [208]
Benî M ustalıklar, Müreysi1 kuyusunun başına iner, konarlardı.
Müreysi1, Furu'a yaklaşık olarak bir günlük uzaklıktadır. Furu1 ile Medine arası ise sekiz beridliktir. [209]
Berid, 12 mildir. [210]
Benî Mustalıkların lideri Haris b. Ebi Dırar, kavmi arasında dolaşarak onları ve Araplardan söz geçirebildiklerini Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmaya davet etmiş; daveti kabulle karşılanınca, atlar ve silahlar satın alarak hep birlikte Peygamberimiz Aleyhisselamın üzerine yürümek için hazırlan¬mışlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bunu haber alınca, durumu incelemek ve öğrenmek üzere Büreyde b. Husayb el-Eslemî'yi Haris b. Ebi Dinar'ın yurduna gönderdi. [211]
Büreyde; Benî Mustalıkların şerlerinden korunabilmek için, gerektiğinde gerçeğe aykırı birşeyler söylemesine müsaade buyurmasını da Peygamberimiz Aleyhisselamdan istedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam müsaade edince, Büreyde Benî Mustalıkların yurduna gitti, yanlarına vardı, topluluklarını gördü.
Benî M ustalıklar, Büreydeyi görünce:
"Kimdir bu adam?" diye sordular.
Büreyde:
"Ben sizlerden bir adamım! Şu adam [Peygamberimiz Aleyhisselam] için derlenip toplandığınızı işit¬tim.
İstedim ki, ben de kavmim ve bana boyun eğenlerle birlikte gideyim. Onların [Müslümanların] kök¬lerini kazıyıncaya kadar sizinle el ve iş birliği yapalım!" dedi.
Haris b. Ebi Dırar:
"Biz de bu iş üzerindeyiz! Haydi, yanımıza gelmekte acele et!" dedi.
Büreyde:
"Şimdi hayvanıma atlar, kavmimden büyük bir cemaatle yanınıza gelirim!" diyerek oradan ayrıldı. [212] eygamberimiz Aleyhisselama haber verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, durumu ashabı ile konuştuktan sonra, yola çıkmak üzere acele askerî bir birlik hazırladı. [213] Hazırlanan birlik 700 kişilikti. [214]
Hazırlanan birliğin içinde 10'u Muhacirlere, 20'si Ensar'a ait olmak üzere 30 at da bulunuyordu. [215] Peygamberimizin Lizaz ve Zarib adlı atları da bunlar arasında idi.
Başka seferlere hiç katılmayan münafıklardan birçok kimseler de, cihad için değil, ancak dünya menfaati için, çokça katılmış bulunuyorlardı. [216]
Peygamberimizin Aleyhisselam Benî Mustalık gazvesine Hicretin 5. yılında, Şaban ayında, [217] Medine'de yerine Ebu Zerri'l-Gıfârî'yi veya Nümeyle b. Abdullah el-leysî'yi [218] ya da Zeyd b. Hârise'yi [219] vekil bırakarak yola çıktı. [220]
Peygamberimiz Aleyhisselam, gideceği yeri gizli tutmak maksadı ile:
"Tihame halkı, bu yılımızda kendimize geleceğimizi sanmazlar. Fakat, Şam'ın Tihame halkına casuslar, gözcüler saldığını işitiyorum!" buyurdu.
Müslümanlar, Benî Mustalıklar için gidilmediğini sandılar.
Zaten, Peygamberimiz Aleyhisselam da, savaş birliği ile Medine'den yola çıkarken, Ensardan Benî Selimelerin mahallelerine yönelip Şam'a doğru gidiyormuş gibi yapmış, o gün yoluna böylece devam etmişti.
Akşam olunca, olduğu yerde konaklamış, sonra kalkıp Tihame tarafına yönelerek sür'atle yol almaya başlamıştı. [221]
Peygamberimiz Aleyhisselamın konakladığı Halâık'ta* Abdulkays kabilesi halkından bir adam, gelip Peygamberimiz Aleyhisselama selam verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Senin ev halkın nerededir?" diye sordu.
Adam:
"Revhâ'dadır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim yanıma gelmekten maksadın nedir? Ne yapmak istiyorsun?" diye sordu.
Adam:
"Sana iman etmek için geldim. Ben şehadet ederim ki; senin getirdiğin din hak ve gerçektir. Senin yanında, düşmanınla çarpışacağım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Seni İslâmiyete hidayet ve irşad eden Allah'a hamd olsun!" buyurdu.
Adam:
"Yâ Rasûlallah! Amellerin, Allah'a en sevgili ve makbul olanı hangisidir?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İlk vaktinde kılınan namazdır!" buyurdu.
Bundan sonra, adam öğleyi, ikindiyi, akşam namazını ilk vaktinde kılmaktan geri durmadı [222]
Onu Müslüman olmaya Mes'ud b. Hüneyde teşvik etmişti. [223]
Allah ikisinden de razı olsun! [224]

Benî Mustalıkların Casusunun Yakalanıp Boynunun Vuruluşu

Haris b. Ebi Dırar'ın Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında kendisine bilgi getirsin diye salmış olduğu casusu, Bak'â'da yakalanarak "Geride ne haber var? Halk neredeler?" diyerek sorguya çekildi.
Fakat o:
"Benî Mustalıklar hakkında benim hiçbir bilgim yok!" dedi.
Hz. Ömer:
"Ya doğrusunu söylersin, yahut boynunu vururum!" dedi.
Casus:
"Ben Benî Mustalıklardan bir adamım.
Haris b. Ebi Dinar'ı, sizin için pek çok topluluklar meydana getirmiş ve birçok halkı kendisine çek¬mekte olduğu bir sırada gerimde bırakmıştım.
O, beni, sizin Medine'den hareket haberinizi kendisine getireyim diye size salmıştı" dedi.
Hz. Ömer onu Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına götürdü ve ondan aldığı bilgiyi kendisine arzetti.
Peygamberimiz Aleyhisselam adama İslâmiyeti anlattı ve Müslüman olmasını söyledi.
Adam Müslüman olmaktan kaçındı ve:
"Kavmimin ne yaptığını görmedikçe, sizin dininize tâbi olucu değilim.
Onlar dininize girerlerse, onlardan bir fert olarak, ben de dininize girerim.
Eğer onlar dinlerinde sebat ederlerse, ben de, onlardan birisi olarak dinimde dururum!" dedi.
Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah! Şunun boynunu vur gitsin!" dedi.
Adamın boynu vuruldu. [225]
Benî Mustalıkların başkanı Haris b. Ebi Dırar ile yanında bulunanlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın yurtlarına doğru gelmekte olduğunu ve casuslarının yakalanarak öldürüldüğünü haber alınca, son derece korktular.
Yardım için Benî Mustalıkların yanına gelmiş bulunan birçok Araplar da, Benî Mustalıkları bırakıp dağıldılar. [226]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Müreysi' Kuyusu Başına Karargâhını Kuruşu, Mücahidleri Savaş
Düzenine Koyuşu

Peygamberimiz Aleyhisselam, Müreysi’ kuyusuna gelip erişince, kuyunun başına kendisi için deriden bir çadır kuruldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Muhacirlerin sancağını Hz. Ebubekir’e, Ensarın sancağını da Sa’d b. Ubade’ye verdi. [227]
O gün, İslam mücahidlerinin parolaları “Ya Mansur! Emit! Emit!” idi. [228]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Beni Mustalıkları yurtlarında, geceleyin, kendilerinin gafil bulundukları ve yayılım hayvanlarının da su başında sulandıkları bir anda ansızın bastırmıştır. [229]

Benî Mustalıkların Müslümanlarla Çarpışmayı Tercih Etmeleri

Peygamberimiz Aleyhisselam, Benî Mustalıklara:
"'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur!1 deyiniz de, canlarınızı ve mallarınızı koruyunuz!" diyerek seslenmesini, Hz. Ömer'e emretti.
Fakat, onlar Hz. Ömer'in bu teklifini kabullenmekten kaçındılar ve ilk ok atan da onlardan birisi oldu. [230]
Bunun üzerine, Müslümanlar bir müddet onlarla ok savaşı yaptıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam onlara hep birden bir koldan hücum etmelerini emir buyurdu.
Benî M ustalıkların savaşa girişenlerinden hiç kimse kaçınlmadı; yalnız, on kişi öldürüldü. [231]
Hz. Ali onlardan Malik ile oğlunu, Abdurrahman b. Avf da Benî Mustalıkların süvarilerinden Ahmer'i (veya Uhaymer'i) öldürdü. [232]
Ebu Katâde da onların sancaktarı Salvan Zü'ş-şukr'u öl dürdü. [233]
Benî Mustalıkların bütün erkekleri, kadınları ve çocukları esir; deve, sığır ve davarları da iğtinam edildi. [234] Esir edilenlerin 200 ev halkı olduğu rivayet edilir.
Bu savaşta, Müslümanlardan, yanlışlıkla öldürülen bir kişiden başka öldürülen olmadı. [235]
O da Benî Kelb kabilesinden Hişam b. Subâbe olup, kendisini, Ensardan Abdullah b. Sâmit'in cemaatinden birisi, düşman sanarak öldürmüştür. [236]
Benî Mustalıklardan alınan esirlerin elleri boyunlarına bağlanıp, Büreyde b. Husayb onların üzer¬lerine memur edildi.
Ganimet malları, biraraya toplandı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlısı Şükran (Salih) onların üzerine dikildi.
Çocuklar da bir tarafta toplandı.
Ganimetlerden ayrılan beşte bir ile mücahidlerin hisseleri üzerine Mahmiyye b. Cez' memur edildi. [237]

Ganimetlerin Bölüştürülmesi

Esirler gazilere bölüştürüldü ve kendilerine teslim edildi.
Deve ve davarlar da bölüştürüldü.
Bir deve on davara eşit tutuldu.
Süvarilere biri at, biri de kendisi için olmak üzere iki hisse; piyadelere bir hisse verildi. [238]
İğtinam edilen develerin sayısı 2.000, davarların sayısı 5.000 idi. [239]
Geleneğe göre; ganimet bölüştürülmeden önce, başkumandan hakkı olmak üzere, ganimetlerin içinden bir köle veya bir cariye veya bir kılıç veya bir zırh veya bir at., seçilip alınırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam da böyle yaptı.
Sonra da, ganimet mallarını beş parçaya bölüp kur'a çekti.
Kur'ârvı Kerîm'e göre; gerekli yerlere harcamak üzere, beşte biri aldı. Geride kalan beşte dördün içinden mücahidlerle birlikte kendisine ve atlarına düşen hissesini de aldı. [240]
Harp ganimetinden hisse alanlara zekat ve sadaka verilmezdi.
Zekat ve sadakadan yetimler, miskinler ve zayıflar yararlanırlardı. Yetimler erginlik çağına erince, zekat ve sadakadan çıkarılıp ganimet hisseleri arasına katılır ve kendileri cihadla mükellef tutulurdu.
Eğer cihaddan hoşlanmaz ve kaçınırlarsa, kendilerine zekat ve sadakadan birşey verilmezdi.
Bununla beraber, Peygamberimizin Aleyhisselam hiçbir istekliyi boş çevirmezdi. [241]

Kölelikten Azadlanan Mes'ud b. Hüneyde'nin Sefere Katılıp Aldığı Ganimet Develerinin Hayatı
Boyunca Onun Maişetine Yetmesi

Mes'ud b. Hüneyde; Peygamberimiz Aleyhisselama Bak'â'cia rastlamıştı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Ey Mes'ud! Sen nereye gitmek istiyorsun?" diye sordu.
Mes'ud:
"Sana selam vereyim diye geldim. Ebu Temim beni azad etti, serbest bıraktı" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah, hakkında mübarek eylesin! Sen ev halkını nereye bıraktın?" buyurdu.
Mes'ud:
"Sana selam vereyim diye geldim. Ebu Temim beni azad etti, serbest bıraktı" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah, hakkında mübarek eylesin! Sen ev halkını nereye bıraktın?" buyurdu.
Mes'ud:
"Onları Cederat diye anılan yerde bıraktım. Ora halkı iyi insanlardır. Halkın İslâmiyete meyil ve rağ¬beti eri vardır; İslâmiyete isteklenenler, çevremizde çoğalmışlardır" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlara doğru yolu gösteren Allah'a hamd olsun!" buyurdu.
Mes'ud:
"Yâ Rasûlallah! Beni gördüğün akşam, Abdulkayslardan bir adama rastlamış, kendisini İslâmiyete davet ve teşvik etmiştim. O da Müslüman olmuştu" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onun senin önünde ve elinde Müslüman olması, senin için, güneşin üzerine doğup battığı herşey-den daha hayırlıdır!
Düşmanımıza kavuşuncaya kadar, bizimle birlikte sen de gel!
Düşmanın mallarını Allah'ın bize ganimet olarak ihsan edeceğini umuyorum" buyurdu.
Mes'ud, İslâm ordusu ile birlikte sefere katıldı. Kendisine:
"Ganimet mallarından kur'a çekimine mi katılırsın?
Yoksa, beşte bir Beytülmâl hakkından mı almak istersin?" diye soruldu.
Mes'ud:
"Vallahi, ne yapacağımı bilmiyorum!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona ganimetten bir miktar deve ile bir miktar davar verdi.
Mes'ud:
"Yâ Rasûlallah! Yanımda davarlar varken, develeri nasıl sürüp götürmeye kadir olabilirim? Ya hep¬sini davar yap veya hepsini deve yap!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam gülümsedi ve:
"Sence, bunların hangisi daha sevgili, daha makbuldür?" diye sordu.
"Hepsini deve yap!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"On deve ver ona!" diye, ganimet görevlisine emir buyurdu.
Kendisine on deve verildi.
Mes'ud b. Hüneyde derki:
"Vallahi, bu günümüze kadar, o ganimetin hayır ve bereketi bizden eksilmedi." [242]


________________________________________
MÜNAFIKLAR İŞ BAŞINDA

Muhacirlerle Ensar Arasında Çıkacak Kavganın Önlenişi

Peygamberimiz Aleyhisselamin Müneysi1 suyu başındaki ordugâhında bulunduğu sırada idi ki, Hz. Ömer'in Benî Gıfâr'dan ücretle tutmuş olduğu seyisi Cahcah b. Mes'ud'la Benî Avf b. Hazrec'in müttefi¬ki olan Sinan b. Veber el-Cühenî su üzerine niza ederek vuruştular. [1] Sinan; Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün müttefiki idi. [2]
Müreysi1 kuyusunda az su vardı.
Salınan kovanın ancak yarısı dolabiliyordu.
Benî Salimlerin müttefiki olan Sinan b. Veber el-Cühenî Salim oğulları gençlerinden bazıları ile bir¬likte su içmek için geldikleri zaman, orada Muhacirlerle Ensardan bir topluluk buldu.
Hz. Ömer'in ücretlisi Cahcah, Sinan'ın yakınında kova ile su çekiyordu.
Bir ara, Sinan'ın kovası ile Cahcah'ın kovası birbirine karıştı, iki kovadan birisi yukarı çıkmıştı.
Çıkan kova Sinan'a aitti.
Sinan:
"Çıkan, benim kovam!" dedi.
Cahcah:
"Vallahi, o ancak benim kovamdır!" dedi.
Bunun üzerine, niza ve münakaşaya başladılar.
En sonunda, Cahcah elini kaldırıp Sinan'a vurunca, [3] Sinan:
"Yetişin ey Muhacir cemaatı!" diyerek bağırdı. [4]
Muhacirler, acele koşup geldiler. Evsve Hazrec kabilelerinden olanlarda geldiler. İki taraf kılıçlarını sıyırdılar. [5]
Az kalsın, büyük bir fitne kopacak, Müslümanlar birbirlerine gireceklerdi. [6]
Muhacirlerle Ensarın ileri gelenlerinden bazıları uyarıcı ve yatıştırıcı konuşmalar yaptılar. [7]
Muhacirlerden bazıları, Sinan'a:
"Gel, sen hakkından, davandan vazgeç!" dediler.
Sinan'ın kavim ve kabilesi ise, bunun ancak Peygamberimiz Aleyhisselamın emriyle olabileceğini, aksi takdirde Cahcahtan kısas suretiyle ödeşilmesi gerektiğini ileri sürmekte idiler.
Bundan sonra, Muhacirler, Sinan'ın müttefiklerinden Ubâde b. Sâmit'le ve daha başkaları ile konuş¬tular.
Onlar da Sinan'la konuştular.
En sonunda, Sinan, davasını Peygamberimiz Aleyhisselama götürmekten vazgeçti. [8]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
Bu Cahiliye davası da ne oluyor?!" buyurduktan sonra:
"Nedir bunların dertleri?" diye sordu.
Muhacirin Ensârîye vurduğunu söylediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bırakınız şu Cahiliye davasını! Çünkü o, bir murdarlıktır, kokmuş birşeydir!" buyurdu. [9]
Bunun üzerine, Sinan, Cahcah hakkındaki davasından vazgeçti, banştılar. [10]

Baş Münafıkın Nifak Ateşinin Alevlenişi

Baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl, Sinan ile Cahcah arasındaki hadise cereyan ettiği sırada, münafıklardan:
Malik, Dâis, Süveyd, Evs b. Kayzî, Muattib b. Kuşeyr (veya Kays), Zeyd b. Lusayt (veya Salt), Abdullah b. Nebtel ve daha başkaları ile birlikte oturuyordu. Cahcah'ın "Ey Kureyş hanedanı! Yetişin!" diyerek haykırdığını işitince: [11]
"Ey Evs oğulları! Ey Hazrec oğulları! Dostunuz ve müttefikiniz olan Sinan b. Veber el-Cühenî'ye yardımcı olunuz!" dedi. [12]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl, bu kadarla da kalmadı; yanında kendi kavminden, kabilesinden bazı kimseler ve o sırada pek genç olan Zeyd b. Erkam da bulunduğu halde: [13]
"Demek onlar böyle yaptılar ha?! [14] Kendi yurdumuzda bize hakim oldular, çoğaldılar, bize karşı soy sopları ile, çokluklarıyla iftihar ettiler!*
Vallahi, Kureyşlilerin kalın izariı Müslümanları ile misalimiz, ancak, evvelkilerin şu mesellerinde dedikleri gibidir: 'Besle köpeğini, yesin seni!1 [Besle kargayı, oysun gözünü!] [15]
Amma vallahi, Medine'ye dönersek, muhakkak, en şerefli ve güçlü olan şerefsiz ve güçsüz olanı oradan sürüp çıkaracaktır!" dedikten sonra, [16] kavminden, yanında bulunanlara yöneldi ve:
"Bu, sizin kendi kendinize yaptığınız birşeydir: Beldelerinizi onlara helâl ettiniz, peşkeş çektiniz! Mallarınızı onlarla bölüştünüz!
Vallahi, eğer siz ellerinizdekini tutar, onlardan esirgerseniz, muhakkak, sizin yurdunuzdan başka bir diyara yönelir, giderier! [17]
Sizler onların uğrunda ölüp evlatlarınızı yetim ettiniz ve azaldınız, onlar ise çoğaldılar. [18]
Onun [Resûlullahın] yanındakilere nafaka [zekat ve sadaka] vermeyin ki, onlar onun etrafından dağılıp gitsinler!" dedi. [19]

Zeyd b. Erkam'ın Baş Münafık Abdullah b. Übeyy'den İşittiği Sözleri Gelip Peygamberimiz
Aleyhisselama Haber Verişi

Zeyd b. Erkam; Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün meclisinden kalkıp Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına geldi. Abdullah b. Übeyy'den işittiklerini haber verince, Peygamberimiz Aleyhisselam renkten renge girdi!
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Sa'd b. Ebi Vakkas, Muhammed b. Mesleme, Evs b. Havlî, Abbâd b. Bişr gibi, Muhacir ve Ensar ashabından bazıları bulunuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Zeyd b. Erkam'a:
"Ey çocuk! Ona (karşı herhangi birşeyden dolayı) kızmış olmayasın?" diye sordu.
Zeyd b. Erkam:
"Hayır! Vallahi, ben bunları ondan işittim!" dedi.
Peygamberimiz Al eyhisselam:
"İşittiklerinden, yanılmış olmayasın?" diye sordu.
Zeyd b. Erkam:
"Hayır yâ Rasûlallah! Yanlışım yok!" dedi.
Peygamberimiz Al eyhisselam:
"Onun hakkında sen bir benzetme, bir yakıştırma yapmış olmayasın?" diye sordu.
Zeyd b. Erkam:
"Hayır, vallahi yâ Rasûlallah! Ben bunları ondan işittim!" dedi.
Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün söyledikleri, ordugâha yayıldı.
Halk arasında, onun sözünden başka, konuşulan söz yoktu.
Ensardan bir topluluk, Zeyd b. Erkam'ı tevbeye davet ettiler ve:
"Sen, kavminin büyüğüne söylemediği şeyi söyledi demekle büyük zulüm ve haksızlık ettin! Akrabalık haklarını kopardın!" diyerek kınadılar.
Zeyd ise:
"Vallahi, H azrec kavmi arasında, bana Abdullah b. Übeyy'den daha sevgili bir adam yoktu.
Vallahi, bu sözleri babamdan da işitmiş olsaydım, ben onu Resûlullah Aleyhisselama eriştirirdim!
Yüce Allah'ın peygamberine bu hususta vahiy indirip, benim mi yoksa başkasının mı yalancı olduğunu bildireceğini ve Resûlullah Aleyhisselamın benim sözlerimi doğrulayacağını umuyorum" dedi ve:
"Allah'ım! Peygamberine, benim sözlerimi doğrulayacak vahyini indir!" diyerek yalvardı. [20]

Hz. Ömer'in Peygamberimiz Aleyhisselema Bir Teklifi

Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah! Bırak beni de, İbn Ü beyy'in boynunu vurayım.
Yâ Rasûlallah! Eğer onu Muhacirlerden birisinin öldürmesini uygun görmezsen, Sa'd b. Muaz'a veya Muhammed b. Mesleme'ye emret! Onu onlar öldürsünler! [21] Yahut, emret; Abbâd b. Bişr gidip öldürsün onu!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nasıl olur yâ Ömer! Bu kim?! Halk, aralarında, 'Muhammed ashabını öldürüyor!?1 demezler mi?
Hayır! Ben böyle birşey yapmayacağım!
Sen hemen yolculuğa hazırlanmaları için Müslümanlara seslen!" buyurdu.
Bunun üzerine, Müslümanlar, yerlerini bırakarak yola çıktılar. [22]

Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün Söylediklerini İnkâr Edişi

Abdullah b. Übeyy b. Selûl; Zeyd b. Erkam'ın işittiği şeyi Peygamberimiz Aleyhisselama bildirmiş olduğunu haber alınca, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
"Allah'a yemin ederim ki; Zeyd'in sana söylemiş olduğu sözleri ben söylemedim ve konuşmadım!" dedi.
O sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunan Ensardan bazı sahabiler de, Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün kavmi içinde şerefli ve itibarlı bir kişi oluşundan dolayı kendisini savunmakve kayır¬mak için:
"Yâ Rasûlallah! Çocuk, vermiş olduğu haberinde, belki de İbn Übeyy'in öyle söylediğini sanmış, işit¬tiği sözü aklında iyi tutamamış olabilir" dediler. [23]

Useyd b. Hudayr'ın Abdullah b. Übeyy İçin Özür ve Af Dileyişi

Medine'ye doğru hareket edildiği sırada, Useyd b. Hudayr, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına vanp kendisine peygamberlik selamıyla selam verdikten sonra:
"Ey Allah'ın Peygamberi! Vallahi, bilinmeyen bir saatte hareket ettin. Sen böyle bir saatte yola çık¬mazdın!?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Adamınızın söylediği şey sana haber verilmedi mi?" diye sordu.
Useyd b. Hudayr
"Hangi adam yâ Rasûlallah?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Abdullah b. Übeyy!" diye buyurdu.
Useyd b. Hudayr
"Ne söylemiş o?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O, 'Medine'ye dönersek, muhakkak, aziz olan zelil ve hakir olanı oradan çıkaracaktır1 demiş!" buyurdu.
Useyd b. Hudayr
"Vallahi yâ Rasûlallah! İstersen, sen onu Medine'den sürer çıkarırsın!
Vallahi, zelil olan odur! Aziz olan ise sensin!
Yâ Rasûlallah! Ona sen yine de şefkatle muamele buyur!
Vallahi, Allah seni bize getirdiği sırada, kavmi olan Hazreciler onun başına giydirecekleri krallık tacı için cevherler diziyorlardı! O, elinden saltanatı senin çekip aldığını sanıyor!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, o gün, Müslümanlarla birlikte akşama kadar ve bütün gece yola devam etti. Sabah olup güneşin harareti bunaltmaya başlayınca, orada konakladılar.
Müslümanlar, yorgunluk ve uykusuzluktan, kendilerini yere atıp hemen uykuya daldılar. Peygamberimiz Aleyhisselamın böyle yapması, Müslümanları Abdullah b. Übeyy tarafından söylenmiş olan sözlerle uğraşmaktan alıkoymak içindi.
Peygamberimiz Aleyhisselam oradan kalkarak Müslümanlara Hicaz yolunu tutturdu. Bak'â diye anılan su başına indi. [24]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Rifaa b. Zeyd b. Tâbût'un Öldüğünü Haber Verişi

Peygamberimiz Aleyhisselam, kendisinin ve İslâmiyetin azılı düşmanlarından olup. [25] münafıkların da sığınağı ve dayanağı bulunan Kaynuka oğulları Yahudilerinin büyüklerinden Rifaa b. Zeyd b. Tâbût'un öldüğünü haber verdi. [26]
Ubâde b. Sâmit, Abdullah b. Übeyy'e:
"Yâ Ebâ Hubab! Dostun öldü!" dedi.
Abdullah b. Übeyy:
"Hangi dostum?" diye sordu.
"Ölümü İslâmiyet ve Müslümanlar için bir fetih ve inkişaf olan kimse!" dedi.
Abdullah b. Übeyy:
"Kimdir bu?" diye sordu.
"Rifaa b.Zeyd b. Tâbut!" dedi.
"Eyvah! Vallahi olan oldu! Yâ Ebe'l-Velid! Onun öldüğünü sana kim haber verdi?" diye sordu.
Ubâde b. Sâmit:
"Resûlullah Aleyhisselam şu saatte onun öldüğünü haber verdi?" dedi.
Abdullah b. Übeyy son derece üzüldü. Kendisinin elleri yanlarına düştü! [27]

Abdullah b. Übeyy'in Oğlu Abdullah'ın Babasını Kendisinin Öldürmesini Peygamberimiz
Aleyhisselamdan Dilemesi

Baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün oğlu Abdullah, babasının söylediklerinden haberdar olduğu zaman, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
"Yâ Rasûlallah! Bana haber verildi ki; sen, babam Abdullah b. Übeyy'i, ondan sana gelen birşey hakkına öldürmek istiyormuşsun.
Eğer bunu muhakkak yapmak gerekiyorsa, bana emret! Ben onun başını kesip sana getireyim?
Vallahi, Hazrec oğulları, babasına karşı, benden daha hayırlı ve saygılı bir kimse bulunmadığını bilirler.
Korkarım ki; onu öldürmeyi benden başka birisine emredersin de, o da onu öldürür; ben de Abdullah b. Übeyy'in katilinin halk arasında gezmesine tahammül edemeyip, fırsat vermeyip onu öldürür; bir kafire karşı birmü'mini öldürmüş olurum ve Cehenneme girerim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Bilakis, ona yumuşak davranınız. Aramızda kaldığı müddetçe, kendisiyle iyi arkadaşlık yaparız!" buyurdu. [28]

Abdullah'ın Babası Abdullah b. Übeyy'e Allah ve Resûlünün Aziz ve Kendisinin Zelil Olduğunu
İkrar ve İtiraf Ettirişi

Peygamberimizin Aleyhisselam Akik vadisine geldiği zaman, baş münafık Abdullah b. Übeyy'in Abdullah ilerleyip babasının önünü kesti. [29] Ona:
"İzzet ve kuvvetin Allah ve Resûlüne ait olduğunu ikrar ve itiraf edinceye kadar, senden ayrılmaya¬cağım!" dedi. [30]
Abdullah b. Übeyy:
"Demek, sen beni bu kadar insanın arasında Medine'ye bırakmayacaksın ha!" dedi.
Abdullah:
"Evet! Ben, bugün, insanlar arasında en aziz kimdir, en zelil kimdir; bunu sana öğretinceye kadar seni bırakmayacağım! [31] İzzet ve kuvvetin Allah ve Resûlüne ait olduğunu ikrar ve itiraf etmeyecek olur¬san, senin boynunu vuracağım!" dedi.
İbn Übeyy:
"Yazıklar olsun sana! Sen gerçekten bu işi işleyecek misin?" dedi.
Abdullah:
"Evet!" dedi.
İbn Übeyy, oğlunun kararlı olduğunu anlayınca:
"Ben şehadet ederim ki; izzet ve kuvvet Allah'a ve Resûlüne ve mü'minlere aittir!" demek zorunda kaldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Abdullah'a:
"Allah seni Resûlünden ve mü'm ini erden dolayı hayırla mükâfatlandırsın" diyerek dua etti ve babasının yolunu açmasını da emir buyurdu. [32]

Hz. Âişe'nin Yiten Gerdanlığını Ararken Orduyu Kaçırıp Tek Başına Geride Kalışı

Hz. Aişe der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, bir sefere çıkmak istediği zaman, zevceleri arasında kur'a çekerdi.
Onlardan hangisinin kur'ası çıkarsa, Resûlullah Aleyhisselam la yola o çıkardı.
Benî Mustalık gazasına çıkmak istenildiğinde de, öteden beri olduğu gibi, Resûlullah Aleyhisselam zevceleri arasında kur'a çekti de, benim ismim çıkınca, sefere Resûlullah Aleyhisselam ile ben çıktım.
Bu sefier, hicab âyeti inzal buyurulduktan sonra idi.
Bunun için, ben hevdeç içinde taşınıyor, konak yerinde hevdeç içinde indiriliyordum.
Bu suretle gittik. Nihayet, Resûlullah Aleyhisselam gazasını bitirip geri döndüğü ve Medine'ye yak¬laştığımız bir sırada (bir konak yerine inip gecenin bir kısmını orada geçirdikten sonra) göç edilmesini bildirdi.
Hareket emri verildiği zaman, ben hemen kalktım, yürüdüm. Kazâ-yı hacet için, ordugâhtan aynldım.
Kazâ-yı hacetten sonra, hevdecimin yanına gelip de göğsümü yoklayınca, gördüm ki, Yemen bon¬cuğundan dizilmiş gerdanlığım kopmuş! Hemen geri dönüp gerdanlığımı aramaya başladım.
Onu aramak beni alıkoydu.
Benim bindiğim deveye, beni hevdecin içinde sanarak, boş hevdeci yüklemişler, devenin başını çekip gitmişler!
Hevdecin içinde kimse bulunmadığının, boş olduğunun farkına varmamışlar.
O zaman, kadınlar az yemek yerlerdi. H afif etli idiler. Şişman değillerdi.
Ben ise zaten çok genç bir kadındım.
Gerdanlığımı bulup bulunduğum yere döndüğüm zaman, orada ne bir çağıran var, ne de cevap veren var!
Herkes çekilmiş, gitmişti!
Benim hevdeçte bulunmadığımı anlayınca, döner, beni aramaya gelirler, sanıyordum. [33] Elbiseme burundum. [34] Otururken, gözlerimi uyku bürüdü. Olduğum yerde uyuyakalmışım.
Safvan b. Muattal* ordunun arkasında kalıp, gecenin sonunda benim bulunduğum yerde uyuyan birinsan karaltısı görerek yanıma gelmiş ve beni görünce tanımış. Çünkü, o, hicab âyeti inmeden önce, beni görürdü.
'İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Biz Allah'ınız (Allah'ın yaratıklarıyız) ve muhakkak dönüp O'na varıcılarız!1 dediği zaman, onun sesine uyandım, hemen yüzümü elbisemle örttüm. [35]
Vallahi, o ne benimle bir tek kelime konuştu, ne de ben ondan istircadan başka bir kelime işittim. [36]
Safvan, binmem için, devesini bana yaklaştırdı. [37] Ön ayağına basıp, deveyi çöktürdü. [38] Kendisi benden geriye çekildi [39] ve:
'Bin!1 dedi. [40]
Ben de, deveye bindim. [41]
Safvan, bindiğim devenin başını (yularını) yederekyola koyuldu.
Nihayet, orduya, öğle sıcağı basıp konakladıklar sırada yetişebildik." [42]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI   İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 6:00 pm

Medine'ye Geliş

Peygamberimiz Aleyhisselam; 28 gün sonra, Ramazan hilali doğduğu zaman Medine'ye geldi. [43]

Hz. Âişe Aleyhinde İftira Yaygarası Koparılışı

Ordu ardcısı Şalvarı b. Muattal; Hz. Âişeyi deve üzerinde getirirken, kabilesinden birtopluluk içinde bulunduğu sırada, baş münafık Abdullah b. Übeyy'e rastlamışlardı.
Abdullah b. Übeyy:
"Kimdir bu?" diye sordu.
"Âişe'dir!" dediler.
Abdullah b. Übeyy:
"Ne Âişe o adamdan dolayı kurtulur, ne de o adam Âişe'den dolayı kurtulur. [44]
Demek peygamberinizin ailesi bir adamla gecelemiş, sabaha kadar kalmış!
Sonra da, adam devesinin yularından tutup onunla yanınıza gelmiş hâ?l" diyerek ilk yaygarayı koparmıştı . [45]
Hz. Âişe der ki:
"İşte, iftiracılar, aleyhimde söyleyeceklerini söylemişler, ordugâh çalkalanmış. Vallahi, benim bun¬ların hiçbirinden haberim yoktu. [46]
Aleyhimde iftira ederek helak olanlar helak olmuş! İftiranın en büyüğüne ve en çoğuna girişen de, Abdullah b. Übeyy imiş!
Medine'ye gelince, hastalandım*
Meğer, bu sırada, iftiracıların uydurdukları iftiralar halkın dillerinde dolaşır olmuş. [47]
Bu hususta bana hiçbir haber erişmemişti. Halbuki, annem ve babam bundan haberdar olmuşlardı. Fakat, onlar bana bundan ne az, ne de çok, hiçbir söz etmiyorlardı. [48]
Hastalığıma annem gelip bakıyordu. [49]
Resûlullah Aleyhisselam yanıma gelir, selam verir, 'Nasılsın?' derdi. [50]
Aradan yirmi şu kadar gece geçtikten sonra idi ki, hastalığımı atlatmış, nekahet devresine girmiş¬tim.
Biz Arap kavmi, o zaman, Arap olmayanların evleri yanında edindikleri şu helaları, kokusundan iğrendiğimiz için, evlerimizin yanında bulundurmaz, Medine'nin kırlarına çıkardık.
Kadınlar oraya, her gece, ihtiyaçlarını gidermek için çıkarlardı . [51]
O zaman, bizim halimiz, çöl Araplarının kırda hacetlerini gidermelerine benzemekte idi.
Ben, yine, bir gece, Mıstah'ın annesi ile, hacet giderme yerimiz olan Menâsı' tarafına çıkmıştım.
Buraya, ancak geceden geceye çıkardık. Bu da, evlerimizin yanında helalar edinmemizden önce idi.
Mıstah'ın annesi Ebu Rühm b. Abdulmuttalib'in kızı Selma'dır.
Onun annesi Reyta da, Sahr b. Âmir'in kızı olup, Ebu Bekir'in halasıdır.
Selma Hatunun oğlu Mıstah, (Avf) b. Üsâse, b. Abbâd, b. Muttalib, b. Abdi Menafin oğludur.
İşte, ben ve Mıstah'ın annesi hacetimizi gidermek üzere Menâsı'a çıktığımız sırada, Mıstah'ın annesi çarşafına takılarak düşünce:
'Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!' diyerek oğluna beddua etti, ilendi. [52]
Ben:
'Ey anacığım! Sen ne diye oğluna sebbediyor, kötü söylüyorsun?!' dedim.
Sustu, cevap vermedi.
İkinci kez ayağı çarşafına dolaşıp düştü. Yine:
'Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!' dedi.
Ben, yine:
'Ey anacığım! Sen oğluna ne diye beddua ediyor, kötü söylüyorsun?! [53]
Sen ne kötü söylüyorsun! Bedir savaşında bulunmuş olan bir zâta mı sebbediyorsun?!' dedim. [54]
'Vallahi, ben ona ancak seninle ilgili şeyden dolayı beddua ediyor, kötü söylüyorum! [55] Bak hele şu tâzeye! [56] Sen onun söylediklerini işitmedin mi?!' dedi.
'O neler söylemiş?1 dedim.
Bunun üzerine Mıstah'ın annesi iftiracıların söylediklerini bana birer birer haber verince, hastalığımın üzerine bir hastalık daha katlandı!" [57]

Hz. Âişe'nin Aleyhindeki İftiraları İşitince Hastalığının Ağırlaşması

"Evime döndüğüm zaman, Resûlullah Aleyhisselam yanıma gindi. Selam verdikten sonra:
'Hastalığın nasıldır?1 diye sordu.
'Yâ Rasûlallah! Benim anne ve babamın evine gitmeme izin verir misin?' dedim.
Gidip onlardan, hakkımdaki haberin içyüzünü öğrenmek, anlamak istiyordum.
Resûlullah Aleyhisselam bana izin verdi. [58]
Yanıma bir uşak katıp, beni babamın evine gönderdi.
Eve geldiğimde, annem Ümmü Rûman'ı aşağıda, babamı da evin damında Kur'ârvı Kerîm okur bir hale buldum.
Annem:
Kızcağızım! Sen, ne için geldin?1 diye sordu. [59]
Anneme:
'Allah seni yarlıgasın! Halk benim aleyhimde neler söyleyip duruyormuş da, siz bana onlardan hiçbir şey sızdımnadınız?! [60] Anneciğim! Halkın benim aleyhimdeki söylentileri nelemniş?' dedim.
Annem:
'Ey kızcağızım! Rahat ol! Üzülme! Vallahi, bir kadın senin gibi güzel ve zevcinin yanında sevgili olsun ve birçok ortaklan bulunsun da, onu kıskanmasınlar, onun aleyhinde birtakım laflar etmesinler, pek azdır1 dedi.
'Sübhânallah! Demek, halk benim aleyhimde böyle birtakım kötü şeyler söylüyorlar, konuşuyorlar¬mış ha?!' dedim.
Anneme:
'Babamın bundan haberi var mı?' diye sordum.
Annem:
'Evet! Var!'dedi.
'Resûlullah Aleyhisselamın da haberi var mı?' diye sordum.
Annem:
'Evet! Var!'dedi.
Gözlerim yaşla doldu, ağladım.
Babam Ebu Bekir damda Kur"ân okuyordu. Sesimi işitince, anneme:
'Nedir bunun hali?' diye sordu.
Annem:
'Kendisi hakkındaki söylentilerden haberi olmuş!' dedi.
Evime döndüm. [61]
O gece, sabaha kadar hep ağladım durdum.
Ne gözümün yaşı diniyordu, ne de gözüme uyku girdirebiliyordum. Ağlaya ağlaya sabaha çıktım. [62]
Babamla annem yanımdan aynlmadılar." [63]

Hz. Âişe'nin Bayılışı

Hz. Âişe'nin annesi Ümmü Rûman Hatunun bildirdiğine göre; kendisi Hz. Âişe ile otururlarken, Ensar kadınlarından birisi içeri girdi ve:
"Allah filana yapacağını yapsın! Filana da yapacağını yapsın!" diyerek beddua etti, ilendi.
Kendisine:
"Sen ne için böyle söylüyorsun?" diye sorulunca, kadın:
"Oğlum, ortada dolaşan söylentileri çıkaran ve yayanların içinde idi!" dedi.
Kendisine:
"Ne imiş o söylentiler?" diye soruldu.
Kadın:
"Şöyle şöyle söylentiler!" diyerek onları anlatınca, Hz. Âişe:
"Bunu Resûlullah Aleyhisselam işitti imi?" diye sordu.
"Evet! İşitti!" denildi.
Hz. Âişe:
"Bunu Ebu Bekir de işitti mi?" diye sordu.
"Evet! İşitti!" denilince, Hz. Âişe titreyerek arkasının üzerine düşüp bayıldı! Elbisesini üzerine ört-tüler. [64]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Durum Hakkında Erkek, Kadın Bazı Kişilerle Konuşması

Hz. Aişe der ki:
"İşim hakkında vahyin gelmesi gecikince, Resûlullah Aleyhisselam, durumu ashabına danıştı.
Ali b. Ebu Talib:
'Yâ Rasûlallah! Allah sana dünyayı daraltmamıştır. Ondan başka kadın çoktur [65]
Bununla beraber, sen, bir de onun hizmetçisi olan kadına sor! O sana doğrusunu söyler!" dedi.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam Berire'yi çağırttı, ona:
'Ey Beri re! Âişe'de seni şüphelendirecek birşey gördün mü?' diye sordu.
Behre:
'Hayır! Seni hak ve gerçek (din ve Kitabla) peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki; benim onda kusur olarak görebileceğim şey ancak şudur:
Kendisi çok genç yaşta bir kadın olduğu için, ev halkının hamurunu yoğururken uyuyakalırdı da, evde beslenilen koyun gelir, hamuru yerdi!' dedi. [66]
Resûlullahın ashabından birisi de, Berire'yi azarladı da:
'Resûlullah Aleyhisselama doğruyu söyle!' dedi.
Behre:
'Sübhânallah! Vallahi, onun hakkında, kuyumcu san altın külçesi hakında neyi biliyorsa, ben de onu biliyorum!' dedi.
Bu mesele, hakkında dedikodu edilen zâtın (Safvan b. Muattarın) kulağına varınca:
'Sübhânallah! Vallahi, ben hiçbir zaman hiçbir dişinin eteğini açmamışımdır1* dedi. [67]
Resûlullah Aleyhisselam Üsâme b. Zeyd'i de yanına çağırdı ve ondan bu husustaki görüşünü sordu.
Üsâme b. Zeyd:
'Yâ Rasûlallah! Onlar, senin ailelerindir. Biz onlar hakkında hayırdan başka birşey bilmiyoruz! [68] Onun aleyhinde söylenenler, ancak, yalan ve boş laflardan ibarettir!1 dedi. [69]
Resûlullah Aleyhisselam, Zeyneb binti Cahş'a da:
'Ey Zeyneb! Âişe hakkında bildiğini, gördüğünü, duyduğunu bana söyle!' diyerek işimi sormuştu.
Zeyneb:
'Yâ Rasûlallah! Ben işitmediğimi işittim demekten kulağımı; görmediğimi gördüm demekten gözümü korurum!
Ben, vallahi, onun hakkında hayırdan başka birşey bilmiyorum' dedi.
Zeyneb, Peygamber Aleyhisselamın zevceleri arasında güzelliği ve Peygamber yanındaki mevkii ile kendisini bana eşit görür ve rekabet ederdi. [70] Ben onun benim hakkımdaki kıskançlığından hep korkar dururdum. [71]
Yüce Allah, onu dinindeki verâ ve takvası sebebiyle korudu.
İftiracıların söylediklerini benimseyip körükörüne anlatmaya ve yaymaya koyulan kızkardeşi Hamme binti Cahş ise, iftiralar ile helak olan kimseler arasında helak olup gitti. [72]
Bundan sonra, Resûlullah Aleyhisselam, beni (kendisinin dadısı) Ümmü Eymen'e sordu.
O da:
'Ben işitmediğim birşeyi işittim demekten kulağımı; görmediğim şeyi gördüm demekten gözümü sakınırım!
Ben, onun hakkında hayırdan başka birşey olabileceğini bilmiyor ve sanmıyorum!' dedi. [73]
Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensârî'nin zevcesi Ümmü Eyyub, kocasına:
'Ey Ebu Eyyub! Halkın Âişe aleyhinde söyledikleri şeyleri işittin mi?' diye sorunca, Ebu Eyyub:
'Evet! İşittim. Onların hepsi yalan ve uydurmadır!
Ey Ümmü Eyyub! Sen böyle bir kötülük işledin mi?' diye sordu.
Ümmü Eyyub:
'Hayır! Vallahi, ben kat'iyyen öyle bir kötülük işlememişimdir!' dedi.
Ebu Eyyub:
'Sen böyle olunca, vallahi, Âişe senden daha hayırlıdır!1 dedi." [74]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mesciddeki Hitabesi

Yine Hz. Aişe der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, Mescidde minberde ayakta dikilerek halka bir hutbe irad edip, hutbesinde şehadet getirdikten ve Allah'a layık olduğu şekilde hamd ve senada bulunduktan sonra:
'Aileme töhmet isnad eden birtakım kimseler hakkında yapılması gereken iş hususundaki görüş¬lerinizi bana açıklayınız!
Allah'a yemin ederim ki; ben ailem hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum! Onların zevcemi itham ettik¬leri kişi hakkında da, vallahi, hiçbir kötülük bilmiyorum.
O, benim evime, ben yanında olmaksızın hiç girmemiştir. Ne zaman bir sefere çıktımsa, o da ben¬imle birlikte çıkmıştr' [75] buyurduktan ve iftiracı Abdullah b. Übeyy hakkında konuşacağı için mazur görülmesini istedikten sonra:
'Ey Müslümanlar cemaatı! Ailem hakkındaki iftirasıyla beni üzüntüye düşüren bir adama karşı bana kim yardım eder?
Halbuki, vallahi, ben ailem hakkında hayırdan başka birşey biliyor değilim.
Onlar öyle bir adamın da adını ortaya attılar ki, ben onun hakkında da hayırdan başka birşey bilmiy¬orum.
O, ailemin yanına, [76] evlerimden bir eve de hiçbir zaman yalnız girmezdi; [77] ancak benimle birlikte girerdi' [78] buyurdu.
Bunun üzerine, Abduleşhel oğullarının kardeşi Sa'd b. Muaz, ayağa kalkıp:
'Yâ Rasûlallah! Bana izin ver! Onun boynunu vuralım! [79]
Eğer o Evsten ise, onun hemen boynunu vururuz!
Eğer Hazrec kardeşimizden ise, bize emredersen, onun hakkındaki emrini de yerine getiririz!' dedi. [80]
Bunun üzerine, Sa'd b. Ubâde ayağa kalktı-ki, kendisi Hazrec kabilesinin seyyidi, ulu kişisi idi; bun¬dan önce, iyi halli idi. Fakat, kabile taassup ve gayretine kapılarak:
'Allah'ın beka ve ebediyetine yemin ederim ki; sen yanılıyorsun! Sen onu öldüremezsin, öldürmeye güç yetiremezsin! [81]
Eğer iftiracılar Evs kabilesinden olmuş olsalardı, onların boyunlarını vurmak istemezdin [82] ve böyle konuş mazdın! [83]
Sen bize Cahiliye devrindeki davayı tutturmak, güttürmek, onu aramıza yeniden sokmak mı istiyor¬sun?! Halbuki Allah onu yok etmiştir!1 dedi. [84]
Bunun üzerine, Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa'd b. Ubâde'ye:
'Allah'ın beka ve ebediyetine yemin ederim ki; sen yanılıyorsun!
Vallahi, biz muhakkak onu öldürürüz!
Sen muhakkak münafıksın ki, münafıklar hesabına bizimle mücadele ediyorsun!1 dedi. [85]
Nihayet, iki kabile ayaklandılar, hatta birbirleriyle çarpışmaya niyetlendiler!
Resûlullah Aleyhisselam, minberde ayakta durarak, onları yatıştırmaya çalıştı.
Nihayet, onlar sustular. Resûlullah Aleyhisselam da sustu." [86]

Sa'd b. Muaz'la Sa'd b. Ubâde Arasındaki Gerginliğin Giderilişi

Peygamberimiz Aleyhisselam, Sa'd b. Muaz ile Sa'd b. Ubâde arasındaki kırgınlığı gidermek için Sa'd b. Muaz'ın elini tutarak bazı Evsîlerie birlikte Sa'd b. Ubâde'nin evine gitti. Orada, görüşüp konuş¬tular.
Sa'd b. Ubâde yemek çıkardı, hep birlikte yediler ve dağıldılar.
Aradan bir müddet geçtikten sonra, Sa'd b. Ubâde'nin elini tutarak bazı Hazrecîlerle birlikte Sa'd b. Muaz'ın evine gitti. Oturup konuştular.
Sa'd b. Muaz yemek çıkardı, hep birlikte yediler ve dağıldılar. [87]

İftiracılar

"İftiracılar, başta Abdullah b. Übeyy b. Selûl ve Haz recilerden yanında bulunanlar olmak üzere, Hassan b. Sabit, Mıstah b. Üsâse ve Hamne binti Cahş ile halktan birtakım kimselerdi.
Mıstarı, Hamne ve Hassan, bu iftirayı dillerinden düşürmeyenlerdendi. [88]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl'e gelince, o, bu iftirayı kurcalayan, ortaya çıkaran, açıklayan, yayan ve derleyip toparlayan kimse idi.
Günahın en büyüğünü yüklenen de, onunla Hamne idi. [89]
Hamne binti Cahş, aklınca, kızkardeşi Zeyneb binti Cahş'a rekabetimi kırmak için, bu yolda yayıl¬mayacak şeyler yayıyordu. [90]
Resûlullah Aleyhisselamın Mescidde halka hitapta bulunduğu o günümü bütün ağlamakla geçirdim.
Ne gözümün yaşı diniyordu, ne de gözüme uyku giriyordu.
Ben böylece iki gece, bir gündüz ağladım.
O kadar gözyaşı döktüm ki, annemle babam, ağlamaktan ciğerlerim parçalanacak sandılar.
Annem ve babam yanımda oturdukları ve ben de ağlayıp durduğum sırada, Ensardan bir kadın benimle birlikte ağlamak için benden izin istemiş, ben de kendisine izin vermiştim. O da, oturup benim¬le birlikte ağlıyordu.
Biz bu durumda iken, Resûlullah Aleyhisselam, ansızın içeri girdi. Selam verdikten sonra, oturdu.
Halbuki, Resûlullah Aleyhisselam, bundan önce, aleyhimde dedikodular başladığı günden beri, yanımda hiç oturmamıştı.
Bir ay beklediği halde, benim hakkımda kendisine birşey de vahyolunmamıştı.
Resûlullah Aleyhisselam, oturunca, şehadet getirdikten sonra:
'Ey Âişe!1 diyerek söze başladı ve:
'Senin aleyhinde bana şöyle şöyle sözler erişti!
Eğer sen bu isnadlardan berî, uzak isen, yakında Allah senin onlardan benliğini, uzaklığını açık¬layacaktır. Şayet böyle bir günaha yaklaştınsa, Allah'tan yarlıganmak dile ve ona tevbe et!
Çünkü, kul günahını itiraf ve arkasından da tevbe ettiği zaman, Allah onun tevbesini kabul buyurur' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam sözlerini bitirince, gözümün yaşı kesiliverdi. Öyle kesiliverdi ki, ağlamak için ondan bir damla bile bulamıyordum.
Hemen, babama dönüp:
'Resûlullah Aleyhisselama benim tarafımdan cevap ver!' dedim.
Babam:
'Vallahi, Resûlullah Aleyhisselama ne diyeceğimi bilmiyorum!' dedi.
Anneme:
'Resûlullah Aleyhisselama bu hususta benim tarafımdan cevap ver!' dedim.
Annem de:
'Vallahi, Resûlullah Aleyhisselama ne diyeceğimi bilmiyorum!' dedi. [91]
Vallahi, o günlerde Ebu Bekir ailesinin başına gelen şeyin hiçbir ailenin başına geldiğini bilmiyorum.
Babam ve annem hakkımda konuşamadıkları zaman, ağladım.
'Vallahi,' dedim, 'ben senin andığın, olmayan birşeyden dolayı hiçbir zaman Allah'a tevbe etmeye-ceğim!' [92]
Ben yaşı küçük bir kadın olduğum için, Kur'ân'dan kendimi savunacak kadar âyet okuyamazdım.
'Vallahi,' dedim, 'anladım ki; siz bu lafları işitmişsiniz ve hatta onlar gönüllerinizde yer etmiş, onları doğrulamışsınız! [93]
Şimdi, ben size 'O kötülükten berîyim, uzağım!' desem-ki Allah biliyor, ben ondan berîyim-beni doğrulam azsınız.
Faraza 'Ben kötü bir iş yaptım!' desem-ki Yüce Allah biliyor, ben böyle birşeyden berîyim, uzağım-siz beni hemen doğrularsınız.
Vallahi, ben kendimle size verecek misal bulamıyorum.
Ancak, Yûsuf'un babasının dediği gibi ki, o, 'Bana düşen artık güzelce sabredip katlanmaktır. Sizin anlatmakta olduğunuz şeye karşı yardımına sığınılacak, ancak Allahtır' [Yûsuf: 18] demişti,' dedim.
Dönüp döşeğime yattım." [94]

Hz. Âişe'nin Yapılan İftiralardan Vahyolunan Âyetlerle Tebrie ve Tenzih Edilişi

"Vallahi, o zaman, ben yapılan iftiradan berî olduğumu, Allah'ın muhakkak beni ondan beraat ettire¬ceğini biliyordum.
Fakat, vallahi, Yüce Allah'ın hakkımda Kur'ân'da tilavet edilir bir vahiy indireceğini sanmıyor, ummuyor; şahsımı ilgilendiren bir iş için Kur'ân'da Allah tarafından dile getirilmekten kendimi uzak ve aşağı görüyordum.
Ancak, Resûlullah Aleyhisselamın uykuda göreceği bir rüya ile Allah'ın beni iftiralardan beraat ettireceğini, aklayacağını umuyordum.
Vallahi, daha Resûlullah Aleyhisselam yerinden kalkmamış ve ev halkından hiçbiri de dışarı çık¬mamış idi ki, vahiy geldi, kendisini vahyin ağırlık ve şiddetinden terlemek gibi vahiy alâmetleri bürüdü.
Nitekim, vahiy sırasında, kış gününde bile kendisinden inci taneleri gibi ter dökülürdü. [95]
Resûlullah Aleyhisselam, Allahtan gelen emirle, kendisinden geçti. Elbisesiyle örtüldü. Başının altı¬na da, yüzü deriden bir yastık konuldu.
Vallahi, ben, bunlan gördüğüm zaman, [96] hiç korkmuyor, telaşlanmıyor, aldırış etmiyordum. [97] Bilakis, seviniyordum. [98]
Çünkü, atılan iftiralardan berî, uzak olduğumu biliyordum. Ben böyle olduğum halde, elbette, Yüce Allah bana zulmedecek değildi.
Fakat, anne ve babama gelince, Âişe'nin varlığı Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; Resûlullah Aleyhisselam o vahiy halinden çıkmadan Allah olayı doğrulayacaktır diye korkularından, neredeyse öleceklerdi!
Kendisini bürüyen o uyku hali geçince, Resûlullah Aleyhisselam oturdu.
Alnından inci taneleri gibi dökülen ter damlalarını eliyle silerken [99] gülüyordu ve kendisinin bana ilk söylediği söz:
'Müjde yâ Âişe! Allah seni beraat ettirdi!' sözü oldu. [100]
O sırada, çok öfkeli idim.
Annem ve babam, bana:
'Kalk, yanına varda, Resûlullah Aleyhisselama teşekkür et!' dediler.
'Vallahi, ben ne kalkıp onun yanına varırım, ne ona, ne de sizlere teşekkür ederim.
Fakat, ben ancak sizlerin işitip inkâr etmediğiniz ve gayrete gelemediğiniz o kötü şeylerden beni berî ve uzak tutan âyetler indirmiş bulunan Allah'a hamd ve şükür ederim!' dedim ." [101]
Yüce Allah Hz. Âişe hakkında indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu:
"O uydurma haberi getirenler, içinizden bir zümredir. Onu siz kendiniz için bir şer sanmayınız! Bilakis, o sizin için bir hayırdır.
Onlardan, herkesin, kazandığı günah vardır. Onlardan, günahın büyüğünü üzerine alan, yüklenen kimseye de* büyük bir azab vardır.
Ne olurdu, onu işittiğiniz zaman, erkekve kadın mü'minler, kendi nefislerine kıyas ederek hüsnüzan etselerdi de, 'Bu açık bir iftiradır!' deselerdi ya!
O iftiracılar buna dört şahit getirselerdi ya!
Şahitleri getiremeyince, onlar, Allah katında, muhakkak yalancıdırlar.
Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın fazi ve rahmeti üzerinizde bulunmasaydı, içine daldığınız o ifti¬radan dolayı, sizi muhakkak büyük bir azab çarpardı.
Ortaya atıldığı zaman, siz o iftirayı dillerinizle birbirinize yetiştiriyordunuz.
Hiç bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylüyorve bunu kolay sanıyordunuz.
H albuki, bu, Ali ah katı nda büyük bir vebaldir.
Ne olurdu, onu işittiğiniz zaman, 'Bunu söylemek bize yakışmaz! Hâşâ! Bu, büyük bir bühtandır!' deseydiniz ya!
Eğer siz gerçekten iman eden kimseler iseniz, hiçbir zaman, bir daha bunun gibi birşeye dön-meyesiniz diye, Allah size öğüt veriyor ve sizin için Allah âyetlerini açıkça bildiriyor.
Allah herşeyi hakkıyla Bilendir. Tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.
Mü'minler içinde fena sözlerin yayılıp duyulmasını arzu edenler yok mu? Onlar için, dünyada ve ahirette çok elem verici bir azab vardır.
Onların kimler olduğunu Allah biliyor, sizler bilmiyorsunuz.
Ya üzerinizde Allah'ın fazi ve rahmeti olmasaydı; haliniz nice olurdu?
Gerçekten, Allah, sizin için çok re'fetli ve merhametli bulunuyor!" [102]

Hz. Âişe'nin Tebriesindeki Üstünlük

İbn Abbas'a göre; Yüce Allah, dört insanı dört şeyde beraat ettirmiş,yapılan isnadlardan onları berî ve uzak kılmıştır:
1. Yûsuf Aleyhisselamı, ehlinden getirilen şahidin dili ile,
2. Musa Aleyhisselamı, Yahudilerin dedikodularından, elbisesini alıp götüren taşla,
3. Hz. Meryem'i, kucağındaki yeni doğmuş oğlunu konuşturmak suretiyle,
4. Hz. Âişe'yi ise, zaman boyunca tilavet edilecek olan Kur'ân-ı Kerîm'deki o azametli âyetlerle
beraat ettirmiştir ki, beraatin bu derece belagatlısı görülmemiş olup, Yüce Allah bunu Resûlünün mer¬
tebesinin yüceliğini açıklamak için yapmıştır. [103]
Hz. Âişe der ki:
"Yüce Allah beraatim hakkındaki bu âyetleri indirince, babam Ebu Bekir, akrabalığından ve fakir¬liğinden dolayı nafaka (geçimlik) vermekte bulunduğu Mıstah b. Üsâse için:
'Âişe'ye bu iftirayı söyledikten sonra, vallahi, ben de Mıstah'a hiçbir zaman birşey vermem1 diye yemin etmişti.
Bunun üzerine, Yüce Allah:
'Sizden, fazilet ve servet sahibi olanlar, akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere ver¬melerinde kusur etmesin, onları affetsin! Onların yaptıklarına bakmasın! Siz, Allah'ın sizi yarlıgamasını istemez misiniz? Allah, çok yarlıgayıcı ve çok merhamet edicidir1 [Nûr: 22] âyetini indirdi.
Bunun üzerine, Ebu Bekir
'Vallahi, ben, Allah'ın beni yariıgamasını elbette arzu ederim' dedi, Mıstah'a veregeldiği nafakayı, geçimliği vermeye başladı ve:
'Vallahi, ben artık bunu ondan hiçbir zaman kesmem!' dedi." [104]

İftiracıların Cezalandırılışı

"Resûlullah Aleyhisselam, beraatım hakkında Allah'tan telakki eylediği âyetleri halka okuduktan sonra, iftirayı dilleriyle yaymakta en ileri gidenlerden iki erkekle bir kadına hadd vurulmasını emir buyur¬du. [105]
Mıstah b. Üsâse ile Hassan b. Sabite ve Hamne binti Cahş'a hadleri vuruldu. [106]
Hadd vurulanlar arasında Abdullah b. Übeyy b. Selûl de vardı." [107]

Münafıklar Hakkında Sûre İnişi

Baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl ve onunla birlikte olan münafıklar hakkında Münâfikûn sûresi indi. [108] İnen sûrede onların tutum ve davranışları şöyle açıklandı:
"Münafıklar, sana geldikleri zaman: 'Şehadet ederiz ki; sen muhakkak Allah'ın peygamberisin!1 dediler.
Allah da bilir ki; sen elbette O'nun peygamberisin.
Fakat, Allah, o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduğunu da bilir.
Onlar, yeminlerini bir kalkan edindiler de, Allah'ın yolundan saptılar.
Hakikaten, onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür!
Bu da, onların zahiren mü'min, kalben kâfir olmaları yüzündendir.
Onların kalblerinin üstüne küfür mührü basıldığından, imanın hakikatini anlayamazlar.
Onları gördüğün zaman, belki gösterişleri, kalıp ve kılıkları hoşuna gider. Söz söylemeye başlar¬larsa, sözlerini dinlersin.
Halbuki, onlar giydirilmiş kocaman kütükler gibidirler.
Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar.
Asıl düşman onlardır.
O halde, sen onlardan sakın.
Allah gebertsin onları! Onlar nasıl da haktan döndürülüyorlar?!
Onlara: 'Geliniz! Allah'ın Peygamberi sizin için istiğfar ediversin (affedilmenizi Allah'tan dilesin)!' denildiği zaman, başlarını çevirdiler. Gördün ki, onlar, özür dilemeyi bile kibirlerine ye diremeyerek hâlâ yüz döndürüyorlar!
Sen onlar için ha istiğfar etmişsin, ha etmemişsin, birdir!
Allah onları kat'iyyen yarlıgamaz!
Şüphe yok ki, Allah kâfirler güruhunu doğru yola iletmez!
Onlar öyle kimselerdir ki, Allah'ın Peygamberinin yanında bulunan kimseleri beslemeyiniz de, dağılıp gitsinler!' diyorlardı.
Halbuki, göklerin ve yerin bütün hazineleri Allah'ındır! Fakat, o münafıklar anlamazlar!
Onlar:
'Eğer Medine'ye dönersek, andolsun ki, en şerefli ve güçlü olan, en hakîr ve zayıf olanı oradan muhakkak çıkaracaktır!1 diyorlardı.
Halbuki, şeref ve güç Allah'ındır, Allah'ın Peygamberinin ve mü'minlerindir.
Fakat, münafıklar bunu bilmezler." [109]
Bu âyetler nazil olduğu zaman, baş münafık Abdullah b. Übeyy'e:
"Ebu Hubab! Senin hakkında pek şiddetli âyetler nazil oldu!
Resûlullah Aleyhisselama git de, senin için Allah'tan mağfiret dilesin!" denilmişti.
Fakat, o, başını çevirip:
"Benim ona iman etmemi emrettiniz, iman ettim!
Malımın zekatını vermemi emrettiniz, verdim!
Muhammed'e secde etmemden başka birşey kalmadı!" dedi. [110]
Abdullah b. Übeyy bir hadise çıkardıkça, herkesten önce, onu kendi kavmi ayıplamakta, kınamak¬ta idiler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ömer'e:
"Ey Ömer! İş nasıl oldu, nereye vardı, gördün ya?
Vallahi, sen bana 'Onu öldür!' dediğin zaman eğer onu öldürseydim, onun için yer yerinden oynardı!
Fakat, bugün öldürülmesini emretsem, o muhakkak öldürülür!" buyurdu.
Hz. Ömer, kendi kendine:
"Vallahi, şimdi bildim, anladım ki; Resûlullah Aleyhisselamın işinde, benim işimden daha büyük bereket ve hayır vardır!" demiştir. [111]

Allah Yolunda Görevini Kulağı ile Yerine Getiren Genç

Münâfıkûn sûresi nazil olunca, Peygamberimiz Aleyhisselam Zeyd b. Erkam'ın kulağını tuttu.
Sonra da:
"İşte bu, Allah yolunda kulağı ile vazifesini yerine getirmiş olan gençtir. [112]
Ey Zeyd! Yüce Allah seni doğruladı!" buyurdu. [113]

Hz. Cüveyriye'nin Müslüman Oluşu ve Peygamberimiz Aleyhisselamla Evlenişi

Hz. Cüveyriye'nin Kimliği ve Esir Olarak Medine'ye Getirilişi

Hz. Cüveyriye, Benî Mustalıkların başkanı Haris b. Ebi Dırar'ın kızı olup, amcasının oğlu Müsafi' b. Salvan'la evli idi. [114]
Kendisinin kocası savaşta öldürülünce, dul kalmıştı. [115]
Peygamberimiz Aleyhisselam, esirleri mücahidler arasında bölüştürdüğü zaman, esir kadınlar arasında bulunan Hz. Cüveyriye de, Sabit b. Kays b. Şemmas ile amcasının oğlunun hissesine düşmüştü. [116]
Hz. Cüveyriye, onlarla, dokuz ukiyye altın karşılığında serbest bırakılmak üzere, kesişme yapmışü. [117]
Hz. Cüveyriye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:
"Yâ Rasûlallah! Ben, Benî Mustalıkların başkanı Haris b. Ebi Dinar'ın kızıyım.
Bildiğin gibi, esirlik belasına uğramış, Sabitb. Kays ile amcasının oğlunun hissesine düşmüş, kendi¬mi dokuz ukiyye altın karşılığında serbest bıraktırmak üzere kesişme yapmış bulunuyorum.
Ödemek zorunda kaldığım kurtulmalık akçesine senden yardım dilemeye geldim" dedi. [118]

Peygamberimiz Ateyhissefamm Hz. Cüveyriyeye Hayırlı Bir Teklifi

Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Senin için bundan daha hayırlı olanı yok mudur?" diye sordu.
Hz. Cüveyriye:
"Nedir o hayırlı olan?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Senin tarafından kurtulmalık akçesini benim ödemem ve seni zevceliğe kabul etmemdir!" buyurdu.
Hz. Cüveyriye:
"Olur yâ Rasûlallah!" dedi. [119]
Hz. Cüveyriye der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam bizim taraflara doğru geldiği sırada, biz Müreysi1 suyu üzerinde bulunuy¬orduk.
Çok geçmeden, gözüme tasvir ve tarif edemeyeceğim kadar çok sayıda insanlar, atlar ve silahlar görünmüştü!
Müslüman olduğum ve Resûlullah Aleyhisselam tarafından zevceliğe kabul buyurulduğum zaman Müslümanlara baktım, onlar hiç de evvelce gözüme görünmüş oldukları kadar çok sayıda değildiler.
Anladım ki; Allah tarafından, müşriklerin kalblerine korku düşürülmek için böyle çok gösterilmişler¬di. [120]

Hâris b. Ebi Dırar ile Oğullarının Medine'ye Gelişleri ve Müslüman Oluşları

O sırada, Haris b. Ebi Dırar da, kızının kurtulmalığı olmak üzere yanına develer alarak Medine'ye doğru gelmekte idi.
Akik vadisinde iken, develere baktı, ikisine tamah ederek kıyamadı. Onları Akik'te iki dağ arasında bir kuytuya sakladıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldi ve:
"Yâ Muhammedi Siz benim kızımı esir etmiştiniz! [121]
Benim kızım gibi bir kadın esir olarak tutulamaz! Bu, benim mevkiim ve şerefimle bağdaşmaz!
Sen onu serbest bırak!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onu, dilediğini seçmekte serbest bırakmamızı uygun ve güzel bulur musun?" diye sordu.
Haris b. Ebi Dırar:
"Evet! Sen, bunu yaparsan, üzerine düşeni yerine getirmiş olursun" dedi ve kızının yanına vanp:
"Şu zât, seni dilediğin yolu seçmekte serbest bıraktı. Sen sakın bizi rezil ve rüsvay etme!" dedi.
Hz. Cüveyriye:
"Ben Resûlullah Aleyhisselamı tercih ediyorum!" deyince, Haris:
"Vallahi, sen bizi rezil ve rüsvay ettin" dedi. [122]
Haris b. Ebi Dırar, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Şu develer, kızımın kurtulmalığıdır!" dediği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Akikte, filan dağ arasında, filan kuytuya saklamış olduğun iki deve nerede kaldı? Onları ne diye getirmedin?" buyurunca, Haris b. Ebi Dırar
"Ben şehadet ederim ki; Allah'tan başka ilah yoktur! Sen Muhammed de, Allah'ın resûlüsün! Vallahi, bunu Allah'tan başka bilen yoktu!" diyerek; hem kendisi, hem de kendisiyle birlikte iki oğlu ve kavmin¬den yanında bulunan kişiler Müslüman oldular. [123]
Yüce Allah hepsinden razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sabit b. Kays'a haber gönderip, Hz. Cüveyriye'yi istedi.
Sabit b. Kays:
"Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Onu sana bağışladım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, kurtulmalık akçesini ödeyip Hz. Cüveyriyeyi serbest bıraktıktan [124] ve babasına teslim ettikten sonra, onu, zevceliğe kabul etmek üzere babasından istedi. Haris b. Ebi Dırar da, buna muvafakat etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Cüveyriye'ye 400 dirhem mehirverdi. [125]
Hz. Cüveyriye'nin asıl adı Berre iken, Peygamberimiz Aleyhisselam onu Cüveyriye adına çevir¬di. [126]
Hz. Âişe derki:
"Resûlullah Aleyhisselamın Cüveyriye ile evlendiğini haber alınca, Müslümanlar, ellerindeki Benî Mustalık esirlerini, 'Resûlullah Aleyhisselamın hısımlarıdır!' diyerek serbest bıraktılar.
Böylece, Benî Mustalık kadınlarından 100 kadın serbest bırakılmış oldu.
Ben, kavmi için, Cüveyriye'den daha hayırlı bir kadın bilmiyorum !" [127]
Hz. Cüveyriye çok oruç tutar, çok namaz kılar. [128] günlerinin yarısını Allah'ı zikirle geçirirdi. [129]
Yüce Allah ondan razı olsun! [130]

Müzeynelerin Müslüman Olmaları

Müzeynelerin İlk Kafilesi

Hicretin 5. yılında Müzeynelerden 10 kişilik bir heyet gelip Müslüman oldular. Heyete katılanların isimleri:
1. Huzâî b. Abdi Nühm,
2. Bilal b. Haris,
3. Numan b. Mukarrin,
4. Ebu Esma,
5. Üsâme,
6. Ubeydullah b. Dürre,
7. Bişrb. Muhtefir,
8. Dümeyn b. Saîd,
10. Amr b. Avf idi. [131]
Huzâî b. Abdi Nühm, Müzeynelerin Nühm adındaki putunun bakıcısı idi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'de İslâm dinini yaymakta olduğunu işitince, putun yanına vanp onu kırmış, söylediği bir şiirde bunu şöyle anlatmıştır
"Her zaman yaptığım gibi, yine, Recep ayında kurban kesme merasimini yanında yapayım, kurban keseyim diye Nühm'ün yanına varmıştım.
Orada aklım başıma gelince, kendi kendime:
'Hiç böyle dilsiz, akılsız ilah mı olur?' dedim ve hemen Nühm'den ve onun için kurban kesmekten vazgeçtim.
Artık, benim bugün dinim Muhammed'in dinidir.
İlah da, ancak, göklerin yüce şanlı ilahıdır!"
Bundan sonra, Huzâî, Medine'ye gelip Peygamberimiz Aleyhisselamla görüşerek Müslüman oldu ve kavmi olan Müzeynelerin de Müslüman olacakları hakkında Peygamberimiz Aleyhisselama söz verdi. [132]
Kendisi, Peygamberimiz Aleyhisselama şahsen bey'at ettiği gibi, [133] Müzeyneler adına da bey'atta bulunmuştu.
Müzeynelerin yanına döndüğü zaman onları umduğu ve sandığı gibi bulamayınca, utancından Medine'ye dönemedi, yurdunda oturdu, kaldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hassan b. Sabit'i çağırdı ve:
"Huzâî'ye, kabilesi adına yapmış olduğu bey1 atı, kendisini zemmetmeden, yermeden hatırlat!" buyurdu.
Hassan b. Sabit de, söylediği dört beyitlik şiirde:
Verilen sözü yerine getirmenin kabahatleri yıkayıp gidereceğini,
Kendisinin Osman b. Amrların en ulusu ve şereflisi bulunduğunu,
Resûlullaha yaptığı bey'at'ın hayra hayır eklemiş olduğunu,
Kendisini birşeyler yapmaktan âciz görmemesini,
Mensubu bulunduğu Addâların hiç de âciz olmadıklarını... açıklayarak Huzâî'yi harekete getirdi.
Bunun üzerine, Huzâî, kalkıp kavminin yanına vardı ve:
"Ey kavmim! Şu şair adam Allah için size hitab ediyor, sizin Müslüman olmanızı istiyor!" dedi.
"Bizim sana karşı bir diyeceğimiz yok!" diyerek ona boyun eğdiler, Müslüman oldular ve Peygamberimiz Aleyhisselama bir heyet gönderdiler.
Hicretin 5. yılında Recep ayında, Müzeynelerin Mudar kolundan Müslüman olmak üzere Medine'ye gelen heyet400 kişilikti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları, yurtlarında durmalarına rağmen Muhacir saydı ve:
"Siz nerede olursanız olun Muhacirsiniz!
Muhacirlik şerefini kazandınız! Mallarınızın başına dönünüz!" buyurdu.
Bunun üzerine, Müzeyneler, yurtlarına döndüler. [134]

Müzeynelere İkram Edilen Yol Azığında Müşahade Edilen Mucize:

Müzeynelerden Numan b. Mukarrin der ki:
Dörtyüz Müzeyneli, Resulullah Aleyhisselamın yanına geldik. Resulullah Aleyhisselamın bize buyuracağını buyurdu.
Bazıları:
‘Ya Rasulallah! Bizim yolda yiyeceğimiz, azığımız yok!’ dedi.
Peygamber Aleyhisselam, Ömer’e:
‘Onlara azık hazırla!’ buyurdu.
Ömer:
‘Benim yanımda, fazla olarak bir yığın hurmadan başka bir şey yok!
O kadarcık hurmanın da, bunların ihtiyaçlarını karşılayabileceğini sanmıyorum” dedi.
Peygamber Aleyhisselam:
‘Git de, onlara azık hazırla!’ buyurdu.
Ömer bizi kendisine ait çardağa götürdü. Orada, boz deve gibi bir hurma yığını vardı.
Ömer:
‘Alınız!’ dedi.
Müzeyne cemaatı, ondan, ihtiyaçları kadar hurma aldılar.
Ben, onların en sonra alanlarının içinde idim.
Dönüp hurma öbeğinde baktım, onu hiç eksilmiş bulmadım!
Halbuki ondan dörtyüz kişi hurma yüklemişlerdi!” [135]

Kurban Etlerini Üç Günden Sonrası İçin Biriktirmenin Yasaklanışı:

Hicretin 5. yılında, [136] Kurban bayramında, kesilecek kurbanların etlerinden yararlanmak için pek çok sayıda fakir çöl Arabı Medine’ye akın edip gelmişlerdi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, kurban kesen müslümanlara:
“Kendinize üç günlük et alıkoyunuz, geride kalanını dağıtınız! [137]
Sizden her kim kurban keserse, bayramın üçüncü gecesinden sonra evinde kurban etinden bir şey bulunduğu halde sabahlamasın!” buyurdu. [138]
Bundan sonrakiKurban Bayramı gelince, Peygamberimiz Aleyhisselama:
“Ya Rasulallah! Evvelki seneki bayramda, halk kurbanlarından yararlanıyor, onların yağını eritiyor, derilerinden de su tulumları yapıyorlardı. Bunlar hakkında ne buyurursun?” diye soruldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Bunda ne sakınca var?” buyurdu veya buna benzer bir söz söyledi.
Bunun üzerine müslümanlar:
“Ya Rasulallah! Geçen yıl sen bize üç günlük nafakadan fazlası için et biriktirmeyi, alıkoymayı yasaklamıştın?” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Ben bunu geçen yıl yardım istemek için gelen fakir çöl Araplarının çokluğundan dolayı size yasaklamıştım” buyurdu. [139]
Ashab:
“Ya Rasulallah! Kurban etini geçen yıl yaptığımız gibi mi dağıtacağız?” diye sordular. [140]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Artık bu yıl hem kendiniz yiyiniz, hem başkalarına yediriniz, hem biriktiriniz, hem de fakirlere tasadduk ediniz, dağıtınız!” buyurdu. [141]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Rahatsızlanışı ve Namazı Oturarak Kılışı, Kıldırışı

Peygamberimiz Aleyhisselam, Hicretin 5. yılında, Zilhicce ayında, [142] attan hurma kütüğünün üzer¬ine düşüp, bacağının sağ yanının derisi sıyrıldı. Namazlarını oturarak kılmak zorunda kaldı. Kendilerini ziyarete gelen sahabilerine de, oturdukları halde namaz kıldırdı.
Namaz bitince:
"İmam, kendisine uyulması için imam olmuştur.
Böyle olunca, imam tekbir aldı mı, siz de tekbir alınız!
İmam rükua vardı mı, siz de rükua varınız!
İmam 'Semiallahü limen hamiden1 diyerek rükudan doğrulunca, siz de 'Rabbena ve lekelhamd!1 diy¬erek doğrulunuz!
İmam secde edince, siz de secde ediniz!
İmam secdeden başını kaldırınca, siz de secdeden başınızı kaldırınız!
İmam namazı oturarak kılarsa, siz de toptan oturarak kılınız!" buyurdu. [143]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İSLAM TARİHİ 8-HENDEK (AHZAB) SAVAŞI
» İSLAM TARİHİ 12-MUTE DESTANI (SAVAŞI)
» İSLAM TARİHİ 19-PEYGAMBERİMİZİN AHLAKI
» İSLAM TARİHİ 6-BEDİR GAZÂSI
» İSLAM TARİHİ 9-HUDEYBİYE SEFERİ

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( SAV) Hakkında Herşey

 :: Peygamber Efendimizin Soy Agacı Ve Hayatı Ve Mucizeleri
-
Buraya geçin: