iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET Empty
MesajKonu: İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET   İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:14 pm

HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET

Hicretin Sebebi

Peygamberimiz Aleyhiselam; Kureyş müşriklerinin, kendi kabilelerinden iman edenleri dinlerinden döndürmek için [1] hapsettiklerini, [2] işkencelere uğrattıklarını, [3] işkencelerini şiddetlendirdiklerini [4] görünce [5], Müslümanlara:
"Siz şimdi yeryüzüne dağılın [6]
Yüce Allah sizi yine biraraya toplar!" buyurdu.
Müslümanlar
"Yâ Rasûlallan! Nereye gidelim?" diye sordular.
Peygamberimiz (a.s.), Habeş ülkesinin bulunduğu yana eliyle işaret ederek:
"İşte, oraya! [7] Habeş toprağına giderseniz iyi olur! [8]
Çünkü orada yanındakilerin hiçbirine zulmetmeyen bir kral vardır. [9] Hem, orası bir doğruluk ülkesidir. [10]
Yüce Allah içinde bulunduğunuz sıkıntılardan bir çıkış ve kurtuluş yolu açıncaya kadar, siz orada bulunun!" buyurdu. [11]
Habeş ülkesi, hicret için, Peygamberimiz (a.s.)ın en hoşuna giden yerdi. [12]
Zaten, Kureyşlilerin Habeşlilerle ticaret anlaşmaları vardı. [13]
Habeş ülkesi, öteden beri, Kureyşlilerin ticaret için [14] kışın gidip geldikleri, [15] geçimlerini bol bol sağladıkları emniyetli bir yerdi. [16]
Bunun için, Peygamberimiz (a.s.), Habeş ülkesine gitmelerini Müslümanlara emretti. [17]

Habeş Ülkesine İlk Hicretin Tarihi ve İlk Hicrete Katılanlar

Habeş ülkesine ilk hicret, nübüvvetin beşinci yılında ve Recep ayında idi. [18]
Dinlerinden döndürülmekten korkup, dinî bir vazife olarak [19] Allah'a doğru kaçmak üzere; [20] kimi
yalnız başına, kimi zevcesiyle birlikte, [21] kimi binitli, kimisi de yaya olarak [22] Habeş ülkesine hicret etmek
için Mekke'den gizlice yola çıkanlar:
1- Hz. Osman b. Affan,
2- Hz. Osman'ın zevcesi Hz. Rukayye,
3- Ebu Huzeyfe b. Utbe,
4- Ebu Huzeyfe'nin zevcesi Sehle Hatun,
5- Zübeyr b. Avvam,
6- Mus'ab b. Umeyr,
7- Abdurrahman b. Avf,
8- Ebu Seleme b. Abdulesed,
9- Ebu Seleme'nin zevcesi Hz. Ümmü Seleme,
10- Osman b. Maz'un,
11- Âmir b. Rebia,
12- Âmir b. Rebia'nın zevcesi Leyla Hatun,
13- Ebu Sebre b. Ebi Rühm, [23]
14- Ebu Sebre'nin zevcesi Ümmü Külsûm Hatun, [24]
15- Hâtıb b. Amr,
16- Süheyl b. Beyzâ, [25]
17- Abdullah b. Mes'ud [26] olup, oniki erkek ile beş kadından oluşan onyedi kişilik bu hicret, İslâm'¬ da Habeş ülkesine yapılan ilk hicret idi. [27]
Hz. Osman'la Hz. Rukayye'nin yolculukları hakkındaki haberleri, Peygamberimiz (a.s.)a ulaşmakta biraz gecikmişti.
O sırada, Kureyşîlerden bir kadın, Habeş ülkesinden gelmişti.
Ona sorulunca:
"Yâ Muhammedi Damadını, yanında zevcesi olduğu halde gördüm!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Kendilerini ne halde gördün?" diye sordu.
Kadın:
"Damadın, zevcesini şu hayvanlardan bir merkebin üzerine bindimnişti. Kendisi de onu sürüp gidiy¬ordu" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Onların sahipleri Allah olsun!
Şüphesiz ki, Osman; Lut ((a.s.))'dan sonra, zevcesiyle birlikte hicret eden ilk kişidir!" buyurdu. [28]

Muhacirlerin Şuaybe'den [29] Vapurla Habeş Ülkesine Gidişleri

Mekke'den gizlice ayrılmış olan ilk Muhacir kafilesi Şuaybeye vanp kavuştukları sırada, Yüce Allah'ın lutfundan olmalı ki, iki tüccar vapuru gelivermiş; Muhacirleri, Habeş ülkesine götürmek üzere, yanm altına bindirmişti. [30]

Müşriklerin Muhacirleri Yakalamaya Gitmeleri

Kureyş müşrikleri, yakalamak için Muhacirlerin arkalarına c!üştüler. [31] Onları denize kadartakip ettil¬erse de, [32] kaybettiler; [33] onlara yetişemedier. [34]
Deniz sahiline vardıkları sırada vapurlar Muhacirleri bindirip denize açılmış bulunduğu için, onlar¬dan hiçbirini yakalayamadılar. [35] Muhacirler, Necaşî'nin ülkesine selametle varıp kavuştular. [36]

Garanik Hadisesi ve Bu Hadisenin İçyüzü

Kureyş müşrikleri Kabe'yi tavaf ederlerken:
"Lât ve Uzzâ ve diğer üçüncü olarak Menat hürmetine!
Çünkü, onlar, o yüce ak kuğulardır ve her halde, kendilerinin şefaati umulur.
Onlar Allah'ın kızlarıdır! O'nun katında şefaat ederlerse!" derlerdi. [37]
Peygamberimiz (a.s.); nübüvvetin beşinci yılında, Ramazan ayında, [38] Necm sûresini Kabe'de, müşriklerden bazılarının da hazır bulunduğu sırada, açıktan okumaya başlamıştı.
Sûrenin:
"Gördünüz mü Lât ve Uzzâ'yı ve, diğer üçüncü olarak da, Menafi?" mealindeki 19. ve 20. âyetleri¬ni okuyup:
"Erkek sizin de, dişi O'nun mu?!
O takdirde, bu, insafsızca bir taksim!
Bunlar [bu putlar], sizin ve atalarınızın taktığınız adlardan başka birşey değildir! Allah, onlara hiçbir hüccet (delil) indirmedi.
Onlar, kuruntulardan ve nefislerinin arzuladığı heva ve hevesten başkasına uymuyorlar!
Halbuki, andolsun, kendilerine Rablerinden o hidayet rehberi de gelmiştir.
Yoksa, insana her umduğu mu var?
Ahi ret de, dünya da Allah'ındır!
Göklerde nice melek vardır ki, onların şefaatleri bile hiçbir şeye yaramaz!
Meğer ki (o şefaat), Allah'ın dileyeceği ve razı olacağı kimseler için izin vermesinden sonra ola!
Hakikat, ahirete inanmaz olanlar, meleklere, alabildiğine dişi adı takarlar.
Halbuki, onların buna dair de hiçbir bilgisi yoktur. Onlar, kuruntudan başkasına uymazlar.
Kuruntu ise, hiç şüphesiz, haktan hiçbir şeyi ifade etmez.
Onun için, sen, bizim Zikr'imize arka çeviren, dünya hayatından başkasını arzulamayan kimseler¬den yüz çevir!
Onların, ilimden erebildikleri, işte budur!
Şüphesiz ki, Rabbin, yolundan sapan kimseleri çok iyi bilendir. Hidayet bulan kimseleri de çok iyi bilen O'dur" [39]
mealli âyetleri okurken, Kureyş müşrikleri, putlarının zemmedileceğinden korkarak, öteden beri put¬ları hakkında söyleyegeldikleri:
"Onlar, o yüce ak kuğulardır. Her halde, onların şefaati umulur" sözünü, aralıkta söyleyiverdiler. [40]
Zaten, böyle yapmak, onların âdetleri idi. [41] Çünkü, onlar:
"Kur'ân'ı dinlemeyiniz! Onun hakkında mânâsız yaygaralar, gürültüler yapınız! Belki galebe çalar, susturursunuz!" derlerdi. [42]
Garanik hadisesinin, sahih hadislerde açıklanan tarzına gelince:
Resûlullah (a.s.), bir gün, Mekke'de, Kabe'de, Necm sûresini açıktan okumaya başlayıp, [43] sûrenin son âyeti ve de secde âyeti olan 62. âyetini okuduktan sonra orada secde etmiş; [44] orada bulunan, [45] yanındaki, [46] arkasındaki [47] herkes, [48] Müslümanlar, Peygamberimiz (a.s.)a uyarak [49] secde etmiş; [50] cemaattan, secde etmeyen kimse kalmamıştır. [51]
Müşriklerde, putlarının adını işittikleri için, [52] putlarını tazim maksadıyla secde etmişlerdir. [53]
Hatta, Kureyş [54] kavminden [55] yaşlı, eğilmeyen [56] bir adam da, bir avuç [57] toprak [58] veya çakıl taşı [59] alıp [60] alnına. [61] yüzüne [62] kaldırarak [63] onun üzerine secde etmiş [64] ve "Bana bu kadarı yeter!" [65] demiştir.
Abdullah b. Mes'ud: "Andolsun ki, bundan sonra, ben onun kâfir olarak öldürüldüğünü gördüm." [66]
"O, Ümeyye b. Halef idi" demiştir. [67]

Kur'an-ı Kerîm'deki Secde Âyetleri ve Hükümleri

Kur'ân-ı Kerîm'deki secde âyetleri okununca, Kıbleye dönülüp "Allahuekber" denilerek bir kere secde edilir ve "Allahuekber" denilerek, baş secdeden kaldırılır.
Teşehhüdsüz ve selamsız böylece tilavet yapmak, okuyana ve dinleyene vâcibdir. [68] Secde âyetleri:
1- A'râf sûresinin 206.,
2- Ra'd sûresinin 15.,
3- Nahl sûresinin 49.,
5- Meryem sûresinin 58.,
6- Hacc sûresinin 18.,
7- Furkan sûresinin 60.,
8- Nemi sûresinin 25.,
9- Secde sûresinin 15.,
10- Sâd sûresinin 24.,
11- Fussilet sûresinin 37.,
12- Necm sûresinin 62.,
13- İnşikak sûresinin 21.,
14- Alâk sûresinin 19. âyetleridir. [69]

Gerekli Bir Açıklama

Garanik hadisesi konusunda, herşeyden önce, bilmek gerekir ki: Peygamberi m iz (a.s.) Kureyş müşriklerinin evvel ve âhir yaptıkları anlaşma tekliflerini, Yüce Allah'ın kendisine indirdiği şu âyetlerle reddetmiş bulunuyordu:
"De ki: 'Gökleri ve yeri, yoktan var Eden-ki, O yedirir, besler; Kendisi ise yedirilmez, beslenmez-böyle şeyden münezzehtir.
Ben Allah'tan başkasını mı tanrı edinecekmişim?!'
De ki: 'Bana, hakikaten, Müslüman olanların birincisi olmaklığım emredildi.
'Sakın Allah'a eş tutanlardan olma!' denildi." [70]
"De ki:
'Siz ey câhiller! Bana, Allah'tan başkasına mı tapmamı emrediyorsunuz?'
Andolsun ki, sana da, senden öncekilere de, şu vahyolunmuştur:
'Eğer Allah'a şerik tanırsan, (bütün) amel(ler)in boşa gider ve muhakkak, hüsrana düşenlerden olur¬sun!'
Hayır! Onun için, sen ancak Allah'a kulluk et! Şükredenlerden ol!" [71]
"De ki:
'Ey kâfirler! Ben, sizin tapmakta olduklarınıza tapmam!
Benim (Kendisine) ibadete devam edeceğime de, siz ibadet ediciler değilsiniz.
Ben, (zaten) sizin taptıklarınıza (hiçbir zaman) tapmış değilim.
Siz de, benim ibadet etmekte olduğuma ibadet edecek değilsiniz!
Sizin dininiz size, benim dinim de bana!'" [72]
Kur'ân-ı Kerîm'deki bu kadar açık ve kesin beyanlara rağmen, Garanik hadisesini Peygamberimiz (a.s.)ın güya müşrikleri yumuşatmak, aradaki düşmanlığı kaldırmak için duyduğu samimi bir temayülün neticesi imiş gibi kabul etmek; ve hatta müşriklerin uydurup tavaf sırasında okuyageldikleri sözlerin [73] de, şeytan tarafından Peygamberimiz (a.s.)ın diline getirilmiş ve Kur'ân-ı Kerîm âyet¬leri arasında yanlışlıkla okunmuş olduğunu sanmak ne kadar yanlışsa, o sözlerin Necm sûresinin 21-30. âyetleri ile ortadan kaldırılmış ve düzeltilmiş olduğunu sanmak da o kadar yanlıştır. Kur'ân-ı Kerîm hakkındaki ilâhî te'minatla da bağdaşır değildir. [74]
Kadı Iyaz, Fahru'r-Râzî, Kurtubî ve Bedrüddin Aynî... gibi birçok büyük ilim adamları, Garanik hadis¬esinin dayanağı olmak üzere ileri sürülen rivayetleri ilim süzgecinden geçirerek, hiçbirinin sabit ve delil edinilmeye elverişli olmadıklarını ispatlamışlardır. [75]
Fahru'r-Râzî, Beyhakî'nin de bu hadisenin nakil cihetinden sabit bulunmadığını ve ravileri arasında ta'n olunanlar bulunduğunu bildirdiğini açıkladığı gibi; ayrıca, Muhammed b. İshak b. Huzeyme'ye (223-311 Hicrî) Garanik hadisesi sorulunca, onun bunun zındıkların uydurması olduğunu söylediğinin ve ken¬disinin bu hususta bir de kitap yazdığının da rivayet edildiğini bildirir. [76]
Mîzânü'l-itidâl müellifi Zehebî'ye göre; Ebu Bekr Muhammed b. İshak b. Huzeyme hadis ve sünnet hafızlarının büyüklerinden, imamlar imamı ve şeyhülislam idi. [77]

Muhacirlerin Habeş Ülkesinden Mekke'ye Dönüşleri

Nübüvvetin beşinci yılında Recep ayında Habeş ülkesine sığınmış olan Müslümanlar. [78] Şaban ve Ramazan ayında orada oturdular. [79]
Mekkelilerin [80] Peygamberimiz (a.s.)la birlikte [81] secde ettiklerini, [82] Müslüman olduk¬larını, [83] Mekke'deki Müslümanların güvenliğe kavuştuklarını, [84] Velid b. Mugîre ve Ebu Uhayha'nın, Peygamberimiz (a.s.)ın arkasında secde ettiklerini işitince:
"Bunlar Müslüman olduktan sonra, Mekke'de Müslüman olmayan kim kalır?
Bize, kendi kavim ve kabilemiz daha sevgilidir! [85]
Onlar iman etmiş olunca, dönelim yanlarına!" dediler. [86]
Bunun üzerine:
1- Hz. Osman,
2- Hz. Osman'ın zevcesi Hz. Rukayye,
3- Ebu Huzeyfe,
4- Ebu Huzeyfe'nin zevcesi Senle Hatun,
5- Abdullah b. Cahş,
6- Utbe b. Gazvan,
7- Zübeyr b. Avvam,
8- Mus'ab b. Umeyr,
9- Suveybıtb. Sa'd,
10- Tuleyb b. Umeyr,
11- Abdurrahman b. Avf,
12- Mikdad b. Amr,
13- Abdullah b. Mes'ud,
14- Ebu Seleme b. Abdulesed,
15- Ebu Seleme'nin zevcesi Hz. Ümmü Seleme,
16- Şemmas b. Osman,
17- Ayyaş b. Ebi Rebia,
18- Seleme b. Hişam,
19- Ammarb. Yâsir,
20- Muattib b. Avf,
21- Osman b. Maz'un,
22- Sâib b. Osman,
23- Kudame b. Maz'un,
24- Abdullah b. Maz'un,
25- Huneys b. Huzafe,
26- Hişam b.Âs,
27- Âmir b. Rebia,
28- Âmir b. Rebia'nın zevcesi Leylâ Hatun,
29- Abdullah b. Mahreme,
30- Abdullah b. Süheyl,
31- Ebu Sebre b. Ebi Rühm,
32- Ebu Sebre'nin zevcesi Ümmü Külsûm Hatun,
33- Sekran b. Amr,
34- ekran b. Amfin zevcesi Hz. Şevde,
35- Sa'd b. Havle,
36- Ebu Ubeyde b. Cerrah,
37- Amr b. Haris,
38- Süheyl b. Beyzâ,
39- Amr b. Ebi Serh'ten oluşan, otuzüçü erkek, altısı kadın otuzdokuz kişilik bir kafile [87] nübüvvetin beşinci yılında Şevval ayında [88] Mekke'ye yaklaşıp da müşriklerin Müslümanlığı kabul ettiklerine dair işittikleri haberin asılsız olduğunu öğrendikleri zaman. [89] H abes ülkesine geri dönüp gitmek kendilerine çok ağır geldi. [90]
Himayesiz olarak Mekke'ye girmekten de korktular. [91]
Aralarında uzun uzadıya konuştuktan sonra;
"Mekke'ye girelim, Kureyşlilerin ne durum ve tutumda olduklarına bakalım, sonra da Habeş ülke¬sine tekrar dönüp gidelim!" dediler. [92]
Bunun üzerine, içlerinden her biri, Mekkelilerden birisinin himayesine girinceye kadar beklediler. [93]
Ancak müşrik olan akraba veya dostlarından birisinin himayesinde, ya da müşriklere hiç görün¬meden, gizlice, Mekke'ye girebildiler. [94]
Nitekim, Hz. Osman, akrabasından Ebu Uhayha Saîd b. Âs'ın himayesine girdi.
O da:
"Ey Kureyş cemaatı! Ebu Uhayha, Osman b. Affan'ı himayesine aldı! Ona dokunmayınız!" diyerek Mekke'de nida ettirdi.
Hz. Osman, bu suretle, güvenliğe ve sabah akşam Resûlullah (a.s.)ın yanına gitme imkânı¬na kavuşmuş oldu.
Ebu Huzeyfe b. Utbe, Ümeyye b. Halefin himayesine girdi.
Mus'ab b. Umeyr, Nadr b. Hâris'in veya Ebu Aziz b. Umeyr'in himayesine girdi.
Zübeyr b. Avvam, Zem'a b. Esved'in himayesine girdi.
Abdurrahman b. Avf, Esved b. Abdi Yağus'un himayesine girdi.
Kendisinin hiç kimsenin himayesine girmediği de rivayet edilir. [95]
Osman b. Maz'un, Velid b. MugiYe'nin himayesine girdi. [96]
Ebu Seleme b. Abdulesed, dayısı olan Ebu Talib'in himayesine girdi. [97]
Âmir b. Rebia, Âs b. Vâil'in himayesine girdi.
Ebu Sebre b. Ebi Rühm, Ahnes b. Şerik'in veya Süheyl b. Amfin himayesine girdi.
Hâtıb b. Amr, Huvaytıb b. Abduluzzâ'nın himayesine girdi.
Süheyl b. Beyzâ, mensup bulunduğu Benî Fihrierden bir adamın himayesine girdi.
Abdullah b. Mes'ud ise, hiç kimseye sığınmadan, Mekke'ye gizlice girdi. [98]
Ebu Talib Ebu Seleme b. Abdulesed'i himayesine aldığı zaman, Mahzum oğullarından bazı adamlar ona gittiler ve:
"Ey Ebu Talib! Haydi, kardeşinin oğlu Muhammedi bize karşı koruyup durdun!
Bizim adamımızı [Ebu Seleme'yi] bizden koruman, seni ne ilgilendirir?!" dediler. Ebu Talib:
"Onu himayeme aldımsa, kendisi kızkardeşimin oğludur. Ben kızkardeşimin oğlunu korumayacak mıyım?!" dedi.
Ebu Leheb kalkıp:
"Ey Kureyş cemaatı! Vallahi, siz şu şeyhe karşı çok oldunuz (ileri gittiniz)!
Kavmi arasında himayesine aldığı kimseler hakkında ayaklanmaktan geri durmuyorsunuz!?
Vallahi ya onunla uğraşmaya son verirsiniz, ya da onun üzerinde durduğu herşeyde istediği yerini buluncaya kadar kendisiyle birlikte ayaklanırız!" dedi.
Bunun üzerine, Manzum oğulları:
"Hayır! Ey Ebu Utbe! Biz senin hoş görmediğin şeyden vazgeçeriz!" dediler. [99]

Osman b. Maz'un'un Kul Himayesini Bırakışı

Osman b. Maz'un, Velid b. Mugîre'nin himayesi altında yiyip içip rahatça yaşarken, Resûlullah (a.s.) ve ashabının ibtilâya uğradıklarını (belâlara maruz kaldıklarını) [100] ve bazılarının ateşle dağlandıklarını, kırbaçla dövüldüklerini görünce, düşünceye daldı. Kendisi için de, afiyette bulunma yer¬ine, ibtilâya uğramayı istedi: [101]
"Vallahi, arkadaşlarımın ve ev halkının Allah yolunda uğradıkları türlü belâ ve işkencelere, bir müşrikin himayesi altında bulunarak benim uğramayışım, emniyet içinde bulunuşum, benim için büyük bir noksandır! [102]
Şaşılacak şey! Bir müşrikin himayesi altında nasıl bulunabilirim?!
Allah'ın himayesi, daha şerefli, daha emniyetlidir!" [103] diyerek Velid b. Mugîre'nin yanına gitti.
Velid b. Mugîre, o sırada, Mescid-i Haram'da bulunuyordu. [104] Osman b. Maz'un ona:
"Ey Abduşşems'in babası! [105] Ey amca! [106] Ey amcamın oğlu! [107]
Sen beni himayene aldın! [108] Güzelce de himaye ettin! [109] Taahhüdünü yerine getirdin!
Şu ana kadar senin himayen altında idim.
Şimdi senin himayenden çıkıp Resûlullah (a.s.)ın yanına gitmek istiyorum ki, o ve ashabı, benim için örnektir! [110]
Artık, üzerimdeki himayeni sana iade ediyorum! [111]
Beni Kureyşlilerin içine götürüp üzerimdeki himayenden vazgeçtiğini bildirmeni istiyorum!" dedi. [112] Velid b. Mugîre:
"Ey kardeşimin oğlu! [113] Ne için himayemden çıkmak istiyorsun? [114]
Yoksa, kavmimden [115] bir kimse sana işkence mi yaptı? [116] Veya küfür mü etti? [117] e Sana bir kimseden kötülük mü erişti"? [118]
Yoksa, benim himayem sana yeterli olmadı mı?" diye sordu. [119]
Osman b. Maz'un:
"Hayır! Vallahi, bana ne bir kimse çatmış, ne de işkence yapmıştır. [120] Fakat, ben Yüce Allah'ın himayesinde bulunmaya razı oluyor, O'ndan başkasının himayesinde bulunmayı istemiyorum!" [121] diy¬erek ısrar edince, [122] Velid b. Mugîre:
"Öyleyse, Mescid'deki toplantı yerine gidelim de, senin üzerinde bulunan himaye taahhüdümü orada bana açıktan iade ve red et-benim seni himaye edişimi orada açıklamış olduğum gibi!" dedi.
Kalkıp Mescid'deki toplantı yerine gittiler. [123]
O sırada Kureyşliler, her zaman olduğu gibi, toplu bir halde bulunuyorlar; ünlü şairLebid de onlara şiir okuyordu.
Velid b. Mugîre, Osman b. Maz'un'un elinden tutup, Kureyşlilerin yanına vardı: [124]
"Bu Osman b. Maz'un, [125] üzerinde bulunan himaye taahhüdümden vazgeçmem için ısrar edip bana galebe çaldı. [126] Himaye taahhüdümü bana red ve iade etmek üzere buraya geldi. [127]
Sizi şahit tutarım ki, ben onu himaye etmekten vazgeçtim; [128] kendisi himayem altına girmeyi tekrar isteyinceye kadar!" dedi. [129]
Osman b. Maz'un da:
"Kendisine, üzerimdeki himaye taahhüdünü red ve iade ettiğim doğrudur.
Gerçekten, ben onu ahdine vefakâr, himayesini de çok iyi buldum.
Fakat, ben istedim ki, Allah'tan başkasının himayesinde bulunmayayım. Bunun için, onun üzer¬imdeki himayesini kendisine red ve iade ettim!" dedi ve oradan ayrıldı. [130]
Kureyşlilerin oradaki meclislerine varıp oturdu.
Şair Lebid, o sırada, Kureyşlilere şiir okuyordu ve:
"İyi biliniz ki, Allah'tan başka, herşey bâtıldır" deyince, Osman b. Maz'un:
"Doğru söyledin!" dedi.
Lebid:
"Her nimet de zaildir" deyince, Osman b. Maz'un:
"Yalan söyledin! Cennet nimeti zevale ermez!" dedi. [131]
Halk, Lebid'e yöneldiler ve:
"Okuduğunu tekrarla!" dediler.
Lebid ilk mısraı tekrar okuyunca, Osman b. Maz'un onu tekrar doğruladı.
Lebid ikinci mısraı okuyunca da, Osman b. Maz'un onu tekrar yalanladı [132]. Bunun üzerine, Lebid:
"Vallahi, ey Kureyş cemaatı! Sizin meclislerinizdekine böyle şeyler yapılmaz, [133] sövülmezdi. [134]
Sizin meclisinizdeki, [135] hiç üzülmezdi. [136]
Akılsızlık, sizin hal ve sânınızdan değildi. [137]
Meclisinizdekini böyle üzmek âdeti, içinizde ne zaman çıktı?!" dedi. [138]
Mecliste kiler
"Bu, beyinsiz bir gençtir. Kavminin dinine aykırı tutum ve davranıştadır" dediler. [139]
Mecliste bulunan asıl beyinsizlerden [140] bir adam, [141] Abdullah b. Ebi Mugîre, [142] Osman b. Maz'un hakkında, Lebid'e:
"Bu, onun yanındaki beyinsizler içinde bir beyinsizdir!
Kendisi bizim dinimizden ayrılmıştır.
Sen, onun sözünden, kendine üzüntü verme!" dedi.
Osman b. Maz'un onun akılsızlık isnadını kendisine red ve iade edince, iş büyüdü. O adam kalkıp [143] Osman b. Maz'un'un gözüne şiddetli bir şamar attı, onun gözünü gövertti. [144]
Sa'd b. Ebi Vakkas da, sıçrayıp indirdiği bir yumrukla, Abdullah b. Ebi Mugîre'nin bumunu kırdı. [145]
Velid b. Mugîre o sırada Osman b. Maz'un'un yakınında bulunuyor, yeğenine yapılanı görüyor, [146] hatta gülüyordu! [147]
Osman b. Maz'un'un çevresindekiler
"Vallahi, ey Osman! Sen o koruyucu himayede kalsaydın, ondan istiğna göstermeşeydin, gözün bu musibete uğramazdı!" dediler.
Osman b. Maz'un ise:
"Allah'ın himayesi daha emin, daha şereflidir!
Sağlam kalan gözüm de öbür kardeşinin uğradığı şeye uğramaya muhtaçtır.
Bana, Resûlullah (a.s.) bir örnektir! Onun yanında bulunanlar da bir örnektir!" dedi . [148]
Velid b. Mugîre:
"Vallahi, ey kardeşimin oğlu! Eğer sen benim koruyucu himayemden müstağni davranmamış, himayemde kalmış olsaydın, gözün bu musibete uğramazdı!" dedi.
Osman b. Maz'un:
"Hayır! Vallahi, ey Abduşşems'in babası! Sağlam kalan şu gözüm de, Allah yolunda öbür kardeşinin uğradığı musibet gibi bir musibete uğramaya muhtaçtır!
Ben senden daha aziz ve daha güçlü bir Zâtın himayesindeyim!" dedi.
Velid b. Mugîre:
"Gel, kardeşimin oğlu! [149] İstersen ben seni tekrar himayeme alayım" dedi.
Osman b. Maz'un:
"Hayır!" dedi. [150]

Dinlerinden Döndürülmek İçin Mekke'de İşkencelere Uğratılan Sahabilerden Bazıları

Dinlerinden döndürülmek için Kureyş müşrikleri tarafından türlü işkencelere uğratılan; ateşle dağlanan, kırbaçla dövülen sahabiler vardı. [151]
Osman b. Maz'un'un Müslüman arkadaşları ve ev halkı da, dinlerinden döndürülmek için türlü işkencelere uğratılmakta idiler. [152]
Habeş ülkesinden Mekke'ye döndüğü zaman, Seleme b. Hişam. [153] amcası [154] ve kardeşi tarafından [155] hapsedildi. [156]
Kardeşi Ebu Cehil onu dövdü, aç ve susuz bıraktı. [157]
Abdullah b. Süheyl; Habeş ülkesinden Mekke'ye dönünce, babası Süheyl b. Amr, onu Müslümanlıktan döndürmek için sımsıkı bağlayıp yanında tuttu, [158] hapsetti.
Hişam b.Âs da, Habeş ülkesinden dönünce, yakalanıp Mekke'de hapsedildi. [159]
Müslümanlardan yedisinin Mekke'de tutuklulukları, uzun müddet devam etti. [160]

Habeş Ülkesine İkinci Hicret

Kureyş müşrikleri Habeş ülkesinden Mekke'ye dönen Muhacir Müslümanların Habeş Necaşî'si tarafından çok iyi korunduğunu işitip, [161] onlardan yakaladıklarını en ağır işkencelere uğratmaya başladıkları zaman, Peygamberimiz (a.s.) onların Habeş ülkesine ikinci kez hicret etmelerine, gitmelerine izin verdi. [162]
Hz. Cafer b. Ebi Talib de, Peygamberimiz (a.s.)a başvurup "Hiç kimseden korkmaksızın Allah'a ibadet edebileceğim bir yere gitmeme izin ver" dedi, ve kendisine izin verildi. [163]
Bunun üzerine, içlerinde Hz. Cafer'in de bulunduğu bir Müslüman topluluğu; dinlerinden döndürülmek tehlikesinden korunmak için, Habeş ülkesine firar ve hicret ettiler. [164]
Habeş ülkesine yapılan bu ikinci hicret de, yine, nübüvvetin beşinci yılında idi. [165]
Habeş ülkesinden Mekke'ye gelip de müşriklerin işkencelerine uğrayınca geri dönen Muhacirlerin yanına, Mekke'deki Müslümanlardan katılanlar olduğu gibi; sonradan, fırsat buldukça, kafile kafile Habeş yolunu tutanlar da olmuş ve orada toplanmışlardır.
Bu ikinci hicrete katılmış olanların isimleri gruplar halinde şöyle sıralanmıştır:
1- Hz. Cafer b. Ebi Talib,
2- Hz. Cafer'in zevcesi Esma binti Umeys Hatun,
3- Hz. Osman b. Affan,
4- Hz. Osman'ın zevcesi Hz. Rukayye,
5- Amr b. Saîd,
6- Amr b. Saîd'in zevcesi Hz. Fâtıma Hatun,
7- Halidb.Saîd,
8- Halid b. Saîd'in zevcesi Ümeyne (Hümeyne) Hatun,
9- Abdullah b. Cahş,
10- Ubeydullah b. Cahş,
11- Ubeydullah b. Cahş'ın zevcesi Hz. Ümmü Habibe,
12- Kaysb. Abdullah,
13- Kays b. Abdullah'ın zevcesi Bereke Hatun,
14- Muaykıb b. Ebi Fâtıma,
15- Ebu Huzeyfe b. Utbe,
16- Ebu Mûse'l-Eş'arî*
17- Utbe b. Gazvan,
18- Zübeyr b. Avvam,
19- Esved b. Nevfel,
20- Yezid b.Zem'a,
21- Amr b. Ümeyye,
22- Tuleyb b. Umeyr,
23- Mus'ab b. Umeyr,
24- Suveybıt b. Sa'd,
25- Cehm b. Kays,
26- Amr b. Cehm,
27- Huzeyme b. Cehm,
28- Ebu'r-Rûm b. Umeyr,
29- Firas b. Nadr,
30- Abdurrahman b. Avf,
31- Âmir b. Ebi Vakkas,
32- Muttalibb.Ezher,
33- Muttalib b. Ezher'in zevcesi Remle Hatun,
34- Abdullah b. Mes'ud,
35- Utbe b. Mes'ud,
36- Mikdad b. Amr,
37- Haris b. Halid,
38- Haris b. Halid'in zevcesi Reyta Hatun,
39- Amr b. Osman,
40- Ebu Seleme Abdullah b. Abdulesed,
41- Ebu Seleme'nin zevcesi Hz. Ümmü Seleme,
42- Şemmas b. Osman,
43- Hebbarb. Süfyan,
44- Abdullah b. Süfyan,
45- Hişam (Hâşim) b. Ebu Huzeyfe,
46- Seleme b. Hişam,
47- Ayyaş b. Ebi Rebia,
48- Muattib b. Avf,
49- Osman b. Maz'un,
50- Sâib b. Osman,
51- Kudâme b. Maz'un,
52- Abdullah b. Maz'un
53- Hâtıb b. Haris,
54- Hâtıb b. Hâris'in zevcesi Fatma Hatun,
55- Muhammed b. Hâtıb,
56- Haris b. Hâtıb,
57- Hattabb. Haris,
58- Hattab b. Hâris'in zevcesi Fükeyhe Hatun,
59- Süfyan b. Ma'mer,
60- Süfyan b. Ma'mer'in zevcesi Hasene Hatun,
61- Câbir b. Süfyan,
62- Cünâde b. Süfyan,
63- Şurahbil b. Hasene,
64- Osman b. Rebia,
65- Huneys b. Huzafe,
66- Abdullah b. Haris,
67- Hişam b.Âs,
68- Kays b. Huzâfe,
69- Ebu Kays b. Haris,
70- Abdullah b. Huzâfe,
71- Haris b. Haris,
72- Ma'mer b. Haris,
73- Bişrb. Haris,
74- Saîd b. Haris,
75- Sâib b. Haris,
76- Umeyr (İmran) b. Riab,
77- Mahmiyye b. Cez',
78- Ma'mer b. Abdullah,
79- Urve b. Ebi Üsâse,
80- Adiyy b. Nadle,
81- Numan b. Adiyy,
82- Âmir b. Rebia,
83- Âmir b. Rebia'nın zevcesi Leylâ Hatun,
84- Ebu Sebre b. Ebi Rühm,
85- Ebu Sebre'nin zevcesi Ümmü Külsûm Hatun,
86- Abdullah b. Mahreme,
87- Abdullah b. Süheyl,
88- Salîtb. Amr,
89- Sekran b. Amr,
90- Sekran b. Amfin zevcesi Hz. Şevde,
91- Malik b.Zem'a,
92- Malik b. Zem'a'nın zevcesi Âmire Hatun,
93- Hâtıb b. Amr,
94- Sa'd b. Havle,
95- Ebu Ubeyde b. Cerrah,
96- Süheyl b. Beyzâ,
97- Amr b. Ebi Şerh,
98- lyaz b. Züheyr,
99- Osman b. Abdi Ganm,
100- Saîd b. Abdi Kays,
101- Haris b. Abdi Kays. [166]

Hicret Edeceği Sırada Leylâ Hatuna Hz. Ömer'in Rastlayışı

Leylâ Hatun der ki:
"Habeş ülkesine doğru gitmeye hazırlandığımız sırada, (kocam) Âmir, bazı ihtiyaçlarımızı sağlamak üzere yanımdan ayrılıp (çarşıya) gitmişti.
Ömer b. Hattab, beni görünce, gelip başucuma dikildi.
Kendisi o zaman müşrikti, daha Müslüman olmamıştı.
Bize karşı çok sert ve katı davranırdı. Kendisinden hep eza ve cefa çeker dururduk. Bana:
'Ey Ümmü Abdullah [Ey Abdullah'ın annesi]! Demek, buradan gidiş var ha?' dedi. Ben de:
'Evet! Vallahi, artık Allah'ın yerlerinden bir yere çıkıp gideceğiz.
Siz bizi işkencelere uğrattınız ve ezdiniz!
Allah bize bir kurtuluş ve çıkış yolu açıncaya kadar, oralarda kalacağız1 dedim.
Bana:
'Allah size yoldaş olsun!' dedi.
Kendisinden o güne kadar hiç görmediğim bir yumuşaklık ve yufka yüreklilik gördüm.
Sonra dönüp gitti. Sanırım ki, bizim gidişimiz ona üzüntü vermişti.
O sırada, Âmir işini bitirip yanıma gelince, kendisine:
'Ey Abdullah'ın babası! Biraz önce Ömer'in bize karşı gösterdiği yumuşaklığı ve yufka yürekliliği, gideceğimize duyduğu üzüntüyü bir görmeliydin!1 dedim. Amir
'Sen onun Müslüman olacağını mı umuyorsun?!' dedi. Ben:
'Evet! Umuyorum' deyince, Âmir:
'Şunu iyi bil ki; sen Hattab'ın eşeğinin Müslüman olduğunu görünceye kadar, o kişi Müslüman olmaz!' dedi.
Ömer'den o zamana kadar görülegelen sertlik ve Müslümanlığa karşı kaskatı yüreklilik, kendisinden böylece ümit kestirmişti." [167]

Kureyş Müşriklerinin Muhacirleri Geri Çevirmeleri İçin Necaşî'ye Elçiler ve Hediyeler Göndermeleri

Kureyş müşrikleri Resûlullah (a.s.)ın ashabının Habeş ülkesinde emniyet ve sükûnete kavuşmuş ve orada yurt yuva edinip yerleşmiş olduğunu görünce, aralarında toplantı yaptılar.
Onların; eski dinlerine döndürülmek üzere, yerleşmiş oldukları yerlerinden çıkarılmaları ve kendi¬lerine geri çevrilmeleri için, Kureyşlilerden, gözü özü pek iki adamı, Abdullah b. Ebi Rebia ile Amr b. Âs'ı Necaşîye göndermeyi kararlaştırdılar.
Necaşî ve kumandanları için topladıkları hediyeleri de, iki elçi ile birlikte yolladılar. [168]
Ebu Talib; Kureyşflerin bu kararlarını ve Necaşi elçi ile hediyeler gönderdiklerini öğrenince, Muhacirleri müşriklerden korumaya teşvik için söyleyip Necaşîye gönderdiği beyitlerde şöyle dedi:
"Keşke, Cafer ile Amr'ın ve akrabadan düşmanların, uzaklarda, gurbette nasıl ve ne halde olduk¬larını bir bilseydim.
Acaba Necaşî'nin ihsanları Cafer ile arkadaşlarına ulaştı mı?
Yoksa bir arabozucu buna engel mi oldu ki?
Dilerim: Lanet ve nefret ettirici haller zât-ı devletinden sâdır olmasın!
Hiç şüphesiz, sen asaletli ve cömert bir zâtsın!
Senin himayende olanlar sıkıntı çekmezler.
Muhakkak ki, Allah sana geniş bir saltanat ve pek çok iyilikler vermiştir.
Sen yaşadıkça, Allah'ın bu bağışları sende kalacaktır.
Sen çok cömertsin, bol bağışlısın!
Senin bağışlarından dostlarda, düşmanlar da yararlanırlar!" [169]
Peygamberimiz (a.s.)ın zevcesi Hz. Ümmü Seleme demiştir ki:
"Biz, Habeş ülkesine ayak bastığımızdan itibaren, Necaşi'de, en hayırlı bir komşuluk ve koruyucu¬luk gördük.
Dinimiz hakkında güvenlik içinde bulunduk.
Hiç eziyet edilmeksizin ve hoşlanmayacağımız hiçbir şey işitmeksizin, Yüce Allah'a ibadet ettik.
Kureyş müşrikleri, bu durumumuzu haber alınca, aralarında görüşme, konuşma yaptılar. Bizi geri çevirmesini istemek üzere, içlerinden, özü gözü pek iki kişiyi Necaşi'ye göndermeyi ve ona Mekke eşyasından, nâdir, kıymetli gördükleri şeylerden hediyeler sunmayı kararlaştırdılar.
Necaşî'ye, Mekke'den götürülecek şeylerin en hoşa gideni, beğenileni ise meşin olanlardı.
Bunun için, Kureyş müşrikleri, bol miktarda Mekke meşini topladılar.
Necaşî'nin kumandanlarından her birine ayrı ayrı hazırladıktan sonra, Abdullah b. Ebi Rebia ile Amr b. Âs'ı, hediyelerle birlikte yolladılar.
Yollarken de, emirlerini yerine getirmelerini onlara emrettiler ve:
'Muhacirler hakkında Necaşî ile konuşmadan önce, her kumandana hediyelerini verin! Sonra da, Necaşî'ye hediyesini sunun ve kendisinden, yanındaki Muhacirlerle hiç konuşmadan, onları size teslim etmesini isteyin!' dediler.
Bu iki adam, Necaşî'nin yanına geldiler.
O sırada, biz, Necaşî'nin katında, hayırlı bir yurtta, hayırlı bir koruyucu yanında idik.
Mekke'den gelen iki Kureyşî, Necaşî ile konuşmadan önce, bütün kumandanların hediyelerini verdiler. Hediye verilmeyen kumandan kalmadı.
Onların her birine hediyelerini verirken de:
'Bizden, birtakım aklı ermez gençler gelip hükümdarın ülkesine sığındılar.
Onlar kendi kavimlerinin dininden ayrıldılar, sizin dininize de girmediler.
Kavimlerinin eşrafı, onları kendilerine geri çevirmesi için, bizi sizin hükümdara yolladılar.
Biz onlar hakkında hükümdarla konuştuğumuzda, onları bize teslim etmesini ve onların söyleye¬cekleri sözlere kulak asmamasını hükümdara tavsiye edin!
Çünkü, kendi kavimleri onları daha iyi bilirler ve kusurlarını daha iyi anlarlar1 dediler.
Kumandanların hepsi, Kureyş elçilerine 'Olur' dediler.
Bundan sonra, elçiler, Necaşîye hediyelerini sundular.
Necaşî hediyeleri kabul ettikten sonra, elçiler
'Ey hükümdar! Bizden birtakım aklı ermez gençler senin ülkene gelip sığındılar.
Onlar kavimlerinin dininden ayrıldılar, senin dinine de girmediler.
Onlar bizim de bilmediğimiz, senin de bilmediğin bir din icad ettiler, ortaya çıkardılar.
Onların babalarından, amcalarından ve yakın akrabasından olan kavimlerinin eşrafı, onları kendi¬lerini geri çevirmeniz için, bizi sana yolladılar.
Çünkü, onlar bunları başkalarından daha iyi bilirler, kusurlarını, kabahatlarını başkalarından daha iyi anlarlar1 dediler.
Abdullah b. Ebi Rebia ile Amr b. Âs'ın en çok korktukları, istemedikleri şey, Necaşî'nin Muhacirleri çağırıp dinlemesi idi.
Hükümdarın yanında bulunan kumandanları, ona:
'Ey hükümdar! Bu iki adam doğru söylüyorlar.
Kavimleri onları daha iyi bilirler ve kusurlarını daha iyi anlarlar.
Sen onları bu iki adama teslim et, ülkelerine ve kavimlerine geri güttürsünler!' dediler.
Necaşî kızdı ve:
'Hayır! Vallahi, ben onları bu iki adama hemen teslim edivermem! Gelip ülkeme konmuş, beni başkalarına tercih ederek bana sığınmış olan bir cemaata kötülük yapılmaz!
Onları yanıma çağırıp, şu iki adamın söyledikleri şeyler hakkında onlara sorular sorarım.
Eğer onlar şu iki adamın dedikleri gibi iseler, kendilerini bu iki adama teslim eder, kavimlerine geri çeviririm.
Şayet onlar bu iki adamın söyledikleri gibi değillerse, kendilerini bunlara karşı korur ve himayemde kaldıkları müddetçe de en güzel şekilde korur ve kollarım' dedi.
Sonra da, haber salıp Resûlullah (a.s.)ın ashabını yanına çağırttı.
Necaşî'nin davetçisi gelince, Muhacirler toplandılar, sonra da birbirlerine:
'Şimdi bu adamın [Necaşî'nin] yanına gittiğiniz zaman ona ne söyleyeceksiniz?' dediler ve yine bir¬birlerine:
'Vallahi, biz ancak bildiklerimizi, Peygamberimiz (a.s.)ın bize emrettiklerini söyleriz. Ne ola¬caksa olsun!' dediler." [170]

Habeş Necaşî'sinin Sorularını Hz. Cafer'in Cevaplayışı

Ümmü Seleme Validemiz anlatıyor ki:
"Muhacirler Necaşî'nin yanına vardıkları zaman, Necaşî, daha önceden kendi din adamlarını da yanına çağırmıştı. Onlar, Necaşî'nin çevresinde mushaflarını yaymış, açmış bulunuyorlardı. Necaşî, Muhacirlere:
'Siz, ne benim dinime, ne de şu milletlerden hiçbirinin dinine girmediğinize göre, sizin kavimleriniz¬den ayrılarak tutmuş olduğunuz bu din nasıl bir dindir?' diye sordu.
Muhacirler adına, Cafer b. Ebi Talib:
'Ey hükümdar!' dedi.
'Biz Cahiliye halkından bir kavim idik.
Putlara tapardık.
Ölmüş hayvan eti yerdik.
Bütün kötülükleri yapardık.
Akrabalarımızla ilgilerimizi keser, akraba hakkı gözetmezdik.
Komşularımızı unutur, komşuluk vazifelerini yerine getirmezdik.
İçimizden güçlü olan, güçsüz, zayıf olanı yerdi.
Yüce Allah bize kendimizden, soyunu sopunu, doğruluğunu, eminliğini, iffet ve nezahetini bildiğimiz Resûlü gönderinceye kadar, biz hep bu kötü durum ve tutumda idik.
O peygamber, bizi, bizim ve babalarımızın Allahtan başka tapageldiğimiz, taştan, ağaçtan, altın ve gümüşten yapılmış putları bırakarak Allah'ın birliğine inanmaya ve yalnız O'na ibadet etmeye davet etti. Yine o peygamber:
Doğru söylemeyi,
Emaneti sahibine vermeyi,
Akraba haklarını gözetmeyi,
Komşulara iyi davranmayı,
Haramlardan uzak,
Kan dökmekten geri durmamızı bize emretti.
Yine o, bizi her türlü çirkin, yüz kızarcı söz ve işlerden,
Yalan söylemekten,
Yetim malı yemekten,
İffetli kadınlara dil uzatmak ve iftira etmekten de men ve nehy etti.
Ayrıca:
Hiçbir şeyi kendisine eş ve ortak tutmaksızın, yalnız Allah'a ibadet etmemizi,
Namaz kılmamızı,
Zekât vermemizi,
Oruç tutmamızı da bize emretti.
Biz onu doğruladık ve ona iman ettik.
Allah tarafından getirdiği şeylere göre, ona tâbi olduk.
Bir ve Tek olan Allah'a ibadet ettik, O'na hiçbir şeyi şirk koşmadık.
O'nun bize haram kıldığını haram, helâl kıldığını helâl olarak kabul ettik.
Bunun üzerine, kavmimiz bize düşman kesildi.
Bizi dinimizden döndürmek, Yüce Allah'a ibadetten vazgeçirip puflara taptırmak, öteden beri helâlleştirip serbestçe işleyegeldiğimiz kötülükleri tekrar işletmek için, bizi işkenceden işkenceye uğrat¬tılar.
Onlar bize böylece galebe çalıp zulmettikleri, bizimle dinimiz arasına gerildikleri ve tazyiklerini art¬tırdıkları zaman, biz senin ülkene çıkmak, sığınmak zorunda kaldık.
Seni başkalarına tercih ile, senin korurluğun ve komşuluğunda bulunmayı arzu ettik.
Ey hükümdar! Biz senin yanında hiçbir zulme uğramayacağımızı umuyoruz!'
Necaşî:
'Allah tarafından peygamberinizin getirip sizlere bildirdiği şeylerden, senin yanında birşey var mı?' diye sordu. Cafer
'Evet! Var' dedi.
Necaşî:
'Onu bana oku!' dedi.
Cafer, Meryem sûresinin baş tarafından, Yahya ve İsa (a.s.)ların doğumları ile ilgili âyetleri [1-35] okuyunca, vallahi Necaşî o kadar ağladı ki, (akan gözyaşlarından) sakalı ıslandı.
Necaşî'nin din adamları da, okunan âyetleri dinledikleri zaman, ağladılar ve hatta onların mushafları da gözyaşlarından ıslandı.
Bundan sonra, Necaşî, Mekke'den gelen iki Kureyşîye:
'Bu (dinlediğim şey), İsa'ya gelmiş olanla muhakkak aynı yerden çıkıyordur! Siz ikiniz, gidin artık! Hayır! Vallahi ben onları size ne teslim ederim, ne de onlara dokunulur!' dedi."
İki elçi, Necaşî'nin yanından dışarı çıktıkları zaman, Amr b. Âs:
"Vallahi, ben yarın Necaşî'nin yanına gidip onlar hakkında söyleyeceğim şeyle onların köklerini kazıtacağım!" dedi.
Abdullah b. Ebi Rebia ise:
"Sen böyle birşey yapma! Onlar bize muhalif olsalar da, aramızda onlarla akrabalık var!" dedi.
Amr b.Âs:
"Vallahi, Necaşî'ye, bunların İsa b. Meryem'in bir kul olduğunu iddia ettiklerini haber vereceğim!" dedi.
Ertesi gün, Necaşî'nin yanına gidip:
"Ey hükümdar! Onlar İsa b. Meryem hakkında çok büyük, ağır bir söz söylüyorlar! Onları çağır da, onun hakkında ne söylediklerini onlara bir sor" dedi.
Bunun üzerine, Necaşî, bu hususu sormak için onları tekrar yanına çağırdı.
Muhacirler toplandılar. Birbirlerine:
"Necaşî size İsa b. Meryem hakkında sorduğunda, ne söyleyeceksiniz?" diye sordular ve:
"Vallahi, onun hakkında Allah'ın dediklerini ve Peygamberimizin bize bildirdiklerini söyleriz. İşin sonu ne olursa olsun!" dediler.
Muhacirler Necaşî'nin yanına vardıkları zaman, Necaşî onlara:
"Söyleyin bakalım; Meryem oğlu İsa hakkında ne söylüyorsunuz?" diye sordu.
Cafer b. Ebi Talib, ona:
"Biz, onun hakkında, Peygamberimizin bildirdiklerini söylüyoruz. O, diyor ki:
'İsa Allah'ın kulu, resûlü, Ruh'u ve O'nun dünyadan ve erden geçerek Allah'a bağlanmış bir kız olan Meryem'e ilka eylediği Kelimesidir'" deyince, Necaşî, elini yere uzatıp oradan bir çöp aldıktan sonra:
"Vallahi, İsa b. Meryem de, senin söylediğinden başka birşey değildir! Arada, şu çöp kadar bile fark yoktur!" dedi.
Necaşî bunu söylediği zaman, çevresindeki kumandanlar homurdanmaya başladılar. Necaşî, kumandanlara:
"Vallahi, siz homurdansanız da, gerçek olan budur!" dedi. Muhacirlere de:
"Gidiniz! Sizler, benim ülkemde, tamamıyla emniyet içindesiniz!
Size söven, dil uzatan kimse cezalandırılacaktır!
Size söven, dil uzatan kimse cezalandırılacaktır!
Size söven, dil uzatan kimse cezalandırılacaktır!
Ben, sizden birinize, bir dağ altın karşılığında bile, eziyet etmek istemem!
Getirdikleri hediyeleri de şu iki adama geri verin! Benim onlara ihtiyacım yok!
Vallahi, Allah bana saltanatımı geri verdiği zaman benden rüşvet almadı ki, ben bu hususta rüşvet alayım!" dedi.
Bunun üzerine, Amr b. Âs ile Abdullah b. Ebi Rebia, getirdikleri hediyeleri geri verilerek, suçlanmış ve reddedilmiş bir halde Necaşî'nin yanından çıkıp gittiler.
Muhacirler de, Necaşî'nin ülkesinde, en iyi yurtta ve en iyi koruyucunun yanında kaldılar. [171]

Hz. Ebu Bekir'in Hicret İçin Yola Çıkışı ve Geri Çevrilişi

Hz. Ebu Bekir; Müslümanların müşrik kavim ve kabileleri arasında [172] türlü işkencelere uğratıldık¬larını [173] ve Mekke'de işkenceler altında yaşamanın günden güne güçleştiğini, ağırlaştığını gördüğü zaman, hicret etmek üzere Peygamberimiz (a.s.)dan izin istemiş ve kendisine izin verilince de, [174] Habeş ülkesine yapılan ikinci hicrete dahil olmak üzere dayısının oğlu Haris b. Halid ile birlikte Mekke'den ayrılıp [175] Habeş ülkesine doğru gitmişti. [176]
Bir-iki gün gittikten sonra, [177] Birku'l-Gımad mevkiine erişince, [178] Kare kabilesinin ulu kişisi İbnu'd-Dagınne ile karşılaştı.
İbn Dagınne:
"Ey Ebu Bekir! Nereye gitmek istiyorsun?" diye sordu.
Hz. Ebu Bekir:
"Beni (Mekke'den) kavmim çıkardı, [179] bana eza ve cefa yaptılar. Beni sıkıştırdıkça sıkıştırdılar. [180] Ben de yeryüzünde biraz gezip dolaşmak ve Rabbime serbestçe ibadet etmek istiyorum!" dedi.
İbn Dagınne:
"Ey Ebu Bekir! Senin gibi bir zât ne yurdundan çıkar, ne de çıkan lir. [181] Bu nasıl olur?!
Vallahi, sen kavmini, kabileni zinetlendirirsin! İyilik işlersin [182] Sen kimsenin kazandırmayacağını kazandırırsın! [183]
Akrabayı, görür gözetirsin!
İşini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın!
Konuğu ağırlarsın! [184]
Hak yolunda zuhur eden hadiselerde halka yardım edersin! [185]
Geri dön! [186]
Sen benim himayemdesin! [187]
Ben senin koruyucunum! [188]
Haydi, dön de, kendi yurdunda Rabbine ibadet et!" dedi. [189]
Hz. Ebu Bekir, yoldaşı Haris b. Halid için:
"Yanımda, kabilemden şu zât var!?" dedi.
İbn Dagınne:
"Bırak onu! O yüzünün doğrusuna gitsin! Sen de, ev halkının yanına dön!" dedi.
Haris b. Halid:
"Senin geri dönüp gitmen sana helâldir! Sen dön, git!
Ben de, arkadaşlarımla birlikte, yüzümün doğrusuna giderim!" dedi. Habeş yolculuğuna devam edip gitti. [190]
Hz. Ebu Bekir de İbn Dagınne ile birlikte döndü. [191]
Mekke'ye girince, İbn Dagınne:
"Ey Kureyş cemaatı! Ben Ebu Kuhâfe'nin oğlunu himayeme aldım! Ona hiç kimse dokunmayacak, ancak iyilik edecektir!" dedi. [192]
O akşam [193] Kureyş eşrafı arasında dolaşarak, onlara da:
"Ebu Bekir gibi bir zât ne yurdundan çıkar, ne de çıkarılır.
Siz hiç kimsenin kazandırmayacağını kazandıran, akrabayı görüp gözeten, işini görmekten âciz olanların yükünü taşıyan, konuğu ağırlayan, hak yolunda zuhur eden hadiselerde halka yardım eden bir adamı nasıl çıkarırsınız?!" diyerek çıkıştı. [194]
Kureyş müşrikleri İbn Dagınne'nin Hz. Ebu Bekir hakkındaki himayesini reddetmediler, [195] yerine getirdiler. [196] Hz. Ebu Bekir'e işkence etmekten vazgeçtiler. [197] Eman verdiler. [198]
Fakat, İbn Dagınne'ye:
"Ebu Bekir'e söyle! O Rabbine ibadetini evinin içinde yapsın! Orada istediği kadar namaz kılsın, Kur'ân okusun! Evinden başka yerde açıktan namaz kılıp Kur'ân okuyup da bizi rahatsız etmesin! [199] Çünkü, biz onun kadınlarımızı ve çocuklarımızı meftun etmesinden korkarız!" dediler.
İbn Dagınne, müşriklerin bu isteklerini Hz. Ebu Bekir'e söyledi. [200]
Hz. Ebu Bekir de öyle yaptı . [201]
Namazını açıkta kılmadı. Kur'ân-ı Kerîm'i de evinden başka yerde okumadı. [202]
Sonradan kendisinde bir fikir değişikliği olup, evinin önünde bir namazgah yaptı . [203]
Orada namaz kılmaya, Kur'ân okumaya başladı. [204]
Hz. Ebu Bekir'in evi Cumah oğullarının mahallesinde idi. [205]
Hz. Ebu Bekir yufka yürekli olup, [206] Kur'ân-ı Kerîm'i okurken ağlamaklı olur, [207] ağlar durur, gözünün yaşını tutam azdı. [208]
Kur'ân-ı Kerîm okurken, müşriklerin çocukları, kadınları onun başına dikilir, yığılır, ona bakışırlar, meftun olurlardı. [209]
Bu hali Kureyş müşriklerinin eşrafını korkuttu.
Onlar İbn Dagınne'ye haber saldılar. İbn Dagınne yanlarına gelince, [210] ona:
"Ey İbn Dagınne! [211] Biz Ebu Bekir hakkında Rabbine evinde ibadet etmek şart ile-himaye ve sıyanetine müsaade etmiştik.
Ebu Bekir ise bu haddi tecavüz ederek evinin önünde bir namazgah yapmış, içinde açıktan namaz kılmaya, Kur'ân okumaya başlamıştır.
Doğrusu, biz kadınlarımızın ve çocuklarımızın dinlerinden döndürülmelerinden korkuyoruz!
Sen Ebu Bekir'i bundan men et!
Eğer buna yanaşmaz, ille de namaz ve kıraatim ilan etmek isterse, kendisine verdiğin eman ve himaye sözünü sana iade etmesini iste! Gerçekten, biz, sana verdiğimiz sözden caymayı çirkin görüy¬oruz. Fakat, Ebu Bekir'in açıktan ibadet etmesine de söz vermiş değiliz" dediler.
Bunun üzerine İbn Dagınne Hz. Ebu Bekir'in yanına varıp: [212]
"Ey Ebu Bekir! Ben sana kavmini rahatsız edesin diye himaye taahhüdünde bulunmadım!
Onlar, senin şu yerinde bulunmandan, asla hoşlanmamakta ve senden rahatsız olmaktadırlar! Sen evinin içine gir de, istediğini evinin içinde yap! [213] Ey Ebu Bekir! Benim sana ne üzerinde söz vermiş olduğumu pekâlâ bilirsin! Şimdi sen ya o şarta göre hareket edersin, ya da senin üzerindeki himaye taahhüdümü bana iade edersin! Ben bir kimseye vermiş olduğum himaye taahhüdümü bozduğumu Arapların işitmesini istemem!" dedi. [214]
Hz. Ebu Bekir:
"Ben senin üzerimdeki himaye taahhüdünü sana iade edip de Allah'ın himayesiyle yetineyim mi?" diye sordu.
İbn Dagınne: "Evet! Himaye taahhüdümü bana iade et!" dedi. [215]
Hz. Ebu Bekir:
"Ey İbn Dagınne! Ben artık senin himayeni sana iade ediyorum.
Ben Yüce Allah'ın ve Resûlünün himayesine razıyım!" dedi. [216]
Bunun üzerine, İbn Dagınne:
"Ey Kureyşliler! Ebu Kuhâfe'nin oğlu himaye taahhüdümü bana iade etmiş, benim işim bitmiştir! Artık, sizin işiniz adamınızladır!" dedi. [217]
Hz. Ebu Bekir Kabe'ye giderken, Kureyş müşriklerinden bir beyinsiz, Hz. Ebu Bekir'in başına toprak saçtı.
O sırada, Velid b. Mugîre veya Âs b. Vâil ile karşılaşınca, ona:
"Şu beyinsizin yaptığını göremiyor musun?" diyerek yakındı.
Fakat, o müşrik:
"Bunu sen başına kendin getirdin!" dedi.
Hz. Ebu Bekir, başından toprağı silkelerken:
"Ey Rabbim! Sen ne kadar da Halîm'sin! Ey Rabbim! Sen ne kadar da Halîm'sin! Ey Rabbim! Sen ne kadar da Halîm'sin!" diyordu. [218]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET   İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:15 pm

HAMZA VE ÖMER

Hz. Hamza'nın Müslüman Oluşu

Hz. Hamza; Peygamberimiz (a.s.)ın amcası olup, [1] Süveybe Hatun önce Hz. Hamza'yı, sonra da Peygamberimiz (a.s.)ı emzirmiş olduğu için, Hz. Hamza Peygamberimiz (a.s.)ın sütkardeşi idi. [2]
Hz. Hamza nübüvvetin 6. yılında Müslüman oldu. [3]
Peygamberimiz (a.s.)ın bir gün Safa tepeciğinin yanında oturduğu sırada, Ebu Cehil [4] ile Adiyy b. Hamrâ ve İbn Esda, oraya uğradılar. [5] Ebu Cehil Peygamberimiz (a.s.)a sövüp saydı. [6] İslâm dinini ayıplamak, peygamberliğini tahkir etmek., gibi, Peygamberimiz (a.s.)ın hiç sevmediği şeyleri söyleyip; kendisini çok incitti. Peygamberimiz (a.s.) ise ona hiçbir şey söylemedi, kalkıp evine gitti.
Abdullah b. Cüd'an'ın azadlı kölesi bir hatun, evinden, Ebu Cehil'in bütün söylediklerini işitmişti. Ebu Cehil, Peygamberimiz (a.s.)a söyleyeceklerini söyledikten sonra, Kabe'nin yanında, Kureyşlilerin toplandıkları yere gitti, onlarla oturdu.
Çok geçmeden, Hz. Hamza, yayı omuzunda olduğu halde, avlanmaktan dönüp oraya geldi.
Kendisi avcı idi, daima avlanmaya giderdi. Avlanmaktan döndüğü zaman, Kabe'yi tavaf etmedikçe, sonra da Kureyşlilerin toplantı yerine uğrayarak onları selamlayıp kendileriyle biraz konuşmadıkça, evine gitmezdi.
Hz. Hamza, Kureyş yiğitleri arasında en şerefli ve en güçlü olanı, taşkınlığa ve haksızlığa hiç dayan¬mayanı idi.
Safa tepeciğinden Kabe'ye doğru giderken, azadlı cariye ona:
"Ey Umâre'nin babası! Kardeşinin oğlu Muhammed'e biraz önce Ebu'l-Hakem Amr b. Hişam tarafın¬dan yapılan kötülüğü görmüş olsaydın, sen hiç dayanamazdın.
Onu orada otururken bulup sövdü saydı, hoşuna gitmeyecek şeyler söyledi, incitti. Sonra da dönüp gitti.
Muhammed ise ona hiçbir şey söylemedi" dedi.
Yüce Allah Hz. Hamza'nın iyiliğini dilediği için, kendisi, kadının söylediği şeylerden son derece öfke¬lendi; ve hiç kimsenin yanında durmayıp, Ebu Cehil ile karşılaşınca ona yapacağını yapmak üzere hızla Mescid-i Haram'a girdi.
Ebu Cehil'in Kureyşlilerden bir cemaat arasında oturduğunu gördü, ona doğru vardı. Başucuna dik¬ildi, hemen yayını kaldırıp onun başına şiddetle vurdu. Başını fena halde yaraladı.
"Sen misin ona sövüp sayan?
İşte, ben de onun dinindeyim!
Onun söylediğini söylüyorum!
Gücün yetiyorsa, o yaptıklarını bana da yap bakayım" dedi. [7]
Ebu Cehil'in mensup bulunduğu Manzum oğullarından bazı kimseler, Hz. Hamza'ya karşı Ebu Cehil'e yardım etmek üzere ayağa kalkıverdiler [8] ve ona:
"Biz seni dininden dönmüş görüyoruz!" dediler.
Hz. Hamza:
"Onun [Hz. Muhammed (a.s.)ın] dininin hak ve gerçek olduğu, bence belli olmuştur!
Beni ondan kim men edebilir?
Ben Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet ediyorum. Onun söyledikleri hak ve gerçektir.
Vallahi, ben ondan ayrılmam!
Eğer sözünüzde sadıklar iseniz, haydi bana engel olun bakayım?" dedi. [9]
Ebu Cehil kendi kavminden olanlara:
"Bırakın Ebu Umâre'yü
Vallahi ben onun kardeşinin oğluna çok kötü sövüp saymıştım" dedi. [10]
Hz. Hamza evine dönünce, şeytan ona vesvese vermeye ve:
"Sen Kureyşlilerin seyyidi, ulu kişisi idin!
Şu, dinden dönen kişiye uyup, atalarının dinini bıraktın ha!?
Ölmek, bu yaptığın şeylerden, senin için daha hayırlıdır!" diyerek kalbini, zihnini karıştırmaya başladı.
Öfkeye kapılarak "Ben de onun dediği üzereyim!" deyip babalarının ve kavminin dinini bıraktığına pişmanlık duyar gibi oldu!
Geceyi, gözüne uyku girmeksizin, ağır bir iş ve şüpheler içinde geçirdi, ve:
"Ey Allah! Şu yaptığım şey doğru ise, onun doğru olduğunu kalbime tasdik ettir! Değilse, bu husus¬ta benim için çıkar yolu kalbime doğdur!" diyerek Allah'a yalvardı. [11] Sonra da, Kabe'ye gidip, göğsünü hakka açmasını ve kendisinden şüpheyi, şüphelenmeyi gidermesini Yüce Allah'tan diledi. [12] Ertesi günü, sabahleyin Peygamberimiz (a.s.)ın yanına vardı. [13] Uykusunu kaçıran şüphe ve tereddütlerini Peygamberimiz (a.s.)a haber verdi: [14]
"Ey kardeşimin oğlu! Ben öyle bir iş içine düştüm ki, onun çıkış yolunu bilemiyorum. Ey kardeşimin oğlu! Senin bana bir söz söylemeni çok arzu ediyorum" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) ona va'z u nasihatta bulundu. Ahiret azab ve nimet¬lerini anlattı. Onu azab ile korkuttu, Cennet ile sevindirdi.
Yüce Allah Hz. Hamza'nın kalbine imanı Resûlullah (a.s.)ın sözleri ile yerleştirdi. [15] Kalbini yakîn ile doldurdu. [16]
Hz. Hamza bu yolda söylediği bir şiirinde şöyle dedi:
"Kalbimi İslâmiyete, hanîf olan dine yönelttiği zaman, Allah'a hamdettim. O din ki, kullarının bütün yaptıklarından haberdar olan; hepsinin iyisini kötüsünü bilen; mâsiyetleri sebebiyle kendilerini açlıktan, susuzluktan öldürmeyip, lutfu ile muamele eden; kudretiyle herşeye üstün gelen Rabbü'l-âlemîn tarafın¬dan gelmiştir.
Onun emirleri bize okunduğu zaman, kalb ve akıl sahibi olanların gözlerinden yaşlar boşanır.
Onlar apaçık Kur"ân âyetleri olarak Ahmed'e gelmiştir ki, Ahmed Mustafa içimizde sözü dinlenir ve kendisine boyun eğilir biridir!
Hayır! Vallahi, biz o kavimle aramızdakini kılıçla halletmedikçe, kendisini hiç kimseye vermeyiz! Ona yardımı kesmeyiz!" [17]
Hz. Hamza'nın Müslüman oluşu, Peygamberimiz (a.s.)ı çok sevindirdi [18] ve güçlendirdi. [19]
Hz. Hamza, Yüce Allah'ın dinini kendileriyle güçlendirdiği sayılı kişilerdendi. [20]
Allah, ondan razı olsun!
Hz. Hamza Müslüman olunca; Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.)a yapageldikleri işkencelerin bir kısmından vazgeçtiler. [21]

Hz. Ebu Bekir'in Mescid-i Haram'da Müşrikleri İslamiyete Davet Edişi

Hz. Hamza'nın Müslüman olduğu günde idi [22] ki, Peygamberimiz (a.s.)ın yanında, o sıra¬da, toplu bir halde [23] otuzsekiz [24] veya otuzdokuz [25] sahabe bulunuyordu.
Hz. Ebu Bekir Peygamberimiz (a.s.)ın Müslümanlarla birlikte Mescid-i Haram'a gidip herke¬si İslâm iyete davet ve teşvik etmesi için ısrar ediyor, Peygamberimiz (a.s.) da "Ey Ebu Bekir! Biz henüz azız, bu işe yetmeyiz" buyuruyordu.
Hz. Ebu Bekir ısrar edip durunca, Peygamberimiz (a.s.) ashabıyla birlikte Dârül-Erkam'dan çıkıp Mescid-i Haram'a gitti.
Müslümanlardan her biri, Mescid-i Haram'da bulunan kendi kabilelerinden insanların yanlarına dağıldılar.
Peygamberimiz (a.s.) oturduğu sırada [26] Hz. Ebu Bekir ayağa kalkıp halkı Allah'a ve Resûlullaha inanmaya davet edince, müşrikler Hz. Ebu Bekir1n [27] ve Müslümanların [28] üzerlerine yürüdüler.
Hz. Ebu Bekir'i [29] ve oradaki Müslümanları, Mescid-i Haram'ın her tarafında, [30] en şiddetli bir şekilde [31] dövmeye başladılar. [32]
Hele Hz. Ebu Bekir'i, fâsık Utbe b. Rebia, kamının üzerine çıkıp çiğnedi.
Yüzünü demir ayakkabı I arıyla tekmeledi, şişirdi.
Hz. Ebu Bekir'in yüzünde, bumu belirsiz oldu!
Kabilesi olan Teym oğulları gelip yetişince, müşrikler Hz. Ebu Bekir'den uzaklaştılar.
Teym oğulları Hz. Ebu Bekir'i baygın bir halde, bir örtünün içinde evine götürüp koydular. Kendisinin öleceğini sandılar.
Hemen geri dönüp Mescid-i Haram'a girdiler ve:
"Vallahi, Ebu Bekir ölecek olursa, biz de muhakkak Utbe b. Rebiayı öldürürüz!" dediler ve yine Hz. Ebu Bekir'in yanına döndüler.
Hz. Ebu Bekir ancak günün sonuna doğru kendine gelip konuşabilmiş ve:
"Resûlullah (a.s.) ne yapıyor? Ne haldedir?
Müşrikler ona dil uzatmaya ve hakaret etmeye başlamışlardı!" deyip durmuştu. [33]
Teym oğulları, Hz. Ebu Bekir'in yanından kalktılar ve ayrılırken, annesi Ümmü'l-Hayr'a:
"Birşey yemek veya içmek isteyip istemediğini kendisine bir sor bakalım?" dediler.
Evtenhalaşınca, annesi Ümmü'l-Hayr, Hz. Ebu Bekir'e:
"Birşey yesen, içsen!" deyip duruyor, Hz. Ebu Bekir ise:
"Resûlullah (a.s.) ne yapıyor? Ne haldedir?" diyordu.
Ümmü'l-Hayr:
"Vallahi, arkadaşın hakkında benim hiçbir bilgim yok!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Öyle ise, Ümmü Cemil binti Hattab'a git. Resûlullah'ı ondan sor" dedi.
Ümmü'l-Hayr, Ümmü Cemil'in yanına gitti, ve:
"Ebu Bekir senden Muhammed b. Abdullah'ı soruyor" dedi.
Ümmü Cemil:
"Ben ne Ebu Bekir'i, ne de Muhammed b. Abdullah'ı tanırım! İstiyorsan, seninle birlikte, oğlunun yanına kadar gideyim" dedi.
Ümmü'l-Hayr:
"Olur!" dedi.
İkisi birlikte, Hz. Ebu Bekir'in yanına geldiler.
Ümmü Cemil Hz. Ebu Bekir'i böyle, yerlere çalınmış, mahvolmuş bir halde bulunca, kendisini tuta-mayarak çığlık kopardı:
"Vallahi sana bunu yapan bir kavim muhakkak azgın ve sapkındır!
Ben, senin öcünü onlardan almasını, Allah'tan diler ve umarım!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Resûlullah (a.s.) ne yapıyor? Ne haldedir?" diye sordu.
Ümmü Cemil:
"Şu annen, onun hakkında söyleyeceğimi işitir!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Ondan sana hiçbir kötülük gelmez" dedi.
Bunun üzerine, Ümmü Cemil:
"Selâmettedir ve iyidir" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Şimdi nerededir o?" diye sordu.
Ümmü Cemil:
"Erkam'ın evindedir" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Allah'a andolsun ki, Resûlullah (a.s.)a gitmedikçe ne bir yiyecek tadarım, ne de bir içecek içerim!" dedi.
Ortalık sakinleşip halkevlerine çekilinceye kadar bekledikten sonra, annesi ve Ümmü Cemil, koltuk¬larına girerek Hz. Ebu Bekir'i Peygamberimiz (a.s.)ın yanına götürdüler. [34]
Hz. Ebu Bekir Peygamberimiz (a.s.)ı görür görmez, kendisini üzerine attı ve öptü.
Orada bulunan Müslümanlarda Hz. Ebu Bekir'e sarıldılar. [35]
Hz. Ebu Bekir'in hali Peygamberimiz (a.s.)ı son derecede rikkate getirdi.
Hz. Ebu Bekir:
"Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah!
O fâsık adamın yüzümü gözümü belirsiz etmesinden başka bir sıkıntım yok!" dedi. [36]

Hz. Ebu Bekir'in Annesinin Müslüman Oluşu

Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Rasûlallah! Şu annem, ebeveynine ve çocuklarına karşı çok iyiliklidir.
Sen mübareksin! Onun için Allah'a dua ve kendisini de İslâmiyete davet et! Belki Allah senin sayende onu Cehennem ateşinden korur!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) onun için Allah'a dua edip kendisini Allah'a imana davet edince, Ümmü'l-Hayr Müslüman oldu. [37]
Allah ondan razı olsun! [38]

Tuleyb b. Umeyr'in Teşviki ile Ervâ Hatunun Müslüman Oluşu

Ervâ Hatunun oğlu Tuleyb b. Umeyr Darü'l-Erkam'da Müslüman olmuş, [39] Habeş ülkesine yapılan hicrete de katılmıştı. [40] Tuleyb b. Umeyr, bir gün, annesi Ervâ binti Abdulmuttalib'in yanına varıp:
"Bak! Ben Muhammed (a.s.)a uydum, Allah'a boyun eğdim, Müslüman oldum!" dedi.
Ervâ Hatun:
"Hiç şüphesiz, dayının oğlu, senin yardımına ve desteğine herkesten daha lâyıktır. Vallahi, onu erkeklere karşı korumaya gücümüz yetseydi, her tecavüzden korurduk!" dedi.
Tuleyb b. Umeyr
"Ey anne! Seni Müslüman olmaktan ve ona uymaktan alıkoyan nedir? Halbuki, kardeşin Hamza da Müslüman oldu!" dedi.
Ervâ Hatun:
"Bakarım. Kızkardeşlerim ne yaparsa, ben de öyle yapar, onlardan birisi olurum" dedi.
Bunun üzerine Tuleyb:
"Öyle ise, sen ona giderek Müslüman oluncaya ve kendisinin peygamberliğini tasdik edip 'Allah'tan başka ilâh yoktur deyinceye kadar, ben de Allah'a yalvarır dururum" deyince, Ervâ Hatun:
"Şehadet ederim ki: Allah'tan başka ilâh yoktur! Ve yine şehadet ederim ki: Muhammed, Allah'ın Resûlüdür!" dedi.
Ervâ Hatun, Peygamberimiz (a.s.)a dili ile yardımcı olmaktan, oğlunu da bu yolda yardım¬cı olmaya, İslâm davası üzerinde durmaya teşvik etmekten geri durmadı . [41]
Tuleyb b. Umeyr, bir gün, Ebu Cehil'in [42] Kureyş müşriklerinden yanındaki birkaç kişi ile [43] Peygamberimiz (a.s.)ın önünün keserek [44] ona eza ettiğini, [45] sövüp saydığını [46] görünce, dayanamamış; [47] eline geçirdiği deve çene kemiği ile [48] vurup, Ebu Cehil'in başını yanmıştı. Tuleyb'i tutup bağlamışlar. [49] dayısı Ebu Leheb de bağını çözmüş, [50] onu kurtarmıştı. [51] Ervâ Hatuna:
"Tuleyb'in Muhammed için kendisini tehlikeye attığını görüyor musun?!" denildiği zaman, Ervâ Hatun:
"Onun günlerinin hayırlısı, dayısının oğluna yardım ettiği gündür. O, Allah katından hakkı ve gerçeği getirmiştir!" dedi. Kendisine:
"Demek, sen de Muhammed'e tâbi oldun ha?!" dediklerinde Ervâ Hatun:
"Evet! Tâbi oldum" dedi.
Müşriklerden bazıları, gidip bunu Ebu Leheb'e haber verdiler.
Ebu Leheb hemen Ervâ Hatunun yanına vardı ve:
"Senin, baban Abdulmuttalib'in dinini bırakıp da Muhammed'e tâbi olduğuna şaşılır!" dedi.
Ervâ Hatun:
"Kalk! Sen de kardeşinin oğlunun yanında durup ona yardımcı, onu savunucu ol! Eğer onun dini üstün gelirse, sen onun dinine girip kendisiyle birlikte bulunmayı veya kendi dininde kalmayı seçmekte serbest olursun! Aksi halde ise, ona yardımında mazur sayılırsın!" dedi.
Ebu Leheb:
"Onun sonradan sonraya ortaya çıkarıp getirdiği bir dini bütün Araplara karşı savunmaya bizim gücümüz mü var?" diyerek dönüp giderken, [52] Ervâ Hatun:
"Tuleyb dayısının oğluna yardım etti. Ondan canını, malını esirgemedi" dedi. [53]
Allah onlardan razı olsun! [54]

Müslüman Olan Sahabe Annelerinden Bazıları

Hz. Ali'nin annesi Fâtıma Hatun, [55]
Hz. Ebu Bekir'in annesi Ümmü'l-Hayr Hatun (İbn Esîr, Usdu'l-gâbe, c. 7, s. 326),
Hz. Osman'ın annesi ve Peygamberimiz (a.s.)ın halası Ümmü Hakîm Beyzâ Hatunun
kızı olan Ervâ Hatun, [56]
Abdurrahman b. Avf'ın annesi Şifâ Hatun. [57]
Talha b. Ubeydullah'ın annesi Sâbe Hatun, [58]
Zübeyr b. Avvam'ın annesi ve Peygamberimiz (a.s.)ın halası Safiyye Hatun, Mekkeli
sahabe annelerindendi. [59]

Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)a Eski Tekliflerini Tekrarlamaları

Hz. Hamza'nın Müslüman olduğu ve Müslümanların sayılarının günden güne arttığının görüldüğü sıralarda idi. [60] ki; içlerinde Ebu Cehil de bulunan, [61] Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, bir gün toplantı yaptlar [62] ve:
"Muhammed'in işi yaygınlaştı, işlerimizi karıştırdı. [63]
Sihirde, kehanette, şiirde en bilgiliniz kim ise araştırın da, [64] topluluğumuzu dağıtan, işimizi karıştıran, dinimizi ayıplayan [65] şu adamın yanına vanp kendisiyle bir konuşsun; [66] üzerinde direndiği şeyle ne yapmak istediğine bir baksın! [67] Onun haberini bize getirsin! [68] Buna da, Utbe b. Rebia'dan daha uygun bir kimse bilemiyoruz" dediler. [69]
O sırada Utbe b. Rebia müşriklerin yanında bulunuyor, Peygamberimiz (a.s.) da toplantı yerine yakın bir tarafta yalnız başına oturuyordu. [70]
Utbe b. Rebia:
"Vallahi, ben şiir, kehanet ve sihrin her çeşidini işitmiş ve bunlar hakkındaki bilgilere vukuf hâsıl etmiş bulunuyorum. Bana, bunların gizli, kapalı kalan bir tarafı yoktur! [71]
Ey Kureyş cemaatı! Ben kalkıp Muhammed'in yanına varayım. Onunla konuşayım.
Kendisine bazı şeyler teklif edeyim.
Teklif edeceğim şeylerden hangisini kabul ederse, istediğini kendisine veririz.
Belki artık bizimle uğraşmaktan vazgeçer!" dedi.
Müşrikler:
"Olur, ey Ebu'l-Velid! Kalk, onun yanına var, kendisiyle konuş!" dediler.
Utbe hemen kalktı, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına varıp oturdu ve:
"Ey kardeşimin oğlu! Sen de biliyorsun ki; kabile içinde, şeref ve soyca aramızda üstün bir mevki desin.
Fakat, kavminin başına büyük bir iş, bir gaile getirdin!
Onunla, onların topluluklarını dağıttın!
Onunla, onların akıllarını akılsızlık saydın!
Onunla, onların ilahlarını ve dinlerini ayıpladın!
Onunla, onların babalarından gelip geçmiş olanları tekfir ettin! [72]
Ey Muhammedi Sen mi daha hayırlısın? Yoksa Hâşim mi daha hayırlı [73]
Ey Muhammedi Sen mi daha hayırlısın? Yoksa Abdulmuttalib mi daha hayırlı?
Sen mi daha hayırlısın? Yoksa Abdullah mı daha hayırlı?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.), Utbe'nin bu sorularına hiç karşılık vermedi, sustu. [74]
Utbe:
"Eğer bunların senden daha hayırlı olduğunu kabul ediyorsan, bunlar senin ayıplamakta olduğun ilahlara tapıyorlardı!
Yok, eğer sen onlardan hayırlı olduğunu sanıyorsan, konuş! Bu yoldaki sözünü de dinleyelim?
Biz hiçbir zaman kavmine senden daha uğursuz ve ağır gelen birşey görmedik.
Topluluğumuzu dağıttın! İşimizi karıştırdın! Araplar içinde bizi rezil ettin!
Kureyşliler içinde bir sihirbaz, bir kâhin türemiş!1 dedirttin!
Vallahi, biz kılıçlarımızla birbirimizi yok etmeye kalkacağımız, çığlık koparılacak andan başkasını bekleyemiyoruz! [75]
Gel, sen beni dinle:
Sana bazı şeyler teklif edeceğim!
Onların üzerinde dur! Düşün! Belki onlardan bazısını kabul etmek işine gelir" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Söyle ey Ebu'l-Velid! Dinliyorum" buyurdu.
Utbe:
"Ey kardeşimin oğlu! Eğer sen getirdiğin bu işle mal elde etmek istiyorsan, sen malca en zengini¬miz oluncaya kadar, mallarımızdan senin için mal toplayalım.
Eğer sen bununla şeref ve şan kazanmak istiyorsan, seni üzerimize seyyid yapalım ve sensiz hiçbir işe karar vermeyelim.
Eğersen bununla kral olmak istiyorsan, seni kendimize kral yapalım.
Eğer bu sana gelen şey, sana görünüp de kendinden uzaklaştırmaya güç yetiremediğin bir tâbi' cin işi ise, seni tedavi ettirelim? Seni ondan kurtarıncaya kadar, mallarımızı bu uğurda saçarcasına harcay¬alım? Tedavi edilinceye kadar tâbi cinin adama sataşıp durduğu olabilir!" dedi.
Utbe sözlerini bitirinceye kadar Peygamberimiz (a.s.) onu dinledi ve:
"Ey Ebu'l-Velid! Söyleyeceklerini, söyleyip bitirdin mi?" diye sordu.
Utbe "Evet" deyince, Peygamberimiz (a.s.):
"Sen de, şimdi beni dinle!" buyurdu.
Utbe "Öyle yapayım" dedi.
Peygamberimiz (a.s.), Besmele çekerek Fussilet sûresini okumaya başladı.
Utbe de, susup, iki elini arkasından yere dayayıp onu dinledi.
Peygamberimiz (a.s.), Fussilet sûresinin secde âyeti olan 37. âyetini de okuyup secde ettik¬ten sonra:
"Ey Ebu'l-Velid! Hiç işitmediğini dinlemiş bulunuyorsun!
Artık işte sen, işte o!" buyurdu.
Bundan sonra, Utbe kalkıp arkadaşlarının yanına varırken, arkadaşları birbirlerine:
"Allah'a and içeriz ki; Ebu'l-Velid, size, buradan gidişinden başka biryüzle geldi!" dediler.
Gelip yanlarına oturduğu zaman, Utbe'ye:
"Ey Ebu'l-Velid! Arkanda ne haber var?" diye sordular.
Utbe:
"Arkamdaki haber; vallahi, ben şimdiye kadar bir benzerini daha işitmemiş olduğum bir sözü işitmiş bulunuyorum.
Vallahi, o ne şiirdir, ne sihirdir, ne de kehânettir!
Ey Kureyş cemaatı! Gelin, beni dinleyin!
Siz bu işi bana bırakın. Şu adamı, üzerinde durduğu şeyle başbaşa bırakın! Siz aradan çekilin! Ondan uzak durun!
Vallahi, kendisinden dinlemiş olduğum söz, büyük bir haber olacaktır!
Eğer onu Araplar öldürürlerse, sizden başkasıyla onun hakkından gelmiş olursunuz.
Eğer o Araplara hakim olursa, onun hakimiyeti sizin hakimiyetiniz, onun kudret ve şerefi sizin kudret ve şerefiniz demektir.
Siz böylece, onun sayesinde, insanların en mutlusu olursunuz! [76]
Ey kavmim! Gelin, bugün bana itaat edip sözümü dinleyin de, sonra tek bana isyan edin!" dedi. [77]
Kureyşliler:
"Vallahi, ey Ebu'l-Velid! O, seni de diliyle sihirlemiş!" dediler.
Utbe:
"Bu, benim onun hakkındaki görüşümdür. Siz nasıl istiyorsanız öyle yapın!" dedi. [78]
Utbe'nin, Kureyş müşriklerine "Muhammed 'Onlar bu beyandan sonra yine imandan yüz çevirir¬lerse, 'Âd ve Semûd'u çarpan yıldırım gibi, size de bir azabın gelip çatabileceğini hatırlatırım' de!1 dediği zaman, ağzını elimle tutarak, daha fazla okumaması için, kendisine akrabalık adına and verdim. Çünkü, Muhammed birşey söylediği zaman hiç yalanlanmadığını bildiğim için, üzerinize azab ineceğinden kork¬tum" dediği de rivayet edilir. [79]

Hz. Ömer'in Müslüman OIuşu

Hz. Ömer'in annesi Hanteme [80] Ebu Cehil'in amcasının kızı olduğuna göre, Ebu Cehil Hz. Ömer'in dayısı sayılırdı. [81]
Hz. Ömer, Müslüman olmadan önce, Peygamberimiz (a.s.)a ve Müslümanlara karşı, insan¬ların en katı davrananı idi. [82]
Hz. Ömer'in Müslüman oluşu Kureyş müşriklerinin Habeş ülkesine hicret eden Müslümanları kendi¬lerine teslim etmesi için ona ve kumandanlarına sunulacak hediyelerle birlikte Necaşî'ye gönderdikleri Amr b. Âs ve Abdullah b. Ebi Rebia'nın elleri boş olarak, hoşlarına gitmeyen bir şekilde geri çevrildikleri sıralarda, [83] ve Hz. Hamza'nın Müslüman oluşundan üç gün sonra olup; [84] bu da, nübüvvetin altıncı yılında, [85] Zilhicce ayından [86] bir Cuma günü idi. [87]
Peygamberimiz (a.s.), Dârü'l-Erkam'da Pazartesi günü: [88]
"Ey Allah! Şu iki adamdan, Ebu Cehil veya Ömer b. Hattab'dan, sana sevgili olanı ile İslâm'ı aziz kıl, güçlendir!" diyerek dua etmişti. [89]
Hz. Ömer der ki:
"Ben, Müslüman olmadan önce, Resûlullah (a.s.)a sataşmak için evden çıkıp, kendisini bul¬dum. O, Mescid-i Haram'a erişmekte beni geçmişti. Ben de, vanp arkasında, ayakta durdum.
Resûlullah (a.s.) el-Hâkka sûresini okumaya başladı . [90]
Dinlediğim kelamın belagatına, düzgünlüğüne, derii-topluluğuna hayran oldum. Kendi kendime:
'Bu, vallahi, Kureyşlilerin dediği gibi, bir şair galiba!' dedim.
O sırada, Resûlullah, sûrenin şu (mealdeki) âyetlerini okudu:
'Gördüğünüz, görmediğiniz şeylere and ederim ki: Hiç kuşkusuz, o (Kur'ân), Allah katında çok şere¬fli bir resûlün (Allah'tan telakki ettiği) sözüdür!
O, bir şair sözü değildir! Siz ne az inanır (adamlar)sınız!' [91]
Ben, yine, kendi kendime:
'Galiba, bu bir kâhindir! (İçimden geçirdiklerimi anladı!)' dedim.
Resûlullah (a.s.) şu (mealdeki) âyetleri okumaya devam etti:
'O, bir kâhin sözü de değildir! Siz ne kıt düşünür (adamlarsınız!
O (Kur'ân), âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.
Eğer, (Peygamber, söylemediğimiz) bazı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı, elbette, onun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverir, sonra da, muhakkak onun kalb damarını koparır (kendisini yaşatın az) dik!
O vakit, sizden hiçbiriniz, buna mâni de olamazdınız!
Şüphe yok ki, o (Kur'ân), fenalıktan korunanlar için kafi bir öğüttür.
İçinizde onu yalan sayanlar bulunduğunu, elbette, Biz de biliyoruz. Muhakkak ki, o (Kur'ân), kâfirler üzerine bir hasrettir (iç yarasıdır)!
Hiç kuşkusuz, o (Kur'ân) kesin bilginin tam gerçeğidir.
O halde, o büyük Rabbini, Kendi ismiyle teşbih (ve tenzih)e devam et!' [92]
Resûlullah (a.s.) sûreyi böylece okuyup bitirdiği zaman, her yerde, kalbime İslâm meyli düştü." [93]
Yine, Hz. Ömer der ki:
"Ben Cahiliye devrinde içkici idim. İçki içmeyi çok sever ve içince neşelenirdim.
İslâmiyetten nefret duyar ve uzak dururdum.
Hazvere'de, Ömer b. Abd b. İmrânül-Mahzumilere ait evlerin yanında, Kureyş erkeklerinden bazılarının içinde toplandığı bir toplantı yerimiz vardı.
Bir gece, toplantı arkadaşlarımla buluşmak arzusu ile bu toplantı yerine gitmiştim.
Oraya vardığımda, toplantı yerinde onlardan hiç kimseyi bulamadım. Kendi kendime 'Filan içkicinin yanına gideyim. Belki onda biraz içki bulur, içerim' dedim. Kendisi Mekke'de içki satardı.
Bu maksatla ona gittim. Fakat kendisini bulamadım. Yine, kendi kendime 'Bari Kabe'ye gideyim, onu yedi veya yetmiş kere tavaf edeyim' dedim.
Kabe'yi tavaf etnek arzusuyla Mescid-i Haram'a vardım.
Bir de gördüm ki, Resûlullah (a.s.) durmuş, namaz kılıyordu.
Kendisi, namaza durduğu zaman Şam'a doğru yönelir ve Kabe, Şam ile kendisinin arasında kalırdı. Namaz kıldığı yer, Rüknü'l-Esved ile Rüknü Yemânî arası idi.
Onu görünce, kendi kendime:
'Vallahi, ne olursa olsun, bu gece Muhammed'in söylediklerini işitmek için durup dinlemek istiyorum' dedim.
Yine, kendi kendime:
'Dinlemek için onun yanına yaklaşacak olursam, belki kendisini korkutmuş olabilirim' dedim. Hicr köşesine gittim. Orada, Kabe'nin örtüsünün altına girdim. Örtünün arkasından yavaş yavaş yürüdüm. Resûlullah (a.s.), ayakta durup namaz kılıyor ve Kur'ân okuyordu.
Ben, yürüyerek onun karşısına kadar gelip, kıblesinde durdum.
Aramızda, Kabe'nin örtüsünden başka birşey yoktu.
Kur'ân'ı dinlediğim zaman, kalbim ona karşı yumuşadı." [94]
İbn İshak, İbn Hişam; Hz. Ömer'in Müslüman oluşunu şöyle anlatırlar:
Hz. Ömer'in kızkardeşi Fâtıma binti Hattab Hatun, Saîd b. Zeyd ile evli olup, ikisi de Müslüman olmuşlardır.
Fakat, Müslümanlıklarını Hz. Ömer'den gizli tutuyorlardı.
Yine Hz. Ömer'in mensup bulunduğu Adiyy b. Ka'b oğullarından Nuaym b. Abdullah da Müslüman olmuştu. O da, kavminden korktuğu için, Müslümanlığını gizli tutuyordu.
Habbab b. Enet, Fâtıma Hatuna gelip gidip Kur'ân okur ve okuturdu. Bir gün, Hz. Ömer, Peygamberimiz (a.s.) ile ashabından bir cemaata saldırmak üzere, kılıcını kuşanmış olarak evinden çıkmıştı.
Peygamberimiz (a.s.)la ashabının Safa tepeciğinin yanındaki bir evde toplandıkları ve kadınlı-erkekli kırk kişiye yakın oldukları, kendisine haber verilmişti.
Dârü'l-Erkam'da; Peygamberimiz (a.s.) ile amcası Hz. Hamza, Ashab-ı Kiramdan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali ve Habeş ülkesine hicret etmeyip Peygamberimiz (a.s.)la birlikte Mekke'de oturan Müslümanlardan bazıları da bulunuyordu. [95]
Nuaym b. Abdullah Hz. Ömer'e rastladı ve:
"Ey Ömer! Nereye gitmek istiyorsun?" diye sordu. [96]
Hz. Ömer:
"Kureyşlilerin işlerini darmadağın eden, akıllarını akılsızlık sayan, dinlerini ayıplayan, ilahlarına dil uzatan, şu ata dinini bırakıp yeni din tutan Muhammed'e gitmek istiyorum. Öldüreceğim onu!" dedi.
Nuaym b. Abdullah:
"Vallahi ey Ömer! Seni nefsin aldatmıştır, nefsin!
Sen Muhammed'i öldürünce Abdi Menaf oğullarının seni yeryüzünde gezer bırakacağını mı sanıy¬orsun?!
Sen kendi ev halkına dönsen de, onların işi üzerinde dursan olmaz mı?" dedi.
Hz. Ömer:
"Sen benim ev halkından, hangisini kastediyorsun?" diye sordu.
Nuaym b. Abdullah:
"Amcanın oğlu enişten Saîd b. Zeyd ile kızkardeşin Fâtımayı kastediyorum! Vallahi, onların ikisi de Müslüman oldular, Muhammed'e uydular ve onun dinine girdiler! Sana önce onlarla ilgilenmek düşer" dedi.
Hz. Ömer, hemen geri dönüp kızkardeşiyle eniştesinin evine kadar gitti.
O sırada, onların yanında Habbab b. Enet ve onun yanında da, içinde Fatiha sûresi yazılı bir sahife bulunuyor, onu onlara okuyordu.
Hz. Ömer'in tıkırtısını işittikleri zaman, Habbab evin bir köşesinde gizlendi.
Fâtıma Hatun sahifeyi alıp uyluğunun altına sakladı.
Hz. Ömer, evin yanına geldiği zaman, Habbab'ın Fâtıma Hatunla Saîd b. Zeyd'e Kur'ân okuduğunu işitmişti. Eve girince:
"İşitmiş olduğum o şey ne idi?" diye sordu.
Kızkardeşiyle eniştesi:
"Sen birşey işitmedin!" dediler.
Hz. Ömer:
"Evet! Vallahi, ikinizin de Muhammed'e uyduğunuzu ve onun dinine girdiğinizi haber aldım!" dedi ve hemen eniştesi Saîd b. Zeyd'in üzerine çullandı.
Fâtıma Hatun da kalkıp onu kocasının üzerinden ayırmak, uzaklaştırmak isteyince, Hz. Ömer vurup Fâtıma Hatunun başını yardı!
Hz. Ömer bunu yapınca, kızkardeşi de, eniştesi de:
"Evet! Biz Müslüman olduk! Allah'a ve Resûlüne iman ettik!
Sen istediğini yap!" dediler.
Hz. Ömer kızkardeşinin başını yarıp kanattığını görünce, yaptığına pişman oldu, yapmak istediği şeylerden vazgeçti. Kızkardeşine:
"Demin okuduğunuzu sizden dinlediğim şeylerin yazılı bulunduğu sahifeyi bana ver de, Muhammed'in getirdiği şeyin ne olduğuna bir bakayım?" dedi.
Kızkardeşi:
"Biz senin sahifeye birşey yapmandan korkanz!" dedi.
Hz. Ömer:
"Korkma!" dedi ve onu okuduktan sonra geri vereceğine, ilahları üzerine yemin etti.
Bunun üzerine, Fatma Hatun, onun Müslüman olacağını umarak:
"Ey kardeşim! Sen, puta taptığın müddetçe, pissin (temiz değilsin)! Halbuki, ona (Kur'ân-ı Kerîm yazılı sahifeye), pâk olandan başkası dokunamaz!" dedi.
Hz. Ömer kalkıp yıkanınca, Fâtıma Hatun ona sahifeyi verdi. Verdiği sahifede Tâhâ sûresi yazılı idi. Hz. Ömer sûreyi baş tarafından okumaya başladı [97] ve onaltı âyet okudu. [98]
"Bu sözler ne kadar güzel! Ne kadar değerli!" demekten, kendini alamadı.
Habbab, bunu işitince, saklandığı yenden çıkıp Hz. Ömer'in yanına geldi ve:
"Ey Ömer! Vallahi, Allah'ın, Peygamberinin duasını sana nasip edeceğini umuyorum. Ben dün Peygamber (a.s.)dan işittim ki; o, 'Ey Allah! İslâm'ı, Ebu'-Hakem b. Hişam veya Ömer b. Hattab ile güçlendir!' diyerek dua etmişti.
Ey Ömer! Artık Allah'tan kork, Allah'tan" dedi.
Hz. Ömer, Habbab'a:
"Ey Habbab! Sen bana Muhammed'in bulunduğu yeri göster de, yanına varıp Müslüman olayım!" dedi. [99]
Habbab:
"O, Safa tepeciğinin yanındaki bir evin içindedir. Kendisinin yanında da, ashabından bazıları bulunuyor" dedi.
Hz. Ömer hemen kalkıp kılıcını kuşandı. Sonra, Peygamberimiz (a.s.)la ashabının bulun¬duğu yere vanp kapılarını çaldı.
Hz. Ömer'in sesini işitince, Peygamberimiz (a.s.)ın yanında bulunan bir zât [100] kalkıp kapının gediğinden dışarı baktı.
Hz. Ömer'i kılıcını kuşanmış olarak görünce, korktu. Peygamberimiz (a.s.)ın yanına döndü:
"Yâ Rasûlallah! Bu, Ömer b. Hattab'dır! Kılıcını kuşanmış bir haldedir!" dedi.
Hz. Hamza:
"Ona izin ver! Eğer iyilik için geldiyse, kendisine bol bol iyilik ederiz!
Eğer kötülük için geldiyse, onu kendi kılıcıyla öldürürüz!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ona izin veriniz!" buyurdu.
Kapıdaki zât (Bilal-i Habeşî) ona izin verdi.
Peygamberimiz (a.s.) kalkıp ona doğru vardı ve kendisiyle avluda karşılaştı.
Kuşağından ve ridasının toplandığı yerden tutup, kendisine doğru hızlıca çekti ve:
"Ey Hattab'ın oğlu! Neye geldin?!
Vallahi, Allah'ın senin başına bir musibet indirmesine kadar duracağını sanmıyorum" buyurdu.
Hz. Ömer:
"Ey Allah'ın Resûlü! Ben Allah'a, Allah'ın Resûlüne ve ona Allah'tan gelen şeylere iman edeyim diye senin yanına geldim" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) "Allahuekber" diyerek tekbir getirdi.
Peygamberimiz (a.s.)ın ashabından olan ve evde bulunan halk, Hz. Ömer'in Müslüman olduğunu anladılar. [101] Onlar da tekbir getirdiler.
Tekbir sesleri Mekke'nin yollarında duyuldu.
Hz. Ömer der ki:
"Müslüman olup da dövülmeyen, dövmeyen bir kimse görmedim.
Ancak, benim payıma bunlardan hiçbir şeyin düşmediğini gördüm. [102] Kendi kendime:
'Müslümanlar musibete uğrarlarken, ben musibete uğramamak istemem!' dedim. [103]
Müslüman olduğum gece, kendi kendime düşündüm ki: Mekke halkından, Resûlullah (a.s.)a düşmanlıkta en azılısı kim ise, gidip Müslüman olduğumu ona haber vereyim!
'Tamam! Ebu Cehil'e haber vereyim!' dedim.
Sabaha çıktığım zaman, Ebu Cehil'in kapısını çaldım.
Ebu Cehil yanıma çıkıp:
'Hoş geldin kızkardeşimin oğlu! Ne haber getirdin?' dedi.
Kendisine:
'Allah'a ve O'nun Resûlü olan Muhammed'e iman ve kendisinin bildirdiği şeyleri tasdik ettiğimi sana haber vereyim diye geldim1 deyince, kapıyı yüzüme çarparcasına kapayıp:
'Allah seni de, senin getirdiğin haberi de kötü etsin, iyilikten uzak kılsın! (Allah senin de belânı versin! Senin getirdiğin haberin de belâsını versin!) dedi." [104]
Hz. Ömer, Müslüman olduğunu haber vermek için dayısı Velid b. Mugîreye [105] nasıl gittiğini ve nasıl karşılandığını da, şöyle anlatır:
"Evden çıkıp dayıma gittim. Kendisi Kureyşlilerin eşrafından idi. Kapısını çaldım. İçeriden:
Kim o?' diye sordu.
'İbn Hattab!' dedim.
Yanıma çıktı. Kendisine:
'Benim müşriklikten çıkıp yeni dine girdiğimi biliyor musun?1 dedim.
Dayım bana:
'Sen gerçekten böyle yaptın mı?' diye sordu. Ben:
'Evet, yaptım!' dedim. Dayım:
'Sakın yapma!' dedi. Ben:
'Yapmış bulunuyorum bile! [106]
Ey dayım! Ben Allah'a ve Allah'ın Resûlüne iman ettim. Allah'tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ediyorum.
Sen bunu kavmine böylece haber ver!' dedim.
Dayım Velid:
'Kızkardeşimin oğlu! Sen eski işinin üzerinde sebat et! Seni halk kendi halinde bilsin! Er kişi kendi hali üzere sabahlar, kendi hali üzere akşamlar!' dedi.
Kendisine:
'Vallahi benim için iş açıkça belli olmuştur!
Sen benim Müslüman olduğumu kavmine haber ver!' dedim.
Velid:
'Senin bu işini haber veren ilk kişi ben olmayacağım!' dedi [107] ve evine girip kapıyı yüzüme karşı kapadı. Kendi kendime:
'Bu birşey değil!' dedim.
Kureyş müşriklerinden, başka bir adama gidip kapısını çaldım. İçeriden:
'Kim o?' diye sordu.
İbn Hattab!' dedim.
Yanıma çıktı. Kendisine:
'Benim müşriklikten çıkıp yeni dine girdiğimi biliyor musun?1 dedim.
'Sen gerçekten böyle yaptın mı?' diye sordu.
'Evet! Yaptım!1 dedim. Bana:
'Sakın, yapma!' dedi. Ben:
'Yapmış bulunuyorum bile!' dedim.
O da, hemen içeri girip, kapıyı yüzüme karşı kapadı. [108] Kendi kendime:
'Müslümanlar dövülüyor, ben ise dövülmüyorum. [109]
Müslümanları d övüyorlar, [110] ben ise dövülmüyorum. [111] Beni hiç kimse dövmüyor!' dedim. [112] Geri döndüm. [113]
Bana, bir adam:
'Sen Müslümanlığını bildirmek istemiyor musun?' dedi. Ona:
'Evet! Bildirmek istiyorum' dedim.
'Öyle ise, Kureyşliler Hicr'de oturdukları sırada, sır saklamayı bilmeyen filan adama git! İkinizin arasında gizli kalmasını hatırlat!
Kendisine:
'Ben müşriklikten çıktım, başka bir dine girdim' de, yeter. Çünkü, onun sır sakladığı pek azdır' dedi." [114]
Abdullah b. Ömer der ki:
"Babam, Müslüman olduğu zaman, Kureyşlilerin en çok söz taşıyanı, en çok söz yayanı kimdir? diye sordu. Kendisine:
'Cemil b. Ma'meru'l-Cumahî'dir!' denildi.
Bunun üzerine, babam onun yanına gitti.
Ben de babamın arkasından gittim. Babam ona:
'Ey Cemil, biliyor musun? Ben Müslüman oldum, Muhammed'in dinine girdim der demez, vallahi Cemil ayağa kalkıverdi.
Acelesinden ridasını sürükleyerek, o önde, babam arkada, gittiler. Ben de babamı takip ettim.
Mescid-i Haram'm kapısına varıldı.
O sırada, Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri Kabe'nin kapısı civarındaki toplantı yerinde bulunuyor¬lardı.
Cemil, Kabe'nin kapısında ayakta dikilerek, avazının çıktığı kadar:
'Ey Kureyş cemaati! Haberiniz olsun ki, Ömer b. Hattab dininden çıkmış, başka bir dine girmiştir!' diyerek bağırdı.
Babam ise:
'O yalan söylüyor! Ben Müslüman oldum ve Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna şehadet ettim!' deyince, Kureyş müşrikleri babama saldırdılar.
Güneş başlarının üzerinde yükselinceye kadar, babamla Kureyşliler, çarpıştılar.
Sonunda, babam yorulup oturdu.
Müşrikler babamın başucuna dikildiler. Babam onlara:
'Siz bana istediğinizi yapın! Allah'a yemin ederim ki, biz üçyüz kişi olsaydık, ya biz yenilir, burayı size bırakırdık; ya da siz yenilir, burayı bize bırakırdınız!' diyordu.
Babam Ömer ile Kureyş müşrikleri bu durumda bulundukları sırada, üzerinde Yemen işi çizgili bir elbise ile nakışlı bir gömlek bulunan, Kureyşlilerden yaşlı bir adam gelip üzerlerine dikildi ve:
'Nedir bu haliniz?' diye sordu. Saldırganlar:
'Ömer dininden çıkmış, başka bir dine girmiştir1 dediler. Gelen adam onlara:
'Bırakın onu kendi haline! Adam kendisi için bir iş (birdin) seçmişse, size ne oluyor? Ne istiyorsunuz siz ondan?!
Adiyy b. Ka'b oğullarının size adamlarını böylece teslim edeceklerini (öldürteceklerini) mi sanırsınız?!
Açılın, dağılırı adamın başından! [115]
Ben onun koruyucusuyum!' dedi. [116]Vallahi, onlar babamın üzerinden, bir elbisenin soyuluşu gibi, sıyrıldılar, dağıldılar.
Medine'ye hicret ettikten sonra, babama:
'Ey babacığım! Mekke'de, Müslüman olduğun gün, seninle çarpışan müşrikleri azarlayıp başından dağıtan adam kimdi?' demiştim. Babam:
'Ey oğulcuğum! O, Âs b. Vâilü's-Sehmî [117] idi' dedi." [118]
Hz. Ömer, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Yâ Rasûlallah! İçinde İslâmiyeti açıklamadığım bir küfür meclisi bırakmayacağım!" dedikten sonra Mescid-i Haram'a giderek, müşriklerin oradaki toplantı meclislerinde Müslüman olduğunu açıklamış; Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed (a.s.)ın Resûlullah olduğuna şahadet getir¬ince müşriklerin saldırısına uğramış; bu onları, onlar bunu dövmeye başlamış; müşriklerin sayısının çoğaldığı sırada, daha önce kendisini korumaya alan Âs b. Vâil yetişip müşriklerin ellerinden Hz. Ömer'i tekrar kurtarmıştır. [119]
Hz. Ömer:
"Yüce Allah İslâm'ı güçlendirinceye kadar, İslâm uğrunda dövmekten, dövülmekten geri kalmadım!" demiştir. [120]
Ashab-ı Kiramdan Abdullah b. Mes'ud da:
"Ömer'in Müslüman oluşu bir fetih idi. Hicreti bir yardım idi. Halifeliği de bir rahmet idi! [121] Vallahi, Ömer Müslüman oluncaya kadar, Kabe'nin yanında açıktan namaz kılmadık. [122]
O, Müslüman olunca, Kureyş müşrikleriyle dövüştü. [123]
Kendisi, Kabe'nin yanında namaz kıldı, biz de namaz kıldık!" demiştir. [124]
Allah ondan razı olsun! [125]

Müşriklere Karşı Dârü'l-Erkam'dan Sert Bir Yürüyüş Gösterisi

Hz. Ömer der ki:
"Müslüman olduğum ve Peygamber (a.s.)la ashabının da müşriklerden gizlendikleri sıra-da: [126]
'Yâ Rasûlallah! Biz, ister ölü, ister diri olalım; [127] hak üzere değil miyiz?1 dedim.
Resûlullah (a.s.):
'Evet! [128] Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; siz, ister ölü olunuz, ister diri olunuz, [129] hiç şüphesiz hak üzeresiniz!1 buyurdu. [130]
Bunun üzerine:
'Yâ Rasûlallah! Biz hak üzere bulunduğumuza, onlar bâtıl üzere olduklarına göre, biz ne diye dini¬mizi gizliyoruz?! [131]
Vallahi, biz İslâmiyet] küfre karşı açıklamaya daha haklı, daha lâyıkız! Allah'ın dini Mekke'de muhakkak üstün gelecektir!
Kavmimiz bize karşı taşkınlık etmek isterlerse, kendileriyle çarpışırız. İnsaflı davranmak isterlerse, onu da kabul ederiz!' dedim. [132]
Resûlullah (a.s.):
'Biz, sayıca çok azız!' buyurunca:
'Seni hak din ve Kitab ile peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; [133] hiç çekinmeden, kork¬madan, [134] oturup İslâm inanç esaslarını açıklamadığım bir küfür meclisi kaim ayacaktır! [135]
Seni hak din ve Kitab ile peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; biz muhakkak ortaya çıka¬cağız!1 dedim. [136]
İki saf halinde çıktık. Saflardan birinin başında Hamza, diğer safın başında ben vardım. [137]
Sert adımlarla, yerin topraklarını un gibi tozuta tozuta, [138] Mescid-i Haram'a girdik.
Kureyş müşrikleri bir bana, bir Hamzaya bakıyorlardı.
Onlar, o gün, bir benzerine daha uğramadıkları hüzün ve kedere uğradılar.
O zaman, Resûlullah (a.s.), bana:
'Hak ile bâtılı ayırdı!' diye, 'Faruk' adını verdi." [139]

Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)ı Öldürmeye Yemin Etmeleri

Peygamberimiz (a.s.)ın İslâm davasından vazgeçmediği takdirde öldürülmek üzere kendi¬lerine teslimi için Kureyş müşriklerinin Ebu Talib'e yaptıkları teklifler neticesiz kalmıştı. [140]
Habeş ülkesine çıkan İslâm Muhacirleri Habeş Necaşî'si tarafından korunarak emniyet ve huzura kavuşmuş, Hz. Hamza ve onun arkasından da Hz. Ömer Müslüman olup Peygamberimiz (a.s.)la ashabının yanında yer almış, [141] İslâmiyet Arap kabileleri arasında duyulmaya ve yayıl¬maya başlamış bulunuyordu. [142]
Hele Necaşî'nin Hz. Cafer ve arkadaşlarına yaptığı ikramlar, Kureyş müşriklerinin çok ağırlarına git¬miş, [143] onları Peygamberimiz (a.s.)a ve ashabına karşı son derece kızdırmıştı. [144]
Bunun üzerine, müşrikler Peygamberimiz (a.s.)ı öldürmek hususunda birleştiler [145] ve:
"Onu, gizlice veya açıktan, muhakkak öldüreceğiz!" diyerek, öldürmeye yemin ettiler.
Ebu Talib Kureyş müşriklerinin bu cinayeti işlemeye azimli olduklarını görünce, kardeşinin oğlunun hayatı hakkında korkuya düştü.
Kureyş müşriklerinin Kabe çevresinde toplanmış bulundukları bir sırada, gidip Kabe örtüsünün arasına girdi.
Kureyş müşriklerinin zulümlerinden, Allah'a şikayetlendi:
"Ey Allah! Kavmimiz bana karşı azgınlığa ve taşkınlığa kalkıştı!
Bize acele yardımını yetiştir! Onların önlerine geril! Kardeşimin oğlunu öldürmelerine imkân verme!" diyerek Allah'a yalvardı.
Kureyş müşrikleri:
"Şu yalancı ve akılsız [hâşâ!] adam öldürülmedikçe, bizimle H âsim ve Muttalib oğulları arasında ne barış, ne akrabalık ve ahid, ne de dokunulmazlık var!" dediler. [146]

Hâşim ve Muttalib Oğullarının Şı'b-ı Ebu Talib'de Toplanmaları

Ebu Talib Hâşim ve Muttalib oğullarını yanında topladı.
Peygamberimiz (a.s.)ı kendilerine ait Şı'b'da [147] yanlarında bulundurmalarını ve onu-öldürmek isteyenlere karşı-korumalarını onlara emretti. [148] Müslüman olan olmayan, hepsi; kimi din ve iman, kimisi de-müşrik olmalarına rağmen-aile ve akrabalık gayretiyle, bu hususta birleştiler. [149]
Muttalib oğulları da, Hâşim oğullarının yanında yer aldılar. [150]
Zaten, Muttalib oğullarıyla Haşim oğulları, bir soy sayılırlardı. [151] Hâşim b. Abdi Menafin kardeşi Muttalib'e vasiyeti üzerine, Hâşim oğulları öteden beri birlikte hareket ederi erdi. [152]
Cahiliye devrinde de, İslâm devrinde de onlardan ayrılmadılar. [153] Nübüvvetin altıncı yılından sonra, [154] yedinci yılında, [155] Muharrem hilalinin doğduğu gece, [156] Ebu Talib başlarında olmak üzere, Peygamberimiz (a.s.) ve bütün Haşim ve Muttalib oğulları Şı'b'da toplandılar. [157] Hâşim oğullarından yalnızca Ebu Leheb, Şı'b'a girmediği gibi, Hâşim ve Muttalib oğullarına karşı, müşrikleri desteklemeye devam etti. [158] Amca oğulları olan Abduşşems ve Nevfel oğulları da, Haşim ve Muttalib oğullarını desteklemediler. [159]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET   İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:15 pm

MEKKE AMBARGO UYGULUYOR

Müşriklerin Hâşim ve Muttalib Oğullarına İçtimaî ve İktisadî Ambargo Uygulamaları

Hâşim ve Muttalib oğullarının Müslüman olan ve olmayanlarının tümünün Şı'b'da toplandıklarını ve Peygamberimiz (a.s.)ı korumaya azmettiklerini görünce, [1] Kureyş müşrikleriyle Kinane'ler, [2] Mekke'nin yukarı tarafında, kabirler yanındaki [3] "Kinane oğullarının Hayf'ı" diye anılan Muhassab'da [4] toplandılar. [5]
Hâşim oğulları ile Muttalib oğullarına karşı: [6]
1- Öldürmek için [7] Peygamberimiz (a.s.) kendilerine [8] teslim edilinceye kadar, Haşim oğullarından gelecek barış dileği asla kabul edilmemek,
2- Kendilerine acınmamak. [9]
3- Onlara kız vermemek, onlardan kız alınmamak, [10]
4- Onlara birşey satmamak. [11]
5- Onlardan birşey satın almamak. [12]
6- Onlarla oturmamak, görüşmemek, [13] konuşmamak, [14]
7- Onların evlerine girmemek [15] üzere, küfür üzerinde [16] aralarında andlaştılar. [17] Kararlaştırıpüzerinde andlaştıklan bu maddeleri bir sahifeye yazdılar. [18] Sahifenin üzerine üç mühür bastılar. [19]
Verdikleri sözlerinde durmalarını sağlamak için de, [20] onu Kabe'nin içine astılar. [21]
Bu sahifeyi yazan, Mansur b. İkrime idi. [22]
Sahifeyi yazdığı gün, [23] Peygamberimiz (a.s.) dua edince, [24] Mansur'un eli [25] çolak oldu, [26] kurudu. [27]
Bunun üzerine, Kureyş müşrikleri aralarında:
"Hâşim oğullarına zulmettik de, [28] işte bakınız! Mansur b. İkrime musibete uğradı!" demeye başladılar. [29]
Bu zulüm sahifesinin Ebu Cehil'in anası, [30] veya halası Ümmü'l-Cülas'ın [31] ve daha başkalarının yanında bulundurulduğu da rivayet edilir. [32]
Sanıldığına göre; sahifenin şahıslar yanında bulunduruluşu, Kabe'nin içine asılısından önce idi . [33]

Ebu Talib'in Kureyşlileri Uyarışı ve Kendisine Karşı Saygılı ve Merhametli Davranmaya Çağırışı

Kureyş müşriklerinin, Haşim ve Muttalib oğullarına karşı aldıkları acımasız tedbirler üzerine, Ebu Talib, söylediği bir manzumesinde:
Lüeyy oğullarına ve bilhassa onlardan Ka'b oğullarına;
Muhammed ((a.s.))ın, Musa ((a.s.)) gibi bir peygamber olduğunu eski semavî kitablarda yazılı bulduklarını kendilerinin de bildiklerini; Kabe duvarına astıkları yazının, başlarına ancak uğursuzluk ve felaket getireceğini hatırlattı.
Suçsuzlar suçlu durumuna düşmeden ayılmalarını, fesatçılara uyup aradaki akrabalık ve dostluk bağlarını koparmamalarını, sonucu çok acı olabilecek kanlı bir savaşı davet etmemelerini tavsiye etti.
Zağlı kılıçlarla boyunlar ve kollar kesilip başlar uçurulmadan, Muhammed (a.s.)ı kendiler¬ine teslim edebileceğini hiç ummamalarını, babaları Hâşim'in vasiyetini tutan Hâşim oğullarının hiçbir zaman savaşmaktan yılmayacaklarını hatırlattı . [34]

Ebu Talib'in Peygamberimiz (a.s.) İçin Her Gece Koruma Tedbiri Alışı

Ebu Talib; Peygamberimiz (a.s.)a herhangi bir kötülük veya suikastta bulunmak isteyecek¬lere karşı bir koruma tedbiri olmak üzere, her gece, yatağa yatılacağı zaman, herkesin gözü önünde, Peygamberimiz (a.s.)a yatağına yatmasını söyler; halk uykuya dalınca da, oğullarından veya kardeşlerinden ya da amca oğullarından birisine, Peygamberimiz (a.s.)ın yatağına yatmasını emreder. Peygamberimiz (a.s.)a da onun yatağında uyumasını söylerdi. [35]

Şı'b Sakinlerinin Yokluk ve Açlık Sıkıntısına Düşmeleri

Kureyş müşrikleri; Peygamberimiz (a.s.)ı ve Peygamberimiz (a.s.)ın kabile halkı olan Hâşim oğullarıyla Muttalib oğullarını, Şı'b'cia [36] üç yıl kuşatıp gözaltında tuttular. [37]
Onlara sıkı bir içtimaî ve iktisadî ambargo uyguladılar.
Çarşı ve pazarların, Şı'b sakinlerine giden yollarını kestiler. [38] Şı'b'a yiyecek ve katık gitmesini önlediler. [39]
Kureyş müşrikleri; Mekke'den gelen yiyecekleri veya satılan herhangi bir şeyi Şı'b'a bırakmamakta, hemen varıp onları kendileri satın almakta, [40] Şı'b sakinlerini açlıktan öldürüp, [41] böylece Peygamberimiz (a.s.)ın kanını dökmeye muvaffak olabileceklerini um m aktaydılar. [42]
Şı'b sakinlerinin hac mevsimlerinde-dinî geleneğe uyarak-Şı'b'dan çıkıp alışverişte bulunmalarına her ne kadar engel olmamakta iseler de, [43] Mekke çarşısına bir deve yükü yiyecek geldiği ve Şı'b sakin¬lerinden birisi çoluk çocuğu için biraz yiyecek almak üzere oraya vardığı zaman, Ebu Leheb hemen erzak yüklerinin başına dikilir:
"Ey tüccar topluluğu! Muhammed'in ashabına fiyatları öyle yükseltiniz ki, onlar yanınızdaki şeyler¬den birşey alamasınlar!
Siz benim zengin ve verdiği sözü yerine getirir bir kimse olduğumu bilirsiniz. [44] Böyle yapmanızdan size bir zarar gelmeyeceğine ben kefilim!" der; [45]
Tüccarlar da meta'larının fiyatını öyle kat kat arttırırlardı ki, Müslümanlar açlıktan ağlaşan çocuk¬larının yanına, ellerinde onlara yedirecek birşey bulunmaksızın dönmek zorunda kalırlardı.
Ertesi günü, sabahleyin, tüccarlar Ebu Leheb'in yanına varırlar; o da kalan yiyecek ve giyecekleri onlardan yüksek fiyatla satın alıp, [46] mü'minleri ve yanındakileri aç ve çıplak bırakırdı . [47]
Şı'b sakinlerini geçindirmek için Peygamberimiz (a.s.) bütün malını harcadı.
Hz. Hatice de, Ebu Talib de, bu yolda bütün mallarını harcadılar. [48]
Yiyecek birşey bulunup satın alınmadığı için, açlıktan ölenler, [49]
Ağaç yapraklarını yiyenler, [50]
Buldukları kuru deri parçalarını su içinde yumuşatıp ateşe tuttuktan sonra, onunla üç gün idare edenler oldu! [51]
Açlıktan ağlaşan çocukların feryatları, Şı'b'ın arkasından duyulmaya başladı. [52]
Müşriklerden kimisi bundan sevinç, kimisi de üzüntü duymakta; üzüntü duyanları, "Bakınız! Sahifeyi yazan Mansur b. İkrime nasıl felakete uğradı!" demekte idi. [53]
Kureyş müşrikleri Şı'b sakinlerine birşey göndermemekte, akrabalarına birşey göndermek isteyen¬ler de, onu ancak gizlice salabilmekte idiler. [54]
Ebu Cehil Şı'b'ı sık sık gözetler dururdu.
Hz. Abbas, bir gün, yiyecek satın almak için Şı'b'dan çıkmıştı.
Ebu Cehil ona çatmak istedi. Fakat, Allah onu Ebu Cehil'in şerrinden korudu.
Hz. Hatice, Zem'a b. Esved'e:
"Ebu Cehil'e bir söz dinlet" diye bir haber saldı.
O da söz dinletti, Ebu Cehil geri durdu. [55]
Hakîm b. Hizam; bir ticaret kafilesiyle, Şam'dan buğday yükleyip getirmişti.
Üzerine, buğday yüklediği bir deveyi, gizlice, Şı'b yoluna yöneltti, arkasına vurup Şı'b sakinlerinin yanına soktu. Onlarda, devenin üzerindeki buğdayı aldılar. [56]
Yine Hakîm b. Hizam; başka bir gece, devenin üzerine un yükleyip Şı'b'ın içine saldı . [57]
Hişam b. Amr da; bir gece, deveye yiyecek yükleyip Şı'b'ın ağzına kadar götürdü. Devenin başın¬dan yularını çözdü. İki böğrüne vurup onu Şı'b'a soktu. [58]
Hişam b. Amr Şı'b sakinlerine böyle yardım etmekte devam etti. [59]
Başka bir gecede üç yük yiyecek gönderdi.
Kureyş müşrikleri bunu öğrenince, sabahleyin ona bu hususta ihtarda bulundular. Hişam da:
"Ben artık böyle birşeyi tekrarlar ve size aykırı davranır değilim!" dedi.
Bunun üzerine, müşrikler onun yanından ayrıldılar.
Fakat, Hişam; bundan sonra, tekrar Şı'b sakinlerine geceleyin bir veya iki deve yükü daha yiyecek salınca, müşrikler ona ağır sözler söylediler. [60] Hatta, onu öldürmeye kalktılar! [61]
Ebu Süfyan b. Harb:
"Bırakınız adamı! Şı'b'daki akrabalarına iyilik etmiş!
Vallahi, keşke biz de onun yaptığı gibi yapaydık! Ne güzel olurdu!" diyerek, onu kayırdı. [62]
Hakîm b. Hizam; bir gün, kölesinin sırtına biraz buğday yükleyip Peygamberimiz (a.s.)ın zevcesi Hz. Hatice'ye götürmek üzere Şı'b'a giderken, yolda Ebu Cehil'e rastladı.
Ebu Cehil hemen Hakîm'in yakasına yapıştı.
"Demek sen Haşim oğullarına yiyecek götürüyorsun ha?!
Vallahi, ben seni Mekke'de rezil etmedikçe, buradan ne sen ileri geçebilirsin, ne de yiyecek geçe¬bilir!" dedi.
O sırada, Ebu'l-Bahterî b. Hişam, yanlarına geldi. Ebu Cehil:
"O," dedi, "Hâşim oğullarına yiyecek taşıyor!?"
Ebu'l-Bahterî:
"Halasına ait olup yanında bulunan bir yiyeceği ona götürmesine sen nasıl engel olursun?!
Çekil adamın yolundan, gideceği yere gitsin!" dedi.
Ebu Cehil kabul etmedi ve hatta Hakîm'in veya kölesinin yakasına yapışınca, Ebu'l-Bahterî kızdı. Eline geçirdiği bir deve çenesi kemiği ile vurup Ebu Cehil'in başını yardı, kendisini yere yıktı, tepeledi, tekmeledi durdu. [63]
Hz. Hamza oraya yakın bir yerde bulunuyor ve onları seyrediyordu.
Müşrikler ise, aralarında geçen bu gibi hadiseleri Peygamberimiz (a.s.)la ashabının görüp veya işitip kendilerine gülmelerini hiç istemezlerdi. [64]

Müşriklerin Kuraklık ve Kıtlık Azabına Uğramaları

Peygamberimiz (a.s.); Kureyş müşriklerinin kendisini dinlemediklerini, [65] yalanlayıp dur¬duklarını , [66] İslâmiyete karşı çok yavaş ve isteksiz davrandıklarını [67] ve sırt çevirdiklerini [68] görünce:
"Ey Allah! Şunlara da, Yusuf (a.s.)ın zamanındaki yedi (kıtlık) yılı gibi, yedi (kıtlık azabı) verip [69] bana yardım et!" diyerek. [70] Kureyş müşrikleri aleyhinde dua etti. [71]
Bunun üzerine, yağmurlar kesildi. Yer kupkuru oldu, kurudu! [72]
Kureyş müşriklerini öyle bir kuraklık ve kıtlık yakaladı ki, [73] herşeyi kökten kazıdı, silip süpürdü! [74]
Birçokları açlıktan öldüler! [75]
Yiyecek birşey bulamayınca, [76] açlıktan dolayı, ölü hayvanların etlerini, [77] kokmuş leşleri, [78] deri¬leri, [79] kemikleri, [80] köpekleri, [81] kanla deve yününden yapılan "ılhız" denilen şeyi., yediler. [82]
Onlardan herhangi biri, gökyüzüne baksa, açlıktan dolayı, ortalığı duman kaplamış gibi görürdü! [83]
Mekke'de kuraklık ve kıtlık son dereceyi bulunca, [84] Ebu Süfyan Sahr b. Harb, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına geldi: [85]
"Ey Muhammed! [86] Sen kendinin rahmet olmak üzere gönderildiğini söylüyor, [87] Allah'a itaati, [88] akrabayı görüp gözetmeyi bize emredip duruyorsun! [89]
Kavmin ise, kuraklık ve kıtlıktan ölüp gitmektedirler! [90]
Onlardan bu felâketin kaldırılması için. [91] Allah'a bir dua ediver! [92]
Eğer sen dua edersen, Allah da şu belayı üzerimizden kaldıracak olursa, Allah'a iman edeceğiz!" diye and içerek söz verdi. [93]
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) Allah'a dua etti.
Yağmur sularıyla sulandılar. [94]
Yüce Allah onların üzerinden kuraklık ve kıtlık azabını kaldırınca, onlar eski şirklerine döndüler. [95]
Yüce Allah, bu hususta indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu:
"Hayır! Onlar (öldükten sonra dirilmekten) şüphe içindedirler. (Bununla) eğlenirler.
O halde, semanın apaşikâr bir duman getireceği günü gözle!
(Öyle bir duman ki) insanları, saracaktır o!
('Bu,' diyecekler) 'pek yaman bir azab!
Ey Rabbimiz! Bizden bu azabı açıp kaldır!
Çünkü, biz artık iman edeceğiz!' diyecekler.
Onlara, düşünmek, ibret almak nerede?
Kendilerine gerçekleri apaçık anlatan bir Resûl geldi de, ondan yüz çevirdiler.
Ona: 'Bir öğretilmiştir!, 'Bir mecnundur!' dediler.
Biz o azabı biraz açacak, kaldıracağız!
Fakat, siz yine küfre döneceksiniz!
Amma, o büyük satvetle sıkıvereceğimiz gün, her halde, Biz onlardan intikam alacağız!" [96]

Acem-Rum Savaşı Hakkında Müşriklerle Bahse Girişilmesi

Nübüvvetin sekizinci yılında icii [97] ki, İran ordusu ile Rum ordusu, [98] Şam toprağı ile İran toprağı arasında, [99] Ezriat'ta [100] Busra'da [101] karşılaşarak çarpışmışlar; İranlılar Rumları ağır bir yenilgiye uğrat¬mışlardı. [102]
Rumların şehirlerini yakıp yıkmışlar, [103] ağaçları kesmişler, [104] hatta İstanbul'a kadar iler¬lemişler. [105] Halic'in üzerine konmuşlardı. [106] İstanbul'u uzun müddet kuşattıkları halde, yarısı denizde, yansı karada olduğu için, ele geçirememişlerdi.
İran Şahı, Kayserden tazminat olarak, dünya hükümdarlarından hiçbirinin sağlamaya güç yetine¬meyeceği kadar çok altın, mücevherat, kumaşlar, hizmetçi kadınlar, uşaklar ve daha pek çok türlü mal¬lar da istemiş; o da, muvafakat etmişti . [107]
Kureyş müşrikleri, Farslıların (İranlıların) Rumları yenmelerini isterlerdi.
Çünkü, onlar putperest idiler.
Müslümanlar ise, Rumların Farslılan yenmelerini isterlerdi.
Çünkü, onlar Kitab ehli idiler. [108]
Rumların mağlubiyet haberi Peygamberimiz (a.s.)la ashabına çok ağır geldi.
Peygamberimiz (a.s.); Kitabsız Mecusilerin Kitab ehli olan Rumlara galip gelmelerini iste¬mezdi.
Kureyş müşrikleri, Müslümanlara:
"Siz ehl-i Kitabsınız, Hıristiyanlar da Kitab ehlidirler.
Biz Kitabsız ümmîleriz.
Farslı kardeşlerimiz sizin Kitab ehli olan kardeşlerinize galip gelmişlerdir.
Siz de bizimle çarpışacak olursanız, muhakkak, biz size galip geliriz!" dediler. [109]
Hz. Ebu Bekir müşriklerin bu sözlerini Peygamberimiz (a.s.)a anınca, Peygamberimiz (a.s.):
"Şu muhakkak ki, onlar (Farslılar, er geç) mağlup olacaklardır!" buyurdu. [110]
Yüce Allah da, bu hususta indirdiği âyetlerde şöyle buyurmuştur:
"Elif Lâm Mîm!
Rum(lar) mağlup oldu yakın bir yerde.
Halbuki, onlar, bu yenilmelerinin ardından, galip olacaklar. Bid'-i sinînde (üçten dokuza kadar olan yıllar içinde) [111]
Önünde de, sonunda da, emr Allah'ındır.
O gün, mü'minler de Allah'ın yardımıyla ferahlanacak.
O (Allah), kime dilerse yardım eder.
O (Allah) kudretiyle herşeye üstün gelen Azîz, rahmetiyle mü'minleri esirgeyen Rahîm'dir.
Bu, Allah'ın va'didir.
Allah va'dinden caymaz.
Fakat, insanların çoğu (bunu) bilmezler." [112]
Bunun üzerine, Hz. Ebu Bekir Kureyş müşriklerinin yanına varıp:
"Sizler (putperest) kardeşleriniz (Farslılar)ın, bizim (Kitab ehli) kardeşlerimiz (Rumlar)a galip gelme¬sine seviniyor musunuz? Hiç de sevinmeyin!
Allah sizin gözlerinizi aydın etmeyecektir!
Vallahi, Rumlar muhakkak Farslılara galip geleceklerdir!
Bunu bize Peygamberimiz (a.s.) haber verdi!" deyince, Übeyy b. Halef kalkıp Hz. Ebu Bekir'e doğru vardı ve:
"Sen yalan söyledin!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Ey Allah düşmanı! Sensin yalancı olan!
Eğer üç yıla kadar, Rumlar Farslılara galip gelirse, bana on deve vermeyi borçlan!
Fakat, Farslılar Rumlara galip gelirse, ben sana on deve vermeyi borçlanayım!" diyerek bahse gir¬iştiler.
Bundan sonra, Hz. Ebu Bekir Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelip, Übeyy b. Halef ile aralarında geçeni haber verince, Peygamberimiz (a.s.):
"Ben, böyle mi andım?!
Âyetteki 'bid'i' sözü ancak üç ile dokuz arasındaki müddeti ifade eder.
Sen hemen gidip devenin sayısını da, müddeti de (ona göre) uzat!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir gitti. Übeyy b. Halefle karşılaştı.
Übeyy b. Halef:
"Sen galiba (bahse giriştiğine) pişman oldun?!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Hayır! Pişman olmadım!
İstersen, aramızdaki bahiste alınacak, verilecek develerin sayısını arttı rai im, müddeti de uzatalım:
Bahiste kazanacak olan, yüz deve alsın! Kaybeden de yüz deve versin!
Müddet de dokuz yıla kadar uzatılsın!" dedi.
Übeyy b. Halef:
"Öyle yaptım!" dedi. [113]
Hz. Ebu Bekir'in Peygamberimiz (a.s.)la gizlice Mekke'den ayrılıp Medine'ye hicret edeceği sıralarda idi ki, Übeyy b. Halef Hz. Ebu Bekir'e:
"Bahiste yenilecek olursan bana ödeyeceğin develer hakkında bir kefil ver" dedi.
Hz. Ebu Bekir de, oğlu Abdurrahman'ı kefil verdi.
Übeyy b. Halef de Uhud savaşına gitmek istediği zaman, Abdurrahman ondan bir kefil istedi, o da verdi. [114]
Übeyy b. Halef Uhud'da Peygamberimiz (a.s.)ı öldürmek isterken, Peygamberimiz (a.s.)ın mızrağından aldığı yaradan kurtulamayarak, Mekke yakınındaki Şerifte öldü. [115]
Rumlar belirlenen müddet içinde [116] birdenbire kalkınarak İranlıları ağır bir hezimete uğrattığı zaman; [117] Hz. Ebu Bekir Übeyy b. Halefin veresesinden yüz deveyi alıp. [118] Peygamberimiz (a.s.)a getirdi. [119]
Peygamberimiz (a.s.) da Hz. Ebu Bekir'e:
"Bunları fakirlere dağıt!" buyurdu. [120]
O da fakirlere dağıttı. [121]
Rumların İranlıları dokuz yıl içinde mağlup edecekleri hakkındaki ihbar-ı Kufâniyenin böylece gerçekleşmesi üzerine, Mekkeli müşriklerden birçok kimseler Müslüman oldular. [122]

Dımâdu'l-Ezdî'nin Peygamberimiz (a.s.)ı Tedaviye Kalkışı ve Müslüman Oluşu

Ezd-i Şenûe kabilesinden [123] Dımâd b. Sa'lebe, umre yapmak üzere [124] Mekke'ye gelmişti. [125]
Kendisi, Cahiliye devrinde, Peygamberimiz (a.s.)ın tanışı, dostu idi. Doktorluğa özenir, [126] delilere okur, [127] ilim elde etmeye çalışırdı. [128]
Dımâd, Mekke'ye gelince, Ebu Cehil, Utbe b. Rebia ve Ümeyye b. Halefin bulunduğu bir mecliste oturdu.
Ebu Cehil:
"Şu adam bizim topluluğumuzu dağıttı. Akıllarımızı akılsızlık, ölüp gitmiş baba ve atalarımızı dalâlete düşmüş saydı. İlahlarımıza dil uzattı" dedi.
Ümeyye b. Halef de:
"O, hiç şüphesiz, deli bir adamdır!" dedi. [129]
Dımâd, müşriklerin "Muhammed delidir!" dediklerini işitince, [130] kendi kendine: [131]
"Ben gidip [132] şu zâtı bir görseydim, [133] tedavi etseydim, [134] belki Allah ona benim ellerimle şifa verirdi" [135] diyerek, müşriklerin meclislerinden kalktı.
O gün, Peygamberimiz (a.s.)ı aradı, bulamadı.
Ertesi gün, tekrar aramaya çıktı. [136] Buldu [137] ve:
"Yâ Muhammed! Ben deliliği tedavi ederim. [138] İstersen seni de tedavi edeyim. [139] Belki Allah sana fayda verir! [140]
Ben delilere okurum. Belki Allah benim elimle senin deliliğine de şifa verir!
Okumamı istersen, gel, sana da okuyayım. [141]
Sen, üzerindekini, gözünde büyütme!
Ben sendekinden daha ağırını tedavi etmişimdir, kurtulmuştur!
Ben senin hakkında;
Kavminin akıllarını akılsızlık saymak,
Toplululuklarını dağıtmak,
Onlardan ölüp gitmiş olanların dalâlet içinde bulunduklarını ileri sürmek,
İlahlarını ayıplamak... gibi birtakım kötü huylardan söz ettiklerini işittim.
Bunu, kendisinde delilik bulunan adamdan başkası yapmaz!" dedi. [142]
Peygamberimiz (a.s.), Dımâd'a şöyle mukabele buyurdu:
"Hamd Allah'a mahsustur.
Biz O'na hamdeder; yardımı, [143] yarlıganmayı da [144] O'ndan dileriz. [145]
Nefislerimizin şerlerinden de Allah'a sığınırız. [146]
Allah'ın doğru yola eriştirdiğini saptıracak yoktur!
Saptırdığını da doğru yola eriştirecek yoktur!
Şüphesiz bilir ve bildiririm ki: Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur!
O, birdir, tektir!
O'nun eşi, ortağı yoktur!
Yine, şüphesiz bilir ve bildiririm ki: Muhammed, O'nun kulu ve resûlüdür!" [147]
Peygamberimiz (a.s.)ın söyledikleri, Dımâd'ın çok hoşuna gitti: [148]
"Ben, hiçbir zaman, bundan daha güzel bir kelam dinlememişimdir! [149]
Sen şu sözlerini bana tekrarı asana?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) tekrarladı. [150]
Dımâd onu Peygamberimiz (a.s.)a iki kere daha tekrarlattı . [151]
"Vallahi, [152] ben kâhinlerin sözlerini de, sihirbazların sözlerini de, şairlerin sözlerini de dinlemişimdir. Fakat, senin şu sözlerin gibi hiçbir söz işitmemişimdir. Bunlar, denizin dibine kadar varıp dayanmıştır!" dedi. "Sen nelere davet ediyorsun?" diye sordu. [153]
Peygamberimiz (a.s.):
"Seni boynundan putları atıp, eşi, ortağı olmayan, bir ve tek olan Allah'a iman etmeye ve benim de Allah'ın resûlü olduğuma şehadet getirmeye davet ediyorum" buyurdu.
Dımâd:
"Ben bunu yaparsam, bana ne var?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Sana Cennet var!" buyurdu,
Dımâd:
"Ben, boynumdan putları atıp onlardan uzaklaşarak [154] şehadet ederim ki: Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur!
O, birdir; O'nun eşi, ortağı yoktur!
Yine şehadet ederim ki: Sen de, Allah'ın kulu ve resûlüsün!
Getir, ver elini, sana İslâmiyet üzerine bey'at edeyim!" dedi. [155]
Peygamberimiz (a.s.) elini uzattı. Dımâd bey'at etti. [156]
Peygamberimiz (a.s.):
"Bu bey'at kavmin adına da mı?" diye sordu.
Dımâd:
"Kavmim adına da!" dedi. [157]
Peygamberimiz (a.s.):
"Kendin adına da, kavmin adına da mı?" diye sordu.
Dımâd:
"Hem kendi adıma, hem kavmim adına!" dedi. [158]
Dımâd, böylece, hem kendi adına, hem kavmi adına bey'at edip Müslüman oldu. [159]
Yüce Allah ondan razı olsun! [160]

Peygamberimiz (a.s.)ın Halkı İslamiyete Davetten Geri Durmaması ve İman Ettirmek İçin
Kureyş Pehlivanı Rükâne ile Güreşmesi

Kureyş müşriklerinin İslâmiyeti önlemek için her tedbire başvurmalarına bakmayarak, Peygamberimiz (a.s.), Yüce Allah'ın emriyle, hiç kimseden korkmaksum, gece gündüz, gizli açık, halkı İslâmiyete davet ve teşvik etmekten geri durmamakta idi. [161]
Rükâne b. Abdi Yezid, [162] Kureyşlilerin en güçlü ol anlarından, [163] sırtı yere getirilmeyen pehlivan-larındandı. [164]
Rükâne, bir gün, Mekke vadilerinden [165] veya dağlarından birisinde, [166] Peygamberimiz (a.s.)a rastlamıştı. [167]
Peygamberimiz (a.s.) ona:
"Ey Rükâne! Sen hâlâ Allah'tan, korkmamakta ve seni davet ettiğim şeyi kabul etmemekte direnip duracak mısın? [168] Müslüman ol!" diyerek, [169] kendisini İslâmiyete davet etti. [170]
Rükâne:
"Eğer söylediklerinin hak ve gerçek olduğunu bilseydim, sana tâbi olurdum. [171]
Yâ Muhammedi Sen beni yıkarsan, sana iman ederim!" dedi. [172]
Peygamberimiz (a.s.):
"Ben seni yıkarsam, ne dersin? Söylediklerimin hak ve gerçek olduğunu bilir ve kabul eder misin?" diye sordu. Rükâne:
"Evet. [173] Sen beni yıkacak olursan, ben ya Müslüman olurum, ya da şu koyunlarım senin olur! Ben seni yıkacak olursam, sen şu peygamberlik işinden vazgeç!" dedi. [174]
Peygamberimiz (a.s.):
"Kalk haydi! Seninle güreşelim!" buyurdu.
Rükâne, Peygamberimiz (a.s.)la güreşmeye kalktı.
Peygamberimiz (a.s.), onu tutar tutmaz yere yıkıverdi!
Rükâne kendisini korumaya, savunmaya kadir olamadı. [175]
"Yâ Muhammedi Bir daha güreşelim!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) tekrar güreşti ve onu yine yıkıverdi. [176] Rükâne:
"Ey amcamın oğlu! Haydi bir kez daha güreşelim?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) onu üçüncü güreşte de yi ki verdi. [177]
Rükâne:
"Vallahi, yâ Muhammedi Bu çok şaşılacak bir iş! Sen beni nasıl yıkabiliyorsun, anlayamadı m. [178]
Şehadet ederim ki, sen muhakkak bir sihirbazsın!" dedi. [179]
Peygamberimiz (a.s.):
"Bundan daha çok şaşılacak olanı davar. İstersen, sana onu da göstereyim-Allahtan korkar ve dav¬etime uyarsan!" buyurdu.
Rükâne:
"Ne imiş o daha acaib olan şey?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Şu gördüğün ağacı senin için çağıracağım. O da bana gelecektir!" buyurdu.
Rükâne:
"Haydi çağır, gelsin bakayım?!" dedi. [180]
Peygamberimiz (a.s.), kendilerine yakın bir yerdeki, dallı budaklı [181] semüre [182] veyatalha ağacını "Allah'ın izniyle, gel benim yanıma!" diyerek çağırınca, [183] ağaç yeri yi ita yi ita gelip, [184] Peygamberimiz (a.s.)ın önünde durdu! [185]
Rükâne:
"Doğrusu, ben şimdiye kadar bugünkü gibi büyük bir sihir görmedim! [186] Ona emret de, yerine dön¬sün!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) ağaca:
"Allah'ın izniyle, [187] dön yerine!" buyurdu.
Ağaç eski yerine döndü. [188]
Peygamberimiz (a.s.), Rükâne'ye:
"Yazıklar olsun sana! Müslüman olsana!" buyurdu.
Rükâne:
"Hayır! Müslüman olmam" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Öyle ise, ben de senin davarlarını alırım!" buyurdu.
Rükâne:
"Kureyşlilere bu hususta ne söyleyeceksin?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"'Onunla güreştim. Kendisini yıkıp, davarlarını aldım' diyeceğim" buyurdu.
Rükâne:
"Böyle söylersen, beni rezil rüsvay etmiş olursun!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Öyle ise, onlara ne söylemeliyim?" diye sordu.
Rükâne:
"Onlara 'Rükâne ile bahse girişip, bahsi, kumarı kazandım1 dersin" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"O zaman ben yalan söylemiş olurum" buyurdu.
Rükâne:
"Sabahtan akşama kadar hep yalan içinde bulunuyor, yalan söyleyip duruyor değil misin?" deyince, Peygamberimiz (a.s.) Rükâne'nin bu çirkin sözlerinden çok müteessir oldu ve ona:
"Al git davarını!" buyurdu.
Bunun üzerine, Rükâne:
"Sen, vallahi, benden daha hayırlı ve daha şereflisin!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Böyle olmaya, elbette, ben senden daha layı ki m!" buyurdu. [189]
Rükâne, kavminin yanına gidip:
"Ey Abdi Menaf oğulları! Sahibinizin sayesinde, bütün yeryüzü halkıyla sihir yarışması yapın! Vallahi, ben şimdiye kadar ondan daha üstün sihirbaz görmedim!" dedi. Sonra da, onlara, Peygamberimiz (a.s.)ın yaptığını gördüğü şeyleri haber verdi. [190]
Rükâne Mekke'nin fethinde Müslüman olmuş, Medine'ye de giderek, orada yerleşmiştir. [191]
Allah ondan razı olsun! [192]

Ayın İkiye Ayrılması Mucizesi

İnşıkak-ı Kamer (Ayın ikiye ayrılması) mucizesinin Medine'ye hicretten beş yıl önce, [193] nübüvvetin dokuzuncu yılında, [194] Kureyş müşriklerinin istekleri üzerine-Yüce Allah'ın izniyle-Peygamberimiz (a.s.) tarafından gösterildiği:
Enes b. Malik. [195]
Hz. Ali,
Huzeyfe b. Yeman. [196]
Abdullah b. Mes'ud, [197]
Abdullah b.Abbas. [198]
Abdullah b. Ömer. [199]
Abdullah b. Amr b.Âs. [200]
Cübeyr b. Mut'im196 ve daha başka sahabiler tarafından bildirilmiştir. [201]
Abdullah b. Mes'ud der ki:
"Resûlullah (a.s.)ın zamanında, Ay iki parçaya ayrılınca, Resûlullah (a.s.):
'Şahit olunuz!' buyurdu." [202]
"Bir kere, biz, Resûlullah (a.s.)la birlikte Mina'da bulunuyorduk.
Ay iki parçaya ayrıldı!
Ayın bir parçası dağın gerisinde, bir parçası da berisinde oldu!
Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.), bize:
'Şahit olunuz!' buyurdu." [203]
"Resûlullah (a.s.)ın zamanında, Ay iki parçaya ayrıldı da, parçanın birisini dağ örttü [204] diğer parça dağın üzerinde oldu!
Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.):
'Ey Allah! Şahit ol!' dedi." [205]
Cübeyr b. Mut'im de:
"Resûlullah (a.s.)ın zamanında, Ay, şu dağın üzerinde olmak üzere iki parçaya ayrıldı!" demiştir. [206]
Abdullah b. Mes'ud ile Enes b. Malik'in diğer rivayetlerinde de:
"Ay iki parçaya ayrıldığı zaman, dağın, Hira dağının, Ayın iki parçası arasında göründüğü" açıklan-mıştir. [207]
Hadisenin ayrıntılarına gelince:
Kureyş müşriklerinden,
1- Velid b. Mugîre,
2- Ebu Cehil Amr b. Hişam,
3- Âs b. Vâil,
4- Âs b. Hişam,
5- Esved b. Abdi Yağus,
6- Esved b. Muttalib,
7- Zem'a b. Esved,
8- Nadr b. Haris; ve daha başkaları , [208] Peygamberimiz (a.s.)a:
"Eğersen gerçekten peygambersen, bize Kameri (Ayı), yansı Ebu Kubeys dağı,yarısı daKuaykıan dağı üzerinde görülmek üzere ikiye ayır!" dediler.
Peygamberimiz (a.s.):
"Eğer bunu yaparsam iman eder misiniz?" diye sordu.
Müşrikler:
"Evet! İman ederiz" dediler.
Ayın bedir, yani dolunay olduğu, iyice göründüğü gece, Peygamberimiz (a.s.), müşriklerin istedikleri şeyi kendisine vermesini, Yüce Allahtan diledi. [209]
Cebrail (a.s.) inip:
"Yâ Muhammedi Mekkelilere:
'Bu gece mucizeyi seyredin; yararlanabilmeniz!' de" dedi.
Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ın söylediğini, onlara haber verdi. Müşrikler Ayın ondördüncü gecesinde, Ayın ikiye ayrıldığını gördüler! [210]
Yüce Allah Ayın yansını Ebu Kubeys dağı, yarısını da Kuaykıan dağı arasında doğdurunca, Peygamberimiz (a.s.):
"Ey Ebu Seleme b. Abdulesed! Erkam b. Ebi'l-Erkam! Şahit olunuz!" diyerek Müslümanlara; [211]
"Ey filan! Ey filan! Şahit olunuz!" diye de, müşriklere seslendi. [212]
Fakat müşrikler "Bu, Ebu Kebşe'nin oğlunun bir sihridir!" [213]
"Ebu Kebşe'nin oğlu sizi sihirledi!" [214]
"Muhammed bizi sihiriedi!" dediler. [215]
Bazısı da:
"Muhammed bizi sihiriediyse, [216] bütün insanları da sihirlemez ya!" dedi . [217]
"O ayı sihiriedi, nihayet Ay yanldı!" dediler. [218]
Kimisi de:
"Muhammed Ayı sihiriedi ise, sihrini bütün yeryüzünü sihiriemeye de yetiştiremez ya!" [219]
Başka beldeler halkından, yanınıza gelecek olanlara, sorun bakalım: Bunu onlar da görmüşler mi?" [220]
"Siz gelecek olan yolcularınızı da gözleyin! [221] Onlara da sorun bakalım ! [222]
Eğer onlar sizin gördüğünüz şeyin tıpkısını gördüklerini size haber verirlerse, [223] gördüğünüz doğru demektir. [224]
Şayet sizin gördüğünüz gibi birşey görmem işlerse, o sizi bir sihirle sihirlem iştir!" dediler. [225]
Ebu Cehil de:
"Bu bir sihirdir! Çevre ülkeler halkına adam salın! Bakalım, onlar da Ayı böyle yarılmış görmüşler mi? Yoksa görmemişler mi?" dedi. [226]
Sordular. [227]
Hertaraftan [228] gelenler: [229]
"Evet! [230] Onu biz de öyle gördük! [231] Ayı ikiye yanlmış gördük!" dediler. [232] Ayın ikiye ayrılmış olduğunu haber verdiler, [233] doğrul adı lar. [234]
Her taraftan gelenlerden, Ayın ikiye ayrıldığını görüp de haber vermeyen bir kimse kalmadı . [235]
Fakat müşrikler iman etmekten, Müslüman olmaktan yüz çevirip:
"Bu, müstemir (olagelen) bir sihirdir!" dediler. [236]
Yüce Allah, Kamer sûresinde bu mucizeye şöyle temas buyurur
"Saat yaklaştı.
Ay (ikiye) yarıldı (ayrıldı).
Onlar (ne zaman) bir âyet, bir mucize görseler, yüz çevirirler ve:
'Müstemir (olagelen) bir sihir!' derler.
(Ayın ikiye ayrılması mucizesini görünce de) hevalarına uydular:
'Yalan!' dediler (Peygamberi yalanladılar).
Oysa ki, her iş bir gayeye bağlıdır.
Andolsun ki; onlara (kendilerini küfür ve inattan) vazgeç irecek öyle önemli haberler gelmiştir ki, her biri, gayesine ermiş bir hikmet ve ibrettir.
Fakat, onları tehdit eden bütün o hadiseler kendilerine fayda vermiyor!
O halde, sen de onlardan yüz çevir!
O Çağırıcının benzeri görülmedik korkunç şeye (Kıyamete) çağıracağı gün, onlar gözleri zelil ve hakîr (korkudan, dehşetten donmuş) olarak dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkacak, o Çağırıcıya doğru koşacaklar. Kâfir olanlar
'Bu,' diyecekler, 'pek çetin bir gün!'" [237]

Müşriklerin Kâbe'ye Astığı Anlaşma Sahifesinin Güve Tarafından Yenilişi

Haşim ve Muttalib oğulları Şı'b'da üç yıl kuşatılmış bir halde kaldıktan sonra, [238] Kabe'nin içinde asılı sahifeye, Yüce Allah ağaç kurdunu (güvesini) musallat etti.
Güve; sahifede, Allah'ın ismi anılan [239] "Bismik'allahümme=5enin isminle başlarım ey Allah" cüm¬lesi dışında, [240] zulüm ve cevr ifade eden herşeyi yedi, bırakmadı. [241]
Bunu Yüce Allah Peygamberimiz (a.s.)a vahiyle bildirdi . [242]
Peygamberimiz (a.s.) da, Ebu Talib'e:
"Ey amca! Benim Rabbim olan Allah, Kureyşlilerin sahifesine ağaç kurdunu (güvesini) musallat etti. Allah'ın isminden başka, onda tesbit edilen,zulüm, akraba ile ilgi kesme, bühtan., gibi şeylerden hiçbiri¬ni bırakmadı, yok etti!" buyurdu.
Ebu Talib:
"Bunu sana Rabbin mi haber verdi?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet! Rabbim haber verdi" buyurdu. [243]
Ebu Talib:
"Ey kardeşimin oğlu! Bana haber verdiğin şey gerçek midir?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet! Vallahi gerçektir!" buyurdu. [244]
Ebu Talib:
"Vallahi, bizim yanımıza da, [245] senin yanına da, (bunu haber verecek) hiç kimse girmemiştir! [246] Bunu sana kim haber verdi?" diye tekrar sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Rabbim haber verdi. Doğrudur bu ey amca!" buyurdu.
Ebu Talib:
"Ben şehadet ederim ki; sen ancak doğru söylersin!" dedi. [247]
Ebu Talib bu haberi kardeşlerine anlattı. Kardeşleri:
"Senin bu husustaki kanaatin nedir?" diye sordular.
Ebu Talib:
"Vallahi, o bana hiçbir zaman yalan söylememiştir!" dedi.
Ebu Talib'e:
"Sen bu hususta ne yapmamızı uygun görürsün?" diye sordular.
Ebu Talib:
"Elbiselerden, bulabildiğiniz en güzelini giymenizi, sonra da Kureyşlilerin yani arına kadar varmanızı, onlara bu sahifenin haberini -kendilerine haber erişmeden önce- anmanızı uygun görüyorum!" dedi.
Hep birlikte gittiler, Mescid-i Haram'a girdiler, Hicr'e kadar vardılar. O sırada, Kureyşlilerin emir ve nehiy sahipleri olan yaşlıları orada oturuyorlardı. [248] Onlar Ebu Talib ile yanındakileri görünce, çektik¬lerine dayanamayarak Peygamberimiz (a.s.)ı kendilerine teslim etmek üzere gelmek zorunda kaldıklarını sandılar. [249] Ebu Talib'le yanındakileri, hemen meclislerine aldılar.
"Ne söyleyecekler?" diye, onlara bakmaya başladılar.
Ebu Talib:
"Biz, sizce bilinen, kabul edeceğiniz bir iş için gelmiş bulunuyoruz" dedi. Müşrikler:
"Hoşgeldiniz, safa geldiniz!" dediler. [250] Ebu Talib:
"Ey Kureyş cemaatı! [251] Hiçbir zaman yalan söylememiş olan [252] kardeşimin oğlu bana haber verdi [253] ki; sizin yazmış olduğunuz sahifenize, Allah ağaç kurdunu (güvesini) musallat kılmış; o, onun içindeki cevr, zulüm ve akrabalarla ilişiği kesme., gibi herşeye dokunmuş, onda sadece Allah'ın ismi anılan sözler kalmıştır! [254] Haydi, [255] aleyhimizde yazdığınız [256] sahifenizi getiriniz! [257] Eğer kardeşimin oğlu doğru söylemiş ise, [258] sahife onun dediği gibi çıkarsa, [259] vallahi biz en sonuncumuz ölmedikçe onu size teslim etmeyiz! [260] Artık siz de kötü görüşünüzden, [261] bizimle ilginizi kesmek-ten [262] vazgeçin! [263] Eğer dediği doğru çıkmazsa, kardeşimin oğlunu size teslim ederim [264] Siz de onu ister öldürürsünüz, isterseniz sağ bırakırsınız!" dedi. [265]
Müşrikler:
"Kabul ettik! [266] Sen bize insaflı davrandın!" dediler. [267]
Bu hususta akityaptılar. [268]
Sahifeyi getirmek üzere, [269] acele [270] adam gönderdiler. [271]
Müşrikler bu işin arzularına uygun geleceğini sandılar. [272]
Sahife getirilince, Ebu Talib:
"Okuyunuz onu!" dedi.
Sahife açıldığı zaman, [273] onu Peygamberimiz (a.s.)ın dediği gibi buldular. [274]
Sahifede; Allah'ın isminden başka herşey, güve tarafından yenilmiş, bitiriliri işti ! [275]
Kureyş müşriklerinin elleri yanlarına düştü! [276]
Ebu Talib, bundan kuvvet ve cesaret alıp bağırarak: [277]
"Her halde, zulmettiğiniz, akraba ile ilişiği kesip kötülük yoluna saptığınız sizce de belli oldu, değil mi?!" dedi. [278]
Müşriklerden hiçbiri Ebu Talib'e cevap vermedi. [279]
Ancak:
"Siz bize sadece sihir ve bühtan getirdiniz! [280]
Bu, sahibinizden sâdır olan bir sihirden başka birşey değildir!" dediler. [281] Red ve inkâr ettiler.
Peygamberimiz (a.s.)la ashabına yapageldikleri kötülükleri, katlıkları tekrarladılar. [282]
Kureyşlilerin ileri gelenlerinden bazıları ise, Hâşim oğullarına karşı yaptıkları şeylerden dolayı, bir¬birlerini kınadılar. [283]
Ebu Talib ile ashabı, Kabe örtüsü arasına girerek:
"Ey Allah! Bize zulmedenlere, akrabalarla ilişiğini kesenlere, bize yapılması haram olan şeyleri helâlleştirenlere karşı bize yardım et!" diyerek yalvardıktan sonra, Şı'b'a döndüler. [284]
Müşriklerden bir topluluk:
"Bu, kardeşlerimize karşı, tarafımızdan yapılmış bir zulümdür!" dediler, [285] pişmanlık duydular. [286]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET   İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:16 pm

Şı'b Sakinlerinin Şı'b'dan Çıkarılışları

Nübüvvetin onuncu yılında idi [287] ki, Kureyş müşriklerinin Haşirin ve Muttalib oğulları aleyhindeki yazılı antlaşmalarını bozup yürürlükten kaldırmak için, Kureyşlilerden birkaç kişi, harekete geçti. Onların içinde, bu hususta, Hişam b. Amfin çabasından daha güzel çabalı kimse yoktu. [288]
Hişam b. Amr; Nadle b. Hişam b. Abdi Menafin ana bir kardeşinin oğlu olduğu için, [289] Hâşim oğullarından sayılırdı.
Kendisi, kavmi arasında şerefli ve itibarlı idi. [290]
Hişam b. Amr, Züheyr b. Ebi Ümeyye'nin yanına vardı.
Züheyr b. Ebi Ümeyye'nin annesi Âtlke Hatun, Abdulmuttalib'in kızı idi.
Hişam b. Amr, Züheyr'e:
"Ey Züheyr! Dayılarının birşey almaktan, satmaktan, evlenmekten, evlendirmekten., mahrum edildiklerini; [291] darlık ve yokluk içinde kıvrandıklarını [292] bilip durduğun halde, istediğini yemeye, içm¬eye, giyinip kuşanmaya, istediğin kadınla evlenmeye senin gönlün nasıl razı oluyor? Nasıl içine siniy-or? [293]
Allah'a yemin ederim ki; [Ebu Cehil] Ebu'l-Hakem Amr b. Hişam'ın seni dayıların aleyhinde antlaş¬maya davet ettiği gibi, sen de onu kendi dayıları aleyhinde böyle bir antlaşmaya davet etmiş olsaydın, senin davetine hiçbir zaman icabet etmez, yanaşmazdı" dedi. [294]
Züheyr b. Ebi Ümeyye:
"Allah senin iyiliğini versin ey Hişam! Ben bir tek adamım . [295] Tek başıma ne yapabilirim?!
Vallahi, yanımda başka bir kişi daha olsaydı, muhakkak o antlaşma sahifesini bozmaya kalkar, bozuncaya kadar uğraşırdım!" dedi. [296]
Hişam b. Amr:
"Ben sana ikinci bir adam buldum!" dedi.
Züheyr b. Ebi Ümeyye:
"Kim imiş o?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Benim!" dedi.
Züheyr b. Ebi Ümeyye:
"Sen bize üçüncü bir adam daha ara!" dedi.
Hişam b. Amr, kalkıp Mut'im b. Adiyy'e gitti. Ona: "Ey Mut'im! Kureyşlilere uyarak Abdi Menaf oğullarından iki batın ailenin gözünün önünde yok edilmelerine gönlün nasıl razı oluyor? Nasıl içine siniyor?! [297] Vallahi, onlan bundan kurtarmaya imkân bulabilseydim, içinizden onlara ilk koşacak olanı, beni bulurdun!" dedi. [298]
Mut'im b. Adiyy:
"Allah senin iyiliğini versin! Ben bir tek adamın! Tek başıma ne yapabilirim?" dedi.
Hişam b. Amr:
"Ben sana ikinci bir adam buldum!" dedi.
Mut'im b. Adiyy:
"Kim imiş o?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Benim!" dedi.
Mut'im b. Adiyy:
"Bize üçüncü bir adam daha ara, bul!" dedi.
Hişam b. Amr:
"Buldum bile!" dedi.
Mut'im b. Adiyy:
"Kim imiş o?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Züheyr b. Ebi Ümeyye'dir" dedi.
Mut'im b. Adiyy:
"Sen bize dördüncü bir adam daha ara, bul!" dedi.
Hişam b. Amr, kalkıp Ebu'l-Bahterî b. Hişam'ın yanına gitti. [299] Onunla konuştu. [300]
Ona da, Mut'im b. Adiyy'e söylediklerine benzer sözler söyledi.
Ebu'l-Bahterî:
"Bize bu hususta yardım edecek, [301] bu görüşte [302] kimseler var mı?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Evet! Vardır" dedi. [303]
Ebu'l-Bahterî
"Kim imiş onlar?" diye sordu.
Hişam b. Amr:
"Züheyr b. Ebi Ümeyye, M ur/im b. Adiyy'dir. Ben de yanındayım!" dedi.
Ebu'l-Bahterî:
"Sen bize beşinci bir adam daha ara, bul!" dedi.
Hişam b. Amr, kalkıp Zem'a b. Esved'e gitti. Onunla konuştu. [304] Kendisinin onlarla olan akra¬balığını ve haklarını andı.
Zem'a b. Esved:
"Beni davet ettiğin bu iş üzerinde duran kimselervar mı?" diye sordu. Hişam b. Amr:
"Evet! Vardır" dedi.
Zem'aya, onların isimlerini birer birer saydı.
Mekke'nin yukansındaki Hacun mevkiinin başlangıcında, geceleyin toplanmaya hazırlandılar.
Orada toplanıp, yapacakları işi konuştular.
Sahife üzerinde durup, onu bozuncaya kadar uğraşmaya ahd ve akd ettiler.
Züheyr b. Ebi Ümeyye ise:
"Sizden, işe ilk başlayan ve ilk konuşan kimse ben olayım!" dedi.
Ertesi günü, sabahleyin, Kureyş müşriklerinin toplantı yerine gittiler.
Züheyr b. Ebi Ümeyye; üzerine ağır ve kıymetli bir elbise giyinmiş olduğu halde Kabe'yi yedi kere tavaf ettikten sonra, halkın yanına geldi ve:
"Ey Mekkeliler! Bizler istediğimiz gibi yiyip içelim, giyinip kuşanalım da, Hâşim ve Muttalib oğulları alışverişten mahrum edilerek helak olsunlar, yakışır mı?!
Vallahi, akrabalık bağlarını kesen şu zalim sahife yirtılıncaya kadar, oturmayacağım!" dedi.
O sırada, Mescid-i Haram'ın bir köşesinde oturan Ebu Cehil:
"Sen yalan söylüyorsun!
Vallahi, o sahife yırtılamaz!" dedi.
Zem'a b. Esved:
"Vallahi, asıl sen yalan söylüyorsun!
Zaten, biz o yazıya-yazıldığı zaman-razı değildik!" dedi.
Ebu'l-Bahterî:
"Zem'a doğru söylüyor!
Biz onda yazılı şeyleri ne kabul, ne de ikrar ettik!" dedi.
Mut'im b. Adiyy:
"Her ikiniz de doğru söylüyorsunuz.
Bunun aksini söyleyen yalan söyler!
Biz bu sahifeden ve onun içinde yazılı olanlardan uzaklaşır, Allah'a sığınırız!" dedi.
Hişam b. Amr da, Mut'im b. Adiyy'in sözlerine yakın sözler söyledi.
Ebu Cehil:
"Her halde, bu, buradan başka biryerde geceleyin konuşulmuş, üzerinde karara varılmış bir iş olsa gerek!?" dedi.
O sırada, Ebu Talib de, Mescid-i Haram'ın bir köşesinde oturuyordu.
Mut'im b. Adiyy kalkıp, Kabe'nin içinde asılı sahifeyi yırtmak için yanına vardığı zaman; "Bismik'allahümme" sözleri dışındaki bütün yazılan ağaç kurdu (güvesi) yemiş bir halde buldu! [305]
Bunun üzerine, Adiyy b. Kays, Zem'a b. Esved, Ebu'l-Bahterî ve Züheyr b. Ümeyye silahlanarak Hâşim ve Muttalib oğullarının yanlarına gittiler, onları Şı'b'dan evlerine döndürdüler. [306]
Kureyş müşriklerinin elleri yanlarına düştü!
Hâşim oğullarının Peygamberimiz (a.s.)ı sonuna kadar koruyacaklarına, kendilerine teslim etmeyeceklerine kanaat getirdiler. [307]
Peygamberimiz (a.s.) ile cemaatı, Şı'b'dan çıkarak, halk arasına karıştılar. [308]
Ebu Talib; sahifeyi ve içindekini iptal edip Şı'b'dan çıkmalarını sağlayanları, söylediği yirmialtı bey-itlik bir şiirle övdü. [309]



________________________________________
HÜZÜN YILI

Ebu Talib'in Hastalanışı ve Müşriklerin Onunla Konuşmaya Gelişi

Ebu Talib nübüvvetin onuncu yılında, [1] Şı'b'dan çıktıktan sonra [2] hastalanıp [3] ölüm döşeğine düşünce, [4] günden güne ağırlaştığını haber alan Kureyş müşrikleri, birbirlerine:
"Hamza, Ömer, Müslüman oldu. Muhammed'in işi bütün Kureyş kabileleri arasında yayıldı.
Vallahi, onun işimizi elimizden zorla almayacağından emin değiliz!
Ebu Talib'e gidelim. O, bizim için, kardeşinin oğlundan bir söz alsın! Bizden de, ona bir söz versin!" dediler ve:
1- Utbe b. Rebia,
2- Şeybe b. Rebia,
3- Ebu Cehil Amr b. Hişam,
4- Ümeyye b. Halef,
5- Ebu Süfyan Sahr b. Harb ve Kureyş eşrafından daha bazı adamlarla gidip Ebu Talib'le konuştu¬lar.
"Ey Ebu Talib! Biliyorsun ki, sen bizdensin!
Gördüğün gibi, ölüm döşeğine de düşmüş, ölüme yaklaşmış bulunuyorsun! Biz senin ansızın ölüvereceğinden korkuyoruz! Bizim aramızla kardeşinin oğlu arasındaki durumu pekâlâ biliyorsun. Kendisini çağır!
Bizden onun için alacağın sözü al; ondan da bizim için alacağın sözü al da, o artık bizimle uğraş¬maktan vazgeçsin! Biz de onunla uğraşmaktan vazgeçelim!
O, bizimle ve dinimizle uğraşmayı bıraksın! Biz de, onunla ve onun dini ile uğraşmayı bırakalım!" dediler.
Bunun üzerine, Ebu Talib, Peygamberimiz (a.s.)a haber saldı. Gelince:
"Ey kardeşimin oğlu! Bunlar senin kavminin eşrafıdırlar!
Sana söz vermek ve senden de söz almak için toplanıp gelmişlerdir" dedi. [5]
"Ey kardeşimin oğlu! Senin kavminden istediğin nedir?" diye sordu. [6]
Peygamberimiz (a.s.):
"Ey amcam! [7] Ben onların bir tek kelimeyi söylemelerini istiyorum ki, onlar onunla bütün Araplara hakim olurlar, Arap olmayanlar da kendilerine cizye [vergi] öderler!" buyurdu. [8]
Müşrikler, o kelimeden korktular. [9]
"Evet! Nedir o kelime?!
Babam sana feda olsun. Sen onu bize söyle de, biz onu bir tek yerine on defa söyleyelim!" dedil¬er. [10]
Ebu Cehil de aynı sözleri tekrarladı. [11]
Ebu Talib:
"Ey kardeşimin oğlu! Hangi kelimedir o?" diye sordu. [12]
Peygamberimiz (a.s.):
"'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka ilah yoktur" derseniz; Allah'tan başka tapmakta olduğunuz şeyleri de söker atarsanız!" buyurunca, [13] müşrikler hemen kalkıp [14] ellerini, [15] elbiselerini [16] çırptılar. [17]
"Ey Muhammedi Sen bunca ilahları bir tek ilah mı yapmak istiyorsun? Senin işin şaşılacak şey doğrusu!" dediler.
Birbirlerine de:
"Vallahi, bu adam istediğiniz şeylerden size birşey verici değildir! Gidiniz! Allah sizinle onun arasın¬da hükmünü verinceye kadar atalarınızın dini üzerinde sebat ediniz!" diyerek dağıldılar. [18]
Ebu Talib, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Vallahi, ey kardeşimin oğlu! Ben senin hiç de haktan uzak birşey istediğini görmedim" dedi. [19]
Peygamberimiz (a.s.), Ebu Talib'in bu sözünden, kendisinin Müslüman olacağını umdu. [20]
Ebu Talib'in yanına vardığı zaman, Ebu Cehil ile Abdullah b. Ebi Ümeyye orada bulunuyordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ey amca! 'Lâ ilahe illallah = Al I a h 'ta n başka hiçbir ilah yoktur' kelime-i tevhidini söyle de, ben Allah katında senin imanına bununla şehadet edebilirim" buyurdu.
Ebu Cehil ile Abdullah b. Ebi Ümeyye:
"Ey Ebu Talib! Sen Abdulmuttalib'in milletinden (dininden) yüz mü çevireceksin?" dediler.
Peygamberimiz (a.s.) kelime-i tevhidi Ebu Talib'e teklife devam ettiği müddetçe, Ebu Cehil ile Abdullah b. Ebi Ümeyye, sözlerini tekrarlayıp durdular.
Ebu Talib'in onlara son sözü:
"Ben, Abdulmuttalib'in milleti (dini) üzereyim" demek oldu. [21]
Peygamberimiz (a.s.):
"Ey amca! Sen o kelime-i tevhidi söyle ki, Kıyamet gününde, sana onunla şefaat etmek helalleşir" buy urdu. [22]
Ebu Talib:
"Vallahi, ey kardeşimin oğlu! Benden sonra, sana ve senin atanın oğullarına sövülmesi ve Kureyşîlerin bunu benim ölümden korkarak söylediğimi sanmaları korkusu olmasaydı, senin gözünü aydın etmek için, söylerdim!" dedi. [23]
Peygamberimiz (a.s.):
"Vallahi, ben de, Yüce Allah tarafından men olununcaya kadar, senin için muhakkak istiğfarda bulunmaya, yarlıganmanı dilemeye devam edeceğim" buyurdu. [24]Bunun üzerine, inen âyette şöyle buyuruldu:
"Gerçekten, sen her istediğini hidayete erdiremezsin.
Fakat, Allahtır ki, kimi dilerse, ona hidayet verir ve O, hidayete erecekleri daha iyi bilendir." [25]

Ebu Talib'in Peygamberimiz (a.s.)a Önemli Bir Tavsiyesi

Ebu Talib, öleceği sırada, Peygamberimiz (a.s.)ı yanına çağırdı ve:
"Ey kardeşimin oğlu! Ben öldüğüm zaman, sen Neccar oğullarından olan dayılarının yanına git!
Çünkü, onlar evlerinde, yurtlarında bulunanı koruma gücüne, insanların en çok malik olanlarıdırlar"
Dedi. [26]

Ebu Talib'in Vefatı

Ebu Talib, nübüvvetin onuncu yılında, [27] Şı'b'dan çıktıktan 5onra, [28] Peygamberimiz (a.s.)in Medine'ye hicretinden üç yıl ünce, [29] Şevval ayının ortasında vefat etti . [30]
Vefat ettiği zaman, kendisinin yaşı sekseni aşmış; [31] seksenyediyi, [32] doksanı bulmuştu. [33]
Hz. Ali derki:
"Babam vefat ettiği zaman, Resûlullah (a.s.)ın yanına gidip: 'Amcan, [34] dalâlet içindeki ihti¬yar amcan [35] müşrik olarak öldü!1 dedim. [36]
Resûlullah (a.s.) ağladı . [37]
'Git! Onu yıka! Kefenle ve göm! [38] Allah onu yarlıgasın! Ona rahmet etsin!' buyurdu. [39]
'Onu kim gömecek?' diye tekrar sordum . [40]
Peygamberimiz (a.s.):
'Sen git, babanı göm! Dönüp yanıma gelinceye kadar da, hiçbir şey yapma!' buyurdu. [41]
Dediğini yaptım. [42]
Babamı gömüp gelince emretti, yıkandım; bana dua etti. [43]
Resûlullah (a.s.) günlerce evinden dışan çıkmadı, onun yariıganmasını diledi durdu.
'Allah sana rahmet etsin! Seni yarlıgasın!
Allah beni men edinceye kadar, senin için mağfiret dilemeye devam edeceğim' buyurdu." [44]

Hz. Hatice'nin Vefatı
Peygamberimiz (a.s.)ın zevcesi Hz. Hatice de; nübüvvetin onuncu yilında, [45] Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinden üç yıl önce, [46] Şı'b'dan çıktıktan sonra, [47] Ramazan ayında vefat etti. [48]
Ebu Talib'in vefatından üç gün sonra vefat ettiği de rivayet edilir. [49] Hz. Hatice, vefat ettiği zaman altmış beş yaşında idi. [50]
Mekke'nin Hacun kabristanına götürülüp gömüldü. [51] Hz. Hatice gömülürken, Peygamberimiz (a.s.) onun kabrinin içine indi. [52] O zaman, cenaze namazı teşri kılınmamıştı. [53]
Hz. Hatice İslâm dâvasında Peygamberimiz (a.s.) için sadık bir müşavir ve dert ortağı, sükunet kaynağı idi.
Ebu Talib de, Peygamberimiz (a.s.)ın kolu, kanadı, sığınağı, müşriklere karşı savunucusu ve yardımcısı idi. [54]
İki musibetin böyle birbiri ardınca gelip Peygamberimiz (a.s.)ın üzerinde toplanması, [55] Peygamberimiz (a.s.)a:
"Şu ümmet üzerinde şu günlerde toplanan iki musibetten hangisine en çok yanacağımı bilemiyo¬rum" dedirtecek kadar [56] ağır geldi. [57]
Peygamberimiz (a.s.), bu yıla "Hüzün Yılı" adını taktı. [58]

Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)a İşkenceye Başlamaları ve Ebu Leheb'in Peygamberimiz (a.s.)ı Himayesine Alışı
Peygamberimiz (a.s.), amcası Ebu Talib'in vefatından sonra, günlerce evinden dışarı çık¬madı. [59] Hep evinde oturdu. Pek az dışarı çıktı. [60] Dışarı çıktığı zaman da, Kureyş müşrikleri, [61] Ebu Talib'in sağlığında [62] yapmak isteyip de yapamadıkları hakaret ve işkenceleri, [63] istediklerini yapmaya başladılar. [64]
Nitekim, Kureyş müşriklerinin beyinsizlerinden bir beyinsiz Peygamberimiz (a.s.)ın önünü kesip başına toprak saçmış, Peygamberimiz (a.s.) başı toza toprağa bulanmış olarak evine gir¬mişti.
Kızlarından birisi hemen kalkıp Peygamberimiz (a.s.)ın başındaki tozu toprağı ağlaya ağlaya giderirken, Peygamberimiz (a.s.):
"Kızcağızım! Ağlama! Muhakkak ki, Allah senin babanı koruyacak, savunacaktır!" demişti.
Peygamberimiz (a.s.)ın kendi kendine de:
"Ebu Talib ölünceye kadar, Kureyşlilerden, böyle birşey başıma gelmemişti! [65] Ey amca! Senin yok¬luğunda, imdadıma senden daha çabuk koşanı bulamadım" buyurduğunu işittiği; ve müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)ı himayesiz bularak işkenceye uğratmaya kalktıklarını gördüğü zaman, Ebu Leheb Peygamberimiz (a.s.)ın yanına geldi ve:
"Ey Muhammedi Git! Ne istiyorsan, Ebu Talib'in sağlığında ne yapıyor idiysen, yine yap! Lâfa andol-sun ki, ben ölünceye kadar sana hiç kimse dokunamayacaktır!" dedi.
Bir gün, Gaytala'nın oğlu Peygamberimiz (a.s.)a sövüp sayarken, Ebu Leheb çıkageldi. Onu yüzünün üzerine düşürdü.
Gaytala'nın oğlu:
"Ey Kureyş cemaatı! Ebu Utbe dininden çıkmış!" diyerek bağırmaya ve yaygaraya başladı.
Kureyş müşrikleri gelip Ebu Leheb'in üzerine dikildiler.
Ebu Leheb onlara:
"Ben Abdulmuttalib'in dininden ayrılmış değilim.
Fakat, ben kardeşimin oğlunu yapmak istediği şeyi yapıncaya kadar koruyorum" dedi.
Müşrikler:
"Güzel ve iyi etmişsin!" dediler.
Peygamberimiz (a.s.), böylece, bir müddet, Ebu Leheb'in korkusundan hiç kimse sataşmaz olduğu halde, gider gelir oldu.
Bir gün; Ukbe b. Ebi Muayt ile Ebu Cehil Amr b. Hişam Ebu Leheb'in yanına giderek, ona:
"Kardeşinin oğlu sana babanın nereye girdiğini haber verdi mi?" diye sordular.
Bunun üzerine, Ebu Leheb:
"Ey Muhammedi Abdulmuttalib'in girdiği yer neresidir?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"O, kavmi ile birliktedir!" buyurdu.
Ebu Leheb, Ukbe b. Ebi Muayt ile Ebu Cehil'e:
"Ona babamın girdiği yeri sordum.
'Kavmi ile birliktedir1 diye cevap verdi" dedi.
Ukbe ile Ebu Cehil:
"'O ateş (Cehennem) içindedir!' demek istemiştir" dediler.
Ebu Leheb tekrar Peygamberimiz (a.s.)ın yanına varıp:
"Ey Muhammedi Abdulmuttalib, ateşe (Cehenneme) mi girdi?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet! Abdulmuttalib de, putlara tapa tapa onun gibi ölüp gitmiş olan herkes de, ateşe (Cehenneme) girmiştir" buyurdu.
Bunun üzerine, Ebu Leheb:
"Vallahi, artık sana işkenceden nefes aldırmayacak, temelli düşmanlık edeceğim! Sen Abdulmuttalib'in Cehennemde olduğunu söylersin ha?!" dedi.
Ebu Leheb de, başka müşrikler de, Peygamberimiz (a.s.)a düşmanlıklarını ve zulümlerini şiddetlendirdiler. [66]

Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)a Yaptıkları Düşmanlık ve Kötülüklerden Bazıları

1) Übeyy b. Halefle Ukbe b. Ebi Muayt, birbirlerinin sıkı dostu idiler.
Ukbe b. Ebi Muayt'ın, bazan Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelip, konuştuklarını dinlediği olurdu. Ukbe'nin bu hareketi Übeyy b. Halefe anlatılınca, Übeyy b. Halef Ukbe'ye:
"İşittim ki; sen Muhammed'le birlikte oturup, konuşmasını dinliyormuşsunl?
Bir daha onunla oturur, söylediklerini dinlersen; gidip onun yüzüne tükürmezsen, yüzüm senin yüzüne haram olsun! Seninle hiç konuşmayacağım da!" dedi ve ağır yemin etti.
Bunun üzerine, Ukbe b. Ebi Muayt, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına vanp Übeyy b. Halefin istediğini yerine getirdi. [67]
Ukbe b. Ebi Muayt'ın o gün attığı murdar tükrük ve salyası yüzünden Peygamberimiz (a.s.)ın nâzik yanakları kavrulmuş, ve onun izleri hayatının sonuna kadar kaybolmamıştır. [68]
Yüce Allah, bu hususta indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu:
"O gün (Kıyamet günü), (her) zâlim, (nedametle) iki elini ısırarak:
'Ne olurdu, diyecek, 'ben o peygamberin yanında (bulunup, Allah'a) bir yol edineydim!
Ne yazık bana! Keşke filanı dost tutmayaydım!
Andolsun ki, beni zikirden-o bana geldikten sonra-saptıran odur.1
Şeytan, insanı-başına bir bela gelince-yapayalnız ve yardımsız bırakandır." [69]
2) Hz. Osman'ın gözlerinden yaşlar akarak anlattığına göre; Peygamberimiz (a.s.), bir gün,Kabe'yi tavaf ediyor, o sırada Kabe'nin Hicr mevkiinde de, Ukbe b. Ebi Muayt, Ebu Cehil Amr b. Hişam
ve Ümeyye b. Halef oturuyordu.
Peygamberimiz (a.s.) onların hizasından geçerken, Peygamberimize, hoşlanmayacağı bazı laflar attılar.
Bu laflardan Peygamberimiz (a.s.)ın hoşlanmadığı, yüzünden belli olmakta idi.
Hz. Osman Peygamberimiz (a.s.)ın yanına vardı.
Peygamberimiz (a.s.) ı, Hz. Ebu Bekir'le, aralarına aldılar.
Peygamberimiz (a.s.) parmağını onun parmakları arasına geçirdi.
Bütün tavafları böylece, el tutuşarak yaptılar.
Ebu Cehil ve arkadaşlarının hizasına geldikleri zaman, Ebu Cehil, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Vallahi, deniz bir kıl parçasını ıslatacak suya malik bulundukça, sen atalarımızın tapageldikleri tan¬rılara tapmaktan men ettiğin müddetçe, seninle barışmayacağız!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) da:
"Ben de öyle!" buyurdu.
Sonra, tavafın üçüncü bölümünü de öylece yapıp dördüncü bölümünü yapmaya geldiği zaman, Ebu Cehil yerinden sıçradı ve Peygamberimiz (a.s.)ın yakasını tutmak istedi. Bu işe kalkışınca, itilip kıçının üzerine düşürüldü.
Hz. Ebu Bekir Ümeyye b Halefi, Peygamberimiz (a.s.) da Ukbe b. Ebi Muayt'ı defetti.
Onlar Peygamberimiz (a.s.)ın başından dağılınca, Peygamberimiz (a.s.) ayakta durarak, onlara:
"Vallahi, size âcil azab mubah oluncaya kadar siz bundan vazgeçmeyeceksiniz! Sizler, Peygamberiniz için, ne kötü kavimsiniz!" buyurduktan sonra, evine döndü.
Hz. Ebu Bekir'le Hz. Osman da, kendisini evine kadar takip ettiler, arkasından gittiler.
Peygamberimiz (a.s.), kapısının önünde durarak, onlara yönelip:
"Sevinin ki, hiç şüphesiz, Yüce Allah dinini açıklayacak, üstün kılacak; Peygamberine yardım ede¬cektir.
Şu gördüğünüz kişiler, Yüce Allah'ın sizin ellerinizle tez vakitte boğazlayacağı kimselerdendir!" buyurdu.
Hz. Osman:
"Vallahi, ben onları Yüce Allah'ın bizim ellerimizle boğazladığını gördüm!" demiştir. [70]
3) Peygamberimiz (a.s.) bir gün bazı müşrikler tarafından dövülüp kana boyandığı, üzgünbir halde oturduğu sırada, Cebrail (a.s.) geldi ve:
"Sana ne oldu?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Bana şu müşrikler yapacaklarını yaptılar" buyurdu. Cebrail (a.s.):
"Sana bir mucize göstermemi ister misin?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Göster!" buyurdu.
Cebrail (a.s.), vadinin gerisindeki ağaca bakarak: "O ağacı çağır!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) çağırınca, ağaç yürüyerek Peygamberimiz (a.s.)ın önüne kadar gelip durdu.
Cebrail (a.s.):
"Ona söyle, geri dönsün!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) geri dönmesini söyleyince, ağaç eski yerine varıncaya kadar geri gitti.
Peygamberimiz (a.s.):
"Yeter!" buyurdu. [71]
4) Mahzum oğullarından Ebu Cehil ile Velid b. Mugîre ve üçüncü bir arkadaşları, [72] Peygamberimiz(a.s.)ı öldürmeyi aralarında tasarladılar. [73] Ebu Cehil; Peygamberimiz (a.s.)ı namaz kılarken görürse, Peygamberimiz (a.s.)ın başını taşla ezeceğine yemin etti: [74]
"Muhammed'i görecek olursam, şöyle şöyle yapacağım" dedi. [75]
Bir gün, Peygamberimiz (a.s.)ın Kabe'de namaz kıldığı bir sırada, Ebu Cehil'e:
"İşte, Muhammed orada!" dediler.
Ebu Cehil ise:
"Nerede o?" diye sorup durdu. Peygamberimiz (a.s.)ı göremedi. [76]
Peygamberimiz (a.s.) Kabe'de namaz kılmaya durup kıraatına başladığı ve Mahzum oğullarının da Peygamberimiz (a.s.)ın kıraatim işittikleri, [77] Ebu Cehil'in de eli boşa çıktığı sıra-da; [78] Peygamberimiz (a.s.)ı öldürmesi için, Velid b. Mugîre'yi gönderdiler.
Velid Peygamberimiz (a.s.)ın namaz kıldığı yere kadar ilerledi.
O da, Peygamberimiz (a.s.)ın kıraatini işitiyor, fakat kendisini göremiyordu!
Arkadaşlarının yanına dönüp, bunu onlara bildirdi: [79]
"Vallahi, sesini duyduğum halde, kendisini göremiyordum!" dedi.
Bunun üzerine, arkadaşlarından üçüncüsü:
"Vallahi, gidip onun başını ben ezeceğim!" dedi, eline bir taş alıp gitti.
İzi sıra geri döndü ve kafasının üzerine, baygın halde düştü.
Kendisine:
"Sana ne hal oldu?!" diye sordular.
"Benim başımda büyük bir hal var. Bir adam gördüm. Onun yanına yaklaşınca birpuğur deve ile karşılaştım ki, kulaklarını sallıyordu!
Ben, bu ana kadar, ondan daha iri bir puğur görmemi simdir!
O Muhammed'le benim arama gerilmiş, duruyordu!
Lât ve Uzzâya yemin ederim ki; eğer ona biraz daha yaklaşsa idim, o beni muhakkak yerdi!" dedi. [80]
Bunun üzerine, Mahzum oğulları, Peygamberimiz (a.s.)ın namaz kıldığı ve kıraatini işittik¬leri yere kadar hep birlikte ilerlediler.
Sese yaklaştıkları zaman, ses arkadan gelmeye başladı!
Arkadan geldiğini işittikleri yere doğru gidince de, bu sefer, ses arkalarından gelmeye başladı!
Döndüler, Peygamberimiz (a.s.)a yapmak istedikleri için bir yol bulamadılar! [81]
"İşte, Biz, onların önlerinden bir set, arkalarından da bir set çektik. Böylece, onlar görmezler!" mealindeki âyetin, [82] Ebu Cehil ve arkadaşlarınca Peygamberimiz (a.s.)a karşı girişilen bu suikast üzerine nazil olduğu rivayet edilir. [83]
5)Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden bir cemaat, Kabe'nin Hicrinde toplanıp:
"Muhammed'i görür görmez, hep birden, tek bir adamın kalkışı gibi kalkacak, onun üzerine yürüye¬ceğiz; öldürmedikçe de kendisinden ayrılmayacağız!" diyerek Lât ve Uzzâ, Menât, İsaf ve Naile putları
üzerine antlaşülar.
Hz. Fâtıma ağlayarak Peygamberimiz (a.s.)ın yanına geldi ve:
"Şu Kureyşlilerin ileri gelenleri senin aleyhinde antlaştılar: Seni görünce, üzerine yürüyüp seni öldürecekler!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ey kızcağızım! Bana abdest suyu getir!" buyurdu.
Abdest aldı. Sonra da, Mescid-i Haram'a, onların yanına vardı.
Müşrikler Peygamberimiz (a.s.)ı görünce:
"İşte, o orada!" dediler. Gözlerini önlerine indirdiler, çeneleri göğüslerinin üzerine düştü.
Oturdukları yerlerden ne ilerleyebildiler, ne gerileyebildiler!
Başlarını kaldırıp Peygamberimiz (a.s.)a bakamadılar!
İçlerinden hiçbirisi, kalkıp Peygamberimizin üzerine yürüyemedi!
Peygamberimiz (a.s.) vanp tepelerine dikildi. Yerden bir avuç toprak aldı ve:
"Yüzleriniz kara olsun!" diyerek, onların üzerlerine saçtı.
Onlardan hiçbir kimse yoktu ki, bu topraktan kendisine isabet etsin de, Bedir savaşında kâfir olarak öldürülmemiş olsun! [84]

Peygamberimiz (a.s.)ın Taif Eşrafını İmana Davet Etmeye, Kendisine Yardımcı Olmalarını
İstemeye Gidişi ve Oradan Mekke'ye Dönüşü

Peygamberimiz (a.s.); amcası Ebu Talib'in vefatından sonra [85] nübüvvetin onuncu yılında, Şaban ayının bitmesine [86] üç gece kala [87], yanına azadlı kölesi ve oğulluğu Zeyd b. Hâriseyi alıp, [88] yürüyerek [89] Taife gitti. [90]
Taif şehrine Mekke'den yaya yürüyüşle bir günde çıkılır, Taif'ten Mekke'ye de yarım günde inilir. [91] Peygamberimiz (a.s.)ın Taife gitmekten maksadı, Taif eşraflyla görüşüp konuşarak, onları:
Bir ve tek olan Allah'a imana, [92] İslâmiyete davet etmek, [93]
Allah katından getirip tebliğ etmiş olduğu şeyleri kabul etmelerini istemek, [94]
Kavmi olan Kureyş müşriklerine karşı [95] kendisini barındırmalarını, [96] korumalarını, [97] kendisine yardımcı olmalarını istemek idi. [98]
Peygamberimiz (a.s.), Taife varınca, orada Sakif kabilesinin ulu kişilerinden ve eşrafından bazı kimselerle buluştu ki, onlar:
Abdi Yalil b. Amr b. Umeyr,
Mes'ud b. Amr b. Umeyr,
Habib b. Amr b. Umeyr adlarındaki üç kardeş idiler. [99]
Bunlardan birisi, Cumah oğulları ailesinden bir kadınla evli bulunuyordu. [100]
Peygamberimiz (a.s.) onlarla oturup konuştu. [101] Kendisinin Allah tarafından gönderilen bir peygamber olduğunu bildirdi. Kureyş müşriklerinin uğrat¬tıkları bela ve musibetlerden şikâyetlendi. [102] Kendilerini Allah'a imana davet etti. İslâmiyeti yaymasına yardımcı olmalarını ve kavmi olan Kureyş'ten muhalefet edenlere karşı kendisiyle birlikte hareket etmelerini istemek üzere yanlarına gelmiş olduğunu söyledi. [103]
Onlardan birisi:
"Eğer Allah seni peygamber gönderdi ise, Kabe'nin örtüsünü üzerinden çıkartıp atmış olayım! [104]
Eğer Allah seni peygamber gönderdi ise, Kabe'nin örtüsünü çalmış, [105] yırtıp atmış olayım!" dedi (Beyhakî, c. 2, s. 415).
Onlardan ikincisi de:
"Allah, senden başka, peygamber gönderecek kimse bulamadı mı?! [106] Allah senden başkasını peygamber göndermekten âciz midir?" dedi. [107]
Üçüncüsü ise:
"Vallahi, ben seninle hiçbir zaman konuşmayacağım. [108] Çünkü, sen dediğin gibi [109] Allah tarafın¬dan gönderilmişsen, elbette ki, benim sana cevap vermemden müstağnisin, çok yüksek bir mevkide bulunuyorsun demektir.
Eğer sen Allah'a karşı yalan söylüyorsan, zaten seninle konuşmam bana yaraşmaz!" dedi. [110]
Taifliler:
"Yurdunun halkı, kavmin seni istememiş, kabul etmemişler! Sen de kalkmış, bize gelmişsin!?
Biz, vallahi, senin gelişine razı değiliz. Senden ürküyor, seni reddediyoruz!" dediler. [111]
Taiflilerden, ne barındıracak, ne de yardım edecek bir kimse görülmedim. [112]
Peygamberimiz (a.s.) Sakif kabilesinden hayır geleceğinden ümidini kesmiş olarak yan¬larından kalkarken, [113] onlara:
"Bari bana karşı yaptığınız şeyleri gizli tutun!" buyurdu. [114]
Peygamberimiz (a.s.) kavminin kendisine karşı cüretlerini arttıracak olan bu Taife geliş haberini duymalarını istemiyordu. [115]
Taifliler Peygamberimiz (a.s.)ın bu isteğini de yerine getirmediler. [116]
Halidü'l-Advânî der ki:
"Resûlullah (a.s.)ı, Sakif kabilesinin yardımını istemek üzere yanlarına geldiği zaman, Taif'in doğusunda, kavse veya asaya dayanmış olduğu halde gördüm.
Başından sonuna kadar okuduğu Târik sûresini, ben Cahiliye devrinde, bir müşrik iken dinleyip ezberledim.
Taifliler, beni çağırıp:
'Şu adamdan dinlediğin şey ne idi?' diye sordular.
Ezberlediğim sûreyi onlara okudum.
Yanlarında bulunan, Kureyşîlerden bir adam:
'Biz, adamımızı daha iyi biliriz. Onun dedikleri şeyin hak ve gerçek olduğunu bilseydik, kendisine tâbi olurduk' dedi." [117] Peygamberimiz (a.s.) Taif'te on gün kaldı. [118]
Sakif kabilesi eşrafından, yanına varıp konuşmadığı bir kimse bırakmadı.
Taifliler Peygamberimiz (a.s.)ın teklifini kabul etmediler. Gençlerinin Müslüman olmaların¬dan korktular. Peygamberimiz (a.s.)a:
"Sen hemen yurdumuzdan çık, git! Seni kurtaracak yerlere iltica et!" dediler. [119] Peygamberimiz (a.s.)ı en çirkin red ile reddettiler. [120]
Peygamberimiz (a.s.)la alay ettiler. [121]
Bununla da kalmayıp, aralarından birtakım hafif akıllıları, beyinsizleri [122] ve köleleri [123] kışkırt-tılar. [124]bağırttılar, Peygamberimiz (a.s.)a sövdürdüler!
Halkı Peygamberimiz (a.s.)ın başına toplattılar.
Halkın serseri, ayaktakımı güruhunu, [125] Peygamberimiz (a.s.)ın geçip gideceği yolun iki yanına oturttular.
Peygamberimiz (a.s.) onların aralarından geçerken, ayaklarını kaldırıp indirdikçe, [126] attık¬ları taşlarla yaraladılar, kanattı lan [127] ayakkabıları kana boyandı! [128]
Peygamberimiz (a.s.) ayaklarının acısına dayanamayarak yere oturdukça, kollarından tutup kaldırdılar!
Yürüdüğü zaman, taşa tuttular, gülüştüler!
Zeyd b. Harise, atılan taşlara kendi vücudunu siper ederek, Peygamberimiz (a.s.)ı koru¬maya çalışmakta idi.
Atılan taşlarla, onun da başı ağır şekilde yarılmıştı . [129]
Taif eşrafından üç kardeşin birisiyle evli bulunan Safiyye binti Ma'meru'l-Cumahî [130] ile karşılaşın¬ca, Peygamberimiz (a.s.) ona:
"Kocan tarafından hısımlarının nedir bize şu yaptıkları işkenceler?!" diyerek şikâyetiendi. [131]
Taiflilerin beyinsizleri, Peygamberimiz (a.s.)ı, Utbe ve Şeybe b. Rebia'nın Taif teki bostanı¬na
sığınıncaya kadar takip ettikten ve taşladıktan sonra, dönüp gittiler. [132]
Onların aralarından ve ellerinden kurtulduğu zaman, Peygamberimiz (a.s.)ın ayaklarından kanlar akıyordun. [133]
Peygamberimiz (a.s.), sığındığı bostandaki bir asmanın gölgesi altına oturdu.
Utbe ve Şeybe b. Rebia, Peygamberimiz (a.s.)a yapılanları seyretmekte idiler. [134]
Peygamberimiz (a.s.), ayaklarından akan kanlardan [135] çok muztarip bir halde idi.
Bakınca, bostanın içinde Utbe b. Rebia ile Şeybe b. Rebia'yı gördü. [136]
Onların Allah'a ve Resûlullaha olan [137] düşmanlıklarını bildiği için, [138] bostanlarında bulunmaktan hoşlanmadı. [139] Yanlarına varmak da istemedi. [140]
Peygamberimiz (a.s.), biraz dinlenip sükûnet bulduktan [141] ve iki rekat namaz kıldıktan sonra, [142] ellerini semaya kaldırdı, [143] Yüce Allah'a halini şöyle arzetti:
"Ey Allah! Gücümün zayıflığını, tedbirimin azlığını, halk nazarında hakîr görülüşümü, Sana arz ve şikâyet ediyorum!
Ey merhametlilerin en merhametlisi!
Sensin, zayıf düşenlerin Rabbi!
Sensin, benim Rabbim!
Sen, beni kime; Senden uzak olan ve beni gördükçe süratini asan kimselere mi bırakıyorsun? İşimi eline verdiğim düşmana mı bırakıyorsun?
Eğer Sende bana karşı bir azab yoksa, hiç gam çekmem!
Senin af ve mağfiretin, benim için, gazabından daha geniştir.
Senin üzerime gazab indirmenden, yahut gazabının üzerimde yerleşmesinden Senin karanlıkları aydınlatan, dünya ve âhiret işlerini düzenine koyan Yüzünün (Zâtının) Nuruna sığınırım!
Herşey Senin rızan içindir ve bütün güç, kuvvet de Sende, Senin Elindedir!" [144]

Hıristiyan Köle Addas'ın Müslüman Oluşu

Utbe ve Şeybe b. Rebia; Peygamberimiz (a.s.)ı o halde gördükleri zaman, aradaki akra¬balık, kendilerini Peygamberimiz (a.s.)a karşı gayrete getirdi:
Addas adındaki Hıristiyan kölelerini yanlarına çağırdılar. Ona:
"Şuradan birkaç salkım üzüm al! Şu tabağın içine koy! Sonra da, onu şu adama götür! Kendisine, ondan yemesini söyle!" dediler.
Addas da öyle yaptı. Üzümü tabakla götürüp önüne koyduktan sonra, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Buyurye!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Sen hangi beldeler halkındansın? Dinin nedir?" diye sordu.
Addas:
"Hıristiyanım ve Ninova halkından bir kimseyim!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Demek, sen salih kişi Yunus b. Metta'nın köyündensin ha?" buyurdu. [145]
Addas:
"Yunus b. Metta'nın kim olduğunu sana kim bildirdi?! [146]
Vallahi, o Ninova'dan çıkıp gitmiştir.
Ninova'da, Metta'nın ne olduğunu bilen on kişi bile bulunmaz!
Sen Metta'nın ne olduğunu nereden biliyorsun?!
Sen ümmîsin ve ümmî ümmet içerisinde bulunuyorsun!?" dedi. [147]
Peygamberimiz (a.s.):
"Ben Allah'ın Resûlüyüm! Allah bana Yunus'un haberini haber verdi. [148] O benim kardeşimdir. Kendisi bir peygamberdi. Ben de bir peygamberim!" buyurdu. [149]
Addas:
"Yâ Rasûlallah! Bana Yunus b. Metta'nın haberini ver!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) ona Yunus b. Metta'nın hal ve şanı hakkında Yüce Allah tarafından kendisine vahyolunanları haber verince, [150] Addas:
"Ben şehadet ederim ki: Sen, Allah'ın kulu ve resûlüsün!" dedi, [151] Müslüman oldu. [152] Yüce Allah ondan razı olsun!
Addas; Peygamberimiz (a.s.)ın üzerine kapanıp, başını, ellerini, ayaklarını öptü!
Rebia'nın oğullarından biri öbürüne:
"O, sana karşı köleni de bozdu, yoldan çıkardı!" dedi.
Yanlarına gelince, Addas'a:
"Yazıklar olsun sana ey Addas! Sen ne için o adamın başını, ellerini ve ayaklarını öptün?!" dediler.
Addas:
"Ey efendim! Bütün yeryüzünde, ondan daha hayırlısı yoktur! [153]
O, muhakkak Resûlullah'tir!" dedi.
Utbe ve Şeybe, gülüştüler: [154]
"Yazıklar olsun sana ey Addas! O, seni de dili ile sihirlemiş! [155]
Sakın, o seni Hıristiyanlığından döndürmesin!
Çünkü, o aldatır bir kimsedir" dediler. [156]
Addas:
"O bana öyle birisi haber verdi ki, onu peygamberden başkası bilemez!" dedi. [157]
Utbe ve Şeybe b. Rebia:
"Yazıklar olsun sana ey Addas! O seni sakın dininden döndürmesin! [158] Çünkü, senin dinin onun dininden daha hayırlıdır" dediler. [159]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET   İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:17 pm

Peygamberimiz (a.s.)ın Üstün Rahmet ve Şefkati

Peygamberimiz (a.s.) Sakif kabilesinden hayır gelmeyeceğini anlamış, [160] ne bir erkeğe, ne de bir kadına İslâmiyeti kabul etti nem em iş olmaktan üzgün [161] ve me'yus1 [162] bir halde, Taiften aynlarak Mekke'ye yönelmişti. [163]
Hz. Âişe, bir gün, Peygamberimiz (a.s.)a: [164]
"Yâ Rasûlallah! Senin başına, Uhud gününden daha çetin bir gün geldi mi?" diye sormuş, Peygamberimiz (a.s.) da:
"Senin kavminden neler çektim neler! H ele onların yüzünden Akabe günü çektiğim ise, çektiklerim¬in en çetini idi:
(Taife gidip) kendimi Abdi Yal illere arz ve bana yardımcı olmalarını niyaz ettiğim zaman, isteğimi kabul etmemiş, reddetmişlerdi.
Ben de, üzgün bir halde Mekke'ye yönelip, yüzümün doğrusuna gittim durdum.
Ancak Kamu's-Seâlib'de [165] kendime gelebildim.
Başımı kaldırıp baktığım zaman, bir bulutun beni gölgelemekte olduğunu gördüm.
Tekrar baktığımda, bir de ne göreyim?
Bulutun içinde Cebrail var! Hemen bana seslendi:
'Şüphe yok ki, Allah, kavminin sana söylediklerini ve sana verdikleri red cevaplarını işitti de, onlar hakkında dilediğini kendisine emredesin diye sana Dağlar Meleğini gönderdi! dedi.
Dağlar Meleği bana seslendi ve selam verdi. Sonra da:
'Yâ Muhammedi Şüphe yok ki, Allah, kavminin sana söylediklerini işitti.
Ben Dağlar Meleğiyim!
Rabbin, dilediğini bana emredesin diye beni sana gönderdi.
Şimdi, ne dilersen, dile!
Eğer onların üzerlerine iki ahşabı (dağı) kapamamı dilersen dile! (Hemen kap ayı ve reyi m!) dedi.
Ben:
'Hayır! Ben onların helak olmalarını istemem.
Bilakis, Allah'ın, onların sulblerinden, yalnız Allah'a ibadet edecek, O'na hiçbir şeyi şerik koşmaya¬cak kimseler çıkarmasını dilerim1 dedim" buyurmuştur. [166]

Peygamberimiz (a.s.)dan Kur'an Dinleyen Cinlerin İman Etmeleri

Peygamberimiz (a.s.) Taif'ten Mekke'ye dönerken, Nahle'de [167] geceleyin kalıp namaz kıldığı sırada, Nasibîn [168] cinlerinden yedisi oradan geçiyorlardı. Durdular, Peygamberimiz (a.s.)ın okuduğu Kur'ân'ı dinlediler. [169]
Peygamberimiz (a.s.) namazını bitirince, cinler iman, ve dinlediklerini kabul ettiler.
Kavimlerinin yanına, inzar edici, uyarıcı olarak döndüler. [170]
Bu hadise, Kur'ân-ı Kerîm'de de açıklanmıştır. [171]

Peygamberimiz (a.s.)ın Mekke'ye Girmek İçin Bazı Müşriklerden Himaye Talebinde Bulunuşu

Peygamberimiz (a.s.); Nahle'de günlerce kaldıktan sonra, [172] Mekke'ye girmek istey-ince, [173] Zeyd b. Harise:
"Kureyş müşrikleri seni tedirgin edip Mekke'den çıkardıkları halde, şimdi onların yanına nasıl gire¬bileceksin?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ey Zeyd! Hiç şüphesiz, Allah, senin göremediğin yerden bir kapı, bir çıkış yolu açacaktır! Şüphe yok ki, Allah, dininin ve peygamberinin yardı maşıdır!" buyurdu. [174]
Peygamberimiz (a.s.), Hira dağına varıp ulaştığı zaman, Huzâa'lardan [175] veya Mekkelilerden, rastladığı bir adama, [176] Uraykıt'a: [177]
"Ben, seni, tarafımdan birşeyi tebliğ etmek üzere göndersem, gider misin?" diye sordu.
Uraykıt:
"Evet! Giderim" deyince, Peygamberimiz (a.s.):
"Sen, Ahnes b. Şerîk'e git! Kendisine: [178]
'Muhammed 'Rabbimin bana verdiği peygamberlik görevini tebliğ edip yerine getirinceye kadar, sen beni himayene alırmısın?" [179] diyor de!" buyurdu.
Elçi gitti. Bunu ona söyledi. [180]
Ahnes:
"Halîf, Sarîh'ı [181] himayeye alamaz!" dedi. [182]
Elçi, Ahnes'in bu sözünü gelip Peygamber (a.s.) a haber verdi.
Peygamberimiz (a.s.), elçiye:
"Sen, bir kez daha Mekke'ye gidip elçilik yapar mısın?" diye sordu.
Elçi:
"Evet! Yaparım" dedi. [183]
Peygamberimiz (a.s.):
"Süheyl b. Amr'a git! Kendisine:
'Muhammed 'Rabbimin bana verdiği peygamberlik görevlerini tebliğ edip yerine getirinceye kadar, sen beni himayene alır mısın?1 diyor1 de!" buyurdu.
Elçi Süheyl b. Amr'a gitti ve bunu ona söyledi. [184]
Süheyl b. Amr:
"Âmir b. Lüeyy oğulları, Ka'b oğullarını himayelerine alamazlar!" dedi. [185]
Elçi dönüp bunu da Peygamberimiz (a.s.) haber verdi . [186]
Peygamberimiz (a.s.), elçiye:
"Sen Mekke'ye bir daha döner misin?" diye sordu.
Elçi:
"Evet! Dönerim" dedi. [187]
Peygamberimiz (a.s.):
"Sen Mut'im b. Adiyy'e de git ve kendisine:
'Muhammed 'Rabbimin bana verdiği peygamberlik görevlerini tebliğ edip yerine getirinceye kadar, sen beni himayene alır mısın?' diyor' de!" buyurdu. [188]
Elçi, Mutim b. Adiyy'e gitti ve bunu kendisine söyledi. [189]
Mut'im b. Adiyy:
"Olur! [190] Kendisine söyle! Gelsin, himayeme girsin!" dedi.
Elçi dönüp bunu da Peygamberimiz (a.s.)a haber verdi. [191] Peygamberimiz (a.s.) gelip o gece Mut'im'in evinde yattı . [192]
Mut'im b. Adiyy, sabaha çıkınca, [193] oğullarını* [194] kardeşinin oğullarımı [195] ve kavminil [196] yanına çağırdı. [197] Onlara:
"Silahlarınızı kuşanınız ve Beytullahın Rükünleri yanında bulununuz!" dedi. [198]
Öyle yaptılar. [199]
Hepsi, kılıçlarını sıyırmış olarak, Mescid-i Haram'a girdiler. [200]
Ebu Cehil, onları görünce, Mut'im b. Adiyy'e:
"Himayeci misin? Yoksa tâbi misin?" diye sordu.
Mut'im b. Adiyy: "Evet! Himayeciyim" dedi.
Ebu Cehil: "Senin himayene aldığını, biz de himayemize aldık!" dedi. [201] O sırada, Peygamberimiz (a.s.) da, [202] yanında Zeyd b. Harise bulunduğu halde. [203] Mescid-i Harama girmişti. [204]
Mut'im b. Adiyy, kavminin üzerinde doğrulup:
"Ey Kureyş cemaatı! Ben Muhammed'i himayeme aldım!
Ona sizlerden hiçbiri dokunmasın!" diyerek seslendi. [205]
Peygamberimiz (a.s.) Kabe'yi tavaf ettikten, [206] Hacerü'l-Esved'i istilamdan sonra, iki rekat namaz kılıp evine dönünceye kadar, Mut'im b. Adiyy ile oğulları, Peygamberimiz (a.s.) m çevresinde dönüp dolaşmaktan geri durmadılar. [207]
Peygamberimiz (a.s.) yıllarca sonra bile Mut'im b. Adiyy'in bu iyiliğini unutmamış, Bediide esir düşen müşrikler hakkında, Mut'im b. Adiyy'in oğlu Cübeyr'e:
"Mut'im b. Adiyy sağ olsaydı, şu kokmuşlar hakkında bana söyleseydi, onları onun hatırı için (kur¬tulmalık akçesi alınmaksızın) bağışlar, serbest bırakırdım!" buyurmuştur. [208]

Tufeyl b. Amr'ın Müslüman Oluşu

Tufeyl b. Amru'd-Devsî; [209] şerefli, akıllı, şair. [210] konuklan çok bulunur hanedan bir zâttı. Kendisinin, Kureyşîlerden, müttefikleri de vardı . [211]
Peygamberimiz (a.s.); kavminden kendisine her kötülüğün yapılıp durduğunu görüyor, yine de, onları öğütlemekten, içinde bulundukları dalâletten kurtuluşa davet etmekten geri durmuyordu.
Yüce Allah Peygamberimiz (a.s.)ı Kureyş müşriklerinden koruduğu zaman; onlar, Araplardan, [212] hac veya umre ya da başka bir maksatla [213] Mekke'ye, yanlarına gelenleri, [214] Peygamberimiz (a.s.)a delilik, sihir, kehânet., gibi birtakım iftiralarda bulunmak suretiyle Peygamberimiz (a.s.)dan sakındırmaya çalıştılar. [215]
Tufeyl b. Amr Mekke'ye gelince de, Kureyşlilerin ileri gelenlerinden birtakım kimseler onun yanına vardılar. [216] Ona:
"Ey Tufeyl! Sen şair, kavminin içinde seyyid, sözü dinlenir bir adamsın. [217]
Ey Tufeyl! Sen bizim memleketimize geldin ama, aramızda çıkan şu adamın işi bizi sıkıntıya soktu. Topluluğumuzu ve işimizi darmadağın etti.
Kendisinin sözü, sihir gibi, tesir ediyor İnsanın babasıyla arasını açıyor. İnsanın kardeşiyle arasını açıyor. İnsanın karısıyla arasını açıyor. Bizim başımıza gelen bu halin, senin ile kavminin başına da gelmesinden korkarız! [218] Sen sakın onunla hiç konuşma ve kendisinden de hiçbir şey dinleme!" dedil-er. [219]
Tufeyl b. Amr der ki:
"Vallahi, onlar bunu bana o kadar çok söylediler ki, kendi kendime, ondan birşey dinlememeye ve kendisiyle hiç konuşmamaya karar verdim.
Hatta, Mescid-i Haram'a vardığım zaman, onun söylediklerinden birşey erişmesin diye, kulaklarıma pamuk tıkıyor ve onu dinlemek istemiyordum!
Allah beni onun sözlerinden bazısını işitmeye elverişli kılmış olmalı ki, çok güzel bir kelam olarak işittim. Kendi kendime:
'Hay bana, anam ağlasın!
Vallahi, ben akıllı, şair bir adamım.
Bana, sözün güzel olanı da, çirkin olanı da gizli değildir.
Şu adamın söylediğini dinlememe, benim için ne sakınca var?
Onun bana getirdiği şey güzel ise, onu kabul ederim. Çirkin ise, onu bırakırım' dedim.
Orada bekledim.
Nihayet, Resûlullah (a.s.) oradan ayrıldı.
Ben de, evine girinceye kadar, arkasından gittim.
Kendisi eve girince, arkasından ben de içeri girdim, ve:
'Yâ Muhammedi Kavmin bana senin hakkında şöyle şöyle söylediler.
Vallahi, senin işinden beni o kadar korkuttular ki, sözünü işitmeyeyim diye, kulaklarıma pamuk bile tıkadım!
Sonra, Allah beni senin gözünü işitmeye elverişli kılmış olmalı ki, onu çok güzel bir kelam olarak işittim.
Sen şu işini bana bir arzet bakayım!1 dedim.
Resûlullah (a.s.) bana İslâmiyeti arzetti, Kur'ân okudu.
Vallahi, ben hiçbir zaman, ondan (Kur'ân'dan) daha güzel bir söz, ondan (İslâm'dan) da daha güzel bir iş işitmemişimdir!
Hemen Müslüman oldum. Cenab-ı Hak'tan başka hiçbir ilah bulunmadığına şehadet getirdim. Resûlullah (a.s.)a:
'Ey Allah'ın Peygamberi! Ben kavminin içinde sözü dinlenir bir kimseyim. Onların yanına dönecek ve kendilerini İslâmiyete davet edeceğim.
Allah'a dua et de, davetimde bana yardımcı olacak bir âyet, bir keramet yaratsın!' dedim.
Resûlullah (a.s.):
'Ey Allah! Ona bir âyet, bir keramet ihsan et!' diyerek dua etti.
Kavmimin yanına dönerken, karanlık bir gecede, kavmimin oturduğu su başına bakan yokuşta bulunduğum sırada, iki gözümün arasında kandil gibi bir nur peyda oldu!
'Allah'ım! Bunu yüzümden, başka yere değiştir!
Çünkü ben, dinlerinden ayrıldığım için, kabilem halkının onu bende ilahî bir ezanın eseri imiş gibi sanmalarından korkuyorum' dedim.
Bunun üzerine, nur, yüzümden ayrılıp değneğimin başına geçti!
Kabilemin kondukları su başına, yokuştan inmeye başladığım sırada idi ki, orada bulunanlar, değneğimin başındaki, asılı kandili andıran bu nura bakışıyorlardı.
Yanlarına vardım ve içlerinde sabahladım.
Yurduma indiğim zaman, babam yanıma geldi. Kendisi çok yaşlı bir ihtiyardı. Ona:
'Babacığım! Sen benden uzak dur! Artık ben senden değilim. Sen de benden değilsin' dedim.
Babam:
'Oğulcağızım! Ben senden niçin uzak durayım?' diye sordu.
Ona:
'Ben Müslüman oldum ve Muhammed (a.s.)ın dinine uydum' dedim.
Babam:
'Ey oğulcağızım! Senin dinin, benim de dinimdir1 dedi. Ona:
'Öyle ise, git! Hemen guslet ve elbiseni de temizle! Sonra da, benim yanıma gel! Bana öğretilen şeyi, ben de sana öğreteyim' dedim.
Babam gidip gusletti ve elbisesini temizledi.
Gelince, kendisine İslâmiyeti arz ve teklif ettim. Hemen Müslüman oldu.
Bundan sonra, yanıma zevcem geldi.
Ona da:
'Sen benden uzak dur! Artık ben senden değilim. Sen de benden değilsin' dedim.
Zevcem:
'Babam, anam sana feda olsun! Ben niçin senden uzak durayım?!' dedi. Ona:
'İslâmiyet, benimle senin aranı ayırdı. Ben Müslüman oldum. Muhammed (a.s.)ın dinine tâbi oldum' dedim.
O da:
'Senin dinin, benim de dinimdir' dedi. Kendisine:
'Öyle ise, git! Züşşerâ putundan temizlen!' dedim. Zevcem:
'Babam, anam sana feda olsun! Züşşerâ putundan çocuklara bir zarar geleceğinden korkuyorum' dedi. Kendisine:
'Hiç korkma! Ben ondan hiçbir şey gelmeyeceğine kefilim' dedim.
Bunun üzerine, zevcem gidip guslettikten sonra yanıma geldi.
Kendisine İslâmiyeti arz ve teklif ettim, hemen Müslüman oldu.
Bundan sonra, Devs kabilesini İslâmiyete davet ettim.
Onlar, davetime icabette, ağırdan aldılar.
Bunun üzerine, Mekke'ye, Resûlullah (a.s.)ın yanına varıp:
'Ey Allah'ın Peygamberi! Devs kabilesi bana galebe çaldılar, [220] İslâmiyetten kaçındılar, asi oldu-lar. [221] Onlar aleyhinde Allah'a dua et!' dedim.
Resûlullah (a.s.):
'Ey Allah! Devs'e hidayet et!' diyerek dua etti. Bana da:
'Kavminin yanına dön, git! Onları İslâmiyete davete devam et ve kendilerine yumuşak davran!' buyurdu. [222]
Kavmimin yanına döndüm.
Resûlullah (a.s.) Medine'ye hicret edinceye kadar, Devs toprağından ayrılmaksızın, onları İslâmiyete davet edip durdum." [223]

Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.) Yüzünden Birbirleriyle Tartışmaları

Peygamberimiz (a.s.), bir gün, Mescid-i Haram'a girmişti. O sırada, Kureyş müşrikleri Kabe'nin yanında bulunuyorlardı.
Peygamberimiz (a.s.)ın Mescid-i Haram'a geldiğini gören Ebu Cehil, Abdi Menaf oğulları¬na:
"Ey Abdi Menaf oğulları! İşte, bu sizin peygamberinizdir" diyerek alay etmek isteyince, Utbe b. Rebia:
"Bizden bir peygamber veya bir hükümdar olmasını, sen ne diye beğenmiyor, çirkin görüyorsun?!" dedi.
Bu konuşmalarya Peygamberimiz (a.s.)a haber verildi, ya da Peygamberimiz (a.s.) konuşmaları duyup yanlarına vardı ve:
"Ey Utbe b. Rebia! Vallahi, senin gayretin ne Allah, ne de Allah'ın Resûlü içindir; ancak burun onu¬run içindir!
Sen de, ey Ebu Cehil Amrb. Hişam! Vallahi, çok geçmeden başına öyle bir felâket gelecek ki, sen pek az gülecek, pek çok ağlayacaksın.
Sizler de, ey Kureyş ileri gelenleri! Vallahi, çok geçmeden, hoşlanmadığınız şeye (İslâmiyete)-istemediğiniz halde-gireceksiniz!" buyurdu. [224]
Yine, bir gün de, Ebu Cehil ile Ebu Süfyan oturup konuşuyorlar, Peygamberimiz (a.s.) da onların yanlarından geçiyordu.
Ebu Cehil, Ebu Süfyan'a:
"Ey Abduşşems oğulları! İşte, sizin peygamberiniz!" diyerek alay etmek isteyince, Ebu Süfyan kızdı ve:
"Bizden bir peygamber olmasına sen ne diye şaşıyorsun?! Bizim içimizde bir peygamber bulunur da karşımızdakinde bulunmazsa; bu, onun bizden daha az ve daha zelil olduğunu ifade eder!" dedi.
Bunun üzerine, Ebu Cehil:
"Yaşlılar dururken, onların arasından bir gencin peygamber olmasına şaşarım!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.), onların bu konuşmalarını işitince, yanlarına vardı ve:
"Sen ey Ebu Süfyan! Allah ve O'nun Resûlü için değil, fakat soy yakınlığı gayretinden dolayı kızdın!
EyHakem'in babası! Sen de pek az gülecek, pek çok ağlayacaksın!" buyurdu. [225]

Âs b. Vâil'in Peygamberimiz (a.s.) Aleyhindeki Konuşmaları

Peygamberimiz (a.s.) bir gün Kâbe Mescidinden çıkarken, Mescidin Benî Sehm kapısı yanında, Kureyş müşriklerinden Âs b.Vâil ile karşılaştılar ve ayakta biraz konuştular. O sırada, Kureyş müşriklerinin ulularından bazıları, Mescidde topluca oturmakta idiler.
Yanlarına varınca, Âs b. Vâil'e:
"Kiminle durup konuşuyordun?" diye sordular.
Âs b.Vâil:
"Şu Ebterle konuşuyordum. [226]
Onun oğulları ölüp gitti, nesli kesildi! [227]
Erkek çocuğu yaşamı yor. [228]
Artık onun kendisinin adı sanı anılmaz olur. [229]
Ondan sonra, siz de rahata erersiniz. [230]
Bırakın onu! [231] Artık o bir ebter kişidir" dedi . [232]
Peygamberimiz (a.s.)ın İslâm devrinde Hz. Hatice'den doğan ve Abdullah ismi verilen ikin¬ci erkek çocuğu [233] da, dört yaşında bulunduğu sırada [234] vefat etmişti. [235]
Araplar; oğulları ve kızları bulunanlardan, oğulları ölüp kızları kalanlara "Ebter" adını takarlardı . [236]
Yüce Allah, indirdiği Kevser sûresinde şöyle buyurdu:
"Şüphe yok ki, Biz sana Kevser'i verdik!
Sen de, Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!
Sana buğzeden, kin besleyen (yok mu?) İşte asıl güdük (nesil ve zürriyeti kesik, her hayırdan uzak, adı sanı hayırla anılmayacak) olan, şüphesiz ki odur! [237]
Kevser; Cennette bir nehrin adı olduğu gibi, Kur'ân, peygamberlik ve pek çok hayır., diye de tefsir edilmiştir. [238]

Peygamberimiz (a.s.)ın Arap Kabilelerine Başvuruşu

Peygamberimiz (a.s.) Taiften Mekke'ye geldikten sonra Kureyş müşrikleri ona karşı büs¬bütün sert ve katı davranmaya başlayınca, [239] Yüce Allah Peygamberimiz (a.s.)a Arap kabilelerine başvurmasını emretti. [240]
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) her yıl hac mevsiminde [241] Ukâz, Mecenne ve Zülmecaz panayırlarına giderdi. [242]
Arapların, Cahiliye devrinde, Mekke çevresinde kurulan ve:
Ukâz,
Mecenne,
Zülmecaz,
diye anılan üç büyük panayırı vardı. [243] Bunlardan Ukâz panayırı, Arap panayırlarının en büyüğü idi. [244] Her yi I Kureyş kabileleri, [245]
Hevazinler,
Gatafanlar,
Eşlemler,
Benî Harisler,
Adaller,
Dişler (Kareler),
Mustalıklar.. hep oraya konariar, [246] her yerin eşrafı orada hazır bulunur, [247]
Kabileler şairlerini orada bulundururlar, karşılıklı şiirler okutturur, övünür, dağılırlardı . [248]
Ukâz; Necd'in yukarısında, Arafat yakı nında. [249] Taife bir, Mekke'ye iki gecelik bir mesafede idi. [250]
Ukâz panayırı Zilkade hilali doğunca kurulur, yirmi gün devam ederdi. [251]
Mecenne panayırı; Merruz-Zahran nahiyesinde, Esfardağı yakınında, Mekke'nin aşağı tarafında olup, Mekke'ye birberid (oniki mil) uzaklıkta idi. [252]
Mecenne panayırı on gün kurulur, Zilhicce hilali görününceye kadar devam ederdi. Oradan ayrılarak Zülmecaz panayırına gidilirdi. [253]
Zülmecaz; Ukâz'ın yakınında, [254] Arafat'ın arkasında olup, [255] Arafat'a uzaklığı bir fersah (oniki bin adım) idi. [256]
Zülmecaz panayın [257] Zilhicce'nin birinci gününden, Ten/iye (Zilhicce'nin sekizinci) gününe kadar, [258] sekiz gün kurulur; sonra, oradan kalkılıp hac için Minaya doğru gidilir. [259] o gün Mina'da bulunulurdu. [260]
Peygamberimiz (a.s.), bu panayırlarda toplanmış bulunan:
1- BenîÂmir b. Sa'saa,
2- Muharib b. Hasafa,
3- Fezâra,
4- Gassan,
5- Mürre,
6- Hanife,
7- Süleym,
8- S.Abs,
9- Benî Nasr,
10- BenîBekkâ',
11- Kinde,
12- Kelb,
13- Hariseb.Ka'b,
14- Uzre,
15- Hudârime... [261]
gibi Arap kabilelerinin konak yerlerine kadar vanp, [262] onlara kendisini arz ve takdim eder; [263] onları Allah'a, [264] Allah'ın birliğini ikrara, [265] yalnız O'na ibadet etmeye, [266] İslâmiyete [267] davet eder; kendisinin onlara Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğini haber verir; [268] kendisini tasdik etmelerini; [269] Rabbinin elçilik vazifelerini açıklayıncaya ve yerine getirinceye kadar [270] kendisine yardım etmelerini; [271] kendisini barındırmalarını [272] ve korumalarını onlardan isterdi. [273]
Dilediğini yerine getirdikleri takdirde kendilerine Cennet verileceğini bildirerek: [274]
"Kureyş müşrikleri beni Rabbimin Kelamını tebliğden men ettiler! Beni alıp kavimlerinin yanına götürecek adam yok mu?" diye sorarlardı. [275]
Fakat, ne yazık ki, onlardan ne davetini kabul edecek, [276] ne kendisini barındıracak, [277] ne de ken¬disine yardım edecek bir kimse çıkmaz; [278] aksine, kimisi Peygamberimiz (a.s.)a suratını asar, kaba ve kat davranır; [279] kimisi "Onu kendi kavmi daha iyi bilir," [280] kimisi de, "İçinde bulunduğun cemaatin, kavmin seni daha iyi bilir! Onlar sana ne diye tâbi olmuyor?!" der, Peygamberimiz (a.s.)la tartışmaya kalkardı.
Peygamberimiz (a.s.) da, onlara gereken cevaplan verir ve kendilerini Allah'a imana davet etmeye devam eder, bir yandan da:
"Ey Allah! Sen dilemesen, herhalde, böyle olmazlardı!" diyerek şikâyetlenirdi. [281]
Onlardan kimisi de:
"Bakınız hele! Kavmini bozup dağıtmış olan bir adam bizi ıslah edecek, düzeltecekmiş ha?!" diy¬erek laf atardı. [282]
Yemen'den veya Mudarlardan, panayırlara gelmek üzere yola çıkacak olan bir kimseye, kavmi veya akrabası gelip:
"Sakın ha! Kureyşîlerin genci seni dininden döndürmesin!" diye uyarıda bulunurlardı. [283]
Hz. Ali derki:
"Yüce Allah Arap kabilelerine kendisini arzetmesini Peygamberi (a.s.)a emrettiği zaman, Resûlullah (a.s.) Minaya gitti.
Ben ve Ebu Bekir de kendisinin yanında bulunuyorduk. [284]
Dönüp dol aşa dolaşa bir meclise vardık ki, o mecliste sükûnet ve ağırbaşlılık vardı.
Bakılınca, yaşlılarında usluluk, şekil ve şemaillerinde güzellik göze çarpıyordu.
Ebu Bekir onların yanlarına varıp selam verdi [285] ve onlara:
'Siz hangi kavimdensiniz?' diye sordu.
'Biz,' dediler, 'Şeyban b. Salebe oğullarıyız.' [286]
Ebu Bekir, Resûlûllah (a.s.)a dönüp:
'Babam, anam sana feda olsun!1 dedi ve kavimleri içinde bulunan Mefrûk b. Amr, Hâni' b. Kabîsa, Müsenna b. Harise, Numan b. Şerik hakkında da:
'Bunlar Şeyban b. Salebe oğullarının izzet ve şeref sahibi kişileridir' dedi. [287]
Bunlardan, Ebu Bekir'e en yakını da, Mefrûk b. Amr idi.
Mefrûk; yakışıklılığı, dilinin düzgünlüğü ve iki yandan göğsüne dökülen örgülü saçlarıyla, diğerler¬ine karşı üstünlük arzediyordu. [288]
Ebu Bekir, ona:
'Sizde askerî hazırlık sayısı nasıldır ve kaçtır?' diye sordu.
Mefrûk:
'Biz binden fazlayız! Bin ise, azlığından dolayı yenilebilecek bir sayı değildir dedi.
Ebu Bekir
'Size sığınanları koruma geleneği nasıldır?1 diye sordu.
Mefrûk:
'Korumaya, olanca gücümüzü sarfetmemiz gerekir. Her kavim için, bir nasip ve saadet vardır' dedi.
Ebu Bekir
'Düşmanlarınızla aranızda savaş nasıldır?' diye sordu.
Mefrûk:
'Biz, düşmanla karşılaştığımızda, kızgın olmadıkça, çok sert ve sağlamız. Kızgın iken, düşmanla karşılaşmadıkça da, çok sert ve sağlamız.
Biz atlan evlatlara, silahları da sütlü sağmal develere üstün tutarız.
Yardımı da Allah'tan bekleriz!
Allah bazan bize, bazan da karşımızdakine yardım eder.
Herhalde sen Kureyşli kardeşsin?' dedi.
Ebu Bekir
'Eğer size bir zâtın Resûlullah olarak kendisini halka arz ve takdim ettiği haberi erişmişse, işte o, şu zâttır!' diyerek Resûlullahı gösterdi.
Mefrûk:
'Bize bu hususta bazı haberler erişmişti' dedikten sonra, Resûlullah (a.s.)a dönüp:
'Ey Kureyşî kardeş! Sen insanları nelere davet ediyorsun?' diye sorunca, Resûlullah (a.s.) gelip yanlarına
oturdu.
Ebu Bekir de, ayağa kalkarak, Resûlullah (a.s.)ı elbisesiyle gölgeledi.
Resûlullah (a.s.), Mefrûk'a:
'Ben sizi Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Allah'ın şeriksiz bir olduğuna, benim de Allah'ın Resûlü bulunduğuma şehadet etmeye;
Yüce Allah tarafından bana emrolunan şeyleri yerine getirinceye kadar beni barındırmaya, koru¬maya;
Bana yardımcı olmaya., davet ediyorum.
Çünkü, Kureyşliler Allah'ın emrine karşı koymuş, Allah'ın Resûlünü yalanlamış, bâtılı tutup haktan yüz çevirmiş bulunuyorlar.
Allah ki, herşeyden müstağnî, her türlü övülmeye lâyık olandır!' buyurdu.
Mefrûk:
'Ey Kuneyşî kardeş! Sen daha nelere davet ediyorsun?' diye sordu.
Resûlullah (a.s.), En'am sûresinin:
'De ki: 'Gelin! Üzerinize Rabbinizin neleri haram kıldığını ben okuyayım:
O'na hiçbir şeyi şerik koşmayın!
Babanıza, ananıza iyilikten ayrılmayın!
Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin!
Sizin de, onların da rızkını, Biz vereceğiz.
Kötülüklerin açığına da, gizlisine de yaklaşmayın!
(Meşru) bir hak terettüp etmedikçe, Allah'ın haram kıldığı cana kıymayın!
İşte, Allah size, aklınızı başınıza alasınız diye, bunları emretti.
Yetimin malına, rüşdüne erişinceye kadar, o en güzel olandan başka bir suretle yaklaşmayın!
Ölçüyü, tartıyı tam ve doğru tartın!
Biz, bir kimseye, gücünün yettiğinden başkasını teklif etmeyiz.
Söz söylediğiniz zaman (leh ve aleyhinde söyleyeceğiniz kimse) hısım bile olsa, adaleti gözetin!
Allah'ın ahdini (verdiğiniz sözü) yerine getirin!
İşte, Allah size, iyice düşünesiniz diye, bunları emretti.
Şüphe yok ki, (emrettiğim) bu (yol), benim dosdoğru yol umdur.
O halde, ona uyun!
Başka (aykırı) yollara tâbi olup gitmeyin!
(Aykırı yollar) sizi O'nun (Allah'ın) yolundan ayırır.
İşte, Allah size bunları emretti ki, (kötülüklerden) sakınasınız!" [mealindeki 151-153.] âyetlerini okudu.
Mefrûk:
'Ey Kureyşî kardeş! Sen daha nelere davet ediyorsun?
Vallahi, bunlar yeryüzü halkının kelamlarından değildir!
Eğer onların kelamlarından olsaydı, biz onu çok iyi tanırdık' dedi.
Resûlullah (a.s.), Nahl sûresinin:
'Şüphesiz ki, Allah; adaleti, iyiliği, akrabaya (muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder.
Taşkın kötülüklerden, münkerden (akıl ve şeriatın kötülüğüne hükmettiği şeylerden), zulüm ve tecebbürden nehyeder.
Size (bu suretle) öğüt verir ki, iyice dinleyip ve anlayıp tutasınız!' [mealindeki 90.] âyetini okuyunca da, Mefrûk:
'Vallahi, ey Kureyşî kardeş! Sen beni ahlâkın en üstünlerine ve amellerin en güzellerine davet ettin!
Seni yalanlayan kavim sana iftira etmiş ve karşı koymuştur!' dedi.
Hâni' b. Kabîsa'nın da kendisinin sözüne ve görüşüne katılmasını istercesine:
'Buhârîi' b. Kabîsa, bizim büyüğümüz ve din işleri başkanımızdır1 dedi.
Bunun üzerine, Hâni' b. Kabîsa, Resûlullah (a.s.)a:
'Ey Kureyşî kardeş! Söylediklerini dinlemiş ve sözünü doğrulamış bulunuyorum.
Benim görüşüme göre; bizi davet ettiğin şeyin sonucunu iyice düşünmeden bizim için başı ve sonu olmayan bir mecliste dinimizi terkedip senin dinine uymamız, görüşte kayma, sürçme, akılda hafiflik, sonuçta kısa görüşlülük olur!
Görüş kayma ve sürçmesi ise, ancak acele ile birlikte bulunur.
Bununla beraber, arkamızda bulunan kavmimizin gıyabında herhangi bir akit yapmayı da uygun bul¬muyoruz.
Fakat, şimdi sen de dön git! Biz de dönüp gidelim.
Biz de iyice düşünelim, sen de iyice düşün!1 dedi.
Mefrûk, Müsenna b. Hârise'nin de kendi görüşüne katılmasını istercesine:
'Bu, Müsenna'dır! Bizim büyüğümüz ve savaş işleri başkanımızdır1 dedi.
Bunun üzerine, Müsenna, Resûlullah (a.s.)a:
'Ey Kureyşî kardeş! Ben de, söylediklerini dinlemiş ve güzel bulmuşumdur.
Söylediğin şeyler hoşuma gitmiştir.
Sana tarafımdan verilecek cevap, Hâni1 b. Kabîsa'nın verdiği cevaptır.
Biz iki bulanık su arasında konaklamış bulunuyoruz ki, onlardan biri Yemame, diğeri de Semâve'dir' dedi.
Resûlullah (a.s.):
'Bu iki su, nelerdir?' diye sordu.
Müsenna:
'Onlardan birisi, karadan Irak'ın kasabalarına kadar bakan yüksek Arap toprakları, diğeri de Farşların ırmak ağızları ve Kisra'nın ırmaklarıdır.
Kisra; herhangi bir hadise çıkarmayacağımıza, bir hadise çıkarıcıyı barındırmayacağımıza dair biz¬den ahd almıştır ve orada ancak bu şartla konaklamış bulunuyoruz.
Senin bizi kabule davet ettiğin şu iş ise, hükümdarların hoşuna gitmeyebilir.
Arap beldeleri yakınında işlenen suçtan sahibi bağışlanabilir ve özrü kabul edilebilir, ama Fars beldeleri yakınında işlenen suçta sahibi bağışlanmaz ve özrü kabul edilmez.
Eğer sen Arap beldelerine yakın olan yerde Araplara karşı sana yardım etmemizi istiyorsan, bunu üzerimize alabiliriz dedi.
Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.):
'Siz fena bir cevap vermediniz. Doğruyu açıkça dile getirdiniz.
Şüphe yok ki, her tarafından emin olmayan kimseler, Allah'ın dinine yardım etmeye kalkamazlar!' buyurdu.
Ayağa kalktı. Ebu Bekir'in elinden tutup, onların yanlarından ayrıldı." [289]
Rebia b. Abbâdü'd-Dilî der ki:
"Peygamber (a.s.)ı Zülmecaz panayırında görmüştüm. [290] 'Ey insanlar! 'Lâ ilahe illallah = Al I ah 'ta n başka ilah yok!' deyiniz de, kurtulunuz!' buyuruyor; [291] kendisi hangi caddeye girse halk da oraya gidiyor, [292] onun başına toplanıyor. [293] birbiri üzerine yığılıyorlardı. Orada, ne bir kimsenin birşey söylediğini, ne de onun sustuğunu gördüm. [294] O, hep:
'Ey insanlar! 'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka ilah yok! deyiniz de, kurtulunuz!' buyurup duruyordu. [295]
Akik (şaşı) gözlü, [296] güzel, [297] yumru [298] yüzlü, iki bölük halinde örgülü saçlı bir adam da, o ner¬eye giderse arkasından gidiyor: [299]
'Ey insanlar! [300] Bu, sizi aldatıp da, dininizden, baba ve atalarınızın dininden vazgeçirmesin! [301] Bu, dinden çıkmış bir yalancıdır!' diyordu. [302]
'Kimdir bu zât?' diye sordum.
'Muhammed b. Abdullah'tır. Kendisi, peygamber olduğunu söylüyor' dediler.
'Ya onun arkasında giden, onu yalanlayan, şu akik (şaşı) gözlü adam da kimdir?' diye sordum.
'O da, onun amcası Ebu Leheb'dir!' dediler." [303]
Rebia b. Abbâd, diğer rivayetinde de, şöyle der:
"Ben, yeni yetişmiş bir genç iken, babamla birlikte Mina'da bulunuyordum.
Resûlullah (a.s.) da, Arap kabilelerinin konak yerlerinde durup:
'Ey filan oğulları! Allah'tan başka, tapmış olduğunuz şu putları atarak, Allah'a hiçbir şeyi şerik koş-maksızın ibadet etmenizi; bana inanmanızı; beni doğrulamanızı; Allah tarafından gönderilmiş olduğum vazifeyi açıklayıp yerine getirinceye kadar beni korumanızı size emreden Allah'ın Resûlüyüm ben' buyu¬ruyor; arkasında da, akik, şaşı gözlü, güzel yüzlü, iki bölük halinde örgülü saçlı, üzerinde Aden işi elbise bulunan bir adam da, Resûlullah (a.s.) sözlerini bitirince:
'Ey filan oğulları! Bu, sizi, ancak Lât ve Uzzâ ile müttefikleriniz Malik b. Ukayş oğullarının cinlerini boynunuzdan soyup atmaya ve kendisinin getirdiği bid'atve dalâletlere sarılmaya davet ediyor! Sakın hâ! Siz ona itaat etmeyin ve onu dinlemeyin!' diyordu.
'Babacığım! Şu zâtı takip eden kimdir?' diye sordum.
Babam: 'Bu. onun amcası Ebu Leheb Abduluzzâ b. Abdulmuttalib'dir' dedi." [304]
Tank b. Abdullahi'l-Muharibî de, bu husustaki bir müşahedesini şöyle anlatır:
"Resûlullah (a.s.)ı Zülmecaz panayırında görmüştüm:
Kendisinin üzerinde kırmızı bir cübbe bulunuyor, en yüksek sesiyle:
'Ey insanlar! 'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka hiçbir ilah yok!' deyiniz de, kurtulunuz!' buyurarak sesleniyordu.
Bir adam da, elindeki taşla, onu takip ediyor ve:
'Ey insanlar! Sakın ona itaat etmeyiniz! Çünkü, o yalancıdır!' diyerek bağırıyordu.
Attığı taşlarla, Resûlullah (a.s.)ın ayak bileklerini kanatmıştı.
Oradakilere, Resûlullah (a.s.) hakkında:
'Kimdir bu zât?1 diye sordum.
'Bu, Abdulmuttalib oğullarından bir gençtir!' dediler.
'Ya onun ardına düşen ve ona taş atan da kimdir?' diye sordum.
'O da, onun amcası Ebu Leheb Abduluzzâ'dır!' dediler." [305]
Peygamberimiz (a.s.), Zülmecaz panayırında:
"Ey insanlar! 'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka hiçbir ilah yok!1 deyiniz de, kurtulunuz!" buyurarak seslendiği sırada bir adamın da Peygamberimiz (a.s.)ın üzerine toprak saçtığı, ve bakılınca, onun Ebu Cehil olduğu görüldü ki, o da;
"Ey insanlar! Sakın, bu sizi dininiz hakkında aldatmasın!
O, muhakkak, sizin Lât ve Uzzâ'ya tapmayı bırakmanızı istiyordur" diyordu. [306]
Peygamberimiz (a.s.) her hakarete, her işkenceye katlanarak, vazifesini yerine getirmeye çalışmaktan geri durmuyordu.
Müdriku'l-Ezdî der ki:
"Babamla birlikte hac yapıyordum. Mina'ya gelip konaklayınca, bir toplulukla karşılaştım.
Babama:
'Bu cemaat ne için toplanmış?1 diye sordum.
Babam:
'Şu, kavminin dinini terketmiş olan kişi için' dedi. [307]
Bakınca, Resûlullah (a.s.)ı gördüm:
'Ey insanlar! Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur!' deyiniz de, kurtulunuz!' buyuruyor-du.
İnsanlardan kimisi onun yüzüne tükürüyor;
Kimisi başına toprak saçıyor;
Kimisi de ona sövüp sayıyordu! [308]
Gün yarılanıncaya kadar, bu hal devam etti.
O sırada, göğsü açılmış bir kız, içinde su bulunan bir kapla geldi. [309] Ağlıyordu. [310]
Resûlullah (a.s.), su kabını alıp sudan içti.
Elini, yüzünü yıkadı. Başını kaldırıp:
'Kızcağızım! [311] Göğsünü başörtünle ört!
Baban hakkında, tuzağa düşürülüp öldürülecek, zillete uğrayacak diye korkma!' buyurdu. [312]
'Kimdir bu kız?' diye sorduk.
'Kendisinin kızı, Zeyneb'dir!' dediler. [313]
Peygamberimiz (a.s.), Kinde'lerin [314] Ukâz panayırındaki [315] konak yerlerine gitti.
Onların seyyid ve ulu kişileri olan Müleyh de, o sırada, onların içlerinde bulunuyordu. [316]
Peygamberimiz (a.s.), onlara:
"Sizler, hangi kavimdensiniz?" diye sordu.
"Ben îAmr b. Muaviye'lerden" dediler. [317]
Arap kabileleri içinde, Kinde'lerden daha mülayimi yoktu.
Peygamberimiz (a.s.), onları yumuşak bulunca, oturup kendileriyle konuştu. [318]
Kendisini onlara, Allah tarafından gönderilen bir peygamber olarak arz ve takdim; kendilerini Allah'a imana davet etti. [319]
"Sizi, bir olan, şeriki olmayan Allah'a imana;
Kendinizi koruduğunuz şeylerden, beni de korumaya davet ediyorum!
Muvaffak olursam, o zaman, siz bana yardıma devam edip etmemekte serbestsiniz!" buyurdu.
Onların hemen hepsi:
"Bundan daha güzel söz olmaz! Amma, biz atalarımızın tapageldiklerine tapmaya devam ede¬ceğiz!" dediler.
Kinde'lerin en küçük yaşlısı:
"Ey kavmim! Şu zâtın davetini kabule başkaları koşmadan önce, siz koşun! Vallahi, Kitab ehli olan¬lar (Yahudiler ve Hıristiyanlar), 'Harem'den bir peygamber çıkacaktır! Onun çıkacağı zamanın gölgesi de, düşmüştür!' diyorlar" dedi.
Kinde'lerin içinde, bir gözü kör bir adam da bulunuyordu.
"Geri durun da, bir de ben konuşayım:
Kavim ve kabilesi onu yurtlarından çıkarmış iken, siz onu barındıracaksınız ki, bu, bütün Araplarla savaşmayı üzerinize almak demektir!
Hayır! Hayır! Olamaz!" dedi. [320]
Peygamberimiz (a.s.)ın teklifini kabulden kaçındılar. [321]
Peygamberimiz (a.s.), onların yanından da üzgün olarak ayrıldı.
Kinde'ler, yurtlarına dönünce, durumu kavimlerine haber verdiler.
Yahudilerden bir adam, onlara:
"Vallahi, siz nasibinizi elde etmekte yanılmışsınız!
Eğer o zâta tâbi olmaya koşsaydınız, Araplara üstün olurdunuz!
Biz, onun sıfatını Kitabımızda yazılı bulmuşuzdur!" dedi ve sıfatlarını anlatmaya başladı.
O anlattıkça, Peygamberimiz (a.s.)ı görmüş olanlar, onun anlattıklarını doğruladılar.
Bundan sonra, Yahudi:
"Biz, onun çıkacağı yerin Mekke, ve hicret edeceği yerin Yesrib (Medine) olacağını da Kitabımızda yazılı bulduk!" dedi.
Kinde'ler, gelecek hac mevsiminde Peygamberimiz (a.s.)la buluşmaya, aralarında karar verdiler. Fakat, o yıl seyyid ve ulu kişileri onları alıkoyduğu için, hiçbirisi, gidip Peygamberimiz (a.s.)la buluşamadı.
Yahudi de, öldü. Ölürken, kendisinin Peygamberimiz (a.s.)ı tasdik ve ona iman ettiği, ağzın¬dan işitildi. [322]
Yüce Allah, ondan razı olsun!
Peygamberimiz (a.s.); Kelb kabilesinin konak yerlerine uğrayıp, orada, onlardan bir oymak olan Benî Abdullah'ların yanına vardı. Kendisini onlara, Allah tarafından gönderilen peygamber olarak arz ve takdim, kendilerini Yüce Allah'a imana davet etti:
"Ey Abdullah oğulları! Bakınız: Yüce Allah, babanıza da pek güzel isim vermiş!" buyurdu. [323] Fakat, Benî Abdullah'lar, Peygamberimiz (a.s.)ın yaptığı tekliflerden hiçbirini kabul etmediler. [324]
İçlerinden bir şeyh ise:
"Şu olgun genç, ne güzel şeye davet ediyor!
Ne yazık ki, kavmi onu uzaklaştırın iş bulunuyor!
O keşke kavmi ile anlaşsaydı! Bütün Araplar kendisine tâbi olurdu" demişti. [325]
Peygamberimiz (a.s.) Benî Hanife kabilesinin konak yerlerine gitti. Kendisini onlara, Allah tarafından gönderilen peygamber olarak arz ve takdim, kendilerini Yüce Allah'a imana davet etti.
Ne yazık ki, Peygamberimiz (a.s.)ı, Araplar içinde, Benî Hanife kabilesi kadar çirkin birred ile reddeden olmamıştır. [326]
Peygamberimiz (a.s.), Benî Âmir b. Sa'saa'ların, [327] Ukâz panayırındaki konak yerlerine vardı. Onlara:
"Siz hangi kavimdensiniz?" diye sordu.
"Benî Âmir b. Sa'saa'lardan" dediler.
Peygamberimiz (a.s.):
"BenîÂmirlerin hangi ailesindensiniz?" diye sordu.
"Benî Ka'b b. Rebia'lardan" dediler. [328]
Peygamberimiz (a.s.), onlara kendisini Allah tarafından gönderilen peygamber olarak arz ve takdim, kendilerini Yüce Allah'a imana davet etti. [329]
"Sizde, mün'a [sığınan kimseleri koruma] nasıldır?" diye sordu.
"Bizim tarafımıza ne laf atılabilir, ne de habersiz ateşimizle ısınılabilir!" dediler.
Peygamberimiz (a.s.):
"O halde, ben Allah'ın Resûlüyüm! Sizin yanınıza geldiğimde, Rabbimin elçilik vazifelerini halka ulaştırıncaya, yerine getirinceye kadar beni korur musunuz? İçinizde hiçbir kimseyi zorlamayacağım!" buyurdu.
"Sen, Kureyşlilerden kimlerdensin?" diye sordular.
Peygamberimiz (a.s.):
"Abdulmuttalib oğullarından!" buyurdu.
"Sen Abdi Menaf oğullarından olduğuna göre, onlar neredeler? (Seni ne diye korumuyorlar?!)" dediler.
Peygamberimiz (a.s.):
"Onlar beni yalanlayan ve tardedenlerin ilki oldular!" buyurdu.
Benî Ka'b b. Rebia'l ar:
"Biz, seni ne tard, ne de sana iman ederiz! Şu kadar ki, Rabbinin elçiliğini insanlara ulaştırıncaya, yerine getirinceye kadar seni koruruz!" dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.), onların yanına indi. O sırada, Benî Ka'b b. Rebia halkı, pazarda alışverişle uğraşıyorlardı. [330]
Onlardan bir adam , [331] Beyhara b. Firas [332] çıkageldi:
"Kimdir şu yanınızda gördüğüm ve tanıyamadığım kişi?" diye sordu.
"Muhammed b. Abdullahi'l-Kureyşî'dir!" dediler,
Beyhara:
"Sizin onunla ne işiniz var?" diye sordu.
"O bize kendisinin Resûlullah olduğunu söylüyor ve Rabbinin elçilik vazifesini tebliğ edinceye kadar, kendisini korumamızı bizden istiyor" dediler.
Beyhara:
"Ona ne cevap verdiniz?" diye sordu.
"Kendisine 'Hoş geldin! Seni yurdumuza götüreceğiz. Kendimizi nelerden korursak, seni de onlar¬dan koruyacağız' dedik," dediler. [333]
Beyhara, kendi kendine:
"Vallahi, şu adamı Kureyşîlerden alabilsem, onun sayesinde bütün Arapları yerdim (sömürürdüm!)" diye mırıldandıktan sonra, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Eğer biz sana işin hakkında bey'at edersek, Allah da seni muhaliflerine galip kılarsa, senden sonra işin bizim olur, bize kalır mı?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"İş Allah'a aittir! Allah onu dilediğine verir!" buyurdu.
Beyhara:
"Demek, göğüslerim senin önünde bütün Arapların okuna hedef olacak, Allah seni muzaffer kıldığı zaman iş bizden başkasına geçecek ha?! Senin işin bize gerekmez!" dedikten sonra, [334] kavmine dönüp:
"Şu panayır halkından, yurtlarına birşeyle dönerlerken, sizinkinden daha kötü birşeyle dönen bir kimse bilemiyorum.
Demek, siz bütün halkla savaşmaya başlayacak, kendinizi bütün Arapların tek yaydan oklarına tut¬turacaksınız ha?!
Onu kendi kavmi sizden daha iyi bilir.
Eğer kavmi onda bir hayır, bir iyilik görmüş olsalardı, onunla herkesten çok mutlu olurlardı.
Siz, kendi kavminin içlerinden sürüp çıkardığı, yalanladığı bir kimseye yakınlık gösteriyor, yardım etmeye, kendisini barındırmaya kalkıyorsunuz.
Ne kötü görüştür sizin görüşünüz!" dedikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)a dönüp:
"Hemen kalk, kavminin yanına git!
Vallahi, sen şimdi kavmimin yanında olmasaydın, muhakkak senin boynunu vururdum!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) kalkıp devesinin üzerine oturunca, [335] kötü adam Beyhara, devenin böğrünü ansızın dürttü. Deve, sıçrayıp kalkarken, Peygamberimiz (a.s.)ı yere düşürdü!
Mekke'de Müslüman olan kadınlardan Dubâa binti Âmirb. Kurt da, o gün, Benî Âmirlerden olan amcalarının oğullarını ziyaret için gelmişti ve o sırada Benî Âmirlerin yanında bulunuyordu.
Dubâa Hatun Peygamberimiz (a.s.)a yapılan hakareti görür görmez:
"Ey Âmir hanedanı! Gözünüzün önünde şu Allah'ın Resûlüne yapılanı görüp de, içinizden benim için onu koruyacak hiçbir kimse yok mu?!" dedi.
Amcalarının oğullarından üç kişi, hemen kalkıp Beyhara'nın üzerine yürüdüler. [336] Hazn b. Abdullah ile Muaviye b. Ubâde de, Beyhara'ya yardım etti. [337]
Âmir oğullarından her biri, Beyhara ve yardımcılarından birini tutup yere yıktılar. Göğüslerinin üzer¬ine oturup, yüzlerini tokatladılar.
Allah onlardan razı olsun!
Peygamberimiz (a.s.), kendisini kayıranlar hakkında:
"Ey Allah! Şunlara bereketini ihsan et!" [338]
Beyhara ve yardımcıları aleyhinde de:
"Ey Allah! Onları da rahmetinden uzaklaştır!" diyerek dua etti.
Peygamberimiz (a.s.)ı kayıran üç kişiden ikisi Sehl'in oğulları Gıtrîf (Gatîf)ve Gatafan, birisi de Urve (Uzne) b. Abdullah olup, [339] bunlar sonradan Müslüman oldular ve Allah yolunda şehit olarak öldüler. [340] Ötekiler ise küfür ve şirk üzere ölüp gittiler. [341]
Benî Âmirlerin, çok yaşlı olması dolayısıyla hac mevsimlerine katılamayan ihtiyar bir adamları vardı.
Benî Âmirler, yurtlarına döndükçe, olan bitenleri ona anlatırlardı.
Bu yıl da, hac mevsiminden dönüp yurtlarına geldikleri zaman, ihtiyar adam onlara yine mevsimde olan bitenleri sormuştu.
Benî Âmirler de:
"Kureyşîlerden, Abdulmuttalib oğullarından, yanımıza bir genç gelmişti. Kendisinin peygamber olduğunu söylüyor, işinin üzerinde kendisiyle birlikte durmaya, kendisini korumaya, yurdumuza getirm¬eye bizi davet ediyordu" dediler.
İhtiyar, hemen ellerini başının üzerine koydu. [342] Sonra da:
"Ey Âmir oğulları! Kaçırılan bu fırsat telâfi edilebilecek mi?!
Ağdan kurtulan, yakalanmaya çalışılan av yakalanabilecek mi?!
Filanın varlığı Kudret Elinde bulunan Allah'a andolsun ki; İsmail oğullarından hiçbirisi şimdiye kadar yalan yere peygamber olduğunu söylememiştir!
Elbette ki, onun söylediği hak ve gerçekti ! [343]
Sizin o isabetli görüşünüz o sırada nerede idi?! [344]
Siz, herhalde, o sıradaki görüşünüzde hazır bulunmamışsınızdır!" diyerek onları kınadı. [345]
Peygamberimiz (a.s.) Benî Muharib b. Hasafa'ların bulundukları yere kadar gitti.
Onların içinde bulunan yüzyirmi yaşındaki bir şeyhle konuştu.
Onu İslâmiyete, ve Rabbinin elçilik vazifesini tebliğ edinceye, yerine getirinceye kadar da kendisini korumaya davet etti.
Benî Muharib'lerin şeyhi:
"Ey adam! Senin haberini kendi kavmin daha iyi bilir! [346]
Vallahi, seni alıp yurduna götüren bir kimse, şu mevsim halkının götürmediği kötülüğü götürmüş olur!
Sen kendini bizden uzak tut!" dedi. [347]
O sırada Ebu Leheb gelmiş, ihtiyar Muhariblinin söylediklerini dinlemişti.
Onun başına dikilerek:
"Eğer şu mevsim halkının hepsi senin gibi cevap verseydi, o, üzerinde durduğu dini bırakırdı.
Kendisi, dinini bırakmış bir yalancıdır!" dedi.
İhtiyar da:
"Sen, vallahi, onu daha iyi bilirsin:
O senin kardeşinin oğludur ve senin etindendir.
Ey Ebu Uttıe! Belki de onda bir delilik vardır. Bizim yanımızda, bu hastalığı tedavi eden bir adam var!" dedi.
Ebu Leheb ihtiyarın bu sözüne bir cevap vermedi.
Ebu Leheb, Peygamberimiz (a.s.)ı kabilelerden hangi kabilenin yanında görse, hemen orada durup:
"Bu, dinini terketmiş bir yalancıdır!" diyerek bağırmakta idi.
Peygamberimiz (a.s.)ı, yanlarından ayrılırken arkasından taşlamayan bir kabile kalmadı ! [348]
Abdullah b. Vâbısatu'l-Absî'nin babasından, babasının da dedesinden rivayetine göre, dedesi demiştir ki:
"Mina'daki konak yerlerimizde bulunduğumuz sırada, Resûlullah (a.s.) bize geldi.
Biz, o sırada, Hayf mescidinin yanındaki Cemretü'l-ûlâ'da konaklamış bulunuyorduk.
Resûlullah (a.s.) devesinin üzerinde, Zeyd b. Harise de terkisinde idi.
Bizi İslâmiyete davet etti, ama vallahi biz onun davetini kabul etmedik!
Davetini kabul etmeyişimiz, bizim için, hiç de hayırlı olmadı.
Halbuki, kendisinin peygamber olarak ortaya çıktığını ve hac mevsimlerinde halkı İslâmiyete davet ettiğini de işitmiş bulunuyorduk.
Başımıza dikilip bizi Müslümanlığa davet edince, kabul etmedik!
O sırada yanımızda bulunan Meysere b. Mesrûku'l-Absî:
'Vallahi, şu zâtı tasdik etmiş, kendisini bindirip yurdumuzun ortasına götürmüş olsak, muhakkak ki, yerinde bir görüş olur.
Vallahi, onun işi muvaffak olacak, ve hatta, her ulaşılacak yere ulaşacaktır!' dedi.
Abs kavmi, ona:
'Bırak, bizi üstesinden gelemeyeceğimiz birşeyle karşılaştırma!' dediler.
Resûlullah (a.s.), Meysere hakkında ümide düşüp kendisiyle konuştu.
Meysere:
'Senin sözünden daha güzeli, daha nurlusu yoktur.
Fakat, ne yapayım ki, kavmim bana muhalefet ediyorlar.
Kişi ise, kavmiyle birlikte hareket etmek zorundadır.
Kavmi ona destek ve yardımcı olursa, düşmanlar ondan daha uzak durur, ona hiç yanaşmazlar!' dedi.
Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.) oradan ayrıldı.
Abs kavmi de, yurtlarına dönmek üzere, konak yerlerinden ayrıldılar.
Meysere, onlara:
'Bizi götürürken, Fedek'e yönelin! Orada Yahudiler vardır.
Onlara bu zâtı bir soralım bakalım?' dedi.
Yahudilerin yurduna yönelip yanlarına vardılar.
Yahudiler, Benî Abs'lere bir Kitab çıkartıp ortaya koydular. Onda, Resûlullah Al eyhisselamın anıldığı yeri okudular:
'O Peygamber, ümmîdir ve Arabdır. Deveye, merkebe biner, ekmek kırıntılarını yemekle yetinir. Ne uzun, ne de kısa boyludur. Ne kıvırcık, ne de düz saçlıdır. Kendisinin gözlerinde hafif kırmızılık vardır. Teni pembedir.1
[Kitab'dan bunu okuduktan sonra, Yahudiler]:
'Eğer o sizi getirdiği dine davet ederse, onun davetini kabul edin ve onun dinine girin!
Bizler ise, onu kıskanırız ve ona tâbi olmayız.
Onun eliyle, bize, birtakım savaşlarda büyük belalar gelecektir.
Araplardan da, ona tâbi olmayan, onunla çarpışmayan hiç kimse kalmayacaktır!
Siz, ona tâbi olanlardan olun!1 dediler.
Bunun üzerine, Meysere, Benî Abs'lere:
'Ey kavmim! İşte, iş apaçık meydana çıktı!' dedi.
Benî Abs'ler:
'Önümüzdeki yıl, hac mevsiminde döner, onunla buluşuruz' dediler, yurtlarına döndüler.
Fakat, Benî Abslerin ileri gelenleri hac mevsiminde buna razı olmadıkları için, onlardan hiçbirisi Resûlullah (a.s.)a tâbi olamadı.
Resûlullah (a.s.), Medine'ye hicret ettikten sonra, Mekke'ye gelerek Veda Haccını yaptığı zaman, Meysere Resûlullah (a.s.)la karşılaştı ve hemen onu tanıdı:
'Yâ Rasûlallah! Vallahi, senin bize geldiğin günden beri, sana tâbi olmayı özlemekten geri dur¬madım.
Bildiğin gibi, Allah, Müslümanlığımı geciktirmemden başkasına razı olmadı.
O gün benim yanımda bulunmuş olan kimselerin hepsi ölüp gitmiş bulunuyorlar.
Ey Allah'ın Peygamberi! Onların girdikleri yer neresidir?' diye sordu.
Resûlullah (a.s.):
'Her kim İslâmiyetten başka din üzerinde ölmüş ise, o, ateş (Cehennem) içindedir!' buyurdu. [349]
Meysere:
'Hamdolsun o Allah'a ki, beni [350] senin sayende ateşten (Cehennemden) [351] kurtardı' deyip hemen Müslüman oldu. Ve iyi birMüslüman oldu." [352]
Allah ondan razı olsun! [353]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET   İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:18 pm

Peygamberimiz (a.s.)ın Hz. Sevde ile Evlenişi

Nübüvvetin onuncu yılı, Ramazan ayında, [354] Osman b. Maz'un'un zevcesi Havle Hatun, Peygamberimiz (a.s.)ın evine gelip: [355]
"Yâ Rasûlallan! Evine girince, sanki Hatice'nin yokluğunu görür gibi oldum!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet, öyledir. O, çocukların anası, evin sahibesi, görüp gözeticisi idi" buyurdu. [356]
Havle Hatun:
"Yâ Rasûl ali ah! Evlenmez misin?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Kiminle?" diye sordu.
Havle Hatun:
"Kız istersen kızla, dul istersen dulla!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Dul olan, kimdir?" diye sordu.
Havle Hatun:
"Zem'a'nın kızı Sevde'dir! Sana iman etmiş, söylediklerine tâbi olmuştur" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Haydi, git! Benim için dünürlük et!" buyurdu.
Havle Hatun, Hz. Sevde'nin yanına vardı. Ona:
"Yüce Allah, senin üzerine, hayır ve bereketten neyi indirdi, biliyor musun? dedi.
Hz. Şevde:
"Nedir o hayr ve bereket?" diye sordu.
Havle Hatun:
"Resûlullah (a.s.), seni kendisine istemek üzere, beni gönderdi" dedi.
Hz. Şevde:
"Sen, bunun olmasını istiyorsan, babamın yanına git! Bunu ona söyle!" dedi.
Zem'a; çok yaşlı ve yaşlılığı sebebiyle hacdan geri kalmış bir ihtiyardı.
Havle Hatun, onun yanına girip, kendisini Cahiliye devri selamıyla selamladı.
Zem'a:
"Kim bu?" diye sordu.
Havle Hatun:
"Hakîm'in kızı Havle!" dedi.
Zem'a:
"Başında ne hal var?" diye sordu.
Havle Hatun:
"Muhammed b. Abdullah, kendisine Sevde'yi istemek üzere, beni gönderdi" dedi.
Zem'a:
"Doğrusu, çok şerefli bir eşittir! Arkadaşın (Şevde), buna ne diyor?" dedi.
Havle Hatun:
"Bunu senin arzuna bıraktı" dedi.
Zem'a:
"Öyle ise, onu benim yanıma çağır!" dedi.
Havle Hatun, Hz. Sevde'yi çağırdı.
Zem'a:
"Kızcağızım! Bu Havle, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib'in, kendisini, seni kendisine iste¬mek üzere gönderdiğini söylüyor. O, gerçekten, şerefli bir eşittir. Seni ona nikahlamamı istiyor musun?" diye sordu.
Hz. Şevde:
"Evet!" dedi. [357]
Fakat, Hz. Şevde, vefat eden kocasından beş-altı küçük çocuğu bulunduğu için, Peygamberimiz (a.s.)la evlenmeye cesaret edemiyordu.
Peygamberimiz (a.s.), onun tereddüt ettiğini görünce:
"Senin benimle evlenmene engel olan nedir?" diye sordu.
Hz. Şevde:
"Vallahi, ey Allah'ın Peygamberi! Yaratılmışlardan, bana, senden daha sevgilisi olamazken, benim seninle evlenmeme ne engel olabilir?
Fakat, şu küçük çocukların, sabah akşam senin başında bağırıp çağırmaları olmasa; ben bu işi seni memnun ve mesrur etmek için seve seve yaparım" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Senin benimle evlenmene, bundan başka, engel olan birşey var mı?" diye sordu.
Hz. Şevde:
"Yoktur vallahi!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Allah sana rahmet etsin! [358]
Develere binen Arap kadınlarının hayıriısı [359] Kureyş kadınlarının yararlısı olup, [360] onlar küçük çocuğuna karşı en çok şefkat gösterir, kocasına da elindeki işi hususunda en çok riayet eder" buyur-du. [361]
Hz. Şevde:
"Yâ Rasûl ali ah! Ne yapmamı bana emir buyurursun?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Seni bana nikahlaması için, kavminden bir adama emret!" buyurdu.
Hz. Şevde de, Hâtıb b. Amr'a emretti.
Hz. Şevde, Hz. Hatice'den sonra, Peygamberimiz (a.s.)ın ilk evlendiği hatundu.
Bu evlilik, nübüvvetin onuncu yılı Ramazan ayının içinde vuku buldu. [362]

Kureyş Müşriklerinin Peygamberimiz (a.s.)dan Safâ Tepeciğini Altına Çevirmesini İstemeleri

Kureyş müşrikleri, bir gün, Peygamberimiz (a.s.)dan bir mucize getirmesini istediler.
Peygamberimiz (a.s.), onlara:
"Size hangi şeyi getirmemi istiyorsunuz?" diye sordu.
Müşrikler:
"Safa tepeciğini bizim için altın yap!" dediler.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ben bunu yaparsam, beni tasdik eder, doğrular mısınız?" diye sordu.
Müşrikler:
"Evet! Tasdik ederiz! Vallahi, sen bunu yaparsan, muhakkak, topyekün sana tâbi oluruz! [363]
Eğer senin söylediklerin hak ve gerçekse ve bizim iman etmemiz seni sevindirecekse, haydi, Safa tepeciğini bizim için altına çevir! [364]
Safa tepeciğini bize altın yapması için Rabbine dua et! Biz de sana iman edelim!" dediler.
Peygamberimiz (a.s.), onlara:
"Dediğinizi yapar mısınız?" diye sordu.
Kureyş müşrikleri:
"Evet! Yaparız!" dediler. [365] Yemin de ettiler. [366]
Bunu isteyenler, Kureyş müşriklerinden:
Nadr b. Haris,
Ümeyye b. Halef,
Ebu Cehil Amr b. Hişam idi . [367]
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) Yüce Allah'a dua etti. [368]
Cebrail (a.s.) gelip: [369]
"Yâ Muhammed! [370] Yüce Rabbin sana selam ediyor ve:
'İstersen, onlar için, Safa tepeciğini altın yapayım.
Fakat, bundan sonra onlardan kim küfre kalkışırsa, işte o zaman, Ben onları muhakkak ki âlemler¬den hiçbirisini azaplandırmadığım bir azapla azaba uğratırım! [371]
İstersen, istediklerini yerine getirmeyeyim de, [372] kendilerine tevbe ve rahmet kapısını açık tutayım?1 buyuruyor" dedi. [373]
Rahmetenli'l-âlemîn olan Peygamberimiz (a.s.):
"Hayır! Safâyı altın yapıp da, onları azaba çarpma! [374]
Bilakis, onlara tevbe ve rahmet kapısını açıktut! [375] Tevbekâr oluncaya kadar, onları bırak!" diyerek dua etti. [376]
Süheylî'nin İbn İshak'tan nakline göre; müşrikler de, korkarak, bu yoldaki isteklerinden vazgeçtil-er. [377]
Peygamberimiz (a.s.)dan istemiş oldukları şey için, "İstemiyoruz!" dediler. [378]
İşte:
"Bizi, (Kureyşflere) âyetler (mucizeler) göndermemizden alıkoyan, ancak, öncekilerin onları yalan¬lamış olduklarıdır.
Biz, Semûd'a, gözleri göre göre o dişi deveyi verdik de, (onu öldürdüler ve) bu yüzden kendilerine yazık ettiler!
Halbuki, Biz âyetleri (azab ve helak etmek için değil), ancak (âhiret azabından) korkutmak için gön¬deririz" (İsrâ: 59) mealindeki âyetin bunun üzerine nazil olduğu rivayet edildiği gibi; [379]
"Allah'a, yeminlerinin bütün hızıyla and ettiler ki, eğer kendilerine bir âyet (bir mucize) gelirse, her halde iman edecekler! De ki: 'Âyetler, ancak Allah'ın nezdindedir.' O geldiği zaman da, onların, muhakkak, yine iman etmeyeceklerinin farkında değil misiniz?" (En'am: 109) mealindeki âyetin de bunun üzerine nazil olduğu rivayet edilir. [380]

Peygamberimiz (a.s.)la Alay Eden Müşrikler ve Akıbetleri

Peygamberimiz (a.s.), bir gün, Kureyş müşriklerinden
Velid b. Mugîreye,
Ümeyye b. Halef'e,
Ebu Cehil Amr b. Hişam'a rastlamıştı.
Bunlar; kaşlarını göllerini oynatarak, Peygamberimiz (a.s.)la alay ettiler. [381]
Başlarıyla Peygamberimiz (a.s.)a işaret ederek:
"Bu da, kendisinin peygamber olduğunu ve yanında Cebrail bulunduğunu sanıyor!?" dediler. [382]
Onların bu tutum ve davranışları Peygamberimiz (a.s.)ın çok ağırına gitti.
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyetlerde mealen şöyle buyurdu:
"Andolsun ki, senden önceki peygamberlerle de alay edildi de, eğlenmekte oldukları şey, içlerinden o maskaralık edenleri, çepeçevre kuşatıverdi!
De ki: 'Yeryüzünde gezip dolaşın! Sonra da, bakın ki, (peygamberleri) yalanlayanların sonu nice olmuştur!'" [383]
Peygamberimiz (a.s.); karşılaştığı her türlü eza, cefa, istihza ve yalanlamaya katlanarak ve âhirette sevabını umarak, Yüce Allah'ın emriyle, kavmine öğüt vermeye devam etti. [384]
Peygamberimiz (a.s.)la alay eden müşrik ulularından:
Esved b. Muttalib,
Esved b. Abdi Yağus,
Velid b. Mugîre,
Âsb.Vâil,
Haris b. Tulaytıla
kötülüklerini sürdürdükleri ve Peygamberimiz (a.s.)la alaylarını çoğalttıkları zaman, Yüce Allah, Peygamberimiz (a.s.)a âyetler indirdi [385] ve indirdiği âyetlerde meal olarak şöyle buyur¬du:
geliriz!)
Onlar, yakında (uğrayacakları akıbetleri) bileceklerdir!
Andolsun; biliyoruz ki, onların söyleyip durduklarından göğsün daralıyor!" (Hicr: 95-97)
Cebrail (a.s.), bir gün, gelip, Kabe'de Peygamberimiz (a.s.)ın yanına dikilmişti.
Kureyş müşriklerinin Peygamberimiz (a.s.)la alay edenlerinden:
Esved b. Muttalib,
Esved b. Abdi Yağus,
Velid b. Mugîre,
Âs b. Vâil,
Haris b. Tulaytıla, o sırada, Kabe'yi tavaf ediyorlardı. [386]
Esved b. Abdi Yağus, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelince, Cebrail (a.s.):
"Sen bunu nasıl buldun?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Benim dayım olmakla beraber, Allah'ın kötü bir kuludur!" buyurdu.
Cebrail (a.s.):
"Biz, senin için onun hakkından geliriz!" dedi.
Ondan sonra, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına, Âs b. Vâil geldi.
Cebrail (a.s.):
"Bunu nasıl buldun?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Bu da Allah'ın kötü bir kuludur!" buyurdu.
Cebrail (a.s.):
"Biz, senin için onun hakkından geliriz!" dedi.
Ondan sonra, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına, Velid b. Mugîre geldi.
Cebrail (a.s.):
"Bunu nasıl buldun?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Bu da Allah'ın kötü bir kuludur!" buyurdu.
Cebrail (a.s.):
"Biz, senin için onun hakkından geliriz!" dedi.
Sonra, Esved b. Muttalib geldi.
Cebrail (a.s.):
"Bunu nasıl buldun?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Bu da Allah'ın kötü bir kuludur!" buyurdu.
Cebrail (a.s.):
"Biz, senin için onun hakkından da geliriz!" dedi. [387]
Bunların hepsi de, birer musibete uğrayarak, Bedir savaşından önce ölüp gittiler. [388]

Ebu Cehil'in Peygamberimiz (a.s.)ın Secdede Boynunu Çiğnemeye Yemin Edişi

Ebu Cehil, [389] bir gün, Kureyş azgınlarından bir topluluğun içinde: [390]
"Vallahi, [391] Muhammed'i [392] Kabe'nin yanında [393] namaz kılarken görecek olursam, muhakkak, onun boynunu çiğnerim!" demişti. [394]
Peygamberimiz (a.s.):
"Eğer o bunu yapmaya kalkacak olursa, [395] muhakkak, zebanilerden, başları gökte, ayakları yerde oniki melek
iner [396], açıktan [397] kendisini yakalayıverirler!" buyurdu. [398]
Peygamberimiz (a.s.) namaz kıldığı sırada, [399] Ebu Cehil haber alıp acele [400] geldi. [401]
"Yâ Muhammed! [402] Ben seni [403] bundan [404] men etmedim mi? [405]
Ben seni bundan men etmedim mi?
Ben seni bundan men etmedim mi?" dedi. [406]
Peygamberimiz (a.s.), namazdan dönünce, [407] onu azarladı. [408]
Ebu Cehil:
"Yâ Muhammed! [409] Sen beni nasıl azariarsın? [410]
Sen de bilirsin ki, [411] şu vadide benim meclisimden daha kalabalık bir meclis yoktur! [412]
Vallahi, istersem, şu vadiyi sana karşı süvariler ve piyadelerle doldururum!" dedi. [413]
Ebu Cehil, Kureyş müşriklerinden bir topluluğa:
"Muhammed sizin aranızda hâlâ yüzünü toprağa sürüyor mu?!" diye sormuştu.
"Evet! Sürüyor!" denilince, Ebu Cehil:
"Lâtve Uzzâ'ya andolsun ki; ben onu böyle yaparken görürsem, ya onun boynuna basarım, ya da yüzünü toprağa sürerim!" dedi. [414]
Namaz kıldığı sırada, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına vardı.
Kendisinin birdenbire Peygamberimiz (a.s.)ı bırakıp geri döndüğü ve elleriyle korunduğu görüldü! Kendisine:
"Sana ne oldu?" diye sorulunca:
"Onunla benim aramda ateşten bir hendek! Korkunç birşeyler, birtakım kanatlar!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) da:
"Eğer bana yaklaşmış olsaydı, melekler kendisinin uzuvlarını birer birer koparırlardı!" buyurdu. [415]
Hz. Abbas da, bu husustaki bir müşahedesini şöyle anlatmıştır "Bir gün Mescid-i Haram'da idim. Oraya Ebu Cehil geldi: 'Andolsun ki; secdede görürsem, Muhammed'in boynuna basacağım!' dedi. O sırada, Resûlullah (a.s.) geldi. Ebu Cehil'in söylediği sözü kendisine haber verdim.
Son derecede kızdı, ve Mescid-i Haram'a kapısından girmeyi beklemeyerek, hemen duvarından aşarak girdi.
Kendi kendime:
'Bu, kötü ve uğursuz bir gündür!1 dedim. Hemen, izarımı toplayıp, ben de arkasından gittim.
Resûlullah (a.s.), Alak sûresini başından sonuna kadar okudu ve secde etti.
Ebu Cehil'e:
'Ey Ebu'l-Hakem! İşte, Muhammed secdede!' dediler.
Ebu Cehil:
'Siz benim gördüğümü görmüyor musunuz?!
Vallahi, gök ufku gerilip önümü kapattı!1 dedi." [416]

Peygamberimiz (a.s.)ın Ebu Cehil'e, İraş'a Olan Borcunu Ödettirişi

İraş b. Amr diye anılan [417] bir adam devesine binip Mekke'ye gelmiş, Ebu Cehil de ondan devesi¬ni satın almıştı.
Fakat, ona devesinin bedelini ödemeyi geciktirmiş, uzatmış durmuştu.
Adamcağız, Kureyşîlerin toplandıkları yere vardığı sırada, Peygamberimiz (a.s.), Mescid-i Haram'ın bir köşesinde oturuyordu.
İraş b. Amr:
"Ey Kureyş cemaatı! Ben garib, yolcu bir adamım!
Ebu'l-Hakem Amr b. Hişam'daki hakkımı almak için, bana kim yardım eder?" diye sordu.
Orada oturanlar, Ebu Cehil'in Peygamberimiz (a.s.)a olan düşmanlığını bile bile, alay için, Peygamberimiz (a.s.)ı göstererek:
"Şu oturan adamı görüyor musun?
Sen ona git! O, senin ondaki hakkını almakta sana yardım eder!" dediler.
Adamcağız, varıp Peygamberimiz (a.s.)ın başucuna dikildi:
"Ey Allah'ın kulu! Ebu'l-Hakem Amrb. Hişam, bana hakkımı ödememekte baskın çıktı.
Ben garib ve yolcu bir adamım!
Şu cemaattan, ondaki hakkımı almakta bana yardım edecek bir adam sormuştum.
Onlarda, bana seni gösterdiler.
Sen ondan benim hakkımı alıver! Allah seni rahmetiyle esirgesin!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.), hemen kalkıp, onunla birlikte Ebu Cehil'e gitti.
Kureyş cemaatı Peygamberimiz (a.s.)ın kalkıp adamla birlikte gittiğini görünce, yanlarında¬ki adamlardan birine:
"Onu takip et; bak, gör ne yapacak?!" dediler.
Peygamberimiz (a.s.) Ebu Cehil'in evine kadar gitti, kapısını çaldı. Ebu Cehil, içeriden:
"Kim o?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ben Muhammed'im! Hemen yanıma çık!" buyurdu.
Ebu Cehil Peygamberimiz (a.s.)ın yanına çıktı. Kendisinin yüzü sararmış, benzi değişmişti.
Peygamberimiz (a.s.), ona:
"Ver şu adamın hakkını!" buyurdu.
Ebu Cehil:
"Olur!" dedi. Hemen içeri girdi. Hiç güçlük çıkarmadan, adamcağızın hakkını getirip kendisine verdi.
Peygamberimiz (a.s.), İraş'a:
"Git artık işinin başına!" buyurdu. Kendisi de oradan ayrıldı.
Kureyş cemaatının gönderdikleri adam yanlarına gelince, ona:
"Ne gördün?" diye sordular.
Adam:
"Şaşılacak şeylerden şaşılacak şey gördüm!
Vallahi, o Ebu'l-Hakem'in kapısını çalar çalmaz, Ebu'l-Hakem hemen onun yanına çıktı ve benzi sarardı. Ebu'l-Hakem'e:
'Ver şu adamın hakkını!' dedi. Ebu'l-Hakem de:
'Olur!1 dedi. Hemen içeri girdi. Hiç güçlük çıkarmadan, adamın hakkını getirip ödedi" dedi.
İraş da, Kureyşîlerin meclislerine gelip:
"Allah o zât hayırla mükâfatlandırsın!
Vallahi, o benim hakkımı Ebu'l-Hakem'den alıverdi!" dedi. [418]
Çok geçmeden, oraya Ebu Cehil de geldi.
Mecliste bulunanlar, ona:
"Ne oldu sana? Vallahi, biz, şimdiye kadar, senin yaptığın şeyin bir benzeri daha görmedik!" dedil¬er. Ebu Cehil:
"Vallahi, o kapımı çalar çalmaz, onun sesini duyar duymaz, içime bir korku doldu!
Kendisinin yanına çıktığım zaman, başının üzerinde, develerden öyle bir puğur gördüm ki, şimdiye kadar ben onun gibi büyük başlısını, boyunlusunu ve dişlisini hiç görmemişimdir!
Vallahi, adamın hakkını ödemekten kaçınsaydım, muhakkak o puğur beni yiyiverir, yutuverirdi! [419] Hemen adamın hakkını verdim!" dedi.
Orada bulunan cemaat:
"Bu da onun sihirlerinden biridir!" dediler. [420]

Âs b. Vâil'in Habbab'a Olan Borcunu Ahirette Ödeyeceğini Söylemesi

Ashabdan Habbab b. Eret, Cahiliye devrinde, [421] Mekke'de demirci idi. [422] Kılıç yapandı.
Yaptığı ve sattığı kılıçlardan, [423] Âs b. Vâil'in üzerinde toplanmış bir hayli dirhem [424] alacağı vardı.
Alacağını istemek üzere, onun yanına gitti. [425]
Âs b. Vâil:
"Sen Muhammed'i inkâr etmedikçe, sana birşey ödemem!" dedi.
Habbab b. Eret:
"Vallahi, sen ölünceye ve öldükten sonra dirilinceye kadar, ben onu inkâr etmem!" dedi. [426]
Âsb.Vâil:
"Ben öldükten sonra dirilecek miyim?" diye sordu.
Habbab b. Eret:
"Evet! Dirileceksin!" dedi. [427]
Âs b. Vâil:
"Siz, Cennette gümüş, altın, ipek ve her çeşit meyveler bulunduğunu söylüyorsunuz, değil mi?" diye sordu.
Habbab b. Eret:
"Evet!" dedi. [428]
Âs b. Vâil:
"Ey Habbab! Dinine tâbi olduğunuz sahibiniz şu Muhammed de, Cennetliklerin Cennette altından, gümüşten, giyileceklerden ve hizmetçilerden istediklerini hazır bulacaklarını söylemiyor mu?" diye sordu.
Habbab b. Eret:
"Evet!" dedi.
Âsb.Vâil:
"O halde, ey Habbab! Sen bana Kıyamet gününe kadar mühlet ver! Ben Cennet yurduna döneceğime, [429] bana o zaman mal ve evlat verilecek olduğuna, [430] mal ve evladıma döneceğime göre, [431] bendeki hakkını da sana o zaman orada öderim!" [432] diyerek, Kufâm Kerîm'in Cennette mü'minlere verilecek nimetler hakkındaki âyetleriyle alay etmek istedi. [433]
"Vallahi, ey Habbab! Ne sen, ne de sahibin ve sahiplerin, Allah katında benden daha iyi ve bu hususta daha nasipli olamazsınız! [434]
Vallahi, senin söylediğin gerçekleşecek olsaydı, orada ben muhakkak senden daha üstün olurdum!" dedi. [435]
Yüce Allah, Âs b. Vâil hakkında âyetler indirdi. [436] İndirdiği âyetlerde, meal olarak şöyle buyurdu:
"Şu âyetlerimizi tanımayan ve 'Bana elbette mal ve evlat verilecek!' diyen adamı gördün mü?
O gayba mı vâkıf olmuş?
Yoksa, çok Esirgeyen (Allah) katından, bir ahid mi almış?
Hayır! Öyle değil!
Biz, onun söylemekte olduğu (sözü) yazar, azabını da uzattıkça uzatırız!
Onun söyleyegeldiğine, Biz mirasçı olacağız ve o, Bize tek başına gelecektir!" [437]

Peygamberimiz (a.s.)ın Süveyd b. Sâmit'le Görüşüp Kendisini İslamiyete Davet Edişi

Medineli Evs kabilesinden Amr b. Avf oğullarının kardeşi Süveyd b. Sâmit, hac veya umre için, Mekke'ye gelmişti. [438]
Kendisine, kabilesi içinde, cesareti, şiirleri, yaşlılığı, [439] soyu ve şerefliliği ile, [440] "Kâmil" ismi ver¬ilmişti.
Peygamberimiz (a.s.), Süveyd'in Mekke'ye geldiğini işitince, gidip [441] onu Yüce Allah'a imana, [442] Kur'ârvı Kerîm okuyup-kendisini İslâmiyete davet etti. [443]
Süveyd İslâmiyeti ne kabul etti, [444] ne de ondan uzaklaştı. [445]
Kur'ân-ı Kerîm hakkında da:
"Hiç şüphesiz, bu, güzel bir sözdür! [446]
Belki de, sende olan, benim yanımdakinin benzeridir!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Senin yanındaki nedir?" diye sordu.
Süveyd:
"İçinde Lokman'ın hikmetli sözleri yazılı Mecelle (Mecmua)!" dedi. [447]
Peygamberimiz (a.s.):
"Onu bana okusana?" buyurdu.
Süveyd onu Peygamberimiz (a.s.)a okudu. [448]
Peygamberimiz (a.s.):
"Şüphesiz ki, bu, güzel bir sözdür.
Fakat, benim yanımdaki, Allah'ın bana indirdiği. [449] Allah'ın Kelamı olan [450] Kur'ân [451] bundan daha güzel, [452] daha üstündür!
O, hidayet ve nurdur!" buyurdu. [453]
Süveyd, dönüp Medine'ye, kavminin yanına gitti.
Çok geçmeden de, Hazrecîler tarafından öldürüldü. [454]
Kabilesi halkından bazı kimseler:
"Biz onun Müslüman olduğu halde öldürüldüğünü gördük!" demişlerdir. [455]
Böyle ise, Allah ona rahmet etsin! [456]

Kureyş Müşrikleriyle İttifak Kurmaya Gelen Medinelilerin İslamiyete Davet Edilişi

Ebu'l-Hayser Enes b. Rafi', kavmi olan Abduleşhel oğullarından, içlerinde İyas b. Muaz'ın da bulun¬duğu bazı gençlerle Mekke'ye gelmişti.
Maksatları; Hazrecîlere karşı, Kureyşîlerle bir ittifak antlaşması yapma çareleri aramakü.
Peygamberimiz (a.s.), onların geldiğini işitince, gidip yanlarına oturdu ve onlara:
"Sabahlamak üzere geldiğiniz şeyden, sizin için daha hayırlısı yok mudur?" diye sordu.
"Nedir o daha hayırlı olan şey?" dediler.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ben Allah'ın Resûlüyüm! Allah beni, hiçbir şeyi şerik koşmaksızın Allah'a ibadet etmeye davet edeyim diye kullara gönderdi ve bana Kitab da indirdi" buyurduktan sonra, onlara İslâmiyeti anlattı ve Kur'ân-ı Kerîm okudu.
Henüz pek genç yaşta olan İyas b. Muaz:
"Ey kavmim! Bu, vallahi, sağlamaya geldiğiniz şeyden daha hayırlıdır!" dedi.
Ebu'l-Hayser Enes b. Râfi1, hemen yerden bir avuç toprak alıp İyas b. Muaz'ın yüzüne atıp, onu:
"Sen bizi kendi halimize bırak! Hayatım üzerine yemin ederim, biz buraya ondan başkası için gelmiş bulunuyoruz!" diyerek [457] azarlayınca, [458] İyas b. Muaz sustu. [459] Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.), kalkıp onların yanlarından ayrıldı. [460]
Ebu'l-Hayser ve arkadaşları da, Medine'ye döndüler. [461]
İyas b. Muaz, çok geçmeden vefat etti.
Vefat ederken yanında bulunanlar, onun ruhunu teslim edinceye kadar Yüce Allah'ı tevhid, tekbir ve O'na hamd edip durduğunu işitmişler, Müslüman olarak öldüğünde şüphe etmemişlerdir. [462]
Yüce Allah ona rahmet eylesin!
Ebu'l-Hayser Enes b. Rafi1 ve arkadaşları Mekke'den Medine'ye döndükten sonra, Kays b. Hâtım da Mekke'ye geldi.
Peygamberimiz (a.s.) onu da İslâmiyete davet etti.
Kays:
"Sen beni bu yıl bırak da, işimin üzerinde bir düşüneyim, sonra senin yanına yine gelirim!" dedi.
Fakat, gelecek yıldan önce öldü, gelemedi. [463]

Peygamberimiz (a.s.)ın Akabe'de Medineli Altı Hazrecî ile Buluşup Görüşmesi

Peygamberimiz Aleyhisselaım, nübüvvetin onbirinci yılında, [464] hac mevsiminde Akabe'de bulun¬duğu sırada idi ki, Yüce Allah'ın kendilerine hayır murad ettiği Medineli Hazrecîlerden küçük bir toplu¬lukla karşılaştı . [465]
Başka bir deyişle; Yüce Allah, İslâmiyeüe şereflendirmek istediği Medinelilerden, başlarını kazıtıp ihramdan çıkmış bazı kişilere, Peygamberimiz (a.s.)ı sevketti. [466] Ki, onlar:
Es'ad b. Zürâre,
Avf b. Haris,
Râfi1 b. Malik,
Kutbe b. Âmir,
Ukbe b.Âmir, Câbirb. Abdullah idi. [467]
Peygamberimiz (a.s.), onlara:
"Siz, kimlersiniz?" diye sordu.
Onlar:
"Hazrec kabilesinden bazı kişileriz!" dediler.
Peygamberimiz (a.s.):
"Yahudilerin dost ve müttefikleri olan Hazrecîlerden misiniz?" diye sordu.
Onlar:
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz (a.s.):
"Oturmaz mısınız? Sizinle biraz konuşayım" buyurdu.
Onlar:
"Olur" dediler, oturdular.
Peygamberimiz (a.s.) onları Yüce Allah'a imana davet ve kendilerine İslâmiyeti arz ve tek¬lif etti, Kur'ân-ı Kerîm okudu.
Yüce Allah, Medinelilere İslâmiyetle yapacağı ihsanı yaptı.
Yahudiler, Kitab ve ilim sahibi idiler. Medine'nin yerlisi olan Evs ve Hazrecîler ise putperest idiler. Bunlar, kendi yurtlarında Yahudilerle çarpışır dururlardı.
Aralarında birşey çıktıkça, Yahudiler bunlara:
"Bir peygamber gönderilmek üzeredir. Onun geleceği zamanın gölgesi düşmüştür. O Peygamber gelince, biz ona tâbi olacağız. Onunla birlik olup, Âd ve İrem kavminin öldürüldükleri gibi, biz de sizi öldüreceğiz!" derlerdi.
Peygamberimiz (a.s.), Medineli Hazrecîlerle konuşup kendilerini Allah'a imana davet edince, birbirlerine:
"Ey kavmimiz! Biliniz ki: Vallahi bu, Yahudilerin bizi kendisiyle korkuttuğu peygamber olsa gerek! Sakın, Yahudiler ona inanmak ve tâbi olmakta sizi geçmesinler" diyerek, Peygamberimiz (a.s.) m kendilerini davet ettiği şeye icabet ve İslâmiyetten kendilerine teklif edilen şeyleri hemen kabul ve tasdik ettiler.
"Biz, kavmimizi, hem birbirlerine karşı, hem de kavmimizden olmayan bir kavme (Yahudilere) karşı, aralarında düşmanlık ve kötülük olduğu halde gerimizde bırakmış bulunuyoruz.
Umulur ki, Allah onları senin sayende biraraya toplar.
Biz, hemen yanlarına vanp, onları da senin işine, İslâmiyete davet edecek; bizim bu dinden kabul ettiğimiz şeyleri onlara da arz ve teklif edeceğiz.
Eğer Allah onları bu din üzerinde birleştirirse, senden daha aziz ve daha şerefli bir kimse olamaz!" dediler. [468]
Peygamberimiz (a.s.), onlara:
"Siz, Rabbimin elçilik vazifesini halka tebliğ edinceye, yerine getirinceye kadar beni koruyacak, bana yardımcı olacak mısınız?" diye sordu [469] ve kendileriyle birlikte Medine'ye gitmek istedi. [470]
Onlar:
"Sen de biliyorsun ki, Evs ve Hazrec kabileleri arasında kanlar dökülmüştür. Allah'ın onları senin İslâmiyet işinle doğru yola çıkaracağını çok umuyoruz. [471]
Yâ Rasûlallah! [472] Biz, Allah ve Resûlü için son derecede gayret göstereceğiz! Fakat, biz, bugün birbirlerine karşı kızgın, [473] birbirlerinden uzaklaşmış, [474] önceki yıl Buasta birbirlerimizle çarpışmış bulunuyoruz.
Biz bu durumda iken, eğer sen bugün yanımıza gelirsen, bizim için senin üzerinde toplanma, bir¬leşme hâsıl olmaz! [475]
Biz sana görüşümüzü sunuyoruz.
Sen, Allah'ın ismiyle, biraz bekle! [476]
Bu yıl bizi serbest bırak! [477]
Biz kavim ve kabilemizin yanına dönelim. [478]
Onlara senin işini haber verelim.
Kendilerini Allah'a ve Allah'ın Resûlüne, [479] senin davet ettiğin şeylere [480] davet edelim.
Belki Allah aramızı düzeltir, [481] işimizi birleştirir. [482]
Allah'ın bizleri senin üzerinde birleştirmesi umulur. [483]
Eğer onlar senin üzerinde sözbirliği eder, sana tâbi olurlarsa, [484] senden daha aziz bir kimse olmaz ! [485]
Biz, sana, gelecek yıl hac mevsiminde gelmeye söz veriyoruz!" dediler. [486]
Peygamberimiz (a.s.) da kabul etti. [487]
Onlar; gerçekten, inanmış, Peygamberimiz (a.s.)ı ve getirdiklerini doğrulamış olarak yurt¬larına dönmek üzere, Peygamberimiz (a.s.)ın yanından ayrı İdi lar. [488]
Medine'ye, kavimlerinin yanına vardıkları zaman, Peygamberimiz (a.s.)ı anlatmaya ve onları İslâmiyete davet etmeye koyuldular. [489]
Ensar evlerinden, içinde Peygamberimiz (a.s.)ın anılmadığı, [490] İslâmiyetin açıklan-madığı [491] ev kalmadı. [492]
Allah onlardan razı olsun! [493]

Zekvan b. Abdi Kays'ın Müslüman Oluşu

Zekvan b. Abdi Kays da, Es'ad b. Zürâre ile Medine'den Mekke'ye gelerek Peygamberimiz (a.s.)la buluşmuş, Peygamberimiz (a.s.) İslâmiyeti arz ve teklif edip Kur'ân-ı Kerîm okuyunca, Müslüman olmuştur. [494]
Yüce Allah ondan razı olsun! [495]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İSLAM TARİHİ 3-HABEŞ ÜLKESİNE HİCRET
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İSLAM TARİHİ 11-HAYBER GAZASI
» İSLAM TARİHİ 13-MEKKE'NİN FETHİ
» İSLAM TARİHİ 16-VEDA HACCI
» İSLAM TARİHİ 19-PEYGAMBERİMİZİN AHLAKI
» İSLAM TARİHİ 6-BEDİR GAZÂSI

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( SAV) Hakkında Herşey

 :: Peygamber Efendimizin Soy Agacı Ve Hayatı Ve Mucizeleri
-
Buraya geçin: