iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 TIB BÖLÜMÜ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Misafir
Misafir




TIB BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: TIB BÖLÜMÜ   TIB BÖLÜMÜ Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 1:46 am

31- TIB KİTABI



Tıb: İnsan vücûdunun sağlığını korumak için, onun sağlık ve has­talık hallerinden ve tedavi çârelerinden bahseden bir ilimdir. ...

Tıbb-ı Nebevi ile işaret edilen tedavi, üç bölümde mütalaa oluna­bilir:

1. Vahiy yoluyla Allah tarafından Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa-îâtü ve's-selâm) 'e bildirilen,

2. Arap göreneğinden alınan,

3. Kur*ân-ı Kerim âyetleri ile şifâ edilmek gibi teberrük ve fe-yizlenmek arzulanan.

Tedavi, genellikle tecrübe ve deneylere dayalıdır. İlerde gelecek hadislerden açıkça anlaşılacağı üzere yüce dini­miz tedavi çârelerine baş vurmayı meşru kılmıştır.[1]


1- Allah Verdiği Her Hastalık İçin Bir İlâç Vermiştir, Babı





3436) "... Üsâme bin Şerîk (Radtyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir:

Bedevilerin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e: Şu işi yapmakta bize bir günah var mı? Falan şeyde bize bir gü­nah var mı? diye soru sormalarına şâhid oldum. Resûlullah (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) de onlara:

«Ey Allah'ın kullan, Allah (sizin sorduğunuz şeyleri işleyen kim­selerden) günahı kaldırmıştır (yâni günah işlemiş sayılmaz). Ancak (din) kardeşinin ırzı (yâni şeref ve haysiyeti) nden bir şey kırpan kim­se bu hükmün dışındadır. İşte haram olan budur» buyurdu. Bedevi­ler (bu kere) :

Yâ Resûlallah! Tedavi olmamamızda bize bir günah var nu? diye sordular. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

•Tedavi olunuz, ey Allah'ın kulları. Çünkü doğrusu Allah yaşlı­lıktan başka yarattığı her hastalıkla beraber bir deva (ilâç) da yarat­mıştır» buyurdu. Adamlar:

Yâ Resûlallah! Kula verilen (hasletler) in en hayırlısı nedir? de­diler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Güzel huy buyurdu."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvlleri sikft (güvenilir) zâtlardır. Bu hadisin bir kısmını Ebû D&vûd ve Tirmizî de rivayet et-mislerdir.[2]


İzahı





Zevâid nevinden olan bu hadîsin tedavi ile ilgili bölümü notta be­lirtildiği gibi, Ebû Dâvûd ve Tirmizi tarafından da rivayet edilmiştir.

Sindi, bu hadisin izahı bölümünde özetle şöyle der: Bana öyle geliyor ki bedeviler hep mubah şeylerin hükmünü sor­muşlar ki, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) verdiği cevabta söz konusu şeylerde günah olmadığını bildirmiştir.

Kişinin din kardeşinin ırzından kırptığı şeyin haramlığına dâir cümlenin izahı bölümünde bir ilim adamı: Yâni din kardeşinin gıy­betini eden, onu hoşlanmadığı bir biçimde söz konusu eden, ona sö­ven veya herhangi bir şekilde eziyet eden kimse ona borçlanmış sa­yılır. Çünkü âhiret günü hak sahibinin hakkı istirdad edilecek, de­miştir.

Bu ilim adamının yorumuna göre hadiste geçen; «ödünç aldı- manasınadır. Bu fiil "Kırptı, kesti" mânâsına da gelebi­lir. Biz tercemede sonuncu mânâyı tercih ettik. S u y û t i de bu mânâyı tercih etmiştir.

Hadisteki «Tedavi olunuz» emri ruhsat ve izin anlamındadır. Yâ­ni, tedavi olmak mubahtır ve meşrudur. Hadîsin zahirine göre bu emir vâciblik için değildir. Yâni tedavi olmayı farz ve vâcib kılma-mıştır. Çünkü bedevilerin sorusu tedâvî olmanın mubah olup olma­ması hakkındadır. Böyle bir soruya verilen cevabta akla gelen ilk şey tedavi olmanın mübahlığıdır.

Bâzı ilim adamları ise, tedâvî emrini vâciblik mânâsına yorum­lamıştır. Fakat bu ihtimal uzaktır. Çünkü Allah'a tevekkül ederek tedâvî olmayı bırakan kimsenin övülmesine dâir rivayetler var. Evet, şu noktadan hareket edilebilir: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tedâvî olmanın meşruluğunu beyân etmek üzere bizzat tedâ­vî olmuştur. Kim O'na uymak niyetiyle tedavi olursa ecir ve sevab kazanmış olur. (Sindi' den nakil burada bitti.)

Avnü'l-Mabûd yazarı da bu hadisin izahı bölümünde şöyle der: 4 H a t t â b î; Bu hadis, tedavinin ve ilâç kullanmanın meşru­luğuna, mekruh olmadığına delâlet eder. Bâzı kimseler tedavinin

ȟmm-l

mekruh olduğunu iddia etmiş ise de, bu hadîs bunu reddeder. Ha­dis, yaşlılığı da bir nevî hastalık saymıştır. Çünkü bâzı hastalıklar ölüme sebebiyet verdiği gibi yaşlılık da ölümle sonuçlanır, demiştir.

Ayni de: 'Bu hadis tedavi olmanın ve tıbbın meşruluğuna de­lâlet eder. Hadîs, bâzı sofuların, velilik ancak başa gelen bütün belâ­lara rızâ göstermekle olgunlaşır, tekâmül eder. Veli kimsenin tedavi olması caiz değildir, sözünü reddeder. Çünkü bu söz, tedavi olmanın caiz olmaması iddiası, Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in tedaviyi mcşrû kılması hükmüne aykırı düşer, demiştir.



3437) "... Ebû Hızâme (es-Sa'dî) (Radtyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir:

(Bir gün) ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e (bir adam tarafından) :

Tedavi için kullandığımız ilâçlar, şifâ isteğiyle okunan dualar ve (düşmanlardan) korunmak için kullandığımız (kalkan gibi) koru­yucu şeyler hakkında ne buyurursun. Bunlar Allah'ın kaderinden bir şeyi geri çevirir mi? diye soruldu. Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

-Bunlar (da) Allah'ın kaderi (cümlesi) ndendir» buyurdu."[3]


İzahı





Bu hadisi Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.

Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım »

Edviye: Devâ'nın çoğuludur. Deva, ilâç demektir.

Kuka i Rukye'nin çoğuludur. Rukye, şifâ dileğiyle okunan duâ ve benzeri şeylerdir. Rukye, Allah'ın isimleri, sıfatlan, Kur'ân âyetleri ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den vârid olan şeyler ve dualar ile olursa meşrudur. Bu konu ilerde gelecek hadislerde tekrar ele alınacaktır. Ama yukarda anılan şeyler dışında kalan bir takım şeylerle yapılır ve kesinlikle yararlı olur deyip ona dayanıp gerekli tedbir alınmaz ve tedavi çârelerine baş vurulmazsa böyle ruk-yeler yasaktır.

İstirka: Rukye istemektir.

Tuka: Tukat'm çoğuludur. Tukat ise düşman korkusuyla sığını­lan sığınak ve koruyucu olarak kullanılan kalkan ve benzeri şeyler­dir.

Hadîste Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in verdiği ce­vâbın açıklaması hususunda Sindi şöyle der: Yâni Allah, bir takım şeyleri sebeblere bağlamış ve sebeblerin meydana gelmesi hâ­linde ona bağlı şeylerin meydana gelmesini takdir eylemiştir. Şu hal­de sebeblere baş vurmak suretiyle onlara bağlı şeyleri elde etmeye çalışmakla istenen netice alınabilir ve bu durum da Allah'ın takdi­rinin bir nevidir. Takdiri ilâhî dışında kalan bir şey değildir.

Tuhfe yazarı da : Yâni Allah verdiği her hastalık için bir ilâç ver­miştir. Bir kimse ilâç kullandığı zaman Allah onun o ilâçla iyileşme­sini takdir etmiş ise iyileşir, tyileşmediği zaman kişi bilmelidir ki Al­lah onun o ilâçla iyileşmesini takdir etmemiştir, diye bilgi verir.



3438) "... Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâhü onA/den rivayet edildi­ğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Allah, verdiği her hastalık İçin bir ilâç (da) vermiştir.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Abdullah bin Mas'Ûd'un hadisine Ait m-aad HhSb. olup r&vlteri sskft, ytad güvenilir 2fttl»rdır.



3439) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:

«Allah, verdiği her hastalık için bir ilâç (da) vermiştir.»"[4]


İzahı





Abdullah (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi Zevâid nevilidendir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadisi ise Buharı ta­rafından da rivayet edilmiştir.

= -O, dünya işlerini gökten düzenler» [5] âyetinde belirtildiği gibi Allah'ın Tekvin sıfatına dayalı işler gökten idare edildiği için hastalığı ve ilâcım yaratma fiili "İnzal" yâ­ni indirme deyimi ile ifâde edilmiştir.

Türkçemizde "Derd veren Allah devasını da verir** biçimindeki söz bu hadislerden alınmış olabilir.

Yaşlılık da bilindiği gibi bir nevî hastalıktır. Hattâ bâzı hadîs­lerde yaşlılık hastalıklardan sayılmıştır. Gerek yaşlılık gerekse teda­visi mümkün olmayan hastalıklar bu hadislerin umumî hükmünden müstesna sayılır. Şöyle de söylenebilir:

Allah Teâlâ her hastalığın ilâcını vermiştir. Ancak bâzı hasta­lıkların ilâcı henüz bilinememektedir. Bir kısım hastalıkların da te­davisine zamanında başlanmadığı için şifâ elde edilemez. Hastalığın teşhis edilememesi veya gerçek ilâcının bilinememesi de şifânın bu­lunmamasına sebep olur. Bu izah, hatıra gelebilen şüpheyi giderir.[6]


2- Hasta Bir Şey Yemek Veya İçmek İster, Babı





3440) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâkü anhüntâ)'âan rivayet edildiğine göre:

Bir gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hasta bir ada­mı ziyaret ederek ona:

«Neye iştihan var?» diye sordu. Adam da: Bir buğday ekmeğini çok arzularım, dedi. Bunun üzerine Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Kimin yanında bir buğday ekmeği varsa (din) kardeşine gön­dersin» buyurdu. Bilâhare Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Birinizin hastası bir şey yemeyi çok arzuladığı zaman hastasına (ondan) yedirsin» buyurdu."



3441) "... Enes bin Mâlik (Radtyallâhü on*>'den rivayet edildiğine göre:

(Bir gün) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hastanın yanma ziyaret maksadıyla girdi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (hastaya) :

«Bir şeye iştihan var mı. çörek yemek ister misin?» diye sordu. Hasta t Evet, dedi. Bunun üzerine hasta için çörek istediler."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin isnadı zayıftır. Çünkü ravl Yezld er-Rakkaşî zayıftır.[7]


İzahı





Bu babın her iki hadisi de Zevâid nevindendir. Birinci hadîsin Ze-vâid nevinden olduğuna dâir not yok ise de gerekli not 1439. sırada rivayet olunan ayni hadisin altında vardı. Bu babın ikinci hadisi de 1440. sırada geçti. Bu itibarla her iki hadisle ilgili gerekli bilgi orada verilmiştir. Ancak şunu belirteyim:

Bu babın ikinci hadis metni eldeki bâzı nüshalara göre şöyledir •

ResûM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (hastaya) :

— «Bir şey yemek ister misin?» diye sordu. Hasta t

— Bir çörek yemek isterim, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) :

— «Evet» buyurdu. Bunun üzerine hasta için çörek istediler." Cenâiz Kitabında geçen 1440 nolu metin ile burdaki metnin uy­gunluğu açısından Hindistan baskısı olan nüshayı tercih ettim.[8]


3- Hımye (Perhiz Vermek) Babı





3442) "... Ümmü'l-Münzir bint-i Kays el-Ensâriyye (Radtyallâhü ankâ)'-dan; Şöyle demigtir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir gün) beraberinde AU bin Ebi Tâlib (Kadıya llâhü anh) olduğu halde biz (im evimizle girdi. Ali (Radıyallâhü anh) bir hastalıktan yeni iyileşmişti. (Olgun-laşsın diye evin bir tarafına) asılmış koruk hurma salkımlarımız var­dı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ondan yiyiyordu. Ali (Ra­dıyallâhü anh) de yemek üzere (ondan) eline aldı. Fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Sakın. Yâ Ali! Sen hastalıktan yeni iyileştin» buyurdu. Üm-mü'1-Münzir demiştir ki: Sonra ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için şalgam yaprağı ve arpadan bir yemek yaptım. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Yâ Ali! Bu yemekten al. Çünkü bu yemek şüphesiz senin için daha yararlıdır» buyurdu."



3443) "... Suhayb (bin Sinân-i Rûmî) (Radıyallâhü ank)'âea; Şöyle de­miştir :

Ben (bir gün) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in ya­nma vardım. Önünde ekmek ve hurma vardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî (bana) ;

«Yaklaş ve ye» buyurdu. Ben de hurmadan yemeye başladım. Bu­nun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana) :

«Sende göz hastalığı bulunduğu halde hurma yiyiyorsun» buyur­du. Suhayb demiştir ki: Ben :

— Diğer bir kenardan çiğniyorum, dedim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de gülümsedi."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih ve râvüeri sıka (gü* TeniIİr) zâtlardır.[9]


İzahı





Ümmü'l-Münzir (Radıyallâhü anhâ) ının hadîsini E b ü Dâvüd ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. T i r m i z I bu hadisin hasen - garib olduğunu söylemiştir.

Hımyej Hastaya perhiz vermek, onu bâzı yemeklerden menet­mek demektir.

Nâkih t Hastalıktan yeni iyileşmiş ve eski gücünü henüz alama­mış durumdaki kimse demektir.

Devâli i Dâliye'nin çoğuludur. Dâliye hurma koruğu salkımıdır. Hurma bu durumda iken ağacından alınıp bir tarafa asılır ve askı­da olgunlaşınca alınıp yenir.

Sibk: Pişirilip yenilen bir sebze çeşididir. Farsça'da buna çıkın­dır, denilir. Kamus terceinesi Okyanusta bunun pazı denilen bit­ki olduğu ifâde edilmiş ve yararlı olduğu hastalıklar sıralanmıştır. Çevremizde buna şalgam yaprağı ve çikündür denilir.

Ümmü'1-Mü nzi r (Radıyallâhü anhâJ'nın pişirdiği seb­zeli arpa yemeğinin arpanın kendisinden veya unundan yapılmış ol­ması muhtemeldir. Bu ihtimalleri Avnü'l-Mabûd yazarı belirtir. Hat­tâ üçüncü bir ihtimal olarak arpa suyundan yapılmış olabilir, der.

Suhayb (Radıyallâhü anh)'ın hadisi notta belirtildiği gibi Zevâid nevindendir. Bu hadîste geçen Remed, göz hastalığı demektir.

Bu iki hadis, hastanın zararlı yemekten sakınmasının vâcibliğine delâlet eder.

Suhayb (Radıyallâhü anh) 'in hâl tercemesi 150. hadis bölü­münde geçmiştir.[10]


4- Hastayı Yemeğe Zorla Mayınız, Babı





3444) "... Ukbe bin Âmir eî-Cühenî (Radıyallâhü anhyden rivayet edil­diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

Ümmü'l-Münzir (R.A.)'nuı Hâl Tercemesi

Bu kadın. Peygamber (S.A,V.)'in teyzelerindendir. Her İki kıbleye doğru na-maz kılan bahtiyar sahâbilerdendir. Birkaç hadisi vardır. Râvisİ Yâkûb bin Ebl Yâkûb'tur. Taberâni, adının Selmâ bint Kays olduğunu, Tirmizi de, adının Zey-neb bint Kays olduğunu söylemişlerdir. Ebû Dâvûd, Tirmizi ve İbn-i Maceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Hulasa, 498)

«Hastalarınızı yemeğe ve İçmeğe zorlamayınız. Çünkü Allah şüp­hesiz onları yedirir ve İçirir.»'*

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi hasen'dir. Çünkü r&vl Bekr bin Yûnus bin Bükeyr hakkında İhtilaf vardır. Senedin kalan râvileri güvenilir

zatlardır. Bu hadisi Tinniz! de rivayet etmiştir. Ancak onun rivayetinde; vLr* «içme» kelimesi yoktur. Bu nedenle bu hadisi Zevâld nevine dahil ettim.[11]


İzahı





Bu hadîsi notta belirtildiği gibi T i r m i z î de rivayet etmiştir. Ancak oradaki rivayette; vl^ = "içme" kelimesi yoktur.

Allah'ın hastalara yedirme ve içirme mes'elesi ile ilgili olarak Tuhfe yazan: Yâni Allah hastalara açlığa ve susuzluğa karşı sabret­me gücünü verir ve yiyecek ile içecek yerine geçen başka şeyleri ver­mekle onlara yardım eder. Çünkü doğrusu hayat ve güç Allah'tandır, yiyecek ve içecekten değildir, der.

Tıbbi olan bu konuda yetkili olmamakla beraber tabibîerden duy­duğumuz şudur: Hastanın arzulamadığı yiyeceğe ve içeceğe zorlan­ması onu rahatsız eder ye hasta genellikle kendisine yararlı olan ye­meği arzular. Diğer taraftan insan vücûdunda depo edilmiş durum­da besinler vardır. Bu itibarla hasta bundan da yararlanır.[12]


5- Telbîne (Muhallebiye Benzeyen Bîr Nevi Bulamaç) Babı





Telbİne ı Un, yağ ve sudan mamul pişirilen bir nevî bulamaçtır. Çoğu zaman buna bir mikdar bal da karıştırılır. Süt gibi beyaz ol­duğu için Telbîne adını almıştır. Mekke halkı buna Harîre der­ler. Bu bulamaç muhallebiye benzer. Bilindiği gibi Telbîne, leben kö­künden alınmadır. Leben ise süt demektir. Bu bulamaç beyaz olduğu için süte benzetilerek Telbİne ismi verilmiştir.



3445) "... Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ev halkından birisi sıtma hastalığına tutulduğu zaman hasa (yâni muhallebiye benze­yen bulamaç) emrederdi. Âişe demiştir ki ve Resûl-i Ekrem (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyururdu.

«Şüphesiz bu yemek, kederli kimsenin kalbini muhakkak güçlen­dirir (veya midesini güçlendirir) ve siz (kadınlar) dan biri yüzündeki kiri su ile giderdiği gibi hastanın kalbinden elemi giderir (veya has­tanın midesini temizler).»"[13]



İzahı





Bu hadisi Tirmizî ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Hadîste geçen. "Va'k" sıtma hastalığı veya bu hastalığın elemi demektir. Hazin: Kederli kimse demektir.

Sakimi Hasta demektir.

Fuad: Kalb demektir. Miftâhü'1-Hâce yazarı bu kelimeyi burada mide anlamında yorumlamıştır. Onun yorumunu parantez içi ifâde ile belirtmeye çalıştım.

Hasa: Un, yağ ve su karışımından pişirilen bulamaçtır. Bazen buna bal karıştırılarak tatlüandırılır. Bu tarife göre Hasa ve Telbİne aynı mânâya gelirler.

Buhârî'nin Taam bölümünde Âişe (Radıyallâhü an-hâ)'dan rivayet ettiği uzun bir hadiste; Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : -Telbîne, hastanın kalbini rahatlatır ve bir kısım kederi giderir» buyurmuştur.

Bu hadis, yukarda anlatılan bulamacın sıtma hastalığına yakala­nan hastaya yedirilmesinin yararlı olduğuna delâlet eder.



3446) "... Âige (RadtyallSkü anhâ)'âan rivayet edildiğine göre Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) :

«Yararlı olup hoşlanılmayan telbîne'ye (yâni hasâ'yı yemeğe) de­vam ediniz» buyurmuştur. Âişe (Radıyallâhü anhâ) (sözlerine devam­la) : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ev halkından birisi hasta olduğu zaman iki tarafından biri bitinceye, yâni iyileşinceye veya ölünceye kadar telbine çömleği devamlı ateş üstünde olurdu, demiştir..[14]


İzahı





E 1 - H â f ı z * in el-Fetih'te beyân ettiğine göre bu hadisi Ne-sâf ve Ahmed de rivayet etmişler ve N e s â i' nin rivayetinde;

"Muhammedi nefsi (ruhu) kudret elinde bulunan (Allah) a yemin ederim ki »izden birisi, yüzünden kiri su ile yıkadığı gibi, telbine de birinizin karnını yıkar (temizler)" ilâvesi vardır.

Buharı de"Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'dan rivayet ettiğine gö­re kendisi telbine (yi yeme) yi emrederek: Bu, Bağîz-i Nâfi (yâni. hoş­lanılmayan yararlı yemek) dir, derdi."

Bağız: Buğzedilen, hoşlanılmayan, demektir. Hasta anılan bula­maçtan hoşlanmadığı için bu isim verilmiştir.[15]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




TIB BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: TIB BÖLÜMÜ   TIB BÖLÜMÜ Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 1:46 am

6- Kara Tane (Çörek Otu) Babı





3447) "... Ebû Hüreyre (Radtyaîlâkü anhyâen rivayet edildiğine göre kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyâen şu buyruğu işitmiştir :

«Şüphesiz kara tane (yâni çörek otun) da sâm'dan başka her has­talıktan şifâ vardır.»

Sâm, ölümdür. Habbetü's-Sevdâ (=: Kara tane) ve şûniz (= Çö­rek otu) dur."



3448) "... Abdullah (İbn-i Ömer) (Radıyallâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre; Resûllulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

-Şu Habbetü's-Sevdâ (çörek otunu kullanma) ya devam ediniz. Çünkü şüphesiz onda ölümden başka her hastalıktan şifâ vardır.»"

Not: Zev&fd'de şöyle denilmiştir: İbn-i Ömer (R.A.)'ın hadisi hasen'dir. Rûvl Osman bin Abdilmelik hakkında ihtilâf vardır.





3449) "... Hâlid bin Sa'd (Mevlâ Ebî Mes'ûd el-Bedrî el-Ensârî) (Ra-dtyaUâhü anhümâydan; Şöyle demiştir :

Biz bir yolculuğa çıktık. Beraberimizde Ğâlib bin Ebcer (Radıyal-lâhü anh) de vardı. Ğâlib yolda hastalandı. Nihayet Medîne-i Münev-vere'ye vardık. Onun hastalığı devam ediyordu. İbn-i Ebî Atik (Radı-yallâhü anhümâ) onu ziyarete geldi ve bize şöyle dedi:

Size şu Habbetü's-Sevdâyı (kullanmayı) tavsiye ediyorum. Ondan beş veya yedi tane alıp (iyice) ufaltınız. Sonra onu birkaç damla zeytin yağı içinde hastanın burnuna bu taraftan ve şu taraftan dam­latınız. Çünkü Âişe (Radıyallâhü anhâ), Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellemî'den şu hadisi işittiğini kendilerine anlatmıştır:

«Şüphesiz şu Habbetü's Sevda (çörek otu) her hastalıktan şifâdır. Meğer kısam (hastalığı) ola.»

Ben: Sam nedir? dedim. — Sam, ölümdür, dedi.[16]


İzahı





El-Habbetü's-Sevdâ, kara tane demektir ki buna çörek otu deriz. Buna Şûnîz de denilir. Zühri, Habbe t ü's-S e v d â'nın Şûnîz olduğunu söylemiştir. Bâzılarına göre Habbetü's-Sev-d â, Kenunûn diye tarif edilmiştir ki buna da kimyon deriz. El-Hafız, el-Fetih'te: Kimyon diye tarif edenler bununla siyah kim­yonu kasdetmişler, der.

Kamus tercemesinde Şûnîz çörek otu olarak terceme edilmiştir.[17]


Hadîslerin Rivayet Durumu:





Bu babın ilk hadîsini Buharı, Müslim, Tirmizi ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Bu hadisin sonunda sâm'ın ölüm ve Habbetü's-Sevdâ' mn şûnîz olduğuna dâir tari­fin kime âit olduğu hususunda müellifimizin rivayetinde bir açıklık yok ise de bunun râvî Z ü h r i' ye ait olduğu, Buhâri1 nin rivayetinde belirtilmiştir.

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'nın hadisi Zevâİd ne-vindendir. Hâlid bin Sa'd (Radıyallâhü anh) *ın hadisini B u h â r i de rivayet etmiştir.

Bu hadîsin sonunda Sâm'ın ne olduğunu soran ve sâm'ın ölüm olduğunu bildiren zâtların kimler olduğuna dâir bir açıklık yoktur.

El-Hâfız, el-Fetih'te: "Bu soruyu soran ve ona cevab veren zâtların kimler olduğunu bilemedim. Soru sahibinin Hâlid bin Sa'd ve ona cevab verenin de İbn-i Ebi Atik olduğunu zannederim, der.

El-Hâfız daha sonra özetle şöyle der:

"İbn-i Ebi Atik (Radıyallâhü anhümâ) 'nın anlattığı te­davi şeklini tabîbler çok aksırmaya da sebebiyet veren nezle hasta­lığının tedavisinde tavsiye ederler. Tabîbler bu tedavi için şöyle der­ler : Çörek otu kavurulduktan sonra güzelce ufaltılır ve biraz zeytin yağı içine karıştırılıp bir süre bekletilir. Sonra buruna üç damla dam-. latılır.

Câlib bin Ebcer (Radıyallâhü anhümâ)'nın hasta­lığının nezle olması ihtimâli kuvvetlidir ki, İbn-i Ebi Atik bu tedavi şeklini tavsiye etmiştir. İfâde tarzının zahirine göre anılan tedavi şekline âit cümleler İbn-i Atlk'in sözleridir. Bu cümlelerin Peygamber (Aleyhi*s-salâtü ve's-selâm) 'den rivayet olması da muhtemeldir. Nitekim buna benzer başka rivayetlerde buna yakın cümleler Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den rivayet edil­miştir. (El-Hâfız bu meyanda o rivayetleri de nakletmiştir. An­cak konunun uzayacağı endişesiyle o rivayetleri buraya aktarmadım. Arzu edenler el-Fetih'in 10. cildinin 121. sahifesine bakabilirler.)

El-Hâfız o rivayetleri de naklettikten sonra sözlerine de­vamla :

Şu rivayetler çörek otunun her hastalığa şifâ olduğundan mak­sadın her hastalıkta sırf çörek otunun kullanılmasının yeterli oldu­ğunu ifâde etmek olmadığını gösterir. Bilâkis bazen sadece çörek otu kullanılır. Bazen başka bir şeyle beraber kullanılır, bazen olduğu gi­bi kullanılır, bazen ufaltılarak kullanılır. Keza bazen yemek veya su­yunu içmek suretiyle, bazen buruna damlatılmak suretiyle kullanılır, bazen de yaraya tozu serpmek şeklinde veya başka türlü kullanılır.

Bâzı âlimler de çörek otunun ölümden başka her derde deva ol­duğuna dâir hadîsten maksadın şu olduğunu söylerler: Yâni, çörek otu bir çok hastalıklara şifâdır. Ama her hastalığa şifâ olduğu anlamı kasdedilmemiştir. Bu tür ifâdeler bâzan özel mânâlar için kullanılır.

Çörek otunun değişik şekillerde kullanılması suretiyle şifâ oldu­ğuna dâir yukardaki yorum dikkate alınırsa, hadisin umumi mânâ­ya yorumlanmasında bir sakınca söz konusu olmaz. Yâni bu takdir­de bunun ancak bâzı hastalıklar için yararlı olduğu yolunda bir yo­rum yapmaya gerek kalmaz.[18]


Son Hadîste İsimleri Geçen Zâtlar





El-Hâfız, el-Fetih'te bu hususla ilgili olarak da şöyle der: Hâlid bin Sa'd, Ebû Mes'ûd el-Bedri e 1-E n s â r i (Radıyallâhü anhümî 'in âzadlı kölesidir.

Gâlib bin Ebcer (Radıyallâhü anh) 'in sahâbi olduğu söylenir. Hattâ Ebû Davud'un rivayet ettiği bir hadîste Re­sûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e evcil eşeklerin etinin hük­münü soran zâtın bu olduğu söylenir.

İbn-i Ebi Atik ise Ebû Bekir Abdullah bin Muhammed bin Abdirrahman bin Ebi Bekr es-Sıddik (Radıyallâhü anhüm)'dür. Peygamber (Aley­hi's-salâtü ve's-selâm) hayatta iken doğduğu için İbn-i Atik (Radıyallâhü anh) sahâbilerden sayılmıştır. Babası Muhammed, baba babası Abdurrahman ve büyük dedesi Ebû Bekr-i S i d d i k (Radıyallâhü anhüm), meşhur sahâbîlerdendir.[19]


7- Bal Babı





3450) "... Ebû Hüreyre (RadtyaUâhü a«*;den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim her ay üç (gün) sabahleyin bal yalarsa o kimsenin başına büyük belâ gelmez.»*'

Not: Zevftid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi ortadır. Bununla beraber munkattdir, yâni kesiktir. Çünkü Buhârî: Biz Abdulhamid'in Ebû HÜreyre (R.A.)' den hadis işittiğini bilmeyiz, demiştir.



3451) "... Câbîr bin Abdillah (Radtyallâhü ankümâ)'dan; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e biraz bal hediye edil­di. O da aramızda birer lokma taksim etti. Ben kendi lokmamı aldım. Sonra: Yâ Resûlallah! Bir lokma fazla isterim? dedim. O (da) :

«Peki* buyurdu."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi râvl Ebû Hamza'dan dolayı ihtilaflıdır. Adı îshâk bin er-Rabi'dir. Ömer bin Sehl de böyledir.



3452) "... Abdullah (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Re-sûlullab (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Şu şifalı iki şeye devam ediniz (yâni devamlı kullanınız) : Bal ve Kur'ân.*"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvilert sıka, yani güvenilir zâtlardır.[20]


İzahı





Bu babın hadisleri Zevâid nevindendir. Senedlerinin durumu da notta belirtildi.

Hadislerde geçen "La'k" bir şeyi dil veya parmakla yalamaktır.

Lu'ka da bir lokmada alınan miktardır.

Bu babın hadîsleri bal ve Kur'ân âyetlerinin şifâ olduğuna delâ­let ederler. Sindi, bu babın son hadisinin Kur'ân âyetlerini şifâ niyetiyle okumanın câizliğine delâlet ettiğini söyler.

B u h â r i, "Bal ile tedavi" başlığı altında bir bâb açarak, bu münâsebetle Nahl sûresinin 69. âyetinden; .

da insanlar için şifâ vardır» cümlesini anmıştır. B u h â r i anılan cümleyi buraya almakla cümledeki zamirin bal'a âit olduğuna işaret etmek istemiştir. Cumhurun görüşü de zamirin bal'a raci olması mer­kezindedir.

Gerek Ayni ve gerekse el-Hâfız, Buhâri' nin şerh­lerinde bal'ın yüzlerce yararını anlatmaktadırlar. Arzu edenler B u -h â r i' nin Tıb kitabının "Bal ile Tedavi" babına bakabilirler. îsmi geçen şerhlerde söz konusu bilgileri bulurlar.[21]


8- Mantar ve (Medine-İ. Münevvere'nîn) Acve Hurması Babı





3453) "... Ebû Sâid(-i Hudrî) ve Câbir (Radtyallâhü anhümâydan riva­yet edildiğine göre bu iki sahâbî Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seüemy'm şöyle buyurduğunu söylemişlerdir:

«Mantar, kudret helvası (gibi külfetsiz nimetler nevinden bir fi­zikîdir. Suyu da göz (hastalığınla şifadır. Acve (denilen (Medine-i Münevvere) hurması cennet (meyvelerin) dendir ve delilik (hastalı­ğınla şifâdır.»

AH bin Meymûn da ...senediyle Ebû Said-İ Hudri (Radıyallâhü anh) yoluyla bunun mislini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-den rivayet etmiştir."

Not: ZevSid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi hasendir. Râvl Şehr hak­kında ihtilaf vardır. Lâkin doğru senedin, müellifden başkasının rivayetinde ol­duğu gibi. Şehr yoluyla Ebû Hüreyre (B.A.)'den olan sened olduğu söylenmiştir.



34S4) "... Satd bin Zeyd bin Amr bin Küfeyi (Radtyaîlâkü a*AJ'den rî-vâyet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur­muştur :

«Mantar, Allah'ın İsrâîl oğullarına indirdiği nimetten bir nevidir. Suyu da göz (hastalığın)a şifâdır.*"



3454) "... Ebû Hüreyre (Radiyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir:

Biz (bir gün) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanın­da konuşuyorduk. Bu arada mantardan söz ettik. Oradakiler t Man­tar (çiçek hastalığına tutulan çocukların vücûdunda görülen tanecikler gibi) toprak (hastalığı) çiçeğidir, dediler. Bu söz, Resûlullah (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) 'e intikâl ettirildi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

-Mantar, kudret helvası (gibi külfetsiz nimetler) nevinden bir n-zıktır. Acve (denilen Medîne-i Münevvere) hurması da cennet (mey­velerin) dendir ve zehirlenme hastalığına şifâdır- buyurdu."



3456) "... Râfi bin Amr el-Müzenî (Radtyaüâhü û«*)'den; Şöyle de-mijtir;

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şu buyruğu işittim:

•Acve (denilen Medine-i Münevvere) hurması ve sahra (ismi ve­rilen Mescid-i Aksâ'daki büyük taş) cennet'tendir.»

Râvi Abdurrahmân demiştir ki: Ben sahra kelimesini şeyhimin ağzından belledim."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin senedi sahih olup râvtterİ sı­ka, yani güvenilir zatlardır.[22]


İzahı





Bu babın ilk hadisi notta belirtildiği gibi Zevâid nevindendir. An­cak Nesâî ve Ahmed bunun benzerini Ebû Hürey- r e (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir.

Cennetle müjdelenmiş on sahâbiden olan Said bin Zeyd (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Buharı, Müslim, Tirmizi ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Ebu Hüreyre (R.A.) 'in hadîsini T i r m i z î de rivayet etmişlerdir.

Râfi bin Amr (Radıyallâhü anh) 'm hadisi ise Zevâid ne-vindendir.

Hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:

Kem'e: Bu kelimenin anlamının tâyin ve tesbitinde iki görüş var­dır : Bunlar; Mantar dediğimiz bitki ve yer elmasıdır. Âlimlerin ek­serisi bunun mantar olduğu görüşündedir. El -Hafız, el-FetUT-te ve Tuhfe yazarı Tirmizi' nin şerhinde bununla ilgili olarak özetle şu bilgiyi verirler: Kem'e, yaprağı ve dalı olmayan ve ekilme­den kendiliğinden biten bir bitkidir. Arabistan'da, Suri­ye' de ve M ı s ı r' da bol yetişen bir bitkidir. En iyi nevi, kum­sal ve çorak arazide yetişenidir. Bunun kırmızımsı olanı öldürücü­dür.

Beyazımsı olanı ile toz renginde olanı daha iyidir.

Menn: Nimet mânâsına geldiği gibi kudret helvası mânâsına da gelir.

Acve t Medine-i Münevvere* nin bir nevi hurması-dır, rengi siyahımsıdır. En-Nihâye'de belirtildiğine göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in diktiği hurmadır.

Bu babın ikinci hadisinde «Mantar, Allah'ın İsrail oğullarına in­dirdiği kudret helvasındandır» buyurulmuştur. Halbuki mantar ve kudret helvası ayrı ayrı şeylerdir.

Bakara sûresinin 57. âyetinde Allah Teâlâ, İsrail oğul­larına hitaben; , = «Ve tEy îsrâil oğulları) üzerinize o (beyaz) bulutları gölge yaptık. Size kud­ret helvası ve bıldırcın indirdik...» buyurmuştur.

Âyet-i Kerime'de geçen Menn kelimesi kudret helvası mânâsına yorumlanmıştır. Bu durum karşısında yukardaki hadis çeşitli şekil­lerde yorumlanmıştır. Tuhfe yazan N e v e v i' den naklen şöyle der:

= "Kem'e, Menn'dendir" cümlesinin .mânâsı hakkında ihtilâf olmuştur: Ebû übeyd ve çok sayıda ilim adam­ları : Resûl-i Ekrem, (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), mantarı 1 s r â i I oğullarına indirilen kudret helvasına benzetilmiştir. Çünkü kudret helvası 1 s r â i 1 oğullarının bir çalışması, emeği ve gayreti olmak­sızın elde edildiği gibi mantar da külfetsiz olarak verilen bir nimet­tir, ekilmeden, sulanmadan kendiliğinden biten bir bitkidir, demiş­lerdir.

Diğer bir görüşe göre mantar da Allah'ın t s r â î 1 oğullarına indirdiği nimet nevindendir. (N e v e v i' nin sözü bitti.)

Bu görüşe göre yukardaki âyette geçen Men, kudret helvasından ibaret değildir, kudret helvası ve mantarı ifâde eden nimet manası­nadır. Nitekim Sindi de el-Kâdı' nin şöyle dediğini nak­leder : Bu hadis, Allah'ın İsrail oğullarına indirdiği "Menn"in müfessirlerin dediği gibi bir yiyecek maddesinden ibaret olmadı&*nı, çeşitli yiyecekler olduğunu ve mantarın da onlardan biri olduğunu ifâde eder.

Bu babın ilk iki hadisinde mantar suyunun göz hastalığına şifâ ol­duğu bildirilmiştir.

Tuhfe yazarı bu hususla ilgili olarak da N e v e v I' den nak­len şu bilgiyi verir:

Bu cümle de değişik şekillerde yorumlanmıştır: Bir kavle göre sırf mantar suyu göze şifâ verir. Diğer bir kavle göre, hadisten mak-sad, mantar suyu yararlı bir ilâca katılmak suretiyle tedavi yapılır­sa göz hastalığından şifâ elde edilir. Üçüncü bir kavle göre, gözün harareti giderilmek isteniyorsa sırf mantar suyu yeterli ilâçtır. Şa­yet başka bir hastalık varsa, mantar suyu başka bir ilâçla beraber kullanılır. Fakat sağlıklı, hattâ en doğru yorum ve mânâ şudur: Göz hastalığı ne olursa olsun sırf mantar suyu buna şifâdır. Mantar su­yu sıkılıp bundan göze damlatılır. Ben ve başka adamlar şu olaya şâhid olduk:

Hadîs âlimlerinden olup takva sahibi olan es-Şeyh e 1-E m İ n el-Kemâl bin Abdillah e d - D ı m ı ş k İ' nin gözü görmez oldu ve tamamen kapandı. Bu zât, bu hadîslere inana­rak ve teberrüken sırf mantar suyunu gözüne sürme gibi sürdü ve bundan şifâya kavuşarak gözü tfçıldı.

Bu babın üçüncü hadîsinde acve hurmasının zehirlenme hasta­lığına şifâ olduğu bildirilmiştir. Tuhfe yazarı: Bu durum, ya Peygam­ber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in duası sayesindedir veya bu nevî hurmadaki bir özelliktendir, der.

Buhârî'nin Sa'd bin Ebî Vakkas (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği bir hadiste; "Resülullah CSallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Kim her gün sabahleyin aç karnına yedi aded Medîne-i Mü-ne we re'nin acve hurmasını yerse, o gün içinde o kimseye ne zehir ne de sihir zarar verir» buyurmuştur."

Bu babın birinci, üçüncü ve sonuncu hadislerinde acve hurması­nın Cennet'ten olduğu bildirilmektedir. Bundan kasdedilen mânâ şu­dur : Yani Acve hurması isim ve şekil bakımından cennet meyveleri­ne benzer. Fakat lezzet ve tat bakımından olan benzetme kasdedilme-miştir.[23]


Bu Bâbtakî Hadîslerden Çıkarılan Hükümler:





1. îyi cins mantar Allah'ın kullarına verdiği külfetsiz bir nevi nzıktır.

2. Mantar suyu göz hastalığına şifâdır.

3. Acve denilen hurma nevî, şekil ve isim bakımından cennet meyvelerine benzer.

4. Acve hurması zehirlenmeyi önler ve zehirlenme hastalığına şifâdır.

5. Acve hurması delilik hastalığı için şifâdır.[24]


9- Sinameki Ve Tere Yağı Tulumuna Konulan Bal (Veya Dereotu) Babı





3457) "... Ebû Übey bin Ümm-i Haram (Radtyallâhü anhümâyâan; Şöy­le demiştir:

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şu buyruğu işittim:

— «Sinameki ve sennût (yâni tereyağı tulumuna konulan bal ve­ya dereotu) yemeye devam ediniz. Çünkü bu iki şeyde sâm'dan baş­ka her hastalıktan şüphesiz şifâ vardır.»

— Yâ Resûlallah! Sâm nedir? denildi. O:

— «Ölümdür» buyurdu.

Râvî Amr demiştir ki: Râvî İbn-i Ebi Able sennût'un dereotu ol­duğunu söylemiş ve diğer bâzı âlimler: Bilâkis, sennût tereyağı tu­lumunda olan baldır. Şâir'in şu beytindeki sennût anılan bal mana­sınadır : Onlar tereyağı tutumundaki bal ile tereyağı olup aralarında hıyanet hiç yoktur. (Yâni o topluluk tatlı bir birlik ve beraberlik için­de sadakatla birbirine karışmış bir bütün halindedir) ve onlar kom­şularına hiyle edilmeye de mâni olurlar."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Amr bin Bekr es-Sek-seld var. îbn-i Hibban onun hakkında: Bu adam İbrahim bin Ebi Able'den çok fena ve felâketler diye ifade edilecek şeyler rivayet etmiş olup onun rivayetlerini delil göstermek caiz değildir, demiştir. Lâkin el-Hakem bu hadisin senedinin sahih

olduğunu söylemiştir.

Son Hadîsin Hâvisi Kâfi (R-A-Kın HU Tercemesi

R&tt bin Amr el-MÜzenl (R.A.), Basrftlı sahâblleniendir. Havileri Amr bin

(Devamı 214.CÜ Sabitede)[25]


İzahı





Zevâid nevinden olan bu hadîsi Hâkim de rivayet etmiştir.

Sena: Sinameki dediğimiz ottur. Câmiü's-Sağir şerhinde e 1-Azizi: Sinameki, iyice ufaltılıp biraz bal ve tereyağma karıştırılarak parmakla alınıp yenilir, demiştir.

Sennûtı Dereotu olarak tarif edildiği gibi tereyağı tulumunda olan bal diye de tarif edilmiştir. Bu iki tarif hadîsin râvilerinden Amr tarafından naklen bildirilmiştir. E 1 - A z i z i ise bu iki mânâ ya­nında; tereyağı kaymağı, kimyon, kimyon-i kirmanı ve kuru hurma mânâlarına da geldiğini söylemiştir.

Sam ı ölüm demektir.

Şiirde geçen Üls t Hiyânet demektir. Takrid de hiyle ve hud'a yapmak, Takarnıd da böyle hiyle ve hud'a'ya mâruz kalmaktır.

Bu hadis sinameki ve tereyağı tulumunda olan, yâni biraz olsun tereyağının karıştığı balın veya dereotunun hastalıklara şifâ olduğu* na delâlet eder.

Hadiste geçen «Her hastalığa devadır, şifâdır» cümlesinin ben­zeri 3447 - 3448 ve 3449. hadislerde de geçti. Bu nevî cümlelerle kas-dedilen mânâ hakkındaki gerekli bilgi orada verildiği için tekrarla­maya gerek görmüyorum.

Bir noktayı da açıklayayım:

Hâvi Amr'ın naklettiği şiir eldeki tashihli Mısır bas­kısında bu şekildedir. Cevheri, es-Sıhâh isimli lügat kitabında Sennût kelimesi bölümünde bu şiirin el-Husayn bin e I -K a ' k a' a âit olduğunu bildirerek anılan şiiri nakletmiştir. An-

RâÖ ............................................................ (Baştana 213.CÜ Sabitede)

Selim el-Müzenl ve Hilâl bin Amir*dir. Bu zâtın hadislerini EbÛ Dâvûd, Nesai ve îbn-i Maceh rivayet etmişlerdir. (Hulâsa, 114)

Ebû Übey (ILA.)toı Hâl Tercemesi

EbÛ Übey bin Ümm-İ Haram el-Ensari'nin adı Abdullah bin Übey veya KaT) ya da tbn-i Amr*dır. îbn-i Ümnvi Haram künyesiyle meşhurdur. Her iki kıb-le'ye de doğru namaz kılan sahâbtlerdendir. Kavileri Samsam el-Emlûkl ve İbra­him bin Ebl Able'dir. Ebû Dâvûd ve tbn-i Maceh onun hadislerini rivayet etmiş­lerdir. (Hulasa.

cak birinci mısra'ın sonundaki; ,^.j kelimesi yerine ?&?. kelime­sini nakletmiştir.

Elde mevcut Sindi hâşiyeli Mısır baskısı ve H i n d baskısı olan iki nüshada ise şiir şöyledir.

Yukardaki ifâde tarzı ile tercemeye esas alman ifâde tarzı mânâ bakımından aynı sayılabilir.[26]


10- Namaz Şifâdır, Babı





3458) "... Ebû Hüreyre (Radtyaîlâhü anh)Jden; Şöyle demiştir:

(Bir defa) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) erken na­maza kalktı. Ben de (O'na uyarak) erken kalktım ve (biraz) namaz kıldıktan sonra oturdum. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana dönüp baktı ve (Farsça) :

— «Karnın mı ağırıyor?» buyurdu. Ben:

— Evet. Yâ Resûlallah, dedim. BesuH Ekrem (bana hitaben) :

— «Kalk namaz kıl, çünkü şüphesiz, namazda şifâ var» buyurdu. Ebü'l-Hasan bin el-Kattân ...senediyle bunun mislini bize riva­yet etti ve onun rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-

lemJ'in Farsça olarak buyurduğu; *j* c~*5wl cümlesinin mânâsının «Yâni sen karnından (mı) rahatsızsın» olduğu ilâvesi vardır.

Ebû Abdillah (İbn-i Mâceh) dedi ki: Bir adam bu hadîsi aile ferd-lerine anlattı. Onlar adama karşı başkalarından yardım istediler."[27]


İzahı





Zevâid nevinden olan bu hadîsi A h m e d de rivayet etmiştir." Hadiste geçen "Tehcir" fiili namaza erken kalkmaktır. Hadiste

bulunan Farsça cümleye gelince; fS^\ karın demektir. *>* de ağn demektir. Birinci kelimenin bitişiğindeki; O harfi de muhatab zami­ridir ve cümlenin mânâsı -Karnın mı ağrıyor?» demektir. Müellifin ikinci senedle olan rivayetinde bu cümlenin Arapça karşılığı da var­dır. Ancak Arapça tercemenin hangi râviye âit olduğuna dâir bir ka­yıt bulamadım.

Isti'dâ mastarı haksızlığa uğrayan kişinin imdâd ve yardım iste­mesi demektir. İbn-i Mâceh'in sözünü ettiği adamın aile ferdlerinin adama karşı yardım dilemeleri şöyle olabilir: Adam na­mazın hastalığa şifâ olduğuna dâir bu hadîsi aile ferdlerine anlatın­ca aile ferdleri bunun sahih bir hadîs olup olmadığını soruşturmak için ilim ehline müracaat etmiş olabilirler.

Sindi' nin bu hadîsin izahı bölümünde el-Muvaffak'tan nak­len verdiği bilgiyi özetleyerek buraya aktarıyorum.

Namaz, bazen mide, barsak ve diğer bâzı organların ağrısını gi­derir. Bu durum üç yönden olabilir:

1. Namaz kutsal bir ibâdettir, Allah'ın emridir. Namazın feyiz ve bereketiyle hastalıklar def edilir.

2. Huzur ve huşu içinde namaza duran mü'minin namaz kılmak­la meşgul olduğu sürece hastalık acısını duyması azalır, moralman güçlenme sağlanır. Organların normal biçimde çalışması için maha­retli tabibler her çâreye baş vururlar. Zayıf olanı kuvvetlendirmek, az çalışanı uyarmakla normal çalışmasını temin etmek için gayret eder­ler. Hastayı telkinle tedavi ederken, bazen hastayı sevindirmek ve ferahlatmakla, bazen utandırmak, mahcub etmek ve korkutmakla, bazen de efkârını ve üzüntüsünü gidermek için onu daha büyük ve önemli şeylerle meşgul etmek, geçici dünya hayatından sonra ebedi hayat mutluluğundan söz etmekle gerçekleştirilebilir. Namaz ibâde­tinde yukarda sayılan durumların hepsine veya çoğuna ışık tutacak özellikler vardır.

3. Namazda mevcut rükû, itidal, sücûd ve oturuş gibi çeşitli vü­cut hareketleri sağlık açısından da çok yararlıdır. Sporun sağlığa ne derece faydalı olduğu herkesçe bilinmekte ve takdir edilmektedir. Namazdaki hareketler sindirim sisteminin çalışmasına yardımcı ol­duğu gibi uzun tutulan secdenin nezleye, burnun açılmasına faydalı oluşu da tecrübe ile sabittir. Diğer taraftan huzur ve huşu içinde ifa edilen namaz, bir çok keder ve üzüntülerin giderilmesine, evham ve zararlı kuruntuların dağıtılmasına, pis düşüncelerin ve kötü emelle^ rin son bulmasına, öfke ateşinin sönmesine, mânevi huzur ve gönül rahatlığına vesile olur.

Muhammed Fuâd Abdülbakî* nin naklen beyâ­nına göre sünenimizin H i n d baskısının kenarında şu bilgi var­dır

El-Feyrûzabâdî, "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) 'in Farsça konuşması" babında şöyle der: O'nun Farsça konuş­tuğuna dâir sağlıklı bir rivayet sabit değildir. Bu hadisin senedine gelince, bunun râvîlerinin hepsi güvenilir zâtlardır. Ancak râvî Zuâd bin Ulbe zayıftır. îbn-i Hibbân: Onun ha­disleri cidden nıünkerdir, güvenilir zâtlardan asılsız şeyler rivayet eder ve zayıf kimselerden de tanınmayan, bilinmeyen bir takım şey­ler nakleder, demiştir. Tehzib yazarı da bu durumu anlatmıştır.[28]


11- Habîs (Pis) İlâç Kullanmanın Yasakllgl Babı





3459) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre:

ResûluUah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) habîs ilâç, yâni zehir Kullanmayı yasaklamıştır."



3460) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'âei\ rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SaîlaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

-Kim bir zehir içer (yâni yutar) ak kendini öldürürse o kimse ce­hennem ateşi içinde ebedi kalarak dâima o zehiri yutmakla meşgul olacaktır.»"[29]


İzahı





Bu babın ilk hadîsini Tirmizi, Ebû Dâvûd, Hâkim ve A h m e d de rivayet etmiştir. Habis ilâcın zehir ile açıklanma­sına dâir cümlenin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'a veya ondan sonra gelen râvîlerden birine ait olması muhtemeldir. Bu açıklama Tirmizi'nin rivayetinde de var, fakat Ebû D â -v ü d' unkinde yoktur.

Habis: Pis şey demektir. Habîs ilâç şer'an necis sayılan veya içilmesi - yenilmesi haram olan ya da insan tabiatının tiksindiği ilâç­tır, denilmiştir.

Avnü'l-Mabûd yazarının naklen beyânına göre H a 11 â b i bu konuda şöyle der.- ,

Habis ilâcın habisliği iki yönden olabilir:

Bunlardan birisi şer'an necis ve pis sayılması yönüdür. Bu, şa­rap ve eti yenmeyen hayvanların eti gibi necis bir şeyin ilâca kanşraasıyladır. Bâzı tabibler, bir takım hastalıkların tedavisi için bâzı hayvanların pisliklerini ve idrarlarını tavsiye ederler. Halbuki bun­ların hepsi pis ve necistir ve içilmesi veya yenilmesi haramdır. An­cak Şer-i Şerif in cevaz verdiği deve idrarı bu hükümden istisna edilmiştir. Çünkü Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) develerin idrarını bâzı kimselere tavsiye etmiştir. Sünnet, yâni ha­dislerin yolu ise her şeyin yerinde tutulması ve bir şeyin başka bir şeye benzetılmemesidir.

Diğer yön ise ilâcın tadının tiksindici olmasıdır. Tadı çok fena olan bir ilâcı almak çok tiksindirici olduğundan dolayı hastayı böyle bir ilâç kullanmaya zorlamak mekruh sayılmış olabilir. İlâçların ta­dı genellikle hoş olmamakla beraber alınması kolay olanlar tercih edilmelidir.

Bu babın ikinci hadîsi Kütüb-İ Sitte'nin hepsinde benzer lâfızlar­la rivayet edilmiştir.

Müellifimizin rivayetinde «Kim bir zehir İçerek* ifâdesi kulla­nılmış ise de maksad herhangi bir şekilde zehir almaktır. Bu; içmek suretiyle olduğu gibi, yemek suretiyle veya başka bir maddeye karış­tırıp içmek, yemek veya başka yolla vücûda dâhil etmek şeklinde de

olabilir. Nitekim Tirmizî' nin rivayetinde;

«... ve kim kendi nefsini bir zehirle öldürürse* ifâdesi kullanılmıştır. Bu hadisin zahirine göre bir zehir almak suretiyle intihar eden kimse ebedî olarak cehennem'de yanacaktır. Halbuki imanlı ölen kim­selerin ebedi olarak cehennem'de kalmayacakları ve netice itibariyle cennete girecekleri Ehl-i Sünnet mezhebine göre sabittir. Bu itibarla âlimler bu hadisi şöyle yorumlamışlardır: Yâni intihar et­menin haram lığını inkâr ederek ve bunun helâlhğına inanarak bu fiili işleyen kimse ebedî olarak cehennemliktir. Çünkü haram olan bir şeyi helâl saymak küfürdür. Ya da kasdedilen mânâ, bu şekilde in­tihar eden kimsenin uzun süre cehennem'de tutulmasıdır.[30]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




TIB BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: TIB BÖLÜMÜ   TIB BÖLÜMÜ Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 1:46 am

12- Müshîl İlâcı Babı





3461) "... Esma bînt-i Umeys (Radtyallâkü anhâ)'âan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bana:

— -Sen ishal olmak için hangi ilâcı kullanırdın?» buyurdu. Ben:

— Şübrüm (denilen bitki), dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) :

— «O, şiddetli ishal yapar» buyurdu. Sonra ben Jshal için sina­meki kullandım. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Eğer herhangi bir şey ölüme şifâ olsaydı sinameki olurdu, sina­meki ölüme şifâ olacaktı» buyurdu."[31]
İzahı





Bu hadisi Tirmizi, Hâkim ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Bu babın başlığında geçen Meşiyy ile hadîsin metninde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım :

Meşiyy: İshal olmak için kullanılan ilâç demektir. İstimşâ da is­hal olmayı istemek ve bu maksadla ilâç kullanmaktır.

Şübrüm: îshal olmak için kullanılan bir bitkidir. Mercimeğe ben­zer tanecikleri vardır. Kökü süt ile doludur. Yaprağı, kökü ve sütü müshildir. Bir kavle göre Şübrüm yavşan denilen bitkinin bir nevi­dir.

Sena i Sinamekidir.

Tuhfe yazarı: Şübrüm çok fena ishale sebebiyet verdiğinden do­layı tabibler bunu kullanmamayı tavsiye ederler. El-Cezeri, en-Nihâye'de: Şübrüm, nohuta benzer tanelerdir. Pişirilip tedavi için suyu içilir. Bir kavle göre yavşan denilen bitkinin bir nevidir, demiş­tir.

V V El-Hâfız I b n "ü -Kayyım, hadîsin; _>U- jU ifadesiyle

ilgili olarak şöyle demiştir: Bu ifâde ile kasdedilen manâ şübrüm de-. nilen ilâcın şiddetli ishale sebebiyet vermesidir. jU . 'C ârrün" ke­limesi; jL». = "Hârrün" kelimesinin te'kidi mahiyetindedir. Arap di­linde buna benzer ifâdeler te'kid maksadıyla kullanılır. Meselâ "Ha­san besen, "Hasan kasan" ve "Şeytan leytan" buna birer örnektir. Mamafih Carrün kelimesinin bir anlamı da vardır: Çekici olan, değ­diği şeyi çekip götüren. Müshil ilâç; mide ve barsaklardaki şeyi çe­kip götürdüğünden dolayı Şübrüm denilen bitkiye çekici denilebilir, diye bilgi vermiştir.

Türkçemizde de bu nevî te'kidler kullanılır. Meselâ "Kalem ma-lem", «Ev mev" buna örnek gösterilebilir.[32]


13- Uzre (Denilen Bademciklerin İltihaplanması) Tedavisi Ve Ğamz (Denilen Çocuğun Boğazına Parmak Sokmak Suretiyle Bademciklerinin İltihabını Almak İşinin) Yaşarlığı Babı





Esma bint-i Umeys (R.A.)*ın Hal Tercemesi:

Esma bint-İ Umeys (Radıyall&hü anhâ). Peygamber (Aleyhİ's-salâtü ve's-se-lâmVin zevcelerinden Meymûne (Radıyallâhü anhâ)^!! ana bir kardeşidir, ilk hicret eden bahtiyarlardandır. Hâl tercemesi 1611. hadîs bölümünde kısaca ve­rildi.



3462) "... Ümmü Kays bint-i Mıhsan (Radtyallâhü anhâ)'dan; Şöyle de­miştir :

Uzre (denilen boğaz hastalığı) nedeniyle boğazına parmağını sokmak suretiyle bademciğinin iltihabını almış olduğum bir oğlan ço­cuğumla beraber Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yanına girdim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Neden çocuklarınızın boğazına parmağınızı sokmak suretiyle bademciğini böylece sıkarak iltihabını almaya çalışıyorsunuz. Ud-I Hindi (denilen topalak bitkisini) kullanmaya devam ediniz. Udi Hin­dide yedi türlü şifâ vardır. Uzre (denilen boğaz hastalığı) için bu ilâç buruna çekilir. Zatü'1-Cenb için de (su ile) hastaya İçirüir» bu­yurdu.

Ahmed bin Amr bin es-Serh el-Mısri de ... senediyle Ümmü Kaya bint-i Mıhsan yoluyla Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den bunun mislini bize rivayet etti.

Râvî Yûnus demiştir kî% c*jJp < cümlesi t £>J+£- manasınadır. (Ya­ni parmağımı çocuğun boğazına) sokup bademciğini sıktım.»"[33]


İzahı





Bu hadisi Buhâri, Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.

Hadiste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:

Uzre: Bademciğin iltihablanması ve şişmesi hastalığıdır. Bu has­talığın oluştuğu yere de Uzre denilir.

Avnü'l-Mabûd yazarının beyânına göre el-Ayni: Uzre bo­ğaz hastalığının bir nevidir ki buna bademciğin düşmesi de denilir. Hastalığın oluştuğu sahaya da aynı isim verilir, demiştir.

En-Nihâye yazan da Uzre'nin anılan hastalık olduğunu belirt­tikten sonra: Bâzılarına göre Uzre burun ile boğaz arasında ve ge­nizde beliren bir iltihabtır. Bu hastalık çocuklarda görülür. Kadın böyle bir hastalık olduğu zaman bir bez parçasını güzelce büküp fi­til hâline getirdikten sonra çocuğun burnuna sokup bastırır ve ilti-hablı yerden siyah bir kan akıtır, demiştir.

Gamz, İ'lâk ve Dağr kelimelerinden kasdedilen mânâ ise; çocuğun boğazına parmak sokup bademciğinin iltihabını almak, bademciği sık­maktır.

İlâk, Alâk ve Ulak ise sıkmak demektir. el-Kari bu keli­meleri böyle açıklamıştır.

İs'ât: İlâcı buruna çekmek demektir.

Ledd: Hastanın ağzının bir tarafına ilâç "koymaktır.

Ûd-i Hindi, topalak denilen bitkidir. Buna kust ve kist de deni­lir. Ayni: Kust, iki çeşittir. Hindi olan siyahtır. Bahri olanı be­yazdır. Hindi olanı daha hararetlidir, der.

Kust-i Hindi, Hindistan tarafından geldiği gibi Kust-i Bahrî, Yemen ve Mağrib tarafından gelir.

Ûd-İ Hindi denilen topalağın buruna çekilmesi enfiye biçiminde olduğu gibi biraz sulandırılıp buruna damlatmak suretiyle de olabi­lir.

Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu ilâçta yedi çeşit şifâ­nın bulunduğunu bildirdikten sonra iki nevini beyân buyurmuştur. A y n İ, Peygamber (Aleyhi*s-salâtü ve's-selâm)'in diğer nevileri açıklamaması hususu ile ilgili olarak: Kalan neviler ya bilindiği için açıklamamıştır veya bilinmesini ilgililere havale buyurmuştur, der.

Umma Kays (R-A.Km Hftl Tercemesİ

Ümmü Kays bint-i Mıhsan bin Harsfln bin Kays bin Mûrre bin Kesir bin Te-

(Dev&im 224x0 Sabitede)[34]


14- Nesâ (Denilen ve Oturak Hizasından Topuğa Uzanan Bir Sinirin) İlâcı Babı





3463) "... Enes bin Mâlik (Radıyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şunu işittim: «Nesâ sinirinin şifâsı arabî bir koyunun kuyruğudur. Bu kuyruk

eritilip üç parçaya bölünür, sonra her gün sabahleyin aç karnına bir

parça içilir.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvîleri sıka, yâni güvenilir zâtlardır.[35]


İzahı





Zevâid nevinden olan bu hadisi Ahmed ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.

Nesâ: Oturak hizasından topuğa uzanan bir sinire verilen isim­dir.

Ümma Kays ................................................... (Baştarafı 223.CÜ Sahifede)

mim bin Dûdan el-Esediyye (R.A.), Ukkâşe (R.A.)'nın kardeşidir, tik hicret eden­lerdendir. 24 aded hadisi vardır. Buhârİ ile Müslim onun iki hadisini beraber ri­vayet etmişlerdir. Sünen sâhibleri de onun hadislerini rivayet etmişlerdir. Râvl-leri Vâblsa bin Bıla'bed ile Amra btot-İ Abdirrahman'dır. (Hulâsa, 499) Irk t Sinir, demektir. Bu itibarla Irku'n-Nesâ, Nesâ siniri demek olur.

Sindi bu hadisin izahı ile ilgili olarak özetle şöyle der: El-M uvaffak demiş ki: Bu tür tedavi, Araplara ve kuru havadan dolayı anılan hastalığa tutulan kimseler için yararlıdır. Arabî koyundan maksad; yağı az olup kırsal kesimlerde yavşan ve si­nameki gibi bitkilerle beslenen koyundur.

Câmiü's-Sağîr şerhinde el-Azİzi de şöyle der: E 1 - M ü n â v i: Bu hadisteki tedavi şekli, hastalığı kuru ve rutubetsiz havadan dolayı olan Hicaz halkı ve benzeri yerler­de oturanlara mahsustur. Arabi koyun kaydının sebebi ise bu nevi koyunların faydalı ve güzel bitkilerle beslenmesidir, demiştir.

E 1 - A 1 k a m i de Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in arkadaşlarına ve Hicaz halkına tavsiye ettiği ilâç ve tedavi şe­killeri o bölge halkının bünyelerine ve iklim şartlarına mahsustur. Ancak bir ilâcın veya tedavi şeklinin yararının umumi olduğuna dair bir delil varsa o zaman hüküm umûmi tutulur, demiştir.[36]


15- Yarayı Tedavi Etmek Babı





3464) "... Sehl bin Sa'd es-Sâidî (RadtyaÜâhü anhümâydsm; Şöyle de­mi }t ir ;

Uhud (savaşı) günü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaralandı, retaâiye (denilen) dişi kırıldı ve başındaki miğfer kırıldı. Bunun üzerine Fâtime (Radıyallâhü anhâ), kanını yıkıyordu. Ali (Ra-dıyallâhü anh) da kalkanla su döküyordu. Nihayet Fâtime (Radıyal­lâhü anhâ), kanın su ile (dinmeyip bilâkis) fazlalaştığını görünce, bir hasır parçasını alıp yaktı ve kül hâline gelince yaraya koydu ve böylece kan kesildi."



3465) "... Sehl bin Sa'd es-Sâidî (Radtyallâhü anhümâyden-. Şöyle de­miştir :

(And olsun ki) Ben Uhud (savaşı) günü kimin Resûlullah (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek yüzünü yaraladığını ve kimin Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek yüzündeki ya­ranın kanun durdurup tedavi ettiğini, kimin kalkanda su taşıdığını ve yaranın ne ile tedavi edilmek suretiyle kanın durduğunu şüphe­siz bilirim. Sehl demiştir ki:

Kalkanda su taşıyan zât, Ali (bin Ebi Tâlib Radıyallâhü anh) idi. Yarayı tedavi eden de (Peygamber'in kızı) Fâtime (Radıyallâhü anhâ) idi. Kan durmayınca Fâtime (Radıyallâhü anhâ), kanı durdurmak için eski bir hasır parçasını yakıp külünü yaranın üzerine koydu. Yaranın kanaması böylece durdu."[37]


İzahı





Müellifimizin iki senedle rivayet ettiği Sehl (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Buhâri, Müslim ve Tirmizi de ben­zer lâfızlarla rivayet etmişlerdir.

Hadiste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:

Rebâiye: On dişler ile azı dişi arasındaki diştir. Her insanın ağ­zında altlı üstlü ikişer ön dişleri bulunur. Bunlar ile köpek dişi ara­sında kalan altlı ve üstlü birer dişine de Rebâiye denilir. Ön dişlere Seniyye, köpek dişine de Nâb denilir. Bâzı rivayetlere göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in kırılan dişi sağ alt tarafındaki Rebâiye dişi idi.

Beyda: Miğfer demektir. Micen de kalkandır. İrka ise durdurmak­tır. Kan irkası, kanı onu durdurmak demektir.

Uhud savaşında Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in mübarek yanağını yaralayan ve dişini kıran düşmanın ismi hakkında değişik rivayetler vardır. El-Hâfız bu rivayetleri Meğâzİ kita­bının 19. babında nakletmiş olup 21. babında bu feci suçu işleyen ki­şinin Abdullah bin Kam'a isimli habis olduğunu söyle­mekle bu görüşü tercih etmiştir.

Anılan mel'ûn herif, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bedduasına müstehak olmuş ve memleketine dönüşünde bir dağın zirvesinde otlatılan davar sürüsü içine girerek dolaşırken sürüden bir teke ona hücum ederek yüksek bir kayadan aşağıya atmak sure­tiyle paramparça etmiştir.

F â 11 m a (Radıyallâhü anhâ) 'nın Uhud savaşının oldu-ğu yere gitmesiyle ilgili olarak el-Hâfız, Taberâni' den

gu rivayette bulunmuştur:

Uhud savaşı günü müşrikler defolup gittikten sonra kadınlar sahâbîlere yardım etmek üzere U h u d' a çıktılar. F a t ı m a (Radıyallâhü anhâ) da çıkan kadınlar arasında idi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'i görünce O'nu kucakladı ve yaralarını su ile yıkamaya başladı. Fakat yıkamakla kanın gittikçe arttığını gö­rünce bir hasır parçasını yaktı ve külünü yaraya yapıştırdı, böylece kanı durdurdu.

N e v e v i de bu hadisin izahı bölümünde özetle şu bilgiyi ve­rir:

Uhud savaşında Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in yaralanması ve dişinin kırılması olayı bir takım hikmetleri ifâde eder. Şöyle ki:

Peygamberlerin sevabının çoğalması ve ümmetlerinin sıkıntılara tahammül etmelerine örnek olmaları için Allah (Azze ve Celleî on­lara hastalıklar ve belâlar verir. E 1-K a d ı demiş ki: Hikmet­lerden biri de Peygamberlerin birer kul olduklarını, diğer insanların başına gelebilen sıkıntıların kendilerinin de başlarına gelebileceğini hatırlatmak ve şeytanın vesveselerine fırsat bırakmamaktır.

Bu hadisten çıkan diğer hükümler:

1. Savaşta miğfer ve zırhlı elbise giymek gibi tedbirleri almak müstehab olup İslâmdaki tevekkül prensibine aykırı değildir.

2. Tedavi olmak ve yaralan ilaçlamak müstehabtır. Bu da te­vekküle aykırı değildir.[38]


16 — Tabibiik (Yâni Sağlıklı Tedavi) Bilgisi Olmadığı Halde Buna Girişen Kimse (Hakkında Gelen Hadîs) Babı





3466) "... Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-dtyallâkü anhümyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Daha önce tabiblik (yâni sağlıklı tedavi) bilgisi olmadığı halde tedavi işine girişen (ve hastaya zarar veren) kimse zamındır (yani diyetle mükelleftir)"[39]


İzahı





Bu hadisi E b û Dâvüd ve Nesâi de rivayet etmiştir. E b û Davud'un Diyetler kitabında bu babın başlığına benzer bir başlıkla açtığı bâbta rivayet ettiği bu hadisin izahı bölümünde Avnü'I-Mabûd yazan özetle şu bilgiyi verir:

Yâni daha önce sağlıklı ve genellikle hatasız tedavi işinde bulun­mamış olan bir kimse tabibliğe kalkışıp hastayı tedavi eder de onun helak olmasına veya bir tarafının işe yaramaz hâle gelmesine sebe­biyet verirse, diyet ödemekle yükümlü tutulur. Çünkü giriştiği işte kusurlu ve yeteneksiz sayılır. Yükümlü olduğu diyeti onun akilesi, yâni mirasçıları tarafından ödenir.

H a 11 â b i : Hastayı tedavi eden kimse kusurlu ve haksız sa­yıldığı zaman hastanın ölümüne sebebiyet verdiğinde diyet ödemek­le yükümlüdür. Bu hüküm hususunda muhalif kalan hiç bir ilim ada­mını bilmiyorum. Bir ilim veya iş hakkında yetenekli olmadığı hal­de buna girişen kimse kusurlu ve haksız sayılır. Bu itibarla giriştiği şeyden dolayı bir kimsenin telef olmasına sebebiyet verdiği zaman diyet ödemekle yükümlü tutulur. Yetenekli olmadığı halde bir has­tayı tedaviye kalkışıp ölümüne sebebiyet veren kimse diyetle mükel­lef olmakla beraber kısas cezasına çarptırılmaz. Çünkü bu işe has­tanın rızasıyla girişmiş ve hastaya bir zorlamada bulunmamıştır. Ta­bibin ödemekle yükümlü olduğu diyet bütün fıkıhçılara göre miras­çıları tarafından ödenir, demiştir.[40]


17- Zâtülcenb (Hastalığının) İlâcı Babı





3467) "... Zeyd bin Erkanı (Radtyoüâhü onAJ'den rivayet edildiğine gö­re şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zatülcenb hastalığının tedavisi için vers (yâni Yemen za'feram bitkisini), kusttki topalak denilen bitki) ve zeytinyağını (birbirine karıştırıp) hastanın ağzına vermeyi övmüştür.*'



3468) "... Ümmü Kays bint-i Mıhsan (Radtyattâhü ankâydan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiş­tir:

«Udi Hindî'yi kullanmaya devam ediniz (râvî demiştir ki Ud-i Hindi ile küst'ü, yâni topalak dediğimiz bitkiyi kasdetmiştir). Çünkü Ud-i Hindi'de şüphesiz yedi şifâ vardır. Zatülcenb (yâni bu hastalık­tan şifâ) onlardan biridir.»

İbn-i Sem'ân kendi rivayetinde (hadisin son kısmında) şöyle de­miştir : «Çünkü Ud-i Hindî'de şüphesiz yedi nevi hastalıktan şifâ var­dır. Zatülcenb, onlardan biridir.»[41]


İzahı





Bu babın ilk hadisini T i r m i z i de rivayet etmiştir. Hadîste geçen Vers, Yemen za'feranı bitkisidir, Küst ise topalak dediği­miz bir bitkidir. Buna Küst ve Ud-i Hindi de denilir. Ledd de kişinin ağzının bir tarafına ilâç koymaktır. Hadis, anılan üç şeyin karışımı­nın zatülcenb hastalığı için iyi geldiğine delâlet eder.

Bu babın ikinci hadîsinin bir benzeri 3462 numarada geçti. Ora­da gereken bilgi verildiği için burada tekrarlamaya gerek yoktur.[42]


18- Humma (Hastalığı) Babı





3469) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre: (Bir kere) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzurun­da humma (hastabğm) dan söz edildi, bir adam hummaya sövdü. Bu­nun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) :

«Hummaya sövme. Çünkü ateş, demirin pasını - kirini giderdiği gibi humma (hastalığı) da günahları giderir» buyurdu."

Not: ZevâkTde şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Mûsâ bin übeyde bu­lunur. Bu r&vl zayıftır.



3470) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü onky den rivayet edildiğine göre:

(Bir defa) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), beraberin­de Ebû Hüreyre bulunduğu halde humma (hastalığı) hararetinin şid­detinden dolayı (yatan) bir hastayı ziyaret etti ve Resûlullah (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) (hastaya) :

«Sana müjde olsun. Çünkü Allah Teâlâ buyuruyor ki: Humma (hastalığı) benim ateşimdir. Ben onu mü'min kuluma dünyada mu­sallat ediyorum ki, o kulumun âhiretteki ateşten payı (dünyada çek­tiği humma ateşi) olsun» buyurdu."[43]


19- Humma (Hastalığı Ateşi) Cehennemin Hararetinden (Bir Parça) Dir, Siz Onu Su İle Soğutunuz, Babı





3471) "... Âişe (Radtyallâhü ankâydan rivayet edildiğine göre; Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Humma (hastalığı) cehennem hararetinin şiddetinden (bir par­ça) dır. Siz onu su ile soğutunuz.*"



3472) "... İbn-i Ömer (Raâtyallohü ankümâyâan rivayet edildiğine gö­re; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Şüphesiz humma (hastalığı) şiddeti, cehennem hararetinin şid­detinden (bir parça) dır. Siz onu m ile soğutunuz,*"



3473) "... Râfi bin Hadîc (Radtyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir:

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den t «Humma (hastalığı) cehennemin hararetinin şiddetinden (bir parça) dır. Siz onu su ile soğutunuz» buyruğunu işittim. Sonra Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Aramâr'ın (hasta olan) bir oğ­lunun yanma girdi ve:

«Şu hastanın hastalığını gider, şifâ ver. Ey insanların Rabbi, ey insanların ilâhı» diye duâ etti."



3474) "... Ebû Bekr-i Sıddîk'ın kızı Esma (Radtyallâhü anhümâyd&n ri­vayet edildiğine göre:

Humma (hastalığı) hararetinin şiddetinden ıstıraplı olan kadın kendisine götürülüyordu. Kendisi de su isteyip hastanın yakasına (yâni yakası ile vücûdu arasına) dökerdi ve şöyle derdi:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Humma (hastalığı) hararetini su ile soğutunuz» buyurdu ve -.

«Humma (hastalığı) hararetinin şiddeti, cehennemin hararetinin şiddetinden (bir parça) dır» buyurdu."



3475) (i... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Humma (hastalığı) cehennemin körüklerinden bir körüktür. Siz onu soğuk su ile kendinizden uzaklaştırınız.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvîleri sıka, yâni güvenilir zâtlardır.[44]


İzahı





Bu bâbm ilk hadîsini Buhâri, Müslim ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. İ b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâVnın hadisi ise Buhâri, Müslim, Nesâî ve Ahmed ta­rafından da rivayet edilmiştir. R â f i (Radıyallâhü anh)'ın hadî­sini Buhârî, Müslim ve Tirmizî de rivayet etmiş­lerdir. Ancak onların rivayetlerinde hadisin îbn-i Ammâr (Radıyaîlâhü anhümâ) ile ilgili kısmı yoktur. Esma (Radıyallâ­hü anhâî'nın hadîsine gelince bunu Buhâri ile Müslim de rivayet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi, notta belirtil­diği gibi Zevâid nevindendir.

Hadislerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım: Feyh j Hararetin şiddeti, yayılması ve yükselmesi mânâlarına ge­lir.

Humma: Malum hastalıktır.

Va*k: Humma hastalığı hararetinin şiddetinden duyulan ıstırap­tır. Bu ıstıraba tutulan hastaya da Mevûke denilir.

Ceyb: Elbisenin yakasıdır. Kir ise demircinin kullandığı kürük-tûr.

Humma hastalığının soğuk su ile tedavi edilmesi Tıbb-ı Ne­bevi* dendir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hummalı kişinin vücûduna su serpilmesini tavsiye buyurmuş olmasına Es-m â (Radıyallâhü anhâ)'nın uygulaması işaret etmektedir. Zama­nımızın tabibleri de genellikle hummalarda bu tedavi şeklini kabul ve tavsiye etmektedir.

Bu hadîsler müteaddid şekillerde yorumlanmıştır. Âlimlerin bir kısmı Esma (Radıyallâhü anhâ)'mn uygulaması biçiminde yo­rumlamışlardır. Yâni humma hastalığına yakalanan kişinin yakası ile vücûdu arasına su serpmek suretiyle tedavi etmektir.

Sindi' nin naklen beyânına göre e 1 - E n b â r î de: Bun­dan maksad hastanın şifâya kavuşması için suyu sadaka etmektir. Çünkü en faziletli sadaka susamış kimseleri suvarmaktır, demiştir. Fakat bu yorum, hadîslerin zahirine uygun değildir.

Sindi bu arada: Bir adam bu hadîsleri yanlış yorumlayarak humma hastalığına tutulmuş iken gidip yıkanıyor ve bu yüzden fena­laşıp bir tehlikeyi atlattıktan sonra: Bu tedavi uygun değildir, demek suretiyle büyük bir hatâya düşüyor. Çünkü o adam hadisten kasde-dilen mânâyı bilmediği için yanlış hareket etmiş, şeklinde bilgi veri­yor.

Bâzı ilim adamları da: Humma hastalığı çeşitlidir. Hastanın vü­cûduna su serpmek bu hastalığın bâzı çeşitleri için yararlıdır. Hi­caz humması bu nevîdendir. Bu hadîsler bu nevî hummalar için­dir. Nitekim Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), yakalandığı son humma hastalığında mübarek vücûduna su döktürmüştür, derler.

«Humma hastalığı cehennem hararetinin şiddetinden bir parça­dır» ifâdesi iki şekilde yorumlanmıştır:

Bir kavle göre bundan nıaksad anılan hastalığın hararetini ce­hennemin hararetine benzetmektir ve insanların dikkatini cehenne­min şiddetine çekmektir. Diğer bir görüşe göre bu ifâde hakîk' mâ­nâda kullanılmıştır. Yâni hummalı kişinin vücûdunda meydana ge­len hararet gerçekten cehennem'in hararetinden bir parçadır. Allah Teâlâ bir takım sebeblerle bu hararetin meydana gelmesini takdir buyurmuştur ki insanlar bundan ibret alsın. Nasıl ki dünyada görü­len bir takım sevinçler ve lezzetler cennetin nîmetlerindendir. Allah bunu da örnek ve teşvik için yaratmıştır.

Daha geniş bilgi almak için Tirmizî' nin Tû> kitabında ri­vayet ettiği bu hadîslerin izahına âit Tuhfe'nin ilgili babına müracaat edilebilir.[45]


20- Hacametle Tedavi Olmak Babı





Hacm i Hacamet yoluyla hastadan kan almaktır. Bu san'atla işti­gal eden kimseye Haccâm, bu san'ata da Hicâmet denilir.

3476) "... Ebû Hüreyre (Raâtyallâhü anhyfan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurmuştur:

«Sizin tedavi olduğunuz şeylerden herhangi birisinde hayır (yâni yarar) varsa o da hacamettir.»"[46]


İzahı





Bu hadisi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Sindi: Bu hadis hacamet olmanın yararlı olduğuna işaret eder. Çünkü tedavi olunan şeylerden herhangi birisinde yarar olduğu muhakkaktır. Hacametin yararlı olması da bu şarta bağlandığı için anılan ifâdeden elde edilen sonuç hacametin yararlı olmasıdır, der.

Müellifimizin 3491 nolu hadisi hacamet olmanın yararlı olduğu­nu açıkça ifâde eder. Ancak şu var ki, Tuhfe yazarının belirttiği gibi bu ve benzeri hadisler genç yaştakiler hakkındadır. Nitekim T a -beri' nin , sağlıklı bir sened ile rivayet ettiğine göre İ b n - i S i -r i n : Adam kırk yaşına varınca hacamet olmamalıdır, demiştir. T a b e r i daha sonra; bunun sebebi şudur: Çünkü adamın kırk yaşma varınca bünyesi tedricen zayıflar, kuvveti azalır. Artık kan aldırmakla da gücünü daha da zayıflatmamahdır, der.

Tuhfe yazan yukardaki bilgiyi verdikten sonra: Bu durum, kan aldırmaya ihtiyaç duymayan ve bunu itiyad hâline getirmeyenlere aittir. Çünkü î b n - i S î n â, kendi Ürcûze'sinde "Kan aldırmayı itiyad hâline getirmiş olan kimse bu alışkanlığı birden kesmemeli ve yavaş yavaş azaltmak suretiyle itiyadını bırakma yöntemini kullan­malıdır» demiştir.



3477) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine gö­re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seİlcm) şöyle buyurmuştur:

«(Mescid-i Haram 'dan Mescid-i Aksâ'ya) götürüldüğüm gece (yâ­ni Mi'raç gecesi) meleklerden karşılaştığım her büyük cemâatin hep­si bana şöyle söylüyordu: Yâ Muhammed, hacamet olmaya de­vam et.»"



3478) "... ibn-i Abbâs (Radtyallâhü ankümâ)'<\nn rivayet edildiğine fjü-re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

-Hacâmet eden kişi Allah'ın ne iyi kuludur. Kanı giderir, sırtı ha­fifletir ve gözü aydınlatır»"



3479) ı: Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«(Mescidi Haramdan Mescid-i Aksâ'ya) götürüldüğüm gece (yâ­ni Mi'râc gecesi) yanlarından geçtiğim göz doyurucu kalabalık her cemâat bana şöyle diyordu : Yâ Muhammed! Ümmetine hacâmet ol­mayı emret.»"

Not.- Zevâid'de şöyle denilmiştir : Ben derim ki, Enes (R.A.)'ın hadisinin bu senedinde bulunan râvi CÜbâre ve Kesir zayıf İseler de Tİrmizi, el-Câmi ve eş-Şe-mâil'de ayni hadisi İbn-i Mes'ûd (R.A.Vden rivayet ederek hasen-garib olduğunu söylemiş, el-Hâkim de aynısını el-Müstedrak'te İbn-i Abbâs (R.A.)*dan rivayet etmiş ve el-Bezzâr da kendi Müsned'inde İbn-i Ömer (RA.)'dan rivayette bulun­muştur.



3480) "... Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Ümmü Se­leme (Radtyallâhü ankâ)'dan rivayet edildiğine göre:

Kendisi hacâmet olmak için Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel lemJ'den izin istemiş ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ona hacâmet etmeyi, Ebû Tayba (Nâfi) (Radıyallâhü anhî'a emret­miştir.

Ve râvi demiştir ki, Ebû Tayba'nın Ümmü Seleme'nin ya süt kar­deşi veya henüz erginlik çağma varmamış çocuk olduğunu sanırım."[47]


İzahı





İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâJ'nın her iki hadisi Tirmizi ve Hâkim tarafından da rivayet edilmiştir. Enes I Radıyallâhü anhJ'ın hadisi notta belirtildiği gibi Zevâid nevinden ol­makla beraber; Tirmizi, Hâkim ve Bezzâr tarafından aynı metin üç sahâbi'den rivayet edilmiştir.

Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadisini Müs­lim de rivayet etmiştir. Ebû Tayba'nm Ümmü Sfele-m e' nin süt kardeşi veya erginlik çağma varmamış bir çocuk ol­duğuna dâir sözünün hangi râviye âit olduğunu tesbit edemedim. Bu sözün C â b i r (Radıyallâhü anh) 'a âit olması muhtemel oldu­ğu gibi ondan sonra gelen râvîlerden birisine âit olması da muhte­meldir. Bu sözden maksad Ebû Tayba' nın Ümmü Se­leme (Radıyallâhü anhâ) 'ya hacâmet ederken hacâmet ettiği ye­re bakmasına bir sakınca bulunmadığını ifâde etmektir. Miftâhü'l-Hâce yazarının naklen beyân ettiği gibi ilim adamlarının bâzısı: E b û T a y b â (Radıyallâhü anh), Ümmü Seleme'ye mahrem olmayıp yabancı bir erkek olsa bile, tabib tedavi edeceği hastanın vücûdundan bakması gerekli ve zorunlu olan yere bakabilir, bu caiz­dir, demişlerdir.

Ebû Tayba' nın adının tesbiti hususunda ihtilâf vardır. Sahih olan rivayet adının Nâfi olmasıdır. Dinar ve Mey-sere olduğuna dâir rivayetler de vardır.

Buhâri' nin rivayet ettiği bir hadiste, Enes bin Mâ-1 i k (Radıyallâhü anh) :

"Ebû Tayba, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i hacâmet etti ve Resûlullah Ebû Tayba'ya bir «â hurma verilmesini emretti. Ayrıca vergisini hafifletmesi için Ebû Tayba'nın efendisine emir bu­yurdu" demiştir.

Bu bâbtaki hadîsler hacâmet olmanın câizliğine ve müstehabhğı-na delâlet ederler. Bu konu ile ilgili özlü bilgi bu babın ilk hadisinin izahı bölümünde verildi.[48]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




TIB BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: TIB BÖLÜMÜ   TIB BÖLÜMÜ Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 1:48 am

21- (İnsan Vücûdundan) Hacâmet Olunan Yer





3481) '-... Abdullah bin Bu hay ne (Radıyatlâhu û«A)'den rivayet edildi­ğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Veda Hacc'ında) Lahy-i Cemel (denilen yer) de ihrâmlı iken başının ortasından hacâmet et­tirdi."[49]


İzahı





Bu hadîsi Buhâri ile Müslim de rivayet etmişlerdir. Lahy-i Cemel, Mekke ile Medine-i Münevvere arasında bir yerin adıdır, M e d i n e ' ye daha yakındır.

Bu hadîs, hac ve,yâ umre niyetiyle ihrama girmiş olan bir kimse­nin ihramda iken hacâmet olmasının câizliğine delâlet eder. Bu konu ile ilgili gerekli bilgi sünenimizin Menâsik kitabının 87. babında geçen 3081, 3082 nolu hadîsleri izahı bölümünde verildiği için burada tek­rarlamaya gerek yoktur.

Hadîsten çıkan diğer bir hüküm de insanın başının ortasına ha­câmet ettirmenin meşruluğudur.



3482) "... Alî (bin Ebî Tâlib) (Radtyallâhü ûwA)'den rivayet edildiğine göre:

Cebrail (Aleyhisselâm), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) 'e (boynun iki tarafında bulunan ve) Ahdaayn (denilen iki da­marın) hizasına ve iki omuzun araşma hacâmet ettirme emrini İn­dirdi."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Asbag bâ mt bâto et-Teyml el-Hanzall zayıftır.



3483) *\.. Enes (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ahdaayn (denilen iki damarın hizasın) da ve omuzlan arasmda hacâmet oldu."



3484) "... Ebû Kebşe el-Ensârî (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve S elle m) başına ve iki omuzu arasına hacâmet ettiriyor ve şöyle buyuruyordu:

«Kim vücûdundan şu (bozuk) kanları akıtıp dökerse (hastalık­lardan) herhangi bir şey için başka bir şeyle tedavi olmaması ona zarar vermez.»"[50]


İzahı





Ali (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi Zevâid nevindendir. E n e s '(ftadıyallâhü anh) 'in hadisini Tirmizi ve Ebû D&vûd da rivayet etmişlerdir.

Bu iki hadîste geçen "Ahdaayn" kelimesi "Ahda"m tesniyesi, yâ­ni ikilidir. Ahda kelimesi ile kasdedilen mânâ hakkında şu bilgiyi toplamak mümkün oldu:

Avnü'l-Mabûd yazan: En-Nihâye'de deniliyor ki; Ahdaayn, boy­nun iki tarafında bulunan iki damardır. Hacâmet yoluyla onlardan kan aldırılır. En-Neyl yazarı da lügat âlimlerinden aynı bilgiyi nak­leder.

Kamus ta da: Ahdaayn, şah damarından ayrılan iki damardır. Bunlardan hacâmet yoluyla kan aldırılır, denilmiştir.

lbnü'l-Kayyım; Ahdaayn denilen damarlardan hacâ­met yoluyla kan aldırmak baş, yüz, diş, kulak, göz ve burun gibi baş­ta bulunan organların hastalığına yararlı olabilir. Ancak söz konu­su hastalıklar kan bozukluğundan veya kanın fazlalığından ya da her ikisinden dolayı ise hacâmet yararlı olur. Hacâmet işi, Hicaz bölgesinde oturanlar için yarar sağlayabilir. Hicaz gibi çok sı­cak yerlerde oturanların kam sıcaklığın tesiriyle incelir ve kılcal da­marlara hücum ederek vücûdun dış kısmına temayül eder ve damarJar genişler. Bu itibarla bu bölge halkının damardan kan vermeleri ve akıtmaları tehlikelidir. Şayet fazla ve bozuk kanı akıtmak ihtiyacı duyuluyor ise en uygunu hacâmet suretiyle kan vermektir, der.

Kâhil ise iki omuzun arasıdır. El-Kifâye'de ise omuz başı olduğu söylenmiştir. El-Asmaî de: Kâhil; boyunun omuzlar arası ile birleştiği sahadır, demiştir.

Ebû Kebşe (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Bu hadîste geçen Hâmet, baş demektir. Avnü'l-Mabûd yazarı: Resûl-i Ekrem (Aleyhi 's-salâtü ve's-selâm) 'in başına ve omuzları arasına beraber veya ayn ayn zamanlarda hacâmet et­miş olması muhtemeldir, demiştir.

Ebû Kebşe (Radıyallâhü anh) sahâbidir. İsmi hususunda ihtilâf vardır: Ömer bin Sa'd veya Amr bin Sa'd ya da Sa'd bin Amr' dır. Bunların hepsi söylenmiştir. Da­ha başka isimlerden de söz edilmiştir. Tirmizi bu zâtın ismi­nin Ömer bin Sa'd olduğunu söylemiştir. Tuhfe yazan bu zâtın sahâbi olup Ş a m' da ikâmet ettiğini, üçüncü cildin 155. sa-hifesinde ifâde etmiş ve bu arada isminin tesbiti ile ilgili ihtilafları da nakletmiştir.



3485) "... Câbİr (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) atından bir hurma dalı üzerine düşerek ayağı çıkmıştır.

(Râvi) Veki demiştir ki: Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve

Sellem) bir incinmeden dolayı ayağının üstüne hacâmet ettirmiştir."

Not: Zev&İd'de şöyle denilmiştir: Eğer Ebû Süfyân Talha bin Nftfi, Cftbir (R.A.)'den hadîs işitmiş İse bu sened sahihtir.[51]


İzahı





Bu hadîste geçen " Ciz1" dal demektir. Ves* ise vücûdun bir ta­rafının yalnız et kısmının incinmesi, kemiğin kınlmaksızın incinme­si, bir organın mafsalından çıkması gibi mânâlara gelir. Kamus ya-

zan böyle demiştir. En-Nihâye'de; jj*rj ^£>j sözü kırık veya çıkık

olmaksızın ayağım incindi anlamını ifâde eder, diye verilmiştir. Ves' kelimesi yukarda anlatılan değişik mânâlara yorumlanabildiği için ayağın çıkması veya çıkık ve kırık olmaksızın incinmesi biçiminde yorumlamak mümkündür. C â b i r (Radıyallâhü anh) "in sözüne uygun yorum bu kelimenin ayağın çıkması mânâsına olmasıdır. Bu da bir nevî incinme olduğu için tercemede genel ifâde kullanmayı ter­cih ettim.

Hadîs, ayağın üst kısmına hacâmet etmenin câialiğine ve meşru­luğuna delâlet eder.[52]


22- Hangi Günlerde Hacâmet Olmak Uygundur. Babı





3486) "... Enes bin Mâlik (Raâtyallâhü an A J'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SallaÜahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Kim hacâmet olmak isterse (kameri ayın) on yedi veya ondo-kuz ya da yirmi birinci gününü araştırıp seçsin ve kan fazlalaşmak suretiyle herhangi birinize galebe çalıp onu öldürmesin.»"

Kot: Zevaid'de şöyle denilmiştir : RâvI en-Nehhâs bin KahnVm zayıflığı ne­deniyle bu sened zayıftır. Zevâid yazarı bu arada hadîsin metninin sahih olduğuna İşaret etmiştir.



3487) "... İbn-i Ömer (Radtyallâhü ankümâydan; Şöyle demiştir:

Ya Nâfi, kanun fazlalaşmak suretiyle bana galebe çaldı. Bu ne­denle sen benim için bir hacâmetçi ara. Gücün yeterse yararlı ve bu işi iyi beceren bir hacâmetçi seç. Bulacağın kişi ne çok yaşlı ne de küçük yaşta bir çocuk olsun. (Hacâmet olmak istememin sebebi şu­dur:) Çünkü ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şu buyruğu işittim:

-Hacâmet olmak aç kanuna daha faydalıdır. Hacâmet olmakta şifâ ve bereket var ve hacâmet, akıl ve hıfzetme (yâni belleme) gü­cünü artırır. Bu itibarla en isabetli olana uymak üzere Allah'ın be-roketiyle Perşembe günü hacâmet olunuz ve Çarşamba, Cuma, Cu­martesi ve Pazar günlerinde hacâmet olmaktan sakınınız. Pazartesi ve Sah günü de hacâmet olunuz. Çünkü Allah'ın Eyyûb (Aleyhisse-

«Hacamet olmak aç karnına daha faydalıdır. Hacâmet olmak ak­lı artırır, hıfzetme (belleme) gücünü artırır, hafız olanın da hıfzet­me kabiliyetini kuvvetlendirir. Artık kim hacâmet olmak isterse Al­lah'ın (mübarek) ismini anarak Perşembe günü (hacâmet) olsun. Cuma günü, Cumartesi günü ve Pazar günü hacâmet olmaktan sakı­nınız. Pazartesi ve Salı günü de hacâmet olunuz. Çarşamba günü ha­câmet olmaktan sakınınız. Çünkü Çarşamba günü, Eyyüb (Aleyhis-selâmVın basma belanın geldiği gündür ve ne cüzzâm (hastalığı) ne de baras (hastalığı) Çarşamba günü veya Çarşamba gecesi dışın­da kalan hiç bir gün veya gecede meydana gelmez.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Zehebl, râvl Abdullah bin Ismet'in Sald bin Meymûn'den rivayetinden söz ederken bunun meçhul olduğunu söylemiş el-Müz-z! de et-Tehzlbte ayni şeyi söylemiştir.[53]


İzahi





Bu babın hadîsleri Zevâid nevilidendir. Üçünün de senedleri za­yıftır. Ancak kameri ayların 17, 19 ve 21. günlerini hacâmet olmak için seçmenin uygunluğu Ebû Davud'un Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhVden rivayet ettiği bir hadîs ve Tirmizl ile Ahmed'in rivayet ettikleri 1 b n-i Ab bas (Radıyallâhü anhümâJ'nın bir hadîsinden de anlaşılmaktadır. Bu itibarla anılan hadîsler müellifimizin rivayet ettiği E n e s (Radıyallâhü anhVın hadisi için birer şâhid durumundadır. Yâni onu te'yid ediyorlar.

Tuhfe yazarı "Hacâmet babında" özetle şu bilgiyi verir: Buhar!, kendi Sahîh'inde "Hangi saat hacâmet olunur" baş­lığı altında bir bâb açmış ve burada Ebû M û s â' mn gecele­yin hacâmet olduğuna dâir bir eseri ile Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in oruçlu iken hacâmet olduğuna dâir İbn-i Ab-b â s (Radıyallâhü anh) 'in bir hadisini rivayet etmiştir.

E 1 - H â f ı z da bununla ilgili olarak: Hacâmet olmak için uy­gun olan vakitler hakkında bir kaç hadîs vârid olmuş ise de hiç biri Buhârİ' nin şartı üzerine değildir. Bana öyle geliyor ki; B u h â -r 1, hacâmet işinin ihtiyaç duyulduğu zaman yapılabileceğine ve bunun belirli bir vakte bağlı olmadığına işaret etmek istemiştir. Çün­kü hacâmet işinin geceleyin yapıldığını ve Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in oruçlu iken hacâmet olduğuna dâir hadisi rivayet etmiştir. Bu hadîs Peygamber CAleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in gündüz hacâmet olduğunu gerektirir. Haftanın bâzı günlerinde hacâmet ol­manın uygunluğuna dâir t b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) '-nın bir hadîsini Ibn-i Mâceh iki senedle rivayet etmiş ise de her iki sened zayıftır. Dârekutnî de aynı hadîsi üçüncü bir senedle rivayet etmiştir. Fakat o sened de zayıftır. Dârekut-n i bu arada İbn-i Ömer {Radıyallâhü anhümâ) 'nın mev­kuf bir eserini kuvvetli bir senedle rivayet etmiştir. Anılan hadis­lerin senedleri zayıf olmakla beraber Ahmed bin H a n -b e 1' in mezkûr hadîslerde hacâmet olmanın uygun olmadığı bil­dirilen günlerde hacâmet olmaktan hoşlanmadığı nakledilmiştir. Bir adamın anılan hadîsi önemsemeyerek Çarşamba günü hacâmet ol­duğu ve bu yüzden baras hastalığına tutulduğu rivayet olunmuştur. Tabîbler kamerî ayların son yansının özellikle ayın üçüncü hafta­sının hacâmet olmak için daha uygun olacağı noktasında ittifak et­mişlerdir, diye bilgi verir.[54]


23- Vücûdu Dağlamak Bâb!





3489) "... Akkar bin el-Muğîre'nin babası (El-Muğîre bin ŞuT») (Radt-yallâhü anhümâyâan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Kim vücûdunu dağlatır veya kendisine nefes edilmesini isterse (Allah'a) tevekkül etmekten sıyrılmış olur.»[55]


İzahı





Bu hadîsi Tirmizi, Ahmed, Hâkim, Nesâi ve A h m e d de rivayet etmişlerdir. Sindi bu hadisin izahı bolümünde: Yâni Allah'a tevekkül etmenin kemâl ve olgunluk derecesi ilâçları kullanmamayı gerektirir. Bu itibarla ilâçlara başvuran kim­se tevekkülün en üstün mertebesinden düşmüş olur, demiştir.

Tuhfe yazan da el-Münâvi'den naklen şöyle der: Yâni bir kimse Allah'a dayanmayıp da doğrudan doğruya dağlanmaktan veya nefes edilmekten şifâ dileyerek bunlara dayanırsa Allah'a tevekkül etme­yi bırakmış olur. Çünkü dağlanmayı ve nefes edilmeyi bırakmak evlâ iken bunlara tevessül etmiş olur.

El-Hâfız lbnü'1-Esir el-Cezerî de en-Nihâye'de: «Nefes edilmeyi isteyen kişi Allah'a tevekkül etmemiştir» mealindeki hadîsten maksad şudur: Allah'ın âyetleri, isimleri ve sıfatları dışın­da kalan ve ne olduğu belirsiz sözlerle nefes edilmeyi isteyip de bu­nun mutlaka yararlı olduğuna inanan kimse nefes edilmeye dayan­dığı için Allah'a tevekkül etmemiş olur, demiştir.

Bazı ilim adamları da: Yâni dağlanmayı gerektiren bir hastalı^ yok iken hastalanmamak için vücûdunu dağlatıp buna güvenen vp Allah'a dayanmayan kimse tevekkülden sıyrılmış olur, demiştir. Ne­fes edilmekle ilgili cümle de kanımca böyle yorumlanabilir.

Nefes edilmek iki çeşittir: Şifâ dileğiyle Allah'a sığınarak Kur'ân âyetleri, Allah'ın isim ve sıfatlan ve anlamı malum duâlan okumak suretiyle hastaya nefes edilmesi. Bu nevî nefes etmek ve ettirmek caizdir. Ama ne olduğu belirsiz lâflar, anlamı bilinmeyen sözler ve yahûdi düzmeleri gibi şeylerle nefes etmek veya ettirmek nevi ise caiz değildir. Bu konu 33 ve onu takip eden bâblarda ele alınacağın­dan burada geniş bilgi vermeye gerek yoktur.

Şifâ niyetiyle ve Allah'a dayanarak vücûdu dağlamanın hükmü­ne gelince; bunun câizliğine delâlet eden hadisler bulunduğu gibi, yasaklığına delâlet eden hadîsler de mevcuttur. Bu hadisi takip eden hadîsler aynı konu hakkındadır. İlerde izah edileceği üzere dağlama­nın yasaklığına dâir hadîsler, mekruh luk ve yapılmamasının daha iyi olacağı mânasına yorumlanmıştır. Dağlanmanın câizliğine delâlet eden hadîsler ise bunun gerekli görüldüğü hallere tahsis edilmek su­retiyle yorumlanmıştır.



3490) "... îmrân bin el-Husayn (Radtyallâhü a»*)'

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizi dağlamaktan men etti. Sonra ben vücûdumu dağlattım, ama (hastalıktan) kurtulma­dım ve (tedavide) basan elde edemedim."[56]
İzahı





Bu hadisi EbûDâvûd, Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd, bu hadisi rivayet ettikten sonra.- Ve İmrân bin el-Husayn, meleklerin selâmını işitirdi. Fakat vücûdunu dağlatınca işitmez oldu. Bilâhere dağlatma işini bırakınca tekrar işitmeye başladı, demiştir.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), şifâ maksadı ile vü­cûdu dağlatmayı yasaklamış iken sahâbîlerden İmrân, nasıl buna aykırı hareketle vücûdunu dağlattı? diye bir soru hatıra gele­bilir. Sindi bu hususla ilgili şöyle der:

İmrân (Radıyallahü anh), söz konusu yasaklığı, tenzihen mekruhluk veya başka bir ilâçla hastalığın giderilmesi mümkün ol­duğu zaman anlamına yorumlamış veya şöyle yorum yapmıştır: Câ-hiliyet devri insanları Allah'a dayanmayıp ve O'ndan şifâ dilemeye­rek şifânın dağlanmakla olduğuna inanıyorlardı. Hattâ "Devanın so­nuncusu dağlamaktır" sözü onlar arasında yaygındı. Halbuki ilâçlar birer sebebtir, şifâ verici değildir. Her türlü şifâyı veren Allah'tır. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), bu bâtıl inanışı gidermek için meâlen, "Dağlanan veya nefes ettiren kişi tevekkülden sıyrılmış­tır" buyurmuştur. İşte dağlamanın yasaklığı câhüiyet devri insanla­rı gibi hatalı düşünen kimseler içindir. Şifâyı Allah'tan bekleyip dağ­lanmayı bir tedavi çâresi ve sebebi olarak düşünen kimse için bir sa­kınca yoktur. îmrân söz konusu yasaklığı bu mânâya yorumla­mış olabilir.

Hadisin böyle yorumlanmasının delili ise Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Sa'd bin Muâz (Radıyallâhü anh) 'in yarasını dağlamış olmasıdır. (3494. hadis) Eğer dağlama yasağı ha-ramlık anlamında olsaydı Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Sa'd (Radıyallâhü anh) 'ı dağlamazdı.

Tuhfe yazarı da e 1 - H â f ı z' dan naklen özetle şu bilgiyi ve­rir:

El-Hâfız, el-Fetih'te: Şifâ maksadıyla vücûdu dağlamanın yasakhğına dâir rivayetler mekruhluk veya evlâ olmamak mânasına yorumlanır. Çünkü şifâ maksadıyla dağlamanın yapıldığına dâir ha­dîsler de vardır. Bu itibarla hadîslerin tümünü dikkate alarak böy­le yorum yapmak gerekir. Bir kavle göre dağlanmanın yasaklığı İm­rân (Radıyallâhü anh)'in şahsına mahsustur. Çünkü kendisinin hastalığı basurdu. Basurunun olduğu yeri dağlamak tehlikeli görül­düğünden dağlanması men edilmişti. Fakat İmrân (Radıyallâ­hü anh), hastalığı şiddetlenince dağlanma yolunu tuttu, ama olum­lu sonuç alamadı.

İbn-i Kuteybe de Dağlama iki nevidir: Birincisi sağ­lıklı adamın hasta olmaması için dağlanmasıdır. Tevekkül sahibi sa­yılmayan kimse böylesidir. İkincisi bozulan yarayı ve kesilen organı dağlamaktır. Bu nevi dağlamak caiz görülen bir tedavi şeklidir. Baş­ka bir ilâçla tedavi mümkün iken dağlamak yoluyla tedavi uygun sayılmamıştır. Çünkü dağlama, bir nevî tâzib ve işkencedir. Zaruret olmadıkça bu yola başvurulmaz. Hülâsa; Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa­lâtü ve's-selâm) zamanında şifâ maksadıyla dağlama işinin yapılmış olması bunun câizliğine delâlet eder. Dağlamanın yapılmaması, onun yasaklığına delâlet etmez, fakat yapılmamasının daha uygun olaca­ğına delâlet eder. Dağlamanın yapılmaması için vârid olan hadîsler ise, ya tenzihen mekruhluk mânâsına yorumlanır veya hastalığın te­davisi için dağlamanın son çâre olmaması hâline tahsis edilir, demiş­tir.[57]


Bu Konuda Âlimlerce Verilen İzahlardan Şu Netice Alınır:





Dağlamanın yasak olduğu durumlar;

1. Dağlamaktan başka yolla tedavi mümkün iken,

2. Dağlamak tehlikeli iken.

3. Şifâyı Allah'tan değil de dağlamaktan beklerken,

4. Sağlıklı olduğu halde hastalanmamak için ve bir nevi tedbir mâhiyetinde olmak üzere dağlanmak.

Yukardaki maddelerde yazılı durumlarda dağlamak da, dağlan­mak da yâni kişinin kendi nefsini dağlaması veya başkasını dağla­ması yasaktır. Yâni mekruhtur.

Hastalıktan kurtulmanın başka çaresi görülmüyorsa, zaruret hâ­linde ve son çâre olarak dağlama yoluna gidilebilir.



3491) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâkü anhütnâydan; Şöyle demiştir:

Şifâ üç şeyde (var)dır: Bal şerbetini içmek, hacâmet âletini vur­mak ve ateş ile dağlamak. Fakat ümmetimi ateşle dağlamaktan men ederim. İbn-i Abbâs bunu merfû (yâni Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellemî'in buyruğu) olarak rivayet etmiştir."[58]


İzahı





Bu hadisi Buhâri ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Hadîsin baş kısmının rivayet şekli mevkuf olduğunu,, yâni İbn-i Abbâs (Radıyaîlâhü anh)'m sözü olduğunu gösterir. Fakat ha­dîsin son kısmındaki "Fakat ümmetimi ateşle dağlamaktan men ede­rim" cümlesi ve râvinin "İbn-i Abbâs bunu Peygamber (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm)'e ulaştırdı" mealindeki sözü bu hadîsin Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in buyruğu olduğuna delâlet eder.

Hadis, şifânın yalnız bu üç şeyde olduğunu ifâde etmez. Çünkü şifânın başka şeylerde de bulunduğuna dâir bir çok hadisler vardır.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi 's-salâtü ve's-selâm), dağlamakta şifâ bu­lunduğunu bildirmekle beraber ümmetinin dağlama yöntemi kullanmalarını uygun bulmamıştır. Sebebi ise; dağlama suretiyle tedavinin incitici ve elem verici olmasıdır. Bununla beraber, dağlamaktan baş­ka bir çâre bulunmadığı takdirde bu yöntemi kullanmak caizdir, mek­ruh değildir. Hadîsin baş kısmı bu şekilde yorumlanmıştır. Bu yoru­mun delili ise Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in S a' d bin M u â z (Radıyaîlâhü anh)'ın yarasmı dağlamakla tedavi etmesi (3494. hadis) Übey bin Ka'b (Radıyaîlâhü anh)'a bir tabib göndermesi ve tabibin onun yarasını dağlamakla tedavi etmesi ve bâzı sahâbilerin bu yöntemi kullanmış olmasıdır.

E 1 - H â f ı z bu hadîsin izahı bölümünde Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in dağlamak suretiyle tedaviden hoşlanmaması ve bu şekil tedaviyi uygulaması şöyle izah edilir: Yâni dağlamak biçi­mindeki tedavi her durumda uygulanmaz. Fakat bâzı durumlarda uy­gulanır. Dağlamaktan başka bir tedavi şekli bulunmadığı zaman şi­fâyı Allah'tan dilemek üzere dağlama yoluna baş vurulur. Fakat başka türlü tedavi mümkün iken bu yola başvurulmaz.[59]


24- (Tedavi Maksadı İle) Dağlanan, Babı





3492) "... Yahya (bin Sa'd bin Zürâre) (Radıyaîlâhü ankümâyâan riva­yet edildiğine göre:

Sa'd bin Zürâre (Radıyallâhü anh) ı zübaha denilen boğaz hasta­lığı yakaladı (Sa'd bin Zürâre, Yahya'nın râvisi Muhammed'in ana tarafından dedesidir) Bu hastalık üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Allah'a yemin ederim ki Ebû Ümâme (yâni Sa'd bin Zürâre'nin tedavisi) hususunda öyle itina göstereceğim ki hiç kimsenin bir di­yeceği kalmayacak- buyurdu ve Sa'd'ı mübarek eliyle dağladı. Son­ra Sa'd (kurtarılamayarak) vefat etti. Bunun üzerine Peygamber

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

■Yahudilere kötü ölüm dilerim. (Çünkü) onlar diyecekler ki: Muhammed, niçin arkadaşından ölümü def edemedi. Halbuki ben, ne onun için ne de kendi nefsim için bir şeye hükümran değilim (yâni hüküm ve takdir Allah'a mahsustur)» buyurdu."



3493) *'... Câbir (bin Abdillah) (Radtyallâkü anhümâyâan; Şöyle de­miştir:

Übeyy bin Ka'b (Radıyallâhü anh) bir hastalığa tutuldu. Bunun Üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona bir tabib gön­derdi. Tabib ekhal (denilen kol damarı) nı dağladı."



3494) "... Câbir bin Abdullah (Radtyallâhü anhümâyâan rivayet edildi­ğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sa'd bin Muaz (Radı­yallâhü anh)'m ekhal (denilen kol daman) m İki defa dağladı."[60]


İzahı





Bu babın ilk hadîsinin başkaca kim tarafından rivayet edildiğini tesbit edemedim. Bu hadîste geçen Zübaha ve Zübha bir nevi boğaz hastalığıdır. En-Nihâyede: Bu hastalık boğazda bir yara biçiminde gelişir ve nefesin çıkmasına engel olacak şekilde boğazı tıkar. Bâzı­larına göre bu hastalık kanın boğazda birikimi ve boğazın şişmesi şeklinde gelişir ve nefes alıp vermeyi engellemekle öldürür, diye bilgi verilmiştir.

Sa'd bin Zürâre (Radıyallâhü anh) 'in durumunu nak­leden râvi Yahya bin Sa'd bin Zürâre'nin sahâbi-liği meselesi ihtilaflıdır. Râvisi ise kardeşinin oğlu Muhammed bin Abdirrahman bin Sa'd bin Z ü r âr e" dir. Ha­dîsin sened kısmında Muhammed, amcası Yahya hakkın­da "Bizden ona benzeyen bir adama yetişmedim" demekle onun ilmî faziletini ve kudretini belirtmek istemiş olabilir. Sa'd bin Zü­râre (Radıyallâhü anh) 'm Muhammed bin Abdir­rahman ' in ana tarafından dedesi olduğu ifâde ediliyor. Bun-da müşkil bir nokta var: Eğer Muhammed, Abdurrah-m a n' in öz oğlu Abdurrahman da Sa'd'ın öz oğlu ise Sa'd, Muhammed'in ana tarafından değil de baba ta­rafından dedesi olur. Ancak T i r m i z i' nin şerhi Tuhfe'de fil O -h a m m e d' in baba ve dedeleri şöyle sıralanmıştır: Muham­med bin Abdirrahman bin Abdillah bin Ab­dirrahman bin Sa'd bin Zürâre. Durum böyle olursa müşkil çözümlenmiş sayılır.

Hülâsa'nın beyânına göre Yahya' nin hadîsini yalnız mü -ellif imiz rivayet etmiştir. Bu durum, mezkûr hadîsin Zevâid nevinden olduğunu gösterir. Fakat Zevâid nevinden olduğuna dâir Sindi* nin notu yoktur.

Câbir (Radıyallâhü anh) 'm ilk hadîsinin benzeri Müslim ve A h m e d, ikinci hadîsi Müslim ve EbA Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir.

Her iki hadîste geçen "Ekhal" kolda olup, ondan kan almaya mü-said bir damardır. M ü s 1 i m' in bir rivayetinde Câbir (Ra­dıyallâhü anh). Übey bin Ka'b (Radıyallâhü anh) 'in Ahz â b günü, yâni Hendek savaşı günü (düşman tarafından) atılan bir ok ile kolunun Ekhal denilen damanndan yaralandığı ve (kanını durdurmak için) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in onun o damarını yaktığını rivayet etmiştir.

Ü b e y (Radıyallâhü anh) bu yaradan kurtulmuş ve iyileşmiş­tir, H z . Osman (Radıyallâhü anh)'in hilâfeti zamanına kadar yaşamıştır. Bu zâtın hâl tercemesi 104. hadis bölümünde geçmiştir.

Sa'd bin Muâz (Radıyallâhü anh) ise Hendek sa­vaşında aldığı yaradan kurtulamamış olup fazla kan kaybetmesi ne­ticesinde şehîdlik şerbetini içmiştir. Onun hâl tercemesi ise 157. ha­dis bölümünde geçti.

Bu bâbta rivayet olunan hadîsler, gerektiğinde son çâre olarak tedavi maksadı ile ve Allah'tan şifâ beklemek üzere dağlamanın ve dağlanmanın câizliğine delâlet eder.[61]


25- Göze İsmid (Denilen) Sürme Çekmek Babı





3495) "... Abdullah (bin Ömer) (Radtyallâhü anhüntâyâsm rivayet edil­diğine göre; Resûllulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir;

•Ismid (denilen sürmeyi gözlerinize çekmeyle devam ediniz. Çün­kü o, gözü temizleyip görme gücünü artırır ve kirpikleri (besleyip) yetiştirir.»"

Not: Zevâld'de şöyle denilmiştir: tbn-i Ömer (RA.)'m bu hadisinin sene­dinin aleyhinde konuşulmuştur. Çünkü râvi Osman bin Abdilmelik hakkında Ebû Hötem : Onun hadisleri münkerdir, demiştir, tbn-i Muin de : Onun rivayetinde bir sakınca yok, demiştir, tbn-i Hibban da onu sıka, yani güvenilir zatlar arasında anmıştır. Senedin kalan rftvtleri güvenilir zâtlardır.



3496) u... Câbir (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şu buyruğu işittim:

«Yatacağınız zaman ismid (denilen sürmeyi gözünüze çekmeye) devam ediniz. Çünkü o, gözü temizleyip görme gücünü artırır ve kıl­ları (yâni kirpikleri besleyip) yetiştirir.»"

Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin metnini Urve, Cİbir (R.A.KB1 yolundan başka bir yolla rivayet etmiş ve Câbir'in hadisine âit senedi anlatma­mıştır.



3497) ı:... îbn-i Abbâs (Radıyallâhü ankümâyâan rivayet edildiğine gö­re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Sürmelerinizin en iyisi ismid (denilen sürme) dir. Gözü temizle­yip aydınlığını artırır ve kılları (yâni kirpikleri) yetiştirir.»"[62]


İzahı





Bu babın ilk iki hadisi Zevâid nevindendir. Son hadisi T i r m i -zi ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.

Hadîslerin metinlerinde geçen bâzı k e Mineleri açıklayayım: Kuhl: Göze sürülen sürme ve sürmeyi göze çekme işine denir. Ekâhıl i Külh'ün çoğuludur, sürmeler manasınadır.

İsmid: Sürme taşıdır, siyah renkli olup kırmızıya çalar. H i -c â z' da bulunur. En kalitelisi A s f a h â n tarafından getirilir, îsmid bu taşa denildiği gibi bundan yapılan sürmeye de denilir.

Bu hadisler ismid denilen sürmeyi göze çekmenin müstehablığına ve yararlarına delâlet eder. C â b i r (Radıyallâhü anh)'ın hadisi aynca sürme çekme işinin yatarken yapılmasının müstehablığına de­lâlet eder.

Sindi" nin beyânına göre Suyûtî şöyle bir şey nakletmiş-tir: Halîfe el-Mütevekkil, kendi özel tabibine: Akşam ya­tarken göze sürme çekmek hakkında ne dersin? diye sormuş. Tabib : Hayır, gece sürme çekme, deyince el-Mütevekkil: Niçin? demiş. Bunun üzerine tabibi: Göz bir nevi yağdır, sürme de bir taş­tır. Taş bir nevi iç yağı ile başbaşa bırakılırsa, taş yağı eritir, şeklin­de cevap vermiştir. Mecliste hazır bulunanlardan biri:

Ey mü'minlerin Emir'i! Sen şu kâfirin sözünü kabul etme. Bizim efendimiz Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin gö­züne sürme çekerdi, demiş. Tabib de adama: Söylediğin söze dik­kat et. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), geceleyin yatmazdı, bilâkis ibâdet ve namazla ihya ederdi. Onun için sürme O'na zarar vermezdi. Bu itibarla kim sürmenin kendisine zarar vermesini is­temezse Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yaptığı gibi yap­sın demiştir.

Geceleyin sürme çekmeyi tavsiye eden hadîs sabit ve sahih ise bunun zararlı değil, faydalı olacağında şüphemiz yoktur. Ancak bu­nun senedi zayıf olduğu için hadîsin sübut derecesi tarafımdan bilin­memektedir.[63]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




TIB BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: TIB BÖLÜMÜ   TIB BÖLÜMÜ Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 1:49 am

26- Gözüne Tek Sayılarda Sübme Çeken Babı





3498) ".... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ankyâen rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Kim gözlerine sürme çekerse (bir, üç, beş defa gibi) tek yapsın. Kim (böyle tek) yaparsa iyi bir iş işlemiş olur ve kim (çift yapıp tek) yapmazsa (ona) hiç bir günah yoktur.-"



3499) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demijtir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'İn bir sürmeliği vardı. Ondan her göze üç kez sürme çekerdi."[64]


İzahı





Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Ebû D â -v û d, Taharet kitabında rivayet etmiştir. Oradaki metin bir hayli uzundur. El-Menhel'de beyân edildiğine göre bu hadîs D a r i m i, Ahmed, İbn-i Hibbân, Hâkim, Beyhaki ve T a h a v i tarafından da rivayet edilmiştir.

t b n - i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) *nın hadisini T i r -m i z I de rivayet ederek hasen olduğunu söylemiştir. İbn-i Hibbân da hadisin sahih olduğunu belirtmiştir.

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) 'nın hadisi Peygamber 'Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in sürmeyi mübarek gözlerine üçer defa çektiğini ifâde etmiştir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadisi de buna göre yorumlanabilir. Yâni sürme çekmenin çift de­ğil de tek sayılarda olmasından maksad her göze üçer defa çekmek­tir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadisini sağ göze üç ve sol göze iki defa sürme çekmek mânâsına yorumlayanlar da var­dır. Yâni iki göze çekilen sürme sayısının toplamının tek olması kas-dedilmiş, denilmiştir. Bu yorumu te'yid eden bir hadîsi Taberâ-nî, îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'dan rivayet etmiştir. O hadise göre Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selam), sağ gözüne üç ve sol gözüne iki defa sürme çekerdi.

El-Aynî de: Tek defa çekmekten maksad bir, üç veya beş defa çekmektir, demiştir.

Sürme çekme sayısının tek olmasına dâir hadîsteki emir men-dubluk içindir. Hadisin devamı bunu ifâde eder.

Son hadiste geçen Mükhule: Sürmelik demektir.[65]


27- Şarap İle Tedavi Olmanın Yaşarlığı Babı





3500) "... Târik bin Süveyd el-Hadramî (Radıyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir:

-— Yâ Resûlallah, bizim memleketimizde üzümler var. Biz onun suyunu çıkarıp şarabını içiyoruz (ne buyurulur) ? dedim. O t

— «Hayır (yapmayınız)» buyurdu. Sonra ben (tekrar) O'na mü­racaat ederek:

— Biz onunla hastayı tedavi etmek isteriz, dedim. O:

— «O (şarap) kesinlikle şifâ değildir ve lâkin bir hastalıktır- bu­yurdu."[66]


İzahı





Bu hadisi Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve A h m e d de benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir. Hadiste şarabın deva ve ilâç olmayıp bilâkis bir nevî hastalık olduğu bildirilmiştir. Hadiste geçen "Dâ" kelimesi hastalık demektir.

H a t t â b î: Hadiste şaraba bir nevî hastalık denmesinin se­bebi; onu içmenin günahlığıdır, bazen âfetler, ayıplar ve kötü alış­kanlıklar, hastalık diye ifâde edilir. Şu halde burada âhiretle ilgili zarar dünya ile ilgili zarara benzetilerek günah kavramı D& kelime­siyle ifâde edilmiştir, der.

Sindi, H a 11 â b i' nin bu görüşünü özet olarak nakleder­ken el-Kadı Ebû Bekir'in, Tirmizî'nin şerhinde: Eğer denilse ki, biz şarap içildiği zaman kişinin sağlıklı ve güçlü ol­duğunu görürüz, buna ne dersiniz? Biz buna cevab olarak deriz ki; İnsan vücûdunu sağlıklı yapıp da dînini hastalıklı eden bir şeye şifâ değil, Dâ denir. Şarap denilen nesne kişinin din ve imânını hasta et­tiği için zaran faydasından ve hastalığı şifâsmdan çok daha büyüktür, dediğini anlatır.

Sindi daha sonra eş-Şeyh Takiyüddin es-Sib-k i' den naklen şöyle der:

Tabiblerin anlattıkları şarabın yararlarının hepsi, şarabın haram kılınmasından önceki döneme aittir. İslâm'ın ilk zamanlarında, şara­bın insanlara yararlı olduğu Kur'ân âyeti ile sabit idi. Fakat sonra gelen âyetlerle şarap haram kılınınca her şeyin yaratıcısı olan Al­lah şarabın bütün yararlarını giderdi. Artık şarabta kimseye yarar söz konusu değildir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

•Şüphesiz, Allah benim ümmeti­min şifâsını onlara haram kıldığı şeylere koymadı» hadîsi buna delil­dir ve şarabla tedavi olma mes'elesi bu hadîsle bertaraf edilmiştir.

Tuhfe yazan da bu konu ile ilgili geniş bilgi verir. Bâzısını özet­leyerek buraya aktarmayı uygun buluyorum :

Nevevİ: Bu babın hadîsi şarabın ilâç olmadığını açıkça bil­dirir. Bu itibarla şarabla tedavi olmak haramdır. Çünkü ondan şifâ beklenemez ve bundan dolayı gereksiz yere içilmiş olunur. Şarap iç­mek haram olduğundan onunla tedavi olmak da haramdır, demiş­tir.

B u h â r i' nin İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'den ri-vâyet ettiği; = «Allah sizin şifânızı size haram kıldığı şeylere şüphesiz kılmamıştır» hadisi ve E b û Davud'un Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği;

-Şüphesiz, Allah hastalık ve ilâç indirmiş ve her hastalık için bir ilâç vermiştir. Bu itibarla tedavi olunuz. Fakat haram şeylerle tedavi olmayınız» hadîsi de şarap ve benzeri içkilerle tedavi olmanın haram olduğuna delâlet ederler.

Hanefi fıkıh kitablarından Red d ü'l-Muhtar d a İbn-i A b i d i n özetle şöyle der:

Boğazda kalan bir lokmayı çaresizlikten dolayı bir yudum içki ile yutmak ve susuzluktan ölüm tehlikesini atlatmak üzere bir yu­dum içki içmek bir zarurettir ve bunun yararı kesinlikle bilinir. Çün­kü aksi takdirde kişi boğazında kalan lokma veya susuzluk yüzün­den ölebilir. Bu durumda kalan bir kimse söz konusu tehlikeyi bir yudum içki ile defetmeye muktedir iken bunu yapmaz da bu neden­le ölürse günahkâr olur. (Çünkü muhakkak olan bir yaran kabul et­mekle hayatını korumuş olabilirdi.). Fakat tedavi böyle değildir. Çün­kü helâl olan ilâçlarla bile tedavi olmak yüzde yüz yararlıdır, dene­mez. İlâçların yararlı olması kuvvetle umulsa bile kesin değildir. Bu­nun içindir ki bir kimse tedavi olmayı kabul etmeyip de ölürse te­davi olmadığından dolayı mes'ul değildir, günahkâr sayılmaz.

İbnü'l-Arabi de: Eğer denilse ki tedavi bir zarurettir. Zaruretler mahzurlu şeyleri mubah kılar. Şu halde haram şeylerle tedavi olmak mubahtır. Buna şöyle cevab verilir: Tedavi, bir zaru­ret hâli değildir. Çünkü tedavinin aslı vâcib değildir. Durum bu iken tedavi işinde haram bir şeyi kullanmak nasıl helâl olur? Zaruret, su­suzluk yüzünden ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalınma hâlidir, de­miştir.[67]


28- Kur'an-I Kerim İle Tedavi Olmak Babı





3501) "... AU (bin Ebî Tâlib) (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine gpre; Resûlullah (Saüaüahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: -İlâcın en hayırlısı Kur'an'dir.»"

Not: Zevüd'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde el-Hâris el-A'var bulu­nur. Bu râvt zayıftır.[68]


İzahı





Zevâid nevinden olan bu hadis notta belirtildiği gibi râvi e 1-Haris' ten dolayı senedçe zayıftır.

Sindi, bu hadîsin izahında şöyle der: En iyi ilâcın Kur'ân-ı Kerim olmasının sebebi şu olabilir: Çünkü Kur'ân kalb (ve ruhun) ilâcıdır. Bu itibarla vücûdun ilâcından daha hayırlıdır. Şöyle de ola­bilir; Kur'ân-ı Kerim âyetleri, maddî hastalıklara deva olup mü'-min'in imânını (ve vücûdun mukavemet gücünü) artırır. Ancak şu var ki Kur'an-ı Kerim âyetlerini şifâ niyetiyle okuyup bununla teda­vi olmanın şartı, iyi bir inanç taşımak ve takva âdabına riâyet et­mektir.

E 1 - A z i z i de Câmİü's-Sağîr'in şerhinde : Bu hadis şifâ niyetiy­le Kur'ân-ı Kerim âyetlerini okuyup Allah'a sığınmak mânasına yo­rumlanabildiği gibi; 'c&£k 5İ-Jİ lÛji ji U Jjiîl '& ^jsg

âyetlerinden birinin anlamı paralelinde de yorumlanabilir. Bu âyet­lerin kısa mealleri şöyledir:

1. «Kur'ân'ı mü'm ini e re şifâ ve rahmet olarak indiriyoruz...» (Isrâ, 82)

2. «... ve kalblerde olana bir şifâ, inananlara doğru yolu göste­ren bir rehber ve rahmet geldi.» (Yûnus, 57)

Durum bu olunca Kur'ân-ı Kerim, kalbi ere de bedenlere de şi­fâdır, diye bilgi vermiştir.

E 1 - H a î n i de Câmİü's Sağır haşiyesinde: Yâni hulûs-i kalb ile herhangi bir âyeti okumak vücûd hastalığına şifâdır. Hastalık­lardan kurtulmak için bâzı ilim adamlan Kur'ân-ı Kerim'in bir kısım âyetlerini tâyin etmişler ise de aslında Kur'ân-ı Kerim in bütün âyet­leri aynı etkiyi taşımaktadır. Yeter ki bu hususta sağlıklı ve tam inanç bulunsun. Kur*ân-ı Kerîm âyetleri anlamı düşünülerek ve hükümle­ri ile amel edilerek okunduğu zaman mânevi ve kalbi hastalıklara da şifâdır. Şu halde bu hadis, Kur'ân-ı Kerim in hem maddi hem mâ­nevi hastalıklara şifâ olduğunu bildirir, demiştir.[69]


39- Kına (İle Tedavi Olmak) Babı





3502) "... Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemyin âzadh cariyesi Sel-mâ Ümmü Râfi (ve Ebû Râfi'in zevcesi) (Radtyallâfıü anftümyden; Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir tarafı yaralandı­ğı veya bir tarafında diken battığı zaman o yerin üzerine kına ko­yardı."[70]


İzahı





Bu hadîsi Tirmizi de rivayet etmiştir; Ebû Dâvûd da bunun benzerini rivayet etmiştir.

Hinnâ' kına demektir. Karha, kılıç, bıçak ve benzeri bir âlet ya-rasıdır. Şevket diken demektir.

Hadîs kına ile tedavi olmanın ve erkeğin kınayı bu maksadla vü­cûdunun gerekli yerine sürmesinin câizliğine delâlet eder.

S e 1 m â (Radıyallâhü anhâ) 'nın hâl tercemesi 3327. hadis bö­lümünde geçti.

Kına ile boyanma hükmüne dâir gerekli bilgi inşâallah Libâs ki­tabının 32. babında rivayet edilen hadîslerin izahı bölümünde verile­cektir.[71]


30- Develerin İdrarları (Nı Tedâvt Îçin İçmek) Babı





3503) "... Enes (bin Mâlik) (Radtyallâhü anhyden: Şöyle demiştir:

Ureyne (kabilesin) den bâzı kimseler (Medîne-i Münevvere'de ikâmet etmek üzere) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ya­nına gelip yerleştiler. Sonra Medîne-i Münevvere iklimine alışamayıp hastalandılar. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) (onlara) :

«Bize âit bir deve sürüsünün yanına (Gâbe denilen yere) gidip develerin sütlerinden ve idrarlarından içiniz, buyurdu. Onlar da (öy­le) yaptılar."[72]


İzahı





Bu hadis 2578 numarada daha geniş bir metin hâlinde geçti. Ora­da gerekli bilgi verildiği için burada tekrarlamaya gerek yoktur. Sa­dece şunu tekrar belirtmekle yetineceğim : Mâlik, Ahmed ve selef âlimlerinden bir grup bu hadîse dayanarak eti yenen hayvan­ların idrarlarının necis olmadığına hükmetmişler. Ebû Hanîfe, Şafii ve bir cemâat ise eti yenen veya yenmeyen bütün hayvan­ların dışkı ve idrarlarının necis ve pis olduğuna hükmetmişlerdir. Ha­dîste develerin idrarlarını içme izni tedavi içindir.

Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi almak isteyenler T i r m i z i' -nin şerhi Tuhfetü'l-Ahvezî adlı kitabın 1. cildinin 77 ve 78. sahifele-rine başvurabilirler.[73]


31- Sinek (İçinde Yiyecek Veya İçecek Bulunan) Kaba Düşer, Babı





3504) "... Ebû Saîd(-i Hudrî) (Radtyattâkü a»A>'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Scllcm) şöyle buyurmuştur:

«Sineğin iki kanadının birisinde zehir, diğerinde şifâ vardır. Bu itibarla sinek bir yiyecek (veya içecek) içine düştüğü zaman onun tamamını hatırınız (sonra çıkarıp atınız). Çünkü sinek (zehirli kana­dıyla kendini koruduğu için) önce zehirli kanadını sokar ve şifâyı ge­ciktirir.-"



3505) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü û»A)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Sinek içeceğiniz (şeyle düştüğü zaman, içecek kişi sineğin her tarafını ona hatırsın, sonra sineği atsın. Çünkü sineğin iki kanadının birisinde hastalık, diğerinde şifâ vardır.»"[74]


İzahı





Ebû S a i d (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini N e s â İ de ri­vayet etmiştir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın hadi­sini Buhâri ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.

Birinci hadiste sineğin yiyecek içine, ikinci hadiste ise içecek içi­ne düştüğü zaman ifâdesi kullanılmıştır. Demek ki yapılacak işlem hem yiyecek hem de içecek hakkında uygulanır. Ebû Dâvûd'un Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anhî'den olan rivayetinde «Çün­kü sinek hastalıklı olan kanadıyla korunur» ilâvesi vardır. Bu du­ruma parantez içi ifâde ile işaret ettim. , - •

İkinci hadîste geçen " Dâ*" yâni hastalık tâbiri ile zehir anlamı­nın kasdedildiği birinci hadisten anlaşılır.

E 1 - H â f ı z , el-Fetih'te : Bâzı maharetli tabibler demişler ki: Sinekte bir zehir gücü vardır. Nitekim ısırdığı yerde kaşıntı ve şiş­kinlik görülebilir. Bu zehir sinek için bir nevi silâhtır. Bir içecek ve­ya yiyeceğe düşüp de incindiği zaman taşıdığı zehir silâhı ile karşılık vermek ister. Şâri-i Hakim bu zehrin sineğin diğer ka­nadına, Allah tarafından verilen şifâ ile nötürleştirilmesini emret­miştir. Böylece onun zararı Allah'ın izni ile önlenmiş olur, diye bilgi vermiştir.

Bizim zamanımızda tıp ilmiyle meşgul olan bâzı kimselerin bu hadis üzerine yaptıkları araştırmalar neticesinde sineğin bir kana­dında zehirli bir nevî mantarın bulunduğunu ve diğer kanadında da bunu nötürleştiren mantar bulunduğunu tesbit ettiklerini bir kaç yıl önce Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan gazetede okumuştum. Şu anda gazetenin o nüshası yanımda bulunmadığı için gerekli bilgiyi veremeyeceğim. Terceme hizmetinin aksamaması için buna işaret etmekle yetiniyorum. Meraklılar gazetenin ilgili nüsha­sını temin edebilirler.[75]


32- Nazar Değme İşi, Babı





3506) "... Âmir bin Rebîa (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine gö­re; Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«GÖz (yâni nazar değme işi) hak (yâni bir gerçek) dir.»"



3507) "... Ebû Hüreyre (Radtyaltâkü mukj'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SaüaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Göz (yâni nazar değme işi) hak (yâni bir gerçek)dir.»"



3508) "... Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlul­lah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«(Nazar'dan) Allah'a sığınınız. Çünkü göz (değme işi) gerçektir.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Ebû V&kıd var. * Onun adı Sâlth bin Muhammed bin Zaide el-Leysi'dir ve zayıftır.



3509) "... Sehl bin Huneyf'in oğlu Ebû Ümâme (Radtyallâhü anhüntâ)'-dan; Şöyle demiştir:

(Babam) Sehl bin Huneyf yıkanırken yanından Âmir bin Rebia geçti ve (onun vücûdunun güzelliğini kasdederek) :

Henüz evlenmemiş örtülü genç kızın cildi dâhil bugünkü gibi (hiç bir güzel) görmedim, dedi. Bu lâftan hemen sonra Sehl bin Huneyf yere yıkıldı. Bunun üzerine Sehl, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e götürülüp O'nat

(Yâ Resülallah)! Nazar çarpması nedeniyle yere yıkılmış vaziyet­te Sehl'e yetiş, denildi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Kimden şüpheleniyorsunuz?» buyurdu. Onlar: Âmir bin Rebia, dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) (Âmir'i azarlayarak) :

*Neye binâen biriniz (din) kardeşini öldürüyor? Biriniz (din) kardeşinden beğendiği - hayran kaldığı bir şey gördüğü zaman ona mübarek olması için duâ etsin» buyurdu.

Sonra bir mikdar su istedi ve Âmir'e abdest almasını emretti. Âmir de yüzünü, dirseklerine kadar kollarım, dizlerini ve peştema-lının içindekini (yâni belden aşağıyı) yıkadı ve Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) (bir kabta biriken bu suyu) başına dökmesini Âmİr'e emretti.

(Râvilerden) Süfyân demiştir ki: Mamer'in Zührî'den rivaye­tine göre: Ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o kabı onun arkasında ters çevirip yere koymasını Âmir'e emretti."[76]


İzahı





Âmir bin Rebia (Eadıyallâhü anh)'ın hadisinin baş­kaca kim tarafından rivayet edildiğini tesbit edemedim. E b û H ü -r e y r e (Radıyallâhü anh) "m hadîsi Buhâri, Müslim ve Ebü Dâvüd tarafından da rivayet edilmiştir. Â i ş e (Radı­yallâhü anhâ)'nın hadîsi notta belirtildiği gibi Zevâid nevindendir. Ebû Ümâme (Radıyallâhü anh) fin hadisi Nesâî, Ahmed ve Mâlik tarafından da rivayet edilmiştir.

Nazar değmesinin hak oluşundan maksad. bunun bir takım elem­lere, hastalıklara, hattâ ölümlere sebebiyet vermesinin gerçek oldu­ğunu ifâde etmektir.

Ebû Davud'un rivayet ettiği bir hadiste; Â işe (Ra­dıyallâhü anhâ) şöyle demiştir:

"Nazar değdiren kişi getirilirdi. Kendisi abdest alırdı. Sonra naza­ra uğratılan şahıs o su ile vücûdunun tamamım yıkardı."

A i ş e (Radıyallâhü anhâî 'nın bu hadisi nazar değdiren kişinin kullandığı suyun, nazara uğratılan kişinin başına döküldüğüne ve böylece vücûdunun ıslatıldığına delâlet eder. Bu itibarla müellifimi­zin rivayet ettiği Ebü Ümâme (Radıyallâhü anh)'m hadi­sinin son kısmındaki ifâdenin buna göre mânâlandırılması gerektiği kanaatındayım. Şöyle ki:

Müellifimizin rivayet ettiği Ebû Ümâme (Radıyallâhü anh)'in hadisinin sonundaki; aJ£- «r—*ı O1 v'-> cümlesi iki şekilde mâ-nâlandınlmaya müsaittir. Birincisi:

«Ve Resûlüllah o suyu Sehl'in üzerine dökmeyi Âmir'e emretti.»

İkinci ve bence kasdedilen mânâ şudur:

«Ve Resûlüllah (Aleyhi's-sa!âtü ve's-selâm) Âmir'e o suyu kendi basma dökmesini emretti.»

 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadisi ikinci mânânın kasdedil-diğini te'yid ettiği gibi, yıkama usûlünü anlatan N e v e v i ve H â f ı z' in ifâdelerinden de bu mânâ anlaşılır. Dolayısıyla; söz ko­nusu su kabının da, nazara uğratılan kişinin arkasında ters çevirilip yere konulması emredilmiş olur.

Nevevi, Müslim'in şerhinde Tıb kitabının girişinde na­zar değdiren kişinin yıkanması usûlü ile ilgili olarak özetle şöyle der:

Nazar değdiren kişinin abdest alma usûlü âl imlerce şöyle tarif edilmiştir:

Bir kap su getirilir ve kap yere konulmaz. Nazan olan şahıs bun­dan bir avuç su alıp ağzını çalkaladıktan sonra kaba döker. Sonra kabtan bir mikdar su alıp yüzünü yıkar. Daha sonra sol avucu ile su alıp sağ elini bileğine kadar yıkadıktan sonra bu kere sağ eliyle bir avuç su alıp sol elini bileğine kadar yıkar. Sonra sol avucuyla su alıp sağ dirseğini yıkar ve bunun akabinde sağ avucuyla su alıp sol dirseğini yıkar. Bundan sonra dirsekleri ile omuzları arasını yıkar.

Sonra sağ ayağını, sol ayağını, sağ dizini, sol dizini sırayla ve yu­karda anlatılan şekilde yıkar. Daha sonra peştemahnın içini, yâni sağ böğüründen aşağıya doğru yıkar. Bütün bu organlarını yıkama­da kullandığı su o kabta biriktirilir. Nazar değdiren kişi bu işi ta­mamladıktan sonra su kabını alıp nazara uğratılan şahsın arkasın­da durup onun başına döker.

Yukarda anlatılan işlemin; anlamını, hikmetini anlatmak müm­kün değildir. Bilinen bir çok hükümlerindeki sırlarım çözmek akıl gücünün dışında kalır. Sır ve hikmetinin bilinmemesi o hükümleri reddetmeyi gerektirmez.

Nazarı olan kişinin yukarda anlatılan yıkanma işine icbar edilip edilemeyeceği hususunda ihtilâf vardır. E 1-M âz iri: Bence sıhhatli olan görüş bu işin ona vâcib olmasıdır. Hele nazara uğra­yan şahsın ölmesi tehlikesi bulunup ve Şer-i Şerif bu konuda genel bir hüküm koymuş veya nazar değdiren kişinin anılan şekilde ab-dest almasıyla nazara uğratılan kişinin iyileşmesi gelenek hâlini al­mış ise ve de nazara uğrayan kişinin kurtuluşu ancak nazar değdi­ren şahsın abdest almasına bağlı görülüyorsa anılan yıkanmanın vâcibliği hükmü hususunda bir ihtilâf olmamalıdır. Çünkü bu tak­dirde ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalan bir insanı kurtarmak için tek çâre ilgili şahsın yıkanmasıdır, der.

N e v e v î bu arada Kadı I y â z' dan naklen bâzı bilgiler veriyor. Kadı Iyâz bu arada: Sonra elinde su kabı bulunan şahıs, nazara uğratılan kişinin arkasına geçerek suyu onun başına ve vücûdunun her tarafına döker, sonra kabı ters çevirip onun ar­kasında yere bırakır, der.

Nazar değdiren kişinin yıkanma usûlü, bildiğimiz abdest alma şeklinden farklı olmakla beraber buna bir nevî abdest denilmiştir. .

Konu hakkında daha geniş bilgi almak isteyenler N e v e v î' nin Müslim şerhine müracaat edebilirler.

Kadı Iyâz: Bâzı ilim adamları demişler ki: Bir kimse na­zar değdirmekle biliniyor ise ondan uzak durulmalı ve sakınılmalı-dır. Yetkili devlet adamları da böyle kimselerin halkın arasına gir­mesine mâni olmalı ve evine çekilmesini sağlamalıdır. Hattâ fakir ise geçimi devlet tarafından sağlanmakla halkm arasına girmesine izin verilmemelidir. Çünkü böyle bir kimsenin zararı soğan - sarım­sak gibi fena kokulu şeyler yemiş kimsenin cemaata rahatsızlık ver­me zararından büyüktür. Halbuki Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) soğan - sarımsak gibi hoşlanılmayan kokulu bir şey yiyen kim­seleri mescidlere girmekten menetmiştir. Keza Ömer (Radıyal-lâhü anh) cüzzamlı kimsenin halkın arasına girmesine izin verme­miştir. Ömer (Radıyallâhü anh)'den sonra gelen âlimler de ay­nı şeyi yapmışlardır. Zararlı davarların tecridi emredilmiştir. Na­zar değdiren kişinin zararı yukarda anlatılanların zararlarından be­terdir. Bu ilim adamlarının görüşü doğrudur ve tek çâredir. Buna mu­halif görüş beyân edeni bilmiyorum, der.

E 1 - H â f ı z da el-Fetihte Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsinin izahını yaparken konu ile ilgili bâzı hadisleri ve ilim adamlarının görüşlerini nakleder ve bu arada: Söz konusu yı­kanma usûlü sahâbîler arasında malumdu. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) yıkanma arzusu karşısında ilgili şahsın bundan im­tina etmemesini emretmiştir. Yıkanmanın en az faydası mevcut şüp» beyi gidermektir. Yıkanma, nazarın ilgilide tesir yapıp yerleşmesi hâ­linde uygulanacak son çâredir. İş henüz bu raddeye gelmemiş ise na­zar sahibi, nazarının etkisiz kalması için baktığı kişiye bereket dua­sını okumalıdır. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) on* bu yolu göstermiştir. Çünkü Sehl bin Huneyf (Radıyallâhü anh) olayında «...O kimseye bereket duasında bulunsun» Duyurul­muştur. B e z z â r' in rivayet ettiği E n e s (Radıyallâhü anh) 'in hadisinde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Kim bir şey görüp de onu beğenir ve; derse ona zarar vermez» buyurmuştur.[77]


Hadislerden Çıkarılan Hükümler:





1. Nazar değme işi gerçek olup birtakım hastalıklara, hattâ ölü­me sebep olabilir.

2. Nazar değme tehlikesinden korunmak için Allah'a sığınmah.

3. Nazar değdirme durumunda olan kişi bir kimsenin bir şeyi­ni beğendiği zaman ona zarar vermemek için bereket duasında bulunmalı, beğendiği şeyin sahibine mübarek olmasını dilemelidir. Ve­ya yukarda yazılı duayı okumalıdır.

4. Nazar değdirmek bir çekememezlik, kıskançlık veya imren­me duygusu ile beraber olabildiği gibi böyle bir duygu olmaksızın da olabilir. Bu itibarla bakılan şahıs bakanın ahbabı, yakını da olsa ay­nı zarar gelebilir. Keza bakan kişi takva ve salâhat sahibi de olsa nazarı dokunabilir.

5. Nazar bakılan şahsı öldürebilir.

6. Nazar eden kişi tanındığı takdirde yukarda anlatılan biçim­de yıkanması istenebilir. O da buna uymalıdır.

7. Vücûdunun yıkanması işinde kullanılmış olan bir su pis ve necis sayılmaz.

Hafız, el-Fetih'te yukardaki hükümleri beyân ettikten sonra sözlerine devamla şöyle der:

Nazarı ile başkasını zarara sokan kişiye bu zararın ödetilip öde-tilmemesi hususunda ilim adamları ihtilaf etmişlerdir. Kurtubi: Nazar sahibi, baktığı kişiyi bir zarara soktuğu takdirde o zaran öde­mekle mükelleftir ve nazarı ile insanları öldürdüğü defalarca sabit ise, ceza olarak kısas yoluyla öldürülür veya diyet ödemesine hük­medilir, demiştir. Ş â f i i 1 e r kısasa hükmetmemişler ve bilâkis buna karşı çıkmışlardır. N e v e v î, er-Ravda'da: Nazar işinde ne diyet var, ne de keffâret, demiştir.

Son hadîste sözü edilen Sehl bin Huneyf (Radıyal-lâhü anh) 'm hâl tercemesi 506. hadîs bölümünde geçmiştir. Bu sahâ-biye nazarı değen sahâbilerden Âmir bin Rebıa (Radıyal-lâhü anh)'in hâl tercemesi ise 907. hadîs bölümünde geçmiştir.

Ebû Ümâme Es'ad bin Sehl bin Huneyf (Radıyallâhü anhümhnki de 2533. hadîs bölümünde geçmiştir.[78]


33 — nazar değmesinden dolayı okumakla tedavi olmak isteyenin babı





3510) "... Esma (bint-İ Umeys) (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edildi­ğine göre kendisi :

Yâ Resûlallah (Ebû Talibin oğlu) Cafer'in oğullarına cidden na­zar değiyor. Ben onlar için şifâ dileğiyle okutturayım (mı)? demiş. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Evet. Çünkü kader ile yarışan bir şey olsaydı, nazar değme işi (yarışıp) onu geçerdi (yâni kaderi değiştirecekti)» buyurmuştur."[79]


İzahı





Bu hadîsi Tirmizi, Nesâi, Ahmed ve Tahâvî de rivayet etmişlerdir. Esma (Radıyallâhü anhâ), H z . C a' -fer (Radıyallâhü anh)'m zevcesi idi, hâl tercemesi 1611. hadis bö­lümünde geçti.

Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayayım:

Ayn: Göz demektir. Burada nazar değme anlamında kullanılmış­tır.

İstirka: Rukye istemektir. Rukye ise şifâ dileğiyle okunan şeye denildiği gibi okuyarak tedavi etmek, şifâ temennisiyle Allah'a sığı­narak nefes etmeye de denir. Başka bir deyimle hasta hakkında şifâ dilemek için Kur*ân-ı Kerîm âyetleri ile veya Allah'ın isimleri ve sı­fatları ile Allah'a duâ ve iltica etmektir. Buna nefes etmek denilir.

Rukye ve İstirka kelimeleri ile bu kelimelerden türeme fiiller ge­rek bu bâbta ve gerekse takip eden bâblarda çok geçeceği için bu iki kelime yerine nefes etmek ve nefes ettirmek ifâdelerini kullana­cağım.

Nefes etmek veya ettirmek yukarda anlattığım gibi Kur'ân âyet­leri, Allah'ın isim ve sıfatlan veya anlamı bilinen ve îslâmî prensip­lere aykırı olmayan dualar ile yapılıp hastanın şifâya kavuşması için Allah'a iltica ve sığınma mâhiyetinde olduğu takdirde meşrudur, fay­dalıdır. Fakat anlamı bilinmeyen sözlerle veya îslâmi prensiplere ay­kırı kelimelerle nefes etmek veya ettirmek ise caiz değildir. Bu hu­suslar gelecek bâblarda rivayet olunan hadislerin terceme ve izahla­rında tekrar görülecektir.

Hadisin «Çünkü kader ile yarışan bir şey olsaydı...» ifâdesinden maksat nazar değme işinin çetinliği ve zararının fazlalığını belirtmek­tir. Yâni eğer takdir-i İlâhî hilâfına bir şeyin meydana gelmesi müm­kün olsaydı o şey nazar değme işi olacaktı.

Tuhfe yazarının beyânına göre Ehl-i Sünnet âlimleri şöy­le demişlerdir: Nazarı olan şahıs bir kimseye baktığı zaman ona zarar verebilir, yâni zarara sebebiyet vermiş olur. Zararın sebebi ve faili bakan kişidir, zararın yaratıcısı ise Allah'tır.[80]


Hadîsten Çıkan Hükümler:





1. Nazar değmesi gerçektir. Bununla ilgili hadîsler ve izah bun­dan önceki bâbta geçti.

2. Nazar değmiş kimseye nefes etmek meşrudur. Nefes etmenin ne ile olacağı hususuna yukarda işaret edildi.



3511) '-... Ebû Saîd(-i Hudrî) (Radtyallâhü <«A)'den; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (cinlerin ve insanların nazarından Allah'a sığınırım gibi dualarla) cinlerin nazarından, son­ra insanların nazarından Allah'a iltica ederdi. Sonra Muavvizetan (yâni Felak ve Nâs sûreleri) inince bu sûreleri tuttu ve başkasını (yâ­ni diğer duaları) bıraktı."



3512) '... Âişe (Radtyallâhü ûjıAâ)'dan rivayet edildiğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona nazardan dolayı nefes ettirmesini emretti/'[81]


İzahı





E b û S a İ d (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizl ve N e s â i de rivayet etmişlerdir. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisi ise Buhârî, Müslim ve Nesâİ tarafından da rivayet edilmiştir.

Bu hadîsler de nazar değen kimsenin şifâya kavuşması için Al­lah'a sığınarak ve O'ndan şifâ dileyerek Kur'an âyetlerini, Allah'ın isim ve sıfatlarını okumanın ve duâ etmenin meşruluğuna ve fayda­lı olduğuna delâlet eder.

Felâk ve Nâs sûrelerinde her çeşit fenalıklardan ve hoş­lanılmayan şeylerden Allah'a sığınmayı ifâde eden âyetler bulundu­ğu için Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sal ât ü ve's-selâm) bu iki sûre ile Al­lah'a sığınmayı tercih etmiştir.[82]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




TIB BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: TIB BÖLÜMÜ   TIB BÖLÜMÜ Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 1:49 am

34- Şifâ Dileğiyle İzin Verilen Okumalar





3513) "... Büreyde (Radıyaltâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

* (En yararlı) nefes etmek, ancak nazar değmesi veya zehirli hay­vanın sokmasından dolayı olanıdır.»"



3514) Halide bint-i Enes Ümmü Benî Hazm es-Sâidiyye (Radtyallâkü an Ay'dan rivayet edildiğine göre :

Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e giderek has­taların şifâya kavuşması için okuduğu şeyleri O'na arz etmiş, Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de o şeyleri okumasını emretmiş (yâni okumasına izin vermiş) tir."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih olup râvileri sıka, yâni güvenilir zatlardır. Müellifimizin rivayet ettiği bu hadisten başka Halide (R-A.)'nın hiç bir hadisi Küttib-i Sitte'de yoktur.



3515) "... Câbir (bin Abdillah) (RadtyaUâhü anhümâ)'dan; Şöyle de­miştir :

Ensâr'dan Âli Amr bin Hazm denilen bir ev halkı zehirli hayvan­ların zehrinden dolayı nefes ediyorlardı (yani anılan hayvanların ze­hirlediği hastaya okuyorlardı). Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) nefes etme işlerini yasaklayınca o ev halkı O'na giderek:

— Yâ Resûlallah! Sen nefes etme işlerini yasakladın. Halbuki biz zehirli hayvanların sokmasıyla olan zehire nefes ediyoruz (ne buyu-rulur?), dediler. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), onlara:

— «Okuduklarınızı bana arzediniz» buyurdu. Onlar da O'na ar-zettiler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Bu okuduğunuz şeylerle nefes etmenizde bir sakınca yoktur. Bunlar bir takım ahidlerdir» buyurdu."



3516) "... Enes (Radtyallâkü ö»A)'den rivayet edildiğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zehirli hayvanın zehir­lemesi, nazar değmesi ve nemle (denilen çıban) den dolayı nefes et­meye izin vermiştir.[83]


İzahı





Büreyde (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi ile Câbir (Radı-yallâhü anh) 'in hadîsini Müslim de rivayet etmiştir. Halide (Radıyallâhü anhâVnın hadîsi Zevâid nevindendir. Enes (Radı­yallâhü anh)'ın hadîsi ise Müslim, Tirmizi, N e s â 1 ve A h m e d tarafından da rivayet edilmiştir.

Bu babın hadislerinde geçen bazı kelimeleri açıklayalım: Rüka: Rukye'nin çoğuludur. Rukye, bundan önceki bâbta anlatıl­dığı gibi şifâ dileğiyle Allah'a sığınarak hastaya okumaktır. Küfür ve Allah'a ortak koşmayı içeren veya buna anlam taşıyan bâtıl bir takım lâflarla da hastaya okuyuculuk edilebilir. Bu nevi lâflara ve­ya bunları okumaya da Rükye denilir. Bu itibarla Rukye'nin meşru ve faydalı olanı olduğu gibi, gayri meşru ve zararlı olanı da vardır.

3514. hadîsin râviyesi Halide (Radıyallâhü anhâ) 'nın oku­duğu Rükye ve 3515. hadiste sözü edilen Amr bin Hazm'ın ev halkının okuduğu Rükye, birinci neviden olduğu için Resûl-i Ek­rem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) buna izin vermiştir.

Hadîslerde geçen "Hume" kelimesi değişik şekillerde mânâlan-dınlmıştır. S u' I e b ve bâzı kimseler; Hume, akrebin zehridir, de­mişler. El-Kazzâz'a göre akrebin iğnesidir. î b n - i S e y -y i d e ' ye göre akrep ve arının iğnesidir. H a 11 â b i ise: Hume, yılan ve akrep gibi zehirli haşerata denilir, demiştir.

Nemle: İnsanın vücûdunda, özellikle yanlarında ve böğürlerinde çıkan bir nevî çıbandır, nefes edilmekle Allah'ın izniyle kaybolur.

Bu babın ilk hadîsinin zahirine göre rukye, yâni nefes etmek yal­nız nazar değmesi ve hume, yâni zehirli hayvanın sokması için yarar­lıdır. Halbuki nefes etmenin başka hastalıklar için de yararlı oldu­ğu müteaddid hadîslerden anlaşılır. Bunların bir kısmı müellifimiz tarafından bu ve bunu takip eden bâblarda rivayet edilmiştir. Bu itibarla ilk hadîs, yâni B ü r e y d e (Radıyallâhü anh) 'm hadisin­den maksad nefes etmenin en çok faydalı olduğu iki sahayı belirt­mektir.

T ü r b e ş t î : Ruhsat ve izin, yasaklamadan sonra olur. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) haftalara okunan şeylerde câhi-liyet devrine âit bir takım bâtıl lâfların bulunması ihtimâli üzerine ilk zamanlarda nefes etmeyi yasaklamış. Halk da bu işi bırakmış. Sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), içinde câhiliyet devri sözleri bulunmayan rukyelerle nefes etmeye ruhsat vermiştir, der.

El-Hâfız da el-Fetih in 10. cildinin 166. sah i fesinde özetle şöyle der:

Nefes etmek şu şartlarla caizdir, âlimler bu hususta ittifak ha­lindedir: Nefes etmek; âyetler veya Allah'ın isimleri ve sıfatları ve mânâsı bilinen cümlelerle olacak ve gerek nefes eden gerekse nefes edilen kişiler okunan şeylerin bizatihi tesirli olmayıp asıl tesirin Al­lah'ın iznine bağlı olduğuna inanacaklar.

Vuku bulan herşeyde Allah'a iltica etmenin ve O'na sığınmanın meşruluğu hususunda ihtilâf yoktur. Her belâ ve musibetin gideril­mesi için Allah'a duâ etmek ve yalvarmak meşrudur, faydalıdır.

1 b n ü' t - T i n : Allah'a sığınmayı ifâde eden F e 1 â k ve N â s sûreleri ve dualar ile Allah'ın isimleri ile edilen nefes, takva ve salâhat ehli tarafmdan ve onların mübarek dilleri ile yapıldığı za­man ruhanî bir tedavi olur. Bu gibi zâtların ettikleri nefes, Allah'ın izni ile şifâya sebep olur, demiştir.

K u r t u b î de : Rükyeler üç çeşittir: Allah'ın kelâm'ı ve isim­leri ile olanı meşrudur. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tara­fından şifâ niyetiyle okunan âyetler ve dualarla yapılan rükyeler ise müstehabtır. Anlamı bilinmeyen ve câhiliyet devrinden kalma-rük­yeler yasaktır, bundan sakmmak vâcibtir. Çünkü bu nevi nefesler ve lâflar küfür olabilir, ya da küfre götürebilir. Melekler, saygı du­yulan Arş ve Ka'be gibi şeylerin isimleri ile yapılan rükye­ler yasak olmamakla beraber içinde Allah'a sığmmak ve iltica etmek bulunmadığı için yapılmaması daha iyidir, demiştir.[84]


35 — Yılan Ve Akrep Sokması Dolayısıyla Nefes Etmek Babı





3517) "... Âişe (Radıyallâhü anhâydan: Şöyle demiştir:

Resul u İlah (Sallallahü Aleyhi ve S e 11 em) yılan ve akrebin sok­masından dolayı nefes etmeye ruhsat vermiştir."



3518) "... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir:

Akrep bir adama soktu da adam o gece uyuyamadi. Sonra Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:

— Falan adamı bir akrep soktu da adam o gece uyuyamadı, de-nildi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyur­du ki:

— «Bilmiş olunuz ki o adam akşamladığı zaman;

= Yaratıkların şerrinden Allah'ın

mükemmel kelimelerine sığınırım, deseydi sabahlaymcaya kadar hiç bir akrebin sokması ona zarar vermeyecekti."

Not: Bunun senedinin sahih olup râvllerinin güvenilir zâtlar olduğu, Ze> vâid'de belirtilmiştir.



3519) "... Amr bin Hazm (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Yılan sokmasından dolayı okunan rukye (nefes etme) yi Resûlul­lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e arz ettim. O, bunu emretti (yâni

okunmasına izin verdi)."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Tirmizi demiş ki bu hadis mürsel yâni munkatidir. Çünkü Ebû. Bekir, Muhammed bin Amr bin Hazm'ın oğludur ve dede­si olan Amr'a yetişmemiştir.[85]


İzahı





 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'mn hadîsinin benzeri B u h â r i ve Müslim tarafından da rivayet edilmiştir. B u h â r i, "Yüan ve akrep rükyesi" başlığı ile açtığı bâbta  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'dan; ir- = -Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her zehirli hayvanın zehirine okunmaya (yâni nefes etmeye) İzin verdi.» hadisini rivayet etmiştir.

Bu babın diğer hadisleri Zevâid nevindendir. Son hadîste geçen Nehşe kelimesinin asıl mânâsı sokmaktır. Burada yılanın sokmasın­dan dolayı edilen nefes mânâsı kasdedilmiştir.

îkinci hadiste buyuruları duâ ile bir kimse Allah'a sığınarak il­tica ederse akrep ve yılanın şerrinden Allah'ın izni ile korunmuş olur. Şu halde akrep ve yılan gibi zehirli hayvanın rukyelerinden biri bu duadır.

Bu babın hadisleri yılan ve akrep sokmasına okumanın, nefes et­menin meşruluğuna delâlet eder.

Son hadisin râvisi Amr bin Hazm (Radıyallâhü anh) 'in hâl tercemesi 1601. hadis bölümünde verildi.[86]


36 — Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem) İn Hastalara Şifâ Dileğiyle Allah'a Sığınarak Ettiği Duâ ve Ona (Cebrâîl Tarafından) Aynı Maksadla Edilen Duâ Babı





3520) .. Aişe (Radtyallâhü anhâydan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastaya gidip ona duâ ettiği zaman Şöyle niyaz ederdi:

«Bu hastalığı gider, ey insanların Rabbi ve şifâ buyur. Ancak sen şifâ verirsin. Senin şifandan başka hiçbir şifâ yoktur. Hiçbir hasta­lık bırakmayan bir şifâ ihsan eyle.»"



3521) "... Aişe (RadtyaUâkü anhâyâan rivayet edildiğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hastaya nefes etme­si bazen şöyle olurdu t (Mübarek şehâdet) parmağına biraz (müba­rek) tükürüğünü bulaştırarak (ve parmağını toprağa sürerek) :

-Allah'ın ismiyle (şifâ dilerim). Şu, bâzımızın tükürüğü ile karı­şık yurdumuzun toprağıdır, Rabbimizın izniyle hastamızın şif âl an ma­sı içindir» buyururdu."[87]


İzahı





 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın her iki hadîsi B u h â r î ve Müslim tarafından da rivayet edilmiş olup ikinci hadîsi E b û Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.

AvnÜ'l-Mabûd yazarı ikinci hadîsin şerhinde N e v e v i' den naklen şöyle der: Bu hadisin mânâsı şöyledir: Peygamber (Aleyhi'ssalâtü ve's-selâm) hastaya şifâ dilerken mübarek şehâdet parmağına mübarek tükürüğünden biraz sürer ve ıslak parmağını temiz bir top­rağa kordu. Sonra parmağına bulaşan toprakla hastanın yaralı veya ağıran yerini sıvardı ve o esnada hadîste anılan duayı okurdu. «Şu bizim yurdumuzun toprağıdır» buyuruğu ite yer küresi toprağı kas-dedilmiştir. Bir kavle göre Medine-i Münevvere toprağı kasdedilmiştir. Çünkü bu beldenin özel bir bereketi vardır. Hadîsin -Bazımızın tükürüğüdür* buyruğundan m aksa d da Peygamber (Aley-h i's-salâtü ve's-selâm) in tükürüğüdür.

Gerek Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in tükürüğü ve ge­rekse Medîne-i Münevvere toprağının feyiz ve bere­keti ile yüce şerefi malumdur.

K u r t u b i : Bu hadisler her nevi hastalığa okumanın faydalı olduğuna delâlet eder, demiştir.



3522) "... Osman hin Ebi'l-As es-Sakafî (Radıyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir:

Beni helak olmaya yaklaştıran bir ağrıya tutulmuş olduğum hal­de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gittim. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana:

«Sağ elini ağıran yerin üzerine koy ve;

«Allah'ın adıyla (şifâ diliyorum). Hâlen duymakta olduğum ağrı ve duyacağımdan korktuğum ağrının şerrinden Allah'ın izzet ve kud­retine sığınıyorum, duasını yedi defa söyle- buyurdu. Ben de bunu söyledim. Bunun üzerine Allah bana şifâ verdi."[88]


İzahı





Bu hadisi Muslini, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ne-sâî, Taberânî ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde «Sağ elini ağıran yere yedi defa sür* buyurmuştur. Bir kısım rivayetlerde, - Bismillah'ı üç kez tekrarla ve şu duayı yedi defa söyle» buyurulmuştur.

T i r m i z i' nin rivayetinde Osman bin Ebi'l-Âs «Ve ben o günden beri bunu aile ferdi erime ve başkalarına tavsiye ederim» demiştir.

Bu hadîs, ağrı ve hastalığın giderilmesi için böyle yapmanın ve anılan duayı okumanın faydalı olduğuna delâlet eder.

Osman (Radıyallâhü anh)'m hâl tercemesi 714. hadis bölü­münde geçti.



3523) "... Ebû Saîd(-i Hudrî) (Radıyallâhü anhyâen rivayet edildiğine :

Cebrail (Aleyhisselâm), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e gelerek:

— Yâ Muhammed, rahatsız mısın? demiş. Resûl-i Ekrem (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) (de) :

— «Evet», demiş. Cebrail (O'na nefes ederek) şöyle demiştir:

«Sana eziyet eden herşeyden kurtulman için Allah'm ismiyle O'na iltica ederim, sığınırım. Her nefsin veya her gözün ya da her hasedçi (çekememezlik ede) nin şerrinden Allah sana şifâ ihsan buyursun. Allah'ın ismiyle şifâ dileyerek sana okurum.»"



3524) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyâen: Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalığım münâsebe­tiyle beni (bir ara) ziyarete geldi ve bana ■.

— «Cebrail'in bana getirdiği bir rukye (hastanın şifâya kavuş­ması dileğine dâir dua)yi sana okumayayım mı?» buyurdu. Ben:

— Babam ve anam sana feda olsun. Oku, Yâ Resûlallah dedim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üç kez şu duayı okudu:

«Şifâya kavuşmanı dileyerek, Allah'a sığınarak O'nun ismi ile sana okurum. Allah, sendeki her hastalıktan, düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden ve hased ettiği zaman hasedçinin şerrinden sana şifâ ihsan buyursun.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Asım bin Ubeydillah bin Asım bin Ömer el-Ömeri bulunur. Bu râvi zayıftır.



3525) "... İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ )'&av\; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (torunları) Hasan ve Hüseyin'e korunmaları için;

-Her şeytan ve zehirli haşerattan ve dokunan her kötü gözden Al-, lah'ın mükemmel olan kelimelerine (yâni Kur'ân âyetlerine veya Al­lah'ın isim ve sıfatlarına) sığınırım» duasını okurdu.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : -Ve babamız İbrahim, İsmail ve İshâk'a ettiği bu dua ile Allah'a sığınırdı- buyurdu veya «Ve babamız İbrahim, İsmail ve Yakûb'a ettiği bu dua ile Allah'a sı­ğınırdı* buyurdu.

Bu, râvi Vekînin hadisidir."[89]


İzahı





E b û S a i d (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Müslim de rivayet etmiştir. Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anhî'ın hadî­si Zevâid nevindendir. tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) '-nın hadîsini T i r m i z i de rivayet etmiştir.

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) 'nın hadisinin sonun­da «Ve babamız İbrahim...» diye başlayan fıkranın merfû1, yâni Pey­gamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in buyruğu olması kuvvetle muh­temeldir. Bu fıkra T i r m i z i' nin rivayetinde Peygamber (Aley­hi's-salâtü ve's-selâm)'in buyruğu olarak-

= Ve Peygamber buyuruyordu ki: «İbrahim, İshâk ve İsmail'e böylece dua ederek Allah'a sı­ğınırdı» şeklindedir. T i r m i z i' nin rivayeti söz konusu fıkranın Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) e âit olduğuna bence delil sayıldığı için tercemede buna taraftar oldum. Mamafih, bu fıkra İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'ya âit olabilir. Çünkü î b r â h I m (Aleyhisselânıî Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-se­lâm) 'in dedesi olduğu gibi amcası oğlu îbn-i Abbâs (Radı­yallâhü anhümâ)'nın da dedesidir.

Bilindiği gibi İsmail ve İshâk, İbrahim'in oğul­landır. Yakûb da îshâk'ın oğludur. Allah'ın salât ve se­lâmı Peygamberimize ve bu peygamberler ile diğer peygamberlere ol­sun.

Ebû Said ile Ebû Hüreyre hadisleri Cebrail (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-se­lâm) 'e okuduğu duayı, son hadîs de Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmVin torunlarına okuduğu duayı bildirirler. Hastalıklardan şifâ­ya kavuşmak ve belâlardan korunmak için bu duaları okumak meşru ve faydalıdır.

Son hadiste geçen "Kelimâtullah = Allah'ın kelimeleri" ifâdesi ile bir kavle göre Kur'ân-ı Kerîm, diğer bir kavle göre Allah'ın isim ve sıfatlan kasdedilmiştir. Bunlarda bir eksikliğin bulunması söz ko­nusu olmadığı için "Tâmme" sıfatı ile sıfatlandınlmıştır.

Hamme: Öldürücü zehir taşıyan hayvan ve zehirli haşerat mânâ­larına gelir.

Ayn-i Lâmme: Hastalık ve kötülük veren, nazar değdiren göz demektir.

Bu son hadîsi müellifimiz, Muhammed bin Süley­man aracılığıyla V e k i' den rivayet etmiş, ayrıca E b û Be­kir bin el-Hall&d aracılığıyla da E b û Âmir' den ri­vayet etmiştir. Müellifimiz hadîsi rivayet ettikten sonra hadîs metni kelimelerinin V e k i' den aldığı rivayete âit olduğunu belirtmiş­tir.[90]


37- Humma Hastalığına Okunan Dua Babı





3526) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve S elle m) onlara humma hasta­lığı için ve ağrılar için şu duayı okumalarını öğretmiştir:

Büyük olan Allah'ın adıyla (şifâ dilerim). Kan fışkırtan damarın şerrinden ve ateşin hararetinden azametli olan Allah'a sığınırım.»

Râvi Ebû Âmir demiştir ki: Ben bunda halka muhalefet ederek; j}*i = "Naaâr'in1* kelimesi yerine; jCC derim.

Abdurrahman bin İbrahim ed-Dımışkî ... senediyle bunun mislini Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet etmiş ve;

— «Kanı sesli çıkan damarın şerrinden» demiştir."[91]


İzahı





Bu hadisi Tirmizi, Ahmed, Beyhakî ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.

Hadis, humma hastalığı ve diğer hastalıklar için mezkûr duayı okumanın meşruluğuna delâlet eder.

Humma hastalığı hararetinin cehennemin hararetinden bir parça veya ona benzer durumda olduğuna dâir hadîsler vardır. Bu nedenle­dir ki, humma hastalığından şifâya kavuşmak maksadıyla edilen bu duada «ve ateşin hararetinin şerrinden* ifâdesi kullanılmıştır.

Hadiste geçen "Naaâr" kan fışkırtan manasınadır. Kan fışkırtan damarın şerrinden Allah'a sığınma duasında bulunmanın sebebi ise böyle bir kam durdurmanın zorluğu ve durdurulamaması hâlindeki hayati tehlikedir.

Bâzı rivayetlerde "Naaâr" yerinde bulunan "Yaaâr" kelimesi ise ses veren demektir. Yaaar damar, kanı sesli çıkan damardır. Böyle bir damarın kanı tazyikli olur ve durdurulmaması hâlinde hayatî teh­like olur.



3527) li... Ubâde bin es-Sâmit (Radtyallâhü anh)'c\en rivayet edildiğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) humma hastalığının şiddetine yakalanmış iken Cebrail (Aleyhisselâm) O'na gelerek şu duayı okudu:

«Allah'ın ismiyle (şifânı dilerim). Sana eziyet eden her şeyden kurtulman, korunman için sana okurum. Hasedçinin hasedinden ve her nazardan Allah sana şifâ ihsan buyursun.-"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bumın senedi hasendir. Çünkü İbn-i Sev-bân'ın adı Abdurrahman bin Sâbit'tir ve îbn-i Sevbân'ın güvenilirUgi hususunda ihtüâf vardır. Senedin kalan râvîleri sıka, güvenilir zâtlardır.[92]


38- Şifâ Maksadıyla Hastaya Okunduğunda Üflemek Babı





3528) "... Aişe (Radtyallâhü ankâ)'â&n; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şifâ dileğiyle Allah'a sığınarak hastaya okurken üflerdi."



3529) "... Âişe (Radtyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalandığı zaman kendi üzerine Muavvİze sûrelerini okurdu ve ûflerdi. (Son hastalı­ğında) ağrısı şiddetlenince ben O'na (Muavvize sûrelerini) okur ve bereketini umarak O'nun eliyle vücûdunu sıvardım."[93]


İzahı





Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın ilk hadîsinin başka kim tarafım­dan rivayet edildiğine bakılmalıdır, tkinci hadisi B u h a r I, Müs­lim, Ebû Dâvûd ve Nesâî tarafından da rivaytf edil­miştir.

Muavvizât: MuavVize'nin çoğuludur. Kur'aa-ı KMİmin F • 1A k

ve N â s sûrelerine Muavvize sûreleri denilir. Çünkü bu iki sûrede Tâviz, yâni Allah'a sığınmaya dâir âyetler vardır. Hadis âlim­leri : Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), bu iki sûre ile be­raber I h 1 â s sûresini de okuduğu için en az üç sûre anlamını ifâde eden çoğul sığası kullanılmıştır, derler.

Nefs: Üflemektir. Bu iki hadîs, AUah*a sığınarak ve O'ndan şi­fâ dileyerek hastaya Kur'an-ı Kerîm âyetleri veya Allah'ın isim ve sıfatları ve dualar okunduğu zaman üflemenin de meşru olduğuna delâlet eder.

Müslim'in "Tıb" kitabının "Hastaya Rukye WUa" bölümün­de N e v e v i özetle şu bilgiyi verir:

Nefs: Hafif ve tükürüksüz üflemedir. Bu bâbtaki hadis, hastaya okunduğunda üflemenin müstehabhğına delâlet eder. Âlimler buaun caizliği üzerine ittifak etmişlerdir. Sahâbîlerin, tabiilerin ve onlardan sonra gelenlerin cumhuru bunun müstehablığına hükmetmişlerdir.

Ebû Ubeyd demiş ki: Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hastaya okuduğunda üflemesinin keyfiyetini  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'ya sordum.  i ş e dedi ki; Kuru üzüm yiyen kimsenin (üzüme bulaşmış toz gibi şeyleri gidermek için) üflemesi gibi idi, tükürüzsüzdü.

Üflemenin faydası, Kur'an-ı Kerîm âyetleri, Allah'ın isim ve sı­fatları ve vârid dualar okunurken okuyucunun nefesi zikirle karı­şık halde çıkar ve böylece feyiz ve berekete vesile olabilir. Şu nok­tayı da belirteyim: Her okuyucunun okuması ve üflemesine aldan-naamak gerekir. Günümüzde bir sürü büyücü, üfürükçü ve muskacı sahte kimseler bulunur. Bunlardan fayda değil zarar gelir. İslâm'ın tasvib ettiği okuma ve üfleme, dinî ilimlerle cihazlanmış, takva sahi­bi, dürüst, karekteri mazbut, ibâdete düşkün, haram lokmaya eğilme­yen, maddî çıkar beklemeyen ve istismarcı olmayan kimsenin Allah'a sığınarak ve O'ndan şifâ dileyerek edeceği duâ ve niyazla okuyup üflemesidir.

B u h â r i' de rivayet edildiğine göre râvî M a ' m e r şöyle demiştir: Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in üfleme keyfiyetini Z ü h r î' ye sordum. O şöyle cevab verdi: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ellerine üflerdi, sonra elleriyle yüzünü mesh ederdi.

Yine Buhâri' nin rivayet ettiği bir hadiste; "Âişe (Ra-djyallâhü anhâ) şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yatağına gireceği za­man İhlâs ve Muavvizeteyn (yâni; sûrelerini okuyup avuçlarına üflerdi. Sonra elleriyle, yüzünü ve elle­rinin yetişebildiği vücûdunun her tarafını sıvardı. Âişe demiştir ki i Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalanınca O'na böyle yapmamı bana emrederdi. Râvî Yûnus demiştir ki i Ben İbn-1 Şihâb'ın yatağına girerken aynı şeyi yaptığını gördüm."[94]


Hadîslerden Çıkan Hükümler:





1. Hastalanan kişinin kendi üzerine İhlâs, Felâk've N â s sûrelerini okuması ve okurken ellerine üfleyip, elleriyle vücû­dunu sıvaması müstehabtır.

2. Hastaya başkasınm bu şekilde okuyup üflemesi müstehabtır.

3. Hasta, kendisine okuyacak kimseden faziletçe, ilim ve tak­vaca üstün durumda ise; okuyucu anılan sûreleri okurken hastanın ellerine üflemeli ve hastanın elleriyle vücûdunu sıvamahdır. Çünkü Âişe (Radıyallâhü anhâ) böyle yapmıştır.[95]


39- Temâim (Nazarlıklar - Muskalar)I Takmak Bâb!





3530) "... Abdullah (bin Mes'ûd)'un zevcesi Zeyneb (Radtyallâhü anhâ)*-dan; Şöyle demiştir :

Yaşh bir kadın yanımıza girip humre (denilen bir nevi veba) hastalığına okurdu. Ayakları vKun bir divanımız vardı. (Eşim) Ab-dmHah eve gireceği zaman (geldiğini sezdirmek için) öksürüp sesle­nirdi. Günün birinde Abdullah eve girdi. Okuyucu yaşlı kadın onun s«sîai duyunca endan saklandı. AbdaHah da gelip yanıma oturdu ve eli bana dokununca bir ipliğe değdi. Sonra: Bu nedir? dedi. Ben de t Hunrre (denilen) hastalığa benkn için bn ipliğe okundu, dedim. Bu­nun ürerine Abdullah ipliği çakip keserek attı ve: Abdullah'ın ev halkmıa şirk (yâni Allah'a ortak koşmak) sayılan bir şeyi kullanma­ya ihtiyaçları yoktur. Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) '-den:

«Rukyeler, nazarlıklar ve büyü şüphesiz bir şirk (yâni Allah'a ortak koşmak)tır» buyurduğunu işittim, dedi. Ben:

Bir gün dışarı çıktım da falan adam beni gördü. Bunun üzerine onun tarafındaki gözüm yaşardı. O günden beri gözüme okutturdu­ğum zaman gözümün yası durur ve okutmayı bıraktığım zaman gö­züm yaşarır, dedim. Abdullah:

O, şeytandır. Sen ona itaat ettiğin zaman seni bırakır ve ona is­yan ettiğin zaman parmağı ile senin gözüne dürtüyor. Lâkin eğer sen, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yaptığı gibi yapsaydın senin için hayırlı ve şifâya kavuşman için çok münâsip olurdu: Gö­züne su serpip şöyle dersin: Bu hastalığı gider, Ey insanların Rabbi. Şifâ ver. Ancak sen şifâ verirsin. Senin şifandan başka hiçbir şifâ yoktur. Hiçbir hastalık bırakmayan bir şifâ ihsan buyur, dedi."

Not: Zev&id'de şöyle denilmiştir : Kbû Davûd bu hadisin bir kısmım riva­yet etmiştir. Hâkim de cl-MOstedrakte bunu rivAyet etmiştir.[96]


İzahı





Hadiste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:

Humre t Bir hastalık ismidir. El-Müncid'de: Bu hastalık vebâ/nın bir çeşididir, ateş yapar, deride yer yer kızartılara sebebiyet verir ve mikroplan; vücuddaki yara, bere veyâ»derideki tahrişli yerlerden vü­cûda girer, denilmiştir..

Ruka i Rukye'nin çoğuludur. Hattâbi: Yasak kılınan Ruk-ye, anlamı bilinmeyen lâflarla yapılanıdır. Hastanın şifâya kavuşma­sı için anlamı bilinmeyen kelime ve cümlelerle nefes etmek, sihir ve­ya küfrü gerektiren lâfları içerebilir. Bu itibarla yasaktır. Ama anla­mı bilinen ve Allah'ın isim ve sıfatlarını içeren okumalar yasak de­ğildir, bilâkis müstehab ve mübarektir, demiştir. Rukye ile ilgili ge­rekli bilgi bundan önceki bâblarda verilmiştir. Hülâsa şudur: Âyet­ler, Allah'ın isim ve sıfatları ve özellikle vârid dualarla Allah'a sığı­narak ve şifâyı O'ndan dileyerek hastaya okumak meşrudur. Ama bu­na ters düşen inançla veya anlamı bilinmeyen lâflarla, ya da putlar ve şeytanlar anılarak yapılan rukyeler bâtıl ve haramdır, şirke ka­dar götürür.

Temâim t Temime1 n in çoğuludur. Temime t Çocuklara takılan na­zarlıklar, boncuklar ve meşru sayılmayan muskalar anlamını ifâd« eder. Araplar çocukların boyunlanna boncuklar takarak, bunun on­ları nazardan koruduğu inancında idiler. Oysa nazardan koruyan Al-lah'dır, boncuklar ve nazarlıklar değildir.

Tivele: Hattâbi' nin ifâdesine göre bir nevî sihirdir. Av-nü'1-Mâbud yazarının beyânına göre e 1 - K â r i şöyle demiştir: Tivele, sihrin bir çeşidi veya üzerine sihir okunan ipliktir. Muhab­bet veya başka bir maksadla yazılan sihir ve büyü muskalarına da Tivele denilir, demiştir.

Hadis; hastaya okumanın bir kısmının, nazarlık takınma ve bü­yünün şirk, yâni Allah'a ortak koşmak olduğunu bildirmiştir. Sin­di bu ifâdeyi şöyle yorumlar:

Yâni, bu gibi işler müşriklerin yapacakları şeylerdir, müslüman-lara yakışmaz. Çünkü bir kimse bu gibi şeylerin etkili olduğuna, yâ­ni takdiri bozabildiğine inanırsa, sakat inanışından dolayı küfre gider. Bir kavle göre bundan ınaksad Allah'a şerik koşmak değil de gizli şirktir, yâni bu gibi işlere tevessül etmek, Allah'a tevekkül et­mek ve O'na dayanmak prensibine ters düşer.

Abdullah İbn-i Mes'ûd (Radıyalâhü anhümâ) 'nın zevcesi Zeyneb bint-i Abdillah es-Sakafiyye (Radıyallâhü anhümâ) 'nın bir hadisini Buhârî ile Müslim müttefikan rivayet etmişler. Ayrıca birer hadisini münferiden rivayet etmişlerdir. Sünen sâhibleri de onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. Kavileri oğlu Ebû Ubeyde ve Büsr bin Said' dir. Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) 'nın babasının isminin Muâviye olduğunu söyleyenler de vardır.[97]



3531) "... İmrân bin Husayn (Radtyallâhü awA>'den rivayet edildiğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kolunda tunçtan bir halka bulunan bir adam gördü ve:

Bu halka nedir? buyurdu. Adam:

Bu, vahine (denilen kol ağrısın) dan dolayıdır, dedi. Resül-i Ek­rem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

Onu çıkart. Çünkü o, senin rahatsızlığını artırır, buyurdu."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi hasendir. Çünkü râvi Müba­rek. İbn-i Fudâle olan zâttır.[98]


İzahı





Zevâid nevinden olan bu hadîste geçen Vahine: Omuzdan ele ka­dar uzanan bir damar manasınadır. Bir kavle göre ise kol kısmında görülen bir ağrı ve hastalıktır. Bir nevi boncuk, kola takılır ki ona Vahine boncuğu denilir. Sindi: Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmVin adamın kolundaki tunç halkayı çıkarmasını emretmesinin sebebi şudur. Adam bu halkanın kendisini elemden koruduğuna ina­nıyordu. Bu itibarla o halka yasaklanmış boncuk ve muska mâhiye­tini taşıyordu, demiştir.[99]


40- Nüşre (Yâni Delinin Şifâya Kavuşması İçin Allah'a Sığınarak Edilen Nefes) Babı





Bu babın başlığında geçen "Nüşre" kelimesi Sindi tarafm-dan şöyle açıklanmıştır: NÜşre, delinin tedavisi için kullanılan bir nevi nefes etmeye denilir. Nüşre'nin yasaklığına dâir hadis rivayet olunmuştur. Kanımca yasak olan nüşre; şeytanların İsimlerini içö-ren veya anlamı bilinmeyen lâflarla edilen nefeslere mahsustur. Ka­nun içindir ki nüşre'nin bir nevi sihir olduğuna dâir rivayet de var­dır. Nüşre'nin sözlük mânâsı, bir şeyi yaymak ve dağıtmaktır. Ne­fes etmek suretiyle hastalık dağılıp gittiği için bu isim verilmiştir. Burada delinin tedavi yöntemi mânâsı kasdedilmiş olmalıdır ki, bu bâbta rivayet edilen hadîsle uyum sağlanabilsin.

S i n d i' nin işaret ettiği hadîs herhalde Ebû Davud'un Tıb kitabında açtığı Nüşre babında Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet ettiği şu hadîstir:

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e Nüşre'nin hükmü so­ruldu. O buyurdu ki: -Nüşre, şeytanın İçindendir.»"

Avnü'l-Mabûd yazarı bu hadisin izahı bölümünde özetle şu bil­giyi verir:



Nüşre, cinler tarafından çarpıldığı sanılan hastanın sağlığa ka­vuşması için yapılan bir nevi nefes etmektir. E 1 - H a s a n , nüş-re'nin bir nevi sihir olduğunu söylemiştir. Fethü'l-Vedûd yazarı da: Sihir sayılan nüşre herhalde şeytanların isimlerini içeren veya anla­mı bilinmeyen lâflarla edilen nefeslerdir. Bu nedenle sihir olduğuna dâir rivayetler vardır, demiştir.

Şeytan işi sayılan nüşre, câhiliyet devri insanlarının kullandığı ve şifâ verdiğine inandıkları nefes etme nevileridir. Kur'ân-ı Kerim âyetleri, Allah 'ırf isimleri ve sıfatlan ile Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'den rivayet olunan 'dualarla edilen nefesler ise sakıncalı değildir.

Yukarda beyân edilen açıklamalardan elde edilen sonuç şudur ı

Delilin ve sar'a hastalığına tutulan bir kimsenin şifâya kavuşma­sı için Kur'ân-ı Kerim âyetleri, Allah'ın isimleri ve sıfatları ile Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'den rivayet olunan dualar ve ben­zeri duaları okumak suretiyle Allah'a sığınarak nefes etmek, üflemek veya anılan mübarek şeyleri yazmak caizdir. Böyle bir şey yapılırken şifâ ancak Allah'tan dilenmeli ve şifânın ancak Allah'tan olduğuna inanılmahdır. Çünkü şifâ veren ancak Allah'tır.



3532) "... Ünımü Cündüh (Radıyattâhü

Ben, ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Kurban bayra­mının ilk günü Akaba cemresine derenin içinden taş attığını gördüm. ResûluIIah taşları attıktan sonra oradan ayrıldı ve arkasında Has'am'-den bir kadın gitti. Kadının beraberinde bir belâdan dolayı konuşa-mama hastalığına tutulan bir çocuğu vardı. Kadın:

Yâ Resûlallah! Bu, benim oğlum ve ailem ferilerinden kalan tek kişidir. Başına da konuşamama belâsı gelmiştir, dedi. Bunun üzerine ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi, ve Sellem) :

Bana biraz su getirin, buyurdu. Ona bir mikdar su getirildi. Re­sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (o su ile) ellerini yıkadı ve ağzını çalkaladı. Sonra suyu kadına vererek t

Oğluna bu sudan içir, üzerine bir mikdarını dök ve onun için Al­lah'tan şifâ dile, buyurdu. Ümmü Cündüb demiştir ki ı Sonra ben kadına rastladım ve: Biraz o sudan bana hibe etmeni diliyorum, de­dim. Kadın ■. O su ancak şu hastayadır, dedi. Ümmü Cündüb demiş­tir ki t Ben bir yıl sonra kadına rastladım ve oğlunun durumunu sor­dum. Kadın dedi ki: Oğlum sağlığa kavuştu ve halkın akıllarına ben­zemeyen bir akıl ile akıllandı."[100]


İzahı





Bu hadisin başkaca kim tarafından rivayet edildiğine bakılma­lıdır. Hacıların Kurban bayramının ilk günü Akaba cehresine taş atmalan ile ilgili bilgi 3030 ve 3031 nolu hadisler bölümünde ve­rilmiştir. Oradaki 3031 nolu hadis, bu hadisin râviyesi Ümmü Cündüb (Radıyallâhü anhâ)'ya aittir.

Bu hadis, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in büyük bir mucizesini ifâde eder. Ayrıca deli ve sar'a hastalığına tutuhi». kim­senin şifâya kavuşması İşin Allah'a sığınarak duâ etme ğun'a delalet eder. Böyle bir hastaya nefes etmenin hı baş[101]


41- Kuran-I Kerim Île Tedavi Olmak Babı





3533) "... Alî

İlâcın en hayırlısı Kur'an'dır."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde el-Hâris el-A'ver bulu­nur. Bu râvl zayıftır.[102]


İzahı





Bu hadis, 3501 numarada geçti ve gerekli izah orada yapıldı. Bu itibarla burada tekrarlamaya gerek yoktur.[103]


42- Arkasında Siyah Veya Beyaz İki Çizgi Bulunan Yılanı Öldürmek Babı





3534) "... Âi$e (Radtyallâhü anhâ)\\ı\n: Şöyle demiştir:

Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) Zi't-Tufeyteyni öldür­meyi emretti (ve gerekçe olarak şöyle buyurdu) : Çünkü bu nevî yı­lan gözün nurunu giderir ve gebe kadının çocuğunu düşürür.

O, (Zi't-Tufeyteyn sözcüğü ile) bir habis yılan çeşidini kasdetmi$-tir."[104]


İzahı





Bu hadîsi Buharı ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Hadiste geçen Tafeyteyn: Tufeyt'in tesniyesidir. Tıtfeyt, daha ziyâde Yemen tarafında yetişen Mukul ağacının yaprağıdır. Bu hadiste öldürülmesi emredilen yılan nevinin arkasındaki iki beyaz veyA si­yah çizgi bu yaprağa benzediği için ona Zıt-Tofeyteya ismi verilmiş­tir.

E 1 - H â f ı z ' in el-Fetih'te İbn-i Abdilber' dan nak­len ve Sindi1 nin beyânına göre bu çizgiler beyasrjır. AvaAl-Mabûd yazan ile Tuhfe yazarının beyânlarına göre ise siyahtır, diğim kanâate göre söz konusu çizgiler bu nevî yılanların beyaz, bâzısında siyah olur.

Bu nevi yılanları öldürme gerekçesi hadiste beyân edilmiştir. O da insanın gözünü kör etmesi ve hâmile kadınm bebeğini düşürme-sidir. Hadîsin açıklamasında âlimler şöyle demişlerdir: Yâni, bu ne­vi yılana bakan insanın gözü kör olur ve bakan kadın hâmile ise bebeğini düşürür. Bu durum, yılanın taşıdığı zehrin korkunç bir özel­liğidir.

Hadîsin; cümlesi şöyle de yorumlanmıştır: Çün­kü bu nevî yılan insanın gözünü kasdederek onu sokmak ister.

Tuhfe yazan bu arada şöyle der: Anlatıldığına göre ETâ deni­len yılana hâmile kadın baktığı zaman kapıldığı dehşetten dolayı der­hal çocuk düşürür. Bâzı yılanlar vardır ki onlara bakıldığı zaman bakanın gözleri kör olur. Nâzür denilen yılan nevi bir insana bak­tığı zaman o insan derhal ölür ve diğer bir nevi yılan vardır ki se­sini işiten insan derhal Ölür.

Bu nevi yılanı öldürme gerekçesini ifâde eden cümlelerin Resul-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâmJ'in buyruğu mu. yoksa  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın sözü mü olduğuna dâir müellifimizin riva­yetinde açık bir belirti yok ise de, Buhâri ve Müslim'in rivayetlerinde anılan cümlelerin Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in buyruğu olduğu açıkça belirtilmiştir. Bu itibarla tercemede buna işaret ettim.

Yılanları öldürmek hakkında umûmi emir bunu takip eden hadis­te bulunduğu gibi, başka hadislerde de vardır. Bu hadiste ise zara­rı çok olduğu için özellikle bu nevî yılanı öldürmek emri verilmiştir. Geniş bilgi bunu takip eden hadîsin izahı bölümünde verilecektir.



3535) "... Sâlim'in babası (Abdullah bin Ömer) (Radıyallâhü an/tüm)'-den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle bu­yurmuştur :

Yılanları öldürünüz ve (Özellikle) ZTt-Tufeyteyen (yâni arkasın­da beyaz veya siyah iki çizgi bulunan) çeşidini ve kuyruksuz nevini öldürünüz. Çünkü bu iki nevi yılan gözün nurunu giderir ve gebe ka­dının bebeğini düşürürler."[105]


İzahı





Bu hadisi Buhâri, Müslim. Ebû Dâvüd ve T i r -m i z i de rivayet etmişlerdir.

Bu hadiste her nevi yılanın öldürülmesi emredildikten sonra öne­mine binâen iki c«şit yılanın öldürülmesi vurgulanıyor ve bunların zararının korkunçluğu belirtiliyor.

Bu iki neviden Zı't-Tufeyteyn çeşiti ile ilgili bilgi bundan önceki hadisin izahı bölümünde verildi. Diğer çeşidi olan Ebtert Kuyruksuz yılandır. Bir kavle göre bu nevî yılanın kuyruğu çok kısa olduğu için ona kuyruksuz denilmiştir. Davudi bu nevî yılanın bir karış boyunda veya bundan biraz uzun olduğunu söylemiştir.

Bu hadîs, bütün yılanların öldürülmesinin meşru olduğuna delâ­let eder. 3087 ve 3089. hadîsler de bunun gibi umumûmidir.

Tuhfe yazarı "Yılanları öldürme" babında özetle şöyle der: Yılanları öldürmek hususunda muhtelif hadisler vârid olduğu için ilim adamları bu hususta değişik görüşler beyân etmişlerdir. Şöy­le ki:

Bir gruba göre her yerde her nevî yılan öldürülür. Çölde olsun, evlerde olsun, Medine-i Münevvere'de olsun başka şehir, kasaba ve köylerde olsun fark etmez. Bu grubun delilleri ise umûmi hüküm ifâde eden hadîslerdir.

Bir gruba göre Medine-i Münevvere'de veya baş­ka şehir ve köylerdeki evlerde görülen yılanların önce korkutularak kaybolmaları istenir. Gerekli uyan yapıldıktan sonra tekrar görülür­se öldürülür. Meskenler dışındaki yerlerde görülen yılanlar ise uyarıl­madan öldürülür.

Meskenlerde görülen yılanların uyarılması konusunda Ebû Dâvûd ile Tirmizi' nin Ebû Leylâ' dan rivayet et­tikleri bir hadiste:

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meâlen şöyle buyur­muştur t Yılan, meskende görüldüğü zaman ona Nuh'un ahdi ve Dâ­vûd oğlu Süleyman'ın ahdi ile bize eziyet etmemeni İsteriz, deyiniz. Eğer bundan sonra o yılan tekrar görülürse onu Öldürünüz.'*

Bir kısım ilim adamlarına göre ise yalnız Medine-i Mü­nevvere meskenlerinde görülen yılanlar uyarılır. Başka şehir, kasaba ve köy meskenlerinde veya meskûn sahalar dışında görülen yılanlar uyarılmadan öldürülür.

Bâzı ilim adamlarına göre ise arkasında iki çizgi bulunan yılan çeşidi ile kuyruksuz yılan nevi Medîne-i Münevvere meskenlerinde olsun başka yerlerde olsun uyarılmadan öldürülür.

Yukarda anlatılan görüşlerin hepsinin bir takım mesnedleri ve delilleri vardır.[106]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




TIB BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: TIB BÖLÜMÜ   TIB BÖLÜMÜ Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 1:50 am

43- (Bîr Şeyi) Uğurlu Saymaktan Hoşlanan Ve (Bir Şeyi) Uğursuz Saymaktan Hoşlanmayanın Babı





3536) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü a»*)Jden; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) güzel tefeüül (yâni bir şeyi uğurlu, hayırlı saymak) dan hoşlanır ve tıyere (yâni bir şeyi uğursuz saymak) dan hoşlanmazdı."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvtleri sütâ (güvenilir) zâtlardır.



3537) "... Enes (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre; Peygam&shy;ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

Hastabğm (bizatihi, yâni Allah'ın takdiri olmaksızın) bulaşıcılığı yoktur, tıyere (yâni bir şeyi uğursuz saymak) da yoktur. Ben yararlı tefeüülü (yâni bir şeyi uğurlu saymayı) severim/1



3538) u... Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâhü anh)'den rivayet edil< ğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Tıyere (yâni bir şe uğursuz saymak) bir nevî şirk (Allah'a ortak koşmak) tır, buyurd Halbuki bâzı şeyleri uğursuz sayma duygusu az da olsa kalbinde geçmeyenimiz yoktur. Lâkin Allah bu duyguyu tevekkül ile gideri demiştir.[107]


İzahı





Bu babın ilk hadîsi Zevâid nevindendir. İkinci hadis, B u h â r i Müslim, Tirmizi ve Ebü Dâvûd tarafından da rvâyet edilmiştir. Bâzı rivayetlerde; y..11

yararlı tefeüül, güzel kelimedir*' ilâvesi vardır. Üçüncü hadis, yâi İbn-i Mes'ûd (Badıyallâhü anhümâ) 'nm hadisi Ebû p â vûd ve Tirmizi tarafından da rivayet edilmiştir. Hatta b i bu hadisin; iT^i SjrylJI cümlesinden sonraki kısmın 1 b n -

M e s'û d (Radıyallâhü anhümâ)'nm sözü olduğunu soylemistiı Avnü'l-Mâbûd yazan da doğrusunun bu olduğunu söylemiştir. Çün kü herhangi şeyin uğursuz olduğu duygusunun Resûl-i Ekrem (Aley hi's-salatü ve's-selâm) 'in pâk ve nezih kalbine gelmesini düşüneme yiz. Bu nedenle tercemeyi böyle yaptım.

Fe'l-i Hasan ve Fe'l-i Salih güzel ve uygun bir kelimeyi uğurlı ve hayırlı saymaktır. Dilimizde buna yom tutmak denilir. Bunun biı çok misâli verilebilir. Meselâ; bir kız istemeye giden kimse yolda biı adamın başka bir adama: Mes'ûd, diye seslendiğini işitince bu ke&shy;limeyi uğurlu sayarak: înşaallah bu işte saadet ve mutluluk vardır der. Çünkü Mes'ûd kelimesi mutluluk anlamını taşır. Keza bir yolcu&shy;luğa çıkan kimsenin Salim diye birisinin çağırıldığını işitince bu ke&shy;limeyi uğurlu sayarak yolculuğunun selâmetle sonuçlanacağına yom tutması da bir örnektir.

Tıyere ise; teşeüüm, şom tutmak, bir şeyi uğursuz ve hayırsız say&shy;maktır. Bunun da bir çok örnekleri vardır. Meselâ, bir iş için evinden çıkan yolcunun önünden bir kuş veya bir hayvanın geçmesini uğursuz sayarak yolculuğundan vazgeçmesi ve evine dönmesi bun&shy;dandır. Câhiliyet devri insanları bu ve benzeri bir takım durumla&shy;rı uğursuzluk sayarak etkisine inanıyorlardı. Halbuki her türlü yarar&shy;lar ve zararlar ancak Allah'ın takdiri iledir. Bir kuşun uçması ve&shy;ya tavşan gibi bir hayvanın yolcunun önünden geçmesi hiç kimse&shy;ye zarar veremez. Allah'tan başka herhangi bir varlığın kimseye bi&shy;zatihi zarar veya yarar sağlamasına inanmak Allah'a ortak koşmak sayılır. Son hadîste geçen "Tıyere bir nevî şirktir" cümlesi ile bu mâ&shy;nâ kasdedilmiştir. Çünkü câhiliyet devri insanları şom tutmanın on&shy;lara bir yarar veya zarar sağladığına inanıyorlardı. Onlar şom tut&shy;ma gereğini yapınca Allah'a ortak koşmak gibi olurlar ki buna Şirk-i Hafi, yâni gizli şirk denilir. Bir kimse Allah'tan başka herhangi bir varlığın bizahiti ve kendi basma zarar veya yarar verdiğine inanır&shy;sa bu bâtıl inançla Şirk-i Celî, yâni açıkça Allah'a ortak koşmak sa&shy;pıklığına düşmüş olur.

Avnü'l-Mabûd yazarının beyânma göre e 1 - K â d ı şöyle de&shy;miştir: Şom tutmanın Allah'a ortak koşmak ve küfür sayılmasının sebebi şudur: Câhiliyet devri insanları şom tuttukları şeylerin, hoş&shy;lanılmayan durumların meydana gelmesinde etkili olduğuna inanı&shy;yorlardı. Başa gelen zararları doğrudan doğruya sebeblere bağla&shy;mak gizli şirk sayılır. Buna cehalet ve yanlış inanç da eklenince va&shy;rılan sonuç gayet tabii kötü olur.

İkinci hadîste geçen "Hastalığın (bizatihi) bulaşıcılığı yoktur" mealindeki cümle ile ilgili izah bundan sonra gelen hadîslerin açık&shy;laması bölümünde verilecektir.



3539) "... İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine gö&shy;re ; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Settetn) göyle buyurdu, demiştir:

Hiç bir hastalığın (bizatihi) bulaşıcılığı yoktur, şom tutmak yok&shy;tur, öğey ve baykuş (ötmesinin etkisi) yoktur ve Safer (ayının uğur&shy;suzluğu) yoktur."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: İbn-i Abbâs (E.A.)*nın hadisine âlt se-ned sahih olup râvlleri sıka, yâni güvenilir zâtlardır.



3540) "... İbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— Hiç bir hastalığın (bizatihi) bulaşıcılığı yoktur, şom tutmak yoktur ve öğey ve baykuş (ötmesinin etkisi) yoktur, buyurdu» Bu&shy;nun üzerine bir adam O'na doğru kalkarak:

Yâ Resûlallah! Bir devede uyuz hastalığı olur sonra deve sürüsü ondan uyuz olur, dedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— O, kaderedir. Yoksa ilk deveyi kim uyuz etti? buyurdu,"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: İbn-i Ömer (RJV.)'mn hadisi zayıftır. Çünkü senedinde EbÛ Cenâb künyeli râvi vardır, adı Yahya bin Ebİ Hayye'dir ve zayıftır.



3541) "... Ebû Hüreyre (Radtyallâhü aut)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

— Hasta develeri olan kimse bu develerini sağlıklı deve sahibi&shy;nin develerine uğratmasın."[108]


İzahı





İbn-i Abbâs (Radıyallâhüanhümâ)'nın İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'nın hadîsleri Zevâid nevindendir. Ebû H ü reyre (Radıyallâhü anh) 'm hadîsi Buhârî, Müslim ve Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir.

Bu hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım t Advâ: Hastalığın bir kimseden başkasına bulaşması demektir. Tıyere: Bundan önceki hadîslerin izahı bölümünde açıklandı. Hâme: Câhiliyyet devri insanlarının uğursuz saydıkları bir gece kuşu veya baykuşa denilir.

Saf er: Kameri aylardan birinin ismidir, Hicrî târihin ikinci ayı&shy;dır. Câhiliyet devri Arapları bu ayı uğursuz sayarlardı.

Cereb: Uyuz hastalığıdır.

Mumrid: Develeri hasta olan kimsedir.

Musıh: Develeri sağlıklı olan kimsedir.

Bu babın 2, 4 ve 5. hadîslerinde hastalığın bulaşıcıuğının olma&shy;dığı bildirilmektedir. Son hadîste ise hasta develerin sağlıklı deve&shy;lere uğratılmaması emredilmektedir. Bundan sonra gelen "Cüzzam hastalığı" bâbındaki birinci hadîste Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in cüzzamlı bir hasta ile aynı kabtan yemek yediği ve son hadîste onun cüzzamlı bir kimse ile tokalaşmadığı rivayet edilmek&shy;tedir. B u h â r i' nin cüzzam bahsinde Ebû Hüreyre (Ra&shy;dıyallâhü anh)'den rivayet ettiği bir hadîste; = "ve cüzzamlı kimseden arslandan kaçtığın gibi kaç" Duyurulmuştur.

Yukarıda işaret edilen hadislerin bir kısmında uyuz hastalığı gi&shy;bi bâzı hastalıkların bulaşıcı olduğu anlamı açıkça çıkar. Bu itibar&shy;la hastalığın bulaşıcılığının olmadığını ifâde eden hadîslerden kasde-dilen mânânın şöyle olduğu âlimlerce.belirtilmiştir:

Câhiliyyet devri insanları bâzı hastalıkların Allah'ın takdiri ol&shy;maksızın bir kimseden başka bir kimseye» başka bir deyimle bir canlıdan başka bir canlıya geçtiğini sanıyorlardı. Halbuki bulaşıcı has&shy;talığa yakalanan kimse ise temasta bulunmak hastalığın ona bulaş&shy;ması için âdi bir sebeptir. Te'siri ise ancak Allah'ın takdiri iledir. İs&shy;lâm inancına göre sebepler kendi başlarına bir şeyin meydana gel&shy;mesi için yeterli değildir. Allah'ın takdiri ve hükmü gerekir. Meselâ ateş yakıcıdır, ama yaktıran Allah'tır, yakma fiilinin yaratıcısı an&shy;cak O'dur. îşte hadisin bu cümlesi câhiliyet devrinin bâtıl inanışım reddeder.

3540. hadiste Resûl-i Ekrem'in "hastalığın bulaşıcıhğı yoktur'* bu-yurunca bir adam: Yâ Resûlallah! Deve uyuz olur, sonra deve sürü&shy;sü ondan uyuz olur, demiş. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) de buna cevaben: Bu kader'dir. Yoksa ilk deveyi kim uyuz etti, bu&shy;yurmakla ilk devenin uyuz olmasının bir bulaşıcıhk nedeniyle olma&shy;yıp Allah'ın takdiriyle olduğunu belirtmiş ve uyuz hastalığının başka develere geçmesinin de Allah'ın takdiriyle olduğunu söylemek iste&shy;miştir.

3541. hadiste hastalıklı develerin sağlıklı develere uğratılmaması emredilmiştir. Bu emir muhtelif şekillerde yorumlanmıştır. Onlar&shy;dan biri şöyledir: Hastalıklı develerin sağlıklı develere uğratılması ve karıştırılması Allah'ın takdiriyle sağlıklı develerin hastalanması&shy;na sebep olabilir. Ama Allah takdir etmezse hastalık sağlıklı devele&shy;re geçmez. Bu inanç, İslâm'daki tevhîd akidesinin gereğidir. İkinci yorum şekli ise şöyledir: Her canlının hastalanması ancak Allah'ın takdiriyle olduğuna rağmen hastalıklı develerin sağlıklı develere ka&shy;rıştırılması sağlıklı deve sahibinin zihnini karıştırabilir ve bir hasta&shy;lığın vuku hâlinde Allah'ın takdirini unutarak bunu tamamen has&shy;talıklı develerden sanır. Böylece tevhîd akidesi sarsılmış olur.

Bundan sonra gelen cüzzam hastalığı bâbmda rivayet edilen ha&shy;dîslerin izahı bölümünde de aym konuya değinilecektir.[109]


44- Cüzzam Hastalığı Babı





3542) "... Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cüzzam hastabğına tu&shy;tulmuş bir adamın elini tuttu, sonra beraberinde elini yemek çana&shy;ğına sokup şöyle buyurdu: (Benimle beraber) ye. Ben Allah'a güvenir ve Allah'a dayanırım."



3543) "... îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine gö&shy;re; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: «Cüzzamklara devamlı surette bakmayınız.»1'

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinin râvlleri sıka- (yâni eü-v«nüir) zâtlardır.



3544) «... Şerîd ailesinden Amr denilen bir adamın babası (Şerîd bin Sü-veyd es-Sakafî) (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir :

Sakif (kabilesini temsilen Medine-i Münevvere'ye gelen) hey'et içinde cüzzamlı bir adam vardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem) o adama şöyle haber gönderdi: (Memleketine) dön. Biz senin bey'atini kabul ettik."[110]


İzahı





Bu babın ilk hadîsi Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâi, Hâkim ve îbni Hibbân tarafından da rivayet edilmiştir. İkinci hadîs Zevâid nevindendir. Son hadîs Müslim ve Ne-s â i tarafından da rivayet edilmiştir.

İlk hadiste Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in Allah'a güvenip O'na dayanarak cüzzamlı bir adamın elini tuttuğu ve onun&shy;la beraber aynı kabtan yemek yediği; son hadîste ise, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile bey'at etmek, yâni İslâmiyet'i kabul&shy;lendiklerini ve bağlılıklarını belirtmek için Me dîne-i Münev-.; v e r e' ye gelen S a k î f kabilesi hey'etinde bulunan cüzzamlı bir adamın elini tutmak suretiyle değil de ona haber göndermek su&shy;retiyle bey'atleştiğini bildirir.

Bu iki hadîs arasında zahiren görülen çelişki aslında yoktur. Şöy&shy;le ki: Avnü'l-Mabûd yazarının beyânma göre el-Erdebİl! bu konuda şöyle demiştir:

Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in cüzzamlı adamın elini tutması ve onunla beraber aynı kabtan yemek yemesi, hoşlanıl&shy;mayan durumlara karşı sabır ve metanet gösteren ve kaza ile kader sahasında kendi irâdesini terkeden kimseler hakkında bir örnektir. Sakif kabilesinden cüzzamlı adam hakkındaki buyruk ise hoşla&shy;nılmayan durumlara karşı sabır ve tahammül edemeyen kimseler için meşru bir yol göstermek mahiyetindedir.

N e v e v i de : Cüzzamlı kimseler hakkında muhtelif hadîsler rivayet olunmuştur. Sakif kabilesine mensup cüzzamlı adam

hakkındaki hadîs ile;— "Cüzzamh kimseden kaç..." ha&shy;disi sabittir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in cüzzamlı bir adamla beraber yemek yediğine dâir C â b i r (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi de sabittir. Bu konuda ilim adamlarının ekserisinin söylediği sağlıklı söz şudur: Bu konuda vârid olan ve cüzzamlıdan kaçmayı ifâde eden hadîs ile benzeri hadîslerin diğer hadîslerle men-suhluğu durumu yoktur. Cüzzamlı kimseden kaçma emri vâciblik için değil, müstehablık içindir, ihtiyati bir tedbir mahiyetindedir. Re-sûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in cüzzamlı adamla aynı kab-tan yemek yemesi ise bunun câizliğini ifâde etmek içindir, der.

Avnü'I-Mabûd yazarının beyânına göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ile beraber yemek yiyen cüzzamlı adamın ismi Muaykib bin Ebî Fâtıma edDevsî'dır.

S a k î f kabilesine mensup hey'et'in Medînei Münev&shy;ver e ' ye gelişleri ile ilgili bilgi 1345. hadisin izahı bölümünde ve&shy;rilmiştir.

Sindi de bu son üç hadisin izahı ile ilgili olarak özetle şu bilgiyi verir:

Resûli Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in cüzzamlı adamla be&shy;raber aynı kabtan yemek yemesi ve elini tutması, bulaşıcı hastalık&shy;ların ancak Allah'ın takdiri ile bulaşabileceğinin halk tarafından bi&shy;linmesi içindir. (Nitekim O, cüzzamlının elini tutmuş ve yemek ye&shy;diği kaba onun elini sokarak beraberinde yemek yemiş, buna rağmen O, cüzzam hastalığına tutulmamıştır. Demek ki hastalığın bulaşması ancak Allah'ın kaza ve takdiri iledir.)

Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in S a k İ f kabile&shy;sine mensup adama anılan biçimde haber göndermesi sebebine gelin&shy;ce bu noktada müteaddid görüşler beyân edilmiştir: Bir kavle göre bunun hikmeti, sahâbüerin cüzzamlı adamı görmesi sonucunda ken&shy;dilerini ondan üstün görme hatâsına düşmesi endişesinin Resûl-i Ek&shy;rem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafından duyulmasıdır. Diğer bir görüşe göre bu emirden maksad, cüzzamlı adamın cemâatin içine gel&shy;mekle mahcup ve müteessir olmasını, üzülmesini önlemektir. Başka bir görüşe göre ise bu emrin hikmeti cüzzam hastalığının başkaları&shy;na bulaşma ortamının hazırlanmamağıdır. Çünkü yukarda da anla&shy;tıldığı gibi bulaşıcı hastalıklar, hastalığın bulaşması için bir sebep&shy;tir.[111]


45- Sihir Babı





3545) ;'... Aişe (Radtyallâhü ankâydan; Şöyle demiştir:

Benî Zürayk Yahûdilerinden Lebîd bin el-A'sam denilen bir Yahu&shy;di, (bir kere) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e sihir yaptı.

Hattâ Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bâzı işlere gücü yet&shy;mediği halde yapabileceğini sanırdı. Âişe demiştir ki: Nihayet bir gün veya bir gece Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bu ra&shy;hatsızlıktan kurtulmak için) Allah'a üç kez duâ ettikten sonra şöyle buyurdu:

«Yâ Âişe, bilir misin? Allah benim duamı kabul etti. Şöyle ki: Ba&shy;na iki adam geldi (Cebrail ve Mikâil). Bunlardan biri baş ucumda, diğeri de ayak ucumda oturdu. Baş ucumdaki kişi, ayak ucumdaki kişiye veya ayak ucumdaki kişi baş ucumdaki kişiye: Bu zâtm rahat&shy;sızlığı nedir? diye sordu. O da: Sihirlenmiştir, diye cevab verdi. So&shy;ran zât: Kim O'na sihir yaptı? diye sordu. O da: Lebîd bin el-A'sam, diye cevab verdi. Soran zât (bu kere) : Sihri hangi şeyde yaptı? di&shy;ye sordu. O da: Bir tarak, saç ve sakal tarantısı ve erkek hurmanın çiçek kapçığında yaptı, diye cevab verdi. Soran zât: O sihir malzeme&shy;si nerededir? diye sordu. O da: Zi Ervân kuyusundadır, dedi.»

Âişe demiştir ki: Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), sahâbilerinden bir kaç zât ile beraber o kuyuya gitti. Oradan geldik&shy;ten sonra:

«Allah'a and olsun ki Yâ Âişe, O kuyunun suyu tıpkı kına karış&shy;tırılan su gibi (kırmızı) ve kuyunun çevresindeki hurma ağaçlan tıpkı şeytanların başlan gibidir (yâni ne suyunda ne ağaçlarında ha&shy;yır var),» buyurdu.

Âişe demiştir ki; Ben: Yâ Resûlallah! Peki o sihir malzemesini (çıkarıp) yakmadın mı? dedim. Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Hayır (çıkarıp) yakmadım. Çünkü Allah bana şifâ verdi ve ben onu (çıkarıp) yakmakla sihir şerrinin halk arasında yayılmasından endişelendim», buyurdu. (Âişe demiştir ki:) Sonra Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem) 'in emriyle o kuyu kapatıldı."[112]


İzahı





Bu hadîs Buharı, Müslim, Ahmed, Taberâni ve B e y h a kî tarafından da rivayet edilmiştir.

Lebid bin elA'sam isimli yahûdînin yaptığı sihir işi&shy;ni Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e bildiren iki zâtın me&shy;lek oldukları Ahmed ve T a b e r â n i' nin rivayetlerinde be&shy;lirtildiği e 1 - H â f ı z tarafından bildirilmiştir. Yine e 1 - H â f ı z' in el-Fetih'te beyân ettiğine göre bu iki meleğin C e b r â î 1 ile Mi&shy;kâil oldukları İbn-i Sa'd'ın munkati, yâni senedinde ke&shy;siklik bulunan bir rivayetinde belirtilmiştir. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e gelen iki melekten hangisinin sorular sorduğu ve hangisinin cevablar verdiği hususunu tetkik eden e 1 H â f ı z bu konudaki rivayetleri naklettikten sonra: Bu rivayetlerin tümün&shy;den anlaşılıyor ki sorular M î k â î 1 (Aleyhisselâm) tarafından so&shy;rulmuş, cevablar da Cebrail (Aleyhisselâm) tarafından veril&shy;miştir, der.

Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıkladıktan sonra Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e yapılan sihir olayı ve sihir işi hakkın&shy;da özlü bilgi vermeye çalışalım:

Beni Zürayk, Medine-i Münevvere'de ikâ&shy;met eden Hazreç kabilesinin bir koludur. Bu kol îslâmiyet'i ka&shy;bullenmemekle H a z r e ç kabilesinden kopmuştur.

Lebîd bin el-A'sam bu kola mensup bir yahûdf idi. Bâzı rivayetlere göre şeklen müslümanlığı kabullenen münafıklardan idi.

İftâ kelimesinin asıl mânâsı fetva vermektir. Fakat burada; Al&shy;lah'ın, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in ettiği duayı ka&shy;bul buyurması veya dileğini yerine getirmesi anlamında kullanılmış&shy;tır.

Istifta kelimesinin asıl mânâsı fetva sormaktır. Burada ise Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Allah'a duâ etmesi veya dilek&shy;te bulunması mânâsında kullanılmıştır.

Matbûb: Sinirlenmiş kimse demektir.

Muşt: Tarak demektir, Muşâta da saç ve sakal tarantısıdır.

Tal'a t Hurma çiçeğidir. Cüff de çiçek kapçığıdır. Müslim'in rivayetinde "Cüff" kelimesi yerine "Cübb" kelimesi vardır. Bu da ay&shy;nı mânâyı ifâde eder.

Hinnâ, kına demektir. Nukaa da kınanın karıştığı ve rengi kır-mıızlaşan su demektir. Davudi demiştir ki: Nukaa, kelimesi ile kınanın yoğurulduğu kabın yıkanmasında kullanılmış olan bulanık su mânâsı kasdedil mistir.

Nevevi, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in sihir malzemesini kuyudan çıkarıp yakmaması için belirttiği gerekçe ile ilgili olarak şöyle der: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), si&shy;hir malzemesini kuyudan çıkartmayı arzulanıamıştır. Çünkü çıkarma&shy;sı hâlinde; müslümanların sihri hatırlaması, böyle işleri yapmaya te&shy;vessül etmesi ve bunu yaymalarından endişelenmiştir. Bu tutum, fit&shy;ne ve fesadın yayılması korkusuyla yararlı bir işi bırakmak kâbilin-dendir, der.

Sünen-i Ebû Davud'un "El-Muavvizeteyn" bâbmda rivayet olunan Ukbe bin Âmir (Radıyallâhü anh) 'in hadi&shy;sinin şerhinde el-Menhel yazarı 8. cildin 118 -122. sahifelerinde gerek Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e yapılan sihir olayı ve ge&shy;rekse sihrin mâhiyeti, bu konuya ilişkin ilim ehlinin görüşleri ve si&shy;hirbazlıkla iştigal edenlere verilmesi gerekli cezalar hakkında geniş bilgi vermiştir. Oradaki bilgiyi aynen buraya aktarmak bir hayli yer tutacağından bir kısmını nakletmekle yetinmeyi tercih ettim. Daha geniş bilgi edinmek isteyenler oraya başvurabilirler. El-Menhel yazan bu bölümde özetle şöyle der: Felâk ve Nâs sûrelerinin iniş sebebi şudur: Müfessirle-rin dediği gibi hicretin 7. yılı vuku bulan H a y b e r savaşından sonra yahûdilerin ileri gelenleri sihirbaz Lebîd bin e I-A * s a m' in yanma giderek : Sen sihirbazlıkta hepimizden üstün&shy;sün. Biz Muhammed (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'e çok sihirler yaptık. Fakat sihirlerimiz O'na tesir etmedi. Bu itibarla O'na tesir, edecek bir sihir yaparsan sana üç dinar altın vereceğiz, dediler. Bu&shy;nun üzerine Le bid bu işi kabullenerek Resulûllah (Aleyhi's-sa-lâtü ve's-selâm) 'a hizmet eden bir yahûdî ile temasa geçti ve onun vasıtasıyla Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in kullandığı bir tarak ile O'nun mübarek saç ve sakalının tarantısından bir inik-dan ele geçirebildi ve sihir malzemesi olarak kullandı. Yapılan sihir 40 gün sürdü. Bir rivayete göre 6 ay sürdü. Başka bir kavle göre bir yıl sürdü. En kuvvetli rivayet sonuncusudur. Sonra Muavvizeteyn, yâni Felâk ve Nâs süreleri indi ve Peygamber (Aleyhi's-salâ-tü ve's-selâm) bu iki sûreyi okumakla şifâya kavuştu.

(El-Menhel yazan bu arada  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın bu babımızda rivayet olunan hadisini nakleder.)

Bâzıları sihir etkisinde kalmanın peygamberlik şanına uygun ol&shy;madığı gerekçesiyle bu hadisi kabul etmek istememişler ise de bu gö&shy;rüş sahih hadîsler ve sahâbilerin icmâ'ı ile reddolunmuştur. tleri sü&shy;rülen gerekçe de vârid ve tutarlı değildir. Çünkü yapılan sihir Pey&shy;gamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in kalbine ve aklına en ufak bir etki yapmamış, sâdece vücûdunda rahatsızlığa yol açmıştır. Nefret ettirici olmayan bir takım mutad hastalıklara yakalanmak peygambeı lik makam ve görevine gölge düşürmediği gibi sihir olayı dolayısıyla duyulan vücut rahatsızlığı da peygamberlik şanına gölge düşürmez. Nitekim  i ş e (Radıyalâhü anhâ) 'nın bu hadisinde belirtildiği gi&shy;bi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in rahatsızlığa bir süre sabrettikten sonra bir gün veya bir gece şifâya kavuşmak için üç kez Allah'a duâ etmesi, gelen Cebrail ile Mikâil (Aley hisse-lam) 'in görüşmelerini aynen  i ş e' ye nakletmesi ve olup biten&shy;leri A i ş e' ye anlatması, söz konusu rahatsızlığın sâdece bedeni&shy;ne etki yaptığı, fakat mübarek kalbine ve aklına en ufak bir etki yap&shy;madığına açıkça delâlet eder.

(El-Menhel yazan bu noktayı te'yiden Kadı lyâz, imâm M e ' z e r i ve başka âlimlerden naklen açıklamalar yaptıktan son&shy;ra sihir işi hakkında özetle şu bilgiyi verir) :

Sihir t Arap dilinde sebebi gizli ve ince olan iş anlamında kulla&shy;nılır. Gözbağcılık, hilekârlık, aldatmak mânâlarına gelir. Sihir keli&shy;mesi olağan üstü hallere benzeyen acâib durümlan ve işleri göster&shy;me anlamında da kullanılır. Cumhûr'a göre sihirbazlık işi, olağan üs&shy;tü bir şeydir. Birtakım özel işlemler yapmak suretiyle kötü ruhlu in&shy;sanlarda görülür. Sihir işinde başarılı olabilmek için söz, fiil, hareket ve itikad açısından pis ve çirkin davranmak suretiyle şeytana ya&shy;kınlık peyda etmek gerekir. Şöyle ki: Küfür ve Allah'a ortak koş&shy;mayı, şeytanı övmeyi ve isteklerine âlet etmeyi ifâde eden sapık lâfla&shy;rı içeren muskacılık, üfürükçülük etmek, yıldızla tapınmak, devamlı cünüp durmak, fısk ve fücuru, her çeşit kötülüğü işlemeyi alışkanlık hâline getirmek ve şeytana yaklaştırıcı her işi benimseyip ona sem&shy;pati ve sevgi beslemek yolunu tutmak gerekir. Böylece her açıdan sapıklık çukuruna ve bataklığına düşen kimse şeytanlarla işbirliği hâline girmiş olur ve sihirbazlığı elde edebilir. Melekler, ibâdetlere ve Allah'a yaklaştırıcı hayırlı işlere devam etmek suretiyle kendile&shy;rine benzeyen velilere, mübarek ve üstün mü'minlere yardımcı ol&shy;dukları gibi şeytanlar da kötülüklerde kendilerine benzeyen fena ruhlu insanlara yardımcı olurlar.

Sihirbazlar yukarda belirtilen alâmet ve işaretlerle, peygamberler ve velîlerden ayirdedilir. Bu itibarla sihirbaz kişinin gösterebileceği olağan üstü bir hâl, mucizelerden ve kerametlerden ayırdedilir ve aralarında bir benzerlik kalmamış olur. Durum bu olunca. Mute&shy;zile mezhebi mensuplarının: Eğer şeytanlar aracılığıyla gayıbdan haber vermek ve olağan üstü bir hâl göstermek insanlar için müm&shy;kün olsaydı, sihirbazlık yolu ile peygamberlik yolu, başka bir deyim&shy;le sihir ile mucize biribirinden ayırdedilmezdi, şeklindeki iddiaları reddedilmiş olur.[113]


Sihirbazlık İşi Hakkında Ehli Sünnet Mezhebinin Görüşü





Ehl-i Sünnet mezhebine göre sihir gerçekten vardır. Âlimlerin ekserisinin görüşüne göre sihir ile meşgul olmak küfür&shy;dür. Hattâ allâme Teftâzâni: Sihrin küfür olmadığı yolun&shy;da bir rivayet yoktur, demiştir. Lâkin Ebu Mansûr: Sihir işi, imâm zedeleyici bir seviyede ise küfürdür, imânı ihlâl etmeyecek bi&shy;çimde ise küfür olmaz, demiştir.

Sihir, insanı olumsuz yönden etkiler, adamı hasta eder, deliliğe sebebiyet verir. Hattâ ölüme bile yol açabilir. Sihirbaz kişi havada uçabilir, su yüzünde yürüyebilir ve sihir yaptığı kişiyi sihriyle öldü&shy;rebilir, fakat ölüyü diriltmek, denizi yarmak ve cansızları konuştur&shy;mak gibi peygamberlere mahsus mucizeler gösteremez. Allah Teâlâ sihirbaz kimseye bu gücü vermemiştir.[114]


Sihirbaza Verilecek Cezaya Âit Görüşler:





1. Ebû Hanife'ye göre sihirbazlığı sübût bulan kimse mutlaka öldürülür ve ben bu işi bırakacağım, bundan tevbe ediyo&shy;rum gibi savunmaları kabul olunmaz. Fakat bir adam ben bir za&shy;manlar sihirbazlık ediyordum, ama bir süreden beri bu işi tamamen bırakmışım, derse ifâdesi kabul olunur ve öldürülmez.

2. Ş â f i î ' ye göre sihirbaz kişinin ettiği işte küfrü gerekti&shy;ren bir şey varsa öldürülür, aksi takdirde öldürülmez. Ancak ettiği sihirle bir kimsenin ölümüne sebebiyet verdiği sübût bulursa kısas yoluyla öldürülür.

3. Mâlik ve arkadaşlarına göre sihirbaz kişi kâfirdir, tev&shy;be etmesi teklifi yapılmaksızın derhal öldürülür.

4. H a n b e 1 î mezhebine göre sihir ilmini öğrenmek veya öğ&shy;retmek haramdır ve bunun helâl olduğunu iddia etmek küfürdür. Çünkü haramhğı Kitâb, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. Keza, sihirbaz kişi gaybı bildiğini iddia ederse bununla kâfir olur.

Sihirbazı öldürmeyi emreden hadisler el-Menhel'de bu bahiste rivayet olunmuştur. Buraya aktarmaya gerek görmüyorum. Arzu edenler oraya müracaat edebilirler.

Er-Ravdatü'n-Nediyye'de beyân edildiğine göre Hulefâ-i R â ş i d î n (Radıyallâhü anh) devrindeki uygulama sihirbazları öldürmek biçiminde devam etmiştir.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in kendisi hakkında sihir yapmış olan L e b î d isimli mel'ûn yahûdiyi öldürmemesi sebebine gelince; siharbazı öldürme hükmü bu olaydan sonra konul&shy;muş olabilir. Ya da o esnada yahûdîler güçlü ve kuvvetli oldukları için onlardan müslümanlara büyük bir zararın gelmesi endişesiyle o gün için bu hükmün tatbiki Şâr-i Hakim tarafından ten-sib buyurulmamıştır.



3546) "... İbn-İ Ömer (Radtyallâhü ankümây&ân rivayet edildiğine göre; Ümmü Seleme (Radtyallâhü anhâ) :

Yâ Besûlallah! Yediğin zehirli koyun (etin) den dolayı her yıl hastalanıyorsun, dedi. Eesûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

Âdem kendi çamurunda (yâni yaratılışı henüz tamamlanmamış) iken hakkımda yazılmış olan mikdar ne ise o zehirli koyundan ba&shy;na ancak o kadar hastalık isabet eder, buyurdu."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Ebû Bekir el-Ansİ bu&shy;lunur. Bu râvl zayıftır.[115]


İzahı





Zevâid nevinden olan bu hadisin bu bâbta rivayet olunması sebe&shy;bi; insanların başına gelen her şeyin Allah'ın takdiri ile olduğunu ve O'nun takdiri olmaksızın hiç bir şeyin meydana gelmesinin mümkün olmadığını, bu meyanda sihirbazların sihirlerinden etkilenmenin, de takdir-i îlâhi ile olduğunu beyân etmektir.

Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in zehirli koyun etinden yemesi olayı H a y b e r fethinin arkasında vuku bulmuştu. Şöy&shy;le ki, savaş bittikten sonra H a y b e r yahûdîlerinden Haris kızı Z e y n e b, zehir kattığı kızartılmış bir koyunu Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e sunmuştu. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bunun etinden azıcık alır almaz zehirli olduğunu vahiy yoluyla bilmiş ve sofradaki sahâbîleri durumdan haberdar etmişti. Sonra sözü edilen kadın, işlediği suçu itiraf etmişti.

Buhâri'nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği bir hadîste bu olay anlatılmaktadır. Bu rivayete göre

Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu hiyâneti yapma sebebini H a y b e r yahûdilerine sorunca onlar; biz şöyle düşündük: Kğer sen yalancı peygamber isen zehirli koyunu yemek suretiyle ölürsün. Biz de rahat ederiz. Şayet hakikaten peygamber isen sana bir zarar gelmez, diye cevab vermişler.

Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e ve sahâbîleri ne sûi-kasd eden bu kadının öldürülüp öldürülmediği hususunda değişik ri&shy;vayetler vardır. Bâzı rivayetlere göre Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onu serbest bırakmış, diğer bâzı rivayetlere göre öldürt&shy;müştür. B e y h a k î bu değişik rivayetleri şöyle birleştiriyor. Du&shy;rum şöyle olmuş olabilir.

Bu kadın önce serbest bırakılmış. Fakat bilâhare o koyun etini yiyen sahâbilerden Bişr İbn-i Berâ (Radıyallâhü anh) 'in vefatı üzerine kısasan öldürülmüştür.[116]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




TIB BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: TIB BÖLÜMÜ   TIB BÖLÜMÜ Icon_minitimePtsi Mayıs 10, 2010 1:50 am

46- Korkmak, Gece (Yatakta Sağa Sola Dönüp) Uyuyamamak Ve Şerrinden Allah'a Sığınılan Şeyler, Babı





Bu babın başlığında geçen "Feza" bir şeyden korkmak, Ende ise gece uykusunun kaçması, yatakta sağa sola dönüp durmak bir tür&shy;lü uyku uyuyamamak demektir.



3547) "... Havle bint-i Hakîm (Radtyallâhü anhâ)'d&n rivayet edildiği&shy;ne göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

Biriniz bir konağa indiği zaman

-Yaratıklann şerrinden Allah'ın tamam olan kelimelerine sığınırım» derse oradan gidinceye kadar o konakta hiçbir şey o kimseye zarar veremez."[117]


İzahı





Bu hadîsi Müslim, Tirmizi, Nesâî, Ahmed ve Mâlik de rivayet etmişlerdir. Tuhfe yazarının beyânına göre ilim adamları: Bu hadiste geçen; «Kelimâtullah = Allah'ın kelimeleri» ifadesiyle Kur'ân-ı Kerîm kasdedilmiştir. < Tam m ât = Tamam olan» ifâdesinden maksad mükemmel olup eksiksiz ve kusursuz, demektir. Bir kavle göre; bununla şifâ âyetleri ve serlerden Allah'a sığınmayı ifâde eden âyetler kasdedilmiştir.

Câhiliyyet devri insanları bir konağa indikleri zaman cinlerin bü&shy;yüğünü kasdederek: Bu derenin efendisine sığınırız, derlerdi. Bu hadîs onların yaptığının bâtıl olduğuna işaretle yapılması gerekeni ve yararlı olanı açıklıyor.

Bu hadis, anılan duayı okuyan kimsenin vardığı mesken ve ko&shy;nakta her nevi şer kuvvetlerin zararlarından emin olduğunu bildir&shy;mekte, dolayısıyla bu duanın korkmak ve gece uyku uyuyamamak hâlini de önlediğini ifâde etmektedir.

Havle (RA)'nm Hâl Tercemesi:

Havle binM Hakim bin ümeyye es-Selemiyye Ümmü Şerik (R.A.), Osman bin Maz'ün (B.A.)'ın zevcesidir. 15 aded hadisi vardır. Müslim onun bu hadisini rivayet etmiştir. Tirmizi, Nesâİ ve tbn-i Mâceh de onun hadislerini rivayet etmiş&shy;lerdir. Râvlsi Urve'dir. Ömer bin Abdilaziz de ondan mürsel hadis rivayetinde bu&shy;lunmuştur. (Hulasa, 490)



3548) "... Osman bin EbPI-Âs (Radtyallâhü onA/den; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni Tâif vâlihğlne tâ&shy;yin ettiği dönemde namazımda bana bir hâl peyda olmaya başladı* hattâ ne kıldığımı bilmezdim. Ben bu durumu görünce kalkıp (Tâif-ten Medîne-i Münevvere'ye) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem)'in yanma gittim. Resûl-i Ekrem {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (beni görünce) :

— Ebü'l-Âs'ın oğlu? buyurdu. Ben: Evet, Yâ Resûlallah, dedim. O:

— Seni (buraya) getiren sebep nedir? buyurdu. Ben:

Yâ Resûlallah! Namazlarımda bana bir hâl peyda oldu, öyle ki ne kıldığımı bilmiyorum, dedim. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem) :

— Anlattığın şey, şeytânadır. Onu bana yaklaştır, buyurdu. Bu&shy;nun üzerine ben O'nun yakınma vardım ve (diz çökerek) ayaklarım üzerinde oturdum. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— (Mübarek) elini göğsüme vurdu, ağzımın içine tükürdü ve i Çık. Ey Allah'ın düşmanı, buyurdu. Bu işi üç defa tekrarladı. Son&shy;ra (bana):

(Git) işinle meşgul ol, buyurdu. Râvi demiştir ki: Sonra Osman şöyle dedi t

Hayatıma and olsun ki, ondan sonra şeytanın bana sokulduğunu sanmam."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvîleri sıka, güvenilir zâtlardır. El-Hâkim de bu hadisi rivayet ederek senedinin sahih olduğu&shy;nu söylemiştir.



3549) "... Ebû Leylâ (el-Ensârî) (Radtyaüâkü anh)'den; Şöyle demiştir : Ben (bir kere) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in ya-mnda oturuyordum. O esnada bi» bedevi huzura gelerek t

Hasta bir erkek kardeşim var, dedi. Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) :

Kardeşinin hastalığı nedir? diye sordu. Bedevi: Kardeşimde bir nevî delilik var, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bedeviye) :

Git de onu bana getir, buyurdu. Ebû Leylâ demiştir ki: Bedevi de gidip onu getirdi ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in önünde oturttu. Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ona şifâya kavuşması için Allah'a sığınarak şunları okuduğunu işittim: Fatiha sûresi, Bakara sûresinin başından dört âyet, ortalarından;

<dl (*&!; âyeti ile Âyetü'l-Kürsî, aynı sûrenin son üç âyeti, Âli İmrân sûresinden bir âyet (sanırım dedi ki: j* VI

âyeti), A'raf sûresinden; âyeti, Mü'minûn sû&shy;resinden; âyeti. Cin sûresinden; âyeti, Sâffât sûresinin başından

on âyet, Haşır sûresinin sonundan üç âyet, İhlâs sûresi ve Muftvvi-zeteyn sûresi. (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunları oku&shy;duktan) sonra bedevi şifâya kavuşarak, hiçbir rahatsızlığı kalmaya&shy;rak ayağa kalktı."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu seneâde Ebû Cenftb el-Kelbİ bulunur. Bu râvl zayıftır, adı da Yahya bin Ebİ Hayye'dir. EI-Hâkİm de bu hadisi el-Müs-tedrek'te Ebû Cenâb yoluyla rivayet ederek : Bu hadis, mahfuz ve sahihtir, de&shy;miştir.[118]


İzahı





Bu iki hadis notlarda belirtildiği gibi Zevâid nevindendir. Birin&shy;ci hadis namazlardaki vesvesenin şeytândan geldiğine ve Peygam&shy;ber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bir mucizesine delâlet eder. İkin&shy;ci hadîste geçen "Lemem" bir nevi delilik ve cin çarpması mânâla&shy;rına gelir. Kamus sahibi böyle açıklamıştır. Bu hadîs de hem Peygam&shy;ber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bir mucizesini ifâde eder. Hem de delilik, cin çarpması ve sara gibi bir hastalığa tutulan kimseye hadişte anılan âyetleri okumak suretiyle Allah'a sığınarak şifâ dileme&shy;nin müstahablığına delâlet eder.

Hadîste anılan sûreler ve âyetler şunlardır: Fatiha sûresi&shy;nin tamâmı, Bakara sûresinin 1, 2, 3, 4, 163, 255, 284, 285 ve 286. âyetleri, Âl-i îmrân sûresinin 18. âyeti, A' r â f ' sûresinin 54. âyeti, M ü' m i n û n sûresinin 117. âyeti, Cin süresinin 3. âyeti, S â f f â t sûresinin 1 -10. âyetleri, Haşir sûresinin 22, 23 ve 24. âyetleri, îhlâs, Felâk ve Nâs sûreleri.

Yukarda işaret edilen sûrelerin ve âyetlerin tamamını ve meal&shy;lerini öğrenmek, okumak isteyenler Kur'ân-ı Kerîm e ve tefsire bak&shy;sınlar.[119]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
TIB BÖLÜMÜ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» ORUÇ BÖLÜMÜ
» AV BÖLÜMÜ...
» ŞUF’A BÖLÜMÜ
» Dua Bölümü
» EZAN BÖLÜMÜ

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( SAV) Hakkında Herşey

 :: Hz. Peygamber Efendimiz'in Hadisi Şerifleri Hakkındaki Eserler :: İbni Mace
-
Buraya geçin: