iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Kefaretler Bölümü

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Kefaretler Bölümü Empty
MesajKonu: Kefaretler Bölümü   Kefaretler Bölümü Icon_minitimePtsi Şub. 08, 2010 4:19 pm

KEFARETLER KİTABI


1- Resûlullah (Sallallahü Aleyhi Ve Sellemin (Genelikle Kullandığı) Yemin (Şeklinin Beyânı) Babı

2090) Rıfâa el-Cühenî (Radıyallâhü anA/'den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yemin etmek İstediği zamanı Muhammed'in nefsi (kudret) elinde olan (Allah)'a yemin ederim.»
derdi"

2091) Rıfâa bin Araba el-Cühenî (Radtyallâhü a»A/den; Şöyle de¬miştir :
Allah huzurunda şehâdet ederim ki Resulullah (Sallallahü Aley¬hi ve SeilemJ'in (genellikle) ettiği yemin:
«Benim nefsim (kudret) elinde olan (Allah)'a yemin ederim.» (şeklinde) idi.
(Yahut Rıfâa şöyle demiştir:) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in (genellikle) ettiği yemin:
«Allah huzurunda şehâdet ederim, nefsim (kudret) elinde olan (Allah) 'a yemin ederim.» (şeklinde) idi.'*
Not: Bu iki hadisle İlgili olarak Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu iki sened de zayıftır. Çünkü birinci senedde bulunan Muhammed bin Mus'ab zayıftır, ikinci senedde bulunan Abdülmelik bin Muhammed es-San'ânl de zayıftır. Lâkin Nesâİ bu hadisi Amelii'1-Yevm vel-Leyle'de İki sened ile rivayet etmiştir. Bu senedlerin birisi Buhârt ile Müslim'in şartı üzerine, diğeri de Buhârî'nin şartı üzerine sa¬hihtir.
Bu hadisin ravİsi Rıfâa'nın bundan başka hadîsi müellifin süneninde yoktur. Buhâri, Müslim, Tirmizi, Ebü Dâvûd ve Nesâİ'nin yanında ise hiç bir hadisi yoktur.

2092) Sâlim'in babası (Abdullah bin Ömer) (RadtyaUâhii anhümYAtti rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem)'m yeminleri¬nin ekserisi şu idi:
«Kalbleri (n hallerini) değiştiren (Allah)'a andolsun ki, hayır.»" [1]

İzahı

R i f â a' nın hadisi Zevâid türündendir. Notta belirtildiği gibi hadisin iki senedi de zayıftır. Ama hadisin metni sahihtir. Peygamber (Aîeyhi's-salâtü ve's-selâmî'in bu hadiste belirtilen şekilde zaman za¬man yemin ettiği bir çok hadîste de görülmektedir.
î bn - i Ömer (Radıyallâhü anh);m hadisi Müslim' den başka Kütüb-i Sitte sâhiblerinin hepsi tarafından rivayet edilmiştir. Hadisteki yemin lafzında geçen "Musarrıf = Değiştiren" kelimesi ye¬rine bâzı rivayetlerde "Mukallib = Çeviren, döndüren" kelimesi bu¬lunur. İki kelimenin ifâde ettiği mânâ aynidir. Çünkü kalbi değiştir¬mek veya çevirmekten maksad, kalbin kendisini değil, onun hâlini ve durumunu küfürden îmana ve îmandan küfüre; keza hayırlı işler¬den şer işlere ve şer işlerden hayırlı işlere çevirip döndürmek ve böy¬lece değiştirmektir. Kasdedilen mânâ bu olunca yukarda anılan iki kelime arasında pek fark bulunmadığı anlaşılır.
Avnül-Mâbud'da beyan edildiğine göre e 1 - A y n î • Kalbleri çevirmekten maksad, kulun kalbini, îmanı küfüre tercih etme hâ¬linden, küfürü imana tercih etme hâline çevirmesi veya bunun ak¬sini yapmasıdır, demiştir.
E 1 - H â f ı z da : Kalbleri değiştirmekten maksad, kabîerin du¬rum ve hallerini değiştirmektir, kalbin kendisini değiştirmek değildir. Bu hadis, kalble işlenen amellerin yaratıcısının Allah Teâlâ olduğuna delâlet eder. Keza, Allah Teâlâ'nın bilinen isimleri ile anılması caiz olduğu gibi O'nu sabit ve sânına lâyık sıfatlan ile de anmanın câiz-liği bu hadîsten anlaşılıyor, demiştir. [2]

Hadîsin Fıkıh Yönü

E 1 - H â f ı z yukarda anlattığı iki hükümle beraber aşağıdaki hükmün de bu hadisten çıkarıldığını ifâde etmiştir;
Allah'ın bir sıfatı ile yemin edip, sonra yeminini bozan bir kim¬senin kefaret ödemesinin gerekliliğine hükmedenler için bu hadis de¬lildir. Bu hükmün aslında âlimler arasında bir ihtilâf yoktur. Mevcut ihtilâf şudur: Allah Teâlâ'nın hangi sıfatları ile yemin oluşur, han¬gileri ile oluşmaz. Mukakkik âlimlerin görüşü şudur: Allah Teâlâ'-ya mahsus olup başkası hakkında kullanılmayan sıfatlarla yapılan yeminler, bozdurulduğu takdirde kefaret ödemek gerekir. Meselâ bu hadiste anılan Allah'ın sıfatı Ona mahsustur. Bu yemin bozduruldu¬ğu zaman kefaret çıkarılır. Fakat Allah Teâlâ hakkında kullanıldığı gibi başkası hakkında da kullanılan sıfatlar ile yapılan yemin böyle değildir. Meselâ diri mânâsını ifâde eden "Hayy", ve vardır mânâsı¬nı ifâde eden "Mevcûd" kelimeleri Allah Teâlâ hakkında kullanıldı¬ğı gibi başkaları hakkında da kullanılır. Bu kelimeler ve benzeri ke¬limelerle yapılan yeminler muteber mi, değil mi? Bu hususta âlimler arasında ihtilâf vardır.
El-Hâf iz, Buharı' nin "Peygamber'in yemi-,* nasıl idi" adlı babında rivayet olunan hadîslerin izahının baş kısmında özetle şöyle der:
"Bu bâbta rivayet edilen Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in yeminleri dört çeşittir: Birincisi: «Nefsim (kudret) elinde olan (Al¬lah)'a and olsun.-
-Muhammedin nefsi (kudret) elinde olan (Allah)'a and olsun» yemini de ilk yemin gibidir. Bu yemin sözü başında **Lâ" veya "Emâ" yahut "Eym" kelimesi bazen bulunmuş, bazen de bulunmamıştır. (2090-2091 nolu hadis)
İkincisi: «Kalbieri çeviren (Allah)'a andolsun ki, hayır.» (2092 nolu hadisimiz gibi.»
Üçüncüsü: «Vallahi» şeklindedir.
Dördüncüsü : -Kabe'nin Eabbine and olsun» şeklindeki yemindir.
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in en çok kullandığı yemin birinci şekildir. Bundan sonra çok kullandığı yeminin ikinci şekil ol¬duğu anlaşılıyor,
H a n e f î 1 e r ile Mâl i k i I er'in sözlerinin zahirine göre Allah Teâlâ'mn Kuranı Kerim'de veya sahih hadîslerde gelen bütün isimleri ve sıfatlan ile yapılan yeminler muteber olup bozdurulması hâlinde kefaret ödemek gerekir,
Şâ fi i ler ile Hanbe liler'in meşhur kavillerine gö¬re Allah Teâlâ'mn isim ve sıfatları üç kısımdır: Rahman, Âlemlerin Rabbi ve yaratıkların Halikı gibi Allah Teâlâ'dan başkaları hakkın¬da kullanılmayan kelimelerden birisi ile yapılan yemin oluşur ve bozdurulması kefareti gerektirir.
Allah hakkında kullanıldığı gibi bazen başkaları hakkında da kullanılan Hak ve Bâb gibi kelimelerle yapılan yemin yine muteber olup bozdurulması kefareti gerektirir. Ancak kişi bununla yemin eder¬ken Allah'tan başka bir şeyi kasdederse yemin oluşmaz.
Allah hakkında kullanıldığı gibi çok zaman başkası hakkında da kullanılan; Mevcûd, Mümin ve benzeri kelimelerle yapılan yemin ile Allah Teâlâ kasdedilirse yemin oluşur. Fakat başka şey kasdedilirse veya hiç bir şey kaydedilmezse yemin oluşmaz." [3]

Son İki Hadîsin Metni İle İlgili İki Husus

2091 nolu hadiste geçen ve "Allah huzurunda şen âdet ederim" diye terceme ettiğim cümle muhtemelen sahâbînin sözüdür. Bu cüm¬le Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) in yemininden bir parça olabilir. Bu iki ihtimâle tercemede işaret ettim.
2093 nolu hadîsteki yemin sözünün başında bulunan "Lâ" harfi olumsuzluk edatı olabilin Bu takdirde mânâsı: Hayır-yok, demektir. Bu harfin ilgili olduğu cümle, yeminden önce yapılan konuşmadan anlaşıldığı için dile getirilmesine gerek kalmaz. Bu cümle geçmiş za¬mana âit olabildiği gibi gelecek zamana, geniş zamana veya şimdiki zamana da âit olabilir. Meselâ: Yapmadım, olmadı, söylemedim, böy¬le değildir, yapmayacağım, bırakmıyacağım...
Söz konusu "Lâ" harfi olumsuzluk edatı olmayıp yemin sözünü pekiştirmek için kullanılmış olabilir. Kur'an-ı Kerimde de yemin sö¬zü ile beraber bu harf gelmiştir. Olumsuzluk anlamını ifâde etme¬diği için Arap gramerinde buna zâid harf denilir. Ama bu harf fazla değil, yemini kuvvetlendirir. Bilindiği gibi Kur'an-ı Kerîm de veya Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) in buyruğunda fazla harfin varlığı söz konusu edilemez.

2093) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü atthyâen; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi veSelleml'in yemini (bazen) şöy¬le idi:
Hayır ve (eğer durum böyle değilse) ben Allah'tan mağfiret di¬lerim.»" [4]

İzahı

Bu hadisi Ebû Dâvüd da rivayet etmiştir. Sindi' nin beyânına göre Beyzâvi: Hadisin metninin'mânâsı şöyledir: "Eğer durum böyle değilse ben Allah'tan mağfiret dilerim." Bu söz yemin olmamakla beraber, anlatılan durumun doğruluğunu tasdik ve takviye etmesi bakımından yemine benzer ve bu nedenle E b û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh) buna yemin ismini vermiştir, der.
T ı y b i ise .- Anılan sözün yemin mâhiyetini taşıması bakı¬mından şöyle demek uygundur : Allah'tan mağfiret dilemeye âit cüm¬le, yemin cümlesine atıf edilmiş olarak kabul edilmelidir. Yemin cüm¬lesi ise mukadderdir, yâni sözden atılmıştır. Esas itibarı ile sözün ta¬mamı şöyledir: "Ben Allah'a yemin ederim ve eğer durum böyle de¬ğilse Allah'tan mağfiret dilerim."
Cümlenin başında bulunan "Lâ" harfi, yeminin tekidi için kul¬lanılan bir zâid edat olabilir. Veya yeminden önce konuşulmuş bir sözün reddedilmesini ifâde etmek ü^ere kullanılmıştır. [5]

2- Allahdan Başka Bir Şey Üzerine Yemin Etmekten Nehiy Babı

2094) Ömer (bin el-Haltab) (RadıyaUûhii anhyden rivayet edildiği¬ne göre:
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) Ömer'in ken¬di babasına yemin ettiğini kendisinden işitti ve:
— «Şüphesiz Allah sizleri babalarınız üzerine yemin etmekten meneder.» buyurdu. Ömer demiştir ki: Ben (bu yasağı Resûl-i Kkrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittiğim andan itibaren) artık ne kendim babalar üzerine yemin ettim ne de başkalarından naklen bu tür yemini ağzıma aldım." [6]

İzahı

Mâlik ve KütÜb-i Sitte sahibi erin in hepsi bu hadisi rivayet etmişlerdir.
Tuhfe yazan bu hadisin şerhinde : 'Allah Teâlâ'dan başka bir şe y« yemin etmenin yasaklanmasının hikmeti hakkında g&ttnler şöylo inişlerdir: Bir şeye yemin etmek onu tazim ve yüceltmeyi gerekli rir. Hakikatta azamet Allah'a mahsustur. Babalar veya başka şeyle¬re yemin etmenin hükmü hakkında ihtilâf vardır. Hanbeliler'in meşhur kavline göre haramdır. M â 1 i k i 1 e r' in meşhur kavline göre mekruhtur demiştir.
Bu hususta genişçe bilgi bu babın sonunda verilecektir.

2095) Abdurrahman bin Semûre [7] (Radıyalîâhü anhythn rivayet edildiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu., de¬miştir :
«Ne putlar üzerine ne de babalarınız üzerine yemin ediniz.»"

2096) Ebû Hüreyre (Radıyalîâhü anhyden rivayet edİİdiğine göre; Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim yemin eder de yemininde Lat ve Uzzâ üzerine and olsun derse, hemen Lâ ilahe illallah, desin (yâni Tevhid kelimesini getir¬sin.)

2097) Sa'd (bin Ebî Vakkas) (Radtyallâhü ankydtm; Şöyle demiştir:
Ben (henüz yeni müslüman olmuş iken bir defa) Lât ve Uzzâ üze¬rine yemin ettim. (Arkadaşlarım bununla) kâfir olduğumu ve bu nedenle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e baş vurmamı söylediler. Ben de durumumu O'na arzettim. Bunun üzerine Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki j
.Üç defa; Allahtan başka ibâdete lâyık hiç bir mâbud yoktur. O. birdir, ortağı yoktur, söyle sonra sol tarafına üç defa tükür ve Eûzü çek (Şeytan'dan Allah'a sığınırım de.) ve bir daha böyle yemin etme.»" [8]

İzahı

Abdurrahman bin Semûre'nin hadisini Müs¬lim ve N e s â î de rivayet etmişlerdir.
Bu hadîste geçen "Tavâği" tâğiye'nin çoğuludur, putlar demektir. Höreyre>nin hadîsini Buhar i, Müslim. Jj-Du Dâvud ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Bu ve bun¬dan sonraki hadiste geçen "Lât" ve .Uzzâ" da putların isimleridir.
S a d (Radıyallâhü anhVın hadisini N e s â î de rivayet et¬miştir.
Bu hadîsler, babalar ve putlar üzerine yemin etmenin yaşattığı¬na delâlet ederler. Ayrıca son iki hadis de, putlar üzerine yemin eden bir kimsenin Kelime-i Tevhid getirmesini emreder. N e v e v i bu hadîslerin şerhinde şöyle der:
"Bu hadisler, putlar üzerine yemin edenin Lâ ilahe illallah keli¬mesini getirmesini emreder. Çünkü kişi putlar üzerine yemin edince putları tazim edici söz söylemiş olur. Bizim arkadaşlarımız: Bir kim¬se herhangi bir put üzerine yemin ederse veya; Şu işi yaparsam ya-hûdî olayım, yahut hıristiyan olayım, veyahut İslâm dîninden veya Peygamber (Aleybi's-salâtü ve's-selâm)'den uzak olayım derse veya buna benzer bir yeminde bulunursa, bu yemin oluşmuş bir yemin sa¬yılmaz. Böyle yemin eden kimse derhal Allah'tan mağfiret dileyip Kelime-i Tevhid getirmekle mükelleftir. Dediği işi yapsın veya yap¬masın yemin kefareti ödemesi gerekmez, demişlerdir. Mâlik, Ş â -f i İ ve âlimlerin cumhurunun mezhebi de budur.
Ebû Hanîfe'ye göre adam böyle bir yeminde bulunduğu zaman yemin kefaretini de ödemekle mükelleftir. Ebû Hanîfe delil olarak şunu göstermiştir: Bir adam Zihâr (Erkeğin, kendi karı¬sını mahremi olan bir kadının sırtına benzetmesi gibi yemine Zihâr denilir) yemininde bulunduğu takdirde kefaret ödemekle mükellef tu¬tulur. Çünkü yalan ve çirkin bir söz söylemiş olur. Putlar üzerine yapılan yemin ve yukarda anılan diğer yeminler de yalan ve çirkin yeminlerdir. Şu halde bundan dolayı da kefaret ödenmelidir.
Cumhur, Ebû Hanîfe1 ye şöyle cevap vermiştir: Hadis¬lerde Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) böyle yemin edenin Ke-lime-İ Tevhîd getirmesini emretmiş, fakat kefaret ödemesini emrot-memiştir. Kefaret ödeme işi Seri Şerifle sabit olmadıkça asıl olan bunun yokluğudur.' [9]

Allah'tan Başka Bir Şeye Yemin Etmenin Hükmü

Abdurrahman el-Cezerî dört mezhebin fıkhına âit kitabının Yemin bölümünde özetle şu bilgiyi vermiştir:
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), Kabe, Cebrail ve veli gibi tazim edilen bir şey üzerine edilen yemin, oluşmuş ve mu¬teber bir yemin sayılmaz. Böyle bir yemini bozmak hâlinde kefaret ödemek gerekmez. Böyle bir yeminde bulunan bir kimse herhangi bir varlığı tazim bakımından Allah Teâlâ'ya ortak etmek niyetini taşı¬yorsa bununla Allah'a ortak koşmuş olur. Eğer adam Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) ve benzeri mukaddes varlıklarla ettiği ye¬minden bunları küçümsemek ve hakir görmek maksadını güdüyorsa, bununla kâfir olur. Şayet yukardaki şeyleri kasdetmeyip sırf yemin etmeyi kasdediyorsa bunun hükmü hakkında âlimler şöyle demiş¬lerdir:
1. Hanefî âlimlere göre Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-se¬ Kabe ve Mushaf gibi mukaddes yaratıklarla yemin edilmez. Yemin ancak Allah Teâlâ üzerine yapılır. Bununla beraber, İtikad edilmesi ve inanılması küfrü mucip olup şer-i şerifin helâl say¬madığı bir söz üzerine yemin eden bir kimse, yeminini bozduğu tak¬dirde kefaret ödemekle mükelleftir. Meselâ: Şu işi yaparsam Pey¬gamber (Aleyhi's-salâtü vesselam) 'den veya Kur'an'dan, yahut Kâ¬ta e' den uzak bulunayım, derse, sonra yeminini bozarsa kefaret öder. [10]
2. Şâfiîler'e göre yukarda anılan maksadlar olmaksızın Allah'tan başka mukaddes varlıklarla yemin etmek mekruhtur.
3. Hanbeliler'e göre Allah'tan başka varlıklar üzerine yemin etmek haramdır. Böyle yemin edenin tevbe ve istiğfar etmesi, pişmanlık duyması gerekir. Kefaret ödemesi diye bir şey lâzım gel¬mez.
4. Mâliki1er'in meşhur kavline göre de haramdır. Ba¬balar, eşraf ve padişahlar üzerine yemin etmek de haramdır."
Yeminlerle ilgili hükümler pek geniştir. Fıkıh kitablarına müra¬caat etmek gerekir. [11]

3- İslamiyet'ten Başka Bir Din Üzerine Yemin Edenin (Hükmünün Beyânı) Babı

2098) Sabit bin Dahhâk (bin Halife el-Eşhelî) (Radtyaliâhü ank)'-den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle bu¬yurdu, demiştir:
«Kim İslâmiyet'ten başka bir dine yalancı ve kasıdlı olarak yemin ederse o kimse dediği gibidir.»" [12]

İzahı

Bu hadîsi Kütüb-İ Sitte sâhiblerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Hadîste geçen Millet kelimesi din ve şeriat demektir. Bu kelime umumî olduğu için bütün dinleri kaplar.
Bu hadis iki şekilde yorumlanabilir. Şöyle ki t
Bir dîne yemin etmek iki şekilde olabilir.
Birinci şekil: Meselâ hıristiyanhk dinine veya yahudilik dînine yemin ederim ki falan iş şöyle olmuştur veya ben şöyle yapacağım. Eğer hadîsteki yeminden maksat bu tarz yemin ise, böyle yemin eden müslüman kimse bu dinin bâtıl olduğuna inanır. Halbuki bir şeye yemin etmek, o şeyi tazim ve yüceltmek içindir. Müslüman kimsenin bâtıl bir dîni yüceltmediği ve böyle bir inanç sahibi olmadığı malum¬dur. Şu halde böyle bir yeminde bulunan müslüman o dîne yemin etmekle sözde tazimde bulunuyor ise de bunda samimî değildir ve gös¬terdiği yüceltme hususunda yalancıdır. Çünkü yüceliğine inanma¬dığı o dini yüceltir gibi görünür. Bu kısa bilgiyi verdikten sonra şöy¬le diyeyim: Hadîsteki "Kâzib = Yalana" kelimesinden maksad "ye¬min edenin o dîni yüceltmekte yalancı olması" mânâsıdır. Hadisteki "Müteammid = kasıdlı olarak" kelimesinden maksad da "yemin ede¬nin bu durumu bile bile yemin etmesi" dir.
Yukardaki açıklama ve yoruma göre hadisin açık meali şöyledir: «Bir kimse İslâmiyet'ten başka bir dîne yalancı ve bile bile, yani o dînin yüceltmeye lâyık olmadığına inandığı halde ve bile bile ye¬min ederse o kimse dediği gibi yalancıdır."
Bu yorumdan çıkan sonuç şudur: Böyle yemin eden kimsenin yemini muteber değildii ve kişi bununla küfre gitmez.
Yukarda anlattığım şekilde bâtıl bir dîne yemin edip o dîni yü¬celtmek ve tazim etmek maksadını samimi olarak beslerse, yâni yü¬celtmede yalancı olmayıp onu hak bir din kabul edip bu niyetle ve bile bile onunla yemin ederse, yemin eden adam dediği gibidir. Yâ.^ ni kâfir olur. Çünkü müslüman adam başka bir dîni yüceltmez, onun yüceliğine inanmaz, inanırsa İslâmiyet'ten çıkmış olur. Ancak hıris¬tiyanhk veya yahûdılik dinlerine yemin ederken bu dinlerin asıl ve tahrif edilmemiş olan mâhiyetini kasdederek yemin ederse kâfir ol¬maz. Anlattığım hükümler Kastalânî' den naklen verilmiş¬tir.
Yukarda, bir dîne yemin etmenin iki şekilde olabildiğini söyle¬dim. Birinci şekli ve bu şekle göre hadîsin yorumunu anlattım.
İkinci şekil yemin: Bir işi veya bir sözü, yahut bir fiili yemine bağlamaktır. Meselâ kişi şöyle der.- Bu işi yapmamış isem, yahut yapmış isem. veya yaparsam, yahut böyle söylersem, yahudi olayım veya hıristiyan olayım, yahut putperest olayım, der. Bu da bir tarz
yemindir.
Hadisten kasdedilen yemin tarzı bu olabilir. Bu takdirde hadîste¬ki "Kâzib s= Yalancı" kelimesinden maksad "yemininde yalancı" de¬mektir. Yâni meselâ : Adam bir şey yapmış olduğu halde, "Eğer bu işi yapmış isem yahûdi olayım*' diye yemin eder. Keza adam "Şu işi yaparsam hıristiyan olayım" der, sonra o işi yapar. Verdiğim her iki misâlde de adam yalan söylemiş olur. Çünkü geçmiş zamanda yap¬tığı işi inkâr ediyor, İkinci misalde de yeminini bozarak yeminine ay-kin hareket etmekle yeminine sadâkat göstermiyor.
Bu hadîs böylece de yorumlanabilir. Hadîsin açık meali şöyle olur:
-Kim yemininde yalancı olarak ve bile bile İslâmiyet'ten başka bir dine girmek üzere and ederse o kimse dediği gibi (kâfir) dir. Veya and ettiği dîne inananlar gibi azaba müstahaktır.»
Bu yorumla ilgili olarak Avnü'l-Mâbud sahibi şöyle der: "Hadisin zahirine göre bir kimse böyle yemin ederse kâfir olur. (Yâni meselâ bir adam bir şey yapmıştır. Sonra: Eğer bu işi yapmış isem hıristiyan veya yahûdi olayım derse, yahut falan işi yaparsam yahûdi olayım diye yemin edip sonra o işi yaparsa islâmiyet'ten çık¬mış olur.)
El-Hâfız: Bu hadîsten maksad; böyle yeminin elîm bir azaba sebebiyet verdiğini bildirmek üzere tehdit olabilir, küfür hükmü kas-dedilmemiş olabilir. Yâni o dîne inanan bir kimsenin müstehak ola¬cağı azabın benzerine böyle yemin edenin de müstehak olduğunu bil¬dirmek murad olabilir. Bunun bir benzeri: -Namazı terk eden bir kimse kâfir olur» mealindeki hadîstir. Yâni namazı terkeden kimse, namazı inkâr edenin azabı gibi bir azaba müstehak olur. İbnü'l-Münzir demiştir ki: "Hadîsin: O kimse dediği gibidir, cümlesi böyle yemin edenin mutlaka küfre gittiğini ifâde için olmasa gerek. Maksad şu olabilir. O dini yücelten adam nasıl yalancı ise onunla ye¬min eden adam da öylece yalancıdır, diye bilgi vermiştir.
Yine el-H â fi z'ın beyânına göre Îbnü'l-Münzir şöyie demiştir:
Bir adam: "Eğer şu işi yaparsam Allah'ı inkâr etmiş olayım ve¬ya hıristiyan olayım, yahut putperest olayım" gibi bir söz sarf edip sonra da o işi yaparsa, adamın durumunun ne olduğu hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir:
1. îba-i Abbâs, Ebû Hüreyre, Atâ, Kata do ve İslâm memleketlerindeki fıkıhçılarm cumhuru: Bu adama kefaret vâcib olmaz ve bu sözden dolayı kâfir olmaz. Ancak kâfir olmaya kalben karar vermiş ise o zaman kâfir olur, demişlerdir.
2. Evzâî, Hanefîler, Ahmed ve îshak: Bu söz bir yemindir ve adama kefaret gerekir, demişlerdir.
Îbnü'l-Münzir bu iki görüşü beyân ettikten sonra ük gö¬rüşün daha sıhhatli olduğunu savunarak: Çünkü Lât ve UaaA'ya ye¬min edenin, La ilahe illallah, demesi (2096 nolu) hadiste emredilmiş, fakat kefaret ödenmesi emredilmemiştir, demiştir.
El-Hâfız bu nakli yaptıktan sonra şöyle der: "tbn ü'l-M ünz ir' den başkası ilk görüşü teyiden: (2098 nolu) hadiste "Kim İslâmiyet'ten başka bir dîne yemin ederse o kim¬se, dediği gibidir" buyurulmakla müslümanların korkutulması kas-dedîlmiştir. Tâki kimse böyle söz sarf etmeye cesaret edemesin."
Hattâbl: de: Bu hadîs, İslâmiyet'ten uzak bulunayım, di¬ye yemin eden bir kimsenin günah işlemiş sayıldığına ve kefaret öde¬mekle mükellef tutulmadığına delâlet eder. Çünkü bu hadis böyle ye¬min eden kimsenin cezasının mal ödemek olmayıp diyanetinin zede¬lenmesi olduğuna hükmetmiştir, demiştir.

2099) Enes (Radtyallâhü o»*;'den; Şöyle demiştir: Bir adam: Ben o zaman şüphesiz yahûdi olayım, derken Peygam¬ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun sözünü işitti. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Yahudilik (o takdirde) tahakkuk etmiş oldu,» buyurdu."
Not: Zevftid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Bakiyye btn el-Velld tedlisçidir ve bunu an'an» Ue rivayet etmiştir.

2100) Büreyde (bin el-Husay&) (Radtyallâhü û»A)'den rivayet edil¬diğine güre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
- (Falan işi işlemiş isem - falan sözü söylememiş isem gibi bir şar¬ta bağlı olarak) İslâm dîninden uzak bulunayım diyen bir kimse (bu yemininde) yalancı ise, o kimse dediği gibi (İslâmiyet'ten uzak bu¬lunmuş veya İslâmiyet'ten uzak bulunanlar gibi azaba müstahak ol¬muş) dır. Eğer (bu yemininde) doğru sözlü ise İslamiyet salimen ona dönmez.»" [13]

İzahı

E n e s (Radıyallâhü anh)'m hadisi Zevâid türöndendir. Bu ha¬dise göre bir adam; Meselâ: Şu şeyi böyle yaparsam ben yahûdî ola¬yım derse, sonra dediği gibi yaparsa, yahûdî olmuş olur. Bu m&nA hadîsin zahirine göredir. Âlimlerin görüşlerini ve beyan ettikleri de¬ğişik yorumlan aşağıda özlü olarak anlatacağım. Bu husustaki bilgi kısmen yakardaki izah bölümünde verilmiştir.
Büreyde (Radıyallâhü anhJ'ın hadisini Ebû Dâvûd, N e s â i ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Âlimlerin bu ha¬disle ilgili yaptıkları yoruma terceme esnasında parantez içi ifâde¬lerle işaret ettim.
Bir adamın: İslâmiyet'ten başka bir dine yemin etmesi ile ilgi¬li gerekli bilgi ve yemin edilişin iki şekilde düşünülebileceğine dâir husus 2098 nolu hadîsin izahı bölümünde verilmiştir.
Bu hadisteki yemin oradaki ikinci yoruma uyar. Yâni adamın: Ben İslâmiyet'ten uzak bulunayım, sözü bîr şarta, bir iş veya sc*e bağph olarak kullanılır. Meselâ: "Falan sözü söylemiş isem, şu fiili işl«niş isem veya şu işi yapmamış isem" gibi geçmiş zamana âit olum¬lu veya olumsuz bir söz veya fiile bağlı kullandır. Keza gelecek za¬mana veya şimdiki zamana ait bir olumlu veya olumsuz fiil veya «Öze bağlı kullanılır.
Adamın İslâmiyet'ten uzak bulunmayı, yukarda anılan bir fiil ve¬ya söze bağlaması işi, aslında bir yemin değildir. Ancak bir noktada yemine benzer. Yemin; bir işe teşvik veya ondan menetmek için kul¬lanılır. Yukardaki söz bu amaç bakımından yemine benzediği için buna da yemin denilir. El-Hâfız'm Buhâri' nin şerhin¬de ve 2098 nolu hadîsimizin şerhinde bu görüşü İbn-i Dakiki'l-î y d' den naklen beyan etmektedir.
İslâmiyet'ten uzak bulunma yemini geçmiş zamandaki bir fiil veya söze bağlanmış ise yemin edenin bu hususta yalancı veya doğ¬ru sözlü olmasının mânâsı açıktır. Meselâ: Adam; 'eğer ben falan sözü söylemiş isem İslâmiyet'ten uzak bulunayım, diye yemin etmiş ve o sözü söylemiş ise yalancıdır. O sözü söylememiş ise doğru söz¬lüdür. Hadîsin zahirine göre yalancı ise, İslâmiyet'ten uzaklaşmış olur. Doğru sözlü ise İslâmiyet'e yakışmayan ve yüce İslâm dinini küçültücü söz sarf etmiş olduğu için din yönü zedelenmiş olur.
E1 - H â f ı z ayni yerde îbn-i Dakiki'l-îyd'in şöyle dediğini beyân eder: İslâmiyet'ten uzak bulunmayı geçmiş zamana âit bir söz veya fiile bağlayan kimse yalancı ise, Şâfiîlsr'in bir kısmına göre adam kâfir olmuş olur, hadîsin zahiri buna delâlet eder. Bâzı âlimler: Eğer adam yalan söylemesi hâlinde kâfir sayıla¬cağını biliyor ise kâfir olur. Çünkü küfre rızâ göstermiştir. Gelecek¬teki bir işe veya söze bağlı bu yemini edip, sonra yeminini bozanın hükmü de budur. Bâzı âlimler de başka görüşler beyan etmişlerdir, der. Şimdiki zamana âit yeminin hükmü maziye âit olanı gibidir.
Bu yemini gelecek zamandaki bir iş veya bir söze bağlayan kim¬se yeminini bozarsa yalancı sayılır, bozmazsa doğru sözlü sayılır.
El-Hâfız bu yeminin hükmü hakkında kısmen yukarıya alı¬nan görüşleri beyan ettikten sonra: bu yemini kullanan adamın küf¬re gidip gitmediği yolundaki tahkıkli ve kuvvetli görüş şudur, der:
'Eğer adam, bu yeminle İslâmiyet'ten başka bir dini yüceltmeyi kasdediyorsa bununla kâfir olur. Şayet, İslâmiyet'ten uzak bulunma¬yı gerçekten koştuğu iş veya söze bağlıyorsa, durumuna bakılır: Eğer niyeti hakikaten o takdirde küfre gitmek ise yine kâfir sayılır. Çün¬kü küfre niyetlenmek küfürdür. Şayet niyeti o iş veya sözden uzak olduğunu ve kalacağını belirtmek ise bu yeminle küfre gitmez. An¬cak bu yeminle yine günah işlemiş olur. Bâzı âlimlere .göre haram iş¬lemiş olur. Diğer bir kısım ilim ehline göre mekruh ve çirkin bir söz
sarfetısiş olur.'
El-Hâfız' dan naklen verilen bilgi burada sona erdi. Hülâ¬sa, böyl« yeminlerin tehükatt ve ciddi vebali mucip olduğu bu hadîslerden anlaşılıyor. Şuurlu müslümanın böyle yeminlerden son derece uzak durması gerekir. îslâm fıkıh âlimlerinin bu husustaki görüşleri hakkında geniş bilgi almak isteyenler fıkıh kitablarma müracaat -et¬melidirler.
Hadisin şöyle yorumlanması da mümkündür: islâmiyet'ten uzak bulunayım, diye yemin eden kimse, yemin ettiği hususta yalancı ise veya yeminini bozmak sureti ile yalancı durumuna düşerse, o kimse dediği gibidir. Yâni İslâmiyet'ten uzak bulunan kimselerin müstehak oldukları azab gibi bir azaba müstehak olur. Yahut İslâmiyet'ten uzak bulunur. Yâni küfre gitmemekle beraber îslâmiyeti çok zayıf¬lamış olur. Yemin ettiği hususta doğru sözlü ise veya yeminine sâdık kalıp bozmazsa. İslâmiyet'i küçültücü söz sarfettiği için İslâmiyet sa¬limen ona dönmez. Yâni müslümanlığı zedelenmiştir.
Diğer bir yorum şekli şöyledir:
İslâmiyet'ten uzak durayım, diye yemin eden bir kimse, gerçek¬ten uzak durma niyeti ile söylemeyip yalancı olarak bu lâfı ederse o kimse dediği gibi yalancıdır. Yâni İslâmiyet'ten uzaklaşmış olmaz. Kim bunu samimî olarak ve gerçekten İslâmiyet'ten uzak bulunmak niyeti ile söylerse o kimse İslâmiyet dışına çıktığı için İslâmiyet sali¬men ve olgunca ona dönmez. Çünkü küfre rızâ göstermiştir. Artık imanını yenilemekle tekrar müslümanlığa dönüş yaparsa m uslum an sayılır. Aksi takdirde sayılmaz. [14]

4- Kendisi (Nîn Îknâ Edilmesi) İçin Allah Adı Üzerine Yemin Edilen Herkes (Edilen Yemine) Razı Olsun, Babı

2101) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edü- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bir adamın, kendi ba¬basının üzerine yemin ettiğini işitti ve bunun üzerine :
«Babalarınız üzerine (sakın) yemin etmeyiniz. Allah'a yemin eden bir kimse doğru söylesin. Kendisi(nin ikna edilmesi) için Allah'a ye¬min edilen bir kimse, razı olsun! (Yeminin gereğini kabul etsin). Al¬lah (adına edilen and) a rıza göstermeyen (gereğini kabul etmeyen) kimse Allah'a yakın (bir kul) değildir.»"
Not; Bunun senedindeki râvüerin sıka oldukları Zevâid'de bildirilmiştir.

2102) Ebû Hüreyre (Radıyailâhii anh)'ûen rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Meryem oğlu İsâ bir adamın hırsızlık ettiğini görmüş ve ona: Sen çaldın mı? diye sormuştur. Adam da: Kendisinden başka ibâdete liyakatli hiç bir ilâh olmayan (Allah) 'a yemin ederim ki hayır, (çal¬madım) , demiş. Bunun üzerine İsâ (Aleyhisselâm) : Allah'a İman et¬tim (O'nun adına yemin edeni doğruladım) ve gözümü yalanladım, demiştir.»" [15]
İzahı

îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadisi Zevâid türünden-dir. Arablar câhiliyet devrinde babalarına, annelerine, dedelerine ve diğer yakınlarına yemin ederlerdi. Bu yemin usûlü onlar arasında yay¬gın bir âdet idi. İslâmiyet geldikten sonra bu yüce dine giren müs-lümanların ilk zamanlarda eski alışkanlıkları itibarı ile böyle yemin¬lerde bulunduklarını gören Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâml onları uyarmış ve inenetmiştir. Yüce Allah'a yemin eden bir kimse* nin doğru konuşmasını emretmiştir. Keza, bir adanuöîknâ edilmesi için AlJ&h adına yemin edilince artık adamın ikna ve tatmin olma¬sa bile bunu kabul etmesi gerekir. Resûl-i Ekrem; (Aleyhi's-salâtü ve's-setam) bunu da emretmiştir. Yemin edeni dolETulamak mümkün iken, doğrulamayan kimsenin Allah'a yakın kullardan sayılmıyaca-ğını da haber vermiştir. Çünkü Allah'a yakın kullar, Allah Teâlâ'ya karşı duydukları tazim ve yüceltmeden dolayı Onun adına yemin edeni doğrularlar.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Buharı, Müslim ve Nesâî de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde az kelime değişikliği var ise de mânâyı etkilemez. Bunun için bu de¬ğişikliği belirtmeye gerek görmüyorum.
Bu hadiste: î s â (Aleyhisselâm) 'in adamın hırsızlık ettiğini gördüğü, bunu sorunca adamın bunu inkâr edip hırsızlık etmediği¬ne Allah'a yemin ettiği ve yeminden sonra î s â' nın adamı doğ-rulayip, kendi gözünü yalanladığı ifâde edilmiştir.
El-Hâfız, el-Fetih'te bu hadisin şerhinde şu bilgiyi verir: "'Îbnü'l-Cevzi' nin dediğine göre Îbnü't-Tîn: Isâ, yemin edeni tasdik etmek amacı ile "Âmentü billâh = Allah'a îman ettim" demiş ve gözünü yalanlamıştır. Gözünü yalanlaması ile bu olayda gözünü yalanlamayı kasdetmern iştir. Bundan maksadı gözünü başka bir işte yalanlamasıdır, demiştir.
Fakat Ibnü't-Tîn'in bu tevili uzak bir ihtimaldir.
Bazı âlimler: İ s â'nın bu meseledeki tekzib ve tasdiki, ola¬yın içyüzüne âit değil, hükmün zahirine aittir. Çünkü görgü, ola¬yın bilinmesinin en kuvvetli aracıdır. Hâl böyle olunca î s â nasıl gözünü yalanlar da adamı tasdik eder? demişlerdir.
Şu ihtimal da vardır: î s â, adamın o şeye elini attığını görün¬ce, alıp götürdüğünü sanmış, fakat adam yemin edince 1 s â zan¬nından dönmüştür.
Kurtubî de: îsâ' nın sözünden maksadı şu olabilir: Al¬lah'a yemin edeni doğrularım ve eşyanın hırsızlık maksadı ile alın¬dığına dâir olan kanaatimi yalanlarım. Çünkü muhtemelen adam; hakkı olan bir şeyi almış veya mal sahibinin izni ile almış, yahut eş¬yaya bakıp çevirmiş, fakat çalmak istememiş, demiştir.
Bu ihtimal zayıftır. Çünkü Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-se-lâm) 1 s â'nın adamın hırsızlık ettiğini-gördüğünü ifâde buyur¬muştur,
Kişilerin suç işledikleri zannı ile cezâlandınlamıyacakları hük¬mü bu hadisten çıkarılmıştır."
Hadis Allaha yakın oIup O'nu tazim edenlerin, O'nun adına ya¬pılan yeminleridoğrulamalarının en kuvvetli örneğini vermiştir. [16]

5- Yemin (Netice Îtîbarı İle) Ya Günaha Girmektir Yâ Da Pişmanlık Duymaktır, Babı

2103) (Abdullah) bin Ömer (Radtyaltâhü anhümâ)'â&n rivayet edil¬diğine göre; Resûlullah (Sallaltakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Yemin (sonucu İtibarı ile) ancak ya günaha girmektir veya piş¬manlık duymaktır.»"
Not: Zevâid'de : Bu hadisi îbn-i Mâceh kendi sahih'inde rivayet etmiştir. Şu halde hadis sahihtir, denilmiştir. Halbuki, tbn-i Mâceh'in kitabına Sahih ismi ve¬rilmez. (Ona sünen, denilir.) Zevâid yazan bu hadisi Îbn-İ Hİbban veya tbn-i Hu-zeyme'nin kendi sahihinde rivayet ettiğini söylemek istemiş de sehven îbnl- M&-ceh, demiş olabilir, [17]

İzahı

Sindi, Zevâid türünden olan bu hadisten kasdedilen manâ¬nın şöyle olduğunu söylemiştir • Yâni bir şeyi yapmak veya söylemek üzere yemin eden kişi, üzerine yemin ettiği şeyi yerine getirmez ve kefaretini de ödemezse günaha girmiş olur. O günahı gidermek için kefaret ödemesi gerekir Şayet üzerine yemin ettiği şeyi ifa eder ve¬ya kefaret öderse genel olarak yemin ettiğine pişman olur. Bu itibar¬la yemin etmenin sonucu çoğu zaman ya günaha girmektir, ya da pişmanlık duymaktır. Şu halde en uygunu yemin etmemektir.
Notta belirtildiği gibi îbn-i Mâceh'in kitabına hadis di¬linde Sünen ismi verilmiştir. Ona Sahih, ismi verilmemiştir. Bu iti¬barla Zevâid burada yanılmıştır. Sehven böyle demiştir. İnsan oğlu sehvedebilir, îbn-i. Hibbân ile İbn-i Huzeyme'nin kitablanna Sahîh ismi verilmiştir. Zevâid yazarı bu iki âlimden biri¬sinin ismi yerine sehven İbn-i Mâceh demiş olabilir. [18]

6- Yeminde İstisna Babı

tstisnâ kelimesi Türkçemizde de kullanılan ve türkceleşmiş bir sözcüktür, denilebilir. Bununla beraber bu kelimeyi biraz açıklıyahm. İstisna, bir sözün kapladığı anlamın bir kısmını ondan ihraç etmek¬tir. Meselâ: Bütün insanlar sapıktır, müminler hâriç.
Bu örnekte kullanılan insanlar sözü, mü'minleri de içine alır. în-sanlör için verilen sapıklık hükmünden müminler istisna, edilmiştir. Bu nevi istisna bulunduğu gibi bir hükmü bir şarta bağlama hâline da istisna denilir. Meselâ: Evime gelirsen sana ikramda bulunurum, eözünde, muhataba ikram etmek hükmü, onun eve gelmesi şartına bağlanmıştır. Bu duruma göre muhâtab eve gelmezse ikram görme¬yecek veya ona ikram vadi olmayacak, denilebilir.
Avnü'l-Mabüd yazarı Ebü Davud'un sünenindeki "Ye¬minde istisna" babının girişinde e 1 - H â fi z' in şöyle dediğini nakleder: Malum olan istisna nevinden başka, bir istisna çeşidi var¬dır. O da taliklerdir. Talik çeşitlerinden birisi d©️ bir işi Allah'ın dile¬mesine talik etmektir. Bu bâbta kasdedilen istisna, bir işi Allah'ın di¬lemesine talik etmek (bağlamak) tır. Meselâ bir adam: Vallahi eğer Allah dilerse falan işi yapacağım, derse yemininde istisna etmiş olur. Keza: Allah'a yemin ederim ki, Allah dilerse şu işi yaprmyacağım, derse yemininde istisna etmiş olur.
E 1-Hâ f ı z'ın yukardaki beyânına göre bir adam: Allah'a yemin ederim ki inşsallah şu işi yapacağım veya şöyle diyeceğim, di¬ye yemin ©️derse yemininde istisna etmiş olur. Ancak adam talik ni¬yeti ile değil de, mübarek bir sözdür, diye inşâallah kelimesini kul¬lanırsa buna istisna denmez,

2104) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü «ftAJ'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Settem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim yemin edip de (yemininde) inaaatlah (Yâni Allah dilerse) ders©️ bu istisnası onun İçin (yararlı)dır.»"

2105) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü ankumâ)\\an rivayet edil¬diğine göre; Resûlullah (Salldlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Yemin edip de (yemininde) inşâallah diyen adam, dilerse (ye¬mininden) dönüş yapar (yeminini bozar) dilerse (yeminini olduğu gi¬bi) bırakır. (O kimse) günaha girmiş olmaz. (Yâni yeminini bo/.sa kefaret ödemesi gerekmez.)

2106) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle de¬miştir :
Yemin edip de (yemininde) inşâallah diyen bir kimse (yeminini bozduğunda) günah işlemiş olmayacaktır. (Yâni kefaret ödemesi ge¬rekmez) " [19]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadisini Tirmial de rivayet etmiştir. Oradaki rivayette; cümlesi yerine;
= «(yeminini bozmakla) günaha girmiş olmaz» cümlesi kullanılmış¬tır. Her iki ifâdeden çıkan sonuç aynidir: Yâni bir adam yemin eder¬ken inşâallah, sözünü kullanırsa onun yemini oluşmuş bir yemin sa¬yılmaz. Çünkü yeminini Allah'ın dilemesine bağlamıştır. Allah'ın di¬lemesi şartının tahakkuk etmesi ise bizce meçhuldür. Yemin olunma¬yınca, onu bozmak da söz konusu edilemez. Yâni yeminine muhala-fet ötmesi günah sayılmaz ve muhalefet ettiği takdirde kefaret Öde¬mesi gerekmez.
İbn-İ Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisini Tirmizi, Ebû Dâvûd ve N e s â İ de rivayet etmişlerdir. Müslim
ise bunu mevkuf olarak yâni Îbn-İ Ömer'in sözü olarak ri¬vayet etmiştir. Dikkat edildi ise müellifimiz bu hadisi iki sened ile ri¬vayet etmiştir. İlk sened merfüdur. Yâni Peygamber (AleyhiVsalâtü ve's-selâm)'a ulaştırılmıştır, ikinci sened (2106 nolu) ise 1 b n-i Ömer'e ulaşmıştır. Onun eseri ve sözüdür.
1 b n-i Ömer (Radıyallâhü anhJ'ın hadisi de ayni hükmü ifâde eder. Yeminde istisna edilince, yâni inşâallah denilince o ye¬min oluşmuş sayılmaz ve dolayısıyla, ona muhalefet etmek sakın¬calı değildir, kefaret gerektirmez.
Sahihi Müslim'de "Yeminde ve başka şeyde istisna" başlığı ile bir bab açılmış ve burada I b »- i Ö m e r' in eseri ile merfû baş¬ka hadisler rivayet edilmiştir. N e v e v i bu hadislerin $erhincle özetle şöyle der;
"Mezkûr hadisten anlaşılıyor ki; bir adam yemin ederken, ye¬mini ile beraber ve fasılasız olarak * İnşâallah* derse, yeminini boz¬makla günaha girmiş olmaz (ve kefaret ödemesi de gerekmez). Ke¬za yemini de oluşmuş sayılmaz. Yemindeki istisnanın muteber olma¬sı için iki şart vardır: Birinci şart; tnşaallah sözünün yemin cümle¬sine aralıksız olarak eklenmesidir. İkinci şart da, yemin cümlesi he¬nüz bitmemiş iken, inşâallah demeye niyet etmektir.
Kadı lyâz: înşâallah sözü yemin cümlesine fasılasız ola¬rak eklendiği zaman, edilen yeminin oluşmuş sayılmayacağı husu¬sunda tüm nıüslümanlar icmâ etmişlerdir. Yemin cümlesi bitip, ara verildikten sonra söylenen inşâallah sözü de bâzı selef âlimlerinin dediği gibi istisna sayılmış olsaydı, hiç kimse, hiç bir yeminde gü¬naha girmiş olmazdı, kefaret ödemesi de gerekmezdi. (Çünkü yemin eden herkes yemininden bir süre sonra, yeminini bozmak istediğin¬de, günaha girmemek ve kefaret ödemeye gerek bırakmamak için, bir süre önce ettiği yemine atfen "İnşâallah" diyebilir.) demiştir. Kadı lyâz sözüne devamla:
Yemin edilirken buna eklenecek inşâallah sözü ile yemin cüm¬lesi arasında fasıla bulun.naması keyfiyeti hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir. Yâni yemin cümlesi ile inşâallah cümlesi arasında ne kadar ara ve fasıla olmaması gerekir?
1. Mâlik, Evzâî, $âfii ve Cumhura göre yemin cüm¬lesi ile inşâallah cümlesinin birlikte söylenmesi gerekir. İki cümle ara¬sında susmamak icâbeder. Ancak nefesin kesilmesi nedeni ile veri¬len ara zararsızdır.
2. Tâvûs, el-Hasan ve Tabiilerden bir cemaata göre, yemin eden adam oturduğu meclisten kalkmadıkça, yeminine ekle¬mek üzere söyleyeceği inşâallah sözü istisna sayılır.
3. K a t â d e ' ye göre yemin eden adam oturduğu yerden kalk¬madıkça veya konuşmadıkça istisna edebilir.
4. Said bin Cübeyr'e göre adam dört aya kadar is¬tisna edebilir.
5. îbn-i Abbâs'a göre kişi ne zaman hatırlarsa o zaman istisna edebilir.
Bâzı âlimler: Yukardaki ilk görüşten sonraki görüşlerden mak-sad; inşâallah sözü mübarek bir sözdür, her konuşmada anılmahdır, unutulduğu takdirde hatıra gelir gelmez yine denilmelidir. Bu hu¬susta; yâni inşâallah sözünün unutulması hâlinde, bilâhare hatırla¬nınca söylenmesi K e h f sûresinin 23. âyeti ile emredilmiştir. Bu görüş sahiblerinin maksadı yemin eden adam yemin ettikten bir sü¬re sonra istisna ederse yâni inşâallah derse yemini çözülür ve yemi¬nine muhalefet etmesi bir günah sayılmaz, demek değildir, demişler¬dir. Şu halde yemin ettikten bir süre sonra istisna etmekle yemin çö¬zülmez ve yemin bozdurulduğu takdirde günaha girilmiş olur, dola¬yısıyla kefaret ödenir."
Allah Teâlâ'ya yemin edildiğinde istisna etmenin, yâni inşâallah demenin hükmü yukarda anlatılmış oldu. N e v e v i bundan son¬ra boşama, köle veya cariyeyi âzadetme ve diğer konularda istisna etmenin hükmünü şöyle anlatır:
"Boşama, âzadetme ve Allah'a yemin etmekten başka her han¬gi bir konuda istisna yapılırsa bunun hükmü hususunda âlimler de¬ğişik görüşler beyan etmişlerdir. Önce bu konulara âit misaller ge¬tirelim, sonra âlimlerin görüşlerini anlatalım.
Meselâ : Bir adam : înşâallah karım benden boştur, inşâallah kö¬lem hürdür, inşâallah karım bana annemin sırtı gibidir, inşâallah Ali'nin bende bin lira alacağı vardır, Allah hastama şifâ verirse in¬şâallah, bir ay oruç tutmak Allah için benim adağımdır, gibi bir söz söylerse, bu sözde kullandığı inşâallah cümlesi istisna sayılır mı, sa¬yılmaz mı? Bilindiği gibi istisna sayılırsa o yemin oluşmuş sayılmaz. İstisna sayılmaz ise yemin oluşmuş olur.
1. Şafii. Küfe âlimleri, Ebû Sevr ve başkaları¬nın mezhebine göre Allah adına yapılan yeminde istisna muteber ve geçerli olduğu gibi diğer şeylerde de istisna muteber ve geçerlidir.
Bu itibarla boşama, köle-câriye âzad etme, zihâr, adak, ikrar vesâir işlerde inşâallah cümlesi kullanıldığı zaman bu akidlerin hiç birisi oluşmuş olmaz. Bu görüşü bir örnekle aydınlatalım: Bir adam ka¬rısına: Şen inşâallah benden boşsun, derse bu sözle karısı boşanmış olmaz. Âzadetme, zihâr, adak ve diğer meseleler de böyledir.
2. Mâlik ve E v z â i' ye göre inşâattan sözü ile yapılan istisna ancak Allah'a yapılan yeminlerde geçerlidir. Bunun dışında¬ki işlerde geçerli değildir. Bu görüşe göre bir adam karısına: Sen inşâallah benden boşsun, derse karısı boşanmış olur. Diğer mes'ele-ler de bunun gibidir.
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) anılan hadîste -Eğer ki¬şi inşâallah derse» buyurmuştur. Şu halde sözü edilen istisnanın dil¬le söylenmesi gereklidir, Sadece kalb ile istisnaya niyet etmek kâfi değildir. Ebû Hanife, Şafii, Mâlik, Ahmed ve bütün âlimler böyle demişlerdir. Ancak bâzı Mâliki âlimler is¬tisnaya kalben niyet etmenin kâfi olduğunu söylemişlerdir. [20]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Kefaretler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Kefaretler Bölümü   Kefaretler Bölümü Icon_minitimePtsi Şub. 08, 2010 4:20 pm

7- Bir Şey İçin Yemin Edip Ondan Başka Bir Şeyi Daha Hayırlı Gören Kimse (nin Ne Yapacağını Beyan Eden Hadisler) Babı

2107) Ebû Musa (el-Eş'ârî) (Radtyallâhü ank)'âen; Şöyle demiştir:
(Tebûk seferi için hazırlık yapılırken) ben Eş'arîlerden küçük bir cemâat içinde Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'in yanı¬na vararak kendimiz için binek hayvanı istedik, Resûlullah (Sallal¬lahü Aleyhi ve Sellem) bize :
— «Vallahi sizi bindiremem ve sizi bindireceğim hayvan yanım¬da yoktur- buyurdu. Ebû Mûsâ demiştir ki, bunun üzerine biz Al¬lah'ın dilediği kadar bekledik. Sonra (Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem) e ganimete âit) develer getirildi. Resûl-i Ekrem (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) (bunlardan semizlikten) hörgüçleri be yozlaş¬mış üç dişi devenin bize verilmesini emretti. Biz (develeri teslim alıp) gidince, bâzılarımız diğer arkadaşlarımıza: Biz Resûlullah (Sallalla¬hü Aleyhi ve Sellem) e müracaatla kendimiz için binek hayvanlarını istedik. Kendisi bize binek hayvanı veremeyeceğine yemin etti. Son¬ra da bize binek hayvanları verdi. (Herhalde biz O'na yeminini unut¬turduk, bundan sonra iflah olamayız) Geri dönelim, dediler. Bunun üzerine biz (geri dönüp) huzura çıktık ve:
— Yâ Resûlallah! Biz sana gelip binek hayvanları bize vermeni istedik. Sen bize binek hayvanları veremeyeceğine yemin ettin. Son¬ra da bizi bindirdin, dedik. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem) bize e
— «Vallahi sizi ben bindirmedim. Sizi Allah bindirdi. Vallahi ben bir şey için yemin edip sonra o şeyden başka bir şeyin deha ha¬yırlı olduğunu bildiğimde inşâallah şübhesiz yeminimin kefaretini öderim ve daha hayırlı olan şeyi işlerim* buyurdu veya «Daha hayır¬lı olanı işlerim ve yeminimin kefaretini Öderim» buyurdu."

2108) Ad! bin Hatim (RadtyaHâm a**J'den rivayet edildiğin* göre; Resûluttah (SaHallakü Aleyki ve S*B*m) yiyle buyurdu, demıçtir:
-Kim bir şey için yemin edip sonra ondan başka bir şeyi daha hayırlı bilirse, daha hayırlı olanı yapsın ve yemininin kefaretini öde¬sin.-"

2109) Mâlik el-Cüşemî (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: (Bir defa ben) :
—Yâ Resûlallah amucam oğlu yanıma gelir (= bana ihtiyacı olur), ben de ona (bir şey) vermemeye ve ona sila-ı rahm etmemeye yemin ederim, dedim. O, buyurdu ki t
Yemininin kefaretini öde.»" [21]

İzahı

E b û M û s â (Radıyallâhü anhî'ın hadisini Bu h â r I, Müslim, Ebû Dâvûd ve N e s â i de rivayet etmişler¬dir. Bu zâtın ismi Abdullah bin Kays' tır. Hâl terce-mesi 86. holü hadîs bölümünde geçmiştir. Bu zât Eş'âriler adı İle meşhur büyük bir kabiledendir. Yemen tarafında bulunan bu kabilenin ilk reisi S e b e sülâlesinden Üded oğlu Na¬ta â t' dır. Bu adamın vücûdu anneden kıllı olduğu için, kendisine, kıllı mânâsını ifâde eden Eş1 ar lâkabı verilmiştir.
Hadiste geçen "Rant" kelimesini, küçük bir cemâat, diye terce-me ettim. Bu kelimenin asıl mânâsı üç veya yediden ona kadar in¬san topluluğudur.
Zevd kelimesi: Üçten ona veya yediye kadar yahut ikiden doku¬za kaçlar deve sürüsü, demektir. Ekseriyetle dişi develer anlamında kuîlaıyhr. Burada, dişi deve mânâsında kullanılmıştır.
Ebü Musa ve onun kabilesinden olan arkadaştan, T e -bük seferine çıkılmak üzere hazırlık yapılırken, ihtiyaç duyduk¬ları develerin temini için Resûl-i Ekrem (AJeyhi's-salatü ve's-selâm)'e müracaat etmişlerdir.
T e b û k seferi, Resûl-İ Ekrem (Aleyhi"s-salâtü ve's-selâm) 'iri bizzat katıldığı en son savaş seferidir. Hicretin dokuzuncu yılı Re¬cep ayında bu sefere çıkıldığı rivayet olunmuştur. Bu sefere T e * b û k gazvesi ve U s r e Igüçlük) gazvesi de denilir. Tfi.bûk, H i c a z' in kuzey tarafında bulunan bir şehirdir. Bu gün Ür¬dün' den kara yolu ile Hicaz'a gidenler bu şehirden geçer¬ler.
Bu seferde savaş yapılmadı. Çünkü Roma imparatorluğu'-nun Ş a m' da büyük bir ordu hazırladığı ve bâzı Arap kabile¬lerinin de onlarla birleştiği, bu büyük ordunun Medine-i Mü¬nevvere'ye yürümeye hazırlandığı haberi alınınca Resûl-i Ek¬rem (Aleyhi*s-salâtü ve's-selâm) onlara karşı çıkmak üzere hazırlan¬dı ve bu sefere çıkıldı. Nihayet T e b ük'e kadar gidildi. Alınan haberin gerçek olmadığı anlaşılınca geri dönüldü. Bu sefer çok güç ve çeşitli olaylarla geçen ve birtakım şer'î hükümlerin konulması, bâzı âyetlerin inmesi ile sonuçlanan önemli bir seferdir. Geniş izahat isteyenlerin siyer kitablanna müracaatları tavsiye olunur.
Hadisin mânasına dönelim:
Ebû Musa ve arkadaşlarının vâki müracaatları üzerine, Resül-i Ekrem (Aİeyhi's-salâtü ve's-selâm), kendilerine deve vereme¬yeceğine yemin etmiş. Sonra da gelen develerden müellifin rivayeti¬ne göre üç tanesini onlara vermiştir. Eş'âr İler develeri alıp oradan ayrıldıktan sonra, Resûl-i Ekrem (Aİeyhi's-salâtü veVse-lâmJ'in ettiği yemini unuttuğu için onlara deve verdiğini zannede¬rek endişelenmişler ve başlarına büyük zararların geleceğinden kor¬karak derhal geri dönüp yemin durumunu Resûl-i Ekrem (AleyhTs-salâtü ve's-selâm)'e arzetmişlerdir. Resûl-i Ekrem (Aİeyhi's-salâtü ve's-selâm) onlara:
«Sizi ben bindirmedim, Allah bindirdi.» buyurmuştur. Bu buyru¬ğun izahı hakkında Nevevi: Yâni kulların fiillerinin yaratıcı¬sı Allah'tır M â z i r î demiş ki: Bunun mânâsı şöyledir: Sizi bin¬direceğim develeri Allah verdi. Eğer Allah vermeseydi, sizi bindire¬ceğim deve benim yanımda yoktu. Kadı da demiş ki: Muhtemelen Allah Teâlâ onları bindirmek için vahiy indirmiştir, diye bilgi ve-
rir.
Resûl-i Ekrem (Aİeyhi's-salâtü ve's-selâm) daha sonra: -Vallahi ben bir. şey için yemin edip sonra o şeyden başka »ir şeyin daha hayırlı olduğunu bildiğimde üışâallah, şüphesiz yemini¬min kefaretini öderim Ye daha hayırlı olan işi işlerim.» buyurmuştur. Râvi hadisin son kısmının böyle olduğu veya şöyle olduğu hu¬susunda tereddüt ettiğini ifâde etmiş ve bu tereddüdünü belirtmek için; Veya Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) şöyle buyurdu, demiştir:
«... Daha hayırlı olanı işlerim ve yeminimin kefaretini öderim.»
Hâvinin tereddüt ettiği nokta şudur: Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-sa¬lâtü ve's-selâmî'in kefareti ödemek ve daha hayırlı olan işi işlemekle ilgili iki cümleden hangisini önce ve hangisini sonra kullandığında tereddüdü vardır.
Bâzı rivayetlerde kefaret ödemekle ilgili cümle öncedir, bâzı ri¬vayetlerde ise, bu cümle diğer cümleden sonradır. El-Mâzirİ'-nin dediği gibi bu iki cümleden birisinin önce, diğerinin sonra olma¬sı pek pnemli değildir. Çünkü iki cümle arasında bulunan atıf edatı "Vav"dır. Bu edat sıralamayı ifâde etmez. Yâni önce kefaret Ödenir, ondan sonra yemin bozdurulur, veya önce yemin bozdurulur, sonra kefaret $deair, diye bir mânâ "Vav" edatından çıkarılmaz. Kefaret ödemek için üç durum vardır: Yeminden önce kefaret ödemek, âlim¬lerin ittifakı ile caiz değildir. Yemin edilip bozdurulduktan sonra kefaret ödemek ise âlimlerin ittifakı ile caizdir. Yeminden sonra ve heöüz yemin bofcthırulmamış iken kefaret ödemenin câizliği husu¬sunda âlimler ihtilâf etmişlerdir.
N e v e v î şöyle der:
"Bu bâbta rivayet olunan hadîslerden anlaşılıyor ki: Bir şeyi yapmak veya bir işi işlememek için yemin eden bir kimsenin yemi¬nini bozması, yeminine bağlı kalmasından daha hayırlı ise yeminini îtemaşj müsteiıabfer. Ve yeminini bozunca kefaret ödemesi gerekir. 0a hususta âlimler ittifak halindedir. Keza yemin bozdurulmadan toföret ödemenin vâcib olmadığı hususunda da ilim ehli ittifak et¬mişlerdir. Diğer taraftan, yemin etmeden önce kefaretin ödenemiye-Ceği ve kefareti ödemenin, yemini bozduktan sonraya bırakılabileceği hakkında da ittifak vardır. Fakat yemin edildikten sonra ve henüz yemin bozdurulmamış iken kefaretin ödenmesinin câizliği hususun¬da âlimler ihtilâf etmişlerdir:
1. Mâlik, Şafii, Evzâî, Sevrî ve on dört sahâbi île Tabiilerden bir kaç cemâat yemin edildikten sonra ve henüz boz¬durulmamış iken kefaretin ödenmesinin câizliğine hükmetmişlerdir. Âlimlerin cumhurunun kavli de budur. Bunlara göre kefareti ödeme¬yi yemini bozduktan sonraya bırakmak müstehabtır. Ş â f i 1; Ye¬min kefareti oruç olarak ödendiği takdirde bunu yemini bozduktan sonraya bırakmak gerekir, demekle bunu istisna etmiştir. Gerekçe olarak da şöyle demiştir: Oruç bedeni bir ibâdettir, vaktinden önce ödenemez. Farz namaz ve Ramazan orucu için vaktin girmesi şarttır. Bu da böyledir. Bunun vakti ise yemini bozduktan sonra gi¬rer. Ama yemin kefareti mal olarak ödenirse, yemin bozmadan ön¬ce de ödenebilir. Nasıl ki; malı bir ibâdet olan zekât, vaktinden ön¬ce çıkarılabilirse.
2. Ebû Hanife, onun arkadaşları ve Mâlikîler*-den E ş h e b: Yemin kefareti hiç bir suretle yemini bozmadan Ön¬ce ödenemez, demişlerdir. Cumhurun delili bu hadîslerin zahiri ve zekâtın vaktinden önce ödenmesinin câizliğine kıyaslamaktır.
Hadîsin metninde geçen "Zürâ" kelimesi "Zirve"nin çoğuludur. Zirve, her şeyin en yüksek kısmıdır. Burada develerin hörgüçleri kas-dedilmiştir. Buradaki rivayette Eş'âr iler'e üç deve verildi¬ği bildirilmiştir. Bâzı rivayetlerde beş deve verildiği ifâde edilmiştir. Rivayetler arasında ihtilâf söz konusu değildir. Çünkü üç devenin ve¬rilmiş olması bundan fazla verilmediğini gerektirmez. Bir rivayetteki fazlalık makbuldür."
N e v e v î' den naklen verilen bilgi burada bitti.
Adî (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Müslim ve Nesil de rivayet etmişlerdir. Bu zâtın hâl tercemesi 87 nolu hadîs bölümün¬de verilmiştir. Bu hadîsin metni bir önceki metinde de geçtiği için ay¬rı bir izahı gerekmez.
Mâlik el-Cüsemî' nin hadisini N e s â î de rivayet etmiştir. Nesâi1 deki rivayet daha uzundur ve meâlen şöyledir: Mâlik şöyle demiştir:
"Yâ Resûlallah! Nasıl davranacağımı bana bildir. Benim bir amcam oğlu var. Ben kendisine gidip bir şey istediğim zaman bana vermez ve sıla-ı rahim (yâni akrabalığın gereği olan iyilik) etmez. Sonra bana muhtaç olur ve gelip benden bir şey ister. Ben de ona (bir şey) vermemeye ve sılarj rahim etmemeye yemin ettim. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), daha hayırlı olanı yapmamı ve yeminimin kefaretini ödememi emretti."
Mâlik bin Nadlael-Cüşemi (Radıyallâhü anh) sahâbîdir. Râvisi oğlu A v f' dır. Dört sünen sahibleri onun hadîs¬lerini rivayet etmişlerdir B u h â r i de Ef'alü'l-İbâd'da onun hadîs¬lerini rivayet etmiştir. [22]

8- Yeminin Kefareti Onu Terketmektir Diyenin Babı

2110) Âişe (Radıyaüâhü anhâ)ydan rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
— «Akrabalık ilişkisini kesmek vey4 İyi olmayan başka bir şey için yemin eden kimsenin biri (yemininin gereğini yapması) o şeye İsrar etmemesi (bırakması) dır.»
Not: Bunun senedinde bulunan râvi Harise bin Ebi'r-Ricâl'ın zayıflığı Üze¬rinde ittifak edildiği Zev&İd'de bildirilmiştir.

2111) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-dtyatlâhü ankümyden rivayet edildiğine göre; Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
— «Kim bir şey için yemin edip de ondan başka bir şeyin daha hayırlı olduğunu bilirse, yeminini terketsin. Çünkü yeminini terk et¬mesi, o yeminin kefaretidir.»*' [23]

İzahı

tik hadis Zevâid türündendir. Sindi bu hadîsin şerhinde şöyle der:
Hadisin zahirine göre; akraba ile iyi ilişkiyi kesmek için veya İyi olmayan başka bir şey için yemin eden kimsenin, yeminini terketmesi, yâni yeminini bozması, onun için kefaret yerine geçer ve artık ayrıca kefaret ödemesi gerekmez. Çünkü hadîste geçen "Birr" kelimesinin şer'î mânâsı, yemininin gereğinin ifasıdır. Bir kimse ye¬mininin gereğini îfa ettiği zaman, kefaret ödemesi gerekmez. Çün¬kü yeminine sadakat göstermiştir. Şer'an şer sayılan bir şey için ye¬min eden kimsenin, yeminini bozması, bu hadisin zahirine göre şer'an Birr sayılırsa, artık ne diye kefaret ödesin. Lâkin bu konuda vârid olan meşhur hadislere göre bu tür yeminde bulunan kimsenin, hem yeminini bozması arzulanır, hem de kefaret ödemesi gerekir. Hâl böyle olunca buradaki Birr kelimesi şer'i mânâdan başka bir mânâ¬ya yorumlanmalıdır. Şöyle denilebilir: Böyle yemini bozmak, dînen matlûb olduğu için bu açıdan bir nevi Birr gibidir. Çünkü her yemin¬de dînen matlûb olan şey, yemine sadakat göstermek ve bozmamak¬tır. Fakat böyle yeminde dînen matlûb olan şey yemini bozmaktır. Bu nedenle burada yemini bozmak, başka yeminlere sadakat göstermek gibidir. Bu benzetme ise kefaretin vâcibliğine ters düşmez. Gerek bu hadis ve gerekse bundan sonra gelen hadis sabit ise böyle yorumlan¬malıdır.
İkinci hadisi Ebû Dâvûd da rivayet etmiş ve söyle de¬miştir: Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'dan vârid olan bü¬tün hadisler; (bir şeye yemin edip de ondan başka bir şeyin daha hayırlı olduğunu bilen kimse yeminini bıraksın) "ve yemininin kefa¬retini Ödesin" şeklindedir. Ancak isnadı bakımından muteber olma¬yan hadisler müstesna.
Ebû Dâvûd şunu demek ister: Hayırlı veya hayırsız bir İşi için yemin eden bir kimse yeminini bozunca kefaret ödemesi ge¬reklidir, iyi olmayan bir iş için ettiği yemini bozup iyi olanı İfa eden kimsenin yeminini terketmesi, iyi bir şey olmakla beraber kefaret ödeme mecburiyetini kaldırmaz.
Avnü'I-Mabûd yazarının beyânına göre Muhaddis M u h a m-med Ishak ed-Dehlevî hadisin; "Çünkü kişinin yemi¬nini terketmesi, yemininin kefaretidir" cümlesinin yorumlanması ile ilgili olarak şöyle demiştir: Yâni bu kişi şer bir iş için yemin etmek¬le günaha girmiştir. Bu günahın giderilmesi o yemini bozmakla sağ¬lanır. Yeminini bozunca da kefaretin ödenmesi gerekir. Kefaret öde¬me işi ayrı bir mes'eledir.
Hulâsa yapılması veya yapılmaması için yemin edilen bir şey iyi görülmeyip, yeminin.bozdurulması hâlinde mutlaka kefaret ödenir. Bu bâbta rivayet edilen hadisler sahih ise yukarda anlatılan şekilde yorumlanır. [24]

9- Yemin Kefâretî Ne Kadar Yedirilir, Babı

2112) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümd)'dan; Şöyle ele¬miştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) kuru hurmadan bir sâ' yemin kefareti ödedi ve insanlara bunu emretti, (bir sâ1 kuru hur¬ma) bulamayan kimse buğdaydan yarım sâ1 verir."
Not: Bunun senedinde bulunan Ömer bin Abdillah bin Ya'lâ'nın zayıf olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [25]

10- Ailenize Yedirdiğinizin Ortalamasından (Kefaret Verilmesi) Babı

2113) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'da,n; Şöyle de¬miştir :
Ailesinin zahiresini (piyasada) bol olan maddelerden veren adam¬lar vardı ve ailesinin zahiresini (piyasada) güçlükle bulunan maddelerden veren de vardı. Bunun üzerine (yemin kefareti olarak veri¬lecek yiyecek maddesi hakkında) «Ailenize yedirdiğinizin ortalamasından* emri ilâhisi indi." [26]

Üc Bâbta Geçen İki Hadîsin İzahı

9. bâbta geçen hadiste yemin kefaretinin kuru hurmadan bir sâ olduğu bildirilmiştir. Bir sâ kuru hurma bulamayan kimsenin yarım sâ buğday vermesine âit hadîsin son kısmı, ifâde tarzının zahirine gö¬re îbn-i Abbâs (Hadıyallâhü anhl'ın sözüdür. Bu kısmın Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'m buyruğundan olması da muhtemeldir.
Yemin kefaretinin 10 yoksulu yedirmek veya giydirmek, yahut bir köleyi azadiamak olduğu ve bunlara gücü yetmeyenlerin üç gün oruç tutmaları olduğu aşağıda meali yazılacak Mâ i d e sûresi¬nin 89. âyetinde bildirilmiştir. Kişi dilerse 10 yoksulu yedirir, diler¬se Onları giydirir, arzu ederse bir köleyi azadlar. Bunlardan istediği¬ni tercih edebilir. Bunların hiç birisini vermeye gücü yetmezse üç gü& oruç tutar.
Şu halde hadîste sözü edilen bir sâ kuru hurma veya yarım sâ buğday her yoksula verilen mikdardır. 10 yoksulu yedirmek gerek¬tiğine göre bir yeminin kefareti 10 sâ kuru hurma veya 5 sâ buğday olmuş olur. [27]

Dört Mezheb Âlimlerinin Görüşleri

1. Hanefiler'e göre 10 yoksulun her birisine yarımşar sâ buğday veya kuru hurma ve arpadan birisinden bir sâ ödenir. Buğ¬day unundan da verilebilir. Bundan yine yarım sâ verilir. Arpa unun¬dan bir sâ vermek de caizdir. Kişi dilerse buğday veya onun unun¬dan yarım sâ'ın bedelini, yahut kuru hurma veya arpa, yahut arpa unundan bir sâ'm bedelini verebilir.
Yukarda anılan gıda maddelerini veya bedelini ya on yoksula verir. Ya da bir yoksula 10 gün süre ile verir.
Kuru üzüm ve diğer hububattan da vermek caizdir. Yemin kefa¬retinin yukardaki meblâğlar olduğuna dâir bu görüşün, Ömer, Ali, Zeyd bin Sabit, Nahaî, Şa'bî ve Sevrî (Radıyallâhû anhümVden de rivayet edilmiştir.
2. Diğer üç mezheb imamlannin görüşüne göre yemin kefareti her yoksula bir müd olmak üzere toplam on müddür.
Sâ ve müd hakkında geniş bilgi 1793 -1794 nolu hadîslerin izahı bölümünde verilmiştir. Orada belirtildiği gibi sâ miktarı hakkında de¬ğişik görüşler vardır:
1. Hanefîler'e göre bir sâ 1040 dirhemdir. Bir dirhem de 3,12 gr. kabul edilirse 1040 X 3,12 = 3244,8 gr. eder. Şu halde bir sâ, yaklaşık olarak 3250 gr. buğday ve arpa gibi hububat alan bir hacim ölçeğidir.
2. Ş â f i İI e r * den Nevevî ve Hanbelîler'e göre bir sâ 685 5/7 dirhemdir. Bir dirhem 3,12 gr. kabul edilirse bir sâ: 685 5/7 X 3,12 = 2139,42 gr. buğday gibi hububat alan bir hacim ölçe¬ğidir.
3. Mâlikîler'e göre bir sâ 682,66 dirhemdir. Bir dirhem 3,12 gr. kabul edilirse bir sâ: 682,66 x 3,12 = 2129,92 gr. buğday gibi bir hububat alan hacim ölçeğidir.
Müd ise sâ'ın dörtte biri büyüklüğünde olan bir hacim ölçeğidir.
Yukarda anlatıldığı gibi yemin kefaretinin bir çeşidi, 10 yoksu¬lu yedirmektir- Beher yoksula ne kadar yiyecek maddesi verileceği hususunda mevcut ihtilâfı özlü olarak hatırlatayım :
1. îbn-i Abbâs, îbn-i Ömer, Zeyd bin Sa¬bit, Saîd bin el-Müseyyeb, Kasım bin M u-hammed, Süleyman bin Yesâr, Atâ, el-Ha-s a n, Mâlik ve Ş â f i İ' ye göre o memleket, halkının zahi¬resinin çoğu hububatın hangisinden ise ondan her yoksula bir müd verilir. Şu halde 10 yoksula toplam 10 müd verilir,
2. Ömeri Ali, Âişe ve Irak âlimlerine göre her yoksula iki müd, yâni yarım sâ buğday verilir. Buna göre 10 yoksu¬la toplam 20 müd, yâni 5 sâ buğday verilir.
3. Ebû Hanife, Şa'bi, Nahai, Saîdbin C ü be y r ve M ü c â h i d' e göre her yoksula yanın sâ buğ¬day veya bir sâ arpa, kuru üzüm, kuru hurma gibi bir yiyecek mad¬desi verilir.
4. Âhmed "bin Hanbel'e göre her yoksula buğday¬dan bir müd veya arpa ve kuru hurma gibi bir maddeden yarım sâ, yâni iki müd verilir.
Bir yemin kefaretinin tamamını bir günde tek bir yoksula ver¬menin caiz olmadığı hususunda ittifak vardır. Bir günde 10 yoksula veya 10 günde ayni yoksula vermek ise caizdir.
Dört mezheb âlimlerinin bu konu ile ilgili değişik görüşleri ve kefaretin muteber sayılması için birtakım değişik şartları vardır. Bu husus için fıkıh kitablanna baş vurmak gerekir.
İkinci hadîste bir parçası anılan M â i d e sûresinin 89. âye¬tinin tamamının meali şöyledir:
«Allah sizi rastgele yeminlerinizden dolayı muaheze etmez ve lakin bile bile ettiğiniz yeminlerden ötürü hesab sorar. (İşte bile bile edip bozduğunuz) yeminin kefareti, ailenize yedirdiğinizin ortalama¬sından on yoksulu yedirmek yahut giydirmek veyahut bir köleyi âzadlamaktır. (Bu kefareti) bulamayan, üç gün oruç tutar. İşte ye¬minlerinizin kefareti budur. Yeminlerinizi koruyun (Pek yemin et¬meyin - ettiğiniz yemini bozmak daha hayırlı değilse bozmayın). Şük¬redersiniz, diye Allah size böylece âyetlerini açıklıyor.»
Bu âyet-i kerîme'de yeminin dört çeşit kefaretine temas buyu-ruluyor. Bunlardan birisi 10 düşkünü yedirmektir. Diğeri 10 yoksulu giydirmektir. Bir başkası bir köleyi âzadlamaktır. Bu üç nevi arasın¬da bir sıralama yoktur. Yâni yeminini bozan kişi bunlardan diledi¬ğini seçer. Şayet bunlardan hiç birisini yapamazsa üç gün oruç tu¬tar.
10 yoksulu yedirmekle ilgili gerekli bilgiyi yukarda verdik.
10 yoksulu giydirmeye gelince, âlimler bu hususta ihtilâf etmiş¬lerdir :
Hanefi ler'e göre en az üç ay giyilebilecek ve gövdenin tamamını veya çoğunu örtebilecek bir elbise olmalıdır. Kadına veri¬lirse buna baş örtüsü de eklenmelidir.
îbn-i Abbâs, el-Hasan, Mücâhid, Atâ, Tâ-v û s ve Ş â f i iı ye göre elbise denilebilecek bir parça giydirmek gerekir.
Mâlik ve Ahmed'e göre verilecek elbisenin namazda örtülmesi gerekli vücud kısmını örtecek bir elbise olması gerekir ki, erkeğe bir, kadına iki parça elbise verilir.
Başka görüş beyân edenler de vardır.
Köle. ile ilgili ayrıntılı bilgi yermeye bugün için gerek görmü¬yorum. Çünkü memleketimizde bugün için köle bulunamıyor.
Bunlardan hiç birisini bulamayan kimse üç gün oruç tutmakla mükelleftir. Bu orucun ard arda tutulmasının gerekliliği hususunda da ihtilâf vardır:
İbn-i Abbâs, Mücâhid, Atâ, Katâde, Ebü Hantfe, Ahmed ve bir kavlinde Ş â f i İ' ye göre orucun üst üste tutulması gereklidir.
El- Hasan, Mâlik ve diğer bir kavlinde Ş â f i i' ye gö¬re oruç aralıklı da tutulabilir. Ard arda tutulması daha efdaldir. [28]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Kefaretler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Kefaretler Bölümü   Kefaretler Bölümü Icon_minitimePtsi Şub. 08, 2010 4:20 pm

Erkeğin (Âîle Ferdlerine Zarar Veren) Yemininde İnad Ve İsrar Etmesinden Ve Kefaret Ödeme (Çaresîn)Den İmtina Etmesinden Nehiy Babı

2114) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anAj'den rivayet edildiğine göre; Ebü'l-Kasım (Muhammed) (Sallallahü Aleyhi ve Settem) şöyle buyurdu, de¬miştir :
«Sizden birisi (aile ferdlerine zarar verecek bir şey için ettiği) yeminde in ad ve İsrar ettiği zaman şüphesiz bu İsrarı ve inadı (Ken¬di yeminini bozup da) emrolunduğu kefareti ödemesine nazaran onun İçin Allah katında daha çok günahtır.
Bu hadîs, ikinci bir senedle de İbn-İ Mâceh'e ulaşmıştır." [29]

İzahı

Bu hadisi Buhârl ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Adama» ettiği yeminin onun atfe ferctteri atoyhtode olduğu
r i ile M ü s 1 i m' in rivayetlerinde sarahaten belirtildiği için bu durumu tercemede dikkate aldım. Yâni bir erkek bir şey için yemin eder ve yeminini bozmak istemez fakat onun yeminini bozmaması aile ferdlerini mutazarrır ederse, yeminini bozup kefaretini ödemesi gerekir. Yeminini bozması ile işlediği günahı kefaret ödemek sureti il gidermiş olur. Yemininde İsrar etmesi hâlinde aile ferdleri zarar gördüğü için erkek daha fazla günaha girmiş olur.
N e v e v i bu hadisin şerhinde şöyle der:
Yâni adam, âüe ferdleri ile ilgili bir yemin eder ve yeminini boz¬maması aile ferdlerine zarar verir, yeminini bozması da onu haram bir şey işlemesine sokmaz ise en uygun olanı onun yeminini bozup kefaretini ödemesidir. Eğer adam: Ben yeminimi bozmak sureti ile günaha girmem, yeminimi bozmak vebalından sakınırım ve böyle yapmanın benim için vebal olmasından korkarım, derse bu düşünü¬şü ile hatâ etmiş olur. Bilâkis onun yeminini bozmamakta İsrar et¬mesi ve aile ferdlerini zararda tutmasının günahı, onun yeminini boz¬masının günahından daha çoktur.
Hadisin zahirine göre adamın yeminini bozması da günahtır, fa¬kat bozmaması daha günahtır. Halbuki bu durumda yemini bozmak¬ta günah yoktur. Hadisteki ifâde tarzı adamın anlayışına göredir. Adam öyle sandığı için öyle ifâde edilmiştir. Aslında bu durumda yemini bozmakta bir günah söz konusu değildir. Şu halde kasdediien mânâ şöyle olur: Yâni yeminini bozmakta bir günah olsa bile, ye¬minde inad ve İsrar etmek daha çok günahtır. Yukarda belirtildiği gibi, adamın yeminini bozması başka bir yönden onu günaha sokmu¬yor ise hüküm böyledir. [30]

12- Yemin Eden Kişinin Yemininin Gereğine İlgililerin Riâyet Etmesi Babı

Bu babın başlığında geçen iki kelimenin açıklamasını yaptıktan sonra hadislerin tercemesine geçmek daha uygundur. Çünkü bu açık¬lama tercemenin daha kolay anlaşılmasına yardımcı olur.
Muksim: Kasem eden, yemin eden, demektir.
İbrâr: Kişinin ettiği yemininin bozulmamasına riâyet etmek ve onun yemininin korunmasına yardımcı olmaktır. Bunu bir misal ile aydınlatalım : Bir adam bir kimseye: Vallahi şu işi yapacaksın veya falan yere gitmeyeceksin, diye yemin eder. Bu örnekte, muhâtab o işi yaparsa veya denilen yere gitmezse, adamın yeminine riâyet etmiş olur ve yemininin bozulmamasma yardımcı olmuş olur. îşte muhata¬bın, bu şekilde söz konusu yemine riâyet etmesine ve yemin sahibi¬nin yeminini bozdurmamasına İbrâr denilir. Biz tercemede İbrâr ke¬limesini kullanacağız. Maksad bu mânâdır.

2115) Berâ bin Âzib (Radıyallâhü an/rj'den; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yemin eden kimseyi ibrâr etmemizi (yeminin gereğine riâyet etmemizi) emretti. [31]

İzahı

Bu hadisi N e s â i de rivayet etmiştir. Hadîsin mânâsı şudur: Bir adam bir kimsenin bir şey yapması isteği ile yemin ederse ve o isteğin yerine getirilmesinde bir sakınca yoksa, isteğin yerine getirilmesi ve böylece adamın yemininin korunması müstehab olarak emrolunmuştur. Bu istek bir şeyin yapılmaması yolunda da olabilir. Hüküm aynidir.
Başkasının bir şeyi yapması veya yapmaması ile ilgili olarak ya¬pılan yeminin hükmü ve ilgilinin o yemine riâyet etmesinin hükmü hakkında fıkhi görüşler bundan sonraki hadîsin izahı bölümünde ve¬rilecektir.

2116) Abdurrahman bin Safvân veya Safvân bin Abdirrahman el-Ku-reşî (Radıyallâhü anhümâ)'âan rivayet edildiğine göre :
Mekke'nin fetih günü kendisi babasını huzura getirerek t
— Yâ Resûlallahl Babama hicrettin faziletin)den bir pay kıl, di¬ye istekte bulundu. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Şüphesiz (Mekke fethinden sonra) hicret yoktur,* buyurdu. Teklif sahibi oradan ayrılıp (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'in amucası) Abbas (Radıyallâhü anh)'ın yanına girdi ve* (Yâ-Abbâs!) Sen beni tanıdın mı? dedi (Ve isteğini ona da arzetti). Ab¬bas : Evet (seni tanıdım), dedi ve Abbâs, ridasım giymeden, bir göm¬lekle hemen çıkıp geldi ve:
— Yâ Resûlallahl Sen falan adamı (yâni teklif sahibini) tanır¬sın, bizimle onun arasındaki münasebeti de (bilirsin). Bu adam ba¬basını, sana getirdi ki, hicret etmek üzere sen onunla (yâni babası ile) biat edesin, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «(Mekke fethinden sonra) Şüphesiz hicret yoktur» buyurdu. Abbas (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem) 'e t
— Senin (bu adamın babası ile bîat etmen) üzerine yemin ede¬rim, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mübarek elini uzatıp adamın babasının eline dokundurdu ve:
«Amcamı ibrar ettim (yeminini yerine getirdim) ve hicret yoktur-, buyurdu.
Bu hadîs ikinci bir senedle de İbn-i Mâceh'e ulaşmıştır. Râvi Yezid bin Ebî Ziyâd demiştir ki: Yânı halkı müslüman ol¬muş bir memleketten hicret yoktur."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Yezîd bin Ebî Ziyâd var¬dır. Müslim mütâba (yâni başka râvilerle teyid edilen) hadislerde onun rivayet¬lerini almıştır. Cumhur ise onu zayıf saymıştır. [32]

İzahı

Bu hadisin ilk râvisinin Abdurrahman bin S af-vân mı, yoksa Safvân bin Abdirrahman mı oldu¬ğunda râvi tereddüd etmiştir.
Tekmile yazan birinci cildin 238. sahifesinde beyan ettiğine göre Abdurrahman bin Safvân bin Kudâme el-Cümhi (Radıyallâhü anh)'ı î b n - i H i b b â n sahâbiler ara¬sında zikretmiştir. Bu zât Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'dan ve Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anhJ'den riva¬yette bulunmuş olup râvisi de M ü c â h i d ' dir. Ebû Dâvûd ile İbn-i Mâceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir. Fakat Hulâsa'nın beyânına göre B u h â r i, bu zâtın sahâbiliğinin sa¬bit olmadığını söylemiştir. Safvân bin Abdirrahman'a gelince, Hulâsa'da böyle bir isme rastlamadım. Ebû Dâvûd Hacc'ın el-Mültezem babında M ü c â h i d yolu ile Abdur¬rahman bin Safvân' dan hadîs rivayet etmiştir. Bu du¬ruma göre bu hadîsin râvisinin Abdurrahman bin Saf¬vân olması ihtimali bence kuvvetli görülmektedir. Allah daha iyi bilir.
Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu hadiste Mekke fethinden sonra, Mekke' den M e d i n e ' ye gitmenin hicret sayılmayacağını ve hicret faziletini kazandırmayacağını belirtmiştir.
İslâm'da hicret iki kısımdır: Birisi tehlikeli yerden emniyetli ye¬re hicret etmektir. İslâmiyet'in ilk günlerinde Mekke' den Ha¬beşistan'a yapılan iki hicret ve Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) in Mekke' den M eji i n e ' ye hicret ettiği dönem¬deki hicret bu nevidendir. Diğeri küfür diyarından islâm diyarına yapılan hicrettir. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in hicret döneminden sonra ve henüz Mekke fethedilmemiş iken Mekk e ' den Medine-i Münevvere'ye yapılan hicret de bu nevidendir. Bu dönemde yalnız Medine'ye yapılan hicret fslâ-mî hicret sayılırdı. Mekke fethedildikten sonra bu belde artık bir İslâm beldesi olduğu için buradan M e d î n e' ye gidip orada yerleşmek hicret sayılmaz. Fakat küfür diyarından İslâm1 diyarına göç etmek yine hicret sayılır ve buna muktedir olan kimse için hic¬ret etmek vâcibtir.
Hz. A b b â s (Radıyallâhü anh) bu durumu bilmediği için Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e İsrarda bulunmuş, i'fiili zâtın muhacir sayılması için Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve'sselâm)'in biat etmesi ricasını tekrarlamış ve bu ricanın kabulü için yemin et¬miştir. Resûî-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) amcasının yemini¬ni yerine getirmek üzere bu zâta elini uzatıp onun eline dokundur¬makla beraber, hicret olmadığını bildirmiştir. [33]

Başkasinin Bîr Îş Yapması Veya Yapmaması İsteği İle Yapılan Yeminin Hükmü

Abdurrahman eJ-Cezeri, dört mezhebin fıkhına âit kitabının yemin bölümünde özetle şöyle der:
1. Hanefî mezhebine göre hüküm şöyledir: Bir kimse bas-ka bir kimseye: Vallahi sen şöyle yapacaksın. Veya sen şöyle yap-mıyacaksm, derse durum tetkik edilir. Eğer yemin edenin maksadı: kendisinin yemin etmesi değil de muhataba yemin verdirmek ise. bu söz yemin sayılmaz ve ikisine de bir şey lâzım gelmez. Şayet yemin edenin maksadı kendisinin yemin etmesi ise veya hiç bir şeye niyet etmemiş ise, bu söz onun için yemindir ve muhatabı kendisine uy¬mazsa, yemini bozulmuş olur, dolayısıyla kefaret ödemesi gerekir.
Eğer adam, muhatabına: Kasem ettim sen şu işi yapacaksın ve¬ya Allah'a kasem ettim sen şu işi yapacaksın veyahut Allah'a yemin ederim, yahut Allah'ın adı ile şehâdet ederim sen şunu yapacaksın, derse bu söz yemindir. Bu tür yemini yaparken; "Senin üze¬rine" kelimesini yeminine eklesin veya eklemesin netice değişme?.. Muhatabı kendisine uymazsa yemin edenin kefaret ödemesi gerekir. Fakat muhataba hiç bir şey lâzım gelmez. Eğer yemin eden adamın maksadı muhatabın o işi yapıp yapmayacağını sorup öğrenmek ise ve yemin etmek değilse o takdirde bu söz yemin sayılmaz
2. Şafii mezhebine göre hüküm şudur: Bir kimse bir kim¬seye : Senin üzerine Allah'a kasem ederim veya Allah adı ile senden dilerim ki sen şu işi yapacaksın, derse duruma bakılır. Eğer yeminci bu sözle yenıin etmeye niyet etmiş ise, bu söz yemindir. Muhatab ona uymazsa yemin sahibi kefaret ödemekle mükelleftir. Eğer yeminci¬nin gayesi muhataba yemin ettirmek, yahut muhatab nezdinde ara¬cılık etmek ise veya hiç bir şeye niyet etmemiş ise bu söz yemin sa¬yılmaz. Yemincinin maksadı kendisinin yemin etmesi ise muhata¬bın ona uyması sünnettir. Çünkü uymazsa yeminci kefaret ödemek¬le mükellef olur. Ancak yemincinin isteği sakıncalı ise ona uymak söz konusu olmaz.
3. Hanbeli mezhebine göre hüküm şöyledir: Bir kimse baş¬kasına : Vallahi sen şu işi yapacaksın veya falan işi yapmayacaksın, derse, sonra muhatabı kendisine uymazsa, yeminci yeminini bozmuş sayılır ve kefaret ödemesi gerekir. Muhataba bir şey lazım gelmez. Eğer: Şu işi yapmanı Allah adı ile senden İsterim der ve bununla yemin etmek isterse, bu söz de yemin sayılır ve kefaret yine yemin-ciye aittir. Ama bu son sözle sırf aracılık kasdederse, yemin sayılmaz. Allah adını anarak dilekte bulunan bir kimsenin dileğini yerine ge¬tirmek sünnet olduğu gibi yukarda anılan şekillerde yemin eden ada¬mın dileğine uymak da sünnettir. Ancak istenen şey meşru değilse, yeminciye uymak söz konusu olamaz.
4. Mâl ikil e r'e göre de hüküm şöyledir; Bir kimse bir başkasına: Allah adına senin üzerine yemin ettim ki sen şöyle ya-pasm veya şöyle yapmayasın, derse ve muhatabı kendisine uymaz¬sa, yemincinin yemini bozulmuş olur ve kefaret ödemesi gerekir. Mu¬hataba bir şey gerekmez. Şayet adam: Senin üzerine kasem ettim, derse hüküm yine böyledir. Ancak bu söz ile yemin kasdedilmemiş ise meşhur kavle göre, bu söz yemin sayılmaz. Keza: Senin şu işi yapmanı Allah adı ile senden isterim, der ve bununla yemin etme¬ye niyet etmezse, en sahih kavle göre bu söz yemin sayılmaz.
Yukarda anılan bütün şekillerde muhatabın yeminciye veya di¬lekçiye uyması mendubtur. Bilhassa uymaması hâlinde kefaret öde¬me durumu olan yeminlerde muhatabın uyması daha kuvvetli bir mendubtur. [34]

13- Allah'ı Dilediği Ve Senin Dilediğin, Sözünü Söylemekten Nehiy Babı

2117) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edil¬diğine göre; Resûlullah (Sallattahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
— «Biriniz yemin ettiği zaman Allah'ın dilediği ve senin diledi¬ğin, demesin. Lâkin Allah'ın dilediği, sonra senin dilediğin, desin.»
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan râvî Eclah bin Abdillah'ın sıkahğı ihtilaflıdır: İmam Ahmed, Ebû Hatim, Nesâî. Ebû Dâvûd ve İbn-i Sa'd onu zayıf görmüşler. İbn-i Muin, Yâkub bin Süfyân ve el-lcli de onu sıka saymışlardır. Senedin kalan râvileri sıka zatlardır.

2118) Huzeyfe bin el-Yemân (Radtyallâhü anhyâen; Şöyle demiştir :
Müslümanlardan bir adam, rüyasında ehli kitâb'dan bir adam¬la karşılaşmış ve ehli kitab olan adam ona ı Allah'a ortak koşmanız olmazsa siz (müslümanlar) ne güzel insanlarsınız. Siz AÜah'ın ve Muhammed'in dilediği, diyorsunuz, demiştir. Müslüman adam da sonra rüyasını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlat¬mış, bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— -Bilmiş olun ki Vallahi şüphesiz siz (müslümanlar)m bu ke¬limeyi kullandığınızı bilmiyordum. Şöyle deyiniz ı
"Allah'ın dilediği sonra Muhammed'in dilediği." buyurdu.
Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın ana bir erkek kardeşi Tufeyl bin Sahbere (Radıyallâhü anh) de bu hadîsin mislini Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet etmiştir."
Not : Bu senedin râvüerinin Buhâri'nin şartı üzerine sıka oldukları, Zevâîd'de bildirilmiştir, [35]

İzahı

Zevâid yazan bu iki hadisi de Zevâid türünden saymıştır. E 1 -Hafız ise el-Fetih'te bu iki hadisin A h m e d ve N e s â i ta¬rafından da rivayet edildiğini bildirmektedir. Nesâi' nin Müc-tebâ isimli süneninde bunlara rastlamadım. Her halde büyük süne-ninde rivayet edilmiştir. i' ikinci hadisteki; cümlesinde baskı hatâsı olarak bir hemzenin eksik olduğu kanaatmdayım. Bu cümledeki müzari fiili olum¬lu olarak görülmektedir Kanımca olumsuz olması uygundur. Be.n tercemede olumsuz olarak mânâlandırdım. Bu fiil olumsuz olursa cümlenin mânâsı şöyle olur: "Ben siz müslumanların bu kelimeyi (yâni Allah'ın dilediği ve Muhammed'in dilediği, sözünü) kullandığı¬nızı bilmiyor idim,"
Bu fiil olumlu olunca "Bilmiyor idim" yerine "Biliyor idim" de¬mek gerekir ki bunun bozukluğu açıktır. Bu fiil olumlu olarak müel¬lif tarafından rivayet edildiği farz edilirse cümleyi şöyle mânâlandır-mak gerekir: "Ben siz (rnüslümanlar)a bu kelimenin doğrusunu ta¬rif etmiş olayım." Ehlinin malumu olduğu üzere, bu mânâ mezkûr cümleden güçlükle çıkarılabilir.
Yukarda ifâde ettiğim gibi kalem hatâsı olarak bir hemze eksik ise cümlenin mânâsı açıktır. Şöyle ki: Yâni siz müslümanların konuş¬manızda böyle bir kelime kullandığınızı bilmiyordum, sözlerinize dik¬kat etmediğim için bu kelimenin ağzınızdan çıktığından haberim yok¬tur. Eğer haberim olmuş olsaydı sizi menederdim.
Hulâsa bu sözü söylemenin hatalı oluşu sırf anılan müslümanıri rüyasına dayanmıyor. Allah ile kulunun denk tutulması kokusunu veren çirkin bir kelime olduğu için yasaklanmıştır.
îlk hadis de bu sözün doğrudan yasaklanmış olduğunu gösterir. Ahmed' in rivayet ettiği bir başka hadîse göre:
"Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e: Allah'ın dilediği ve senin dilediğin, demiş bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama:
«Sen beni ve Allah'ı denk mi ettin? Hayır, bilâkis yalnız Allah'ın dilediği» buyurmuştur."
«Allah'ın dilediği, sonra senin dilediğin» ifâdesinin meşru kılın¬masının sebebine gelince, Allah Teâlâ'nın dilemesi, kulun dilemesin¬den önce tahakkuk eder Bu ifâde de o tahakkuka uygundur. [36]

14- Yemininde Tevriye Edenin (Hükmünün Beyânı) Babı

2119) Süveyd bin Hanzala (Radtyattâhü a»*)'den; Şöyle demiştir:
Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i ziyaret etmek üze¬re (yola) çıktık. Beraberimizde Vâil bin Hücr de var idi. (Yalda) Vâil'i bir düşmanı yakaladı. Arkadaşlar (Vâitt kurtarmak için) ye¬min etmeyi günah saydılar. Ben kendim yemin ederek t Bu benim kardeşimdir, dedim. Yeminim Üzerine Vâil'in düşmanı onu serbest bıraktı. Sonra biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vardık. Ben, arkadaşlarımın yemin etmeyi günah saydıklarını ve Vâil'in, kardeşim olduğuna yemin ettiğimi O'na arz ettim. O, buyur¬du kiı
«Doğru söz söylemişsin. Müslüman, müslümanın kardeşidir.»"

2120) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü a«A)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:
— «Yapılan yemin ancak yemin ettirenin niyeti üzerine (vâki)-dir.."

2121) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü on&J'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Senin yeminin, arkadaşının (Yemin ettirenin) seni tasdik ettiği niyet üzerine (vâki)dir.»" [37]

İzahı

Tevriye s Bir sözden ilk anlaşılandan başka bir mânâyı kasdet-mektir. Meselâ ilk hadiste râvinin kullandığı "Bu benim kardeşim¬dir" sözünden ilk anlaşılan mânâ, kan kardeşliğidir. Bununla din kar¬deşliği anlamını kasdetmek tevriye olur. Babın başında geçen Tev¬riye kelimesini anlattıktan sonra hadîslerin izahına geçelim :
S ü v e y d (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir. Bu hadiste ismi geçen Vâil bin Hucr (Radıyallâhü anh) 'm hâl tercemesi 659. hadisin izahı bölümünde geçmiş¬tir. Süveyd bin Hanzala ise Kûfe'li sahâbilerden olup bundan başka hadîsinin bilinmediği e 1 - M ü n z i r î tara¬fından ifâde edilmiştir. Nesebi ve hayatı hakkında da bir bilgi edini¬lemedi.
Hadis, bir müslümanı bir zâlimin elinden kurtarmak için yemin¬de tevriye etmenin meşru olduğuna ve bundan dolayı yemincinin ke¬faret ödemesinin gerekli olmadığına delâlet eder.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in ilk hadisini Müs¬lim de rivayet etmiş, ikinci hadisini Müslim, Tirmizi ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir.
Son hadîs metninde geçen "Sahib" kelimesini "Arkadaş" diye terceme ettim. Bu kelimeden kasdedilen mânâ kişinin yemin etmesi¬ni teklif eden hasım, dâvâcı ve konuşmacıdır. Buna işaret etmek için "Yemin ettiren" ifâdesini ilâve edip parantez içine aldım.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in bu iki hadîsi, yemin¬de tevriye etmenin faydasız olduğuna delâlet ederler. Yâni yemin teklif eden tarafın niyeti ve kasdettiği mânâ esastır. Yemin eden kim¬se başka bir mânâyı kasdederek tevriye etse bile bunun bir faydası yoktur.
N e v e v i bu hadisin şerhinde şöyle der:
"Hadîste geçen M üst ah lif, yemin teklifinde bulunan kimsedir. Bu hadîs hâkimin yemin teklifine yorumlanır. Bir kimse başka bir kim¬seden davacı olup bir hak talebinde bulunduğunda, hâkim davalıya yemin tevcih eder de dâvâlı, onun kasdettiği mânâdan başka bir şe¬ye niyet etmek sureti ile tevriye edip yemin ederse, tevriyenin bir ya¬ran yoktur. Yemin hâkimin niyetine göre oluşur. Bu hükümde icmâ vardır. Bunun delili bu hadîs ve icmâ'dır.
Şayet hâkim veya vekili tarafından yemin teklif edilmediği za¬man kişi yemin edip tevriyede bulunursa, tevriye yararlıdır ve kişi yemininden dolayı günah işlemiş olmaz. İster kimse yemin teklif et¬memiş iken, o kendiliğinden yemin etsin. İster hâkim ve vekilinden başka bir kimse ona yemin teklifinde bulunsun, netice değişmez. Bu¬rada yemin teklifinde bulunan şahsın niyeti esas değildir. Hulâsa; Ge¬nellikle yemin edenin niyeti esastır. Ancak dâvâlı olduğu zaman hâ¬kim veya vekili tarafından kendisine yemin tevcih edildiği zaman edeceği yeminde, yemin ettirenin niyeti esastır. Kendisinin tevriye et¬mesi ona bir yarar sağlamaz. Hadisten kasdedilen mânâ budur.
Bir dâvada hâkim yemin teklifinde bulunmamış iken, kişinin ede¬ceği yeminde, kendisinin niyeti esastır.
Yukarda anlatılan hükümler, Allah'a yemin etmek hakkında ol¬duğu gibi talâk ve âzadlamak hakkında da uygulanır. Şu farkla ki, Hâkim bir kimseye talâk veya âzadlamak yeminini tevcih etme¬ye yetkili değildir, ancak Allah adı ile yemin etmeyi teklif eder. Du¬rum bu olunca hâkim herhangi bir dâvada, talâk veya âzadlamak yeminini teklif ettiği zaman, yemin edecek kişi tevriye edebilir. Bu tevriye yararlıdır.
Hâkim veya yetkili kılacağı kişiden başkasının tevcih edeceği ye¬minde, keza kimse yemin teklif etmemiş ilçen kişinin kendiliğinden edeceği yeminde, tevriyenin yararlı olduğunu yukarda anlattım. Şu da bilinmelidir ki, tevriyenin yararlı olduğu hallerde, yemin kefa¬retini çıkarmak gerekmez, ama edilen yemin ile herhangi bir kimse¬nin sabit ve mevcut bir hakkı zayi olursa ve hak yerini bulmazsa, şüphesiz o tevriye caiz değildir. Allah katında vebali mûcibtir. Bu hususta da âlimlerin icmâı vardır.
Kadı I y â z : Edilen yemin ile her hangi bir kimsenin hak¬kı zayi olursa, yeminci tevriye de etse günahtan kurtulamaz. Bu hu¬susta âlimler arasında bir ihtilâf yoktur, demiştir"
Avnü'l-Mabûd yazarı özetle şöyle der;
EI-Kaari: Ebû Hüreyre' nin hadisinden maksat şudur; Yemin ettiren şahıs, yemin ettirme hakkına hâiz ise, onun niyeti muteberdir. Yeminci başka bir şeye niyet edip tevriyede bulunursa, bununla günahtan kurtulamaz. A h m e d de böyle hükmetmiştir, der.
En-Neyl yazan da: Bu hadis delildir ki, muteber olan niyet ye¬min edenin değil, ettirenindir. Yemin ettiren kişi hâkim olsun, ala¬caklı olsun, fark etmez. Keza zâlim olsun, mazlum olsun, doğru söz¬lü olsun, yalancı olsun hüküm aynidir. Bir kavle göre yemin ettiren şahıs yalancı ise muteber olan onun niyeti değil, yemin edenin-niye¬tidir, demiştir. [38]

15- Nezir (Adamak)tan Nehîy Babı

2122) Abdullah İrin Ömer (Radtyallâhü aıı/ıümâ)'ık\n: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adak adamayı men et¬ti ve:
«Bununla ancak cimriden (bir şey) çıkarılmak istenir.» buyurdu."

2123) Ebû Hüreyre (Radıyallâhii anh)\\en rivayet edildiğine göre; Resûluîlah (Saflallahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Şüphesiz, adak adamak, Âdem oğluna takdir edilmiş olandan başka bir şey getirmez. Lâkin kendisi için takdir edilmiş olan şey ona güç gelir. (Bunun üzerine adak adar) ve nezir sebebi ile cim¬riden bir şey çıkarılmak istenir. Böylece nezirden önce ona kolay ol¬mayan şey (nezirle) kolaylaştırıhr. Halbuki Allah Teâlâ: 'İnfak et (malını hayır yoluna harca. Eğer infâk edersen) ben (de) sana in-fâk ederim (mal veririm)", buyurmuştur.»»" [39]

İzahı

İlk hadisi T i r m i z i hâriç, Kütüb-i Sitte sâhiblerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde "Leîm" kelimesi yerine "Bahir kelimesi bulunur. Bunun için bu kelimeyi "Cimri" diye terceme et¬tim. Leim kelimesi lügatta "kınanan, kötü ve cimri" mânâlarına ge¬lir. Burada cimri mânâsı kasdedilmiştir.
îkinci hadis Ebû Dâvûd hâriç, Kütüb-i Sitte sâhiblerinin hepsi tarafından rivayet edilmiştir.
İlk hadiste adak adamanın yasak olduğu bildirilmiştir. H a t -tâbi şöyle demiştir:
Bu hüküm, ilmin garib bir bölümüdür. Çünkü nezir yasaklanı¬yor ve yapıldığı takdirde ifâsı vâcib kılınıyor. Şâfiiler'in ekserisi, M â 1 i k i 1 e r ve Hanbelîler adak, adamanın mek-ruhluğuna hükmetmişlerdir. Ş â f i i 1 e r' den N e v e v î ise adak adamanın müstehab olduğunu söylemiştir. Kadı Hüse¬yin, Mütevelli ve Gazali de böyle demişlerdir. Kur-t u b i, nezirin yasaklısına dâir hadisleri, bir menfaatin elde edilme¬si veya bir zararın defi için yapılan nezirlere tahsis etmiş ve böyle yo¬rumlayarak şöyle der: Bir adam; Eğer Allah benim hastama şifâ ve¬rirse sadaka vermek üzerime borç olsun, gibi bir nezir yaparsa, bu yasaktır ve hadîsler bu gibi nezirlere aittir. Çünkü adam sadaka ver¬meyi hastasının iyileşmesine bağlayınca, anlaşılıyor ki o, bu hayırı sırf Allah rızâsı için yapmıyor, bir menfaat karşılığı yapıyor. Nite¬kim eğer hastası iyileşmezse bu sadakayı vermiyecek. Bu davranış ise ancak cimrilere mahsûstur. Çünkü genellikle cimri kimse, ma¬lını hazır bir bedel ve menfaat karşılığında verir. Hadisin «Nezirle ancak cimriden bir şey çıkarılır» cümlesi bu mânâya işarettir. Bir de şu durum vardır: Câhil adam zan ediyor ki ettiği nezir; onun di¬leğinin yerine gelmesini gerçekleştirir veya ettiği nezirden dolayı Allah onun dileğini yerine getirir. Câhil kişi böyle îtikad eder. ilk şık, sahibini küfre yaklaştırır. İkinci şık da bariz ve apaçık bir hatâdır. Hattâ el-Hâfız ikinci şıkkın da küfre yakın olduğunu söyle¬miştir.
Kurtubi daha sonra, hadisteki nezirin yasaklığı âlimlerce mekruhluk mânâsına yorumlandığına dâir nakiller yapmış ve sonun¬da şöyle demiştir: Yukarda anlattığım sapık itikad sâhibleri için bu yasaklama haramlık mânâsına ve böyle itikadı olmayan kimseler için de mekruhluk anlamına yorumlamak daha uygundur. Yâni yu¬karda anlatılan sapık itikad sahihlerinin adak adamaları haramdır, böyle yanlış İtikadı olmayanların nezir etmeleri mekruhtur.
El-Hâfız, Kurtubi' nin bu tafsilâtını tasvib etmiştir. Nezrin yasaklığına dâir hadisin râvisi İbn-i Ömer (Radıyal-lâhü anh) 'in olayı da bu yorumu teyid eder. Çünkü bu olay bir men¬faat karşılığı yapılan nezire aittir."
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadisinde de nezi¬rin kaderi değiştirmediği, insan oğlunun kaderinde olan bir şeyi gi-dermediği, kaderinde olmayan bir şeyi sağlamadığı, kaderde bulu¬nan bâzı şeylerin onu nezre sürüklediği ve böylece cimri kimsenin daha önce kolayca veremediği malını nezir dolayısıyla kolayca ver¬mesine vesile olduğu, halbuki Allah yolunda harcanan malın yerini Allah'ın doldurduğu bildirilmektedir.
Tuhfe yazan şöyle der:
Kadı Iyâz: İnsanların âdeti nezirleri birtakım menfaatla-nn elde edilmesine veya bâzı zararların define bağlamaktır. Hadis bunu yasaklar. Çünkü bu hâl cimrilerindir. Cömert kimse Allah yo¬lunda bir hayır yapmak istediği zaman bunu hemen yapar. Cimri ise ancak bir çıkar için veya zarardan korunmak için yapar. Halbuki, nezir mukadder olmayan bir menfaat sağlamaz veya bir zararı ön¬leyemez, demiştir.
Tıybî de, Kadı Iyâz'ın yukarda anlatılan sözünün benzerini söyledikten sonra: Bu yasak böyle bir menfaat temini ve¬ya bir zararın defi için yapılan nezirlere mahsustur. Her çeşit men¬faat ve zararın Allah'ın takdiri ile olduğuna inanan kimseler ve ne¬zirlerde bulunup da işleri kolaylaştıranın ancak Allah olduğunu bi¬len mü'minler için böyle bir yasaklama yoktur. Böyle inanan kimse¬ler ettikleri nezirleri de yerine getirirler. Allah Kuranı Kerim'de
nezirlerini İfâ edenleri;. âyeti [40] ile över, demiştir. [41]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Kefaretler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Kefaretler Bölümü   Kefaretler Bölümü Icon_minitimePtsi Şub. 08, 2010 4:21 pm

Dört Mezhebin Nezir Hakkındaki Görüşleri

1. Hanefi mezhebine göre, fıkıh kitablannda belirtilen şart¬ları taşıyan nezirler sahih ve meşrudur.
2. Şafiî mezhebine göre; bir menfaat veya zarar düşünülme¬den yapılan nezir ve bir menfaatin sağlanması veya bir zararın defi şartına bağlı nezir bir ibâdet sayılır. Buna Teberrür nezri denir. Bir de Lücâc = Husûmet ve öfke hâlinde yapılan nezir vardır. Oluşma¬sı ve şartları için fıkıh kitablanna başvurmak gerekir.
3. Hanbelîler'e göre nezir mekruhtur. Bununla bera¬ber yapıldı mı ifâsı gerekir.
4. Mâlikiler'e göre bir nimete kavuşan veya bir zarar¬dan kurtulan kimsenin Allah'a şükür mâhiyetinde yaptığı nezir men-dubtur ve îfâsı farzdır. Fakat bir menfaatin temini veya bir zararın 4ef i şartına bağlı kılman nezirin hükmü ihtilaflıdır. Bir kavle göre mekruh, diğer bir kavle göre caizdir. Ancak sözü edilen menfaatin temininde veya zararın definde nezirin bir rolü olduğuna inanarak kişinin nezir etmesi haramdır.
Her mezhebte konu ile ilgili geniş bilgiler olup izahı uzun sür¬düğü için bu kadarla yetinelim. [42]

16- Günah İslemeyi Nezretmek Babı


2124) "İmrâıı hin Huıyn (Rarfivaltâhit tnıh)\\ew rivayet edildiğine yöre; Rmilullah (SatlılU'ihü Air y/ti ve Scllcnı) şiiyU* buyurdu, demiştir ;
-Allah'a isyan etmek hakkında nezir yoktur ve Âdem oğlunun mâlik olmadığı bir şeyi nezretmesi yoktur.»"

2125) Âi^e (Radiyallâhii anfiâ)'(hm rivayet edildiğine göre; Resûlul-lah (Salliillahil Aleyhi ve Selimi) çtiyle buyurmuştur :
-Allah'a isyan etmeyi (gerektiren kötü bir iş için) nezretmek yoktur. Bunun kefareti bir yemin kefaretidir.»"

2126) Âişe (Rtidtyallâhü anhâ)'(\ı\n rivayet edildiğine göre: Re.sûUıl-lah (Sallallahü Alryhi ve Sellrm) şöyle buyurdu, demiştir ;
•Kim Allah'a itaat etmeyi nezrederse O'na itaat etsin (nezrini ye¬rine getirsin) ve kim Allah'a isyan etmeyi nezrederse sakın O'na is¬yan etmesin (nezrini yerine getirmesin).-'" [43]

İzahı

İmrân (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Müslim ve Ne-s â î de rivayet etmişlerdir. Hadisin açık mânâsı, bir günah işleme¬yi nezretmek muteber ve oluşmuş bir nezir sayılmaz. Keza kişi sâ hib olmadığı bir malı nezretse, bu da oluşmuş ve sahih bir nezir sa yılmaz. N e v e v i bu hadisin şerhinde şöyle der:
"İçki içmek gibi bir günahı işlemeyi nezreden kişinin ettiği nez¬rin bâtıl olduğu, oluşmuş bir nezir sayılmadıgı ve bu nezirden dola yi bir yemin kefaretini ödemenin gerekli olmadığı bu hadisten an¬laşılıyor, Ebû Ha n i f e, Mâlik, Şafii ve âlimlerin cumhuru böyle demişlerdir. A h m e d * e göre böyle nezirde ye¬min kefareti gerekir. Onun delili ise A i ş e (Radıyallâhü anhâ)'-nın (2125 nolu) hadîsi ve îmrân bin Husayn (Radıyal¬lâhü anh)'m rivayet ettiği ve  i ş e ' nin hadisine benziyen başka hadisidir. Bu iki hadiste, günah işİeme nezrinin kefaretinin, bir ye¬min kefareti olduğu bildirilmiştir. Cumhurun delili ise J m r â n bin Husayn (Radıyallâhü anh)'m buradaki hadisidir. Onun diğer hadisi muhaddis âlimlerin ittifakı ile zayıftır.  i ş e (Radı¬yallâhü anhâ)'nm sözü edilen hadisi de zayıftır."
Avnü'l-Ma'bûd yazarı N e v evi' nin bu sözünü naklettikten sonra:
Lâkin, e 1 - H â f ı z : Ben diyorum ki Tahâvi ve Ebû Ali bin es-Seken -Günah işleme nezrinin kefareti bir ye¬min kefaretidir.» mealindeki hadisin sahih olduğunu söylemişlerdir. Bu itibarla bu hadisin zayıflığı üzerinde nerede ittifak vardır? de¬miştir.
Sindi de : Hadisin : «Günah işlemeyi nezretmek yoktur» cüm¬lesinin mânâsı, böyle bir nezrin oluşmuş sayılmıyacağı değildir. Çün¬kü eğer mânâ böyle olsa, -Böyle nezrin kefareti, bir yemin kefareti¬dir.» cümlesine münâsib olmaz. Bu itibarla ilk cümlenin mânâsı: «Böyle nezrin yerine getirilmesi yoktur.* demektir. Sahih bâzı riva¬yetlerde cümle böyle ifâde edilmiştir, demiştir.
Böyle nezrin kefareti bir yemin kefaretidir, diye hükmeden A h -med ve İshâk, Âişe (Radıyallâhü anhümâJ'nın 2125 sayılı ha¬disini delil göstermişlerdir. El-Mütaka'da beyân edildiğine göre E b ü H a n i f e de böyle hükmetmiştir. Daha geniş bilgi aşağıda verile¬cektir.Nevevİ, İm'rân (Radıyallâhü anh)'m hadisinin şerhinde
şu bilgiyi de verir:
"Bu hadîste -Âdem oğlunun mâlik olmadığı bir şeyi nezretmesi yoktur.» cümlesi şöyle yorumlanır: Kişi nezrini kendisinin mülkiye¬ti altında olmayan belirli bir şeye bağlarsa, meselâ : Allah benim has¬tama şifâ verirse ben Allah için falancanın kölesini âzad etmemi nezrederim, derse bu nezir sahih değildir. Keza falan adamın elbi¬sesini veya evini sadaka ederim gibi kendisinin malı olmayan bir şe¬yi adarsa bu adak muteber değildir.
Şayet adam mâlik olmadığı bir şeyi boynunun borcu olarak nez-rederse böyle nezir sahihtir. Meselâ adamın kölesi yoktur ve bir kö¬leyi satınalabileceği parası da yoktur. Bununla beraber: Allah benim hastama şifâ verir ise bir köleyi âzad etmeyi Allah için nezrederim, derse bu nezir sahihtir. Hastası şifâ bulduğu takdirde bir köleyi âzad etmesi onun zimmetinde tahakkuk etmiş bir borç olur."
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nm ilk hadisini E b û Dâvûd ve Ti r m i z i de rivayet etmiş, Onun ikinci hadisini Müslim'¬den başka Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi ve A h m e d rivayet etmiştir.
Tirmizî, Âişe (Radıyallâhü anhâJ'nm ilk hadîsini riva¬yet ettikten sonra bunun sahih olmadığını, çünkü Zührİ' nin bu hadisi E b û Seleme' den işitmediğini ifâde etmiştir.
Tuhfe yazan da özetle şöyle der:
"Bir günahı işlemeyi nezreden kişiye, bir yemin kefaretinin vâ-cib olup olmadığı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Cumhûr'a göre kefaret gerekmez. Ahmed, Sevri, îshâk ve Ha-nefîler ile Şâfiiler1 den bâzıları kefaretin vücûbuna hük¬metmişlerdir.
Âlimler günah işlemeyi nezretmenin haramhğı hususunda it¬tifak halindedirler. Bunların ihtilâfı sâdece böyle bir nezirden dolayı kefaret ödemenin vâcib olup olmadığı husûsundadır. Kefaretin vücû¬buna hükmedenler bu bâbta rivayet olunan hadislere dayanmışlar¬dır. Cumhur bunların zayıf olduğunu söylemiştir. Bence bu hadîsler müteaddit olduğu ve müteaddit yollarla rivayet edildiği için delil ol¬maya elverişlidir."
Böyle haram bir nezirde bulunan kimse için en ihtiyatlı olanı, onun kefaret ödemesidir, denilebilir.
Âişe (Radıyallâhü anhâJ'nm son hadisi ile ilgili olarak Tuhfe yazan şunlan söyler:
"Hadis'in "Allah'a itaat1' ifâdesi, dînen vâcib ve müstehab olan ibâdetlerin hepsini kaplar. Dinen vâcib olan bir şey zâten vâcibtir. Bunun adanması şöyle olur: Meselâ, beş vakit namaz farzdır. Bun¬ları ilk vakitte kılmak mümkün olduğu gibi vaktin ortalarında veya sonlarına doğru kılmak da caizdir. Bir kimse bunlan vaktin ilk za¬manında kılmayı nezrederse, ilk vakitte kılmak onun için vâcib olur. Müstehab ibâdetlerin adanması ile bunların vâcib olması durumu açıktır. Müstehab olan mâli veya bedenî ibâdetler, bilindiği gibi müs-tehabtır, vâcib değildir. Fakat bir kimse bunlardan herhangi birisi¬ni nezrederse, bunu yapmak artık vâcib olmuş olur. [44]

17- Bir Adak Adayıp Da Adağının Ne Olduğunu Belirtmeyen Kimsenin (Adamasının Hükmünü Beyan Eden Hadisler) Babı

2127) Ukbe bin Âmir el-Cühenî (Radıyallâhü ankyden rivayet edil¬diğine göre; Resûlullah (S ali ali ahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim bir adak adayıp da onu tâyin etmezse o adağın kefareti bir yemin kefaretidir.»"

2128) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü ankümâyâan rivayet edil¬diğine göre; Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Kim bir adak adayıp da onu belirtmezse, o adağın kefareti bir yemin kefaretidir. Kim gücünün yetmediği bir adak adarsa bunun kefareti de bir yemin kefaretidir. Kim gücü dâhilinde bir adak adar¬sa onu yerine getirsin.-" [45]

İzahı

U k b e (Radıyallâhü anhJ'ın hadisini Müslim, T i r -m i z i. Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Bâ¬zı rivayetlerde hadisin : «ve o adağı tâyin etmezse» cümlesi yoktur.
Tuhfe £azan Ukbe (Radıyallâhü anhKın hadisinin açıklama¬sı bölümünde şöyle der:
"Adağın tâyin edilmemesi şöyle olur: Meselâ; Adam : Ben bir adak adadım veya: Bir adak benim üzerimde olsun, der ve bunun oruç mu, yoksa bir şey mi olduğunu belirtmez. İşte böyle bir nezrin kefareti bir yemin kefaretidir. Bu hadis, kefaretin belirsiz nezre âit olduğunun delilidir.
M ü s 1 i m ' in rivayetinde yukardaki cümle yoktur. N e v e v İ bu hadisin şerhinde: "Âlimler bu hadisten kasdedilen mânâ hak¬kında ihtilâf etmişlerdir. Arkadaşlarımızın cumhuru bu hadisi Lücâc denilen adak nev'ine yorumlamışlardır. (Lücâc nezri, öfke veya mü¬nâkaşa hâlinde yapılan nezirdir.) Böyle bir adamada bulunan şahıs serbesttir, dilerse adağım yerine getirir, dilerse bunu yerine getirmez de bir yemin kefaretini öder.
Mâlik ve âlimlerden çok kimse veya âlimlerin çoğu bu hadi¬si mutlak nezre (Yâni tâyin edilmeyen nezre) yorumlamışlardır. Yâ¬ni : Üzerime bir adak olsun, gibi belirsiz adak adayana aittir.
Hadis fıkıhçilanndan bir cemâat da bunu. bütün nezir nevile¬rine teşmil etmişler ve: Kişi ettiği bütün nezirlerde serbesttir, diler¬se bunun yerine bir yemin kefaretini öder, demiştir." Müslim*-
deki hadis metni şöyledir = «Nezrin kefareti yemin kefaretidir.» Nevevi, Müslim' deki rivayeti dikka¬te alarak bu görüşü benimsemiş olabilir. Ş e v k â n i ise şöyle der:
Zahir olan yorum Müslim" deki rivayeti tâyin edilmemiş olan adak nevine tahsis etmektir. Çünkü Müslim' deki rivayet mutlaktır. Diğer bâzı rivayetler, tâyin edilmeyen adakla kayıtlıdır, mutlak olan rivayeti kayıtlı olan rivayete göre yorumlamak vâcibtir. Tâyin edilen adaklara gelince, eğer adayanın gücünün dışında kalan bir ibâdet ise, onun yerine bir yemin kefareti ödenir. Şayet adaya¬nın gücü dâhilinde bir ibâdet ise bunu yerine getirmek gerekir. O ibâdet mâli olsun, bedeni olun fark yoktur. Eğer yapılan adak bir günah işlemek ise. böyle bir nezir sahih değildir ve bunun yerine kefaret ödemek de gerekmez. O günahın işlenemiyeceği de malûm¬dur. Eğer nezredilen şey mubah bir iş olup adayanın gücünün yet¬tiği bir iş ise, zahir olan hüküm bu tür nezrin muteber sayılması ve yerine getirilmediği takdirde kefaretin ödenmesinin gerekliliğidir. Çünkü yaya olarak Kâ'b e' ye gitmeyi adayan kadm hakkında vârid olan hadislerde bunun ifâsı emredilmiştir. Şayet adanan mu¬bah şey, adayanın gücü dışında bir şey ise, yine bir yemin kefareti¬nin ödenmesi gerekir. Ibn-i Abbâs (RadıyaHâhü anhJ'ın 2128 nolu) hadisi buna delâlet eder. Sahih hadislerden istifâde edilen hü¬kümlerin hülâsası budur, demiştir."
Tuhfe'den naklen verilen bilgi burada sona erdi.
Avnü'l-Mabûd yazarı da Nevevi ve Şevkâni' nin yu¬kardaki sözlerini naklettikten sonra Ş e v k â n i' nin yorumunun güzel olduğunu söylemiştir.
îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Ebû D â -v ti d da rivayet etmiştir.
Bu hadisle ilgili izah Şevkâni' nin yukardaki sözünden anlaşıldığı için buna eklenecek bir şey yoktur, denilebilir. [46]

18- Nezrin Yerine Getirilmesi Babı

2129) Ömer bin el-Hattab (Radtyallâkü anhyAen; Şöyle demiştir: Ben câhüiyet döneminde İken bir adak adadım ve müslüman olduktan sonra (bunun hükmünü) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e sordum. Nezrimi yerine getirmemi emretti." [47]

İzahı

Kütüb-i Sitte'nin hepsinde bu hadis rivayet edilmiştir. Bunun bir benzeri de müellifimizin 1772 nolu hadisidir. Buradaki rivayette Ömer (Radıyallâhü anh) 'm ettiği nezrin mâhiyeti belirtilmemiş ise de diğer rivayetlerde, bunun Mescid-i Haram'da bir gece itikâfa girmesi olduğu belirtilmiştir. Bir kısım rivayetlerde "Bir gece" ifâdesi yerine "Bir gün" ifâdesi var ise de e 1 - H â f ı z bu rivayetin şaz olduğunu belirtmiştir. T i r m i z i bu hadisi rivayet edip sahih - hasen olduğunu söyledikten sonra: Sahâbilerden ve baş¬kalarından bir kısım ilim adamları oruç tutmaksızın itikâf olmadı¬ğını söylemişler, bir kısım âlimler de itikâfa giren kimsenin oruçlu olması şart değildir, demişlerdir. Bir kısım ilim ehli de bu hadîsi de¬lil göstererek: Bir kimse müslüman olmadan önce hayırlı bir şeyi adamış ise müslüman olduktan sonra, adağım yerine getirmelidir, de¬mişlerdir.
îtikâfa girmek için oruç tutmanın şart olmadığını söyleyenler Ömer (Radıyallâhü anh) 'in bu hadisini delil göstermişlerdir. A h -med ve tshâk'ın kavli de budur, diye bilgi vermiştir.
Tuhfe yazan da şöyle der:
"Şevkâni: Ömer (Radıyallâhü anh) 'm hadisi, kâfir iken bir adak adamış olan kimsenin müslümanlığı kabullendikten sonra adağını îfa etmesinin vâcibliğine delâlet eder. Şafii' nin bazı arkadaşları böyle hükmetmişlerdir. Fakat Cumhur, kâfir'in nezrinin sahih olmadığına hükmetmişlerdir. Ö m er'in hadisi cumhurun aleyhinde bir delildir. Cumhur'dan bâzı âlimler, Peygamber (Aley-hi's-salâtü ve's-selâm) 'in Ömer'e verdiği emir vâciblik için ol¬mayıp, müstahablık için olduğunu söylemişler ise de bu cevab onlara bir yarar sağlamaz.Çünkü onlara göre adak oluşmuş sayılmaz. Oluş¬mamış bir adak'ın yerine getirilmesinin müstahablığı söz konusu olur'mu?
E bu Hanife, Mâlik, Sevrî ve Evzâî orucsuz itikâfın sahih olmadığını söylemişlerdir. Ali, İbn-i Mes'ûd ve bâzı ilim ehli de: îtikâfa girmek için oruç tutmak şart değildir demişler.
İtikâf ile ilgili hükümler hakkında gerekli bilgi Oruç kitabının itikâf bölümünde anlatılmıştır.

2130) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü ankümâyâstn rivayet edil¬diğine göre:
Bir erkek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'İn yanına ge¬lerek :
— Yâ Resûlallah, ben Buvâne'de deve kesmeyi adadım, dedi. Re-sûl-İ Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona
«Câhiliyet devri işinden bir şey senin kalbinde var (im)?» Buyur¬du. Adam:
— Hayır, dedi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Nezrini yerine getir,» buyurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Ben derim ki, bu hadîsi Ebû Pâvûd ken¬di süneninde Abdullah bin Ömer'in hadîsi olarak rivayet etmiştir. İbn-i Abbas'ın hadîsinin senedindeki râviler de sıka zatlardır. Lâkin onun senedinde el-Mes'ûdl bulunur. Bu râvinin adı Abdullah bin Mes'ûd'dur. Ömrünün son zamanlarında rivayetleri karıştırmıştır. İbn-i Hibbân: onun rivayetleri karışmış, birbirinden ayırd edilemiyor, bırakılmaya müstahaktır, demiştir.

2131) Meymûne bint-i Kerdem el-Yesâriyye (Radtyallâkü ankümâ)'-dan rivayet edildiğine göre :
(Bir yolculukta) kendisi babasının terkiyesinde iken babası Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve SelIemJ'e (yolda) yetişti vcj Ben Bu-vâne'de (kurban) kesmeyi nezrettim, dedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Orada put var mı?» buyurdu. Babam: Hayır, dedi. Eesûl-i Ek¬rem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), babama:
«Nezrini yerine getir,» buyurdu.
Bu hadîsin misli, Meymûne bin t i Kerdem'den de merfû olarak rivayet edildiğine dâir başka bir senedle İbn-i Mâceh'e ulaşmıştır."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun ilk isnadı sahihtir. Meymûne bint-i Kerdem'in sahabüiği ihtilaflıdır. İbn-i Hibbân ve Zehebi, el-Kâşif ve Tabakat'ta onun sahâbilîğini isbatlamışlardır. İlk rivayetin ifâde tarzı da onun Peygamber (S-A.V.)'i gördüğünü teyid eder. îmâm Ahmed, kendi Müsnedinde bu rivayeti şu ifâde ile almıştır: «Meymûne bint-i Kerdem'den (rivayet edilmiştir, kendisi de) babası Kerdem'den rivayet (ettiğin)e göre babası Kerdem, Resûlullah (S.A.V.»'e sormuş...* İmam Ahmed böylece bunu Meymûne'nin babasına isnad edilen hadis¬lerden eylemiştir.
İkinci yolla yapılan İsnad munkatidir. Çünkü Yesdtd bin Mıksern, Meymûne (BA.)'den işitmeröistir. Hadîsin aslı Buhârİ ile Müslim'de ve diğer kitablarda Ömer bin el-Hattab (R.A.)'ın hadisi olarak bulunur. [48]

İzahı

îbn-i A b b â s (Radıyallahü anh) ile Meymûne (Ra-dıyallâhü anha)'nın hadisleri Zevâid türündendir. Notta ük hadisin Ebû Davud'un süneninde Abdullah bin Ömer (Radıyallahü anh)'den rivayet edildiği ifâde edilmiş ise de ben buna rastlamadım. Orada Abdullah bin Amr (Radıyallahü anh) den buna benzer bir hadis rivayet edilmiştir. Oradaki rivayete göre soru sahibi bir kadındır. Câhiliyet devri halkının, kurbanlarını kestikleri belirli bir yerde kurban kesmeyi nezretmiş, Resûl-i Ek¬rem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) de, kadına, kurbanını putlara mı keseceğini sormuş, kadın hayır, deyince Resül-i Ekrem (Aleyhi's-sa¬lâtü ve's-selâm) : "Adağını yerine getir», buyurmuştur. Amr ke¬limesi ile Ömer kelimesinin Arapça yazılışları pek farklı olma¬dığı için kalem hatâsı olarak "Ömer" denilmiş alabilir, yâni A m r' in yanında yazılması gereken "Vav" harfi unutulmuş olabi¬lir. Ebû Dâvûd bunun bir benzerini de Sabit bin D a h h â k (Radıyallahü anh)'den rivayet etmiştir.
Ebû Dâvûd, Meymûne bint-i Kerdem (Ra¬dıyallahü anhâ)'den de buradaki rivayetin bir benzerini rivayet et¬miştir.
Buvâne: Mekke' nin aşağısında veya Y e n b a * arkasın¬da, ya da Şam ile Diyarbakır arasında bir yerin ismidir. Avnü'l-Mabüd bu rivayetleri almıştır. H a t t â b İ şöyle der:
Hadisten anlaşılıyor ki bir kimse belirli bir yerde yemek verme¬yi veya kurban kesmeyi adarsa bunu başka memleketteki fakirlere veremez. Ş â f i î' nin mezhebi budur. Ondan başka âlimler ise bunu caiz görmüşlerdir. Sindî de Hattabî gibi söyler.
Hadîs'in râvisi Kerdem (Radıyallahü anh) 'm sahâbî oldu¬ğu Buhârİ, Îbnü's-Seken ve İbn-i Hibbân ta¬rafından ifâde edilmiştir. Zehebi de onun Süfyân es-S a k a f î' nin oğlu olduğunu söylemiş ve sahabîlerden saymıştır. Râvisi ise kızı Meymûne ve Abdullah bin Amr bin e 1 - A s' dır. Kerdem'in kızı Meymûne (Radıyallahü anhâ) 'nin sahabiligi hakkındaki ihtilâf notta ifâde edilmiştir. Hulâ¬sa sahibi de onu sahâbilerden sayarak, râvisinin Y e z i d bin M ı k s e m olduğunu söylemiştir. Baba ile kızın hadîslerini Ebû D â v ü d , müellifimiz ve Ahmed rivayet etmişlerdir,
Bu hadisler, câhiliyet devrinin îtikad izleri veya örf ve âdetleri¬ne eğilim olmaksızın b devirlerde kurban kesme yeri olarak seçilmiş mıntıkada putlar yok ise, orada kurban kesmek için yapılan nezrin yerine getirilmesinin meşru olduğuna delâlet ederler. [49]

19- Zimmetinde Bir Adak Bulunduğu Halde Ölen Kimse (Nin Adaglna Âît Hükümleri Beyan Eden Hadîsler) Babı

2132) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâyâan; Şöyle de¬miştir :
Sa'd bin Ubâde (Radıyallâhü anh), bir adak adayıp da yerine ge¬tirmeden ölen annesinin zimmetinde olan bu adağın hükmünü Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e sordu. Resûlullah (Sallalla-hü Aleyhi ve Sellem) ona i
«Sen annen yerine o adağı kaza et (yerine getir)», buyurdu." [50]

İzahı

Bu hadis Kütüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet edilmiştir. Avnü'l-Mâbud yazarı bu hadisin şerhinde şöyle der;
"Sa'd (Radıyallâhü anhî 'in annesinin adağının ne olduğu hu¬susunda ihtilâf vardır. Bunun oruç olduğunu söyleyenler olduğu gibi köle âzadlamak olduğunu söyleyenler de vardır. Bir kavle göre sa¬daka, diğer bir kavle göre mutlak adak, başka bir kavle göre Sa'd tarafından bilinen muayyen bir adak idi. Bu hadîs, ölünün zimme¬tinde kalan vâcib haklatın, onun yerine kaza edileceğine delâlet eder.
Zimmetinde bir mâli adak bulunduğu halde ifa etmeden ölen ki¬şi, ifasını vasiyet etsin, etmesin, onun terekesinden bunun kaza edil¬mesinin vâcibliğine cumhur hükmetmiştir. Ancak kişinin, son has¬talığında adadığı adak, onun terekesinin tamamından değil, üçte bi¬risinden ödenir.
M â 1 i k 11 e r ile Hanefiler'e göre ölünün zimmetinde kalan mâlî nezrin ödemesi için onun vasiyet etmesi şarttır.
H a t t â b i de: Bu hadis, ölünün şahıslara olan borcu, tere¬kesinden Ödendiği gibi, adadığı adakların ve tahakkuk etmiş kefaret¬lerinin de onun terekesinden kaza edileceğine delâlet eder. Şafiî ve arkadaşlarının mezhebi budur. Ebû Hanife'ye göre ölü vasiyet etmemiş ise ne adakları ne de kefaretleri ödenir, demiştir.
Kastalânİ de: Zimmetinde mâli bir adak olan ölünün te¬rekesinin tamamından bu adak ödenir. Ölünün vasiyet etmiş olması şart değildir. Ancak son hastalığında adadığı adak onun terekesinin üçte birisinden ödenir. Eğer Sa'd (Radıyallâhü anh) 'in an¬nesinin adağı mâli bir adak idi ise Sa'd ya annesinin terekesin¬den ya da kendi kesesinden ödemiş olabilir, demiştir."
Tuhfe yazan şöyle der: Ölünün zimmetinde kalan adak, mâli ol¬madığı takdirde cumhura göre mirasçıları bunu kaza etmeye mecbur değillerdir. Kefaret, adak ve zekât gibi mâlî vâciblere gelince eğer ölünün malı yok ise mirasçıları kendi mallarından bunu ödemeye mecbur değildir. Ama ödemeleri müstahabtır. Cumhura göre hadis¬teki emir teberru mânâsına yorumlanır.

2133) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâ)'âan rivayet edildi-
ğine göre:
Sa'd (RjM'ın Hâl Tercemesi
Sa'd bin Ubâde bin Deylem bin Harise el-Hazrecİ; Hazreç kabilesinin reisi idi. Bütüa savaşlarda Ensâr-i Kirâm'ın sancakdan İdi. Müslim'de beyan edildiği gibi Bedir savaşında da bulunmuştur. Meşhur Akabe görüşmelerine katılan ilk bahti¬yar sahabîlerdendir. Cömertliği ve güzel yazısı ile şöhret bulmuştur. Resûl-i Ekrem (S-A.V.)'den hadîsler rivayet etmiştir. Kütüb-i Sitte'nin hepsinde hadîsleri vardır. Ravileri oğulları Kays, Saîd ve îshak'tır. Saîd bin el-Müseyyeb de ondan mürsel hadisler rivayet etmiştir. Çok sadaka vermekle meşhurdur. Ebû Bekir (R.A.)'a biat etmeyip Medîne-i Münevvere'den ayrılmış, Şam tarafında kalmış ve bir daha Medine'ye dönmemişUr. Nİhây*t Şam'a bağlı Havran'da bir kavle göre hicri 16. yılı vefat etmiştir. (Hulâsa: XS4>
Bir kadm Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek; Yâ Resûlallah! Annem vefat etti ve üzerinde oruç adağı vardı. Bu adağını yerine getirmeden vefat etti, dedi. Bunun üzerine Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onun yerine velîsi oruç tutsun, buyurdu,»"
Not; Bunun senedinde bulunan İbn-i Lahia'nın zayıf olduğu Zevâid'de bil¬dirilmiştir. [51]

İzahı

Zevâİd türünden olan bu hadis, ölünün zimmetinde kalan adak orucunun, onun yakınları tarafından kaza edilebileceğine delâlet eder. Müellifin 1758 ve 1759 nolu hadisleri de bu konudadır. Gereken bilgi orada verilmiştir. Ölünün zimmetinde kalan Ramazan orucu ile ilgili gerekli bilgi ise müellifimizin 1757 nolu hadîsinin izahında geçti. Oraya müracaat edile&üir. Burada şu özlü bilgiyi vermekle ye¬tinmek isterim:
Avnü'l-Mabûd yazarı "Ölünün adağinı kaza etmek" babında E b ü
Davud'un tbn-i A t) b â s (Radiyallâhü anh)'den rivayet ettiği ve buradaki hadise benzer bir harfisin şerhinde şöyle der:
ölü yerine oruç tutmanın caiz olmadığını söyleyen âlimler bu hadisi, ölünün oruç borcuna mahsuben fidye verilmesi mânâsına yo¬rumlamışlardır. Lâkin bu yorum cidden çok uzak bir yorumdur. (Hattâ hatalı bir yorumdur, denilebilir. Çünkü hadîste ölü yerine oruç tutulması emredilmektedir.) Kast alâni' nin beyânına göre Ahmed bin Hanbel adak orucunun ölü yerine tu¬tulabileceğine hükmetmiştir. Şafiî' nin eski kavline göre ölü¬nün her çeşit oruç borcu, yakınları tarafından kaza edilebilir. Şvâ -f i i' nin muhakkik arkadaşları da bu görüşü tercih etmişlerdir.
En-Neyl yazarı: Ölünün zimmetinde kalan her çeşit orucun, onun velileri tarafından kaza edilebileceğine îbn-i Abbâs'ın'bu hadîsi delildir. Hadîs ehli, Ş â f i İ I e r' in hadısçi fıkıhçılarmdan bir cemâat ve Ebû Sevr de böyle hükmetm işlerdir. B e y h a -k i' nin nakline göre Ş & f i i bu hükmü hadîsin sıhhat şartına bağlamıştır. Hadîs de sahihtir, diye bilgi vermiştir.
B e y h a k i el-Hilâfiyyât'ta: tbn-i Abbâs'm bu ha¬disi sabittir. Ben had isçiler arasında bu noktada bir ihtilâfın varlı¬ğını bilmiyorum. Cumfeûra göre ölünün ve ölü yerine oruç tutmakla mükellef değildir. Yâni tutmayabilir. Z â h i r i y y e mez¬hebine göre ise veli mecburdur.
Ebû Hanîfe, Mâlik ve yeni kavlinde Şafii: Ölü yerine hiç bir oruç tutulmaz, demişlerdir. El-Leys, îshâk ve Ebû Ubeyde'ye göre ölünün yalnız adak orucu tutulabi¬lir, demiştir. [52]

20- Yaya Olarak Hacca Gitmeyi Adayanın (Adak Hükmünün Beyânı) Babı

2134) Ukbe bin Âmir (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre :
Kız kardeşi (Ümmü Hibbân Kâ'be'yi ziyaret etmek üzere) baş açık ve yalın ayak yürüyerek gitmeyi nezretmîş ve Ukbe bu durumu Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlatmış (ve kız karde¬şinin yürüyerek gitmeye güçsüzlüğünü arz etmiş) tir. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ukbe'ye»
-Kız kardeşine emret de binsin, başım da örtsün ve üç gün oruç tutsun.-"

2135) Ebû Hüreyre (*den rivayet edildiğine göre
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir yaşlı erkeğin, iki oğlunun arasında (onlara dayanarak) yürüdüğünü gördü ve:
— «Nedir bu (yaşlı)nın hâli?» diye sordu. Yaşlının iki oğlu:
— (Bu, babamızın yaya olarak Kâ'be'ye gitmek üzere ettiği) bir adaktın yerine getirilmesi)dir, Yâ Resûlallah! dediler. Resûl-İ Ekrem
CSalIallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Ey ihtiyar bin. Çünkü şüphesiz Allah senden ve senin nezrin¬den müstağnidir» (thtiyacı yoktur), buyurdu." [53]

İzahı

Ukbe (Radiyallâhü anh) 'in hadisini Ebû Dâvûd ve N e s â i de rivayet etmişler, Buharı, Müslim ve diğer¬leri de bunu benzer metinlerle rivayet etmişlerdir.
Hafiye: Yalm ve çıplak ayaklı, demektir. Muhtemire: Baş örtülü, demektir.
Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), kadının başını açma¬sını nezretmesinin geçersiz ve bâtıl bir şey olduğuna işaret etmek üzere, onun başını örtmesini emretmiştir. Çünkü bir günahı işleme¬yi adamak yersizdir. Kadının bineğine binerek gitmesi de emredilmiş¬tir. Çünkü bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi K â' b e * ye yaya git¬meye kadının gücü yetmiyordu. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve'sse-lâm) kadının üç gün oruç tutmasını emretmiştir. Bu orucun ne için emredildiği hususunda ihtilâf vardır. Bâzı rivayetlerde ise, kadının K â' b e' ye binerek gitmesi ve bir kurban kesmesi emri vardır. Bu nedenle bâzı âlimler: Kadının malı durumu müsâid değilse kurban yerine üç gün oruç tutması emredilmiş, diye yorum yapmışlardır. Bir kısım ilim adamları da: Kadın yaya gitmeyi nezretmişti. Buna gücü yetmeyince binmesine izin verilmiş ve bu nezrini yerine getirmediği için bir yemin kefaretini ödemesi gerekiyordu. Mâlî kefaret ödiyeme-diği için üç gün oruç tutma kefaretini ödemesi emredilmiştir, derler-Bir kısım ilim ehli de: Kadın, haram olan baş açık gitmeyi adamıştı. Haram adak yerine, bir yemin kefareti ödenir. Mâli kefarete gücü yetmediği için kadın üç gün oruçla emrolunmuştur.
Avnü'l-Mabûd yazarı şöyle der:
"El-Kari: Kadın kurban Jcesemediği veya yeminin mâli ke¬faretini Ödiyemediği için ü$ göre;
H a 11 â b î: Kadın kurban kesmek veya üç gün oruç tutmak hususunda serbest bırakılmıştır. Bu nedenle buradaki rivayette oruç tutması, diğer bir rivayette kurban kesmesi emredilmiştir, der.
Söbülü's-Selâm yazan da: Kadının üç gün oruç tutmakla emre-dilmesi sebebinin, onun baş açık gitmeyi adaması olduğunu uma-nm. Çünkü baş açık gitmek haramdır. Haram bir adamadan dola¬yı yemin kefareti ödenir, demiştir.
Kâ'be'ye yaya gitmeyi nezretmekle ilgili görüşler:
Ebû Hanife'ye göre hac veya ömre niyeti olmaksızın Kâ'be'ye gitmeyi nezretmek sahih değildir. İnfazı gerekmez. Hac veya ömre niyeti ile gitmeyi nezreden kişiye gelince, yaya gitmeyi adamış iken binerek gider veya binerek gitmeyi nezretmiş iken ya¬ya giderse kurban kesmesi gerekir. Şafii' nin bir kavli de böy¬ledir. Ebû Hanİfe' nin arkadaşlarının görüşüne göre yaya gitmeyi adayan kişi böyle gidebilsin veya gidemesin, binerek gittiği takdirde kurban kesmesi gerekir.
Ş â f i i' ye göre, yaya gitmeyi adayan kişinin gücü yeterse böyle gider, gücü yetmez ise biner ve kurban keser.
Hadis hac veya ömre niyeti olmaksızın bile K â' b e' yi ziya¬ret etmeyi adamanın meşruluğuna delâlet eder.
Kadı îyaz da: Hacca yaya gitmek bir özel ibadettir. Nez¬retmekle vâcib olur ve diğer adaklar gibi yerine getirilmesi gerekir. Yerine getiremeyen kimseye bir fidye gerekir. Mâlik ve Şafii'-nin mûtemed kavline göre bu fidye bir koyun veya keçidir. A I i (Radıyallâhü anh) bir devenin kurban edilmesi gerekir, demiştir. Bâzı âlimler deve kesme emrinin müstahablık için olduğunu söyle¬mişlerdir, diye bilgi vermiştir.
Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Kütüb-İ Sitte'nln ço¬ğunda bunun benzeri E n e s (Radıyallâhü anh) 'den de merfü ola¬rak rivayet edilmiştir. [54]

21- Nezrinde İbâdeti Günaha Karıştıranın (Nezrinin Hükmüne Âit) Hadis Babı

2136) (Abdullah) bin Abbas (RadtyaUâkü anhümâ)'dan; Şöyle He-miîtir:
ResüJuMah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) Mekke'de güneşte ayakta duran bir adamın yanından geçti deı
— Bu nedir?- buyurdu. Sahâbîler:
— Bu adam oruç tutmayı, akşama kadar gOIgelen memeyi, ko¬nuşmamayı ve devamlı ayakta durmayı nezretmiştir, dediler. Resûl-İ (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Adam konuşsun, gölgelensin, otursun ve orucunu tamamla-sın» buyurdu.
Bu hadis ikinci bir senedle de İbn-i Maceh'e ulaşmıştır. Allah da¬ha tyi bilir." [55]

İzahı

Bu hadîsi Buhâri ve Ebû D â v û d da rivayet et¬mişlerdir. Oralardaki rivayete göre Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hutbe okurken bu adamın güneşte ayakta beklediğini gör¬müştür. Yine oralardaki rivayetlerde adamın Ebû t s r â î 1 nâ¬mında bir zât olduğu belirtilmiştir. Avnü'l-Mabûd un beyânına göre bu zât, K u r e y ş kabilesinin Âmir oğulları koluna mensub bir sahâbidir. Bâzılarına göre bu zât Easar'dandır.
Peygamber (Aleyhi's-talatü ve's-seiam) im sfttm orucunu ikmal etmesini, fakat konuşmamak, oturmama* v» gölgelenmemek gibi in¬sana «niyet veren ve bir n«vi İbadet ofeta&o&a Sünnet'te bir hüküm bulunmayan adaklara bağlı kalmanın söz ko¬nuşu olmadığını belirtmiştir. Adamın oruç hâriç diğer adaklarını bozması emredildiği halde, buna karşılık bir kefaret ödemesi emre-dilmemiştir. Kurtubİ: Bir günahı işlemeyi veya gücün yet¬mediği bir işi adayan kimseye kefaret vâcib değildir, diyen cumhur için en kuvvetli delil bu hadîstir, demiştir.
Mâlik de: Ben Peygamber (Aleyhi's-saiâtü ve's-se!âm)'in bu zâta, kefaret ödemesi için bir emir verdiğini duymadım, demiştir.
H a t t â b i : Bu adamın adağında ibâdet ile günah toplanmış İdi. Peygamber (Aleyhi's-saiâtü ve's-selâm) ibâdet olan orucu ikmal etmesini emretmiş ve ibâdet olmayan güneşte dikilmek, konuşmamak ve oturmamak işini bırakmasını istemiştir. Çünkü bunlar İslâmiyet'te ibâdet değildir. Üstelik insana boşuna bir eziyet ve işkencedir. Bu itibarla günaha dönüşen bu şeylere âit adak muteber sayılmadığı gi¬bi, bunun yerine kefaret çıkarılması da emredilmemiş, demiştir. [56]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Kefaretler Bölümü
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» EZAN BÖLÜMÜ
» AV BÖLÜMÜ...
» TIB BÖLÜMÜ
» ŞUF’A BÖLÜMÜ
» Dua Bölümü

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( SAV) Hakkında Herşey

 :: Hz. Peygamber Efendimiz'in Hadisi Şerifleri Hakkındaki Eserler :: İbni Mace
-
Buraya geçin: