iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 GELENEKSEL TÜRK DİNİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

GELENEKSEL TÜRK DİNİ Empty
MesajKonu: GELENEKSEL TÜRK DİNİ   GELENEKSEL TÜRK DİNİ Icon_minitimeÇarş. Ara. 02, 2009 6:22 pm

GELENEKSEL TÜRK DİNİ

Literatür.
1- Ünver Günay-Harun Güngör, Başlangıçtan Günümüze Türklerin Dini Tarihi, İstanbul Ocak Yayınları, 1997, 406.
2- Hikmet Tanyu, Türklerin Dini Tarihçesi, İstanbul 1978.
3- Abdülkadir İnan, Şamanizim, Ankara 1954.
4- Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul 1976.
5- İbrahim Kafesoğlu, Eski Türk Dini, Ankara 1980.
6- S. Buluç, Şamanizm, İslam Ansiklopedisi (maddesi). W.Radlof, Sibiryadan, c.I kitap 2, İstanbul 1956.
7- Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihi, Ankara 1962.
8- Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara 1971.
9- Hans Findeisen, Schamanentum, Stuttgart 1957.
10- Mircea Eliade, Schamanismus, Stuttgart.
Türklerin İslam dinini kabul etmelerinden önce Budizm, Hinduizm, Maniheizm, Mecusilik, Musevilik ve Hıristiyanlık gibi dinlere de girdiklerini görürüz. Ancak bunlar topluca değil, bazı boyların geleneksel inançları dışındadaki bu dinlerden bazısını benimsemesi şeklinde olmuştur. Toplu haldeki benimseme sadece İslam'a girişte görülür. Saydığımız dinler dışında halkın tarih öncesi devirlerden beri inandığı, geleneksel halk dini diyebileceğimiz, Eski Türk Dinidir, Bu konuda yeterli araştırma ve bilginin varlığından söz etmek güçtür. Mevcut bilgiler ışığında konu yorumlanmaya çalışılır. Konu hakkında bugüne kadar yapılan çalışmaların başında Ü. Günay ve H.Güngör'ün hazırladıkları “Başlangıçtan Günümüze Türklerin Dinî Tarihi” gelmektedir.
m.ö. 2. yüzyılda, Hunlar ve diğer Türk kavimlerinde, geleneksel olarak yaygın bir Gök Tanrı inancının varlığı görülür. Tevrat kökenli teoriler, Türklerin soy tarihini Hz. Nuh'un oğullarından Yafes'e (y. m.ö.2500) dayandırırlarsa da arkeolojik belgeler daha öncelere gitmekte, tarilfin karanlıklarında kökler kaybolmaktadır. Oğuz Han'ın putlara ibâdetin baş düşmanı olduğu, putperestliği savunan babasını bertaraf ederek, yönetimi ele aldığı rivayetleri de kökte monoteizme ulaşma arzuîarının parıltılarıdır. Soyut bir kavramın yazısız devirde belgelerine ulaşmak kolay değildir.
Günümüzde ulaşılan etnolojik bilgiler ve tarihi belgelerle kesin sonuçlara ulaşmak mümkün görünmüyor. Arkeolojik ve etnolojik belgeler genelde politeizme götürürken, Orhun Abideleri gibi geç devir yazılı kaynaklarda monoteist izlere de rastlanmaktadır. Türklerin geleneksel dini tarihinde aydın zümrenin inançları ile halk tabakalarının inançlarını birbirinden ayırarak iki ayrı sonuca varmak mümkündür. Ancak, bugüne kadar yapılan araştırmaların çoğunluğu, Türk halk inançları ile ilgili folklorik araştırmalardır. Aydın tabakanın inançları ile ilgili araştırmalar, hemen hemen yok gibidir. Tabii, bunun gerçek sebebi, malzeme ve kaynak kısırlığı olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.
Bizim de aşağıda verebileceğimiz bilgiler, genelde Türklerin geleneksel halk inançlarıyla ilgilidir. Ancak, tarih boyunca çeşitli Türk boylarının, Budizm'i, Hinduizm'i, Mecusîliği, Maniheizm'i, Hıristiyanlığı, Yahudiliği ve sonunda İslam dinini kabul etmeleri sebebiyle, muayyen bir dinden bahsetmek de doğru değildir. Günümüz Türk halk inançlarında bu dinlerin etkilerini ve izlerini bulmak da mümkündür. Burada sınırlı sayfalar arasında “Geleneksel Türk Dini'” üzerinde ana hatlarıyla duracağız, ilgi kurdukları evrensel dinlerle ilişkileriden kısaca bahsedeceğiz.
m.ö. 5. yüzyılda yaşamış olan Heredot'un, İskitlerin ölü gömme âdetleri hakkında vermiş olduğu bilgileri, son zamanlarda Orta Asya ve Altay Dağlarında yapılan kazılar da onaylıyor. Bu arkeolojik keşiflerde ortaya çıkarılan mezarların ve içindeki eşyaların tarihi, m.ö. 3000 yıllarına kadar inmektedir. M.s. 4. yüzyıldan kalma, Çin kaynakları ve 18. yüzyılda Orta ve Kuzey Asya'yı dolaşan Radlof un görüp anlattıkları da, hemen hemen tarihî ve arkeolojik bilgilere paralellik göstermektedir.

1- Geleneksel Türk İnanç Ve İbâdetlerinin İsmi

Türklerin geleneksel inanç ve ibâdetlerinden bahsedilirken, Batılı Etnologların etksinde “Şamanizm” deniliyordu. Literatürde “Şaman”, “İlkel büyücü” mânasına geliyor. Kelimenin aslı Tunguzca'dır. Yakutça karşılığı “Oyun” veya “Udayan”dır. Altay Türklerinde “Kâm” veya “Gam”dır. Ayin ve ibâdetlerle ilgili işleri yöneten kimseye verilen, “Şaman” isminden türetilen “Şamanizm” deyimi gerçekte Geleneksel Türk Dininin gerçek ifâdesi değildir. Hatta, Çarlık Rusya'sı zamanında, Türk boylarından bir gurup Rus Çarına giderek, dinlerinin Samanlık olmadığını, bu tâbirin kendileri için kullanılmamasını İstemişlerdi. Fakat Batılı Misyoner ve Etnologlar, bu yanlış ve İstenmeyen deyim üzerinde özellikle durarak, dünya literatürüne genel bir ıstılah olarak “Şamanizm” kelimesini yerleştirmişlerdir.
Kitabımızın birinci baskısında “Eski Türk Dini” deyimini kullanmıştım, Ü. Günay ve H. Güngör beylerin yeni çalışmalarında “Geleneksel Türk Dini” deyimini kullanmaları beni tekrar düşünmeye şevketti. Tarih boyunca içinde evrensel dinlerin de bulunduğu çeşitli dinleri benimsemiş olmaları ve onlardan daha rahat ayrılabilmesi için Günay ve Güngör'ün tekliflerini daha yerinde buldum ve onlara uydum.

2- Tanrı Tasavvurları

Eski Türklerde ulûhiyet inancı henoteizm'di. Yâni kâinatı ve her şeyi yaratan, ulu bir tanrının varlığına inanılmakla beraber, kendisine kadın ve çocuklar da isnat ediliyordu. Diğer bir ifade ile, pek çok Tanrısal varlıklar kabul edilmekle beraber, bunlar arasında kudret sahibi bir baş tanrıya inanılmaktaydı. Türklerde “Tarın” kelimesi, eskiden hem “Gök” hem de “İlâh” anlamına kullanılıyordu. Büyük bir ihtimalle: komşuları Çinlilerde görüldüğü üzere, bir zamanlar “Gök Tanrı'ya” da tapmış olmalıdırlar. Gök Tanrı'nın göğün en üst katında, karısıyla birlikte oturduğuna inanıyorlardı. Sonraları, Tengiri kelimesi ile ifâde edilen, gök ve ilâh mefhumlarının bir birine karışmaması için, ulûhiyet başka isimlerle adlandırılmış olmalıdır. Nitekim, Altay Türkleri bu ulu varlığa Ülgen, Ülgön (ulu) veya Bay Ülgen (zengin ulu) adını vermişlerdir. Tatarlar “Kuday”, Yakutlar “Tanara”, Çuvaşlar “Tura” veya “Tora” adını kullanırlardı. Bunlara ilaveten Türk kavimlerin Idİ, Ugan, Çalab, Bayat vs. gibi terimlerini de zikretmek mümkündür. [194]
Genelde, Tanrı göğün en üst katında karısı Umayla beraber oturan, insan şeklinde bir varlık olarak tasavvur edilirdi. Abakan Türkleri, Gök Tanrının çadırından bile bahsederlerdi. Altay Türkleri'ne göre, Bay Ülgen altın kaplı bir sarayda, altın bir taht üzerinde otururdu. İnsanları, ovaları, ormanları, ateşi, güneşi, ay ve yıldızları, gök kubbeyi yaratan, idare eden, kaderi belirleyen, dâima Bay Ulgen'di. İnsan oğluna yine çocuk veren o idi. Her şeye gücü yetmekle birlikte, yalnız iyilikten hoşlanırdı.
Orhun Kitabelerinde de Türk hakan ve beyleri, dâima kendilerini ve milletlerini koruyan Gök Tanrı'ya şükrederlerdi. Başardıkları işlerden bahsederken, “Tanrının inayetiyle” demeyi, ihmal etmezlerdi. Yine; tanrı adını, tek başına, diğer tanrı ve ruhlarla karıştırmadan zikrederlerdi. Bu da bize, onlarda hâkim, Ulu Tanrı inancının ne derece gelişmiş olduğunu göstermektedir.
Altay Türklerine göre, Ulu Tanrı Ülgen'in yedi veya dokuz oğlu, dokuz kızı ve bir çok yardımcı ruhları vardı. Ülgen'in Oğulları: Karşıt, Pûra-Kan, Yayık-Kan, Burça-Kan, Karakuş, Paktı-Kan, Er-Kan idiler. Her boy, bunlardan birini kendi boyunun koruyucu ruhu sayardı. Ülgen'in kızlarına toplu olarak Ak Kızlar yâni, “İffetli Kızlar” denirdi. İyi ruhlar zümresine giren bu kızlar, âyin esnasında kamlara ilham ve heyecan verirlerdi. Onları temsil eden, oyuncak biçimindeki bebekler, kâmın cübbesinde asılı dururdu. Ülgen'in yardımcı ruhları ise, elçilik vazifesini görürler ve dünyaya en yakın semada otururdu. Bunlardan; Yayık, Suyla, Karlık ve Utkuçu isimli tanrılar panteonun ileri gelen ruhlarmdandı. Lebed Türklerine göre, Bay Ülgen'in dört oğlu vardı: Pırçak-Kan, Töz-Kan, Kara-Kan ve Suylap'tı. Sonuncunun oğlu, Sarı-Kan'di. Pirçak-Kan'm oğlu Kırgız-Kan'dı. Kargaşan Irmağı kenarında yaşayan Lebed Türklerİ'nİn koruyucu ruhu sayılır. Kara-Kan'dan başka, bütün diğer tanrılar insanlara iyilik ederdi. Kara-Kan ise, tanrılar âleminden ayrılarak yeraltına, karanlık âleme çekilmişti. Ölülerin hâkimi olan Erlik, Kara-Kan'ın oğluydu. Erlik'in de, Ulap ve Kölök admda iki oğlu vardı. Bütün bu Tanrısal varlıklar, yerin altında karanlık bir dünyada yaşarlardı. Bunların hepsine birden Aza denirdi. Azaların emrinde şeytanlar vardı ve bunlar vasıtasıyla insanlara eziyet ederler, kurban isterlerdi.

3- Tabiat Kuvvetleri Ve Manevi Güçler

Eski Türkler gök, yer ve yeraltı âlemlerinin bazı ruh topluluklarıyla, manevi güçlerle dolu olduğuna, her bîr yerin manevî sahipleri bulunduğuna inanırlardı. Gök Tanrı insanlarla ruhlardan oluşan elçiler vasıtasıyla konuşurdu. Şaman'a gök seyahatmda ruhlar refakat ederlerdi. Ayrıca, tabiattaki her bir varlığın sahibi bir ruh vardı. Hiyerarşik olarak vazife yaparlardı. Bütün nehirlerin, denizlerin, göllerin, dağların, tepelerin içinde veya üzerinde yaşayanların koruyucu ruhları vardı.
Güneş, ay, yıldız, gök gürültüsü, şimşek gibi tabiat kuvvetleri semavi ruhlar şeklinde tasavvur edilmekteydi. Hunlarm güneşi ve ayı ululadıkları Çin kaynaklarında zikredilir. Yine modern etnolojinin verdiği bilgilere göre Yakutlarda bu kült devam etmektedir. Güneş ve ay iki kardeş telakki edilir ve onlara Tanrısal güçler izafe edilirdi. Bazı kahramanların güneşin ve ayın lutruyla türediğine inanılıyordu. Aynı şekilde yıldızlar ve gezegenler de kutsallaştınlırdı. En önemlisi Venüs vani sabah yıldızı idi. [195]

3. 1- Dağ Ruhu Ve Kültü

Türklerde dağ kültü, Gök Tanrı kültüyle ilgilidir. Hunların eski vatanı olan, Yen-si-yan ve Şan-din-şan sıra dağlarındaki Han-Yoan dağı, Hunlarm her yıl üzerinde Gök Tanrıya kurban kestikleri dağdı. Hun hakanları, Çin ile yaptıkları antlaşmaları Hun Dağı denilen, bir dağın tepesinde kurban keserek ettikleri yeminlerle onaylarlardı. Türkler, dağları tanrı makamı olarak görürlerdi. Yüksek dağ tepelerinin göklere yakın görünmesi, bu inancın yerleşmesine sebep olmuş olmalıdır. Bu sebeple, Orta Asya dağlarının çoğu, Türkçe veya Moğolca mübarek, kutsal, büyük ata, büyük hakan anlamlarına gelen, sıfat isimlerle anılırlardı: Han Tanrı, Buztağ Ata Kayrakan vs. gibi.
Her kabilenin kendisine mahsus kutsal bir dağı olduğu gibi, kabilelerden kurulan büyük birliklerin de müşterek kutsal dağları vardı. VII. yüzyılda bütün Türk kabileleri ve Gök Türk imparatorluğuna katılmış yabancı boylar için, Ötüken dağının ve ormanlarının kültleri olduğunu, Gök Türk ve Uygur kitabelerinden anlıyoruz. Bu kutsal mahallerde, Gök Tanrı'ya, Yersu'ya (yerin ve suların tanrısına) ve ecdat ruhlarına tazim edilirdi. Orhun Irmağı kaynaklarında ve çevrelerinde bulunan dağların da, Hunlar zamanından beri, çeşitli Türk kavimlerince kutsal sayıldığı, kült yerleri olarak kullanıldığı bilinmektedir.
Günümüz Altay boylarının da kutsal dağları vardır. İlâhîlerinde ortak olarak zikrettikleri Altay sıra dağlarıdır. Türkler için dağlar, göller, ırmaklar hep ruhlarla dolu, canlı varlıklardır. Kendilerinden bahsedildiğinde dağlardan mı, sulardan mı, yoksa coğrafî İsim taşıyan insan oğlundan mı, bahsedildiğini anlamak güçtür. Bütün bu nesneler, duyan, evlenen, çoluk çocuk sahibi olan varlıklardır. Ruh bizzat dağ, dağ bizzat ruhtur.

3. 2- Ateş Ruhu Ve Kültü

Türkler eskiden beri ateşe saygı göstermişler ve ateşte kutsal bir ruhun olduğuna inanmışlardır. Altaylılar bu ruha “Ot ezi” (ateş sahibi); Yakutlar aynı mânâda “Ot iççite” derlerdi. Ateşin gökten geldiği, Türk boylan arasında yaygın bir inançtı. Onda temizleyici bir kuvvet gördükleri, tarihen sabittir. Ateşin, insanı kötülüklerden, kötü ruhlardan, hastalıklardan koruyan bir özelliği olduğu inancı, çeşitli vesilelerle yapılan merasimlerden anlaşılmaktadır. Ateşi, gelecekten haber veren bir vasıta olarak da kullanırlardı. Onu, canlı bir varlık olarak tasavvur ederler ve ona karşı saygıda kusur etmemeğe çalışırlardı. Altay ve Sibirya Türklerinde ateşe kurban sunulması, yeni evlilerin ateşe merasimle yağ dökmeleri, yiyecek ve içecekten ateş ruhuna da bir pay ayırmaları âdetti.
Ateşin, gökten ülgen tarafından gönderildiğine inanılırdı. Ateşe karşı, kötü söz söylenmezdi. Küfür etmek, ateşi su ile söndürmek, ateşe tükürmek, ateşle oynamak kesinlikle yasaktı, Ateşe bakıp, kehanette bulunmak eski bir gelenekti. Senenin belirli günlerinde büyük bir ateş yakılır, kurban sunulur, dualer okunur, daha sonra da bu ateşin alevlerine bakılırdı. Alevler yeşilimsi olursa, yağmur ve berekete, iyi mahsul alınacağına; kırmızı renkte olursa, salgın hastalıklara; siyah olursa hükümdarın ölümüne işaret sayılırdı.
Karagas'lara göre, ateş ıslık çalarsa uzaktan bir yolcu geleceğine işaretti. Ancak ateş gece ıslık çalarsa iyi değildi, şeytanın yakına geldiğinin işaretiydi. O zaman şeytanın uzaklaşması için, kutsal sayılan ardıç otundan bir parça ateşe atılırdı.
Yakutlar ocakta külün kıpırdadığını görürlerse, uog kuta oynyûr (çocuk ruhu oynuyor) derler, ateşin ailede bir çocuk olacağını haber verdiğine inanırlardı. Bir şey düşünürken ateş ıslık çalarsa, o şeyin olmayacağına hükmederlerdi.
Ateşin temizleyici gücünden yararlanmak, kötü ruhları kovmak için, VI. yüzyıl Batı Göktürkleri, ülkelerine gelen yabancı elçileri ateş arasından geçirirler, elçilerin beraberinde getirmeleri muhtemel kötü ruhları engellemek, büyülerini bozmak isterlerdi.

3. 3- Atalar Kültü

Ölmüş ataları tazim ve onlar için kurbanlar sunma adeti, geleneksel Türk inancının önemli yanlarından birini oluşturur. Hunlar her yıl mayıs ayının ortalarında atalarına kurban sunarlardı. Göktürkler ve Uygurlar da Hunlar gibi, kutsal dağlar üzerinde toplanarak Tanrıya ve atalara kurban sunarlardı. Hatta ölülerini kıymetli eşyaları ile birlikte gömerlerdi. Altaylılardaki “Töz” ismi verilen suretlerin atalar kültüyle ilgili olduğu da bilinmektedir. Hatta hayvan kültlerinin varlığına da şahit oluyoruz. Bunlar şahin, kartal, tavşancıl, sungur, çakır gibi kuşlardır. Göktürklerde kurttur. Göktürk ve Uygur hükümdarlarının bayraklarında “Kurt başı” bulunurdu. Bunun yerini Kırgızlarda “İnek”, Altay ve Sibirya mitolojilerinde kartal almıştı. [196]

3. 4- Yeraltı Ruhları

Yeraltı âlemi, genellikle korkunç ve kötü ruhların yaşadığı yerdir. Altaylılar, bunlara “Kara töz, habis ruh, kara neme” gibi isimler verirler. Yeraltında yaşadığına inanılan, korkunç şekillerde tasavvur edilen, ayna, ada, yör vs., gibi ruhlar da vardır. Kötü ruhların başında, Yeraltı Dünyasının hakimi sayılan, Erlik Kan gelir. İrle Kan veya İl Kan, Erlen Kan da, Erlik Kan'm diğer isimlerinden başkası değildir. Altaylılara göre, Erlik Kan, yeraltınm en alt katında, kara çamurdan veya kara demirden yapılmış bir sarayda, kara taht üzerinde, saltanat sürer. Yeraltında, kıyılarında korkunç canavarların yaşadığı bir ırmak da bulunur. Büyük felâketleri, salgın hastalıkları gönderen, yine Erlik Kan'dır. Bunlarla o, kendisine kurban gönderilmesi için şantajlara girişir. Şaman dualarında Erlik Kan, Kayra-Kan (Kesici Han) olarak da anılır. Çünkü Altaylılar iplik gibi tasavvur edilen ruhu onun kestiğine inanırlar. İnsanların canını alan Erlik, onları yeraltına götürür, orada sorguya çektikten sonra, köle olarak kullanır. Erlik'i temsil eden put veya tasvirler yapılmaz.
Erlik'in, yedi veya dokuz oğlundan bahsedilir. Bunlar: taş bilekli Bay Bahadır, Kanış; bakır bilekli Kerey Kan, Uçar Kan, Yabaş Kan, Kömür Kan, Şedey Kan'dır. Yeraltı ve yerüstündeki bütün kötü ruhları, onlar idare ederler. Şaman yeraltına inerken ona yol gösterirler. Babaları ile şaman arasında aracılık yaparlar. Bazen, koruyucu ruh olarak da tazim edildikleri görülür. Altay boyları, Erlik ile oğullarına zayıf, hatta hasta hayvanları kurban ederler. Ekseriya; bunlar adına, kara boğa veya inek keserler, hiç bir zaman at kurban etmezler.
Erlik'in, sekiz veya dokuz kızı vardır. Bunların belirli vazifeleri yoktur. Oyun oynar, dans ederler, yeraltına kurban götüren şamanı kandırıp, babalarına götürülen, kurbanı elinden almağa çalışırlar. Dualarda; kara yüzlü, kara saçlı ve şehvetperest varlıklar olarak tasvir edilirler.
Yeraltında ölü ruhlarının bulunduğuna da inanılır. Lebed'ler, aza dedikleri, kötü ruhun baskısı altında bulunan kimseyi kurtarmak için, kara renkli bir hayvan kurban ederler. Teleütler, ölünün ruhunun, kırkı çıkıncaya kadar mezarlıkta yaşadığına, ara sıra evine gelmek istediğine inanırlar ve bunlara “Üzüt” derler. Gerek aza, gerek üzüt' ün kasırgada dolaştığına inanılır. Erlik Kan emrindeki bu ölü ruhları, yaşayanların ruhlarını kapmak isterler, hastalık saçarlar.

3. 5- Çocuk Ruhları

Altay Türklerine göre, insan ruhu (kut) doğmadan önce ölçte bulunur. Teleütler, çocuğa ruh veren Enem Yayuçı'nın göğün dördüncü katında yaşadığını söylerler. Denildiğine göre, çocuğun ruhu kırmızı bir kurt şeklinde anne vücuduna girer. Çocuğun ne kadar yaşayacağım, Doğum ilahesi tayin eder. Onlara göre, üçüncü kat gökte oturan ve hayvan yavrularına can veren, Ermen Kan adında başka bir ilahe daha vardır. Altaylılara göre, Ülgen, çocuğun doğması için, oğlu Yayık'a emir verir. Yayık da, göğün beşinci katında bulunan ve dişi olarak tasavvur edilen, gökteki “Süt ak kol” (süt akı göl)den ruhu alarak ana rahmine kor ve hayatı boyunca ona yardımcı olur. Yakutlara göre, çocuğun ruhu bir kuş şeklinde gökten inerek, anne karnına girer.

4- İbadetleri

Tarihî kaynaklar her yıl düzenli olarak yapılan resmi dini törenlerden söz ederler. Hunlar yılın beşinci ayında Gök Tanrıya ve Yer-Su'larına kurban sunarlardı. Yine her yıl başında Türk boylarının beyleri hükümdarın karargahındaki tapınakda toplanarak Tanrı'ya ibadet ederlerdi. İbadetin merkezini kurban merasimi teşkil ederdi. En makbul kurban at kurbanı idi. Sığır ve davar İkinci derecede gelir. Doğan güneş ve geceleyin ay ululanırdı. Kansız takdimelerde (saçılarda) şarap, pirinç, buğday, darı, süt gibi gıda maddeleri sunulurdu. [197]

5- Ruhban Sınıfı

Eski Türklerde, dinî âyin ve kurban merasimlerini yöneten, ruhlarla insanlar arasında aracılık yapan, kişiler vardır. Bir çeşit din görevlisi özelliğindeki bu kişilere, “Kâm” denir. Tunguzlar, bunlara “Şaman” derler. Kâmlar, çeşitli ruhlarla ilişki kurmasını bilen kişilerdir. Normal insanlar, ruhların hangi tabiatta, hangi huyda olduklarını, nelerden hoşlandıklarını bilemezler. Onların, hangi cins kurbanlardan memnun kalacaklarını tayin edemezler. Ancak, kâm veya şamanlar ata ruhlarından aldıkları kuvvet ve ilham ile bütün bunları bilirler. Bir yandan iyi ruhların insanlar için faydalı, hayırlı tesirlerini devam ettirmelerini sağlamağa, diğer yandan da çeşitli çarelere baş vurarak, kötü ruhların zararlı faaliyetlerini önlemeğe çalışırlar. Kâm, bu maksatla düzenlediği âyinlerde, ruhlar ile temasa geçip onları hoşnut ederek, istenilen neticeyi almaya gayret eder.
Kâmların istikbalden haber verdiklerine de inanılır. Mervizî, Kırgızlardan bahsederken şöyle diyor:
“Her sene belli bir günde bir adam getirilip başına şarkıcılar, çalgıcılar ve bunlara benzer insanlar toplanır. Bunlar eğlenmeğe başlarlar. Meclis hoş bir hal alınca bahsedilen adam bayılır. Sar 'a tutmuş bir kimse gibi yere düşer. Bu halde iken yeni senede olacak olaylar sorulur. O da senenin bolluk mu, yoksa kıtlık mı, yağmurlu mu, yoksa kuraklık mı, hulâsa yeni senede neler olacaksa haber verir. Onlar bu kimsenin söylediklerinin doğru olduğuna inanırlar” [198]
Altay kabilelerine göre kâmlık ailede irsen intikal eden ve bilhassa çocukluk çağında sar'a nöbetleri ile gelen bir hastalık sayılır. Belirli bir eğitim görmekle herkes kâm olamaz. Kamlık fıtrî ve adeta kaçınılmaz bir kader meselesidir. Sayısız örnekler kamlık kabiliyetinin patolojik olduğunu gösterir. Radlofa göre kâmlık nöbetleri beklenmedik bir zamanda gelir. Aday Önce kendinde büyük bir yorgunluk hisseder, vücudu kasılıp titrer ve bu hali esnemeler takip eder. Göğsü daralır, bir takım acayip sesler çıkararak ağlar, gözleri döner. Bir müddet sonra sıçrayıp ayağa kalkar, deli gibi dönmeğe başlar ve nihayet ağzından köpükler saçarak yere yıkılır, vücudu duygusuzlasın Bu ızdıraph haller bir müddet devam eder. Nihayet günün birinde davulunu alıp çalmağa başlar, sakinleşir, kendine gelir. Kâm olmaktan kaçınan kimsenin delireceğine veya genç yaşta öleceğine inanılır.
Kâmlar, genellikle zeki, hayâl perest ve şâir ruhlu insanlardır. Ayin esnasında büyük bir vecd içinde kendisinden geçip göklere çıktığını veya yeraltı âlemlerine indiğini ve buralarda gördüğü garip varlıkları, olayları ayrıntılarıyla anlatır. Ancak, ayıldıktan sonra hiç bir şey hatırlamaz. Kamların, ak veya kara kamlar olarak, ikiye ayrıldıklarından bahsedilir. Birinciler, yalnız göğe ve başta aydınlık âleminin hâkimi olan Ülgen ile ilgili, iyi ruhlarla teması sağlar. İkinciler ise, yalnız yeraltının korkunç ruhunu temsil eden Erlik ve ona bağlı ruhlarla ilgili âyinleri düzenler. Bu iki çeşit kâm veya şaman, kıyafet, bakımından da birbirlerinden ayrılırlar. Ak kâmlar, kara kâmlara göre, daha sade ve gösterişsiz giyinirler. Kadınlar ise, yalnız kara şaman olabilirler.

6- Ölüm Ve Ölü İle İlgili İnanışlar

Eski Türkler, hastalık gibi, ölümü de kötü ruhların bir eseri sayarlardı. Altay Türklerine göre, yeraltı dünyasının hâkimi olan Erlik, yeryüzüne gönderdiği Aldaçı'lar vasıtasıyla, insanların ruhunu yakalatarak hayatlarına son verdirirdi. Yakutlar da, ölümü insan ruhunu kötü ruhların kapması ile açıklarlar. Tasavvurlarına göre, ölümü meydana getiren ruhlar, ya ailenin ölmüş fertlerine veya yabancı Ölülere ait ruhlardır. Ölüm halinde, ruhun bir kuş şeklinde uçup gittiği de tasavvurlar arasındadır. Bunun yansımalarını Orhun Kitabeleri'nde de görürüz. Ölülerin etrafında cereyan eden her şeyi duyduklarına ve gördüklerine de inanılır.
Altay Türklerine göre, zaman geçtikçe insan oğulları azalacak, günah işlemekten çekinmeyecekler. İyi tanrı Ülgen, bu günahkâr topluluktan uzaklaşacak. Tanrı Erlik yeryüzüne çıkacak, kötülükleri teşvik edecek. Bundan rahatsız olan tanrı Ülgen yeryüzündeki insanları kendi taraflarına kazanabilmek için, kötü karekterli oğlu Erlik ile savaşacaktır. Sonunda Ülgen galip gelecek ve yeryüzüne tek başına hükümran olacaktır. Daha sonra da, bütün ölüleri dirilterek haşir gününü başlatacaktır.

6. 1- Yas Tutma

Eski Türk dininde, ölen için duyulan acı, çeşitli şekillerde ve bazı merasimlerle ifâde edilir. Hunlar, adetleri üzerine saçlarını keserlerdi. Kahramanlar için göz yaşı dökmez, yüzlerini yaralayarak kan akıtırlardı. Çin kaynaklarına göre, Türk'lerde aile fertleri, Ölünün bulunduğu çadırın kapısı önünde ağlayıp feryat ederken, yüzlerini bıçakla yaralayıp kanlı göz yaşları dökerlerdi. Orhun Kitabelerinde, Bumin Kağan ile kardeşi Kül Tikin'in ölümü münasebetiyle, komşu kabilelerden gelenler arasında yasçı kimselerin bulunduğundan bahsedilir. Yas merasiminde bulunan kimselerin, matem alâmeti olmak üzere, kulak ve saçlarını kesmeleri âdetti. Kirgızlarda ölünün gömüldüğü gün, dul kalan zevcesi İle kızları saçlarını keserlerdi. Hunların, kesilen saçları diğer kıymetli eşyalarla birlikte, mezar içine koydukları kazılardan anlaşılmaktadır. Nitekim, Urga civarında Noyin-Ula'da bulunan bir Hun mezarında, ipek örtüye sarılı 17 saç Örgüsü bulunmuştur. Kırgızlar, matem işareti olarak, ölenin atının kuyruğu ve yelesini keserlerdi.

6. 2- Ölü Gömme Adetleri

Çin kaynaklarına göre, milâdi 1. asırda Moğolistan'ın kuzeyinde oturan Hunlar, kabile reislerini sırmalı elbiseler içinde gömerlerdi. Yine Çin kaynakları, miladi 5-8. asra kadar Gobi Çölünün kuzeyinde, Kara İtiş havalesinde yaşayan Türklerin ölüyü atı ve eşyaları ile birlikte yaktıklarını kaydederler. Yine aynı kaynaklardan öğrenildiğine göre, Yenisey'in yukarı taraflarında yaşayan Dubo'lar, ölüyü bir tabuta yerleştirdikten sonra, dağların tepesine veya ağaçların üstüne koyarlardı. Göktürklerde, ölen hakan veya beyin mezarına, hayatta iken öldürdüğü düşman sayısınca taş heykeller dikmek âdetti. Bunlara balbal denirdi. Bundan maksat, balbalın temsil ettiği kişinin, ölüler dünyasında, ölene hizmet etmesini sağlamaktı. İbn Fadlan'ın anlattığına göre, Hazarlar ile Oğuzlarda ölüyü nehir yatağına gömmek adetti. Bunun için, yönü değiştirilen ırmak yatağında, dayanıklı malzemelerle bir mezar hazırlanır ve ölü buraya gömüldükten sonra, sular eski yatağına çevrilirdi.
Mervizî, Kırgızların ölülerini yaktıklarını haber veriyor: “Onlar ateşin ölüleri temizlediğini ve günahlardan arıttığını sanırlar. Bu yakma âdeti, onlar arasında eskiden vardı. Fakat, Müslümanlarla komşu olduktan sonra, ölülerini gömmeğe başladılar”, diyor. 8. yüzyılda Orta Asya'yı dolaşan Plano Carpini'nin verdiği bilgilere göre, Türklerde bir bey ölünce gizlice gömülürdü. Ölünün önüne et, süt vs. gibi yiyeceklerle donatılmış bir masa konur, ayrıca ölünün atı da bütün takımıyla beraber mezara gömülürdü. Yine mezarın başında bir at kesilip yenildikten sonra, ölenin arabası ve evi tahrip edilirdi. Mezarın basma sırığa geçirilmiş bir at dikmek âdetti. Bütün bu merasimlerin gayesi, öleni gittiği yeni âlemde kullanacağı canlı, cansız çeşitli eşyalarla donatmak ve yeni hayatını kolaylaştırmaktı.
1924-25 yıllarında, Rus arkeologlar tarafından Selanga nehri havzasında, Noyan-Ula dağlarındaki kurganlarda yapılan kazılarda, Hun prenslerine âit mezarlar ortaya çıkarılmıştır. Hun prensleri, genellikle yüksek dağlara gömülmekte idi. mezarlarının içine dolan kar suları çabucak donar ve asırlarca erimeden kalırdı. Bu sebeple, ölüyle birlikte gömülen kumaşlar, ağaç eserler ve hatta cesetler, konserve olmuş şekilde, çürümeden, zamanımıza kadar gelebilmişlerdi. Mezarların dış kısmı, piramit şeklinde taş ve toprakla yükseltiliyordu. Mezarın iç kısmı, genellikle iki kısımdan meydana gelirdi. Mezar çukurları yavaş yavaş derinleşir ve bir dehlize girilirdi. Bu dehlizden, tabutun konduğu bölüme geliniyordu. Tabut, bu iç hücrede açılan bir kuyuya gömülüyordu. Bu hücre, muntazam kesilmiş kalas ve kütüklerle kapatılıyordu. Bazı tabutların kapaklarında ipek kumaş kalıntılarına rastlanmıştır. Bundan, tabutların ipek kumaşlarla kaplandığı anlaşılmaktadır. Mezar koridorlarında, matem alâmeti olarak, yağlı kumaşlara da rastlanmıştır. Yine, mezarlarda at takımları, ipekli elbiseler, ev eşyaları bulunmuş ve hatta bir vazoda çay kalıntıları görülmüştür. Bu mezarlarda atlar, insanlara mahsus odaların dışına gömülüyorlardı. Pazarcık kurganlarında, bol miktarda donmuş at cesetlerine rastlanmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
GELENEKSEL TÜRK DİNİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» GELENEKSEL NAMAZ ÇİÇEKLERİ KAMPANYASI...
» dini konu
» Dini Avatarlar
» Dini imzalar..
» -Hitit Dini

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Reddiye Kitabı Ve İslama Davet ( Nasıl Müslüman Olurum )

 :: diğer din ve inanışlar ve Reddiyeleri :: Ve Diğerleri Ve Reddiyeleri
-
Buraya geçin: