iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 ESKİ ARABİSTAN DİNLERİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

ESKİ ARABİSTAN DİNLERİ Empty
MesajKonu: ESKİ ARABİSTAN DİNLERİ   ESKİ ARABİSTAN DİNLERİ Icon_minitimeÇarş. Ara. 02, 2009 6:17 pm

ESKİ ARABİSTAN DİNLERİ

Literatür.
1- Hartmut Gese, Die Religionen Altsyriens, Altarabiens und der Mandâer, Stuttgart 1970, s.7-232.
2- Helmer Ringgren, Religions of the Ancient Near East, London 1973, s.124-175.
3- Eduart Meyer, Geschictte des Altertums, c. 1-2,1954, s. 399-414.
Bugünkü Arabistan yarımadası İle doğuda Fırat nehri, kuzeyde Anadolu ve batıda Akdeniz'in çevrelediği geniş bölgenin eski inançlarını tespit çok güçtür. Bu sebeple bu geniş bölgeyi Kuzey Arabistan, Güney Arabistan ve Orta Arabistan olarak üç kısımda ele alacağız.

1- Eski Kuzey Arabistan Dinleri

Eski Kuzey Arabistan dinlerinden gayemiz batıda Akdeniz, doğuda Fırat nehri, Güneyde Akabe Körfezi ve Arabistan Çölleri, kuzeyde Toros dağlarının çevrelediği bölgedir.
Konumuzu aydınlatan yazısız kaynaklar, arkeolojinin bize sunduğu mabetler, kült yerleri ve çeşitli kült aletleri gibi, ifade güçleri sınırlı malzemelerdir. Ayrıca tanrı resim ve heykelleri, mühürler ve üzerinde dini motiflerin yeraldığı süslü paralar da, birer zengin kaynak teşkil ederler.
Yazılı kaynaklar ise, Bronz Devri ortalarında görülmeye başlar.
Bunların en eskisi, Mısır dilinde ve m.ö. 19. yüzyıl ortalarından kalmadır. Yine Akadca diplomatik haberleşme mektupları, Asur kralları tarafından yazdırılan kitabeler, kuzey komşuları Hıtitlerle yaptıkları anlaşmaları içeren Hititçe metinler ve kuzeybatı Sami dili olan Ugaritçe metinler pek çok bilgiyi ihtiva ederler. Bunlar ilahiler, dualar, efsaneler, yeminler, tanrı üsteleri, mabet idaresine ait talimatnamelerdir. Demir devrinde Kenan ve Aram dillerindeki kitabelere rastlanır. Özellikle bina takdisi ile ilgili yazılan, anlaşma ve mezar kitabelerini, tanrı resimlerini ve duaları içerirler.
Fenike kitabelerine ise, m.ö. 1000 yıllarından sonra rastlanır. Suriye dillerindeki bu metinler, m.ö. 1. yüzyıla kadar görülmeye devam ederler. Daha sonraları yerlerini Yunanca ve Latince metinlere bırakırlar.

1. 1- Tarihî Genel Bakış

Bölgenin Tevrat ve Kur'an'da adı geçen peygamberlerin ve kültürlerin yaşadığı yerler olması dolayısıyla tarihi üzerinde durmakta yarar vardır. Suriye ve Filistin mağara bulgularında insan hayatıyla ilgili Paleolitik ve Mezolitik devirlerden kalıntılara, delillere çok miktarda rastlarız. Paleolitik devrin sonlarına doğru, Neandertal akrabalarına, Homo Galilensis'e Kuzey Filistin ve Karmel bölgesinde rastlanır. Bilhassa iyi korunmuş 9. bin yıldan kalma Mezolitikum'a Natuf-Vadisi kültünde (Kudüs'ün kuzey batısı) şahit olunur. Natuf insanı, ince uzun yüzlü, yaklaşık bir buçuk metre boyunda idi. Daha sonraları bu tipe Mısır'da, Gezer ve Biblos'da Sami-Hami en eski halkın temsilcileri olarak sıkça rastlanacaktır. Temelde toplayıcılıkla geçinen bu insanlar sonraları tarıma da geçmişlerdir. Artık mağaraların dışında da kalıntılarına sıkça rastlanır. Suriye-Filistin Bölgesi Neolitik belgelerine 8. bin yıllarından itibaren rastlıyoruz. Taş evlerden ve çevre duvarlarından oluşan sabit yerleşim yerleri zamanın özelliğini yansıtır. Hayvan avcılığı yanında hayvan yetiştiriciliği de yapılır. Önce keçi, sonra koyun ve domuz, daha sonra da sığır çoğalır. Köysel yerleşim yerlerinde yaşayan insanların ana geçim kaynağı ziraattır. Bu kültür Ugarit'de, Amig Ovasında (bilhassa Teli el-Cude'de) dir. Biblos ve Eriha'da da tespit edilmiştir. Keramik'in keşfi üzerine 6.binin ikinci yarısında toprak kaplar yaygınlık kazanır ve Keramik Neolitik'i görülür. Yine bunlarla Kuzey Suriye'nin Güney Anadolu ile ilişkisi tespit edilir.
Ürdün Geçiti'nde Neolitikle aynı zamanda Megalit kültürde ortaya çıkar ve doğudan batıya yaygınlaşır. Bazı dikili taşlar (menhir), mezar odaları (dolmen) Taş daireler (Cromlechs) yerleşik ve ziraatla uğraşan halka ait olmalıdır. Çünkü böyle kültürler Megalit çağa giriyor. Geri kalan Suriye-Filistin bölgesinde Neolitik çiftçi kültürü yaygındır.
5. bin yıl ortalarından itibaren artan yoğunlukta bakır kullanımı görülüyor. Yine de sert ve keskin taşlar kullanılmaya devam ediyor. Bu taşbakır devri 4. bin yılın sonlarına kadar devam ediyor. Başlangıcında halk değişiklikleri de olmalıdır. Belirli bir fakirleşme de görülür. Biblos'da bir süre Taş-Bakır devri yerleşimi kesilir. Sonra kuvvetli bir Mezopotamya keramik akımı başlar. Gelişmiş çiftçi kültürlerinde rastlanan boyama görülür. El-Ubed eşyalarını ihtiva eden tabakada, çömlekçi çarkının kullanımı tespit edilir. Fakat boyama geriler. Ürdün nehrinin öte tarafında sulama kültürü, buğday, arpa, zeytin ve incir ziraatı kendini gösterir. 4. Bin yıl ortalarında Mezopotamya Uruk kültürü benzeri gelişmeler olur. Şehir ve sulama kültürü, küçük krallıklar zamanında olmalı. Muhtemelen Taş-Bakır devrinden erken Bronz devrine geçişte Güney ve Orta Suriye'de Sami kavimlerin rolü hesap edilebilir.
4. bin yıl sonunda Bronz devri başlar. Bronz , bakır ve kalayın bir karışımıdır. Bakıra göre daha çok sertlik gösterir. Bu devirde çok fazla kullanıma girmiştir. Arkeoloji ve tarih ilimleri bunu daha alt sınıflara ayırırlar. Erken Bronz devri Suriye-Filistin bölgesinde 3. bin yılı kapsar. Artık Lübnan'dan Mısır'a 1 .Sülale zamanında kereste ihracı başlar. Mısır'ın ana ithal limanı Biblos'tur. Mısırlıların Biblos'ta ki varlıkları 2. ve 3. sülale zamanlarına kadar vesikalara dayanır. Biblos şehir tanrıçası Hator ile özdeşleştirilmiştir. 4. Bin yılda Mezopotamya'nın Suriye üzerinden Mısır'a tesiri de görülür. Akad hanedanının kurucusu Sargon Akdeniz sahillerine ulaşır. Bu fetihler için o tanrı Dagon'a teşekkür eder. [69]
Erken Bronz devrinde Orta ve Güney Suriye'de Batı Samilerin Kenan diyaleği teşekkül etmelidir. Yer isimlerinin hemen hepsi Sami dilindedir. Örneğin Eriha, Batı Sami Ay tanrısına göre isimlendirilmiştir ki, Samiler öncesi bir halkın delilidir. Fenike büyük şehirleri Tirus, Sidon, Beyrut, Biblos (Gebal) vs. gibi Sami isimler taşırlar.
Orta Bronz devrinin başında (m.ö.2100-1600) pek çok yerde yerleşim bölgelerinin yıkıldığı görülür. Bu Kuzey Suriye (meselâ: Amik ovası) için de geçerlidir. Bu ancak yeni göç dalgalarıyla açıklanabilir. Buna Mezopotamya'da Amurru halkı deniyor. Eski Mezopotamya sülaleleri bu Amurru göçlerine bağlanabilir. 12. sülale zamanında Mısır Kuzey Suriye'ye kadar tesirini genişletir. 18. yüzyılda Biblos kral mezarları isminden yerli sülaleler biliniyor. Orta Bronz devrinde Mısır zayıflıyor. m.ö. 17. ve 16. yüzyıllarda Hiksoslar bir süre Suriye, Filistin ve Mısır'a hakim oluyorlar. Bu arada güney Kafkaslardan gelen Hurriler kuzey Suriye'ye nüfuz etmeye başlıyor. Ardından Hititler geliyor. Orta ve Geç Bronz devirlerinde (m.ö. 1600-1200) Suriye bir süre Mısır ve Hitit rekabeti arasında kalıyor. III. Tutmosis m.ö. 1480'li yıllardan itibaren Suriye'ye seferler düzenleyerek Mitanni tesirindeki ayaklanmaları bastırıyor. Halefi II. Amenofıs de seferleriyle Mısır hakimiyetini pekiştirir. m.ö. 15. yüzyıl ortalarından itibaren kuzey Suriye'de Hitit imparatorluğunun baskısı görülmeğe başlar. Bilhassa III.-IV. Amenofıs zamanlarında Mısır, Suriye üzerindeki hakimiyetini tamamen kaybeder. Konuyla ilgili bilgiler Ugarit arşivlerinde belgelenmektedir. [70]
m.ö. y. 1200 yıllarında kuzeyde Demir devrinin başlamasıyla Suriye'de büyük değişiklikler görülür. Denizden gelen göçler Anadolu'yu ve Suriye'yi etkiler. Filistin ve Fenike şehirleri istila edilir. Kara tarafından da Arami göç dalgaları Kenan ve Filistin arasındaki boş bölgelere yerleşir. Doğu Ürdün'e Ammonitler, güneyine Moabitler ve Lût Gölünün güney batısına Edomitler yerleşir. Küçük küçük şehir devletleri kurulur. Sonraları orta bölgedekiler Şam krallığının üyeleri olurken, kuzeydekiler Hama Krallığına bağlanırlar. Ancak güçlü şehir devletleri bağımsızlıklarını sürdürürler. İsrail Oğulları Filistlerin tesir alanına girerler, bu durumlardan Hz. Davud zamanında tamamen kurtulacaklardır. Bu devirler Akdeniz havzasında Fenike kolonileri kurulur. Kartaca'nın kuruluşu rivayetlere göre m.ö. 814 olarak tarihlendirilir. Bu koloniler Tirus şehir tanrısı Melkart'm bölgeleri sayılırdı. Kıbrıs, Anadolu'nun güney sahilleri, Rodos, Girit, Mısır'da Memfis'de kurulan koloniler vasıtasıyla Mezopotamya ve Suriye dinsel kültürleri Batıya ulaşır. Daha sonraları bölge ana hatlarıyla Yunan ve Roma hakimiyetlerine girer. [71]

1. 2- Tanrı Tasavvurları Ve İnançları

Tarih öncesi devirlere ışık tutan çeşitli kazılarda bol mücevherlerle gömülmüş toplu mezarlarla beraber, embriyonal şekilde gömülmüş ferdi mezarlar da ortaya çıkmıştır. Bunlar, ölüm sonrası ile ilgili tasavvurlara sahip olduklarını göstermektedir. Yine, tarihi m.ö. 7000 yıllarına kadar uzanan kutsal bir bina Yeriho'da bulunmuş ve içinde balçıktan yapılmış hayvan heykellerine, göğsünü kollarıyla kapatan bir kadın heykeline rastlanmıştır ki, Bronz devrinde karşılaşılan verimlilik tanrıçalarını hatırlatmaktadır. Bu türlü Cilalı Taş (Neolitik) devrinden kalma idollere diğer yerlerde de rastlanır. İdollerden bazıları baba, bazıları da anne ve çocuk tasvirleridir. Bunlardan o zamanlar verimlilikle ilgili tanrı ailelerinin varlığına inanıldığı kanaati çıkarılabilir. Bulunan hayvan heykelleri de, bu tanrıların kutsal hayvanları olabilirler.
m.ö. 3. Bin yılda tanrıça Ba'lat'ı görüyoruz. m.ö. 1400 yıllarından kalma Ugarit metinlerinden anlaşıldığına göre, panteonun başında tanrı El bulunmaktadır. Bu isim, aynı zamanda tanrılar için kullanılan genel bir isimdir. Bütün Sami dillerde vardır. Mezopotamya'da El isminde bir uluhiyetin varlığı m.ö. 26. yüzyıldan kalma belgelerde vesikal aşın ıştır. Yani 3. bin yıl ortalarında Sargon öncesi metinlerde şahit olunur. Mezopotamya'nın en eski Samüerinde de El en yüksek tanrıdır. Ugarit metinlerde El açıkça tüm ilâhların üstünde ve ilâhlar meclisinin başında görülür. İlâhlar meclisi toplantılarında elçiler El ile konuşurlar. Diğer ilahlar ona gelir, önünde secde eder ve onu tazim ederler. El Astar'ı çökerttiği ve Baal'i öldürdüğü gibi diğer ilâhlara dahi istediğini yapabilir. [72] Bir ilahı krallığa getirebilir. Baal krallığını kurabilmek, içinde bir saray yapabilmek için onun iznine muhtaçtır. Onu ölümden uyandırma iznini Anat'a o vermiştir. Yine Anat'a Akhat'ı öldürme iznini de El vermiştir. Keret ve Daneî'i kendisi takdis etmiş, Keret'in hastalığında şifa vermekte tüm ilahların aciz kalması üzerine, yalnız El ona şifa vermiştir.
Ancak El diğer tanrılarda görülen aktif mücadeleyi sevmez, pasif sükûneti tercih eder. Fakat her şeyi taşıyan, idare eden odur. Tanrıların varlığı da ona bağlıdır. O, değişen dünyanın ardındaki kutsal dünyadır. Hükümdarlık unvanı tanrılar arasında yalnız El için kullanılır. Ezeli hükümdar olarak vasıflandırılır. O hükümdarlığını Baal gibi sonradan kazanmış değildir. O ebedî hâkimdir. Bu hakimiyeti, tanrılara da şâmildir. Yaratıcılığın ifadesi Boğa ile sembolize edilir. El bütün insanların yaratılmışların hakimidir, yaratıcısıdır. Bunun için ona insanlığın atası, yaratılmışların yaratıcısı da denir. Tanrılar meclisindeki tüm ilahların atası sayılır.
Tanrı El'in karısı Ugarit metinlere göre Asirat'tır. Bu tanrıça Hitit rivayetlerinde Elkunirşas'ın karısı Aşertu'dur. Mezopotamya'da Amurru'un karısı olarak geçer. Genellikle bütün tanrıların annesi olarak tazim edilir. Diğer tanrılardan Asirat'm oğulları olarak bahsedilir. El'in karısı olarak Elat (ellat) ismiyle de anılır. Verimlilik tanrıçası olarak da tazim görür. Sidon ve Tirus'da meşhur kült yerleri vardır.
Dagon, tanrı El başkanlığındaki Tanrılar Meclisi üyelerindendir. İlk olarak Amirit'ler öncesi devirlerden kalma eski Akad metinlerinde görülür. Akad hükümdarlarından Sargon ve Naramsin Kuzey Suriye'yi fethedebildikleri için, tanrı Dagon'a şükrederler. Dagon'a tazim Hamurabi devrinde zirveye ulaşmıştı. Sümer panteonunun büyük tanrılarından Enlil ile aynı sayılmıştı. Eski Ahid'e göre, Filistin bölgesinde de baş tann olmuştu. Efsanede Dagon, tahıl ve pulluğun bulucusu sayılıyordu. Topraktaki yaratıcı gücü temsil ediyordu.
Baal, Sami dillerde Rab, mülk sahibi, efendi manalarına gelir. İkinci bin yıl ortalarından kalma bir Hitit anlaşma metnin de “Lübnan ve Suriye Dağları” hakimleri olarak kullanılır. Hava tanrısı olarak şöhret bulmuştu. Önceleri Baal Hadad olarak kullanılırken, sonradan “Hadad” İsmi kullanılmaz olmuştur. Hava tanrısı Hadad Mezopotamya'da Adad, Addu, Haddu ve Dada gibi isimlerle bilinir. Baal kültü bütün Suriye bölgesinde yaygın olduğu gibi, 2. Amenofıs (m.ö. 15. yy. hn 2.yarısı) zamanında Mısır'da Memfıs bölgesinde denizcilerin koruyucu patronu olarak da tazim görmüştü. Kur'an'da İlyas Peygamber kavmini “En güzel yaratanı bırahpta Baal adlı puta mı tapıyorsunuz!” diye uyarmıştı. [73] Ugarit metinlerin büyük bir kısmını tanrı Baal ile ilgili çeşitli efsane metinleri teşkil eder. Kültü çok yaygındı. Baal Harran ay tanrısı Sin'in bir tezahür şeklidir. Yani sıfat olarak kullanılır. Bunun yanında belirli bir tanrının adı olarak da sıkça kullanılır. m.ö. 19 yüzyılda Dagon'a atfedilen Özellikler ona atfedilmişti. Kuzey Suriye ve Kuzey Mezopotamya'da kültü çok yaygındı. Fenike papirüslerinde de ismi sıkça zikredilir. Temmuz-İştar efsanesi ona da teşmil edilmişti. Boğa ile de temsil edilir oldu. Yüce tanrı El'e karşı gelmesi üzerine yakalanıp, El huzuruna çıkarılır, ancak kız kardeşleri Anat ve Astarte 'nin şefaatıyla kurtulur. [74]
Ugarit metinlerde ayrıca İştar ile aynı sayılan Astarte isimli tanrıçadan başka, Baal kızları olarak Pidray , Talay, ve Arsay İsimli tanrıçalara da rastlanır. Güneş Şamaş olarak büyük tanrıçalar arasında sayılır. Gök ve yer isimlerine tanrılar olarak da rastlanır. Yıldızlar, güneşin efendisi sayılır. Astarte Akşam Yıldızı olarak kabul edilir. Kültü bir zamanlar Ur'a ve Harran'a yayılan Ay tanrısı da Yarih'tir.

1. 3- Kültleri

M.ö. 2. bin yıllarda kült işlemlerinin yüksek yerlerde yapıldığı gibi, yerleşme merkezlerinde de bunun için mabetler inşa edildiğine şahit oluyoruz. Yüksek kült yerleri, kurban sunmak için yapılmış bir çeşit mihraplardı. Mabetler ise, kurban yakma mihrabı ile onu çevreleyen avludan ibaretti. İçerde tanrıların ikamet yeri olarak putların yer aldığı bir oda bulunurdu. Sonraları bu oda, üç bölmeli bir salon şeklini almıştı. Ön salon, ana salon ve en geride de, en kutsal salon bulunuyordu. Mabedin etrafı yüksek bir duvarla çevrilirdi. Orta salonda kurban olarak sığır, keçi, güvercin ve diğer hayvanlar kesilirdi. Yine hububat kurbanları da burada takdim edilirdi. Bilhassa, adak kurbanları büyük önem taşırdı. Eski Ahid'ten [75] anlaşıldığına göre insan kurbanlarının varlığı da görülmektedir. Moab'lar felaket zamanlarında ilk doğan çocuklarını kurban ederlerdi. [76] Adrammelek ve Anammelek putları için Aramiler ve Samarya'ya yerleşen Asurlular da çocuk kurbanında bulunurlardı, felaket zamanlarında en çok sevdikleri çocuklarını gizlice kurban etmekten çekinmezlerdi. [77]
Kült işlerinde, yani ibadet ve ayinlerde hükümdar büyük rol oynardı. Merasimlerin pek çoğu, saray çevresinde yapılırdı. Kralın yanında baş rahip bulunur ve gerektiğinde ona vekalet ederdi. Rahipler beyaz keten bir elbise giyerler ve kazınmış başlarına bir örtü bağlarlardı. Hizmet sürelerinde, her türlü cinsel hayattan uzak dururlardı. Ayrıca kahinlik hizmetlerini de yürütürlerdi. Kült işlerinde mabet şarkıcıları da hizmet ederler, saygı görürlerdi.
Fenikeliler her sene ölen ve dirilen bitki tanrısı için ayin düzenlerlerdi. Biblos'daki Baalat (Afrodit) mabedinde Adonis merasimleri yapılırdı. Adonis şenliklerine kutsal fahişelikte bağlanırdı. Mısır tesiriyle bu Öziris şenliği olarak tefsir edilirdi. Bugün ismine Nehr İbrahim denen, Adonis nehri kaynağında bir Afrodit mabedi vardı. Burası Adonis'in ölüm yeri sayılırdı. Adonis'i domuz suretine giren Ares yaralayarak öldürmüştü. Mabette kutsal bir havuz bulunur ve bu havuza kurbanlar atılırdı. Nehrin her yıl belirli mevsimlerde kırmızıya dönüşmesi, Adonis'in ölümcül yaralanmasının ilanı sayılırdı. Daha sonraki devirlerde bu kült, Roma'ya kadar yayılmıştır.

1. 4- Vahdaniyet Tezahürleri Ve Politeizme Tepkiler

Kitab-i Mukaddes ve Kur'an'daki vahdaniyet tarihinin pek çok kahramanı bu bölgede yaşamıştır. Yukarda değindiğimiz arkeolojik tarihi belgeleri geride bırakan çok tanrıcılığa, putperestliğe karşı Allah'ın birliğini savunan peygamberlerin çoğu bu bölgede yaşamış, çevrelerine hidayet ve medeniyet yolunu göstermeğe çalışmışlardır. Bu mücadeleyi dikkate almadan evrensel dinleri ve gelişmeleri anlamak mümkün değildir.

1. 4.1- Hz. İdris (a.s.)

Hz. İdris hakkındaki haberler çok sınırlıdır. Kur'an'da ve Tevrat'da onun “Yüce bir makama” yükseltildiğinden haber verilir. [78] Tevrat'taki ismi “Henoh veya Enoh”dur. Yaşadığı yer ve zamanla ilgili elimizde hiç bir bilgi yoktur. Ancak Hz. Nuh'un dedesi olduğu hakkındaki Tevrat rivayeti dikkate alınırsa, Hz. Nuh ile aynı bölgede, yani Filistin'de yaşamış olabileceği söylenebilir. Talmud'ta züht ve takvası ile ilgili rivayetler vardır. [79]
Kavmine hikmetli sözlerle konuştuğu ve yaşadığı bölgeye barışı ve adaleti getirdiği anlatılır. [80] m.ö. 4.bin yıl ortalarında veya ikinci yarısında yaşamış olmalıdır.

1. 4.2- Hz. Nuh (a.s.)

Tevrat ve Kur'an'da büyük peygamberler arasında anılan Hz.Nuh hakkındaki bilgiler çok sınırlıdır. Anne ve babasının isimlerine Kur'an'da rastlanmaz. Yahudiliğin 2. Derecedeki kutsal kitabı Talmud'a göre babası Lemeh, annesi Hz. İdris'in oğlu Elişhu'nun kızı Aşmua'dır. [81]
Kur'an ve Tevrat'a göre Hz. Nuh, kavmine Allah'ın varlığı ve birliğiyle ilgili ilahi emirleri tebliğ etmiştir. Çok tanrıya inanan kavmi ve ileri gelenleri onu delilikle itham ve öldürmekle tehdit etmiştir. Ancak tehdidin bir hükümdar veya benzeri bir idari otorite tarafından yapıldığına dair işaret olmaması, yaşadığı bölgede henüz bir devlet ve hükümdar otoritesi olmadığını ortaya koymaktadır. Yani Mezopotamya ve Mısır dışında bir bölgede yaşadığını da dolaylı olarak anlıyoruz.
Kutsal kitaplarda Hz. Nuh'un dünyanın hangi bölgesinde yaşadığı ve Tufan olayının nerede geçtiğine dair açık bîr habere rastlanmaz. Tevrat ve Talmud haberlerinde Hz. İbrahim'in Tufan sonrası Hz. Nuh'un çiftliğinde Mezopotamya'nın Ur şehrinde doğduğu, Hz. Nuh'un yanında büyüdüğü ve torunu olduğu rivayet edilir. [82] Tevrat Ehli bu haberlere dayanarak Tufan olayını Mezopotamya'da aramış; Hz. Nuh'un Tufan öncesinde de aynı bölgede yaşamış olabileceği ihtimalini düşünmüştür. Ayrıca Gılgamış Destanının da burada doğuşu ve Ur'da yapılan arkeolojik kazılarda rastlanan bir su baskını izi, Tufan kalıntısı ve işareti sayılmak istenmiştir. [83] Ancak Mezopotamya'nın kuzey taraflarında aynı ize rastlanmaması, araştırıcıların ısrarlarını biraz zayıflatmışsa da kanaatlerini değiştirmemiştir. Geleneksel Kur'an müfessirleri de genelde Tevrat Ehlinin kanaatlerine olumlu bakmıştır. Spekülasyona açık konu hakkında yapılan günümüz yayınlarında da benzeri görüşler tekrar edilmektedir.
Kanaatimizce, Kur'an'ın politeist Nuh kavminin putlarından bahsederken Vedd, Suva, Yagus, Yeuk ve Nasr gibi put isimlerini sayması [84] ve bu isimli putların Orta ve Güney Arabistan'a kadar uzanan geniş bir bölgeye yayılmış olması, Hz. Nuh'un Arabistan yarım adasında yaşamış olabileceğini hatıra getirirse de, bu isimlerin güneş, ay ve yıldızlan sembolize eden Mezopotamya ilahlarının mahalli isimleri olduğunun keşfi, [85] bu ihtimaliyeti ortadan kaldırmıştır.
Kur'an'daki en kuvvetli mekân işareti, yok olan Nuh kavminin topraklarına [86] AD kavminin mirasçı [87] olduğu ve AD'ın merkezinin de “İrem” [88] şehri olduğu haberidir. İrem'den Tevrat'da da söz edilir. [89] Dolayısıyla İrem'in Hz. Nuh'un ve kavminin de yaşadığı yer olduğu anlaşılmaktadır. Orta Çağ alimleri sözlü rivayetlere dayanarak İrem'in yerini Yemen'de Umman Denizi sahilinde, tarihî şehir kalıntılarında aramışlardır. Günümüzde gelişen Tevrat Arkeolojisi araştırmaları ise, bu yerleşim yerinin Batı Şeria'da Lût gölünün güneybatısındaki “Edom”un merkezi olduğu kanaatindedir . Karısı Naamah ve oğullarından biri Nuh'a inanıp gemiye binmedikleri için Tufanda Ölmüşlerdi. Nuh kendisine inanan oğullan, gelinleri ve diğer müminlerle Tufan sonrası bölgeyi terk ederek Mezopotamya'nın Ur kentine yerleşmiş olmalıdır. Çünkü torunu İbrahim orada doğmuş ve kendisi de Tevrat haberlerine göre Ur yakınlarında ölmüştür.
Hz. Nuh'un yaşadığı devirle ilgili açık bir belge yoktur. Tevrat haberlerine göre, Hz. Nuh'un torunu Azer'in oğlu İbrahim Tufan'dan 292 yıl sonra doğmuş ve büyük dedesi Nuh'un (a.s.) yanında büyümüştür. [90] İbrahim 15 yaşında iken de vefat etmiştir. Bu haberden hareketle Tufan'la ilgili bir tarih tesbiti yoluna gidilmiş ve Süryanî rahip Aziz Günel Nuh'un gemisinin m.ö. 2347 yılında Kardo (Cûdî) dağına oturduğunu hesap etmiştir. [91] Batılı ilâhiyatçılar da Tevrat'a dayanarak Tufan olayının m.ö. 22. veya 21. yüzyıllar da olabileceğini düşünmüşlerdir. [92]
Ancak Kur'an'ın gemi yapılırken “Tahta ve çivi” kullanıldığını ifade etmesinden [93] Nuh'un maden devrinde, muhtemelen Erken Bronz Çağında yaşadığı anlaşılmaktadır. Kanaatimizce bu tarih y. m.ö. 2650 civarları olmalıdır. [94] Kur'an'ın haber verdiği İrem bölgesinin bu yıllarda birdenbire İnsandan yoksun kalması, önceki halkının ufak yapılı sonra gelenlerin uzun boylu, iri vücutlu oluşları bu ihtimaliyeti artırmaktadır.
Geminin oturduğu yere işaret eden “Cûdî” kelimesi de özel isim değil, sıfat isim olarak kabul edilirse, “Bereketli, münbit yer” anlamına gelir ki, [95] Nuh'un
“Ya Rabbi beni bereketli bir yere indir” [96] duasıyla örtüşür, duanın kabulüne işaret eder.
Yine Kur'an ayetlerinden tufanın mahalli ve Nuh kavmiyle sınırlı olduğu berrak bir şekilde anlaşılır ki, konuyla ilgili son zamanlarda yapılan yayınlardan, ilgili ayetlerin farkedildiği müşahede edilmektedir.
Yine Tevrat haberlerine göre ilk defa kendisine şeriat verilen peygamber Hz. Nuh'dur. Buna göre yakın akraba evliliği, leş ve kan yenmesi, kan dökülmesi yasak edilmiştir. Tüm bitki ve hayvanların yenmesi helal kılınmıştır. [97]

1. 4. 3- Hz. Hûd (a.s.)

Nuh kavminin yok olmasından sonra boşalan bölgeye “Ad” kavminin yerleştiğine Araf: 7/69 ayeti işaret ediyor. Yine Ad kavminin merkezi şehrinin de yüksek sütunlarla süslü irem olduğunu söylüyor. [98] Müfessirler Ad kavminin diğer lakabı olan “Ahkâf (kum tepeleri) kelimesinden hareketle, İrem'i kum tepeleri çokça bulunan çeşitli bölgelerde, özellikle Yemen'de aramışlardır. [99] Muhtemelen îbranilerin atası olarak bilinen Eber'le aynı kişi olabileceği on üzerinde durmuşlardır. [100] Günümüz Arkeoloji ise İrem'i eski Edon bölgesinde, Lût gölünün güney-batısmda bulmuştur. Kanaatimizce bu tespit Hûd: 11/89 daki Hz. Şuayb'm sözlerine de uygundur. Anılan kum tepelerini bölgede çok miktarda bulmak da mümkündür.
Hûd kavmi de Nuh kavmi gibi putlara tapıyordu. Politeistti. Allah'ın birliğiyle ilgili tebliğleri kabul etmiyordu. Toplumda adalet değil, zorbalık hakimdi. Putlarına işaret olarak yol kavşaklarına ve yüksekçe yerlere (Hermes sütunları veya Phallus denen) ağaç veya taş sütunları dikiyordu. Kur'an bunu Şuara suresi 128,129 da Hz. Hud'un “Siz her yol üzerine bir işaret yapıp boş şeylerlemi uğraşıyorsunuz? Sanki ebedi kılınmak umuduyla, bir takım anıtlar da mı ediniyorsunuz?” sözleriyle tenkit ettiğini haber verir. Bunun üzerine Allah Hz. Hud ve kendisine inanan çok az kimse dışındaki tüm Ad kavmini bir kış mevsiminde, bir hafta süren soğuk ve şiddetli fırtına ile cezalandırmıştı. [101] İrem'in bulunduğu Beerşebe bölgesinde yapılan arkeolojik araştırmalara göre bu boylu boslu, iri vücutlu insanlar yaklaşık m.ö. 2600 yıllarında gelmiş olmalılar. Kuzeyden geldikleri tahmin edilmektedir. [102] Kur'an'ın;
“Size yaratılışta onlardan ziyade boy bos (ve kuvvet) verdi.” [103] ayetini açıklamış ve belgelendirmiş oluyor. Arkeoloji yine bu insanların kısa bir süre sonra yaklaşık m.ö. 2200 sona erdiklerini ve arkalarından yeni göç dalgalarının bölgeye geldiğini söylüyor ki [104], dolayısıyla bu bilgiler Hud kavminin felâket çağına da işaret olabilir.

1. 4. 4- Hz. Salih (a.s.)

Kendilerine “Ashab-ı Hıcr” da [105] denen Samud kavmine [106] Salih (a.s.) peygamber olarak gönderilmişti. Tevrat'da bahsi geçen Nuh'un torunlarından Arpahsad oğlu “Saleh” ite aynı kişi olabilir. [107] Akad dilinde “İbadet eden, dua eden” anlamına gelir. Samud kavminin oturduğu bölge bazı ayetlerde;
“Bağlar ve pınarlar içinde, ekinlerin ve meyvesi yumuşak, hoş hurma ağaçlarının içinde, bir de dağlardan ustalıkla evler yontulmuş..” [108] hoş bir yer olarak tasvir edilirken, diğer taraftan bir devesinin içtiği suyu dahi tartışma konusu yapacak kadar kurak, su kıtlığı çekilen bir bölge olarak tasvir ediliyor. Anılan kuyu suyunun bir gün deveye, diğer gün komşuların hayvanlarına tahsis edilmesi, nöbetleşe su içmeleri, [109] bedevilerin devenin içtiği suyu çok bularak deveyi kesmeleri [110] Hz. Salih'in bölgenin kısmen çöl veya çöl ile iç içe bir bölgesinde yaşadığı hissini veriyor. Ayet küçük bir vaha ve çevresini hatırlatıyor. Kavmin yaşadığı alan geniş bir bölgeye yayılmış olmalı ki, bazı kısımlarının bağlık ve bahçelik olduğu da anlatılıyor.
Ancak bölgenin neresi olabileceği konusunda daha önce çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Hz. Salih'in Filistin'de Petra bölgesinde yaşamış olabileceği kanaatında olanlar olduğu gibi, güneyde Yemen bölgesinde yaşamış olabileceğini düşünenler vardır. Geleneksel rivayetlere dayanan genel kanaat Suudi Arabistan'ın kuzey-batısında Madain Salih kasabasında yaşamış olabileceği doğrultusundadır. Tayma şehrinin 110 km. güneybatısına düşer. Sakinleri bedevilerdir, su ihtiyaçlarını kuyulardan karşılarlar. [111] Her ne kadar bölge eski bir yerleşim yeri ve m.ö. 5. yy-darı kalma belgelere rastlanmışsa da henüz Samud kavmine işaret olabilecek bir belgeye rastlanmamış veya henüz arkeoloji 3. bin yıla kadar inememiştir.
Mevcut bilgilere göre, bölgede Ay, Güneş ve Venüs yıldızı üçlüsüne ve Arabistan'ın diğer bölgelerinde de tapılan putlara tapınılıyordu. [112] Mü'min: 40/30-31 ayetlerinde bölgede yaşamış milletlerden Nuh, Ad ve Samud kavimlerinin ardarda zikredilmeleri, Hz. Şuayb'm kavmini önceki bölge halklarının başlarına gelenlerle uyarması, [113] özellikle ayette Ad kavminden sonra onların bölgeye hükümdarlar yapıldığı haberi? [114] Ad kavmi topraklarına Salih kavminin mirasçı olduğu kanaatini güçlendirmektedir. Şuarâ: 26/147-149 da bölge tasvir edilirken “Bahçelerde, çeşme başlarında?, Ekinler ve yumuşak tomurcuklu güzel hurmalıklar arasında?, Dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz” ifadeleriyle anlatılması, toplumun ana yerleşim yerinin yeşillik ve verimli bir yer olduğu kanaatini de veriyor. Bu tasvirler Madain Salih bölgesi tasvirlerine pek benzemiyor. Burası yani Hicr Lût gölünün güney ve güneybatısındaki İrem merkezli bölgeleri olabilir. Nitekim Kur'an'da Salih kavmi için anlatılanlar, Ad'tan sonra onları hükümdarlar yapması, ovalarında köşkler, dağlarında evler yapmaları [115], verimli ve havadar topraklara, en azından Ad kavmi topraklarına veya yakınlarına sahip olmuş olabileceklerini gösteriyor. Ayrıca A'raf suresinde Nuh, Hud, Salih ve Lût peygamberlerin ve kavimlerin ardında zikdilmesi aynı bölgeye gönderilen peygamberler oldukfarı ihtimalini de kuvvetlendiriyor. [116]
Hz. Salih'le birlikte Kur'an'ın dişi devesine de yer vermesinin sebebi, kanaatımızca o zamanlara kadar vahşi hayat süren devenin ehlileştirilmesinde Hz. Salih'in öncülük rolü üstlenmesi olabilir. Çünkü günümüz arkeolojisine göre devenin ehlileştirilmesi m.ö. 12. yy.dan sonradır. [117] Kervanlarda kullanılması ise, m.ö. VIII. yy .dan sonradır. [118] Bu bilgiler Hz. Salih'e niçin karşı çıktıklarını ve bir kayaya sıkışmış olarak bulduğu dişi deve yavrusunu özenle koruma ve ehlileştirme gayretlerini yadırgamalarını anlamamıza yardımcı oluyor.
Hz. Salih'in kavmi, bölgenin diğer halkları gibi putlara tapıyorlardı. Politeist idi. Hz. Salih'in vahdaniyet çağrısını kabul etmediler. [119] Kendisine çok az kişi inandı. İnanmayanlar onu bir gece baskını ile öldürmek istedi ve ölümle tehdit etti. [120] Önce devesini kestiler. Bunun üzerine Allah'ın gazabına uğrayan bu kavim korkunç bir deprem, [121] gürültü [122] “Ve yıldırımlarla” [123] yok oldu.
Hz. Salih m.ö. 3. bin yılın ikinci yarısında Hz. Hud'tan sonra ve Hz. İbrahim'den önce Filistin bölgesinde yaşamış olmalıdır. Ancak kesin bir tarih ve yer göstermek eldeki bilgiler ışığında mümkün değildir.

1. 4. 5- Hz. İbrahim (a.s.)

Hz. İbrahim Harran üzerinden Filistin topraklarına doğru beraberinde hanımı, kardeşi oğlu Lût ve sürülerine bakan hizmetlilerle birlikte ilerler. Yol üzerinde konakladıkları her yerde mescitler yapar. Önce batı Filistin'e yerleşir, daha sonra Sina'da Mısır hakimiyetinde ki topraklara giderse de Mısır uç beylerinin davranışlarından hoşlanmaz geri döner. Tevrat'a göre Lut gölünün batısına yerleşir. Ancak kuzeni Lût'un çobanlarıyla kendi çobanlarının otlak yüzünden kavga etmeleri üzerine onun Sodom'a gitmesine izin verir. 86 yaşlarında iken karısının cariyesi Hacer'den oğlu İsmail, 100 yaşlarında da Sara'dan İshak doğar. Sara ve Hacer arasındaki anlaşmazlık üzerine oğlu İsmail ve Hacer'i Mekke'ye götürdüğü rivayet edilirse de, kanaatımca bu misyon gayesiyle, vahdaniyeti yaymaya yöneliktir. Bu sırada İshak henüz 4, İsmail 18 yaşlarındadır. Hz. İbrahim delikanlı oğlunu ve annesini alarak Mekke bölgesine gelir ve oğlu İsmail ile birlikte Kabe'yi inşa eder ve bu bölgenin emniyetli bir yer olması için Allah'a dua eder. [124] Kur'an'ın bu haberleri, Tevrat'ın verdiği bilgiler ışığında İsmail'in 18-20 yaşlarında ve babasına yardım edecek yaşta olduğunu onaylıyor. İsmail'in bebekliği ve Hacer'le ilgili anlatılan abartılı efsanevi olaylar, Filistin bölgesinde Hz. İbrahim'in yakın ç6vresınde henüz Mekke'ye göçmeden önce olmalıdır.
Sara'nın 127 yaşlarında Hebron yakınlarında ölümü üzerine (T kvin XXIII, l)Hz. İbrahim Keture isimli bir hanımla daha evlenir ve ondan altı çocuğu olur. [125] Büyüyüp olgunluk yaşlarına gelince, vahdaniyeti yaymaları için İsmail'de olduğu gibi, onları da çevre bölgelere gönderir. [126] Yanında sadece İshak kalır.
175 yaşlarında öldüğü zaman, karısı Sara'nın yanına, Makpela mağarasına gömülür. [127]

İbrahim Dini:

Kur'an'da “İbrahim Dini'den” söz edilir. İbrahim'in Yahudi veya Hıristiyan olmadığı vurgulanır. [128] Kur'an ve Tevrat ışığında Hz. İbrahime baktığımızda:
1- Allah'tan başka tanrı kabul etmez, Güneş, Ay, Yıldızlar vs. gibi varlıkların uluhiyetini, çocuk isnadını ve putlarla temsillerini reddeder. [129]
2- Kur'an'a göre ahirete ve haşre inanır. [130] Tevratta ahiret inancı ile ilgili açık bir ifadeye rastlanmaz, ancak Sara'nın ve kendisinin merasimle gömülmeleri ve ilahi adalet düşüncesi Ahiret inancının olduğunun işareti sayılabilir.
3- Peygamberliğe inandığı gibi, kendisinin de bir peygamber olduğu şuurunda idi. Kur'an ve Tevrat bu konuda hem fikirdir. [131]
4- Meleklerin varlığına ve bunlardan bazılarının Allah'ın mesajını peygamberine getirdiğinin şuurunda olduğuna Kur'an ve TeVrat şehadet eder. [132]
Hz. İbrahim'in ibadetleri hakkında Kur'an ve Tevrat işaretlerine bakacak olursak şunları tespit edebilirz:
1- O mabet yapmayı seven bir kişidir. Kur'an'da
“Kaabe'yi yaptığı ve insanları hacca davet ettiği” [133] Tevrat'ta kurban sunakları (mezbahlar) yaptığı [134] ve kurban sunduğu [135] anlatılır.
2- Namaz kılar [136] Tevrat bunu secde ettiği şeklinde [137] ifade eder.
3- Yoksulları doyurur, insanlara iyilik eder. [138] Tevrat ise bunu insanlara Allah'ın yolunu tutmalarını, adaletle ve barışla hareket etmelerini tavsiye ettiği şeklinde beyan eder. [139]
4- Allah'la yaptığı ahit gereği sünnet olmayı kendi ailesine ve İnananlara emreder. [140]
5- Şeriat olarak Nuh kanunlarına tâbidir. Zamanında yaşanan olaylardan Lûtîliğin, [141] kan yemenin, [142] katlin, [143] ana-baba bir kardeşlerin evlenmelerinin yasaklığı [144] anlaşılıyor. Henüz mirasla ilgili bir hüküm de yoktur. Çünkü kendi servetinin tamamını Sara'dan doğan oğlu İshak'a bırakırken, ikinci hanımı Ketura'dan ve kölelerinden doğan çocuklarına hediyeler vermekle yetiniyor. [145]

1. 4. 6- Hz. Lût (a.s.)

Hz. İbrahim'in kardeşi Haran'm oğludur. Onunla birlikte Filistin'e göç etmiştir. Bir müddet Hz. İbrahim'le birlikte yaşamış, ancak sürülerinin otlağı konusunda Hz. İbrahim'in çobanlarıyla kendi çobanlan arasında anlaşmazlıklarının ortaya çıkması üzerine ayrılarak Lüt Gölünün güney batısına Sodom'a yerleşir. [146] Hatta bir ara komşu şehir devletleriyle yapılan savaşta esir düşer ve Hz. İbrahim tarafından kurtarılır. [147]
Hz. Lût da çevresindeki politeist insanları Allah'ın birliğine inanmaya, haram fiillerden uzak durmaya davet eder. Ancak alay edilir ve ölümle tehdit edilir. [148] Bunun üzerine Allah'ın gazabına uğrayan şehre korkunç sesle, gökten kükürtlü ateş yağarak tüm şehir ve yaşayanlar ölürken, Lût ve iki kızından başka geride kimse kalmaz. [149] Kur'an Hz. Lût'un inanmayan karısının da felâkete uğrayanlar arasında olduğunu, yalnız kendsine inananların kurtulduğunu söyler. [150]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

ESKİ ARABİSTAN DİNLERİ Empty
MesajKonu: Geri: ESKİ ARABİSTAN DİNLERİ   ESKİ ARABİSTAN DİNLERİ Icon_minitimeÇarş. Ara. 02, 2009 6:18 pm

Hz. İshak (a.s.)

Kur'an'ın âlim ve sadıklardan olacağını müjdelediği ve bereketler verdiğini ifade ettiği [151] İshak (a.s.) Hz İbrahim'in Sara'dan doğan oğludur. Bu sırada Sara 90, İbrahim 100, İsmail henüz 14 yaşlarında idi. [152] Doğumunun 8. günü babası kendisini sünnet etmişti. Bu sırada İbrahim (a.s.) Hebron yakınlarında oturuyordu. Tevrat'a göre kurban edilmek istenen oğul da İshak'tır. [153] Sâffat suresi [154] de kurban edilmek istenen oğulun müjdelenen oğul olduğuna işaret eder. Bununla birlikte İslâm âlimlerinin çoğu kurban edilenin Hacer'den doğan ilk oğul İsmail (a.s.) olduğunu savunurlar. [155] İshak (a.s.) Suriye'de Fırat nehri kenarında yaşayan amcası Nahor'un torunu Rebekka ile evlenir. [156] Bu sırada 40 yaşında olan Hz. İshak'ın (a.s.) 60 yaşlarına geldiğinde İkiz çocukları olur ve önce doğana Esav, sonra doğana Yakub ismini koyar. [157]
İlerleyen zaman içinde ülkede kıtlık baş göstermesi üzerine bir süre babasının da yerleştiği Filistîler bölgesinde Gerar'a göçer. Orada hem ziraat, hem hayvancılıkla uğraşır, zenginleşir. Ancak çobanlarıyla bölge halkı arasında su meselesinden anlaşmazlık çıkınca, ayrıldığı Beerseba'ya geri döner. Orada bir mabet yapar, inancını çevresine tebliğe çalışır. Çevre beyleriyle anlaşmalar yaparak barış İçinde yaşamaya çalışır. Oğullarından Yakub'uh kardeşi Esav ile anlaşmazlığı sebebiyle Yakub dayısının yanma kaçar ve orada evlenir. Bir süre sonra Yakub çocuklarıyla Hebron'a baba ocağına geri döner. Oğulları ve torunlarıyla birlikte hayatını sürdüren Hz. İshak 180 yaşlarında vefat eder. Oğulları tarafından toprağa verilir. [158]

1. 4. 8- Hz. Yakub (a.s.)

Hz. İshak'ın ikiz oğlundan ikincisidir. m.ö. 2. bin yılın ortalarına yakın bronz çağında yaşamış olmalıdır. Tefekkürü ve hikmeti seven bir mizaca sahiptir. Tevrat onu kurnazlıkla vasıflandırır. Kurnazlığıyla kardeşi Esav'm ilk doğum hakkını satın almış ve babasına varis olarak kendini takdis ettirmiştir. [159] Kardeşi kırlarda dolaşıp avlanmaktan hoşlanırken, o dedesi İbrahim'in (a.s.) yanında evde kalmayı, onu dinlemeyi ve eğitimi tercih ediyordu. Hz.îbrahim'in vefatında henüz 15 yaşlarında idi. Kardeşiyle olan anlaşmazlıklarında da ona hediyeler vererek, güzel sözler söyleyerek gönlünü almasını, olayları lehine çevirmesini bilmişti. [160] Ailesinin tavsiyesi üzerine Harran'daki dayısı Laban'ın yanma giderek onun kızları Lea ve Rahel ile evlenmişti. Bir süre orada kaldıktan sonra hanımlarını ve çocuklarını alarak Hebron'a babası yanına geri dönmüştü. Yolculuğu esnasında dedesi gibi o da konak yerlerinde mescitler yapmış, ailesini ve çevresini politeizmden korumaya çalışmıştı. Beytlehem yakınlarına geldiklerinde karısı Rahel'i Bünyamin'in doğumunda kaybetmişti. [161]
Hz. Yakub'un lâkabı İsrail idi. 12 oğlu olmuş ve bunlar daha sonra İsrail Oğullarının 12 boyunun soy ataları olmuşlardır.
Nihayet Yakub babası İshak'ın yanına Hebron'a ulaşır ve birlikte yaşamaya başlarlar. Babası vefat ettiği zaman kardeşi ile birlikte yanında bulunuyordu ve babalarını birlikte Makpela mağarasında toprağa verdiler. Büyük kıtlık oluncaya kadar Hebron'da kaldı. Daha sonra oğlu Yusuf un daveti üzerine Mısır'a göçtü, ömrünün son 17 senesini Mısır'da geçirdi ve 147 yaşında öldü. [162] Vasiyeti üzerine mumyalanarak Filistin'e götürüldü ve atalarının yanına Makpela mağarasına gömüldü. [163]

1. 4.9- Hz. Eyyub (a.s.)

Efsanevî bir kişiliği olan Hz. Eyyub'un kimliği hakkında fazla bilgi yoktur. Eski Ahid'deki manzum “Eyyub Kitabı” ve hikmetli sözleriyle meşhur olmuştur. Sabır ve şükrün sembolüdür. Yaşadığı rivayet edilen Uz şehrinin Galile'nin kuzeydoğusuna düşen Basan bölgesinde olduğu kanaati hakimdir. İslâm âlimlerinin çoğu da bu görüşe katılırlar. Bu sebeple Hz. Eyyub'un Şam taraflarında yaşadığını kabul etmişlerdir. Samda onun adına bir türbesi dahi vardır. [164] m.ö. 14. yüzyıldan kalan ve Basan'da bulunan Akadca bir metinde A-ya-ab (Eyyub) isminde bir prensten bahsedilmesi onun Eyyub olabileceği ihtimaliyetini güçlendirmiştir. [165] Buna karşın günümüz Yahudi araştırıcılarının genel eğilimi Uz şehrinin Lût gölünün güneybatısındaki Edom bölgesinde Kirbet el-İts olduğu yönündedir.
İslam bilginleri onu peygamberler sırasında Hz. Yusuftan sonraya yerleştirirler. Kur'an'da ismi dört sûrede anılır ve sabrın, şükrün örnek şahsiyeti olduğu vurgulanır. [166] Ancak tarihi şahsiyeti hakkında bilgi verilmez. Yahudi kaynaklarına dayalı olarak onun Hz. İshak'ın soyundan, annesinin veya karısının Hz. Lut'un kızlarından olduğu ileri sürülmüştür. Fakat elimizde sağlam bir bilgi yoktur. Ancak Hz. İbrahim'in Sara'dan sonra evlendiği hanımlarından olan çocuklarının soylarından olması da muhtemeldir, Şeref isimli oğlunun Kur'an'da Zü'1-Kifl ismiyle anıldığı ve övüldüğü, Şam havalesinde tevhid inancını yaymaya çalıştığı rivayet edilir. [167] Tevratta Zü'1-Kifl ismi geçmez.

1. 4.10- Hz. Şuayip (a.s.)

Sina Yarımadasında, Akabe körfezi ile Humus vadisi arasında bulunan Medyen ve Kızıl Deniz ile Medyen arasında yaşayan Eyke halklarına peygamber olarak gönderilmişti. Tatlı dilli bir zattı. Allah'ın vahdaniyeti yanında alışverişte, ölçüde hile yapmamaları, eksik tartmamaları, âhiret gününden korkmaları hususunda kavmini uyarmıştı. [168] Kendine inananlara karşı yapılan zulümlere ve tehditlere, şirke zorlamalara karşı mücadele etti. Din ve inanç hürriyetini savundu. Nuh, Hud, Salih ve Lut kavimlerinin başına gelenleri anlatarak kavmini uyardı. [169] Uyanlara aldırmayan Medyen halkını şiddetli bir deprem [170] Eyke halkını da şiddetli bir sıcak ve ateş yağmuru yok etti. [171]
Hz. Şuayb'ın Medyen'de yaşaması dolayısıyle, İslam bilginleri Medyen'de yaşayan ve sâlih bir kişi olan Hz.Musa'nın kayın pederi rahip Yesrun [172] ile Şuayb'ı aynı kişi saymışlardır. Konunun açıklığa kavuşabilmesi için elimizde yeterli belge yoktur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
ESKİ ARABİSTAN DİNLERİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Güney Arabistan Dinleri
» Orta Arabistan Dinleri
» ESKİ MEZOPOTAMYA DİNLERİ
» ESKİ ANADOLU DİNLERİ
» Eski Cermen Dinleri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Reddiye Kitabı Ve İslama Davet ( Nasıl Müslüman Olurum )

 :: diğer din ve inanışlar ve Reddiyeleri :: Ve Diğerleri Ve Reddiyeleri
-
Buraya geçin: