iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 : Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
islam73
Medaratör

Medaratör
islam73


Mesaj Sayısı : 3832
Kayıt tarihi : 04/03/10
Nerden : Türklügün Bekcisi ve islamin Kölesi

: Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI Empty
MesajKonu: : Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI   : Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 4:16 pm

KİTABU’L MİM ve’l VAV ven’NUN


Bismillahirrahmanirrahim
Değiştirme ve Kuvvet Allah'tandır.
Bilinmezlikleri açan, sadrları/göğüsleri genişleten, çeşitli icaz yöntemleriyle kökleri
göğüslere doğru büken, vurud anında türlü marifetleri akıllara bağışlayan, onları göğüslere
yerleştiren, maruf ehline isimlerin hususiyetlerini ve harflerin özelliklerini has kılan. Harfleri
ümmetlerden bir ümmet kılan, onların içlerine zatlarının üzerini örttüğü hikmetleri
yerleştiren, ilgi ve önemlere bağlı olarak Kaf, Şin ve Gayn gibi bu harflerin terkip ya da
birey halinde bu hikmetleri yansıtmalarını sağlayan Allah'a hamdol-sun. Yukarıda
zikrettiğimiz bu harfler müfret olmalarına karşın bir cümleden anlaşılacak anlamları ifade
etmektedirler. Ruhani yükseliş mertebelerinin ve de zülmani çıkış mertebelerinin, bir de
rakamsal derece ve mertebelerinin tabiatının hakikati çerçevesinde beliren hikmetler
uyarınca bu harfler değişik örneklerle vaz edilmişlerdir. Bütün bunlar üstün iradeli ve her
şeyi bilen Allah'ın takdiriyle olmaktadır.
Bu harfler içinde varlık olarak en parlakları, belirginlikleri itibariyle en büyükleri "mim",
"vav" ve "nun" harfleridir. Bunların kökleri illet harfleri aracılığıyla (arada illet harfi olacak
şekilde) başlarına dönüktür. Ki "ol" gücüyle desteklenmişlerdir. Budan maksat da olması
kaçınılmaz olanın olmasıdır. İllet harflerinden biri "vav" harfinin ortasındaki "eliftir. Elif harfi
cömertliğin hazır oluşunu zorunlu olarak ifade eder ve bu cömertliğin, saklanmış olmasa
bile bilinen bir ölçü dahilinde indiğini vurgular. Biri de "nun" harfini telafuz ettiğin zaman
makabli mazmum olan "vav"dir. Bu "vav" gözlem yapabilen bir kavim için ruhani illetlere
delalet eder. Bir diğeri de "mim" harfini telafuz ettiğin zaman, makabli meksur olan "ya"
harfidir. Bu harf de düşünen bir kavim için cis-mani illetlere delalet eder.
Allah'ın salat ve selamı efendimiz Muhammed'in ve ehlibeytinin üzerine olsun,
kalemin tafsil ettiği ve "nun"un kapsadığı anlamlar sayısınca selam onlara.
İmdi... Burası şerefli bir menzildir. Varlığa ilişkin ilahi marifetleri "mim", "vav" ve "nun"
sahnelerine uygun olarak sana sunmaktadır. Bu harflerin başları aynı zamanda sonlarıdır.
Diğer bir ifadeyle baş ve son diye bir şey yoktur. Allah sizi muvaffak kılsın, biliniz ki, harfler
Allah'ın sırlarından bir sırrı temsil ediyorlar. Bunları bilmek, Allah katında bulunan gizli
ilimlerin en şereflisine sahib olmak demektir. Bu, Nebi ve Veliler gibi tertemiz kalblere
sahib kimselere has kılınmış saklı ilimdir. Hakim Tirmizi bu ilme "velilerin ilmi" adını verir.
Biz de bu bağlamda bazı konuları ele aldık. Bunlardan biri "Fethu'l-mekkî" adlı eserde yer
verdiğimiz detaylı bir babdır.
Bir diğeri "Fethu'lfasi" de yer verdiğimiz özet bir babdır. Buna "hece harflerinin
kapsadığı olağanüstü anlam ve işaretlerin kaynakları ve gayeleri" adını verdik.
Biri de kaleme aldığımız özet mahiyetinde bir kitaptır ki, burada Kur'an'daki bazı
surelerin başlarında yer alan ve anlamı bilinmeyen huruf-ı mukattaa (birbirinden kopuk
harfler)yı ele aldık. Bunların bir kısmı tekrarlarıyla birlikte yetmiş küsurdur, geride kalanı da
tekrarlanmamış on dört harftir. Ve toplam yirmi dokuz surenin başında yer alırlar. Biz de bu
ilahi yönteme göre Kur'an'ı tefsir etmeye çalıştık.
Bir kısmı da, burada gördüğünüz gibi kısa kitaplardır. Şunu bilin ki, harfleri bilmek
isimleri bilmekten önce gelir. Çünkü tekil mürekkepten önceliklidir. Mürekkebin sonucunu
bilmek için öncelikle bu mürekkebin terkibini oluşturan tekillerin sonuçlarını bilmek lazım
gelir.
Bizim ashap arasında bu meselede zahirle ilgili ihtilaflar vardır; gerçek bir ihtilaf
değildir bu. Sadece şunu söyleyebiliriz: Biri bir takım sahnelere tanık olurken bir başkası
bunları tanık olamamış ve başka sahnelere tanıklık etmede de ona ortak olmuştur. Yani
biri daha genel biri de daha özel bir alana tanıklık etmiştir.
Nefyi savunan muhalif, bu tutumunu sadece tanık olduğu sahneyle sınırlı tutsa, insaf
etmiş olur. Ancak onu bu tutumu sergilemeye iten etken, var etme olayında ilahi huzuru,
harflerin terkibinden ibaret âlemle irtibatlandırmasıdır. Ki bu terkip "ol" sözüdür. Çünkü "ol"
sözünde iki harf kullanılmıştır, bir harf değil. Doğrusunu Allah herkesten daha iyi bilir, ama
onları bu yanlış tutuma sürükleyen husus bu olsa gerektir.
Şunu bilmelidirler ki, tekil birin zatında bir özelliği vardır ve tekiller bir terkibin içinde
yer aldıkları zaman bu terkibe, o terkipte yer alan tekillerde bizzat ayniyle bulunmayan bir
özellik verirler ve bu aynı zamanda terkipte yer alan tekillerin de özelliği olur. Ne var ki,
bizim ashabımız bunun farkına varamadılar. Çünkü bu terkibin özelliği olmakla birlikte tekil
bir anlamdır.
Aynı şekilde bütün neticeler de ancak tekillikten olurlar. Mantıkçıların üç önermeden
oluşan ilk iki öncüllerini görmediniz mi? İlk iki öncülde yer alan önerme tekrarlandığı için
dört önerme olarak belirginleşirler, oysa üç önermeden ibarettirler. Eğer, ilk iki öncüle
bireylik anlamını kazandıran bu tekrarlanan bir olmasaydı, hiçbir sonuç kesinlikle sahih olmazdı.
Aynı şekilde aralarında ferdilik/teklik ifade eden cinsel birleşme hareketi olmasaydı
erkek ve dişiden de kesinlikle bir sonuç, bir ürün çıkmazdı.
Bu nedenle sayılar bilimiyle uğraşanlar, fertlerin ilki üç sayısıdır, demişlerdir. Çünkü
teklikle eşya zuhur etmiştir. Eşya, her bakımdan ve her yönden bir olan Allah'tan zuhur
etmiştir. Birleyenin zuhuru ile birlikte üç açıdan sadır olmuştur. Bu, bütün sonuçların,
üremelerin aslıdır. Bu üç açı, zatın olması, güç yetirenin olması ve yönelişin olmasıdır. Bu
üç yönle aynler zuhur etmiştir. Bu işaretler üzerinde düşün, inşallah sana yararlı olacaktır.
Şimdi biz konumuza dönelim.
Diyoruz ki: Hangi açıdan olursa olsun harflerin üç mertebesi vardır. Bunlar; Düşünsel
harfler. Lafzi harfler ve Yazılı harflerdir.
Yazılı harfler, konuluşları itibariyle iki mertebede olurlar. Birinci vaziyet, müfrettir: Elif,
ba, te, sı...harfleri gibi. İkinci vaziyet ikili harflerdir: Eba. Cad.(Eb ced) gibi. Müfret
vaziyetteki bazı harfler mürekkeptir: Lamelif gibi. Geride menzil sayısınca yirmi sekiz harf
kaldı. Bize göre elif bir harf değildir.
Cabir b. Hayyan'a göre elif bir harfin yarısıdır, diğer yarısı da hemze'dir. Dolayısıyla
elif ve hemze birlikte bir harf oluşturmaktadır. Bu kitabın dışında bir çok yerde bu konuyu
ayrıntılı olarak açıkladık.
Bu harflerin neredeyse sayılmayacak kadar çok yönleri vardır. Her yönünde bir işe
özgülüğü söz konusudur ve bu iş olmadıkça bu hususiyet belirgin-leşmez.
Sonra bu harfler, arap ıstılahında yazılı olarak ve de üzerinde durduğumuz bazı
kalemler açısından müfret olsalar da bazısı bazısından mürekkeptir. Bazı özellikleri
itibariyle "ya" harfi gibi. Çünkü "ya" harfi bir özelliği itibariyle "zal"dir. Bu da her noktanın iki
noktayla ifade edilmesinden anlaşılmaktadır. Aynı şekilde lam harfi elif ve nun'dan
mürekkeptir. Nun harfi de za ve ra harflerinden mürekkeptir. Bu yüzden lam harfinde elif ve
nun'un kuvveti vardır ve bu kuvvet onun özelliğine eklenmiştir. Yine nun harfinde de za ve
ra harflerinin kuvveti vardır.
Aynı durum harflerin mahreçleri açısından da geçerlidir. Çünkü nefes göğüsten ağza
doğru bir seyir izleyerek dışarı çıkar, bu hareketi esnasında mahreçlerde kesintiye uğrar ve
işitme duyusu açısından birbirinden tamamen ayrı olan zatlara mahiyetlere sahip harfler
belirginleşir. Dolayısıyla ilk olan göğüs harfidir. Sonuncusu da dudak harfidir. Göğüsten
çıkan harf, sadece kendisine özellik verir. Asıl olan odur. Onun dışında kalan ve sonuncusunu
vav harfinin oluşturduğu dudak harfleri ise onun karşısında yer alırlar. Bu
bakımdan vav'da bütün harflerin özellikleri ve kuvvetleri vardır. Çünkü nefes bütün
harflerin mahreçlerini aşmadıkça vav harfini ortaya çıkarmaz. Böylece vav harfinde
bütün harflerin kuvveti meydana gelir. Bizim sözünü etmediğimiz diğer harfleri de bu
şekilde ele alabilirsin.
Yazılı harflerin her biri, ilk, son ve orta olabilir. Mertebelerin çeşitlenmesiyle birlikte
özellikleri de çeşitlenir.
Bu, İmam Cafer es-Sadık'ın (r.a.) ve başkalarının izlediği yoldur. İmam Sadık,
hayvanların suretlerini ve şekilleri ele alır harfleri de onların üzerine koyardı. Biz,
hayvanların suretlerini kabul etmiyoruz, sadece şekilleri kabul ediyoruz. Allah doğrusunu
herkesten daha iyi bilir, ama bu hususta İmam Sadık adına yalan uydurulduğunu, imamın
hayvanları tasvir ettiği veya tasvir edilmesini emrettiği şeklinde bir iftira atıldığını
sanıyorum.
Ancak, imam'ın (r.a.) böyle bir şeye dikkat çekip talebelerinden birinin onun bilgisi
dışında hayvanları tasvir ettiği gibi bir durum söz konusu olabilir. Onun makamına ve
mertebesine yakışan da budur. Çünkü o, dilinden günah sadır olmaktan yücedir. Bana
gelince, bu yöntemin bazı güzellikleri olsa ÛA beni bunu savunmuyorum. O halde soyu ve
ilmi bakımından seçkin olan bu ulu seyyid böyle bir hatadan beri olmak bakımından çok
daha önceliklidir.
Öte yandan harflerin kendilerine özgü özellikleri olmakla birlikte, bazılarının özellikleri
diğer bazılarından çok daha fazladır. Örneğin kendilerinden sonraki harflere bitişen, ama
kendilerinden önceki harflerle bitişmeyen arap alfabesindeki harfler, dal, zal, ra, za, vav ve
elif gibi bitişebilen harflere benzemezler. Yine mim'in ve vav'ın başı gibi feleği andıran
harfler, nun gibi zuhur ettiği feleğe benzeyen bir harfe özellik bakımından benzemezler.
Dolayısıyla her harf sınıfı ve mertebesinin bazı üstünlükleri ve kendilerine özgü işlevleri
vardır. Bir harf başka bir harfe bir çok açıdan benzer. Bazen ya ve ba harflerinde olduğu
gibi suret olarak benzer, özellikle onları diğer harflerden ayırıcı alametleri olan noktaları
kaldırdığımız zaman. Bazen de zeminlerinin sayısı bakımından birbirlerine benzerler, ayngayn,
sin-şin gibi. Ya da elif-za ve lam ya da nun-sad ve dat gibi. Diğer harfler de bu
hakikat itibariyle burada örnek verdiğimiz harfler gibi birbirlerine benzerler. Bu harfler ele
alındığı zaman her biri işlevi itibariyle arkadaşına naiblik eder. Örneğin sin sine, ayn da
gayn'e na-iblik eder. Aynı durum bu harflerin her biri için geçerlidir. Buna dikkat
çekmemizin nedeni şudur: Bir harf kullanımda öyle bir anlam ve açıklama verir ki, zemin
olarak ona benzeyen harfin onun zıddı bir anlam ve açıklama verdiğini görürsün. Bu harfi
ona bedel yaptığın zaman işlevi itibariyle başarı elde edersin. Ha ve vav harfleri gibi.
Çünkü zeminleri ve felekleri sayı olarak birdir. Ayrıca bir şekil vav harfi suretinde olabilir,
aslında "barid" (soğuk) kelimesidir. Soğuk ise eşyada yavaşlığa yol açan bir durumdur.
Sen ise hızı seversin. Bu durumda onun yerine "ha"yı alırsın. Ha ise sıcak bir harftir. Ya da
"ti", "mim", "fa" veya "zal" harfini alırsın.
Harflerin sırlarının mertebelerinden biri, bazı dillerde harflerin sonlarının başları gibi
olmasıdır. Bizim dilimiz olan arapça da Mim, Vav ve Nun harflerini buna örnek verebiliriz.
Bu kavmin mertebelerinden biri değildir, harflerin mahreçlerinin mertebelerinden biridir.
Bu harflerin sırlarına dair bu açıklamamızda İb-ni Meserre el-Cili ve başkalarının
yöntemini esas aldık. Harflerin özellikleriyle ilgili değil. Çünkü şeylerin özellikleriyle
konuşulduğu zaman, çoğu kere bu sözlerin sahibi suçlanır veya yalanlanır.
Bu tür sözler sarf eden bir kimsenin dini itibariyle suçlanmasına gelince; bu kimse
keşif ve vah-det-i vücut ehli ise büyücülerin ve zındıkların kategorisine konur ve bazen
tekfir edilir. Oysa bu kimse harflerin sırları ile ilgili olarak konuşmaktadır ve bu sırları
harflerin mevcudiyetlerine Allah koymuştur ve bu varlıklarını bu sırların emanetçileri
kılmıştır. İnsanlar ise onu, harflerle yaptığı fiilleri nispet ederek ele alırlar ve bu yüzden de
onu tekfir ederler. Hiç kuşkusuz Allah katında günahkardırlar. Çünkü detaylı gözlem
yapmak suretiyle bizim hakkımızı eda etmemişlerdir. Onlara düşen iyi bir gözlemdi oysa.
Konuyu da iyice irdelemedikleri ortadadır. İşte tekfir etmeleri bundan kaynaklanıyor.
Yalanlamalarına gelince; hiç kuşkusuz bu gibi şeyleri deneyenlerin terkiplerin
suretlerini, vakitlerini ve kalemlerini ve daha başka hususları bilmeleri gerekir. Bunlardan
en ufak bir husus ne zaman eksik olursa, işi yapan kimsenin belli bir amaca yönelik olarak
sergilediği amel iptal olur. Ama o, terkipte bir hata ettiğini veya iyi bir terkip yapmadığını
söyler. Aslında kendini temize çıkarıyor ve demek istiyor ki: Falan kişi yalan söylüyor,
çünkü onun dediğini denedim, ama bir etkisini görmedim... şu halde ameli ilimler
hususunda sessiz kalmak bizim tarikatımıza mensub kimseler için çok daha iyidir. Hatta bu
ilimleri havas ve avara herkesin anlayabileceği şekilde ulu orta açıklamak haramdır. Çünkü
bozguncular bunları öğrendiklerinde bozguncu amaçları için kullanmaktan geri
durmayacaklardır. Şayet biz bunları kitaplarımızda ele alıyorsak, amacımız ashabımıza
bazı işaretler vermektir. Çünkü bu işaretleri onlardan başka kimsenin anlamayacağından
eminiz. Onlardan olmayan birinin bu ilimlerin künhüne ulaşması mümkün değildir. Benim
için dinim sahih olduktan sonra onların beni yalanlamalarına aldırmam. Allah'a hamdolsun.
Vav çok şerefli bir harftir. Birçok yönü ve gayet üstün kaynakları vardır. Tam sayıların
ilkidir. Çünkü altı sayısı değerindedir. Cüzleri de kendisi gibidir, cüzleri derken yarısını,
yani üçü, üçte ikisini, yani ikiyi, altıda birini yani biri kast ediyoruz. Altıda biri, üçte birle ve
yarıyla topladığın zaman tam sayıyı elde edersin. Harf ehline göre vav harfi, pisagorcular
ve onların düşüncesini benimseyen sayı ehline göre altı sayısının verdiği anlam ve işlevi
verir. Vav harfi iki harften, yani ba ve cim harflerinden doğmuştur. Geri kalan ikili veya
müfret yazılı harflerin varlıkları da öyle.
Cim, ferdani makamların ilkidir. Ba'yı cim'le çarptığın zaman vav çıkar, dolayısıyla
vav, bu miktarda anne ve babasının kuvvetine ve mizacına da sahiptir. Vav harfi altı
sayısının işlevini gördüğü gibi iki ve üçün de kuvvetine sahiptir. Özellikle kendi hususiyetini
de korur. Bu yüzden hüviyette (o'luk-ta/kimlikte) bulunur. Hüviyet ise gaybm korunmasıdır
ve ebediyen ortaya çıkmaz. Bu nedenle vav harfi bu açıdan bütün harflerden daha
güçlüdür. Ha harfi hariç. Çünkü ha harfi hem kendini hem de başkasını korur. Vav ise
sadece kendini korur. Ha ve vav harfleri huve (o)nin aynısıdır ve buna hüviyet denir. Ha
harfinin koruduğu başkası ise kevn'nin kafidir. Kevn ise "kun=ol"un gölgesidir. Çünkü
"kun=ol" zattır ve kevn=varlık da O'nun gölgesidir. Çünkü ilahi zatın nuru "ol"un zatıyla
çarpıldığı zaman gölgesi uzar ve bu da kevnin aynıdır. Dolayısıyla Hak taala ile kevn
arasında "kun=ol" perdesi vardır. "Kun" ifadesinde kaf harfi nun harfiyle irtibatlandırılmış,
çünkü nun harfinin sayısal değeri ellidir ve ellinin onda biri ha'dır. Elli namazın derecesini
koruyan beş vakit namaz gibi. Nitekim Buhari'de şöyle deniyor: "Namazlar beştir ve elli
namaz değerindedir. Benim katımda söz değiştirilmez." Bu açıdan beş ellinin aynısıdır.
Kaf harfinin ha harfi korur, ama "kun=ol" sözünde ha harfi yok olmuş, onun yerine
nun harfine dayanmıştır. Böylece nun ha olmuştur. Yani ha'nın varlığı nun ile korunurken
"kun" daki bu koruma sayesinde kevn de adem(yokluk)den korunmuştur. Çünkü "kun" bir
şeyi, varlıktan yokluğa çıkarmaz, böyle bir şey onun zatıyla çelişir. Zatının hakikatinden
dolayı var eder, hiçbir zaman yok etmez. Dolayısıyla varlıklar yok edildikleri zaman, bu,
bizim bildiğimiz bu yöntemle olmayacaktır. Ki biz bu hususu yeri geldikçe açıkladık.
Sonra "vav" harfi "ha" ile gerçekleştiği için, "ha"nm şekillerinden bir türünün suretinde
vücut bulur, "ha" harfine bitişmesi veya bitişmemesi fark etmez. Eğer "ha" harfine
bitişmemişse şekli "..."olur. Bu, dönüştürülmüş "vav"dır. Ya da şu şekilde olur: "...." Ve
şöyle olur: "...." Bu şekil "vav" harfinin başıdır. Ne şekilde olursa olsun "vav" suretinden
kurtulamaz. Nasıl kurtulsun ki, aradaki münasebet doğal olarak beş şekli ihtiva eder ve bu
beş şekilden başkası da sahih olmaz.
Eğer bitişik olursa "ha" iki şekilde belirir ve "vav" da her iki şekilde mevcut olur. Şekil
de şöyle olur: "..." "vav"ı bu şekilde görebilirsin. Bu şekilde olduğu zaman "vav"ı içinde
dönüşmüş görürsün, öncekinde ise doğrudur.
Bunların tümü ruhani boyutun yukarı tarafla olan münasebetinin gücünün kanıtıdır ve
bizim yanımızda da "vav" bunun delilidir. İmam Ebu'l Kasım el-Kıssi "Hal'u'n-Na'leyn" adlı
eserinde buna işaret etmiştir. Dolayısıyla "vav"m sırlarına vakıf olan birine yüce
ruhaniyetler üzere inerler ve bu inişler büyük bir onurdur. Bu bizim için içimizdeki suretin
de delilidir. Ki bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allah, Ademi kendi sureti üzere yarattı."
İkisinin arasında teklik hicabı vardır ve bu tekliği "elif" temsil etmektedir. Böylece
kevnin (oluş) ayni mükevvin (olduran, yaratan)'in suretinde zuhur etti. Olan ile olduran
arasındaki perde de erişilmez izzet ve büyük ahadiyettir. Böylece zatlar birbirinden ayrışmıştır.
Eğer kevne (evrene) suret açısından bakarsan "yokluktur" dersin. Çünkü suret
"O"dur. Ama zatı açısından bakarsan "varlıktır" dersin. İki "vav" arasındaki fasılayı, yani
"elif" bilmediğin sürece bunu bilemezsin. "Elif" sana, bunun bu olmadığını öğretir, "vav"
suretinin telafuzü "vav" şeklindedir. Bu suretin ilk "vav"ı hüviyet (o'luk) vav'ıdır ve "ha" onun
içine dercedilmiştir, beşin altının içinde olması gibi. Altı zuhur ettiği için beşin telafuz
edilmesine ihtiyaç kalmamıştır. Diğer "vav" varlık vav'ıdır. Böylece "vav" hem varlıkta hem
var edicide zuhur etmiştir, var edici vav'a hüviyet vav'ı da diyebilirsin. Sonra hüviyet ile
kevn arasındaki vasıtada da onu görüyoruz. O da gaybi olarak "kun" da yer alır. Buradaki
vav harfi emir sigasından dolayı kaybolmuştur. Çünkü vav emir sırasında zuhur etseydi,
kevn zuhur edemezdi. Çünkü "O"yu gözlemleme gücüne sahip değildir. Bu takdirde
"O"nun hakikati zail olurdu. Bunun nedeni de "O"nun bizzat gözlemlemekle çeliş-mesidir.
"O" mutlak gaybdir.
"Vav" illet harfi olarak kaldığı sürece hareke almadığı için hep sakin/hareketsiz olur.
Emir sigası gereği "nun" da sakin olur. İki sakin/nareketsiz harfin bir araya gelmesinden
dolayı "vav" kaybolur. Çünkü iki sakin harfin bir arada olması sahih değildir. Dolayısıyla
kevnin zuhurundan dolayı sükun makamında gaip olur. "nun" da kendisinden gaip olduğu
için aralarında bir vasıta olmaması nedeniyle kendisi de gaibde olur.
Mukevvin (olduran) kelimesinin başındaki "mim" harfi, kelimenin asıl harflerinden
olmayıp zaittir, dolayısıyla kalıcılığı olmayan bir arazdır, "kun" kelimesinde "vav"m
kaybolması da, sakin oluştan dolayı ortaya çıkan arızi bir durumdur. Nitekim çoğul sigasına
geçildiğinde sakinlik/hareketsizlik ortadan kalkar, o zaman "kunu"denir ve bir suret,
arazın ortadan kalkmasıyla üç yerde zuhur eder. Böylece mukevven'in aynı "kun"un aynı,
kevn'in aynıdır, kevn, kevene, kuvvine veya dilersen mukevven de diyebilirsin.
Mukevvin'de olduğu gibi burada da (mukevven) "mim" harfi zaittir. Marifetullahm inceliklerine
yönelik bu işaretleri, ilahi sırlar açısından iyice tahkik et. Ki her açıdan bu sırlara
delalet etmektedirler. Şu sirayetin olağanüstülüğüne bakın. Bu bab çerçevesinde ele
alınması gereken daha bir çok boyutunun olduğunu da bu arada belirtelim.
"Nun" harfine gelince, "vav" harfi, ikisinin/iki nun'un (nun-vav-nun) arasında bir perde
işlevini görür. "Nun" harfi yazıldığı zaman, sadece yarım daire gibi zuhur eder, tıpkı
geminin görünen kısmı gibi. Ya da yaratılışın görünen kısmı gibi. Çünkü âlemin yaratılışı
küreseldir. Kürenin yarısı maddidir, görünürdür, diğer yarısı ise gaibdir. Yine geminin de
küresel biçiminin yarısı her zaman açıktır, diğer yarısı ise daima hislerden gaibdir. Bu gaib
yarıyı idrak etmeyisimizin illeti, yeryüzünde olmamızdır. Çünkü yer bu gaib kısım üzerine
serilmiş bir perdedir, bu yüzden idrak edemiyoruz. Aynı şekilde tabiat âlemi ve karanlıkları
olarak zuhur eden yaratılış da öyle, yaratılış küresinin diğer yarısını oluşturan ruhlar
âlemini idrak etmemiz perdelenmiştir, bu âlemin ancak eserlerini görebiliriz.
Dolayısıyla "kun" kelimesinde zahir olan "nun"dan maddi varlıklar zuhur etmiştir,
diğer yarısı ise gaibdir ve bu zahir yarıya göre takdir edilmiştir, bundan da ruhani varlıklar
ortaya çıkmışlardır.
Şu halde cismani bir, fehvaniden zuhur ederken, ruhani ise fehvaninin anlamından
zuhur etmiştir. "Vav" zatın ruhaniyetidir; bağışları bir yarısından alır, diğer cismani yarısına
ilka eder. Bu ruhaniye-tinden dolayı "vav" ruhani "nun'la bitişmiştir, cismani "nun"la değil.
Dolayısıyla "vav"m bağışları ruhani nun'dan alması birleşme ve sarmaş dolaş olma, aşk
mahiyetinde bir almadır. Cismani nun'a ilka etmesi ise tebliğ, ulaştırma, duyurma
mahiyetinde bir ilkadır. Bu yüzden bizim nazarımızda pek az karışıklık arzeder. Birleşme
şekli şöyledir: "..." işte bu Cebraili makamdır; burada bağışları ayrıntısız, tafsilatsız mücmel
olarak alır, bunları "vav" tafsil eder. "Vav" ise ilka esnasında yazı âleminin kalemidir. Bu
diğer nun onun için bir tür levh işlevini görür. Çünkü işler, olgular bunun yanında bil kuva,
ilim ve nun olması hasebiyle tafsil edilir. Bu bakımdan bu levh, kendisini gören biri
açısından icmali bir surettir, ona bakan biri ötesinde ne olduğunu, ne taşıdığını bilemez, ta
ki tercüman, yani, diğer bir ifadeyle kalemlerin kalemi gönderilinceye kadar. Bu tercüman,
muhatabın işitme levhine, kendi nun'unda mücmel olan şeyleri satır satır yazıya döker.
Böylece dinleyici kendisinin yanında olan bazı şeyleri, yazıldığı kadarıyla öğrenir. Eğer
dinleyenler himmetlerin ilka edileceği makama yükselirlerse, o makamda himmetler
kalemler ve ruhani vav'lar olur. Böylece işitme duyularına ruhani açıdan ilka gerçekleşir. O
zaman sen bütün mücmel bilgileri ayrıntılı, tafsilatlı olarak bilirsin. Üstelik arada zahiri bir
vasıta olmadan: "Nezele bihi'r Ruhuleminu ala kalbike / Onu ru-hu'lemin senin kalbine
indirmiştir." (Şuara, 193) Bu cümlenin orijinalinin rakamsal değeri, maddi oluşu hasebiyle
elli, manevi oluşu hasebiyle de ellidir.
"Vav" rakamsal olarak altı değerindedir ve bu da altı yöne tekabül eder. "Vav" aynı
zamanda cisma-ni "nun"a, ölçüye ve şekle de sahibdir. Böylece "nun" rakamsal olarakcismani
ve ruhani açılardan toplam- yüz değerindedir. Yüz ilahi ismin ismi olarak, şayet
saadet ehli (said) ise, yüz cennet ve nimet derecesinin ismidir. Şayet kişi bedbaht ehli
(şaki) ise, yüz ilahi hicap olarak yüz cehennem ve azap derekesini gösterir, "nun" ile ilgili
bu kadar açıklama yeter. Çünkü konuyu etraflıca anlatmak, iyice açmayı gerektirir, bunu
açmak ise benim gücümü aşar. Çünkü nun büyük bir sırdır ve cömertlik ve rahmet kapısıdır.
"Mim"e gelince, o Adem'e (a.s.) ve Hz. Muham-med'e (s.a.v.) işaret eder. İkisinin
arasındaki "ya"-mim-ya-mim-ise, ikisinin birbirine vasıl olmasının sebebidir. Çünkü "ya" illet
(sebeb) harfidir. Buna göre Hz. Muhammed (s.a.v.) "ya" aracılığıyla Adem üzerinde ruhani
olarak amel etmiştir. Bu amel neticesinde Adem'in ruhaniyeti ve külli nefisten en son
varlığa kadar evrende tedbir edilen her şeyin ruhaniyeti doğmuştur. Bu insani ruhtur da.
"Adem henüz su ve balçık arası bir varlık iken ben Nebiydim" Ademde Hz. Muhammed
(s.a.v.) üzerinde "ya" vasıtasıyla cismani olarak amel etmiştir. Bu amelden âlemdeki bütün
insanların ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) cisma-niyeti doğmuştur. Bu bakımdan Adem,
cismiyette Hz. Muhammed'in, bizim ve İsa'nın babasıdır. Hz. Muhammed (s.a.v.) ise
ruhaniyette Adem'in, bizim babamız ve İsa'nın dedesidir. Çünkü İsa'nın babası, be-denlik
makamında ve temsil âleminde ruhu'l Kudüs-tür. Ruhu'l Kudüs ise ruh olması hasebiyle
Hz. Muhammed'in (s.a.v.) oğludur. Dolayısıyla bu akıl almaz sistem çerçevesinde Hz.
Muhammed (s.a.v.) İsa'nın dedesidir. Eğer İsa'nın (a.s.) bedenselliğine teveccüh etseydi, o
zaman her nütfenin istiva etmesi gibi istiva etmiş, bürümüş olmayacaktı. Bu teveccühle de
ona ruhaniyet verip, bizim olduğumuz gibi onun da babası olacaktı.
Kaynaşma, kutsal suretle ve de şerefli mahalde gerçekleştiği için, onu dede olarak
nitelendirdik. Ki bedensel yaratılışına dikkat çekmiş olalım. Ve İsa'nın, bizim gibi her
açıdan Adem'den gelmediğini vurgulamış olalım. Gerçi Meryem aracılığıyla Adem'in İsa'da
bir payı vardır. Ayrıca ruhaniyetin de, temessül etmiş bedenselliğinde payı vardır. Yani İsa
(a.s.) bedenselliğin ve ruhaniyetin ortak ürünüdür. Ancak ruhaniliği daha ağır basmıştır. Bu
yüzden ölüleri diriltiyor, anadan doğma dilsiz kimseleri iyileşti-rebiliyordu. Çünkü ruhani
unsur onda, cismani unsurdan daha fazlaydı. Ayrıca doğası itibariyle masumdu, başkaları
gibi dışarıdan bir etkene ihtiyacı yoktu.
Sonra "Bismillahirrahmanirrahim"deki "mim"in içindeki varlık da bizim bu
anlattıklarımıza delalet etmektedir. Çünkü "bismi" ifadesindeki "mim" Âdem'e işaret ediyor.
Âdem isimlerin sahibidir (ona isimler öğretildi). Âdem'in ismindeki med=uzatma, cisimler
âleminin ondan uzanmasına, devam etmesine işaret etmektedir: "Halekakum min nefsin
vahide-tin I Sizi bir tek nefisten yarattık." (Nisa,l) Nitekim Havva, Adem'den yaratılmıştır.
Eğer başka bir şeyden yaratılmış olsaydı, insanların cismani olarak bir tek nefisten
yaratılmış olmaları gerçekleşmiş olmayacaktı.
Rahim ifadesindeki "mim" Hz. Muhammed'e (s.a.v.) işaret eder. Çünkü Rahmet
sahibi O'dur. "Bi'l mu'minine raujun rahimun / Müminlere karşı şefkatli ve merhametlidir."
(Tevbe, 128) Bu, iman rahmetidir. "Ve ma ersalnake illa rahmeten li'l âlemin / Biz seni
ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (Enbiyâ, 107) Bu da var etme rahmetidir.
Dolayısıyla onda mevcut olan med=uzatma, ruhlar âleminin ondan istimdad etmesi, uzan ıp
ortaya çıkması demektir. Bu yüzden cisimler âleminde kıyam etmesi en sonunda olmuştur
ve Adem'in cisimler âleminde kıyam etmesi daha önce gerçekleşmiştir. Bu yüzden, "bismülahirrahmanirrahim",
biri cismani açıdan, biri de ruhani açıdan söylenmiştir. Nitekim
yarın kendisi için yer yarılıp ortaya çıkarılacak ilk kişi Hz. Muhammed'dir. Böylece cismani
yerden onun ruha-niyeti ortaya çıkacaktır. Üzerine hilat giydirilerek ya-kmlaştırılacaktır.
Bu "mim"in, sadece bu makamla ilgili olmamak üzere daha bir çok sırrı vardır. "Nun"
harfinde olduğu gibi bunları açıklama gereğini duymadık. İki mim'e bitişik-mim-ya-mim-
"ya" harfine gelince, bunlara bitişmesinin nedeni, illet harfi olmasıdır: "İnnema ene beşerun
mislukum / Ben ancak sizin gibi bir beşerim." (Kehf, 110) Böylece bu açıdan bizimle onun
arasında bir bağ kurulmuştur. Bu nedenle "ya" harfi her iki "mim"le de bitişmiştir. Ama ruh
açısından böyle değildir.
Nitekim bu yüzden yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Be'ase fi'l ummiyyine rasulen
minhum / Ümmi-lere içlerinden, bir Rasul gönderen Odur." (Cuma, 2) "Lekad caekum
rasulun min enfusikum /Andolsun size kendinizden bir Rasul gelmiştir." (Tevbe, 128)
"Ennebiyyu evla bi'l mu'minine min enfusihim / Nebî, müminlere kendi nefislerinden daha
yakındır." (Ahzab,6) Bu ayetlerin tümü, bizimle Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)
arasındaki bağa işaret etmektedir. Bu nedenle "mim" harfinin yazılışında "ya" iki "mim"i
birbirine bağlamıştır ve bu yüzden "nun" harfinin yazılışında "vav" ilk "nun"la bitişirken
sondaki "nun"la bitişmemiştir. Bunun nedenine yukarıda işaret ettik. Yine bu nedenle "vav"
harfinin yazılışında "elif" her iki "vav"la da bitişmemiştir. Bu hükmü iyice tahkik et. Bu
konuyu açıklarken güttüğümüz amaç gerçekleşti.
Âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun. Sa-lât ve selam efendimiz Hz.
Muhammed'in, ehlibeytinin ve ashabının üzerine olsun.
O'nun yardımıyla son buldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
KurtuluşZor_786
Aktif Üye
Aktif Üye
KurtuluşZor_786


Mesaj Sayısı : 470
Kayıt tarihi : 28/04/10
Yaş : 52
Nerden : Gaziantep

: Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI Empty
MesajKonu: Geri: : Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI   : Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 5:17 pm

Kardeşim eline, emeğine sağlık... Bu ilahi esrarın, lahutinin anahtarı niteliğindeki bilgileri burada paylaşıma sunma zahmetinin ve gayretinin ücretini, mükafatını Ganiy olan Rabbim versin... Biz acizlerede bu hikmetleri anlama ve hayır amellerde kullanma izanı, idrakı ve şuuru versin.. Amin
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
islam73
Medaratör

Medaratör
islam73


Mesaj Sayısı : 3832
Kayıt tarihi : 04/03/10
Nerden : Türklügün Bekcisi ve islamin Kölesi

: Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI Empty
MesajKonu: Geri: : Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI   : Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 6:40 pm

Amin abim .Y ÜCE MEVLA bu mübarek günde bütün dilek ve arzularini kabul etsin .
aro abim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
islam73
Medaratör

Medaratör
islam73


Mesaj Sayısı : 3832
Kayıt tarihi : 04/03/10
Nerden : Türklügün Bekcisi ve islamin Kölesi

: Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI Empty
MesajKonu: Geri: : Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI   : Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI Icon_minitimeC.tesi Eyl. 11, 2010 11:15 pm

güncel
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
: Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI
» Muhyiddin ibn Arabi nin YAKINLIK KİTABI
» Muhyiddin ibn Arabi nin EZEL KİTABI
» Muhyiddin ibn Arabi nin CELÂLET “KELİMETULLAH” KİTABI
» Muhyiddin ibn Arabi nin İŞ, DURUM GÜNLERİ KİTABI

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

İslamiyet ( Her Müslüman 'a Lazım Din 'i Bilgiler )

 :: Tarihi ve Dini Kişilerin Biyografileri
-
Buraya geçin: