iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 NIKAH BÖLÜMÜ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:25 am


9- NİKÂH KİTABI






Müellif, namaz, oruç ve zekât bölümleri ve bunlara bağlı bölüm­lerden sonra nikâh bölümüne geçmiştir. Çünkü, nikâhta da ibâdet an lamı vardır. Evlenmek, kişinin kendisini tamamen ibâdete vermek için evlenmemekten üstün ve daha faziletlidir. 1846 nolu hadîs buna delil olduğu gibi Buhâri ile Müslim'in Enes (Radı yallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet ettikleri bir hadîste Peydam ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

Bana gelince, Allah'a yemin ederim ki şüphesiz ben hepiniz­den ziyâde Allah'tan korkar ve hepinizden fazla takva sahibiyim. Lâkin, geceleyin hem namaz kılarım hem uyurum, kâh nafile oruç tutarım, kâh tutmam ve kadınlarla evlenirim. Kim benim yolumdan yüz çevirirse, artık o benden değildir.» buyurmuştur.

Nikâh: Bu kelime Arap dilinde, birleştirmek, evlenme akdi ve cinsi münâsebet gibi değişik mânâlarda kullanılır. Din dilinde ise, sahîh kavle göre evlenme akdi demektir. Çünkü Kitab ve Sünnet'de nikâh kelimesi evlenme akdi mânâsında çok kullanılmıştır. E 1 - H â -fız İbn-i Haceril'As kalanı' nin beyânına göre; Hanefî" lerin ve bir kavillerinde Ş â f i i 1 e r' in görüşlerine göre bu kelimenin hakiki mânâsı cinsel ilişkidir, evlenmek akdinde ki kullanılışı mecazidir. Başka görüşler de vardır.

Nikâhın meşruluğu Kitap, Sünnet ve İcmâ' ile sabittir. Nisa sûresinin üçüncü, Nur sûresinin 32'nci âyetleri keza t b n-i M e sû d (Radıyalâhü anh)'ın 1845 ve  i ş e (Rndıyallâhiıanhâl'nın 1846 nokı hadîsleri bu cümledendir. Bu konudaki âyetler ve hadîsler çoktur. Müslümanlar evlenmenin meşruluğuna icmâ et­mişlerdir. Bunun meşruluğunun hikmetini, birinci bâbtakj hadislerin izahını yaparken anlatmaya çalışacağım : [1]


1- Nikâhın Fazileti Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı





1845) Alkarna bin Kays (Radıyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir: Ben, Minâ'da Abdullah bin Mes'ud (Radıyallâhü anh)'m berabe­rinde idim. Osman (bin Affân) (Radıyallâhü anh) (bir ara) onunla özel görüştü. Ben de Abdullah'ın yakınında oturdum. Osman, Ona:

— Senin (gençlik döneminde) geçen (neşe ve kuvvetin)in bâzı­sını sana hatırlatacak genç bir kızla seni evlendirmeme arzun var mı? dedi. Abdullah, Osman'ın bu (soru) dan başka bir işi olmadığını gö­rünce, (yanlarına varmam için) bana eliyle işaret etti. Ben de vardım. (O sıra) Abdullah (O'na) şöyle diyordu:

Eğer cen (evlenmeyi teşvik edici) bunu söyler isen şüphesiz Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

«Ey gençler topluluğu, sizlerden kimin evlenme külfetine gücü yeterse evlensin! Çünkü evlenme, gözü (haramdan) son derece men edicidir. İffeti de o oranda koruyucudur. (Evlenme masrafına) gücü yetmeyen kinişe-de (nafile) oruç tutsun. Çünkü şüphesiz oruç, şeh­vet için kuvvetli bir kırıcıdır.-" [2]



İzahı





Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesaî ve Bey haki de bunu rivayet etmişlerdir.

Müellifin rivayetinin zahirine göre Osman (Radıyallâhü anh) İ b n-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'l M i n â' da ce­maattan tenha bir tarafa götürüp ona evlenme teklifinde bulunur­ken A 1 k a m e (Radıyallâhü anh) da onların yakınında oturmuş ve evlenme teklifine âit Osman (Radıyllâhü anh)'m sözünü duymuştur. Abdullah (Radıyallâhü anh) da Osman (Ra­dıyallâhü anh) "in bu işten başka bir diyeceğinin bulunmadığını an­layınca Alkarna (Radıyallâhü anh)"ı yanlarına çağırmıştır. Ebû Dâvûd'un rivayetinin zahirine göre ise Osman (Ra­dıyallâhü anh) Abdullah (Radıyallâhü anh)'ı tenha bir ta­rafa götürmek isterken, Abdullah (Radıyallâhü anh)' A 1-k a m e (Radıyallâhü anh)'ı da yanlarına çağırmış ve A 1 k a m e (Radiyallâhü anh) da onların yanına vardıktan sonra Osman (Radıyallâhü anh) evlendirme teklifinde bulunmuştur. Fakat B u -h â r i' nin rivayetinin zahiri, Müellifin rivayetinin zahirine ben­zer. Yâni Osman (Radıyallâhü anh) Abdullah (Radı­yallâhü anh)'a evlendirmeyi teklif ettikten sonra A b d u 1 1 a h (Radıyallâhü anh) A 1 k a m e (Radıyallâhü anh)yi yanlarına ça­ğırmıştır.

El-Menhel'in Tekmile sahibi şöyle der:

"Rivayetlerin arasını şöyle bulmak mümkündür; Osman (Radıyallâhü anh) Abdullah (Radıyallâhü anh) a yaptığı ev­lenme teklifini A 1 k a m e (Radıyallâhü anh)'m gelişinden son­ra muhtemelen tekrarlamıştır. Çünkü Abdullah (Radıyallâhü anh)'in bu konu hakkında A 1 k a m e (Radıylalâhü anh)'in bilgi sahibi olmasını istediğini O s ma n sezmiştir.

Abdullah (Radıyallâhü anh)'in Osman (Radıyallâhü anh)'a verdiği cevap, iki mânâya yorumlanabilir.

Birincisi; Osman (Radıyallâhü anhl'ı teyid etmektir. Yâ­ni senin yaptığın evlenme teklifi ve teşviki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de yapmıştır. Lâkin benim evlenmeye ihtiyacım

yoktur.

İkincisi; Osman (Radıyallâhü anh)'in teklifini reddetmek­tir. Yâni evlenme teklifi gençlere yapılmalıdır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hadisteki hitabı gençlere mahsustur. Ben genç değilim. Bu nevi teklifler genç yaştakilere yapılmalı­dır.

Hadistegeçen; kelimesi dört şekilde okunabilir. En meşhur ve fasih okunuş "el-Bâet"dir. İkincisi "el-Bât", üçüncüsü "el-Bâ" ve dördüncüsü "el-£âhat"dır. Bu kelimenin asıl mânâsı cinsel ilişkidir, Sonra nikâh akdi anlamında da kullanılmıştır.

Hadiste iki mânâya yorumlanabilir. Cinsel ilişki olsun, evlenme akdi olsun her iki mânânın neticesi şu olur: «Ey gençler, evlenme akdi veya meşru cima' için gereken masraflara gücü yeteniniz ev­lensin...» Şu halde hangi mAnA kastedilirse edilsin gaye, bunun için gerekli masraf ve külfettir.

Bâet kelimesini masraf ve külfet mânâsına yorumlamak zorun­luluğunun sebebi şudur; Eğer asıl mânâsı olan cima' kastedilmiş ol­saydı, buna yâni cima'ya gücü yetmeyenlerin şehvetlerini dindirme­leri için oruç tutmaları tavsiyesi anlamsız kalırdı. Çünkü cimâ'ya, gücü yetmeyenin şehveti yoktur ki, bunu oruçla dindirmesi tavsiye edilsin." [3]



Evlenmenin Meşrûtiyetindeki Hikmetler





1. Bu kitabın 8. bâbındaki Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'in hadîsi ile A h m e" d , Tabarânî, Hâkim ve baş­kalarının E n e s (Radıyallâhü anh)'den merfu olarak rivayet et­tikleri hadîsten anlaşıldığı gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem), ümmetinin çoğalmasını istemiş ve kıyamet günü diğer ümmet lere karşı ümmetinin çokluğu ile iftihar etmiştir.

2. Evlenmek insanı zina ve fuhuştan ve bunlara yol açan uygun­suz hareketlerden korur. Tercemesini verdiğimiz A 1 k a m e (Ra dıyallâhü anh)'ın hadisi bu hikmeti açıkça belirtmiştir.

3. İnsan neslinin en mükemmel ve tertemiz bir şekilde devamını sağlamak ve korumaktır.

4. İffetli kız ve kadınların şeref ve haysiyetini her türlü şaibe­den uzak tutmak, zulüm, cinayet ve benzerî bâzı müessif olaylara meydan vermemek.

5. Beraber yaşayan erkek ile kadının arasında sevgi, şefkat ve mutlu yaşama ortamının hazırlanmasında katkıda bulunmaktır.[4]


Evlenmenin Serî Hükmü





Cumhura göre evlenmenin asıl hükmü müstehablıktır. Çünkü 1846 nolu ve benzerî hadislerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) evlenmenin zat-i Nebevilerinin yolu olduğunu belirtmiştir. Ay rica farz ibâdetleri beyan buyururken evlenmeden bahsetmemiştir. Yâni evlenmeyi farzlardan saymamıştır. Ashabı Kiram büyük, kü çük her çeşit farzlara âit emirleri O'ndan nakletmişlerdir. Hiç biri si bunun farziyetine âit bir şey söylememiştir. Üstelik Ashâb ara sında bekâr kalanlar da vardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel lem) bunlara karşı çıkmamış ve itirazda bulunmamıştır.

Zahiriye mezhebinin mensubları Kitâb ve Sünnet'teki ev lenme emirlerinin zahirine bakarak vacip olduğuna hükmetmişler ise de yukarda özetlediğim gerekçe muvacehesinde bu görüş reddedil mistir.

Cumhür'a göre evlenmenin şer'î hükmü durum ve şartlara göre değişir. Söyle ki:

1. Evlenmediği takdirde zina ve fuhuş yapacağı ve bundan ko runamıyacağı muhakkak olan bu tehlikeden başka bir çâre ile ken dişini muhafaza edemiyeceğine inanan için evlenmek Farz'dır.

2. Evlenmediği takdirde zina - fuhuş yapmaktan korkun, nefsine hâkim olmadığı için bakması haram olan kadınlara bakmaktan ve yâ el ile istimna (şehvetini dindirme) etmekten kendisini koruya in a yan kimse için evlenmek Vâcib'dir.

Yukarda iki hüküm, evlenme masrafını sağlayabilen, mevcut ma­lı veya çalışmakla karısının nafakasını temin edebilen ve alacağı ka­dına zulüm etmek korkusu olmayana mahsustur. Bu şartlar olmadık ça evlenmek farz veya vacip olmaz.

3. Evlenme masrafına ve nafakaya muktedir olup zina ve ben­zeri harama düşme korkusu olmamakla beraber, normal olarak cin­sel ilişkiye gücü yeten, evleneceği kadına zulüm etmek endişesi ol mayan kimse için evlenmek, Sünnet-i Müekkede'dir.

4. Bir harama girmek endişesi olmamakla beraber, şehvet duy­gusu ile evlenmek isteyen ve evlenmenin Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve SellemJ'in bir sünnet ve yolu olduğunu hesaba katmadan ev­lenmek mubahtır. Mamafih, şehvet ihtiyacını gayri meşru yolla degil de meşru yolla giderme yolunu tutması, günah yolunu tıkaması­na vesîle olduğu için yine sevabsız değildir.

5. Evleneceği kadının haklarına riâyet etmemekle zulüm etmek­ten korkan için evlenmek tahrîmen mekruhtur

6. Karısının haklarına riâyet etmeyeceğine ve böylece ona zu­lüm edeceğine inanan kimse için evlenmek haramdır. Çünkü evlen­mek nefsi haramdan korumak ve sebep olacağı çocuklarından h* yır ve sevap kazanmak için meşru kılınmıştır. Zulüm etmekle ise ha­rama girmiş olacaktır. Bir zararı defetmek ve yararı celbetmeye tercih edilir.

Şehvet sahibi olmakla beraber, harama girmemek bakımından nefsinden emin olanlar ile şehveti olmayanların evlenmeleri veya ev­lenmemeleri hakkında bu kitabın 2. babında da biraz bilgi verme­yi düşünüyorum. [5]



Hadîsin Fıkıh Yönü





1. Kişi, evlenme ihtiyacı olduğunu hâlinden sezen din kardeşine evlenme teklifini yapması müstehabtır.

2. Bakire ve genç kızla evlenmek müstehabtır. Bu hususun iza­hını 7. bâbta vereceğim.

3. Şehvet duygusunu dindirmek yönünden evlenmeye muhtaç olmakla beraber, evlenme masrafını yapmaktan âciz olan kimsenin şehvetini dindirmesi için bol bol oruç tutması müstehabtır.

4. Şehvet yönünden evlenme ihtiyacım duyup masraf ve nafa­kaya muktedir olan için evlenmek müstehabtır. Bu hususta ayrıntılı bilgi yukarda verilmiştir.

Alkarna (R.A.)'ın Hâl Tercemesi

Alkarna bin Kays bin Abdillah Ebû Şibl en-Nahaî el-Kufi, Irak fikıhçısı ve imam olarak nam salmış büyük bir âlimdir. İbrahim Nahaî'nin dayısı ve el-Esved'in amucasıdır. Peygamber (S.A.V.) hayatta iken doğmuş, hattâ câfciliyyet devrine ait günlere bile yetişmiş ise de sohbet-i Nebeviyye şerefine mazhar olamamış, büyük tabiilerdendir Ashabı Kirâm'dan Ömer, Osman, îbn-i Mes'ud. Ali ve EbÜ'd-Derda (R.A.) gibi sahâbîlerden hadîs almıştır. Tecvid ve Fıkıh ilimlerini bilhassa İbn-İ Mes'ud (R.A.)'den alan seçkin zâtlardan ve îbn-i Mes'ud'un arkadaşlarının ileri gelenlerindendir. Abdurrahman bin Yezid'in dediğine göre İbn-i Mes'ud : Ben ne okuyorsam ve ne biliyorsam hepsini Alkarna da okur ve bilir, demiştir. Kabus : Ben babam Ebİ Zayban'a : Sen neden sahâbîlere gitmeyi bırakıp tabi! olan Alkama'ya gidiyordun? diye sordum. Babam dedi ki : Ben. Peygamber (S-A.V.)'in ashabından olup Alkama'ya başvurarak ondan fetva soranlara yetiş­tim, dtye bilgi vermiştir;

Alkarna, önder bir Pıkıhçı, güzel sesle Kur'an okuyucu, rivayetlerinde çok sağlam, takva ve hayır islerinde üstün bir zât İdi. Çok yönleri ve meziyetleri ile îbn-i Mes'ud (R.A.)'a benzerdi. Topal idi. Başlıca râvileri. îbrâhim bin Yezld en-Nahaî, îbrâhim bin Süveyd en-Nahal, Şâ"bî, Ebü'd-Duha, Müslim bin Subayh, Yahya bin Vessâb ve bir cemâattir. Kütüb-I Sİtte sahipleri Onun rivayetlerini al­mışlardır. Hicretin 82..yüı vefat etmiştir. (Hulâsa : 271 ve Tezkire C. 1, Sah. 48)



1846) Âîşe (Radtyallâhü anfıâ)'dan rivayet edildiğine göre Rcsûlullah (Sallattakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Evlenmek benim sünnetim (girdiğim yolum) dur. Kim benim bu yolum ile amel etmez (bundan yüz çevirir) ise, benden değildir. Ve evleniniz. Çünkü ben (kıyamet günü diğer) ümmetlere karşı çok­luğunuzla iftihar ediciyim. Kimin evlenme harçlığı var ise evlensin. Kim (bu masrafı) bulamazsa (nafile) oruç tutmalıdır. Çünkü şüp­hesiz oruç, sahibi için şehvet kırıcıdır.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. Çünkü âlimler, r&vi Isft bin Meymun el-Medînl'nin zayıflığı hususunda İttifak halindedir. Lâkin bu hadis için sahih şâhid vardır. [6]



İzahı





Bu hadîs Zevâid türündendir. Notta belirtildiği gibi isnadı zayıf ise de bunu teyid eden sahih bir şâhid durumunda olan başka hadis vardır. Şöyle ki:

Hadîsin ilk fıkrasının benzeri Buhâri ve Müslim1 in E n e s (Radıyallâhü anhî'den merfu olarak rivayet etlikleri uzun bir hadiste şu lâfızlarla

«...Ve kadınlarla evlenirim, (işte benini yolum budur) Kim benim bu yolum,(da gitmeyip on)dan yüz çevirirse, benden değildir.»

Hadisin ikinci fıkrasının bir benzerini A h m e d , Tabarâ-ni, Hâkim ve Bey haki, yine E n e s (Radıyallâhü anhJ'den merfu olarak şu lâfızlarla rivayet etmişlerdir:

Çok doğurucu ve (kocasını) çok sevici kadınlarla evleniniz. Şüp­hesiz ben kıyamet günü Peygamberlere karşı sizin çokluğunuzla if­tihar ediciyim.»

Müellifin 1863 nolu hadisi de bu fıkraya kısmen benzer ama gö­rüleceği gibi senedi zayıftır.

Hadîsin bundan sonraki kısmı bir Önceki hadîste geçen son kıs­mının meâlen aynidir.

Hadisteki 'Sünnet* kelimesi yol demektir. Farz ve vacibin karşı­lığı olan sünnet ve nafile anlamında kullanılmamıştır. Bu itibarla Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in yolu anlamındaki bu kelime farz, vâcib ve sünnetin hepsine şümullüdür. Evlenmenin ki misine farz, kimisine vâcib, kimisine sünnet olduğu gibi bâzı kimse­ler için mubah veya mekruh yahut haram olduğunu yukarda anlat­mıştır.

Hadîsin : -Benim bu sünnetimle amel etmeyen benden değildir.»

cümlesinden maksat Buhâri ile Müslim'in Enes (Ra­dıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri ve bir fıkrasını yukarıya aldığım hadisten de anlaşıldığı gibi:

• Benim evlenme yolumdan yüz çevirip buna iltifat etmeyen ben­den değildir.» Bu itibarla evlenme külfet ve masrafına gücü yetme­diği veya tamamen kendisini ibâdete vermek gibi meşru mazeretle­re binâen evlenmeyenler, bu hadîsteki tehditlere mâruz değildir. Ha­dîsin böylelerine şürhulü yoktur Sindi bu durumu belirtmiştir,



1847) (Abdullah) hin Ahhâ> (Radtyullâhü anhumâ)dan rivayet edil Hinine göre; Resûlullalı (Sollalhıhu Aleyhi vr Srflrm) şöyle huyıırHu. demiştir :

«Sevişenler için nikâh kadar sevgiyi artırıcı hiç bir şey görme dik veya görülmedi.""

Not : Bunun senedinin sahih ve rövilerinin sıka oldukları Zevâid'de bildiril mistir. [7]



İzahı





Hadisteki; kelimesi tesniye veya çoğul olabilir. Tesniye olursa -Mütehabbeyn» olarak okunur ve mânâsı "Birbirlerini se­ven iki kişi" demektir. Çoğul olursa -Lil Mütehabbin- olarak okunur ve mânâsı "Birbirlerini seven ikiden fazla kişi" demektir

Hadisteki; «Görmedik» cümlesi yerine bâzı rivayetlerde;

«Görülmedi» cümlesinin bulunduğu anlaşılıyor. Câmiü's-Sağir şârihi el-Azizi ikinci rivayeti kaydetmiştir. Müellifimizin rivayetinde her iki cümleye de yer verilmiş ve ikinci cümle parentez içine alınmıştır. Eldeki bâzı nüshalarda ise yalnız iki cümle mevcut­tur. Mânâ bakımından pek bir fark yoktur.

Hadis el-Hâkim tarafından da yine sahih bir isnad ile ri­vayet edilmiştir.

Sindi, hadisin mânâsı hakkında şöyle der :

"Yâni iki kişi arasında muhabbet bulunduğu zaman hiç bir bil­gi, alâka ve münasebet, onların evlenmeleri kadar onların arasın­daki sevgiyi artırmaz. Eğer muhabbetle beraber bir evlilik durum­ları olursa mevcut muhabbet her gün daha da kuvvetlenir ve artar."

El-Münâvi de : Hadisten kastedilen mânâ şudur : Aşkın en muazzam ve etkin ilâcı evlenmektir. Bu yol açık iken bundan baş­ka bir yola başvurulmamalıdır. Tek yol evlenmektir, der[8]



2 - Tebettül (= Kadınlardan Uzak Durup Evlenmeyi Terketmek)Den Nehiy Babı





1848) Sa'd (bin Ebi Vakks) (Radtyaltâkü anh)'<\en; Şöyle demiştir :

(And olsun ki) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Osman bin Maz'ûn (Radıyallâhü anh)'in tebettül (= evlenmekten imtina et­mesi )ni menetti. Eğer ona izin verseydi (biz daha ileri giderek) ha-dımlaşırdık." [9]



İzahı





Buhâri, Müslim ve Tirmizi de bunu rivayet et­mişlerdir. T i r m i z i bu hadîsin hasen - sahih olduğunu da söy­lemiştir.

Tebettül: Tuhfe yazarının beyânına göre kelimenin asıl mânâ­sı inkıta ve kesilmektir. Buradaki maksat ise; kadınlardan kesilmek

ve evlenmeyi terketmektir.

Kadınlardan uzak durup evlenmeyi terketmek hıristiyanlann şe-rîatında bulunurdu. Buna ruhbanlık deriz. Sa'd bin E bi V a k k â s (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in, ümmetini bundan menettiğini burada bildirmiştir.

Hadisteki "İhtisâ" yumurtaları çıkarmaktır. Yumurtaları çıka­rılan insana 'Hadım', hayvana da 'İğdiş* denir. İnsan neslinin kesil­mesine sebebiyet verdiği için haramdır.

Tuhfe yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde şunları yazar: "Yâni Osman bin Maz'ün (Radıyallâhü anh) hiç ev­lenmemek ve kadınlardan tamamen uzak durmak için Peygamber (Sallallahü Aleyih ve Sellem)'den müsaade istemiş fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona izin vermemiş ve onu bu halden menetmiştir. Nevevi: Bizim arkadaşlarımız evlenmeyi terk et­menin yasakhğına âit bu hükmü, evlenme masrafına muktedir olup şehvet bakımından da ihtiyaç duyana yorumlamışlardır, demiştir.

H z . Sa'd (Radıyallâhü anh)'in : "Eğer ona izin verseydi biz hadımlaşırdık" sözüne gelince bunun zahiri mânâsı: "Kadınlara şeh­vet yönünden muhtaç olmamak için hepimiz hadımlaşırdık."

T ı y b i : 'Zahiren Sa'd (Radıyallâhü anh) şöyle demeli idi: "Eğer ona müsaade etseydi hepimiz evlenmeyi bırakırdık." cümlesi daha kuvvetli olmasını belirtmek amacıyla bu ifade tarzını bırakarak: "... hepimiz hadımlaşırdık." demiştir. Yani kadınlardan uzak durmak işinde aşırı giderdik. Nerde ise hadımlaşmış gibi olurduk. S a' d (Radıyallâhü anh) gerçek mânâda hadımlaşma yolunu tutma anla­mını kasdetmem iştir. Çünkü bu iş haramdır.

Bâzıları S ad (Radıyallâhü anh)'ın sözünü zahirine göre mânâlandırarak: Bu söz hadımlaşmanın yasak kılınmasından önceki günlerde söylenmiştir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh), îbn-i Mes'ud ve başka sahâbîlerden bir cemâatin hadımlaş-mak için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'den izin almak için başvurmaları bu kavli teyid eder mahiyettedir, demiştir.

Nevevi de: Sa'd (Radıyallâhü anh) 'in "Biz hadi mi aşır­dık." sözü onların kendi ictihadlarına dayanarak hadımlaşmanın caiz olduğunu zan ettikleri mânâsına yorumlanır. Lâkin onların bu zannı isabetsiz çıkmıştır. Çünkü küçük ve büyük her yaştaki insan­lar için hadımlaşmak haramdır. Bağavi demiş ki: Eti yenme­yen hayvanların yumurtalarını çıkarmanın hükmü de budur. Eti yenen hayvana gelince bunlar küçük iken yapılır, büyüdükten sonra yapmak haramdır', demiştir.

Evlenmek hakkında farz, vâcib, sünnet, mubah, mekruh ve ha­ram gibi değişik hükümlerin bulunduğunu bundan önceki bâbta be­lirtmiştim. Bu nedenle o hükümlerin kimlere ait olduğu hususunda burada tekrar bilgi vermeye gerek yoktur. Esasen oradaki bilgi de yeterli sayılmayabilir, geniş malumat için Fıkıh kitaplarına müracaat etmek gerekir. Bu itibarla 'Tebettül' ile ilgili özlü bir bilgi vermekle yetinmek istiyorum.

El-Menhel'in Tekmilesinde özetle şöyle deniliyor: İbn-i K u d a m a : Evlenmek hususunda insanlar üç kıs­ma ayrılır:

Birinci kısım, evlenmediği takdirde, harama gireceğinden korkan­lardır. Böylelerinin evlenmesi âlimlerin büyük çoğunluğuna göre vâ-cibtir. Çünkü iffetini koruması lüzumludur. Bunun yolu ise evlen­mektir.

İkinci kısım insanlar, kadınlara istinası bulunmakla beraber, ha­rama girmekten emin olanlardır. Böylelerın evlenmesi müstehabtır. Ve evlenmeyip tüm zamanını ibâdete ayırmasından evlâdır. Cumhu­run kavli böyledir.

Hanefi âlimlerin, kavli de budur. Sahâbilerin söz ve fiilleri­nin zahiri de bunu te'yid eder.

Şafii ise: Harama girmekten emin olanların evlenmeyip tüm zamanını ibâdete ayırmak efdaldır, çünkü Allah Teâlâ Yahya (Aleyhisselâm)'ı A 1-i İ m r â n sûresinin 39. âyetindeki;

ve kavminin büyüğü ve nefsine hâkim ..."

na/m'ı celili ije övmüştür. Âyetteki Hasur, şehvet kudreti bulundu­ğu halde kadınlara yanaşmayan demektir. Eğer evlenmek efdal ol­saydı Yahya (Aleyhisselâm) evlenmeyi terk etmekle övülmez-di. Bir de Allah Teâlâ ayni sûrenin 14. ayetinde;

"İnsanlara kadınlardan, oğullardan ileri gelen şehvetler sevgisi tezyin edilmiştir." buyurmuştur Bu âyet zem meyanında buyurulmuştur.

Cumhurun delilleri ise bundan önceki bâbta geçen hadisler, ben­zeri hadisler ve bu bâbtaki hadislerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) ve Ashabı Kiram (Ka dıyallâhü anhüm)'ün evlenme yolunu seçmeleri de evlenmenin efdal olduğuna delâlet eder. Sonra evlenmede pek çok yarar vardır. Bun­lar tüm zamanını ibâdete vermenin yararlarından fazla ve önemli­dir. Bu yararlardan bir kaçı şunlardır : Evlenme, erkek ve kadının iffetlerini korur, fitne ve fesad yollarının bâzısını tıkar, aile ocağı­nın kurulmasına ve birtakım hakların ifasının sevabına vesile olur, Ümmeti Muhammediye'nin çoğalmasına ve neslin devamına vesile olur...

Üçüncü kısım insanlar, yaşlılık, hastalık ve benzeri sebeplerle şehvetten düşmüş veya erkeklikten doğuştan mahrum olanlardır. Böylelerin evlenmeleri hususunda iki görüş vardır: Umumi hüküm­lere bakılırsa evlenmeleri uygun görülür, tkinci görüşe göre evlen­meyip kendilerini ibâdete vermeleri efdaldır. Çünkü böylesinin evlen­mesi hâlinde kendisinden yana olan yararların çoğu gerçekleşmez. Ayrıca nikâhı altında tutacağı kadının cinsel haklarını veremez, onu mutazarrir eder, üstelik adam yüklendiği birtakım yükümlülüklerin ifasından âciz kalabilir. Ve faydasız meşguliyetler yüzünden ibâdet ve ilimle pek meşgul olmayabilir.

Evlenmeyi bırakmanın yasaklanmasına dâir bu bâbtaki hadisler ve benzerleri, erkekliği olup şehvet ve masraf ile nafaka durumu ev­lenmeye müsait olanlara ait diye yorum yapılır.



1849) Senıûre (hin ('ündün) (Rmîtyallâhü anh)\\c\\: Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) tebettül (evlenmemek)-den nehiy buyurdu.

Bâvi Zeyd bin Ahzam şunu da ilâve etti: Ve râvi Katâde:celili okudu." [10]



İzahı





T i r m ı z i de bu hadisi rivayet etmiştir. N e s a i' nin ri­vayet ettiği bu hadisin sonundaki Katâde' nin mezkûr âyeti okuduğuna dâir ilâve yoktur. Fakat N e sai'de Sa'd bin H i ş â m (Radıyallâhü anh)'den rivayet olan başka bir hadiste  i s e (Radıyallâhü anhâ), tebettül'ün yasaklandığını bildirdikten sonra mezkûr âyeti okuduğu ifâde edilmiştir.

S e m û r e (Radıyallâhü anh)'ın hadisinin garib - hasen oldu­ğunu T i r m i z i ifâde etmiştir.

Bu hadiste evlenmemenin ve kadınlardan tamamen uzak durup kendini ibâdete vermenin yasak olduğuna delâlet eder. Bu hususta­ki geniş bilgi bundan önceki hadisin izahı bölümünde verilmiştir.

Ka tâde'nin okuduğu âyet bölümü R a' d sûresinin 38. âyetinin baş kısmıdır. Meâi şöyledir:

"(Ey Muhammedi) And olsun ki, senden önce de Peygamberler gönderdik, onlara da kadınlar ve zürriyetler verdik..."

Katâde' nin bu âyet bölümünü okuması evlenmeme yasa­ğının teyidi içindir. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) de evlenip zürriyet sahibi olmuşlardır. Allah Teâlâ da onların izlerini takip etmemizi emir buyurmuştur. Şu halde bizim de evlenmemiz meşrudur. Meşru mazeret yok iken aksi hareket meşru değildir.

Sindi ve Tuhfe yazarının beyanlarına göre ilgililer Hasanı Basri'nin Semûre (Radıyallâhü anhâ) den hadis işitip işit­mediği hususunda konuşmuşlardır. Mamafih, bundan önce Sa'd (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi bu hadîsi takviye eder. [11]


3- Kadının, Kocası Üzerindeki Hakkı (Nın Beyânı) Babı





1850) Hâkimin babası Muâviye {bin Hayde) (Radıyaltâkü anhü-«O'dan; Şöyle demiştir:

Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e: Kadının, kocası üzerindeki hakkı nedir? diye sordu. Efendimiz ı

-Kocasının yemek yediği zaman ona (da) yedirmesi ve elbise edindiği zaman onu (da) giydirmesidir. Sakın (karısının) yüzünü dövmesin, (onu) takbih etmesin ve ev içi (= ayni yatakta yatmak) müstesna (onu) terketmesin.»" [12]



İzahı





Ebû Dâvûd, Beyhakİ ve Hâkim de bunu riva­yet etmişler, Hâkim hadîsin senedinin sahih olduğunu da be­lirtmiştir.

Müellifin rivayetinde soru sahibinin ismi belirtilmemiştir. Ebû D â v û d' un bir rivayetinde soru sahibinin hadis râvisi Muâ­viye (Radıyallâhü anh) olduğu belirtilmiştir.

Hadisin mânâsı hakkında el-Menhel Tekmilesinde şöyle deniliyor : Yâni, kocanın karısının durumuna önem vermesi, nafakası ve giyimi hakkında mâli durumu nisbetinde önem vermesi istenmekte­dir. Erkek kendi giyeceğine ve yiyeceğine önem verdiği gibi eşinin-kine de önem vermelidir. Maksat karısını giydirmesini ve yidirme-sini kendi yemesi ve giymesine zaman ve yer bakımından bağlaması değildir.

Hadisin «yüzünü döğmesin» emrinden maksat şudur : Terbiye ve­ya kadının bâzı farzları terk etmesi gibi nedenlerle döğülmesine ih­tiyaç duyulduğu zaman kadının yüzünün döğülmemesidir. Çünkü yüz vücudun en şerefli kısmıdır. Duyu organları bu kısımdadır. Yü­zün döğülmesi duyu organlarına zarar verebilir.

Hadisin «Takbih etmesin» cümlesinden maksat kadına çirkin söz söylememesidir. Örneğin "Allah senin yüzünü" veya "senin vücudu­nu çirkin yaratmıştır" gibi kırıcı lâflar edilmemesidir. Çünkü kadı­nın yüzünü veya vücudunu yaratan Allah Teâlâ'dır. Bir yaratığı tak­bih etmek ve yermek dolaylı da olsa yaratıcıya dil uzatma sayılabilir.

Hadisin «ve ev içi müstesna (onu) terk etmesin* cümlesinden maksat şudur: Kadın terk edilmesini yâni ondan küs kalınmasını gerektiren bir hatâ işlediği zaman ev içinde yatağını terk etmek meş­rudur. Fakat kocanın eşini evden kovması veya kadının bulunduğu evden ayrılıp başka bir eve gitmesi doğru değildir. Bu emrin karı koca arasında meydana gelmesi alışkanlık hâline gelen olumsuz du­rumlara mahsus olması umulur. Çünkü kadının eşine karşı isyankâr davranışı hâlinde onu başka bir evde bırakmak caizdir. Nitekim Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hanımlarının odalarından bir ay ayrı kalmıştır. [13]



Hadîsin Fıkıh Yönü





1. Erkek kendi mâli durumuna göre karısının yiyecek ve giye­ceğini vermekle mükelleftir.

2. Erkek karısını dövmek ihtiyacını duyduğunda bu ihtiyaç ter­biye veya farz olan bâzı şeyleri yapmaması gibi meşru nedene da­yandığı takdirde yara bırakmıyacak şekilde kadının yüzünden baş­ka uzuvlarını dövebilir. Fakat yüzünü dövemez ve onu takbih ede­mez.

3. Ev içinde gerektiğinde karısının yatağını terk etmek meş­rudur. Bu hususta bundan sonraki hadis izahında biraz daha izahat verilecektir.

Muâviye bin Hayde (R.A.fın Hâl Tercemesi

Muâviye bin Hayde bin Muâviye bin Kuşeyr el-Kuşeyrİ, sahâbldir. Peygamber (S.A.V.)'den rivayet ettiği hadisleri kendisinden rivayet eden zâtlar, onun oğlu Hakim, Urve bin Ruvayn el-Luhanl ve Hanid el-Yezani'dir. tbn-i Sa'd'ın rivayetine göre kendisi arkadaşlarıyla beraber Peygamber (S.A.V.)'i ziyaret etmiş ve bâzı şey­leri O"na sormuş ve O'ndan bâzı hadisler rivayet etmiştir. Horasan'da savaşan bu sahebî orada vefat etmiştir. Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesai ve İbn-i Maceh hadislerini



1851) Süleyman bin Amr bin el-Ahvas[14] (RadtyaUâhü anhümâ)'-Han rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Babam Amr bana anlattığına göre kendisi Veda haccında Re sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SelJem) ile beraber bulunmuş ve Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (meşhur Veda hutbesinde) Allah'a hamd ve sena ettikten sonra vaaz ve nasihat ederek (ez cüm­le) şöyle buyurmuştur:

«(Ey Ashabım!) Kadınlarınıza karşı iyi olmanızı tavsiye ederim. (Bu tavsiyeme riâyet ediniz). Çünkü onlar sizin yanınızda (sizlere bağlılık bakımından) esirler (gibi)dir. Şu (malum cinsel ilişkilerden başka onların hiç bir şeyine mâlik değilsiniz. Ancak apaçık çirkin ve haddi aşan hatâları olduğu zaman (onlar hakkında şu şeylere sahip­siniz:) Eğer (böyle çirkin ve haddi aşan hareketler) işlerler ise on­ların yataklarını terkediniz ve eziyet verici olmayan şekilde onları dövünüz. Eğer bundan sonra size itaat ederlerse onları takbih ve ezi­yet verme yoluna tevessül etmeyiniz. (Geçmiş kusurları bağışlayın) Şüphesiz karılarınızdan (istediğiniz birtakım) hakkınız vardır. Karı­larınız için de üzerinizde (birtakım) hak dar) vardır. Karılarınız üzerindeki hakkınıza gelince, karılarınız sizin hoşlanmadığınız hiç bir kimseyi evlerinize alıp onlarla konuşmasınlar ve hoşlanmadığınız hiç bir kimsenin evlerinize girmesine izin vermesinler. Bilmiş olunuz ki: Karılarınızın üzerindeki hakkı ise onları giydirmek ve yedirmek hususunda onlara İyi davran man izdir.»" [15]



İzahı





Bu hadîsi T i r m i z î de "Tefsir" kitabının T e v b e sûresi bölümünde rivayet etmiştir. Müellifimiz ve Müslim Veda haccı kıssasında bunun benzerini C â b i r (Radıyallâhü anh) den riva­yet etmişlerdir.

Veda haccı bilindiği gibi hicretin 10. yılı vuku bulmuştur. Meş­hur Veda hutbesinin o hac seferinde Arafat dağında ve A r e -f e günü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından irad buyurulduğu C â b i r (Radıyallâhü anhl'ın M ü s 1 i m'deki rivayetinde belirtilmiştir. Hutbe uzundur. Müellifimizin burada Amr bin el-Ahvas (Radıyallâhü anhJ'den olan rivayeti kısadır. Burada yalnız karı - koca münasebetine âit bölüm rivayet olunmuş­tur. Müellifimiz de C â b i r (Radıyallâhü anh)'ın söz konusu ha­dîsini (3074 numarada) rivayet etmiştir.

Hadîsdeki bâzı kelimeleri açıklayalım ;

Hadîste emir fiili geçen "İstîsâ" masdarı, bir kavle göre yapı­lan vasiyyetin kabul edilmesini istemektir. Buna göre emir cümlesi­nin mânâsı; «Ey Ashabım, kadınlarınız hakkında size hayrı tavsiye ederim. Onlar hakkındaki vasiyyetimi kabul edin.» demektir. Diğer bir kavle göre "İstîsâ" tavsiye etmek demektir Buna göre cümlenin mânâsı: «Ey Ashabım, kadınlarınız hakkında hayrı ve iyiliği tavsiye edin- demektir.

Sindi' nin beyânına göre T ı y b î şöyle demiştir :

Bu kelime talep içindir. Yâni kadınlarınız hakkında iyi davran­mayı ve iyi tavsiyeyi kendinizden isteyiniz. Yahut kadınlar hakkın­da iyi davranmayı ve onların sebepsiz huysuzluklarına karşı sab retmeyi birbirinizden isteyiniz.

Sindi bu arada yukarda belirttiğim mânâları da beyan et­miştir.

Hadisteki «Avânin» kelimesi *Âniye»nin çoğuludur. «Esirler» de­mektir. Bu kelimenin geçtiği cümlenin mânâsı; «Nikâhlı kadınlarınız İsin yanınızda esirler gibi emriniz altında olup size bağlıdırlar.» de­mektir. Bunu takip eden cümlede ise erkeklerin evli bulundukları kadınlara esir gibi mâlik olmadıkları ancak kan - koca münâsebeti huşunda erkeklerin karılarından yararlanma hakkına sahip olduk­ları belirtilerek kabahat ve aşırı hareketleri ile itaatsızlıklan olma­dıkça onlara karşı olumsuz davranmaya yetkili olmadıkları belirtil­miştir. Daha sonraki cümlelerde kadınlar hatâ işlediklerinde koca­larının davranışları beyan buyurulmakla yataklarına girmemek ve hafifçe dögme yetkisi verilmektedir. Erkeklerin böyle davranışı so­nucunda eşleri itaatsizliği bıraktıkları takdirde onların işlemiş olduk­ları kusurların afv edilmesi ve eziyet edilmemesi tavsiye buyurulu-yor.

Bundan sonraki cümlelerde eşler arasındaki haklara temas edi­lerek erkeklerin karıları üzerindeki haklarının şu olduğu belirtiliyor: Erkeklerin hoşlanmadıkları kimseleri eve alıp onlarla konuşmamak ve eve girmelerine izin vermemektir. Buna âit:cümlesinin açıklaması hakkında N e -vevî, Müslim'in şerhinde şu bilgiyi vermiştir :

" E 1 - M â z i r i : Bir kavle göre bu cümleden maksat, kadın­ların yabancı erkeklerle yalnız oturmamalarıdır. Bu cümle ile ka­dınların zina etmemeleri kastedilmiştir. Çünkü zina etmek suçu ka­dının had edilmesi cezasını gerektirir. Aynı zamanda kocasının hoş­landığı veya hoşlanmadığı her hangi bir erkekle kadının zina et­mesi haramdır. Eğer zina etmemeleri mânâsı kastedilmiş olsaydı cüm­lede erkeklerin hoşlanmadığı kaydı bulunmayacaktı.

Kadı I y â z : Arapların eski âdetlerinde yabancı erkeklerin kadınlarla konuşması normal karşılanırdı. Bu hal ayıp sayılmazdı. Ve bir ithama sebep sayılmazdı. Kadınların örtünmesi âyeti inince bu âdet yasaklandı, demiştir.

Seçkin olan mânâ şudur: Erkeklerin hoşlanmadığı hiç bir kim­seyi eve alıp onlarla oturup konuşmamaktır. Ve böylelerin eve gir­melerine izin vermemektir. Erkeğin hoşlanmadığı kimse yabancı er-ftek "ölsün, kadının mahremi sayılan erkek olsüfi veya frer 'nangpbir kadın olsun hüküm aynıdır. Hadisteki yasaklama umumîdir. Anı­lanların tümünü kapsar. Bu mesele hakkında fıkıhçıların verdiği hü­küm şudur: Kadının mahremi olsun olmasın hiç bir erkek veya ka­dını eve alması caiz değildir. Ancak kocasının eve girmesinden hoş­landığını bildiği veya kuvvetle zannettiği kadınları eve alabilir. Keza kadın babası, erkek kardeşi, dayısı ve amcası gibi mahremi olan erkekleri kocasının rızâsını bildiği veya bu kanaatta olduğu takdir­de eve alabilir. Çünkü başkasına âit bir eve girmek için ev sahibi er­keğin izini esastır. Ev sahibi erkek izin vermedikçe veya bu husus­ta başkasına yetki vermedikçe, yahut örf ve âdete göre rızasının bu­lunduğu anlaşılmadıkça eve girmek haramdır. Ev sahibinin rızâsının bulunduğu hususunda şüphe olduğu takdirde rızâsının varlığını gös­terir bir belirti olmadıkça eve girmek haram olduğu gibi ev kadını­nın eve girmek için izin vermesi de haramdır.

Hadisin bundan sonraki kısmında kadının kocası üzerindeki hak­kı belirtiliyor. Bu da kadınların yiyecek ve giyecekleri hususunda iyi davranmaktır.

Bu cümle kadının nafakasının kocasına vacip olduğuna delâlet eder. Bu hususta icmâ vardır."

Kadınları gerektiğinde hafifçe dövmek hakkında gerekli bilgi bu kitabın 51. babında özlü olarak verilecektir.

Evli kadının nafakasının yâni giyecek ve yiyeceğinin kocasına vacip olduğu hususunda icmâ bulunduğunu yukarıda belirttim. Bu hüküm Talâk sûresinin 7. âyeti ve bu bâbta rivayet edilen ha­dîslerle de sabittir. Şu halde bu hüküm Kitab, Sünnet ve İcmâ ile sa­bittir.

Et-Menhel'in Tekmile yazarı özetle şöyle der:

Âlimler, erginlik çağına ermiş olan erkeklerin, karılarının nafa­kasını ödemekle mükellef bulundukları ve ancak kocasına itaatsiz olanların nafakasının vacip olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Nafaka deyiminden maksat yiyecek, içecek, giyecek ve meskendir.

Farz olan nafaka durum ve miktarı hususundaki âlimlerin görüş­lerine gelince:

1- Hanefî ler'in fetvaya esas olan kavillerine göre; na­faka hususunda kocanın mâli durumu esastır. Delilleri Talâk sûresinin şu mealdeki 7. âyetidir:

"Varlıklı olan kimse, nafakayı varlığına göre versin; rızkı ancak kendisine yetecek kadar verilmiş olan kimse de Allah'ın kendisine ver­diğinden versin. Allah kimseye, verdiği rızkı aşan bir yük yükleme*. Allah, darlığa düştükten sonra kolaylık verir."

2- Şâfiîler'e göre de kadının nafakası hususunda ko­casının hali esastır. Koca zengin ise; yiyecek olarak her gün için iki müd; orta halli ise bir buçuk müd; fakir ise bir müd verir.[16] Fa­kat Ş â f i i 1 e r' in bu tesbitinin bir delili yoktur. N e v e v î, M ü s 1 i m ' in şerhinde, "Kazalar" bahsinde : Â i ş e (Radıyallâhü anhât'dan rivayet ettiği H i n d (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisin­den anlaşılıyor ki nafaka miktarı müdlere takdir edilmeyip yetecek miktar olması gerekir. Şafiî mezhebindeki arkadaşlarımıza gö­re erkeğin yükümlü olduğu yakınlarının nafakası yetecek miktar ola­rak tesbit edilir. Fakat karısının nafakası müdlerle takdir edilir, Ama bu hadîs bu görüşü reddeder, demiştir

3- Mâl i k i 1 er'e göre kadının nafakası, kocasının mâli durumuna ve kadının hâline göre tesbit edilir. Bu tesbitte örf ve âde­te itibar edilir. Eğer erkek zengin olup karısı fakir ise karısının na­fakasını karısının seviyesindeki fakirlerden farklı ve daha üstün ola­rak verir. Eğer erkek fakir ise karısının fakirlik veya zenginlik du­rumunu dikkate alarak normal nafakasını ödemesi gerekir. Şu hal­de zengin koca fakir olan karısına zengin bir kadının nafakası se­viyesinde nafaka vermekle mükellef değildir. Keza zengin olmayan bir erkek zengin olan karısına bir fakir kadının nafakası kadar ver­mesi kâfi değildir. Kendi gücü nisbetinde ve şehrin genel durumu­nu dikkate alarak bir kadının nafakasından biraz olsun fazla ver­mesi gerekir. Bir şehir halkının âdeti darı ekmeği yemek ise kadın buğday ekmeğini isteyemez. Keza köydekilerin âdeti buğday ekme­ği yemek değil iken kadın buğday ekmeğini isteyemez. Mesken ve giyecek hususundaki hüküm de böyledir.

4- İmam A h m e d (Rahimehullah)'e göre kadının nafaka­sı kendisiyle kocasının durumlarına göre ayarlanır. Eğer ikisi de zengin iseler erkek karısına zengin nafakasını ödemekle yükümlü­dür. İkisi de fakir iseler fakir nafakası ödemekle yükümlüdürler. Ta­raflar orta halli iseler orta hallilerin nafakasına göre ödenir. Birisi fakir diğeri zengin ise erkek orta hallilerin durumuna göre karısının nafakasını ödemekle yükümlüdür. H a n e f î 1 e r ' den e 1 - H a s -s a f'da bu kavli tercih etmiştir.

Konu hakkındaki deliller Hanefî ve Mâliki mezheb lerinin görüşlerini teyîd eder, durumdadır. [17]



4- Erkeğin Karısı Üzerindeki Hakkı (nın Beyânı) Babı





1852) Âişe (Radtyaîlâhü anhâyâan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle demiştir:

«Eğer ben her hangi bir kimseye, her hangi bir kimsenin secde etmesini emretmiş olsaydım kadına, kocasına secde etmesini emre-decektim. Ve eğer bir erkek karısına kırmızı bir dağdan siyah bir dağa ve siyah bir dağdan kırmızı bir dağa taş taşımasını emretsey-dim kadınm görevi ve uygun olan hareketi bu işi yapmak idi.»"

Not: Zevaid'de şöyle denmiştir: Bu hadisin senedindeki râvi AU bin Zeyd zayıftır. Lâkin bu hadîsin başka senedleri vardır. Ve Tirmizİ ile Nesafnin rivayet ettikleri Talk bin AH (R.A.)'ın hadisi ile Tinnizi ve tbn-i Maceh'in rivayet ettikleri Ümmü Seleme (R-AVnm hadisi bu hadis için iki şahit durumundadır. [18]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadis kocasının karısı üzerindeki hak­kının büyüklüğüne delâlet eder. Allah Teâlâ'dan başka hiç bir var­lığa secde edilmesinin küfür olduğu malumdur. Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) bu hadiste: «Eğer Allah'tan başka bir kim­seye...» buyruğu koca hakkının azametinden kinayedir. Kırmızı bir

dağdan siyah bir dağa ve siyah bir dağdan kırmızı bir dağa taş ta­şımak faydasız ve çetin bir iş olduğu halde bunun gibi bir teklifte bile karıya yakışır hâl kocasına itaat etmek olunca başka hususlar­daki emirlere itaat etmenin durumu besbelli olur. Hadiste dağ renk­lerinin değişik gösterilmesinin hikmeti dağlar arasındaki mesafenin uzaklığını bildirmek içindir. Çünkü renkleri değişik olan dağlar ge­nellikle bir birine yakın olmaz.

Hadisin secde ile ilgili baş kısmının benzerini Tirmizi, Eb'û H ü r e y r e (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet etmiş­tir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

«Erkek karısını hacetine (yatağına) davet edeceği zaman, karısı tandır üzerinde (kocasına âit ekmek pişirmekle meşgul) olsa bile (bu işi bırakıp) hemen kocasına varsın (emrine uysun.)»"

Yine notta işaret edilen Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi ise 1854 nolu hadîstir.



1853) Abdullah bin Ebî Evfâ (Radtyaltâkü ankümâ)'âan; Söyle de­miştir :

Muâz (bin Cebel) (Radıyallâhü anh) (Şam'dan Medîne-i Münev-vere'ye) geldiği zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e secde etti. Efendimiz (onun bu hareketini red etmek üzere) :

"Bu ne Yâ Muâz?" buyurdu. Muâz:

Ben Şam'a vardım, onların, reislerine ve emirlerine secde ettik­lerine rastladım. Bu (secde) işini zâtınıza yapmamızı içimden arzu­ladım, diye cevap verdi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) :

-Sakın (böyle bir şey) yapmayın. Çünkü eğer ben Allah'tan baş­kasına secde etmeyi her hangi bir kimseye emir etmeyi caiz gorsey-dim, karının kendi kocasına secde etmesini emrederdim. Muham-med'in nefsi (kudret) elinde olan (Allah) 'a yemin ederim ki kadın, kocasının hakkını Ödeyinceye kadar, Rabbınm hakkını ödemiş olmaz ve eğer kadın deve (sırtındaki) semer üzerinde (binmiş) iken kocası kendisini (cinsi münâsebet için) istemiş olsa kadın kocasına mani olamaz.*"

Not: Zevâid'de şöyle elenmiştir : îbn-i Hibbân bu hadisi kendi sahihinde ti* vayet etmiştir. Sindi: Bana öyle geliyor ki Zevâid bu sözü Ue hadisin sahih oldu­ğunu kastediyor. [19]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadisin îbn-i Hibbân tarafın­dan da rivayet edildiği notta belirtilmiştir. Tuhfe yazan da bu ha­dîsin T i r m izi' nin şerhinde naklettikten sonra A h m e d bin Hanbel tarafından da rivayet edildiğini bildirmiştir.

Muâz (Radıyallâhü anh) isminde birkaç sahâbî vardır. Bu hadiste anılan M u â z' in hangi zât olduğuna dâir bir kayda rast­lamadım. Fakat Hulâsa'da anılan bu isimli saha bil erden müellifimiz tarafından hadîsleri rivayet olunan iki zâtın birisi Muâz bin Enes el-Cüheni' dir. Bu zâtın tek râvisinin, onun oğlu S e h 1 (Radıyallâhü anh) olduğu bildiriliyor.[20] Diğer zât Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh)'dir.[21] Bu zâtın râvileri çoktur. Söz konusu zâtın bu olduğu kanaati hâsıl olduğundan parentez içi ifâde ile işaret edilmiştir. Ancak elde mevcut kitablarda Muâz

(Radıyallâhü anh) 'm hangi tarihte Şam'a' gidip oradan döndü­ğüne dâir bir kayda rastlamadım. Sindi* nin beyânına göre bâzı râviler M u â z (Radıyallâhü anh) Yemen' den döndü­ğü zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) secde etmiştir, demişlerdir. Sindi'nin bu beyânı Muâz (Radıyallâhü anh)'in İbn-i Cebel olan zât olduğuna delâlet eder.

Hadiste geçen "Esakıfa" çoğuludur. Onun tekili "Uskuf" ve "Us-kuff'dur. Bu kelimelerin çoğulu "Esâkıyf" şeklinde de olabilir. Ka­mus tercemesinde şöyle deniliyor: Hıristiyanlıkta Mıtram, kadı, Us­kuf, müftü, Kissîs, müderris mesabesinde kullanılır. Daha geniş izah için Kamus veya tercemesine müracaat edilebilir.

Hadîsteki "Batarıka'da "Bıtrîk"m çoğuludur. Yine aynı kitabın beyânına göre bu kelime rum dilinde, kumandan, sancak beyi, ge­neral, müctehid, mezheb imamı, patrik ve benzerî anlamlarda kulla­nılır.

Tercemede ifâde ettiğim gibi hadîsteki bu kelimeler ile hıristi-yanlann reisleri ve emirleri mânâsı kastedilmiştir.

Hadîsin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e ait bölümü­nün baş kısmında Allah'tan başka hiç bir varlığa secde edilmesinin caiz olmadığı belirtildikten sonra bir önceki hadîste olduğu gibi ko­canın karısı üzerindeki hakkının büyüklüğü ifâde buyuruluyor ve daha sonraki kısımda, bir kadın, kocasının hakkını ödemedikçe Rab-binin hakkını ödemiş olamıyacağı belirtiliyor. Çünkü kocanın hakkı Allah'ın emri ile sabittir, bu emre riâyet edilmedikçe Allah'a tam itaat edilmiş olunamaz. Hadisin son kısmında önemine binâen özel­likle kocanın ailevî temas isteğine, karısının mutlaka uymak zorun­luluğu bildiriliyor. Şiddetli hastalık gibi seran özür sayılan bir en­gel bulunmadıkça kadın kocasının bu isteğine uymak mecburiyetin­dedir. Hattâ aybaşı âdeti ve lohusahk hâli bile kadın için özür sa­yılamaz. Çünkü kocası diz kapağı ile göbek arası kısmı hâriç karı­sının başka uzuvları ile oynaşma hakkına sahiptir. Fakat bu son mazeret hâlinde kadının avret mahalli ile oynaşmak, özellikle cinsî temasta bulunmak haram olduğu için kadın, kocasının böyle bir is­teğine uyamaz, keza dinde haya yoktur. Erkeğin karısının dübürü ile temas etmesi haram, hattâ bir nevî zina gibi sayıldığı için kadın kocasının bu ve benzeri gayri meşru tekliflerine karşı çıkmak ve en­gel olmakla dinen mükelleftir. Bu hususta 1923-1925 nolu hadis bö­lümünde geniş bilgi verilecektir.



1854) Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'dzn; Şöyle demiştir: Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i şöyle buyurur­ken işittim:

«Kocası kendisinden râzi olduğu halde hangi (mü'mine) kadın ölürse Cennet'e girer.»" [22]



İzahı





Tirmizî de bu hadîsi rivayet etmiştir. Hadîs, kocasının rızâ­sının büyük sevaba ve ilâhî mağfirete vesile olduğuna delâlet eder. Sindi bu hadisle alâkalı olarak : Yâni böyle kadın doğrudan cen­nete girer, demiştir.

Hadîs'in şöyle yorumlanması muhtemeldir: Kocası kendisinden râzi olduğu halde ölen müslüman kadın kocası ile ilgili haklar hu­susunda muahaza edilmeden cennete girmeye müstehak olmuş olur. Ama başka günahları var ise bunların bağışlanması veya bunlardan dolayı cezasını çektikten sonra cennete girmeyi Allah Teâlâ'nın me-şiyet ve irâdesine bağlıdır. Dilerse bağışlar, dilerse azap verir, ibâ­detlerin faziletine dâir buna benzer hadisler, âlimlerce böyle yorum­lanır. [23]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:25 am

5- Kadınların En Faziletlisi (Nîn Beyânı) Babı





1855) Abdullah bin Amr (bin el-Âs) (Radıyallâhü anhümâ)'daa riva&shy;yet edildiğine göre; Resûlullah (Sallatlçhü Aleyhi ve SeVem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Şüphesiz dünya, ancak geçici bir yararlanma (yeri)dır. Saliha kadından daha faziletli (üstün) hiç bir dünya metai (= yararlı şey) yoktur."



1856) (Peygamber'İn Mevlâsi) Sevbân (Radtyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir:

Gümüş ve altın (biriktirme) hakkında inen (Çetin tehdite ait ilâhî (emir [24]) inince, sahâbiler (Radıyallâhü anhüm), (bir yol&shy;culuk esnasında kendi aralarında konuşup) :

Şu halde biz malın hangi çeşidini edinebiliriz? dediler. Ömer (Radıyallâhü anh) : Bunu ben (sorup) size haber veririm, dedi ve bi&shy;nek devesini hemen koşturdu. Ben de onu takip ettiğim halde (ilerde giden) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e yetişti ve:

Yâ Resûlallah! Malın hangisini edinebiliriz? diye sordu. Bunun üzerine Efendimiz:

«(Mal edinmek isteyen her hangi) biriniz, şükür edici bir kalb, zikir edici bir dil ve âhiretle ilgili işte ona yardım eden imanlı bir ka&shy;rı edinsin» buyurdu."

Not: Zevaİd'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin râvflerinden Abdullah bin Amr bin MÜrre'yi Nesaİ zayıf saymış. Hakim ile İbn-i Hibb&n da ona sıka saymışlar. İbn-i Muin de: Onun rivayetinde bir beis yoktur, demiştir. Zevaid yazan daha sonra şöyle demiştir: Tirmlzl, Tefsir bölümünde bu hadisin yalnız Peygamber (S.A.V.)'e ait olan kısmını rivayet ederek, hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Tir-nriifnJn rivayetinde Ömer (R.A.)'s ait sözler yoktur. [25]


İzahı





Abdullah (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini A h m e d, Müslim, Nesaî ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.

Hadîsteki "Meta" kelimesi tekildir. Çoğulu "Emtia"dır. Arap di&shy;linde, altın ve gümüşten başka insanın yararlandığı az veya çok her çeşit eşyaya denir, giyilen veya serilen eşya anlamında da kullanılır. Bir de geçici bir süre için yararlanılan ve baki olmayan şey mâ&shy;nâsına da kullanılır. Hadîste bu son mânâ kastedilmiştir.

Hadîsin mânâsı şöyle olur:

«Dünya, bizatihi matlup ve devamlı bir yararlanma yeri değildir. Ondaki bütün yararlanmalar geçicidir. Şu halde ihtiyaca göre, bun&shy;dan yararlanmak uygundur. Dünyada yararlanılan şeylerin en üs&shy;tünü ve en faziletlisi sâlih ve dindar kadındır.»

Sevbân (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi ise Zevâid türündendir. Notta işaret edildiği gibi hadîsin Ömer (Radıyallâhü anh) 'a âit kısmı hâriç, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e âit metin kıs-mı Tirmizî tarafından da rivayet edilmiştir. CâmiÜ's-Sagîr'de bildirildiğine göre İmam A h m e d de bunu S e v â n (Radı&shy;yallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir.

Tirmizî' nin Tefsir Kitabının Tevbe sûresine âit bö&shy;lümünde rivayet ettiği Sevbân hadîsi şöyledir:

Sevbân (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle de&shy;miştir i (Altın ve gümüşü biriktirmenin tehdidi hakkındaki) :

*yeti inince biz Resûlullah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bir yolculuğunda O'nun beraberin&shy;de İdik. Bazı sahâbiler (Radıyallâhü anhüm) :

— "Bu âyet altın ve gümüş (ü biriktirmenin fenalığı) hakkında indirildi. (İhtiyaçlarımızı gidermek için) hangi malın hayırlı oldu&shy;ğunu bilsek ki onu edinebilelim, diye temennide bulundular. Bunun üzerine Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Malın en faziletlisi zikir edici bir dil, şükür edici bir kalb ve kocasının imanı (dindarlığı) hususunda ona yardım eden İmanlı bir kandır." buyurdu.

T i r m i z i demiştir ki bu hadîs hasendir.

Tuhfe yazarı bu hadîsi açıklarken şöyle der:

"Sahâbîler (Radıyallâhü anhüm) altın ve gümüşü biriktirip Al&shy;lah yolunda infak etmemenin hükmünü ve fenalığım inen âyet-i ke-rîme'den öğrenince, ihtiyaçlarının birikmesi hâlinde, yararlanmak üzere hangi mallan edinebileceklerini öğrenmek istemişler ve bu arzularını bir temenni mâhiyetinde Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sormuşlar. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de buyurduğu cevabta, insanın edinmesi en faziletli olan şeylerin zikir edici lisan yâni Allah Teâlâ'ya hamd, sena, teşbih ve tehlil etmek, Kur'an okumak gibi zikirle meşgul olan dil, Allah'ın verdiği nimet&shy;lere şükür eden kalb ve kocasına namaz, oruç ve diğer ibâdetleri hatırlatıp ifasmı sağlamaya ve kocasının zina ile diğer haram şey&shy;lerden uzak kalmasına çalışmakla yardımcı olan imanlı kan olduğu&shy;na işaret buyurmuştur."

Sindi de: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyur&shy;duğu üç şeyi mal cinsinden saymıştır. Çünkü bu üç şey mal gibi in&shy;san tarafından matlup olup mü'minin kalbinde bunlara karşı bir eği&shy;lim bulunur. Bir de şu var ki, bunlar aslında mallardan sayılabilir. Çünkü malların yaran geçicidir. Fakat bu üç şeyin yaran kalıcıdır. Hulâsa cevap hakimane bir üslûp ile verilmiştir. Tâki mü'minlerin gayret ve ehemmiyeti yararlığı devamlı ve kalıcı olup âhirete de yö&shy;nelik olan şeylere olmalıdır. Sorulacak sorulann da böyle ölçüler içinde olması daha uygundur. Dünya mallarının hemen hemen hepi-sinde birtakım zararlar olabilir."

Müellifin rivayetinde işaret edilen ve T i r m i z î' nin riva&shy;yetinde sarahatan belirtilen âyet-i kerime T e v b e sûresinin 34. âyetinin son kısmıdır. Meali şöyledir: "... ve (Ey Muhammed!) altın ve güm üş*ü biriktirip de onlan Allah yolunda harcamayan! an acıklı bir azap ile müjdele."

Ashab-ı Kiram (Radıyallâhü anhüm) bu âyetin altın ve gümü&shy;şü toplamanın ve biriktirmenin haram olduğuna dâir anlamışlar idi. Endişeleri bundan ileri gelmiş olabilir.

Âyetin inişi zamanında hüküm böyle idi. Yâni altın ve gümüşü biriktirmek haram kılınmış idi. Sonradan zekât hükmü inince birik&shy;tirmeden maksadın zekâtı Ödemeden yapılan biriktirme anlamında yorum yapılmıştır. Artık bu hüküm zekâtı ödenmeyen birikmiş altın ve gümüş'e âit sayılmıştır. Bu âyeti takip eden 35. âyeti kerimede de (altın ve gümüşün zekâtını) ödemeyenlerin uğrayacaklan azap be&shy;lirtiliyor.

Müellifimizin 8. nolu Zekât Kitabının 3. babında rivayet edilen 1787-1789 nölu hadislerin terceme ve izahı bölümünde bu konuda gerekli bilgi mevcuttur. Oraya müracaat edildiğinde konu aydınlığa kavuşur.



1857) Ebû Üsâme (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre kendisi Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyuruyordu, demiştir :

«Mümin, Allah'tan korkmak (meziyetin) dan sonra sâliha bir ka&shy;ndan daha hayırlı hiç bir yararlı şey elde etmiş olamaz. (Çünkü) kendisi, ona (neyi) emrederse, emrine itaat eder. Ona bakarsa, o ken&shy;disini ferahlandırır. Karısı (nın bir şey yapması veya yapmaması) üzerine yemin ederse, karısı (ona uymakla) kendisinin yeminini ye&shy;rine getirir. Karısının yanında olmazsa, kansı kendi namusu ve onun malı (m korumak) hususunda dürüst ve samimî davranır.Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki râvi Ali bin Yezid'in rivayetinin münker olduğunu Buhâri söylemiştir. Osman bin Ebî'l-Atike ismindeki râvisinin de sıkalığı ihtilaflıdır. Nesaî de bu hadisi Ebû Hüreyre (R.A.)'den rivayet etmiş ve senedi hakkında bir şey söylememiştir. Bu hadis için Abdullah bin Ömer (RJV.)'m bir hadisi şâhid durumundadır. [26]



İzahı





Notta belirtildiği gibi Nesaî de bunun bir mislini Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'dan rivayet etmiştir.

Hadîs, mü'minin en hayırlı kazancının Allah korkusu ve takva olduğunu, bundan sonra da en hayırlı kazancın sâliha ve dindar ka&shy;rı olduğunu bildirdikten sonra sâliha kadının hayırlı yönlerinin bâ&shy;zısını belirtir. Birincisi kocasının emrine itaat etmesidir, ikincisi, ko&shy;cası kendisine baktığı zaman ferah duymasıdır. Sindi: Ferah duymasının nedenleri şunlar olabilir: Kadının güzelliği, huylarının iyiliği veya kadının Allah'a itaat etmek ve takva ile meşgul olması gibi hasletleridir, demiştir. Üçüncüsü kocasının ettiği yeminlere önem verip gereğini yapmasıdır. Dördüncüsü de kocası hazır olmadığı za&shy;man namus ve iffetini koruması ve kocasınm malında hiyânet etme&shy;mesidir. [27]


6- Dindar Kadınla Evlenmenin Fazileti Babı





1858) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'6en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kadınlar (ile şu) dört (hasletleri) için evlenilir: Malı için, so&shy;yu için, güzelliği için ve dindarlığı için. (Ey Mü'min sen bunlardan) dindar olanı ele geçirmeye bak. (Eğer dediğim gibi yapmazsan) fa&shy;kirliğe düşersin,-" [28]



İzahı





Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesaî de bu hadisi rivayet etmişlerdir. Buharı ve Müslim' deki ri-

vâyetin başındaki cümle; «Kadın nikahlanır...» şeklin&shy;dedir, ki mânâ değişmez.

El-Menhel'in Tekmile yazarı şöyle der:

"Yâni, halk kadınla evlenme hususunda şu dört hasleti arar. Bun&shy;lardan kadının malı ve zenginlik hasleti pek aranmamalıdır. Çün&shy;kü bu takdirde mal için evlenilmiş olur. Mal gidici olabilir. Ayrıca erkek, evleneceği kadının malından beklediği yararlanmayı ve um&shy;duğunu bulmayabilir. Bu takdirde evlenmeden istenen ve umulan sevgi, uyum ve bağlılık gölgelenebilir, hattâ aile huzuru bile kaça&shy;bilir.

Hadisdeki: L$l.X ifâdesindeki Hasep, babalar ve yakınların şe&shy;refi demektir. Bu kelime Hesap kökünden alınmadır. Çünkü halk so&shy;yu ile iftihar ettiği zaman .soyunun menkıbelerini, eserlerini ve has&shy;letlerini sayıp dökerler, kiminkinin sayısı daha fazla çıkarsa bunun&shy;la iftihar edip başkalarından üstünlüğünü ortaya koyma sevdasına kapılanlar çıkabilir. (Soy ve sop da pek önemli bir meziyet sayılma&shy;malıdır. İnsanın kendisine bir meziyet olmadıktan sonra Peygamber&shy;lerin soyundan bile olsa yeterli sayılmamalıdır.)

Bir kavle göre hadîsteki Haseb'ten maksat kadının iyi durum ve davranışlarının tümüdür.

Hadiste sayılan üçüncü haslet kadının güzelliğidir. Bu haslet, mal hasletine oranla eşler arasındaki sevginin devamlılığını daha iyi sağlamaya elverişlidir. Çünkü mal hasletinin durumunu yukarda anlattım. O, geçici ve gidici olabilir. Fakat güzellik devam edicidir, eğer nazlanma, kibirlenme ve böbürlenmeye yol açmazsa eşler ara&shy;sındaki uyumu, sevgiyi ve bağlılığı muhkemleştirir. Ancak bu has&shy;letin de pek önemli olmadığı bundan sonra gelen hadîste belirtilmek&shy;tedir.

Kadının dördüncü ve şâyân-ı tercih olan hasleti, dindarlığıdır. Hadîste bu haslet sonraya alınmıştır. Bunun hikmeti ise, halkın ilk uç haslete gösterdikleri rağbetin yersizliğine ve bunlardan vazgeçip son haslete önem verilmesine işaret etmektir. Yâni en önemli haslet olarak, kadının dindarlığı esas tutulmalıdır. Diğer hasletlere tâli de&shy;recede yer verilmelidir. Bunun içindir ki, hadisin sonunda dindar ka&shy;dının ele geçirilmesine bakılması emri buyurulmuştur.

Hadîsin sonundaki; cümlesinin mânâsı "Ellerin fakirleşsin veya şiddeti! fakirlikten toprağa yapışsın." Yâni, dindar kadı&shy;nı ele geçirmeye bakmazsan fakirleşirsin.

Araplar bu cümleyi kınama mâhiyetinde ve 'fakirleşesin' anla&shy;mında kullanırlar. Çünkü erkek dindar bir kadınla evlenmeyip, dindar olmayan bir kadınla evlenmeyi tercih ederse din yönünü tehli&shy;keye mâruz bıraktığı için böyle bir bedduaya ve kınanmaya müste-hak olmuş olur."

Sindi: "Bu cümle Arap dilinde hem yerme hem de övme anlamlarında kullanılır. Dâima muhatap aleyhinde ve beddua anla&shy;mında kullanılmaz. Bazen de bu anlamda kullanılır. Hadîste ya öv&shy;gü mâhiyetinde kullanılmıştır. Yâni ey akıllı mü'min! Çok akıllı ol&shy;duğun için seni çekemeyenler olabilir. Sen dindar kadını eline geçir&shy;meye bak. Seni çekemeyenler, hasedlerinden dolayı senin hakkında bu cümleyi kullanmakla seni yerebilirler. Buna kulak asma.

Bu cümle yerme ve kınama ile beddua anlamında kullanılmış, diye yorum yapılabilir. Yâni eğer sen bu emre aykırı hareket eder&shy;sen fakirleşesin, diye bedduaya ve yerilmeye müstehak olmuş olur&shy;sun," demiştir.

N e v e v İ de: "Hadisin sahih ve doğru mânâsı şudur: Halk, genellikle evlenme işinde bu dört hasleti dikkate alırlar. Bunlardan dindarlık hasleti en son plâna alınır. Ey doğru yolu öğ&shy;renmek isteyen mü'min! Sen dindarlığı ön plâna al ve halkın âdeti&shy;ne bakma. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in maksadı, ka&shy;dını, malı veya soyu yahut güzelliği için almayı emretmek değildir," demiştir.

Tekmile sahibi yukardaki N e v e v î' nin sözünü naklettik&shy;ten sonra, N e v. e v î' nin sözünü teyid eder mâhiyetteki hadîs-ci Dehlevi'nin sözlerini nakleder. Bunu buraya almaya ih&shy;tiyaç kalmadığı kanısındayım.

Tekmile sahibi daha sonra şöyle der:

Erkek, dindar kadını elde etmekle mükellef olduğu gibi kadın da dindar erkeği tercih etmelidir. Keza kadının velîsi durumundaki yakın adamları da bu durumu gözetmelidirler. Huysuz, dinî yönü za&shy;yıf olan erkeğe kızını vermemelidir. Çünkü evlenme kolay kolay kop-mayan bir bağdır. Bir kurulu ocağı yıkmak zor bir iştir. Kızını fa-sık, huysuz ve dini vecîbeleri yerine getirmeyen bir erkeğe veren bir baba kızı hakkında kötülük, hattâ bir cinayet işlemiş sayılır. Ve Al&shy;lah'ın gazabına müstehak olmuş olur. Bir adam Hasan-ı Bas-r î (Radıyallâhü anh)'a müracaat ederek: Bir çok kimse benim kı&shy;zımı istiyorlar, kime vereyim? diye sormuş. O büyük âlim de: Al&shy;lah'tan korkan bir adama ver. Çünkü eğer senin kızını severse ona iyilik eder, şayet ondan nefret duyarsa da ona zulüm etmez, diye ce&shy;vap vermiştir." [29]



Hadisin Fıkıh Yönü





1. Her işte, dindar kimselerle arkadaşlık etmeye teşvik etmek meşrudur. Çünkü böylelerle arkadaşlık eden bir kimse onların iyi huylarından ve olumlu davranışlarından istifâde eder. Onlardan ken&shy;disine her hangi bir kötülüğün gelmesinden emin olur.

2. Dindar kadının, dindar olmayıp malı ve güzelliği bulunan soylu kadına tercih edilmesi tavsiye edilmiştir.

3. Dindar kadınla evlenmeyip, aksine hareket edenler, bir yoru&shy;ma göre yerilmiş veya bedduaya mâruz tutulmuştur.



1859) Abdullah bin Amr (bin el-As) (Radtyallâhü anhümâydan riva&shy;yet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, de&shy;miştir :

«Kadınları (sırf) güzellikleri için nikahlamayınız. Çünkü onla&shy;rın güzelliğinin (böbürlenmek ve kibirlenmek yüzünden) onları teh&shy;likeye atmaları umulur. (Sırf) malları için de onları nikahlamayı&shy;nız. Çünkü malların onları azdırması (ve günahlar ile serlere sok&shy;ması) umulur. Lâkin dindarlıkları için onları nikahlayınız. Şüphesiz, burnunun bir kısmı kesik, kulağı delik ve teni siyah dindar bir câri&shy;ye (dindar olmayan hür kadından nikahlamak bakımından) efdal-dır.-"

Not: Zevâİd'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Abdullah bin Zlyad bin tn'am adlı el-Efriki zayıftır. Bu hadisi îbn-1 Hlbbân kendi sahibinde başka bir senedle rivayet etmiştir. [30]



7- Bakire Kızlarla Evlenme (Nin Fazlletî) Babı





1860) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anftümâydan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) hayatta iken bir kadın&shy;la evlendim. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e rast&shy;ladım. Buyurdular ki:

— «Evlendin mi Yâ Câbir?» Ben:

Evet. (Evlendim) diye cevap verdim. Buyurdu ki: —«Bakire (kız) mı, yoksa dul mu? (aldın.)» Ben:

— Dul (aldım), diye cevap verdim. Buyurdu ki:

— «Niçin birbirinizle oynaşacağınız bir kızla evlenmedin?» Ben ı

— (Bakımları bana ait olan) kız kardeşlerim vardı. Benimle kız kardeşlerim arasına, (bir genç) kızın girmesinden korktum, dedim. Buyurdu ki:

— «Gayen bu olunca, dul alman daha iyidir.»" [31]



İzahı





Kütüb-i Sitte sahihleri bu hadisi müteaddit senedlerle, uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet etmişlerdir. Hadislerin bâzı rivâyetle-rindeki metin çok uzundur. Onları buraya aktarmaya gerek görmü&shy;yorum. Bakımları Câbir (Radıyallâhü anhJ'a âit kız kardeşle&shy;rinin sayısının dokuz veya yedi olduğu, Câbir (Radıyallâhü anh)'in o kızlar gibi genç bir kadınla evlenmeden hoşlanmadığı ve onların başında durup, yararlı olacak bir kadınla evlenmeyi arzula&shy;dığı M ü s 1 i m ' in rivayetinde belirtilmiştir.

Hadisin : cümlesi yerine bâzı rivayetlerde; bulunuyor. Mânâsı aynı olmakla beraber bunda bir cümle ilâvesi vardır. Meali şöyledir:

«Senin onunla oynaşacağın, onun da seninle oynaşacağı bir ba&shy;kire (kız) ile neden evlenmedin?»

Hadîsin bu cümlesi, bakire bir kızla evlenmenin eşler arasında bulunması beklenen sevişme, uyuşma ve bağlayış yönünden daha iyi ve daha isabetli olduğuna işaret eder. Çünkü dul kadının kalbi ba&shy;zen eski kocasına bağlı kalır.

Câbir (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e verdiği cevapta, bakire bir kız, yaşının küçüklüğü ve ak&shy;lının henüz tam olgunlaşmamış olması nedeni ile kendisi ile bak&shy;makta olduğu kız kardeşleri arasına girmesinden korktuğunu ve bu nedenle aile içindeki huzurun kaçıp dağılmaya ve bozgunculuğa yol açabileceği endişesini beyanla dul bir kadınla evlenmeyi bu neden&shy;le tercih ettiğini belirtmek istemiştir.

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) da Câbir (Radı&shy;yallâhü anh) 'm bu maksat ve niyetle yaptığı işin daha iyi, daha uy&shy;gun olduğuna işaret buyurmuştur.

Sindi, hadîsin : cümlesinden maksadın şu olduğu&shy;nu bildiriyor: Yâni, senin maksat ve gayen bu olunca senin yaptı&shy;ğın dul kadınla evlenmen işi daha iyi, evlâ veya daha hayırlıdır. Çünkü dini hizmet sayılan babasız kız kardeşlerine bakacak bir dul kadınla evlenmek, dünya lezzetinden hayırlıdır.

Mezkûr cümle Sünen'in bâzı nüshalarında : şeklindedir.

Cümlenin böyle oluşu mânânın neticesini değiştirmez.

El-Menhel Tekmile'sinde hadîsin fıkıh yönü hakkında şöyle de&shy;niliyor :

1. Erkeğin ailesi ile oynaşması, şakalaşması ve gülüşmesi meş&shy;rudur. (Çünkü bâzı rivayetlerde cümlesi yerine: «Senin onunla gülüşeceğin onun da seninle

gülüşeceği...» Duyurulmuştur.

2. Büyük zâtlar, arkadaşların işlerini ve hallerini sormalı ve on&shy;lara en doğru yolu göstermelidir.

3. Hadis, C â b i r (Radıyallâhü anh)'in üstün faziletine de&shy;lâlet eder. Çünkü bakmakla yükümlü olduğunu kabullendiği kız kar&shy;deşlerinin maslahat ve yararlarını, şahsî lezzetine ve yararına tercih etmiştir.

4. Kadın kendi rızâsı ile kocasının ve evlâdı ile kardeşleri gibi yakınlarının hizmetini yapabilir. Kendi rızâsı dışında bu nevî hiz&shy;metler yapmaya zorlanamaz. (Bunu Nevevî, Müslim'in şerhinde söylemiştir.[32]

5. Bakire kızlarla evlenmek daha faziletlidir. Kızların genç yaş-takileri tercih edilmelidir."

Hadîslerdeki "Bakire" ve "Bikr" tâbirinden maksat her hangi bir kimse ile cinsel teması olmamış ve bu nedenle bakirelik zarı gideril-memiş olan kızdır.



1861) Abdurrahman bin Salim bin fkbe bin Üveym bin Sâide el-En-sârî, babasından, O da dedesi (Üveym bin Sâide) (Radıyallâhü anhüm)'âen rivayet ettiğine göre:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir: «Bakire (kız)larla evlenmeye bakınız. Çünkü (dul kadınlara na&shy;zaran) onların ağızlan daha tatlı, rahimleri daha çok çocuk atıcı ve kendileri aza daha razidirler.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Muhammed bin Talha bulunur. Onun hakkında Ebû Hatim : O-nun rivayetlerine güvenilmez, demiştir Ibn-i Hibban da: O sikalardandır. Bazen hatâ eder, demiştir. Diğer ravi Abdur&shy;rahman bin Salim bin ütbe hakkında Buhârl: Onun rivayet ettiği hadis, sahih değil, demiştir. [33]


İzahı





Zevâid türünden olan bu hadisi Beyhaki de rivayet etmiş&shy;tir. Câmiü's-Sağîr'de î b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den ri&shy;vayet edilmiştir. Fakat isnadı zayıftır.

Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadiste bakire kız&shy;larla evlenmeyi tavsiye buyurarak, hikmetini de şöyle belirtiyor:

«Çünkü onların ağızları daha tatlıdır.» Sindi' nin beyânı&shy;na göre bâzı âlimler bu cümleyi şöyle yorumlamışlardır: 'Yâni on&shy;ların konuşmaları daha güzeldir, eşlerine karşı lüzumsuz ve uygun&shy;suz lâflar etmezler, sözlerinde ölçüyü kaçırmazlar. Çünkü daha ön&shy;ce başka kocalarla yaşamadıkları içinjıayâ perdeleri yırtılmamış olup kocalarına utangaç davranırlar.'

Sindi bu cümlenin başka bir yorum şeklini nakletmiş ise de bu kavli buraya aktarmaya uygun görmedim. Çünkü şahsen bu yo&shy;rumu uzak görüyorum.

Bakire kızların anlatılan ikinci meziyetleri rahimlerinin çok ço&shy;cuk doğurmaya müsait olmasıdır. Buna ait cümleyi; «Rahimleri daha çok çocuk atıcıdır.» diye terceme ettim. Atma ifadesini tercemede kullanmamın sebebi, bu cümlede geçen "EntelcıT kelimesinin kökü&shy;nün lügat mânâsının böyle olduğudur. Ehlinin malumu olduğu üze&shy;re tafdîl sığası olan bu kelimenin masdarı olan "Natk"ın mânası bir şeyi atmaktır. Ana rahmi de çocuğu dışarı attığı için bu kelime kul&shy;lanılmıştır. Kızların rahimleri çocuk doğurmaya daha müsait ve evlen&shy;me gayelerinin başındaki hikmetin çocuk sahibi olmak olduğu için, anılan tavsiye buyurulmuştur.

Bakirelerin anlatılan üçüncü özellikleri ise onların dul kadınla&shy;ra nisbeten râzi olmalarıdır.

Sindi, bu cümledeki: "Az" tâbirinden neyin kastedödiği hu&shy;susunda şöyle demiştir:

"Yâni az nafaka, az cinsî münâsebet ve bunların benzeri hu&shy;suslarıdır."

E 1 - H a f n i de Câmiü's-Sağîr haşiyesinde : "Dul kadın, eski kocası yanında iken, bolluk, fazla nafaka ve cinsel ilişki bakımından zevkine daha uygun bir yaşantıya alışkın olmuş olabilir. Bu yaşan&shy;tıyı ikinci eşinin yanında bulmayabilir. Ve bu nedenle hoşnutsuzluk hâli doğabilir. Bakire kızlar için böyle bir endişe pek söz konusu ol&shy;maz, dolayısıyla her bakımdan aza kanaat etmesi umulur," demiştir.

Hadîsin, râvisinin Uveym bin Sâide (Radıyallâhü anh) olduğuna tercemede işaret ettim. Çünkü Tirmizi şâri-hi Tuhfe yazarı, bu babın benzeri başlığı altında rivayet edilen (1870 nolu) C â b i r tRadıyallâhü anh) 'in hadisinin şerhini yaparken: îbn-i Mâceh ve Beyhaki de Uveym bin Sâide (Radıyallâhü anh)'den bu hadisi rivayet ettiklerini bildirmiştir. Ben buna dayanarak ilk râvinin U v ey m (Radıyallâhü anh) olduğu&shy;nu belirttim.

Bu zât sahâbî olduğu gibi oğlu Utbe bin Uveym (Ra&shy;dıyallâhü anh) da sahâbidir. Senedin ifâde tarzının zahiri ilk râ&shy;vinin Utbe (Radıyallâhü anh) olmasına da müsaittir. Tuhfe'de-ki beyâna göre râvi Salim, bu hadîsi ikinci derecedeki dedesi Ü v e y m (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiş olur.

Bu iki sahâbî (Radıyallâhü anhümâ) hakkında Hulâsa'da şu bil&shy;gi var:

Uveym bin Sâide el-Ensârî (Radıyallâhü anh) Akabe görüşmesine ve Bedir savaşına katılmış büyük sa-hâbîlerdendir, Râvisi (torunu) Salim bin Utbe (Radıyal&shy;lâhü anh)*dir. Büyük abdest bozduktan sonra su ile taharetlenmeyi ilk uygulayan olduğu söylenmiştir. İbn-i Mâce onun hadîs&shy;lerini rivayet etmiştir. Ömer (Radıyallâhü anh)'in hilâfeti dö&shy;neminde vefat etmiştir.[34]

Utbe bin Uveym bin Sâide (Radıyallâhü anh) sahâbidir. Râvisi oğlu Salim1 dir. Buhâri; Sâlim'in hadîsinin sahîh olmadığını söylemiştir. İbn-i Mâce Utbe (Radıyallâhü anh)'in hadîslerini almıştır.[35]



8- Hür Kadınlarla Ve Velûd (Çok Çocuk Doğurucu) Kadınlarla Evlenme (Nin Fazileti) Babı





1862) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü ank)'Ğen; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim, bu&shy;yurdu ki :

«Pak ve temizletilmiş olarak Allah'a kavuşmak İsteyen kimse, hür kadınlarla evlensin.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. Çünkü ravi Kesir bin Selim zayıftır. Seneddeki Sellâm da İbn-i Süleyman bin Sevvar olan zâttır ki, îbn-i Adiy : Onun yanında münker hadisler var, demiş, El-Ukaylİ de : Onun (riva&shy;yet ettiği) hadislerde münkerler var. demiştir. [36]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadisin açıklaması hakkında Câmiü's-Sağîr şârihi el-Azîzî i 'Hadisteki paklıktan maksat, şehvetle ilgili gü&shy;nahlardan kurtulmaktır. Yâni bu tür mânevi pisliklerden tertemiz olarak Allah'a kavuşmak isteyen kimseler hür kadınlarla evlensin&shy;ler,1 diye bilgi vermiştir.

Sindi de : 'Hadiste hür kadınlarla evlenme tavsiyesinin hik&shy;meti hakkında bâzıları: "Çünkü hür kadınlar, cariyelerden daha te&shy;mizdirler. Onların temizliği eşlerine de sirayet eder," demişlerdir. Fakat en münâsip yorum hadîsteki hürriyeti, mânevi hürriyet olan vasıfların üstünlüğüdür. Sindi sözlerine devamla: Ben derim ki en iyisi şöyle demektir:

'İnsan nefsinin bir câriye ile tatmin olması çok nâdirdir. Bu se&shy;beple câriye ile evli bir kimse, başka kadınla evlenme eğilimi yö&shy;nünden evli değilmiş gibidir. Bu nedenle hür kadınla evlenme tavsi&shy;yesi buyurulmuştur.' diye bilgi vermiştir.



1863) Ebû Hiireyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) şöyle buyurdu, demiştir :

«(Çok çocuk doğurucu kadınla) evleniniz. Çünkü ben (kıyamet günü) sîzin çokluğunuzla iftihar ediciyim.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun slnedindeki Talha bin Amr el-Mekki el-Hadrami'nin zayıflığı hususunda ittifak vardır. [37]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîsin açıklaması bahsinde Sindi: Çok çocuk yapan kadınla evlenmek kastedilmiştir Çünkü, hadîsin son kısmındaki: «... çokluğunuzla iftihar ...» ifâdesi buna delâlet eder. Diğer taraftan, ancak böyle yorum yapmakla bu hadîs ile, hadîsin alındığı babın başlığı arasında bir münâsebet kurulabilir, demiştir.

Bu hadîsin isnadı zayıf ise de bu mealde müteaddit hadîsler mev&shy;cuttur. Bunlardan birisi, 1846 nolu  i ş e (Radıyallâhü anhâKnın hadisidir. İkincisi o hadîsin izahı bölümünde nakledilen ve A h -med, Tabarâni, Beyhakî ve Hâkim1 in Enes (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri merfu' hadîstir. Üçüncüsü Ebû Dâvûd ve Nesai' nin Mâkil bin Yesâr (Ra&shy;dıyallâhü anh)'den yine merfu' rivayet ettikleri ve sonu şöyle olan

hadistir: «... (Kocası&shy;na kendisini) çok sevdirici ve çocuk doğurucu kadınla evleniniz. Çünkü ben kıyamet günü diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuz&shy;la iftihar ediciyim.»

EI-Menhel Tekmilesi sahibi bu son hadîsin açıklaması bahsinde özetle şöyle der

"Kadının bu iki özelliği (yâni kocasına kendisini çok sevdirici ve çok çocuk doğurucu olması) kadının akrabası durumundaki evli kadınların hâlinden ekseriyetle anlaşılır. Çünkü birbirine yakınlığı olan kadınların tabiatları yek diğerine sirayet eder. Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem) evlenilecek kadında bu iki özelliğin aran&shy;masını tavsiye buyurmuştur. Zira, çok doğurucu olmazsa, matlub olan ümmetin çoğalması gerçekleştirilmez. Kocasına kendisini sevdirici ol&shy;mazsa, kocası kendisine bağlanmaz, gözü dışarda kalır." [38]


9- Adam Bir Kadınla Evlenmek İsteyince Ona Bakması (Nın Meşruluğu) Babı





1864) Muhammed bin Mesleme [39](bin Seleme) (Radıyallâhü ank)'den rivayet edildiğine göre kendisi :

Ben bir kadınla evlenmek istedim. Artık ona gizlice bakmak için çalışmaya başladım. Nihayet kendisine âit bir hurma ağaçları için&shy;de ona baktım, demiş, sonra kendisine:

— Sen, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sahâbîsi ol&shy;duğun halde bunu yapar mısın, denilmiş. Kendisi de:

— Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şöyle bu&shy;yururken işittim, diye cevap vermiştir:

«Allah Teâlâ bir kadınla evlenme isteğini bir adamın kalbine at&shy;tığı zaman, artık adamın o kadına bakmasında hiç bir beis yoktur.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde bulunan Haccac, îbn-i Ertad el-Kufl olan râvidir ki bu hem zayıftır, hem de tedlisçi olup bunu an'ane ile rivayet etmiştir. Lâkin bu hadisi yalnız Haccâc rivayet etmemiştir. Çünkü İbn-İ Hibbân kendi sahihinde başka bir senedle rivayet etmiştir.



1865) Enes bin Mâlik (Radtyaüâhü anh)'âen rivayet edildiğine gö&shy;re; el-Muğîre[40] bin Şu'be (Radtyaüâhü anh) bir kadınla evlenmek istedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona :

«Git o kadına bak. Çünkü, bakman (evlendiğinizde) aranızda ül&shy;fet ve sevginin devam etmesi için daha uygundur.» buyurdu. El-Mu&shy;ğîre de (buyurulam) yaptıktan sonra o kadınla evlendi. Büâhere, el-Muğîre eşi ile kendisi arasındaki ittifak ve anlaşmadan (tarifi güç memnuniyetini) anlattı."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih ve ricali sıka zâtlardır. Tirmizi ve tbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. îbn-i Hibbân kendi sahihinde îbn-i Mâceh gibi Enes (R.A.)'den rivayet etmiştir. Tirmizi de el-Muğire (R.A.)'den ri&shy;vayet etmiştir. Ve Nesai Ebû HÜreyre (R.A.)'den ve el-Muğîre (R.A.)'den rivayet etmiştir.



1866) El-Muğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vara&shy;rak, nikahlamak istediğim bir kadını O'na anlattım. Buyurdu ki:

«Git o kadına bak. Çünkü bakman, (evlendiğinizde) aranızda ül&shy;fet ve sevginin devam etmesi için daha uygundur.» Bunun üzerine ben Ensâr (Radıyallâhü anh um â) 'dan olan bir kadına gidip onu ba&shy;bası ile anasından istedim. Ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem)'in (kızı gönnekliğimle ilgili) buyruğunu onlara haber verdim. Bana öyle geliyor ki kızın babası ve anası kızı görmek teklifinden hoşlanmadılar. El-Muğîre (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Kız Örtüsü içinde olduğu halde (yapılan) konuşmayı işitti ve bana hitaben:

"Eğer Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) senin (bana) bakmanı emir etmiş ise, (bana) bak. Aksi takdirde, Allah'a yemin ederek senin bana bakmamanı isterim, dedi. Bana öyle geliyor ki kız benim ona bakmamı izam etti. El-Muğîre (Radıyallâhü anh) : Sonra ben ona baktım ve onunla evlendim, demiştir. Râvi demiş ki: (El-Muğîre bu kızla evlendikten) sonra aralarındaki ittifak ve an&shy;laşmadan (tarifi güç memnuniyetini) anlattı/1

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahhîtir. Tirmizi ve başkası bu hadîsin bir kısmını rivayet etmişlerdir. [41]



İzahı





Bu babın ilk hadisi Zevâid türündendir. Eldeki sünenin üç çe&shy;şit baskısının hepsinde hadîsin ilk râvisi 'Muhammed bin Seleme' olarak yazılıdır. Araştırmalarıma rağmen sahâbîler (ftadıyallâhü anhümâî arasında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den hadîs rivayet etmiş bu isimli bir sahâbînin adına rast-lıyamadım. Sonra Tirmizi' nin Nikâh Kitabının "İstenilecek kadına bakmak hakkında gelen hadîsler" bâbındaki;ifâdesinin şerhinde Tuhfe'de bu hadî&shy;sin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e âit metin aynen ri&shy;vayet edildikten sonra bu hadisin Ahmed, îbn-i Mâceh, îbn-i Hibbân ve Hâkim tarafından rivayet edildiği ve îbn-i Hibbân ile Hâkim'in bu hadîsin sahih olduğu&shy;nu söyledikleri... ifâdesine rastladım. Bu nedenle râvî'nin Muham-med bin Mesleme (Radıyallâhü anh) olduğu kanısına var&shy;dım. Ve Tercemede böyle yazdığım gibi eldeki Sünenin 'Seleme* ke&shy;limesini 'Mesleme' olarak tashih ettim. İnşaallah hatâya düşmüş olmuyorum. Biraz sonra bu sahâbî'nin yazılacak olan hal tercemesin-de görüleceği üzere onun baba babasının adı 'Seleme' olduğu için se-nedde Sahâbinin, dedesine izafeten 'Muhammed bin Se&shy;leme' ifâdesi kullanılmış, denilebilir ise de bu ihtimal uzaktır. Matbaa hatasıdır, demek daha yakın ihtimaldir.

Hadîsteki "Hıtba" evlenme talebinde bulunmaktır.

Hadîste fiili geçen "Tahabbü"! gizlenmek ve saklanmak, demek&shy;tir.

Hadis, erkeğin evlenmek istediği kız veya dul kadına bakması&shy;nın meşruluğuna ve bunu gizlice yapmakta da sakınca bulunmadı&shy;ğına delâlet eder. Bu husustaki geniş bilgi son hadîsin izahı bölü&shy;münde verilecektir.

Bu babın ikinci hadisi olan E n e s (Radıyallâhü anh)'in ha&shy;disini notta belirtildiği gibi İbn-i Hibbân da rivayet etmiş&shy;tir. Tuhfe'de beyân edildiğine göre bunlarla beraber, Dârekutni ve Hâkim de bu hadîsi E n e s (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir.

Yine notta belirtildiği gibi bu hadîsi T i r m i z i, el-Muğire (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir. Bundan sonraki müellifimi&shy;zin hadîsinin notunda da bu hadisin bir kısmının T i r m i z i de rivayet edildiği ifâde edildiği için T i r m i z î de mevcut kısmı buraya almayı uygun buldum. Oradaki farklı bir senedle rivayet edilen hadis şöyledir:

"... Bekir bin Abdillah el-Müzenî'den O da el-Muğire bin Şu'be (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre el-Muğîre bir kadınla evlenmek istemiş, Peygamber tSallallahü Aleyhi ve Sellem) O'nai

«Kadına bak. Çünkü aranızda ülfet ve mahabbetin devamlılığı için bakman daha uygundur.»"

E n e s (Radıyallâhü anh) ve el-Muğîre (Radıyallâhü anh)'in hadîslerinde bulunan ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in buyruğuna âit metin içinde geçen ve; cümleleri aynı mânâyı ifâde "ederler. T i rm i z İ bu cümleyi: "Çünkü senin kadını görmen, aranızda mahab&shy;betin devamı İçin daha uygun ve lâyıktır." diye yorumladığı için ter-cemede bu mânâyı seçtim. Tuhfe yazarı da en-Nihâye'den naklen be&shy;yan ettiği mânâ, T i r m i z î' nin verdiği mânâya uygundur.

S i n d î de: Cümledeki; fiilinin masdarı 'Edm' veya 'İdam'

tevkif ve telif, demektir. Yâni "Senin kadına bakman aranızda ül&shy;fet ve anlaşmanın sağlanması için daha uygundur." demek kasde-dilmiştir, demiştir. Görüldüğü gibi iki yorum arasında bir fark yok&shy;tur, denilebilir.

Notta N e s a î' nin el-Muğîre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği bildirilen hadîs metni T i r m i z î' deki metne ben&shy;zer. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadisi de mânâ bakımından el-Muğîre (Radıyallâhü anh) 'in Tirmizî'-deki hadîs metnine benzer.

S i n d î'nin beyânına göre el-Muğire (Radıyallâhü anh)'m son hadîsindeki; Ve kadın örtüsü içinde olduğu halde..." cümlesi o kadının kız olduğu mânâsı çıkar. el-Mu&shy;ğire (Radıyallâhü anh) bu cümle ile bunu demek istemiş, demiş&shy;tir. [42]


Evlenmek Maksadı İle Kadına Bakmak İle İlgili Bilgiler Verelim:





Gerek yukarda rivayet edilen hadisler ve gerekse benzer hadîs&shy;ler, evlenmek maksadı ile erkeğin kadına bakmasının meşruluğuna delâlet ediyorlar. Bu hususta âlimler müttefiktir.

M ü s 1 i m' in bu babın benzer başlığı altındaki hadîslerinin şerhi bölümünde N e v e v î şöyle der:

"Hadîsler, nikahlanmak istenen kadının yüzüne bakmanın müs-tehablığına delâlet ederler. Bizim, (yâni Şafiî mezhebi) E b û Hani f e ve diğer Kufîler'in mezhebi, Mâlik ve Ah-m e d' in mezhebleri ve âlimlerin cumhurunun mezhebi budur.

Kadı I y â z bâzı âlimlerin bunun mekruh olduğunu söyle&shy;diklerini nakletmiş ise de bu görüş hatalıdır. Çünkü hadislerin açık hükmüne muhaliftir. Ayrıca alış - veriş ve benzerî işler için ihtiyaç duyulduğunda kadının yüzüne bakmanın câizliğine Ümmet icmâ et&shy;miştir. Bu bakımdan da mezkûr görüş hatalıdır.

Evlenilmek istenen kadının yalnız bileklerine kadar ellerine ve yüzüne bakılır. Başka uzuvlarına bakılmaz. Bizim mezhebimiz ve âlimlerin çoğunun mezhebi budur.

Yine bizim mezhebimiz ile Mâlik, A h m e d ve Cumhur'un mezheblerine göre bu maksatla kadına bakmanın câizliği için kadı&shy;nın rızâsı şart değildir. Ona haber verilmeden de bakılabilir. M â -1 i k' ten yapılan zayıf bir rivayete göre, kadının izini olmadan ona bakmak caiz değildir. Ama bu görüş müteaddit nedenlerle zayıftır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bakma tavsiyesin&shy;de bulunurken bir kayıt koşmamıştır. Diğer taraftan kadın bakire ise bakılmasına müsaade vermekten utanabilir. Müsaade istemek iki taraf için de icâbında sakıncalar ve aldanmalar doğurabilir. Örne&shy;ğin : Erkek onu beğenmediği takdirde, o kırılır ve üzülür. Bunun içindir ki kızı istemeden ona bakmak müstehabtır.

Adamın kadına bakması imkânsız olduğu takdirde adamın gü&shy;vendiği bir kadını bu iş için gönderip bilgi toplaması müstehabtır."

El-Menhelin Tekmile yazarı N e v e v î' nin yukardaki söz&shy;lerini nakletmekle beraber, îbn-i Kudame' den de aynı ko&shy;nu etrafında geniş bilgi aktarmaktadır. Ben bunun bir bölümünü buraya aktarmayı yararlı görüyorum :

"Adam evlenmek istediği kadına ihtiyaç duyulduğunda mükerrer bakabilir. Fakat erkek ile kadın yalnız olarak bir yerde bulunamaz&shy;lar. Çünkü bir erkekle, mahremi olmayan bir kadının halvette dur&shy;maları haramdır. Şer'i şerif, bakmaktan başka bir şeye cevaz verme&shy;miştir. Bu itibarla müstakbel eşlerin yalnız başlarına buluşmaları, görüşmeleri, genel yasak hükmün içinde kalır. Aynı zamanda sakın&shy;calı bir durumun doğmasından emin olunamaz. Bir erkek yabancı bir kadınla yalnız duramazlar. Çünkü bu halde onların üçüncü arka&shy;daşı şeytan olur, mânâsını ifâde eden hadîs, vardır." [43]



Erkeğin Evlenmek İstediği Kadına Bakmasıyla İlgili Dört Mezhebin Görüşleri





Abdurrahman el-Cezîrî' nin dört mezhebin Fıkhı&shy;na âit kitabının dördüncü cildindeki "Nikâh Kitabı"nın baş kısmında şöyle der:

1. Hanefi mezhebine göre nikâh akdinden önce, erkeğin, evleneceği kadına bakması mendubtur. Ancak, kadının kendisine verilebileceğini bilmesi şarttır. İstediği takdirde, isteğinin reddedile&shy;ceğini bilen erkeğin o kadına bakması helâl değildir. Bunun hikme&shy;ti şudur: Evlenme niyeti ve tarafların birbirine râzi olmasının ger&shy;çekleşmesi amacıyla erkeğin kadına bakması girişimi doğru ve sıh&shy;hatli bir girişim olur. Evlenme kasdı olmaksızın sırf kadınlara bak&shy;mak gayesi ile girişilen bakmak işi haramdır.

2. Şafii mezhebine göre bir kadınla evlenmek isteyen ada&shy;mın, onun yüzüne ve bileklerine kadar ellerine bakması caizdin Bu bakış şehvetle de olsa veya ona âşık olmaya sebebiyet verse bile caiz&shy;dir. Çünkü bu duygular, evlenmelerine vesile olabilir. Amaç da bu&shy;na yöneliktir. Kadına gelince o da erkeğin avret sayılan diz kapağı ile göbek arası hâriç, bedenin başka yerlerine bakmak fırsatını bu&shy;lursa bakması sünnettir. Çünkü onun da erkeğin vücûdundan be&shy;ğenip beğenmiyeceği kısımlar olabilir. Şayet erkek, kadına bakma fırsatını bulamaz veya bundan sıkılırsa, kadını görüp durumunu an&shy;latacak emin bir kimseyi gönderebilir. (Göndereceği kimse kadına nâmahrem sayılmayan bir erkek veya herhangi bir kadın olabilir.) Çünkü bakmak veya baktırmaktan gaye, eşler arasında ülfet ve sev&shy;gi ile uyuşmanın sağlanması ve devam ettirilmesidir. Bu gaye hangi yolla temin edilebilirse bu meşru yol normaldir. Bu hükmün delili el-Muğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anh) *ın hadîsidir.

(Hadis bu bâbta geçtiği için bunu burada tekrarlamaya lüzum gör&shy;medim.)

3. M âlikl le r'e göre istenecek kadının bileklerine ka&shy;dar ellerine ve yüzüne bakmak onunla evlenmek isteyen erkek için mendubtur. Tâ ki kadının güzelliğinin matluba uygun olup olmadığı&shy;nı erkek anlasm. Bu bakmanın meşruluğu birtakım şartlara bağlıdır. Bu şartlardan birisi, erkeğin lezzet ve şehvet kasdı ile bakmaması-dır. İkincisi: Kadın erginlik çağına varmış ise kendisinin, varmamış ise velîsinin, bu erkeğin evlenme talebine râzi olduklarının erkek ta&shy;rafından muhakkak bilinmesi şarttır. Bilinmez ise bakmak, bir fit&shy;neye sebebiyet verdiği takdirde, haram, sebebiyet vermediği takdir&shy;de mekruhtur. Üçüncüsü: Erkeğin bakacağının kadın tarafmdan bi&shy;linmesi şartıdır. Kadın habersiz ise erkeğin ona bakması helâl de&shy;ğildir.

4. H a n b e 1 i mezhebine göre, istenilecek kadının yüzüne, boynuna ve eline bakmak istekli erkek için mubahtır. Ancak, iste&shy;ğin kadın tarafından reddedilmemesinin erkek tarafmdan kuvvetle sanılması ve bakılırken erkek ile kadının halvette olmamaları şart&shy;tır. Çünkü bir erkekle yabancı bir kadının yalnız iken bir yerde bu&shy;lunmaları sakıncalıdır. Erkeğin evlenmek niyeti ile bir kadına bak&shy;masının mübahlığı için onun kadından veya velisinden izin isteme&shy;si şart değildir. Hattâ kadının haberi olmadan erkek bakabilir ve gerek duyarsa defalarca bakabilir."

Bu konuda daha geniş izahat için Fıkıh kitablarına müracaat et&shy;mek gerekir. [44]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:27 am

10- Adam (Dîn) Kardeşinin Bir Kadına (Evlenmek İçin) İstekli Çıkması Üzerine (O Kadına) Talip


Olmasın, Babı





1867) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü an h)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Adam, (din) kardeşinin bir kadına (evlenmek için) istekli çık&shy;ması üzerine (o kadına) talip olmasın.»"



1868) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâyâan rivayet edildi&shy;ğine göre Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) jöyle buyurdu, demiştir:

«Adam, din kardeşinin bir kadına (evlenmek için) istekli çıkma&shy;sı üzerine (o kadına) tâüp olmasın.»*'



1869) Fâtima bint-i Kays (el-Kureşiyye) (Radtyallâhü an*â)*dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) bana * «Senin (boşanmadan dolayı devam eden) iddetinden çıktığın za&shy;man (iddetihin bittiğini) bana haber ver.» buyurdu. (îddeti bittik&shy;ten) sonra Fâtıma O'na haber verdi. Sonra Muâviye (bin Ebi Suf-yânî, Ebü'1-Cehm bin Suhayr ve Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhu an-hüm) Fâtıma'yı nikahlamak için istekli çıktılar. Resûlullah (Sallal&shy;iahü Aleyhi ve Sellem), (anılan istekliler hakkında Fâtıma'ya) :

«Muâviye'ye gelince (o), hiç malı olmayan fakir bir adamdır. Ebü'l-Cehme gelince (O,) da kadınları çok dövücü bir adamdır. Ve lakin Üsâme (ile evlenmen iyidir)» buyurdu. Bunun üzerine Fâtıma:

' (Üsâme'yi beğenmediğini belirtmek üzere) eliyle şöyle işaret ede&shy;rek : Üsâme, Üsâme' dedi. (Fâtıma'nın Üsâme ile evlenmeye taraftar olmaması üzerine) Besûlullah (Sallallah üAleyhi ve Sellem), Fâtı-ma'ya!

«Allah'a itaat ve Resulüne itaat senin için hayırdır.» buyurdu. Fâtıma, demiştir ki -. Bunun üzerine ben Üsâme ile evlendim de onun&shy;la mutlu oldum. (Veya durumuma kadınlarca gıbta edildi.)" [45]



İzahı





Bu bâbtaki hadîsleri Kütüb-i Sitte sahibleri ve diğerleri rivayet etmişlerdir. Bunlardan Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) 'njn hadisi bâzı rivayetlerde daha uzundur.

Ebû Hüreyre ve İbn-i Ömer1 in hadîsleri bir er&shy;keğin bir kadınla evlenmek üzere istekli çıktıktan sonra başka bir erkeğin aynı kadına istekli çıkmasının yasak olduğuna delâlet eder&shy;ler. Hadîslerdeki 'kardeş' kelimesinden din kardeşi mânâsı kastedil&shy;miştir. Bu iki hadîsin zahiri hükmü budur.

Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi ise birden fazla müs-Iüman erkeğin aynı kadına istekli çıkmasının câizliğine delâlet eder.

Yukardaki üç hadîs muvacehesinde, İslâm âlimlerinin görüşleri hakkında T i r m i z İ bu babın başlığının benzeri başlık altında rivayet ettiği Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ve F â t ı -m a (Radıyallâhü anhâ)'nın hadislerini rivayet ederek şöyle der:

"Ebû Hüreyre' nin hadîsi hasen, sahihtir. Mâlik bin E n e s: Bir erkeğin istekli çıktığı kadına başka erkeğin is&shy;tekli çıkmasının yasaklanmasının mânâsı şudur: Bir erkek bir ka&shy;dınla evlenmek isteğinde bulunur, kadın da onunla evlenmeye râzi olunca başkasının o kadına istekli çıkması yasaktır, demiştir.

Şafiî de: Bizce bu hadîsin mânâsı şöyledir: Bir erkek bir kadınla evlenmek isteğinde bulunur, kadın da rızâ gösterir ve ona temayül e.derse o kadına başka erkeğin çıkması caiz değildir. Fa&shy;kat kadının rızâsı veya ilk istekliye temayül etmesi bilinmeden önce, başkasının aynı kadınla evlenme isteğinde bulunmasında hiç bir beis yoktur. Hadîsin böyle yorumlanmasının delili Fâtıma bint-i K a y s (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisidir. Fâtıma (Radıyal&shy;lâhü anhâ)'nın hadisinin mânâsı bizce şöyledir: Fâtıma (Ra&shy;dıyallâhü anhâ) kendisine istekli çıkan sahâbilerden birisiyle evlenmeye rızâ gösterdiğini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e haber vermemiştir. Eğer O'na haber vermiş olsaydı Fâtıma (Ra&shy;dıyallâhü anhâ) 'nın rızâ gösterdiği sahâbîden başkasıyla evlenmesi&shy;ne Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) bir işarette bulunmadı, demiştir."

El-Menhel'in Tekmilesi yazarı Ebû Hüreyre (Radıyal&shy;lâhü anh) 'in hadîsini açıklarken geniş bilgi vermiştir. O bilginin bir kısmını buraya aktaralım:

1. Mâlik, el-Muvattâ' da: Bu hadîsin yorumu kanımızca şöyledir: Erkek kadına istekli çıkar, kadın da ona temayül eder, mu&shy;ayyen bir mihir üzerinde ittifak ederler ve birbirleriyle evlenmeye rızâ gösterirler, işte durum bu dereceye vardıktan sonra başka bir erkeğin aynı bir kadınla evlenmeye istekli çıkmasını Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem) yasaklamıştır. Fakat bir erkek bir kadına istekli çıkar da aralarında henüz bir muvafakata varılmamış ve ka&shy;dın o erkekle evlenmeye temayül göstermemiş iken başka erkeğin aynı kadına istekli çıkmasının yasaklığı kastedilmemiştir, demiştir,

2. Hanbelîler' den İbn-i Kudeme: Evlenilmek istenilen kadının durumu şu üç kısma ayrılır:

I- İstekli çıkan erkeğe kadın olumlu cevap verir veya velîsi&shy;ne olumlu cevap yahut nikâhını kıydırmak için izin verir. Bu halde başka erkeğin aynı kadına istekli çıkması haramdır. Çünkü böyle bir davranış müslümanlar arasında düşmanlığın sokulmasına ve ilk isteklinin işini bozmaya sebebiyet verir. Biz bu hüküm hususunda ilim ehli arasında herhangi bir ihtilâfın bulunduğunu bilmiyoruz. Ancak bâzı âlimler bu hadîsteki yasaklamayı mekruhtuk mânâsına yorumlamışlar ise de açık olan hüküm haramhk mânâsına yorum&shy;lamaktır.

II- Kadın istekli çıkan adamla evlenmeyi reddeder veya te&shy;mayül göstermez, bu takdirde başka erkeğin o kadına istekli çık&shy;ması caizdir. Çünkü Ahmed ve Müslim'in rivayetinde-ki Fâtıma Bint-i Kays (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi meâlen şöyledir:

*ıFâtıma bint-i Kays (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *in yanına vararak Muâviye (Radıyallâhü anh) ve Ebû Cehm (Radıyallâhü anh)'in kendisine evlenme teklifinde bulun&shy;duklarını anlatmış, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:

Muâviye'ye gelince o hiç malı bulunmayan fakir bir adamdır. Ebû Cehm (Radıyallâhü anh) 'a gelince o asasını om uzundan hiç indirmez (Yâni kadınları çok döver). Sen Üsâme bin Zeyd (Radıyallâ-hü anhümâ) ile evlen.-"

Bu rivayette görüldüğü gibi F â t ı m a (Radıyallâhü ahhâ) Muâviye (Radıyallâhü anh) ve Ebû Cehm (Radıyallâhü anh)'ın kendisiyle evlenmek istediklerini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e haber verdikten sonra, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onun Üsâme ile evlenmesini tavsiye et&shy;miştir.

III- İlk istekli erkeğe kadın açıkça olumlu cevap vermemekle beraber taraftarlığı ve rızâsı hâlinden veya başka belirtilerden an&shy;laşılır. Bu takdirde hüküm birinci kısmın hükmü gibidir. Yâni baş&shy;ka erkeğin ona istekli çıkması helâl değildir. A h m e d' in sö&shy;zünün zahiri böyledir. Çünkü birbiriyle evlenmek isteyenlerin bâzı&shy;sına temayül ettiği zaman başka erkeğin istekli çıkması helâl değil&shy;dir. Temayül bazen açığa vurulur, bazen de ima h olur, demiştir.

Kadı Iyaz: Ahmed'in sözünün zahirine göre üçüncü kısımda başka erkeğin istekli çıkmasının mü ban lığıdır. Şafiî' nin cedid mezhebi de budur. Bunların delili de Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisidir.

3. Şâfiîler' den N e v e v î : İlk istekli erkeğe olumlu cevap açıkça verilip erkek de caymaz ve başka erkeğin de istekli çıkmasına izin vermediği zaman ilk istekliden başkasının aynı ka&shy;dına istekli çıkmasının haram lığı hususunda âlimler icmâ etmişler&shy;dir, demiştir."

4. Hanefî Fıkıh Kitablanndan Dürr-i Muhtar müellifi: Bir erkek bir kadınla evlenmek ister, başka istekli erkek bulunmaz, ka&shy;dın da istekli erkeğe rızâ gösterirse onun o kadını istemesinde bir sakınca yoktur, demiştir. Kadınların iddetlerine ait bölümün "El-Hi-dâd" f aslındaki bu ifâdenin haşiyesinde î b n - i  bidîn şöyle der:

Müellifin «Başka istekli erkek bulunmaz, kadın da istekli erke&shy;ğe rızâ gösterirse» kaydını el-Bahr Müellifi Ş â f i i 1 e r' den nak&shy;letmiş ve şöyle demiştir: Ben bu kaydı mezhebimizin âlimlerine âit olarak bir yerde görmedim. Bu kaydın delili;hadîsidir. Bu hadîs sahihtir. Ş âf i î 1 e r, bu hadîsi ilk istekli erkeğin, başka erkeğin istekli çıkma&shy;sına izin vermemesi şartına bağlamışlardır.' Yâni kadını isteyen ilk erkeğin başka erkeklerin de aynı kadına istekli çrkmasına izin ver&shy;memesi şartı koşulur. Bizce de naklolunan hüküm budur. Nitekim ez-Zâhire'de: Bir erkeğin bir kadınla evlenmek için istekli çıkma&shy;sından sonra başka bir erkeğin aynı kadma istekli çıkmasını Pey&shy;gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nehiy buyurmuştur. Bu ne-hiyden maksat, kadının ilk istekliye kalben temayül etmesidir. Et-Tâtarhanlye'nin "Babü'i-Kerâhet" bölümünde böyle denmiştir.

Kadın ilk istekliye karşı susarsa başka erkeğin istekli çıkıp çık-mıyacağı hususundaki iki kavil Şafiî âlimlere aittir. î b n - i  b i d î n bu cümle ile ilgili olarak: Ben derim ki; bâzı karine&shy;lerde kadının kalben ilk istekliye taraftar olduğu bilinmezse ikinci erkeğin istekli çıkabileceğine dâir Şafii ler' ce tercih edilen kavil açıktır. Ama kadının ilk istekliye kalben taraftar olduğu bâ&shy;zı karinelerle bilinirse bu eğilim, açıkça belirtilen rızâ gösterme me&shy;sabesindedir. Yâni bu takdirde ikinci erkeğin istekli çıkmasının câizliği kavli tercih edilmemelidir."

Tekmile yazan şu bilgiyi de vermiştir:

"Kadın ilk istekli erkeğe olumlu cevap verdiği halde başka er&shy;kek aynı kadına istekli çıkıp onunla evlenirse Nevevi' nin be&shy;yânına göre kadınla evlenen ikinci istekli günah işlemiş olur. Bu&shy;nunla beraber Cumhur'un mezhebine göre kıyılan nikâh feshedil&shy;mez.

Mâl i k' in meşhur mezhebine göre henüz zifafa girilmemiş ise nikâh feshedilir.

M â 1 ik'in meşhur olmayan bir rivayetine ve Dâvûd-i Zahirî' nin mezhebine göre duhul olsun olmasın nikâh feshe&shy;dilir, demiştir."

îlk iki hadîsteki "Kardeş" kelimesinden maksadın din kardeşi olduğunu yukarda belirtmiştik. Şu halde hadisteki yasaklama hük&shy;mün ilk isteklinin müslüman olması hâline mahsustur. Bir zimmi erkek bir zimmi kadını istedikten sonra müslüman bir erkeğin o ka&shy;dına istekli çıkmasında sakınca yoktur. Evzâî, îbn-i Mün-z i r * ve Hattâbî böyle demişlerdir. Fakat cumhur bu hüküm hakkında zimmi erkeği müslüman erkek gibi kabul etmişlerdir. [46]



Ebûhüreyre (Radıyallahü Anh) Ve İbni-İ Ömer (Rad1yallahü Anh) İn Hadislerinin Fıkıh Yönü ,





1. Bir erkek bir kadına istekli çıktıktan sonra başka bir erkeğin aynı kadına istekli çıkması haramdır. Bu husustaki gerekli bilgi ve tafsilât yukarda verilmiştir.

2. Hadîsteki yasaklama hükmü ilk istekli erkeğin müslüman olması hâline mahsustur. Bu hüküm hadislerdeki 'Kardeşi' kelime&shy;sinden çıkarılır. Buna âit fıkıhçıJarın görüşleri de yukarda anlatıldı.

3. Bu hadisler deiîl gösterilerek aynı hükmün kadınlar hakkın&shy;da da mevcut olduğu söylenmiştir. Meselâ: Bir kadın bir erkekle evlenmek ister ve isteğini erkeğe iletir. Erkek de kadına olumlu ce&shy;vap verir. Taraflar evlenme hazırlığı işine girdikten sonra başka bir kadın o erkekle evlenmek ister ve onu ilk kadından caydırma&shy;ya çalışır, erkek de birden fazla kadınla evlenmeme kararındadır, işte bu durumda ikinci kadının giriştiği iş haram sayılır. Fakat er&shy;kek her iki 'kadınla da evlenmek niyetinde ise ikinci kadının istekli çıkmasında bir sakınca yoktur.

Hadislerin fıkıh yönüne âit yukardaki bilgi el-Menhel'in tekmi-leşinden naklen verilmiştir. Yazar yukardaki üçüncü maddeyi Fet-hü'I-Bâri'nin 9. cildinin 158. sayfasından naklettiğini beyan etmiş&shy;tir.

Fâtıma bint-i Kays (Radıyallâhü anhâ)'nın hadi-siyle ilgili izaha geçelim:

E b u Dâvûd "Boşanan kadının nafakası" babında bu ha&shy;dîsi müteaddit senedlerle uzun ve kısa metinler hâlinde rivayet et&shy;miştir. Kütüb-i Sitte yazarlarının, Mâlik, Tahavi ve Bey-haki1 nin de rivayet ettikleri bu hadîsin bâzı rivayetlerinde be&shy;lirtildiği gibi Fâtıma bint-i Kays (Radıyallâhü anhâ) Ebû Amr bin Hafs (Radıyallâhü anh) ile evli iken ko&shy;cası kendisini boşamıştı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'ya iddetini I b n-i Ü m m î M e k t û m (Radıyallâhü anh) 'in evinde doldurmasını emretmiş ve iddetini bitirdikten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat etmesini emir buyurmuştu. Fâtıma (Radıyallâhü an&shy;hâ) boşanma iddetinden çıktıktan sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e durumu arzetmiş ve müellifin rivayetine göre M u â v i y e (Radıyallâhü anh), E b ü ' 1 - C e h m (Radıyallâ&shy;hü anh) ve Ü s â m e (Radıyallâhü anhl'ın kendisiyle evlenmek isteğinde bulunduklarını arzetmiştir. Bâzı rivayetlerde Ü s â m e (Radıyallâhü anh)'in ismi istekliler arasında geçmemiştir. M ü s -1 i m ' in rivayetinde de geçmiştir. Fâtıma (Radıyallâhü an&shy;hâ) isteklilerden hangisi ile evlenmesi konusunda Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem)'e danışmış. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de isteklilerin durumlarını beyân buyurmuştur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M u â v i y e (Ra-dıyallâhü anh) in fakir olduğunu beyan etmiş, (bâzı rivayetlerde gö&shy;rülen az lâfız değişikliği mânâyı değiştirmez) bu sebeple o değişik&shy;likleri burada belirtmeyi gerekli görmüyorum.

İsteklilerden E b ü'l-C e h m (Radıyallâhü anh)'m da ka&shy;dınları çok dövücü olduğunu belirtmiştir. Bâzı rivayetlerde: «Ebü'l-Cehm asasını omuzundan indirmez.- buyurulmuş ki, bu ifâde mü&shy;ellifin rivâyetindeki ifâdenin mânâsını verir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fâtıma (Radı&shy;yallâhü anhâ)'nın Ü s â m e (Radıyallâhü anh) ile evlenmesini

uygun görmüş, bâzı rivayetlerde; -Üsâme ile evlen.» ifâdesi buyurulmuştur. Fakat Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmeye taraftar olmadığını belirtmek istemiştir. Tekmile yazarı&shy;nın beyânına göre Fâtıma (Radıyallâhü anhâVnın bu teklif&shy;ten hoşlanmayışının sebebi Ü s â m e (Radıyallâhü anh)'m çok si&shy;yah tenli ve azadlı köle olmasıydı. Fakat Ü s â m e (Radıyallâhü anh)'m dindarlığı, fazileti ve güzel huyları Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in malûmu olduğu için Fâtıma (Radıyallâ&shy;hü anhâJ'nın yaranna Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu tavsiyede bulunmuştur. Hadîsin son kısmında belirtildiği gibi bu tav&shy;siyeye riâyetin Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) için hayırlı oldufcu buyurulduktan sonra, Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) Ü s â m e (Radıyallâhü anh) ile evlenmiş ve sonra bu evliliğin onu mutlu kıl&shy;dığını ve bâzı kadınların onun hâline imrendiklerini ifâde etmiştir. [47]



Hadîsin Fıkıh Yönü





Tekmile yazarı bu hususta ezcümle şöyle der:

1. Bir kimsenin durumu hakkında istişare edildiği zaman da&shy;nışılan zâtın durumu sorulan kişi hakkında bildiği kusurlarını söy&shy;lemesi meşrudur. N e v e v I, el-Ezkar'da: Bilmiş ol ki; gıybet yani bir müslümam hoşlanmadığı durum ve kusurlarıyla anmak haram ise de maslahat için bâzı hallerde mubahtır. Dinen meşru sa&shy;yılan sıhhatli bir amaca ulaşmak ancak ilgili şahsın sorularını an&shy;latmakla mümkün ise o takdirde yapılan gıybet mubahtır. Gıybet etmeyi meşru maslahat için mubah kılan sebepler çoktur. Bunlardan birisi zulme uğrayan kişinin uğradığı zulmü yetkili zâtlar huzurun&shy;da anlatmasıdır, demiştir.

2. Kişiyi kendisi için yararlı olan işe teşvik etmesi müstehab-tır. Kişi o işten hoşlanmasa dâhi ona doğru yolu göstermek müste-haptır. Çünkü o bu yararları idrak etmeyebilir. Tabii nasihat eden zât bu yararları müdrik fazilet ehlinden olduğu zaman ona uyul&shy;malıdır.

3. Fazilet ehlinin nasihatini kabul etmeli. Çünkü iyi bir sonu&shy;ca ulaşılması umulur. Nitekim F â 11 m a (Radıyallâhü anhâ) ilk anda Ü s â m e (Radıyallâhü anh) ile evlenmeden hoşlanmamış sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin nasihatini kabul edip Ü s â m e (Radıyallâhü anh) ile evlenince son derece mem&shy;nun ve mutlu olduğunu belirtmiştir. Hattâ M ü s 1 i m' in riva&shy;yetinde :

"Ben Üsâme (Radıyallâhü anh) ile evlendim. Allah Üsâme (Ra&shy;dıyallâhü anh) ile beni şereflendirdi ve ikram etti."

4. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e uymak ve tak&shy;vadan ayrılmamak insanın makamını yüceltir. O insan azadlı köle bile olsa bu durum değişmez. Çünkü F â t ı m a (Radıyallâhü an&shy;hâ) Arapların en şerefli kabilesi olan Kureyşler' den idi. U s â m e (Radıyallâhü anh) ise Peygamber (Sallallahü Aleytii ve Sellemi'in âzadlı kölesi idi. Takvası ve üstün sâlihliği, meziyetiyle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin sevgisine mazhar ol&shy;muştur.

5. Boşanan kadın henüz iddetini bitirmemiş iken ona açıkça is&shy;tekli çıkmak caiz değil ise de imâ yoluyla istekli çıkmak caizdir. Çün&shy;kü bâzı rivayetlere göre F â t ı m a (Radıyallâhü anhâ) iddetin-den çıkınca isimleri anılan sahâbîlerin kendisiyle evlenmek arzusun&shy;da olduklarını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arzetmiş-tir. Kadın iddetinden çıkmadıkça ona açıkça istekli çıkmak caiz de&shy;ğildir."

Hadiste Anılan Zâtların Hâl Tercemeleri

Muâviye (R.A.)'m hâl tereemesi dokuz nolu, Üsâme bin Zeyd (R.A.)m ki 795 nolu ve Patıma Bint-i Kays (R.A.Vnınki 1789 nolu hadislerin izahı bölümünde geçmiştir. Buraya müracaat edilebilir. [48]



11- Bakire Ve Dul Kadından (Nikâh İçin) Emir İstemek Babı





1870) Abdullah bin Abbâs (Radtyaltâhü anhümâ)'da.n rivayet edildi&shy;ğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Dul kadın, nefsinin evlenmesi hususunda velîsinden daha çok hak sahibidir. Bakire de nefsi (nin evlenmesi) hakkında emri (= iz&shy;ni) istenir.»

Denildi ki:

'Yâ Resûlallahl Şüphesiz, bakire, konuşmaktan haya eder.

Efendimiz buyurdu ki:

«Bakirenin izni onun susmasıdır.»"

Ebül-Cebm (R.A.)'in Hâl Tereemesi

Ebül-Cehm bin Suhayl'in adı Âmir veya TTbeyd bin Huzeyfe el-Kureşi Mek&shy;ke'nin fetih yılı müslümanlığı kabul etmiş, Kureyş'in saygı değer öncülerinden idi. Asabi mizaçlıydı. Nakışlı bir yönlü, siyah elbiseyi Peygamber (S.A.V.)'e hediye eden zât budur. Fakat Şam mamulü bu elbise Peygamber (S.A.V.) tarafından kendisine iade edilmiştir. Mâlik ve Tahavi'nin Âişe (R.A.)'dan rivayet ettikleri hadiste be&shy;lirtildiği gibi elbisedeki işlemeler Peygamber (S.A.V.)'ı meşgul etmiş olmasaydı, Peygamber (S.A.V.) bunu iade ederken Ebüi-Cehm (R.A.Vın inbican ma'mulü olan nakışsız bir elbisesini istemiş ve bu elbise hediye edilmiştir. (El-Menhel cild 8. san. 10 ve Tekmile cild 4, sah. 313)



1871) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Dul kadın, kendisinin açık emri alınmadıkça nikâh olunmaz. Ba&shy;kire de izni alınmadıkça nikâh olunmaz ve onun izni, susmasıdır.»"



1872) Adiy (bin Amîre) el-Kindî (Radıyallâhü anhyâtn rivayet edil&shy;diğine göre Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Dul kadın, nefsinin arzusunu açıkça söyler. Bakire de rızâsı onun susmasıdır.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki râviler sıka zâtlardır. Ancak sened munkatîdir. Çünkü ravi Adi (bin Adî) babası Adî bin Amire (R.A.)'-den hadis isitmemiştir. İkisinin arasına el-Urs bin Arnre girer. (Ki aracı olan el-Urs, senedde yoktur. Bunu Ebû Hatim ve başkası söylemiştir. Lâkin bu hadis İÇİn sahih şâhidler vardır. [49]



İzahı





îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m hadisini Şafiî, Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesaî ve Bey-haki de rivayet etmişlerdir.

Hadisteki "El-Eyyim" kelimesi Arap dilinde eşi olmayan bekâr veya dul erkek ve kadın mânâsında kullanılır. Fakat bu hadiste dul kadın mânâsında kullanılmıştır. Burada bakireye karşılık kullanıldı&shy;ğı için hadîsin zahirine göre kocasının ölümü veya boşaması dolayı&shy;sıyla dul kalmış kadın demektir.

Hadîs dul kadının evlenmesi hususunda velisinden daha çok hak ve yetki sahibi olduğuna delâlet eder. Bu nedenle onun emri olma&shy;dan velisi tarafından nikâhı yapılamaz. Bu hükümle ilgili hadisdeki ifâde dul kadının evlenmesi hususunda velîsinin de hak sahibi ol&shy;duğuna fakat kadının hakkının onunkinden fazla olduğuna delâlet eder. Bunun içindir ki velî o dul kadını kendisine denk bir erkekle evlendirmek isterse fakat kadın kabul etmezse velîsi tarafından ic&shy;bar edilemez. Şayet dul kadın kendisine denk bir erkekle evlenmek isteyip velisi imtina ederse velî icbar edilir. Buna rağmen velî İsrar&shy;da bulunursa kadı tarafından o kadının nikâhı kıyılır. N e v e v î fıkıhçıların bu hükmünün bu hadîsten alındığını M ü s 1 i m' in şerhinde açıklamıştır.

Bakire kadının evlenmesi için velîsi tarafından izin istenen ba&shy;kirenin izin istendiğinde susması dînen izin sayılır.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Kütüb-i Sitte sahibleri rivayet etmişlerdir.

Adî (Radıyallâhü anh)'m hadisi ise Zevâid türündendir. Fa&shy;kat notta belirtildiği gibi sahîh şâhidleri vardır. Görüldüğü gibi onun hadîsindeki hüküm daha önce geçen îbn-i Abbâs (Radıyal&shy;lâhü anh) ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîslerin-deki hükümlerin aynısıdır.

Bu bâbta rivayet edilen hadîslerden anlaşıldığı gibi dul kadının nikâhının yapılması onun açık emir ve müsaadesine bağlıdır. Muva&shy;fakati istendiğinde susması yeterli sayılamaz. Fakat bakire kadı&shy;nın nikâhının yapılması için izni istendiğinde dille izin vermesi şart değildir, susması kâfidir.

Yukardaki hadîslerden bahis konusu edilen bakire ve dul kadın&shy;dan maksat, erginlik çağına varmış olan kadınlardır. Henüz bu ça&shy;ğa varmamış olanlardan izin almak anlamsızdır. Bu çağa gelmemiş olan bakire veya dul kızların nikâhları ile ilgili hükümler bundan sonra gelecek olan 13. ve 14. bâblardaki hadîsler bölümünde anlatı&shy;lacaktır.

Burada bâzı noktalar hakkında âlimlerin görüşlerini belirtmek gerekir. Şöyle ki:

1. Erginlik çağına varmış olan bakire kızdan izin alınmadan,

2. Erginlik çağına varmış olup dul olan kadından izin alınma&shy;dan, babalan tarafından velî sıfatıyla akdedilecek nikâhın hükmü nedir? Bu husustaki âlimlerin görüşlerini anlatalım:

El-Menhel'in Tekmile yazarı Ebû Dâvûd'un "tstTmâr" babındaki Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ve îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadisleri şerhinde ezcümle şöyle der:

1. Erginlik çağına varmış olan bakire kızlardan izin alınma&shy;dan babaları tarafından nikâhları kıyıldığı takdirde, kıyılan nikâ&shy;hın sahih olup olmadığı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. îlim ehlinin ekserisinin görüşüne göre, kız, yapılan nikâha rızâ göster&shy;mediği takdirde o nikâh hükümsüzdür.

Medine ehlinin bâzısına göre babanın kıydırdığı nikâhtan bakire kız hoşlanmasa bile o nikâh caizdir. Mâlik, Şafii, îbn-i Ebî Leylâ, el-Leys, Ahmed ve îshak'ın kavli de budur.

2. Erginlik çağına ermiş olan dul kadından müsaade alınmadan yapılan nikâh tüm âlimlerce hükümsüzdür. Dul kadının babası on&shy;dan müsaade almadan nikâhını kıydırdıktan sonra durumu duyan kızı rızâ göstermezse yine nikâh tüm âlimlerce hükümsüzdür.

Hadîslerdeki dul kadın tâbirinden maksat sıhhatli veya fasit bir evlenme yahut vat-ı şüphe ile bakireliği giderilmiş olan kadın mâ&shy;nâsı kastedilmiştir. Yine hadîslerdeki bakire tâbirinden maksat, ba&shy;kirelik zarı her hangi bir temasla giderilmemiş veya atlama, aşırı kan akma gibi hastalıkla bakireliği zail olmuş olan kadın, demektir.

Gayri meşru cinsel temasla kızlığı bozulmuş olan kadın bakire hükmüde mî, dul hükmünde mi?

Bu hususta âlimler arasında ihtilâf vardır:

1. Ebû Hanîfe ve Mâlik'e göre bu kadın bakire hükmündedir.

2. Şafiî, Ahmed, Ebû Yûsuf ve Muham-m e d' e göre bu kadın dul kadın hükmündedir.

Bakire kadının susması ve hiç bir şey söylememesi hâlindeki hü&shy;küm hususunda da şöyle bir ihtilâf vardır:

1. Mâli ki I er'e göre, bakire kadından izin istendiğinde bir şey söylemeden kaçarsa veya ağlarsa, yahut oturduğu yerden kalkarsa veya hoşlanmadığına delâlet eden bir belirtisi bulunursa, izin ve rızâsının olmadığı anlaşılır ve nikâhı kıyılamaz.

2. Şâfiîler'e göre mezkûr hareketlerin hiç birisi nikâh kıymaya mâni değildir. Ancak bakire, ağlayıp, bağırırsa ve buna karşı olduğunu davranışları ile bildirirse o zaman iznin olmadığı an&shy;laşılır. [50]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:30 am

12- (Erginlik Çağına Ermiş Bâkîre Veya Dul) Kızı Hoşlanmadığı Halde Onu Evlendiren Baba(Nın Kıydırdığı Nikâha Ait) Bâb





1873) Ensâr'dan olan Abdurrahmân bin Yezîd ile Mücemmî' bin Ye-zîd (Radtyallâhü anhütnâ) (isimli iki kardeş)'den rivayet edildiğine göre:

Onlardan Hizam (Radıyallâhü anh) isimli bir adam (Hansa adındaki) kızının nikâhını yapmış, sonra kız babasının yaptığı nikâh işinden hoşlan mı yarak Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına varıp (durumu) O'na anlatmıştır. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kızın babasının yaptığı nikâh işini ip­tal buyurmuş, kız da bundan sonra Ebû Lübâbe bin Abdi'l Münzir (Radıyallâhü anh) ile evlenmiştir.

Râvi Yahya o kızın dul olduğunu anlatmıştır." [51]



İzahı





Ş â.f iî, Âhmed, Buhâri, Sünen sahipleri, B e y h a -ki ve Dârekutnî bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Son hadisin râvisi Adi el-Kindî'nin Hâl Tercemesi

Adî el-Kindl (R.A.)'m babasının adı Ümeyye'dir. Sahâbî olan bu zâtın 10 ha­disi vardır. Müslim, onun bir hadisini rivayet etmiştir. Râvileri Ad! ve el-Aras isimli iki oğlu ile Kays bin Ebi Hazim Mir. Müslim, Ebû Dâvûd, Nesal ve İbn-İ Mâceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir. Vakıdî'nin dediğine göre hicretin 40. yılı vefat etmiştir. (Hulâsa: 264)

Dâvûd üuu y âvûd'un rivayetinde kızın dul olup isminin de Hansa olduğu ve râvi Abdurrahman ile Mücemmi' (Radıyallâhü anhüm)'ün iki kardeş oldukları belirtilmiştir. Bâzı ri­vayetlere göre kızın babasının ismi H ı d â m ' dır.

H ı d â m veya Hizam (Radıyallâhü anh) A m r bin A v f oğullarından Halid el-Ensârı (Radıyallâhü anh) 'in oğludur. Müellifin rivayetinde Yahya' nin belirttiği diğer bâ­zı rivayetlerde de Hansa (Radıyallâhü anhâ) 'nın dul olduğu be­lirtilmiştir. S e v r î' nin rivayetinde bakire olduğu ifâdesi var ise de zayıftır. Tercih edilen rivayet onun dul olduğuna dâir olan ri­vayettir.

Tekmile yazarı şöyle der .-

Hansa (Radıyallâhü anhâ) 'nın dul olduğu rivayeti daha kuv­vetlidir. Nitekim Abdürrezzâk, Ebû Bekir bin M u -h a m m e d' den Jahriç ettiğine göre Ensâr-i Kirâm'dan bir adam Hansa bint-i Hidâm (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmiş son­ra adam Uhud savaşında şehid edilince Hansa (Radıyal­lâhü anhâ) 'nın babası başka bir adamla onu evlendirmiş, nikâhının yapıldığından haberdar olunca Hansa (Radıyallâhü anhâ) Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat ederek:

(Yâ Resûlallah!) Babam benim nikâhımı yapmış. Halbuki çocu­ğumun amcası (ile evlenmem) bana daha sevimlidir, demiştir.

îşte yukarıdaki rivayet Hansa (Radıyallâhü anhâ)'nın ilk kocasından çocuğunun olduğuna ve ilk kocasının Ensâr'dan olduğu­na delâlet eden ilk kocasının ismi Enis bin Katâde (Ra­dıyallâhü anh) idi.

Hansa ^Radıyallâhü anhâ)'nın babasının kendi başına

Hansa (Radıyallâhü anhâ)'yi verdiği kocanın ismine rastlıya-madık.

Hansa (Radıyallâhü anhâ) babasının yaptığı nikâh işinden hoşlanmıyarak durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e şikâyet edince, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o nikâhı iptal etmiş, Hansa (Radıyallâhü anhâ) da bundan sonra Ebû Lûbâbe (Radıyallâhü anh) ile evlenmiştir.

Hadisin Fıkıh yönü ve erginlik çağma varmış kız veya dul ka­dının hoşlanmamasına rağmen babası tarafından nikâhının kıyılma-sıyla ilgili âlimlerin görüşleri bu bâbta rivayet edilen hadîslerin so­nunda anlatılacaktır.



1874) İbn-i Büreyde (Abdullah)ın babası Büreyde[52] (bin el-Hu-sayb) (Radtyalİâkü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Gene bir kız Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına gelerek:

Babam hakirliğini benimle giderip yükselmek için beni erkek kardeşinin oğlu ile evlendirdi, diye şikâyette bulundu. (Büreyde) de­miştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (yapılan nikâ­hın kabul veya redd) işini kıza verdi. Bunun üzerine kız:

Ben babamın yaptığı işi kabul ettim. Velâkin babaların böyle yapmaya hakları olmadığının kadınlarca bilinmesini istedim, dedi."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahihtir. Müelliften başka­sı bu hadisi Âişe (R.A.) ve başka sahâbiden rivayet etmişlerdir.

Hâl Tercemeleri

Hadîste isimleri geçenlerden Abdurrahman bin Yezid bin Câriye el-Ensârî Ebû Muhammed el-Medeni (R.A.) Ömer bin el-Hattâb (R.A.)'m oğlu Âsim

Hadiste ismi geçen Mücemmİ' bin Yezîd bin Câriye el-Ensârî (R.A.) yukarda hâl tercemesi verilen AMurrahman (R.A.)'ın .kardeşidir. Utbe bin Üveym bin Sâi-de ve Hansa bint-i Hizâm'dan rivayette bulunmuştur. Kavileri ise oğlu Yâkub, Kasım bin Muhammed ve îkrime bin Seleme bin Rabia'dır. Bu zât Peygamber (S.A.V.) hayatta iken Kur'an-ı bir araya cem edenlerden olan Mücemmi' (R.A.)'ın erkek kardeşinin oğludur. Bu zâtın Peygamber (S.A.V.)'in sohbetine kavuştuğunu söyleyenler yanılmışlardır. Sahâbîlik şerefine mazhar olan bu zât değil, bunun amcası olan Mücemmi' bin Câriye (R.A.)'dir. (Mücemmİ bin Câriye (R.A.)'ın hâl tercemesi 1536 nolu hadis bölümünde geçmiştir.)

Hansa bint-i Hıdam veya Hizam bin Hâlid el-Ensârl, Amr bin Avt oğulları kabJlesindendir. Ensârtn Evs kabilesindendir. Ebû Lübâbe (HA.) ile evlenmiştir. Bir kaç hadisi vardır. Buhârt bir tanesini rivayet etmiştir. Râvisi Mücemmi 7>in Yezld-bin Câriye'dir. (Er-Menhel Tekmilesİ C. 3, Cah. 271 ve" Hulâsa 490)

Ebû Lübâbe (RA.J'ın hâl tercemesi 1084 nolu hadis bölümünde geçmiştir.

İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir:

Bakire genç bir kız Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek, kendisi hoşlanmadığı halde babasının onun nikâhını kıydı­ğını Efendimize anlattı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) onu (yapılan nikâhın kabul veya reddi için) muhay­yer kıldı.

(îbn-i Mâceh demiştir ki) : Bu hadîsin mislini İbn-i Abbâs (Ra-dıyallâhü anh) vasıtasıyla Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) '-den... râviler senedi ile Muhammed bin es-Sabbah da bize tahdis et­miştir. [53]


İzahı





B ü r e y d e (Radıyallâhü anh)'m hadîsi Zevâid türündendir. Notta belirtildiği gibi ayni hadîsi başka hadîsçiler, Â iş e (Radı­yallâhü anhâ) ve başka sahâbîden rivayet etmişlerdir.

T i r m i z i' nin Nikâh bölümünün "Bakire ve dul kadından izin istemek" bâbındaki hadîsler şerhinde e 1 - A h ve z î' nin beyâ­nına göre bu hadîsi, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'dan N e s â î rivayet etmiştir. Oradaki hadis meâlen şöyledir:

"Âişe (Radıyallâhü anhâ)*dan rivayet edildiğine göre genç bir kız Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin odasına girerek:

Ben hoşlanmadığım halde babam, hakir ligin i benimle giderip yükselmek için beni erkek kardeşinin oğlu ile evlendirdi, demiştir.

Âişe (Radıyallâhü anhâ) kıza:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelinceye kadar otur, demiş, sonra (Efendimiz gelince) kız, durumu On a anlatmış, bunun üzerine Efendimiz kızın babasına haber gönderip çağırtmış ve (ya­pılan nikâhın kabul veya red) işini kıza bırakmıştır. Bunun üzerine kız:

Yâ Resûlallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Ben babamın yaptığını kabullendim. Lâkin babaların böyle yap­maya hakları olmadığının kadınlarca bilinmesini istedim, dedi."

Beyhaki: 'Nesâi' nin Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet ettiği bu hadîs mürseldir. Çünkü onun senedinde Abdul­lah bin Büreyde (Radıyallâhü anh) doğrudan Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet etmiştir. Halbuki, î b n-i B ü -reyde (Radıyallâhü anh), Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan ha­dîs işitmemiş, demiştir.

A h m e d'in de kendi Müsnedinde bu hadîsi rivayet ettiği, e 1 - A h v e z î tarafından bildirilmiştir.

Sindi: Bu hadis, yapılan nikâhın sahih olduğuna, ancak kı­zın bu nikâhı reddedebileceğine delâlet eder, demiştir.

Hadîs'in senedindeki Ibn-i Büreyde (Radıyallâhü anh) Abdullah isimli olduğu Nesâi' nin rivayetinden anlaşı­lır. Büreyde (Radıyallâhü anh) 'in Âmir isimli başka oğ­lu da vardır.

Hadîsdeki "Hasiset", hakîrlik ve denilik demektir. îzzet ve şere­fin karşıtıdır.

I bn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Müellifimiz iki sened ile rivayet etmiştir. Bu hadisi Ahmed, Ebû D â -vûd, Nesâi ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. îbnü'l-Kattan, bu hadîsin sahîh olduğunu bildirmiştir.

Bu bâbta rivayet edilen ilk hadîs gibi ikinci ve üçüncü hadîsler de, bir babanın erginlik çağına gelmiş kızının muvafakatini ve rızâ­sını almadan nikâhını kıymaya yetkili olmadığına ve yaptığı tak­dirde kıyılan nikâhın kabul veya red yetkisinin kıza âit olduğuna delâlet ederler.

Erginlik çağına varmış olan bakire veya dul kızdan izin alma­dan babası tarafından akdedilen nikâhın sahîh olup olmadığı husu­sundaki âlimlerin görüşlerini bundan önceki bâbta izah etmiştim. Burada ise erginlik çağına varmış olan bakire veya dul kadın hoşlan­madığı halde babası tarafından akdedilen nikâhının sahîh olup ol­madığı hususundaki âlimlerin görüşlerini anlatalım. Buna geçme­den önce okuyucuların zihinlerinin karışmaması için şu noktayı be­lirteyim : Evlenecek kızdan izin almamak ayrı bir şeydir, onun hoş­lanmaması ayn bir şeydir[54]



Bakire Olup Erginlik Çaglna Varmış Bir Kız İstemediği Halde Babası Tarafından Evlendirilebilir Mi ?





EI-Menhel'in Tekmile yazarı (1875 nolu) Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadîsini açıklarken şunları söyler:

"Bu hadîsdeki bakire kız (1873 nolu) hadîste geçen Hansa b i n t - i Hizam (Radıyallâhü anhâ) 'dan başka bir kadındır. Kız evlenmek istemediği halde babası tarafından nikâhı yapılmış. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de yapılan nikâhın kabul veya iptal yetkisini kıza bırakmıştır.

Bu hadis bir babanın erginlik çağına varmış bakire I'izını evlen­dirmeye yetkili olmadığına delâlet eder. Bu husustaki âlimlerin gö­rüşleri şöyledir:

1. Hanef iler, Evzâi, Sevrî ve bir rivayete göre Ahmed böyle hükmetmişlerdir. Tirmizi; İlim ehlinin ek­serisinin böyle hükmettiklerim anlatmıştır.

Bu grubtaki âlimlerin delilleri, 1 bn-i Abbâs (Radıyal­lâhü anh)'in yukardaki hadisi, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m (1871 nolu) hadîsi ve İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in 1870 nolu) hadîsidir. Bir de şu delilleri vardır: Eğer duru­mu anlatılan kızın bir malı olmuş olsa ondan izin almadan babası­nın o malda tasarruf yetkisi yoktur. Bunun gibi, kızın izni olmadan babası onu evlendiremez.

2. Mâlik, Şafiî. (el-Leys, İbn-i Ebi Leylâ) ve î s h a k : Bir baba erginlik çağına varmış olan bakire kızını isteği dışında evlendirebilir, demişlerdir. Ahmed' den de böy­le bir rivayet vardır. Bunların deîîli: Ahmed, Nesâi, Ebû Dâvûd ve Beyhakî' nin rivayet ettikleri İbn-i Ab-bas (Radıyallâhü anh) in şu merfu hadisidir:

«Dul kadın nefsinin evlenmesi hususunda velîsinden daha fazla hak sahibidir. Bakire de (evlenmesi için) babası ondan izin ister.»

Bu grubtaki âlimler; Yukardaki hadisten anlaşılıyor ki, dul ol­mayan kadın evlenme hususunda velîsinden fazla hak sahibi değil ve velîsi ondan daha yetkilidir. Hadisdeki veliden maksat babadır. Çünkü kızına karşı şefkati tamdır. Baba ölmüş ise kızın baba ba­bası bu hükmündedir. Hadîslerde geçen «Bakire kızdan emir (izni) istenir.» mealindeki hüküm müstahablık içindir. Nitekim Ahmed, Ebü Dâvûd, Beyhakî ve Şafiî' nin rivayet ettikle­ri îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in şu merfu hadisinde Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem.U;-*^;Üj j ^L-pl l*j*' = «Karı­larınıza, kızları (mn evlendirilmesi) hakkında danışınız- buyurmuş­tur. Şafiî: Kızların evlendirilmesinde anneler için hiç bir yet­ki bulunmadığı hususunda âlimler arasında bir ihtilâf yoktur. Bu hadisdeki emir müstahablık içindir. Maksat annelerin gönül hoşlu­ğunu sağlamaktır, demiştir.

Beyhakî (1875 nolu) î b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadîsine cevaben: Bu hadiste mezkûr bakire kız. Küfü (yâ­ni dengi) olmayan bir erkekle nikâhı kıyıldığı için Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) onu muhayyer kılmış, demiştir.

El-Hâfız da: Beyhakî' nin cevâbı, itimada şayan bir cevabtır. Özel bir olaydır, umumî bir hüküm ifâde etmez, demiş­tir.

Birinci gruptaki âlimler, ikinci grubun delillerine şöyle cevap vermişlerdir:

a) ikinci grubun dediği îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m merfu' hadîsindeki; «Dul kadın evlenmesi hususunda velî­sinden daha çok (yetki) sahibidir» ifâdeden çıkarılan «Dul olmayan kadın velîsinden daha çok hak sahibi değil, velîsi daha çok hak (yet­ki) sahibidir.» hükmü Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın (1871 nolu) hadîsin açık hükmüne ters düşer.

b) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) (1875 nolu) hadi-sindeki bakire Juzın, babası tarafından, küfü (dengi) olmayan bir erkeğe nikâhını kıydığı sözü hiç bir delili olmayan mücerred bir id­diadır. Bilâkis bu hadisin zahirine göre kız, nikâhının kıyıldığı ko­cadan hoşlanmadığı için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından muhayyer kılınmıştır. Muhayyerlik işi kocasının denk ve küfü olmaması nedeniyle olmamıştır.

El-Allâme es-San'âni de: Beyhaki ve el-Hâ-f ı z' m yukardaki sözlerini bağlı bulundukları Şafii mezhebini savunmak kabilinden telâkki ediyorum. B e y h a k i' nin yorumu bir delile dayanmıyor. Eğer küfü, yâni emsal olmamak nedeni söz konusu olsaydı, kız bunu anlatacaktı. Halbuki sadece hoşlanmadığını anlatmıştır. E 1 - H â f ı z ' in dediği: Bu özel bir olaydır, umumî bir hüküm ifâde etmez, sözü de sıhhatli değildir. Bilâkis bu hüküm umumîdir. Çünkü illeti kızın hoşlanrnayışıdır. Nerede hoşlanma du­rumu olursa bu hüküm sabittir, demiştir.

İbn-i Hazm ise: İkinci grubun bildiğimiz tek dayanağı babanın henüz erginlik çağına varmamış olan kızının nikâhını kıya-bildiğine dâir (1876 nolu gibi) hadîslerdir. Onlar derler ki madem ki baba küçük yaştaki kızının nikâhını kıyabilir. O halde bu hüküm yetişkin kız için de caizdir, demiştir."

Tuhfe yazarı da yukardaki bilgileri daha genişçe naklettikten sonra: Ibn-i Mâceh'in (1874 nolu) B ü r e y d e (Radı-yallâhü anh) 'm merfu1 hadîsi de birinci grubun görüşünü teyid eder mâhiyettedir. Çünkü hadisteki "Fetât" kelimesi genç kız ve kadın anlamını ifâde eder ki bu ifâdenin şümulüne bakire de dul da girer. Nesai1 nin  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'dan rivayet ettiği benze­ri hadîs mürsel ise de Ibn-i M â c e h ' in ki muttasıldır, de­miştir. [55]



Dul Olup Yetişkin Bir Kız İstemediği Halde Babası Tarafından Onun Nikâhı Kıyılabilir Mi?





1873 nolu Hansa (Radıyallâhü anhâ) ile ilgili hadîs, dul bir kadının rızâsı alınmadan babası tarafından nikâhının kıyılamıya-cağını ve kıyılsa dâhi reddedilmeye mahkûm olduğuna delâlet eder.

El-Menhel in Tekmile yazarı "Dul kadının evlenmesi" babında

rivayet olunan bu hadîsin şerhinde özetle şöyle der:

"Bütün ülkelerdeki fetva yetkilisi imamlar, bir babanın, dul kı­zından muvafakat ve rızâsını almadan, nikâhını kıyamıyacağı husu­sunda ittifak etmişlerdir. Yalnız Hasan-ı Basri ve en-Na-h a i muhalif kalmışlardır. Hasan-ı Basri:

Bir baba, dul olan kızının nikâhını, ondan muvafakat almadan, hattâ isteksiz olduğunu bilse bile yapabilir, demiştir. E n - N a h a î de eğer dul kız babasının yanında barınmış olup bakımı altında ise, ondan muvafakat istemeden, babasının kıyacağı nikâh sahihtir. Şa­yet, dul kız babasından ayrı oturuyor veya uzak bir yerde bulunu­yorsa babası onun rızâsını isteyip öylece nikâhını kıyabilir, demiş­tir."

Gerek Hansa (Radıyallâhü anhâ) ile ilgili mezkûr hadis ve gerekse dul kadınların nikâhı ile ilgili diğer sahih hadîsler bu iki âlimin görüşünü reddeder. Hansa {Radıyallâhü anhâ)'nın dul olduğu Ebû D â v û d ' un ve başkaların rivayetinde açıklan­mıştır. Bu hususla ilgili bilgili kısmen o hadîsin izahı bölümünde verilmiştir. [56]



Yetişkin Dul Kadının İzni Alınmadan Velîsi Tarafından Kıyılan Nikâhının Hükmü Nedir ?





Tekmile yazarı yukardaki bölümün devamında bu hususta da şöyle der:

"Bu (1873 nolu) hadîsle hükmeden âlimler izni alınmadan veli­si tarafından nikâhı akdedildikten sonra, durumdan haberdar olup kabul eden dul kadının kıyılmış olan nikâhının câizliği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

1. Hanef İler ; Dul kadın, yapılmış olan nikâhı kabulle­nirse, nikâh caiz sayılır. İptal ederse nikâh hükümsüz sayılır, demiş­lerdir.

2. Şafii, Ahmed ve Ebû Sevr: Dul kadın, ya­pılmış olan nikâhı kabullense bile nikâh hükümsüzdür. Çünkü Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hansa (Radıyallâhü anhâ)'mn yapılmış olan nikâhını reddetmiştir, derler.

3. Mâl i kiler: Velî durumdaki şahıs dul ve bakire bir ka­dından izin almadan nikâhını kıyar, sonra kadın durumdan haber-dar edilirse bakılır: Eğer bu kadın, şehirde ise ve rızâsının alınma­sı kolay olup durumu duyduktan sonra yapılmış olan nikâhı reddet­tim gibi bir harekette bulunmadan nikâhı kabul ve tasvip ederse, nikâhtan sonra alınacak izni geçerlidir ve nikâh da bu iznin alın­ması ile tamamlanmış olur. Şayet, kadın o şehirde değil, veya ka­bul etmesi ihtimâli zayıf ise yahut durumdan haberdar olur olmaz henüz muvafakat ve iznini almak gibi yollara baş vurulmamış iken, yapılan nikâhı reddetmiş ise, yapılan nikâh akdi, akit sayılmaz, do­layısıyla kadının boşanmasına da mahal kalmaz, demişlerdir."

Nevevî de Müslim'in "Dul kadından nikâh hususun­da açık izin istenir" bâbmdaki hadîsler şerhinde şunu söyler.-

"Nikâhı, akdedecek veli baba olsun, başkası olsun dul kadının nikâhını akdedebilmek için kadının kendi diliyle ve açıkça izin ver­mesinin gerekliliği hususunda ihtilâf yoktur. Çünkü daha önce ev­lenip erkekle yaşadığı için bakire kadar sıkılganlığı kalmamış olur. Bir kadının dul sayılması hususunda bakireliğinin sahîh veya bâtıl bir evlenme veya vad-ı şüphe (yâni bir erkek o kızı kendi karısı zan ederek, kız da o erkeği kendi kocası zannı ile yapılan cinsî te­mas) ile veya zina ile bakireliğinin giderilmesi arasında bir fark yok­tur. Hangi şekilde bakireliği zail olmuş ise dul sayılır. Fakat kadının yüksek bir yerden atlaması, yaşının ilerlemesi, parmak gibi bir şe­yin tenasül uzvuna sokması ile bakireliği zail olan yahut livata ile temas edilmiş olan bir kadını dul hükmünde sayılıp sayılmaması mes'elesi ihtilaflıdır. En kuvvetli kavle göre dul sayılır, demiştir. [57]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:32 am

13- Erginlik Çağına Varmamış Kızlarının Nikâhını Kıyan Babaların Akdettikleri Nikâh (İn Hükmünün Beyanı) Babı





1876) Âişe (Radıyallâhü ankâ)'â<ın; Şöyle demiştir:

Ben altı yaşımda bir kız iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni nikâh eyledi. (Üç sene sonra) biz Medine'ye hicret et­tik. El-Hâris bin el-Hazreç oğullarının konağına indik. Sonra ben sıtmaya tutuldum. Bu nedenle saçım döküldü. (Bu hastalığı allattık­tan sonra) saçım gürleşti. Öyle ki uzayıp omuzlarıma döküldü. (Bir gün) Ben kız arkadaşlarımla beraber salıncakta oynarken annem Ümmü Rûmân benim yanıma gelip beni çağırdı. Bunun üzerine ben annemin yanma geldim. Annemin ne etmek istediğini bilmiyordum. Annem elimi tuttu. (Hızlıca eve doğru yürüdük) Nihayet evimizin kapısı Önünde beni durdurdu. Ben yorgunluktan sık sık soluyordum. Soluğum yatışmcaya kadar orada durdurdu, sonra annem biraz su alarak onunla yüzümü ve başımı sıvazlayıp bunun akabinde beni eve koydu. Evin bir odasında bulunan Ensâr'dan bir kadın grubu ile aniden karşılaştım. Bunlar (bana) ;

Hayır ve bereket üzerine ve nasibin en hayırlısına (kavuştun veya kavuşasın) dediler. Annem beni bunlara teslim etti. Bunlar da benim (başımı yıkadılar ve) kılık kıyafetimi düzleyip süslediler. (O âna kadar hatırıma bir şey gelmediği için) beni hiç bir şey sıkmadı. Ancak Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "i kuşluk-zamanı ha­bersiz görünce sıkıldım. Biraz sonra kadınlar beni O'na teslim etti­ler. O gün ben dokuz yaşında bir kız idim."



1877) Abdullah (bin Mesuıi) (Radtyailâhü anh)Vlen: Şöyle demiştir:

Âişe (Radiyallâhü anhâ) yedi yaşında bir kız iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu nikahlamıştır. Ve Aişe dokuz ya­şında iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onunla zifafa girmiştir. Ve Âişe (Radiyallâhü anhâ) 18 yaşında iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat etmiştir."

Not: Zevâid'de şöyle denmiştir : Bu hadisin isnadı Buhâri ve Müslim'in şartı üzerine sahihtir. Ancak bu isnad munkatidir. Çünkü râvi Ebû Übeyde, babası (Ab­dullah )'dan hadis işitmemiştir. Bu durumu ŞuTse, Ebû Hatim ve İbn-i Hibban si­kalar bölümünde söylemişlerdir. Tirmizi de el-Câmi'de, el-Müzzi'de eJ-Etrafta ve bunlardan başka zarlarda bunu söylemişlerdir. Bu hadisi Nesai küçük süneninde Âişe (R.A.)'den rivayet etmiştir. [58]



İzahı





Aişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadisini Buhâri ve Müs­lim de rivayet etmişlerdir. Bu hadis'e göre Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem)'in Âişe (Radıyallâhü anhâ) annemiz ile nikâhı akdedilirken Âişe (Radıyaİlâhü anhâ) altı yaşmda idi.

Abdullah (Radıyallâhü anh)'m hadîsi notta belirtildiği gi­bi Zevârd türündendir. Nesai aynı hadîsi Âişe (Radıyal­lâhü anhâ)'dan rivayet etmiştir. Müslim de Âişe (Radı­yallâhü anhâ)'dan bunun benzerini rivayet etmiştir. Bu hadis'e gö­re Âişe (Radıyallâhü anhâ) yedi yaşında iken nikâhı kıyılmış­tır.

Buharı, Müslim Ebû Dâvûd, Nesaî ve B e y h a k i' nin yine Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettikleri benzer bu hadisin benzeri bir hadiste Âişe (Radıyallâ­hü anhâ)'nm nikâhı akdedilirken altı veya yedi yaşında olduğu bil­dirilmiştir.

Görüldüğü gibi nikâh akdi yapılırken Âişe (Radıyallâhü an­hâ)'nın yaşının altı veya yedi olduğu hususunda değişik rivayetler vardır. Rivayetlerin ekserisine göre altı yaşında iken nikâh akde­dilmiştir. N e v e v î bütün rivayetlerin arasını şu şekilde bulmuş­tur: Nikâh akdi yapılırken Âişe (Radıyallâhü anhâ) altı'kü­sur yaşında idi. Rivayetlerin ekserisinde küsurat atılarak altı yaş denmiş, bâzı rivayetlerde küsurat tam gibi sayılarak yedi yaş den­miştir.

El-Menhel'in Tekmile yazarı "Küçük yaştaki kızların nikâhı" bâ-bmda aşağıdaki bilgileri vermiştir:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hicretin birinci yılı Şevval ayında Âişe (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmiş yâni zifafa girmiştir. Bir kavle göre hicretten 17 ay sonra Şevval ayında zifaf olmuştur. Birinci kavil Âişe (Radıyallâhü anhâ)'-nm bu bâbtaki hadisine daha uygundur.

İbn-i Abdi'I-Berr: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'yi rüyada ipekli bir elbise için­de görmüştü. Sonra annemiz Ha t î c e (Radıyallâhü anhâ) vefat ettikten üç yıl sonra Âişe (Radıyallâhü anhâ) ile nikâhı kıyıl­mıştı. Hatice (Radıyallâhü anhâ)'nın vefatı hicretten üç yıl önce vuku bulmuştu. El-İstiâb'da bu hususta anlatılanların en sıh­hatlisi budur, demiştir.

T a b a r â n î' nin Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet et­tiğine göre şöyle demiştir:

"Hatice (Radıyallâhü anhâ) vefat edince Osman bin Mazûn (Ra­dıyallâhü anh) 'in hanımı Havlete bint Hakim (Radıyallâhü anh) Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *e gelerek j

Yâ Resûlallah evlenmiyecek misin? diye sormuş. Efendimiz t «Kim (ile) ?* diye karşılık vermiştir. Havlete :

Dilersen kız ile, dilersen dul ile (evlen) diye cevap vermiş. Efen­dimiz t

*Kız kimdir?» diye sorunca Havlete: Allah'ın yarattıklarından senin en çok sevdiğin Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'m kızı Âişe (Ra­dıyallâhü anhâl'dir, diye cevap vermiştir. Efendimizi

«Dul kadın kimdir?» diye sorunca Havlete: Şevde bint-i Zam'a (Radıyallâhü anhâVdır, sana îman edip izini takip eder, diye cevap vermiştir. Efendimizi

«O halde git onlara anlat.» Bunun üzerine Havlete Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) in evine gidip Âişe (Radıyallâhü anhA)'nın anne­sini bularak:

Ey Ümmü Rumân Allah size ne büyük hayır ve bereket idhâl etti? Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'yi zâtına istemek için beni gönderdi, demiş. Ümmü Rumân da Ebü Be­kir {Radıyallâhü anh)'ı beklemek isterim. Çünkü hemen gelecek de­miş, biraz sonra Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) gelince Havlete aynı sözü ona da söyleyince Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) :

Kızım ona olur mu. Çünkü kardeşinin kızıdır? diye sormuş. Hav­lete dönüp durumu Efendimize anlatınca Efendimiz:

«Ebû Bekir'e dön ve ona deki sen dinde benim kardesimsin ben de senin kardeşinim ve senin kızın bana olur» buyurmuş, Havlete tekrar Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'in yanma vararak durumu ay­dınlatınca nikâh akdi yapılmıştır. [59]



Küçük Yaştaki Kızların Nikâhının Yapılması Hususundaki Âlimlerin Görüşleri





N e v e v i bu babın ilk hadisini açıklarken şu bilgileri vermiştir: "Bu hadîs erginlik çağma varmamış olan bakire kızın izni ol­maksızın baba tarafından nikâhının kıyılmasının câizliğine açıkça delildir. Çünkü küçük yaştaki kızdan izin almak anlamsızdır. Biz­ce baba yokken baba babası da aynı yetkiye sahiptir.

Müslümanlar babanın küçük yaştaki kızının nikâhını yapabile­ceği hususunda icmâ etmişlerdir. Bu kız erginlik çağına varınca Irak âlimlerine göre muhayyerdir, dilerse nikâhını feshedebilir.

Mâlik, Şafiî ve diğer Hicaz Fıkıhçılarma göre kız erginlik çağına varınca nikâhı feshedemez.

Baba ve onun babasından başka hiç bir velî küçük yaştaki kı­zın nikâhım yapamaz. Şafiî, Sevrî, Mâlik, Ahmed, İbn-i Ebî Leylâ, Ebû Sevr ve Cumhur'un kavli bu­dur. Bunlara göre böyle bir nikâh sahih değildir.

Ebû Hanife, Evzâİ ve ba$tea bâzı selef âlimlerine gö­re tüm velîler bu yetkiye sahiptir, yapılan nikâh sahihtir ve kız bâ-liğa olunca nikâhını feshedebilir. Yalnız Ebû Yûsuf'a göre kızın fesih yetkisi yoktur.

Âlimlerin cumhuru velî durumunda olmayan yabancı vâsinin böyle bir yetkiye sahip olmadığı hususunda ittifak etmişlerdir. Yal­nız Şüreyh, Urve ve Hammâd onun da yetkili oldu­ğunu söylemişlerdir. Hattâbî de bu kavli Mâlik' ten ri­vayet etmiştir.

Şafii ve arkadaşları: Bir kız erginlik çağma varmadıkça babası veya baba babasının onu evlendirmemesi müstehabtır. Bu yaşa varıp onun iznini almak daha iyidir. Tâ ki kız, hoşlanmadığı halde kocanın esiri durumuna düşmesin, demişlerdir. Bunların bu sözü bu hadîs'e muhalif değildir. Çünkü bunların maksadı kız için apaçık bir yarar olmayınca erginlik çağından önce evlendirmemek-tir. Ama geciktirme ile bu açık yararın kaçırılmasından korkulursa nikâh yapılmalıdır. Âişe (Radıyallâhü anhâJ'nm nikâhı mes'e-lesi de böyle olmuştur. Bu endişe hâlinde evlendirmek müstehaptır.

Küçük yaşta iken nikâhı kıyılan düğün ve zifaf çağı sorusuna gelince, kızm velîsi ile kızı nikahlayan koca, düğün ve zifaf yapıl­ması kıza hiç bir zarar vermiyeceği hususunda ittifak ederlerse zi­faf cihetine gidilir. Bunlar arasında bu konuda ihtilâf varsa âlim­ler değişik görüşler beyan etmişlerdir:

1. Ebû Hanîfe, Şafiî ve Mâlik'e göre zifaf için ölçü kızın cinsel ilişkiye gücünün yetmesidir. Bu gücün yaşı husu­sunda bütün kızlar aynı durumda olmazlar. Bunu belirli bir yaşa bağlamak mümkün değildir. En sahîh görüş budur. Âişe (Ra­dıyallâhü anhâ) 'nın hadîsinde bir yaş tahdidi yoktur. Dokuz yaşına henüz varmamış olmakla beraber çabuk gelişmesi nedeni ile cinsel temasa gücü yeten bir kız için bu hadiste bir engel olmadığı gibi yaşı dokuzu geçer olup gücü yetmediği halde zifafın yapılmasına dâir bir izin ve müsâade hükmü de yoktur.

Dâvûdi: Âişe (Radıyallâhü anhâ) dokuz yaşına vardı­ğında güzelce gelişmiş durumda idi, demiştir."

Bilindiği gibi sıcak iklimlerde kızlar erken gelişir, bolluk içinde yetişen kızlardan, bilhassa etli iyi gıda alan kızlardan dokuz yaşın­da aybaşı âdeti gören kızlar da olabilir. [60]



Küçük Yaştaki Dul Kızın Nikâhının Kıyılmasına Ait Hüküm Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri





Tekmile yazarı bu hususta şöyle der:

1. Ebû Hanife ve Evzâî'ye göre henüz erginlik çağma varmamış olan dul kızın nikâhı velîsi tarafından yapılabilir. Kız bulûğ çağma varınca nikâhını feshetmek veya kabul etmek hu­susunda muhayyer kılınır, demişlerdir.

2. Şafiî, Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre böyle bir kızın nikâhını kıymaya hiç bir veli yetkili değildir. Ancak kız erginlik çağına varıp açıkça izin verince nikâhı kıyılabilir.

3. Mâlik: Bu küçük dul kızın küçük bakire kız gibi ba­bası tarafından nikâhı yapılabilir, demiştir.

Nevevî, Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nm 1876 nolu hadîsi ile ilgili olarak verdiği geniş bilgiden şu birkaç noktayı belirtmek is­terim:

Âişe (Radıyallâhü anhâ)'yi götürmeye gelen Ensâr'dan bir kadın grubunun ona hitaben söyledikleri sözler, çıkarılan gelin ve damat için hayır bereket ve iyi nasibe kavuşmalarına duâ etmenin müstehabhğma delâlet eder.

Çıkarılacak gelinin yıkatılması, temizletilmesi, süsletilmesi ve onu çıkarmak için kadınların toplanmasının müstehablığı hükmü de hadisimi çıkarılır. (Bunda bir çok yarar vardır, diyen Nevevî bunları sıralamış ise de çoğu toplumun malûmu olduğu için bura­ya aktarmaya hacet görmedim.)

Hadîs gelin ile damadın gündüz zifafa girmelerinin câizliğine de­lâlet eder. [61]



14- Babalarından Başka Kimselerin Kıydıkları Küçük Yaştaki (Bakire Veya Dul) Kızların Nikâh (İn Hükmünün Beyanı) Babı





1878) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'&dn rivayet edil­diğine göre:

Osman bin Maz'un [62] (Radıyallâhü anh) vefat ettiği zaman, (geride yetim) bir kızını bıraktı. İbn-i Ömer:

Kızın amcası olan dayım Kudame (bin Maz'un) (Radıyallâhü anh) ona danışmadan nikâhını bana yaptı. Bu (nikâh) İşi kızın ba­basının ölümünden sonra oldu. Kız, amcasının yaptığı nikâh işinden hoşlanmadı ve el-Muğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anh) ile evlendir­mesini arzuladı. (Kız bulûğ çağına vardıktan) sonra amcası onu el-Muğire (Radıyallâhü anh) ile evlendirdi."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı mevkuftur. Ve îbn-i Ömer (R.A.)'ın mevlâsı Nâfi'in oğlu Abdullah isimli râvi senedde bulunuyor ki onun zayıflığı Üzerinde ittifak vardır. [63]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîsi Ahmed ve Dârekutnİ de rivayet etmişlerdir. T i r m i z î' nin "Yetim kızı zorla evlen­dirmek" bâbmdaki hadîslerin şerhi bölümünde Tuhfe yazarı A h -med ile Dârekutnî' nin rivayet ettikleri bu hadisi daha uzun bir metin hâlinde rivayet etmişlerdir. O rivayet merfu' hük­münde olup meali şöyledir:

...İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ>'dari rivayet edildiğine gö­re şöyle demiştir:

Osman bin Maz'un (Radıyallâhü anh) vefat etti ve Havle bint-i Hakim bin Ümeyye bin Harise bin el-Evkas isimli karısından doğma bir kızını bıraktı. (Yâni yetim bir kızı kaldı.) Osman bin Maz'un, (o kız için) kardeşi Kudame (bin Maz'un) (Radıyallâhü anhümâ)'yı vasi tâyin etmiş idi. Osman ve Kudame benim dayılarımdı. Ben de Osman bin Maz'un'un kızını (dayım) Kudâme'den istedim. Kudâ-me de nikâhımızı kıydı. Sonra el-Muğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anhî, (kızın anasının yanına) girerek onu mala rağbet ettirdi. Bu­nun üzerine kızın anası ona kanmak istedi. Kız da anasının arzusu­na uydu. Bunun üzerine kız ile anası (benden) imtina ettiler. Niha­yet onların işi Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'e intikal et­ti. Bunun üzerine Kudame;

Yâ Resülallah! Bu, benim erkek kardeşimin kızıdır. Kardeşim beni ona vasi tâyin etti. Ben de onunla halasının oğlunun nikâhını kıydım. Ben ne küf'ülük (emsallik) ne de yararlılık hususunda onun hakkında bir kusur işlemedim. Lâkin o, bir kadındır. Ve sırf ana­sının arzusuna uydu, dedi. İbn-i Ömer demiştir ki: Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«O, yetim bir kızdır. (Erginlik çağına varıp) izni olmadan nikâ­hı yapılamaz» buyurdu, tbn-i Ömer:

"Vallahi, ben onu nikahladıktan sonra (böylece) benimle alâka­sını kesti. (Bulûğ çağına vardıktan) sonra onu el-Muğîre bin Şu'be ile evlendirdiler."

T i r m i z i de aynı bâbta: 'İlim ehli, erginlik çağına varma­mış olan (dul veya bakire) yetim bir kızın nikâhının kıyılıp kıyılma-ması hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki: Âlimlerin bir kısmı, yetim kızın nikâhı kıyıldığı takdirde, kız bulûğ çağına varıncaya kadar bu nikâh mevkuf (durdurulmuş) olur. Kız bulûğ çağma va­rınca o nikâhı kabul veya fesih etmek hususunda serbesttir, görüşü­nü beyan etmişlerdir. Tabiîlerin bâzısının ve başka bir kısım âlim­lerin kavli de budur. Bâzı âlimler de: Bulûğ çağına varmadıkça ye­tim kızın nikâhı yapılamaz. Ve nikâh hususunda muhayyerlik yok­tur, demi$lerdir. Süfyân-ı Sevrİ, Şafiî ve onlardan başka bâzı âlimlerin kavli budur, demişlerdir. Ahmed ve Ishak da: Yetim kız dokuz yaşına varınca nikâhı kıyılır, o da râzi olursa, nikâh caizdir. Sonra bulûğ çağına vardığında onun muhay­yerlik hakkı yoktur, demişlerdir. Bu iki âlim  işe {Radıyallâhü anhâ)'mn (1876 nolu) hadisini delil göstermişlerdir. Ayrıca Âişe (Radıyallâhü anhâl'nın: "Bir genç kız dokuz yaşına girince artık o, kadındır." mealindeki eserini de delil göstermişlerdir, demiştir. [64]



Erginlik Çağına Varmamış Bakire Veya Dul Yetim Kızın Nikâhını Velîsi Veya Vâsisi Kıyabilir Mi ?





Bu bâbta Müellifimizin rivayet ettiği ve Ahmed ile D â-r e k u t n î' nin daha geniş bir metin hâlinde rivayet edip mea­lini yukarıya aldığım î b n - i Ömer (Radıyallâhü anh)'m hadî­sine göre nikâhı geçersizdir.

Bu husustaki âlimlerin görüşlerini yukarda T i r m i z i' den naklen beyân ettim.

El-Menhel'in Tekmile yazarı da Ebû Davud'un "İstimar" babı ile "Küçük kızların tezvîci" babında rivayet olunan hadislerin açıklaması bölümünde bu hususu uzun uzun anlatmıştır. Ben ora­lardaki bilgilerin bir kısmını özetliyerek buraya aktarmayı uygun buldum.

1. Ebû Hanİ'fe' nin arkadaşları, E v z â i ve başka bâzı âlimler: Yetim kızın velîleri onun nikâhını kıyabilirler. Kız bulûğ çağına varınca nikâhını feshedebilir, demişlerdir. Bunlardan yalnız Ebû Yûsuf'a göre, kız baliğ olunca feshedemez, de­miştir. Bunların bir delili:

«Ve yetim kızlarda evlendiğiniz zaman onlar) hakkında adalete riâyet edemiye-ceğinizden korkarsanız, (onlarla evlenmeyip) sizin için helâl olan kadınlarla... evleniniz.[65]

Bu âyet, erginlik çağına varmamış dul veya bakire yetim kı­zın babadan başka velileri tarafından nikâhının kıyılabileceğine de­lâlet eder. Çünkü bu âyette geçen "Yetâmâ" kelimesi "Yetîme"nin çoğuludur. "Yetime" kelimesinin hakiki mânâsı erginlik çağına er­memiş babasız bakire veya dul kız demektir. Âyet, yetim kızın me-

hir hususunda aldatılma m ası şartıyla nikâhının kıyılmasına izin ver­miştir. Şu halde böyle kızın nikâhı kıyılamaz, diyenler kuvvetli bir delile muhtaçtırlar.

(Tuhfe yazarı da yukardaki âyetten çıkarılan bu hükümle ilgili bilgiyi e 1 - H â f ı z ' dan naklen vermiştir.)

2. Şafiî, Sevr î. Mâlik, Ahmed ve Cumhur'a göre böyle bir yetim kızın baba babasından başka hiç bir velîsi onun nikâhını kıyamaz. Kıyarsa hükümsüz ve bâtıldır. Ancak erginlik ça­ğına varınca nikâhı kıyılabilir. Bunların delili T i r m i z i, E b û Dâvûd ve Nesai' nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet ettikleri şu hadîstir:

"... Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildi­ğine göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Yetim kızın evlenmesi hususunda izni istenir. Eğer (izni iste­nince) susarsa onun susması (nikâhının kıyılması için) izindir. Eğer nikâhtan açıkça veya bir belirtiyle) imtina ederse onun üzerinde (nikâh kıymaya) cevaz yoktur.»"

Şafiî bu hadîsin zahirini delil göstermiştir. Bu grubtaki âlim­lere göre hadîste geçen "Yetime" kelimesinden maksad erginlik ça­ğma varmış olan babasız kızdır. Bu çağa varmadan önce yetim sa­yıldığı için bu ifâde kullanılmıştır. Bu kelime ile küçük yaştaki ye­tim kız mânâsı kasdedilmemiştir. Çünkü bu çağdaki bir küçükten izin almak manasızdır.

3. Ahmed ve İshak'a göre yetim kız dokuz yaşına vardığında nikâhı kıyılıp kendisi de rızâ gösterirse kıyılan nikâh caizdir ve bulûğ çağına varınca nikâhın kabul veya feshi hususun­da muhayyerlik hakkı yoktur. Bunların delili  i ş e (Radıyal­lâhü anhâ)'nın (1876 nolu) hadîsidir. Lâkin bu hadîs onlar için de­lil olamaz. Çünkü Âiş e (Radıyallâhü anhâ) dokuz yaşında iken bulûğ çağma varmış idi.

Alimlerin cumhuru bülüğ çağına varmamış yetim kızın nikâhı­nın vasi tâyin edilmiş yabancı kişi tarafından da kıyılamıyacağına ittifak etmişlerdir. Yalnız Şüreyh, Urve, Hammâd ve Mâlik bin Enes; Vasi bulûğ çağına varmamış yetim kızın nikâhını kıyabilir, demişlerdir.

Rey ehli de: Vasi yetimin velîsi ise nikâhını kıyabilir. Çünkü kız bulûğ çağına varınca kıyılan nikâhı feshedebilir, demişlerdir." [66]



15- Velî (Den İzin) Siz Hiç Bir Nikâh Olamaz1 Babı





Velî: Arap dilinde düşman kelimesinin karşıtıdır. Din istilahın-da, ise erginlik çağına varmış, hür ve müslüman olup başkasının ma­lında veya evlendirilmesinde dinen yetkili olan kişidir. Bu tariften anlaşıldığı gibi çocuk, deli, bunak, köle ve gayri müslim bir kimse bir müslümamn nikâhı hususunda velî olamaz.

Nikâh için velî olmanın nedenleri, akrabalık, bir cariyeye mâ­lik olmak, câriye'yi azâd etmiş olmak ve devlet başkanı veya onun yetkili kıldığı kimse olmak'tır. Bu dört neden hakkında gerekli bil­giyi verelim : [67]



1. Akrabalık Nedeni İle Velî Sayılanlar:





Sünen-i Ebû Dâvûd'un "Velî" babında Tekmile yazan şöyle der:

A) a. Ebû Hanîfe' nin meşhur kavline ve Şafii ile A h m e d ' e göre hür kadının velîsi onun öz babasıdır.

b. Mâlik, Ebû Yûsuf, İshak bin Rahaveyh ve Ibn-i Münzir'e göre kadının velîsi onun öz oğludur. Oğul, babadan öncelikle velilik yetkisine sahihtir. Ebû Hani-f e ' den olan bir rivayet de böyledir. Çünkü mîras konusunda oğul, babadan kuvvetlidir.

a. grubunun delili ise şudur: Kadının babası, görüşçe daha mü­kemmel, şefkatça daha şiddetlidir. Bunu, kadının oğluna nazaran öne almak gerekir. Bir de şu var ki: Baba, veya sefih yahut küçük evlâdının velisidir. Şu halde nikâh vesâir hususlarda da veli olmak onun hakkıdır.

B) a. Kadının öz babası yok ise Şafii ve Ahmed' den yapılan bir rivayete göre baba babası velidir. Kadının öz oğluna ter­cih edilir.

b. Mâlik, Ebû Yûsuf, İshak, İbn-i Münzir ve bir rivayete göre Ebû Hanîfe ve Ahmed: Kadının oğlu, babadan önce olduğu gibi baba babadan önce de velilik hak­kına sahihtir, demişlerdir.

c. A h m e d ile Mâlik' ten alman başka bir rivayete göre kadının erkek kardeşi, kadının baba babasından önce velilik hakkına sahibtir.

C) a. Kadının babası ve baba babası... yok ise Hanefi . âlimleri ile Mâlik ve Ahmed'e göre, kadının oğlu, o yok­sa oğlunun oğlu... kadına yakınlık sırasına riâyet etmek şartı ile velîdirler.

b. Şafii: Kadının oğlu ve oğlunun oğlu... velilik hakkına sahip değildir. Meğer 'Hâkimlik' veya câriye olan anasını^ satın al­makla hürriyetine kavuşturmuş ise 'Mevlâlık' sıfatını hâiz ise velî olur. Artık velilik sıfatı oğulluk değil, hâkimlik veya mevlâlık ne­denine dayanır.

D) a. Kadının babaları ve oğulları yok ise H a n e f İ 1 e r ile Şafii ve M â 1 i k ' e göre kadının ana baba bir erkek kar­deşi velilik hakkını hâiz olur. A hm e d' in sahih kavli de bu­dur.

b. A h m e d ' in meşhur kavli ile Şafiî' nin kadim (eski) kavline ve Ebû Sevr'e göre kadının yalnız baba bir erkek kardeşi a sıkkındaki kardeşten farksızdır.

Bunlar da yok ise kadının erkek kardeşinin oğullan, oğullarının oğulları... bunlar da yok ise kadının amcası, o da yok ise onun oğul­ları ve oğullarının oğulları bu sıraya göre velilik hakkına sahiptir­ler. Bunlardan aynı derecede olup birisi baba ve ana bir, diğeri de yalnız baba bir durumu olursa yukarda kardeşler hakkında anlatı­lan âlimlerin görüşleri bunlar hakkında da aynidir.

E) a. Ebü Hanife' den yapılan meşhur rivayete göre ferâiz ilminde "Asaba [68]" ismi verilen yakını olmayan kadının velîsi, onun anası, kız kardeşi, teyzesi, ana bir erkek kardeşi, dayı­sı, anasının amcası gibi yakınlarıdır. El-Kisânî: Eğer kadının asaba sayılan yakını bulunmazsa, anası, kız kardeşi ve teyzesi gibi erkek veya kadın tüm yakınları velî durumda olur, kadının nikâhı­nı kıyabilirler. Şu şartla ki: Nikâhı kıyan kadın veya erkek, nikâ­hını kıydığı kadının mirasçısı olsun. Mirasçılık sırasına göre velilik hakkı verilir, demiştir.

Ebû Hanife' den diğer bir rivayete göre, kadının ölümü hâlinde onun malının belirli bir payını alan veya asaba durumunda olan her mirasçısı onun nikâhını kıymak hususunda velisi sayılır.

b. Mâlik, Şafiî, Ahmed ve bir rivayetinde Ebû H a n i f e : Yalnız ana bir erkek kardeş, dayı, kadının anasının amucası ve anasının babası gibi asaba sayılmayan akrabaları kadı­nın velîsi olmazlar. [69]



2. Câriye Sahibi Olmak Nedeni İle Velî Sayılanlar





Cariyenin nikâhını kıymak yetkisi onun sahibine aittir. Efendisi yok ise, efendisinin bizatihi asabası sayılan babası, baba babası, oğ­lu, oğlunun oğlu, erkek kardeşi gibi yakınları o cariyenin velîsi du­rumundadırlar. Bu hususta âlimler ittifak halindedir. [70]



3. Cariyeyi Azat Etmiş Olmak Nedeni İle Veli Sayılanlar





Azat edilen cariyenin birinci maddede anlatılan yakınları yok ise onu azat etmiş olan kişi nikâh hususunda onun velîsidir. O da yok ise veya kadın, kâfir gibi veli olma şartlarını taşımıyorsa onun asa­bası sayılan yakınları birinci maddedeki sıraya göre velisi sayılırlar.

(ikinci ve üçüncü maddedeki durumlar bugün için hiç karşılaşıl­mayan hususlar olduğu için bunu kısa kesmeyi uygun buldum.) [71]



4. Devlet Başkanı Veya Yetkili Kıldığı Kimse Olmak





Kadının anılan velîleri bulunmaz veya onu evlendirmekten (hak­sız yere) imtina ederlerse Devlet başkanı veya yetkili kıldığı kimse onun nikâhını kıyar. Yâni onun velîsi olur. Bu hususta âlimler müt­tefiktir."

Bu hususlarda geniş malûmat isteyen Fıkıh kitaplarına müra­caat etsinler.



1879) A içe (Radtyaüâhü anhâ )"f\an rivayet edildiğine göre: Resii-hıllah (Sulltillahii Alryhi ve Selimi) şöyle Inıyurdu. demiştir:

«Herhangi bir kadın ki velîsi onun nikâhının kıyılmamasına izin vermemiş ise onun nikâhı bâtıldır, onun nikâhı bâtıldır, onun nikâ­hı bâtıldır. (Veliden izinsiz kıyılan nikâhtan) sonra eğer kocası onun­la cinsel temasta bulunursa, bu teması sebebi ile ona mehritnin öden­mesi lüzumu) vardır. Eğer velîler, (kadının nikâhını engelleyecek de­recede evlendirme işinde) ihtilâfa düşerlerse artık sultan, hiç bir ve­lîsi olmayanın velîsidir.-" [72]



İzahı





Şafii. Ahmed, Tirmizî, Ebû Dâvüd, Ta havi. ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir.

Hadisin : cümlesi yerine Ebû Dâvüd'un rivayetinde; -velîlerin izni olmaksızın nikâh akdini bizzat kıyan kadın» ifâdesi ve T i r m i z i ' de :«velisinin izni olmaksızın nikâh akdini biz­zat kıyan kadın» cümlesi bulunur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) velîden izin alınma­dan kıyılan nikâhın bâtıl olduğunu tekit için üç defa tekrarlamıştır.

Hadisin: cümlesi yerine T i r m i v. i ve Ebû D â v û d ' da : «Eğer kocası ona duhul ederse (cinsi

temasta bulunursa)» cümlesi kullanılmıştır. İki cümlenin mânâsı ay­nıdır.

Nikâh bâtıl sayılmakla beraber kocası, kadının mehirini Ödemek­le mükellef tutulmuştur. Çünkü bu nikâha binâen yapılan cinsi mü­nâsebet, vat-t şüphe hükmündedir.

Hadisin: fıkrasının mânâsı şöyledir:

"Eğer veliler nikâh akdinin yapılmasına mâni olacak bir tarzda niza ve ihtilâfa düşerlerse nikâh akit işi sultana veya yetkili kıldığı vekiline intikal eder, onlar nikâh akdini yaparlar ve bu durumda mevcut veliler yok hükmündedirler."

Mecmeu'l Bihâr'da: Velîlerin ihtilâfa düşmelerinden maksat ni­kâh akdine engel olmalarıdır. Nikâh akdinin hangi velîye ait oldu­ğu konusunda velîlerin ihtilâfa düşmeleri kastedilmem iştir. (Velîle­rin öncelik sırası malûmdur. Bu hususta ihtilâfa düşmeleri söz ko­nusu değildir.) Eğer aynı sıraya dâhil bir kaç veli varsa (meselâ kadının velîsi durumunda bir kaç erkek kardeşi bulunursa) ve her kardeş ben nikâh akdini yapacağım diye ihtilâfa düşerlerse, ka­dının yararlan görüşü noktasından hareketle bunlardan hangisi ön­ce nikâh akdini yaparsa onunki muteberdir. Bundan sonra diğer ve­liler tarafından kadının başka erkekle yapılan nikâh akitleri hüküm­süzdür, denilmiştir.

Hadîsten çıkan Fıkıh hükümleri ve bu husustaki âlimlerin görüş­leri ile ilgili geniş bilgi bu babın son hadisinin izahı bölümünde in-şâallah verilecektir.



1880) Aişe ve İbn-i Abbâs (RadtyaUâhü ankümâyâan rivayet edildi­ğine göre; Resûllullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Veli(den izinhsiz hiç bir nikâh olamaz.»

Aişe (Radıyallâhü anhâ)'nın merfu hadîsinde şu ilâve vardır. «Sultan, hiç bir velîsi olmayanın velîsidir.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: 'Bunun isnadmdaki Haccâc, îbn-i Artat olup tedlisçidir ve bu hadisi an'ana ile rivayet etmiştir. Bu da var: Kendisi İkri-me'den hadîs işitmemiştir. O, ancak Dâvûd bin el-Husayn aracılığı ile İkrime'den rivayette bulunur. Bu durumu İmam Ahmed söylemiştir. Abbâd bin Zührİ'nin de­diğine göre Haccâc Zühri'den de hadis işitmemiştir. Lâkin sıka olan Süleyman bin Musa ZÜhrî'den (1879 nolu) hadisin senedi ve metnini rivayet etmekle Hac cac'a mutabi olmuştur. Sünen sahipleri İ879 nolu hadisi rivayet etmişlerdir.

Sindî: Ben diyorum ki, 1879 nolu hadisin isnadının sıhhatli olup olmadığı hususunda hadîsçiler konuşmuşlardır, demiştir.



1881) Ebû Musa (el-Eş'ârî) (Radtyallâhü anh)'(\en rivayet edildiği­ne göre; Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Velîtden izin)siz hiç bir nikâh olamaz.-"



1882) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kadın kadının nikâhını kıyamaz. Kadın kendi nefsinin nikâhını da kıyamaz. Çünkü şüphesiz, zâniye kadın, kendi nefsinin nikâhını kıyan kadındır.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadîsin isnadında bulunan râvi Ce­mil bin el-Hasan el-Atakî, hakkmda Abdan: (Konuşmasında) yalan söyleyen bir fasıktır, demiştir. İbn-i Adi de : Abdal'dan başka Cemil aleyhinde konuşan hiç bir kimseyi duymadım. Şüphesiz onun rivayetinde hiç bir beis yoktur ve onun mün-ker bir hadis rivayet ettiğini bilmiyorum, demiştir. îbn-i Hibban de : Cemil'i si­kalar arasında zikrederek: O garlb hadisler rivayet eder, demiştir. îbn-i Hibban kendi sahihinde, İbn-i Huzeyme ve el-Hâkim onun rivayet ettiği hadisleri zikret mislerdir. Mesleme el-Endülüsi de : O, sıkadır, demiştir. Senedin diğer râvileri sıka zâtlardır. [73]



İzahı





1879 nolu hadîs metninin izahını onun tercemesinden sonra yap­tık.

Zevâid türünden olan 1880 nolu hadisi müellifimiz, Â i ş e (Ra-dıyallâhü anhâ) ve İbn-i Abbâs (Hadıyallâhü anh)'den ri­vayet etmiştir. Ancak seneddeki râvi Haccâc'in ne Z ü h -r İ' den ne de t k r i m e ' den hadîs işitmediği notta belirtilmiş­tir. Yine orada belirtildiği gibi bu hadisin benzeri olan 1879 nolu hadîsin senedinde Haccâc yerine Süleyman bin Mû-s â, Zühri1 den rivayet etmiştir. Böylece senedi muttasıl 1879 nolu hadîs, bu hadîsi takviye etmiş olur.

Bu hadîsin Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edilen mer-fu metninin: cümlesi bundan önceki hadîs

metninde bulunduğu ve bu cümlenin gerekli mânâsı orada anlatıldığı malûmdur.

Hadîs metninin ilk cümlesi ise 1881 nolu Ebû M û s â (Ra­dıyallâhü anh)'den rivayet edilen merfu hadis metninin aynısıdır. Biraz sonra mânâsını açıkhyacağım.

1881 nolu Ebü Mûsâ (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Ah­med, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Tahavî ve Beyha-kî de rivayet etmişlerdir. Senedleri müteaddit ve muhteliftir.

Hadîs iki şekilde mânâlandırılabilir:

Birincisi: "Veli'den izinsiz kıyılan nikâh şer'an akdedilmiş ve gerçekleşmiş olmaz."

İkincisi: "Veliden izinsiz kıyılan nikâh sahih değildir, bâtıldır." Birinci mânâya göre nikâh akdi gerçekleşmez. İkinci mânâya gö­re böyle bir akid yapılmış olsa bile hükümsüz ve bâtıldır. İkinci mâ­nâ 1879 nolu  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisinin mânâsını aynen ifâde etmiş olur. [74]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:33 am

Yukardaki Üç Hadîsten Çıkarılan Hükümler





T i r m i z İ, benzer başlıkla açtığı bâbta (1879 nolu) Â İ ş e (Radıyallâhü anhâ) ve Ebû Mûsâ {Radıyallâhü anh)'mn ha&shy;dîslerini ve başka bilgileri naklettikten sonra şöyle der:

"Ashâb-ı Kiram'dan Ömer bin el-Hattâb, AH bin Ebi Tâlib, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhüm)'ün dâhil olduğu bir sahâbi cemâati. Ta&shy;biîlerden Saîd bin el-Müseyyeb, Hasan-ı Basrî, Şüreyh, İbrahim Na-hai, Ömer bin Abdilaziz ve başkalarının yer aldığı fıkıhçıların bir kısmı «Velîden izinsiz nikâh olmaz» mealindeki Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem)'in hadisi ile amel etmişlerdir.

Süfyân-ı Sevrî, Evzâî, Mâlik, İbn-i Mü&shy;barek, Şafii, Ahmed ve İshak da bu hadisle hük&shy;metmişlerdir."

Tuhfe yazarı da geniş bilgi vermiştir. Bir kısmını buraya aktar&shy;makla yetinelim:

"Nikâh kıymak için velînin bulunmasının veya kendisine bir er&shy;kek vekil tâyin etmesinin şart olup olmadığı hususunda âlimler ihti&shy;lâf etmişlerdir. Şöyle ki:

Cumhur bunun şart olduğuna hükmederek kadın kendi nikâhı&shy;nı asla akdedemez, demişler. Ve bu babtaki hadîsleri delîl göstermiş&shy;lerdir.

Ebû Hanife ise: Velînin nikâhı akdetmesi veya bir er&shy;keği bu iş için vekil etmesi asla şart değildir. Kadın velisinden izin&shy;siz olarak kendi nikâhını bizzat akdedebilir. Ancak evlenecek erke&shy;ğin ona küf'ü (= denk ve emsal) olması şarttır. (Kadın kendisine küfü olmayan yâni Fıkıhta anlatılan ölçülere göre, dun ve aşağı sa&shy;yılan bir erkekle nikâhlanırsa, kadının velîsi itiraz etme hakkına hâizdir.)

Ebû Hanîfe bu görüşünde nikâh akdini satış akdine kı-yaslıyarak: Kadın kendi malını velîsinden izin almadan satabildiği gibi nikâhını da kıyabilir, demiş ve bu bâbta rivayet edilen hadislerin erginlik çağma varmamış olan kızlara âit olduğu yorumunda bulunmuştur. Umumi hükümlerin kıyas yolu ile husûsîleştirilmesi işi, usûl ilminde uygulanan bir metotdur."

Tuhfe yazarı bu arada başka bilgiler ve nakiller yaptıktan sonra Cumhur'un görüşüne taraftar çıkmıştır.

Ebû Davud'un sünenin şerhi Tekmile yazarı "Velî1* ba&shy;bında rivayet olunan  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın (1879 nolu) hadisinin fıkıh yönünü anlatırken özetle şöyle der: [75]



Hadisten Çıkarılan Hükümler Ve Âlimlerin Görüşleri





A) a. Velinin izni olmaksızın kadın kendi nikâhını kıyamaz. Şayet kıyarsa velînin tasvibi alınmadıkça yapılmış olan akid durdu&shy;rulur. Henüz velinin tasvibi alınmamış iken eşler zifafa giremezler, cinsel temasları haram bir temastır. Eşlerden birisi ölürse ondan mi&shy;rasçı olamaz. Kadının nikahladığı erkek küfü olsun olmasın farket-

mez.

İbn-i Sîrin, Kasım bin Muhammed, Hasan bin Salim, Muhammed bin el-Hasan ve Ebû Y û s u f' un son kavli böyledir.

Bunların delili bu hadîsdeki "O kadının nikâhı bâtıldır." mea&shy;lindeki Peygamber tSallallahü Aleyhi ve Sellem)'in buyruğudur.

Diğer bir delil şudur: Nikâh akdinde velîlerin bir hakkı vardır. Çünkü onların itiraz ve fesih yetkileri vardır. Nikâh akdinde hakkı olmayan bir kimse nasıl o nikâhı feshetme hakkına sahip olur. Bir insanın hakkında tasarruf edebilmek ancak onun iznine bağlıdır.

b. Ebû Hanife veilk kavlinde Ebû Yûsuf: Er&shy;ginlik çağma varmış, akıllı ve hür bir kadın, velîsinden izin alma&shy;dan kendi nikâhını kıyabilir ve evlendiği erkek onun küfü olup ni&shy;kâh akdi mehr-i misil (= kadının anası, halası ve teyzesi gibi yakın&shy;larının mehir değerinden noksan olmayan mehir) ile kıyıldığı tak&shy;dirde o nikâh gereği yâni zifaf işi infaz edilir. Velînin tasvibi için beklemeye gerek yoktur. Çünkü kadın kendi öz hakkında tasarruf etmiş olur.

Bunlann bir delilide; «...kadınların kocalarını nikahlamalarına mâni olmayınız.[76] âyetidir. Âyette nikâh fiili kadınlara isnat edilmiştir.

Diğer bir delil (1870 nolu) İbn-i Abtaâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsidir. Çünkü o hadiste velilik hakkı kadın ile velisi ara&shy;sında müşterek kılınmış ve kadının hakkının daha fazla olduğu bil&shy;dirilmiştir.

Şayet kadın kendisinden dun ve küfü olmayan bir erkekle ni&shy;kâhını kıymış veya mehri, emsalinin mehirinden noksan tutulmuş ise velisi o nikâh akdini feshedebilir, demişlerdir.

c. Şafiî, Ahmed, meşhur kavline göre Mâlik, t s -hak ve başkaları: Kadın nikâh akdini yapamaz, demişlerdir. Bunların delili ise (1879, 1880 ve 1881 nolu) hadîslerdir.

BJ Kadının velisi nikâh akdinden imtina ederse sultan veya yetkili kıldığı kimse nikâh akdini yapar.

Ebû Hanife ile Ebû Yûsuf: Eğer kadın küfü olan bir erkekle ve mehri misil ile nikâhının kıyılmasını velîsinden talep edip velîsi imtina ederse kadının bizzat yapacağı nikâh akdi sahihtir. Velî duruma muttali olup işi tasvip etmez ve yetkili devlet adamına baş vurursa Ebû Yûsuf'a göre devlet yetkilisi ve&shy;lî yerine tasvip eder. Muhammed'e göre devlet yetkilisi ni&shy;kâh akdini tazeler."

Tekmile yazarı yukardaki âlimlerin gösterdikleri delilleri ve baş&shy;ka delilleri naklederek grupların yek diğerine verdikleri cevaplarını uzunca nakletmiş ise de çok yer tutar endişesi ile bunu aktarmak&shy;tan sarfı nazar ettim.

El-Hâfız: Âlimler nikâh akdi için kadının velisinin şart olup olmadığı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Cumhura göre şarttır. Delilleri bu bâbtaki hadîslerdir. Ashâb-ı Kiram (Radıyallâhü an-hüm) 'den bu hükme muhalefet eden kimseyi bilmiyoruz. Buna gö&shy;re kadın kendi nikâhını asla kıyamaz. Ebû Hanife ise: Ni&shy;kâh akdi için velî asla şart değildir. Ondan izinsiz olarak kadın, küfü olan bir erkekle nikâhını bizzat kıyabilir, demiş ve nikâh işini satış akdine kıyaslamıştır. Çünkü kadın satış akdinde müstakildir. Velinin iznini şart koşan hadislere gelince Ebû Hanife bun&shy;ları küçük yaştaki kızlar için yorumlamıştır. Hadîslerdeki umumi bu kıyaslama ile hususîleştirmiştir. Böyle yapmak usul ilminde caiz görülmüştür, demiştir.

Hanefİler'in bu hususta Kİtab ve SOnnet'den de delil gös&shy;terdikleri yukarda kısmen belirtilmiştir.

1882 nolu Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsi Zevâid türündendir. Bu hadîs de kadının ne kendi nefsinin ne de baş&shy;ka kadının nikâhını akdedemiyeceğine delâlet eder.

Kadının kendi nefsinin nikâhını bizzat akdedip edemiyeceği hu&shy;susundaki âlimlerin görüşlerini yukarda A) işaretli bölümün a. b ve c maddelerinde izah etmiştik.

Bir kadının başka bir kadının nikâhını akdedip edemiyeceği hu&shy;susundaki âlimlerin görüşleri, kadının kendi nefsinin nikâhını ak&shy;detmesi hakkındaki ilim ehlinin görüşlerinin aynısıdır. Yâni bir ka&shy;dın başka bir kadından veya onun velîsinden izin alarak nikâh ak&shy;dini yapabilir mi? (Takrir verebilir mi) yapamaz mı? Bu husus için âlimlerin verdikleri fetva yukardaki A bölümünün a. b ve c madde&shy;lerinde anlatılan fetvaların aynısıdır. Oraya müracaat edilmelidir.

Hadîsin son cümlesi olan : ifâde&shy;sinin yorumu hakkında S i n d î şöyle der:

"Yâni: Kadının kendi nikâh akdini şahsen yapması yâni oturup takrir vermesi zâniye kadının şiârmdandır. Artık şer'İ nikâhta ka&shy;dının oturup şahsen takrir vermesi uygun değildir.

(Cümle böyle yorumlanınca, en uygun yolun kadının kendi ve&shy;lisine usulü dâiresinde izin vermesi ve velîsinin nikâh akdinde tak&shy;rir vermesidir. Veya ikisinin usulü dâiresinde izin ve vekâlet vere&shy;cekler başka bir erkeğin nikâh akdinde bunlar adına bulunmasıdır.)

Sindi, yukardaki yorumu yaptıktan sonra, kadının kendi nikâh akdini yapmasını caiz gören âlimlere göre cümlenin şöyle yo&shy;rumlanabileceğini söyler:

"Bu hadis, şâhidler olmaksızın kendi nefsinin nikâhını bir erkek&shy;le akdeden kadın hakkındadır. Son cümle bu yoruma delil gösteri&shy;lebilir. Çünkü zâniye kadın, şâhidlerin huzurunda nikâhını akdet&shy;mez. T i r m i z i' nin tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'den hem merfu hem mevkuf olarak rivayetle mevkuf olan rivayeti tercih

ettiği; "Fahişeler ve zâniyeler. şâhidler olmaksızın kendi nefislerinin nikâhını kıyan kadınlardır» ha&shy;disi da bu yorumu teyid eder.

V«yâ hadlsdeki yasaklama mekruhluk mânâsına yoruBü*Wr." yazan da bu hadiato ügüi olarak «ö#i# dar:

"Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in bu hadîsini B e y -haki de rivayet etmiştir. I b n - i Kesir: Sahih olanı bu ha&shy;disin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) üzerine mevkuf ol&shy;duğudur, demiştir.

£ J-Hâf ı z da: Bu hadisin râvileri sıka zâtlardır. D â r e -k, u t n î bir sözünde : Biz derdik ki: 'Kendi nefsinin nikâhını kıyan kadın, zâniyedir.' demiştir. E 1 ~ H â f i z sözlerine devamla: D â -rekutni' nin bu sözünden anlaşılıyor ki, hadîsin son cümlesi Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in sözüdür. Beyhaki bu hadisi iki senedle rivayet etmiştir. Birisi mevkuf, diğeri merfudur, demiştir." [77]



16- Şiğar (Suretiyle Nikah) İn Yasaklanması Babı





Şiğâr; Bu kelime Arap dilinde kaldırmak, boşalmak ve başka mânâlara gelir.

Fıkıh ıstılahında değiş - tokuş yapmak suretiyle mehirsiz evlen&shy;mektir. Tekmile yazarı; Şiğâri şöyle tarif ediyor; Şiğâr, bir erkeğin diğer bir erkeğe: Şiğar yolu ile ikimiz de evlenelim : Yâni sen kız kardeşini veya kızını yahut velîsi olduğun bir kadını benimle evlen&shy;dir. Buna karşılık ben de kız kardeşimi veya kızımı yahut velisi bu&shy;lunduğum bir kadını seninle evlendireyim. Her iki nikâh da mehir&shy;siz olsun. Artık her kadının bıd'ı (yâni kadınlık kıymeti) diğer ka&shy;dının bıd'ı (kadınlık kıymeti), karşılığı olur.

Şu tarife göre şöyle diyebiliriz; Şiğâr; Değiş - tokuş yolu ile me&shy;hirsiz olarak iki erkeğin birbirinin kızıyla veya velîleri oldukları baş&shy;ka kadınlarla evlenmeleridir. Bu tür evlenmelerde mehir hakkı kal&shy;dırıldığı için böyle evlenmeye kaldırma mânâsını ifâde eden 'Şiğâr' ismi verilmiştir. Şöyle de denilebilir: Sigarın bir sözlük mânâsı da boşalmaktır. Bu nevî evlenmeler mehirden boşalmış durumda olduğu için bu isim verilmiştir.

M ü s 1 i m ' in "Şiğâr nikâhının tahrimi" babında N e v e v i şöyle der: 'Âlimler, kız kardeşlerin, erkek kardeşin kızlarının, hala&shy;ların, amca kızlarının ve cariyelerin 'Şiğâr' yolu ile (değiş - tokuş yapmak suretiyle) evlenmelerinin aynen öz kızların evlenmeleri hük&shy;münde saymışlardır. Bu nasıl haram ise diğeri de haramdır. Şiğâr suretinin en açık misali şudur; Sen kızını benimle evlendirmen üzere (ve bu şartla) ben kızımı seninle evlendirdim. Her kızın kadınlık değeri diğerinin mehir karşılığıdır. Adam da: Kabul ettim, der.'



1883) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâkü ankümâydatı; Şöyle de&shy;miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şiğar (yolu ile nikâhı) yasaklamıştır. Şiğar, bir adamın bir adama şöyle demesidir t

Kızımı veya kız kardeşimi seninle evlendirmem üzere, sen kızını veya kız kardeşini benimle evlendir. Aralarında mehir de yoktur." [78]



İzahı





Kütüb-i Sitte sahipleri ve Şafiî bu hadisi rivayet etmişlerdir. T i r m i z i, şiğann tarifine âit metni rivayet etmemiştir. Şafii ve Kütüb-i Sitte yazarlarının rivayetlerinin çoğunda Şiğar'ın tarifine âit metin şöyledir:

Şiğar: Aralarında mehir olmadığı halde başkası, kızını onunla evlendirmek üzere adamın kendi kızını evlendirmesidir."

Şiğar'ın tarifine âit metin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem) 'e mi, tbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'a mı, yoksa t b n - i Ömer (Radıyallâhü anh)'in râvisi N â f i' e mi âit olduğu ke&shy;sinlikle bilinmemektedir. Ebû Davud'un rivayetine göre bu tarif N â f i' e aittir.

Ez-Zerkanî: 'Bu hadîsi Mâlik' den rivayet eden râvilerin ekserisi bu tarifin kime âit olduğunu belirtmemişlerdir. Bunun için&shy;dir ki Şafii: Şiğar'ın tarifine âit metin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in buyruğu mu, Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'m sözü mü yoksa N â f i'in sözü müdür? bilemiyorum, de&shy;miştir. Şafii' nin bu sözünü Beyhaki nakletmiştir. H a -t î b ve başkası bu tarifin M â 1 i k' e âit olduğunu söylemişler&shy;dir.'

El-Bâcî de: Hadîsin : cümlesi âlimlerin ittifa&shy;kı ile merfu hadistir. Şigar'ın tarifine âit metin ise N â f i' in sö&shy;züdür, demiştir. Şigar'ın tarifine âit metnin râvi'ye âit olduğu ta&shy;hakkuk etmedikçe, hadisten olduğunu söylemek uygundur. Çünkü hadîsin zahiri bunu gösterir, demiştir.'

Kurtubi de: 'Şigar'ın tarifi sahih olup lügat ehlinin anlat&shy;tıkları tarife tamamen uyuyor. Artık bu tarif merfu ise ne a'lâ. Eğer sahâbî'nin sözü ile yine makbuldür. Çünkü bunun en iyi bileni, ha&shy;disi rivayet eden sahâbî'dir,1 demiştir.

İslâmiyet'ten önce akrabalar arasında bu yolda kızlarını, kız kar&shy;deşlerini ve diğer yakın kadınları değiş - tokuş etmeleri yaygın bir âdet idi. Mehir de alınmazdı. Verilen kadın, alınan kadının mehiri yerine, alınan kadın da verilen kadının mehiri yerine sayılırdı. Böy&shy;lece mehirsiz evlenmek cereyan ederdi. İslâmiyet bu kötü âdeti kal&shy;dırmıştır. Çünkü mehir evlenen kadının Öz hakkıdır. Ne babasının ne de başka velîsinin hakkı değildir. Bu hak çiğnenmiş oluyordu.

Gerek bu hadîs ve gerekse bundan sonra gelen hadîsler ve müel&shy;lifin rivayet etmediği başka sahih hadîsler bu tür nikâhın haramh-ğına delâlet ederler. Ancak haram olmasına rağmen böyle kıyılan nikâhların sahih olup olmadığı hususunda fıkihçılar arasında ihtilâf vardır. Tekmile yazarı bu hadîsin fıkıh yönünü anlatırken şöyle der:

"Bu hadis, şiğar suretiyle yapılan nikâhın haram kılındığına de-Jâlet eder. Âlimler bu hüküm üzerine icmâ etmişlerdir. Fakat kıyı&shy;lan nikâhın şahinliği ve bozukluğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöy&shy;le ki:

1. Hanefîler, Sevrî, Mekhul, Amr bin Di&shy;nar, Zühri ve El-Leys bin Sa'd: Nikâh akdi sahih-

tir. Çünkü: = "Hoşunuza giden (ve si&shy;ze helâl olan) kadınlarla evlenebilirsiniz.[79] âyetinin hükmü umumidir. Ancak nikâh mehirsiz olarak akdedilmiş olmasına rağmen mehr-i misil ödemek vâcibtir. Mehirsizlik yüzünden doğan bozukluk nikâh akdinin bozukluğunu ve iptalini gerektirmez. Bu da şarap ve&shy;ya domuz gibi haram olan bir madde mehir kabul edilerek kıyılan nikâh gibidir, demişlerdir.

Bu grubtaki âlimler, bu bâbta rivayet edilen hadîslere cevaben: Hadislerdeki yasaklama hükmü nikâhın mehirsiz yapılması ve bir ka&shy;dının 'Bıd'ı' yâni kadınlığının kıymetinin mehir yerine koyulması ne&shy;deni iledir. Biz mehirsizlik işini iptal ediyoruz ve mehr-i mislin öden&shy;mesini zorunlu kılıyoruz. Artık kıyılan nikâh akdi, mehir olmaya elverişli olmayan bir şeyin mehir gösterilerek kıyılan bir nikâh ak&shy;di mâhiyetini arzeder. Bu itibarla, akit sahihtir. Onda anılan elveriş&shy;siz Bıd'ı yerine mehr-i misil ödenir, demişlerdir.

2. Şafii, Ahmed, îshak ve bir çok âlim: Şiğar yo&shy;lu ile kıyılan nikâh akdi bâtıldır. Çünkü hadîsler bu tür nikâhları yasaklamıştır, demişlerdir.

3. Mâlik: Kıyılan şiğar yollu nikâhtan sonra cinsel temas olsun olmasın nikâh fesih edilir, demiştir. Ondan yapılan bir riva&shy;yete göre, cinsel temas yapıldıktan sonra artık nikâh feshedilmez. Daha önce ise fesih edilir.

Hadîslerin zahiri 2. grubun görüşüne delâlet eder.

Ebü'l-Hasan el-Hanefî es-Sindi: 'Hadislerdeki yasaklama, bu tür nikâhın meşru olmadığına âlimlerin ittifakı ile yorumlanmıştır. Çünkü T i r m i z i' nin îmrân bin Hu&shy;şa y n (Radıyallâhü anh)'den rivayet ederek hasen - sahîh olduğunu söylediği merfu bir hadîste: «İslâm'da şiğar (suretiyle) nikâh kıymak yoktur.» buyurulmuştur. Müellif yâni îbn-i Mâceh'de ayni hadis metnini Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak râvileri sıka olan sahîh bir se-ned ile rivayet etmiştir. Bu hadîsin sahîh şâhidleri de vardır.

Cumhur'a göre böyle kıyılan nikâh bâtıldır. Biz HanefİUr'e göre böyle kıyılan nikâh *Şiğar' olarak kalmaz. Mehr-i misil lâzımdır

ve böylece 'Şigâr' olmaktan çıkar. Lâkin açık olan budur ki, 'Şifcâr'ın meşru olmaması, o nikâh akdinin bâtıl sayılması ve kıyılmamış ola&shy;rak kabul edilmesidir. Başka bir nikah akdi olarak kabul değildir. Bu nedenle cumhurun görüşü, daha isabetlidir,' demiştir.



1884) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anA/den; Şöyle demiştir:

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şiğâr (şekli ile nikâh yapmay)i yasaklamıştır.1'



1885) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«İslâm'da şigâr (şekli ile nikâh yapmak) yoktur.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahih olup râvüeri sıka zât&shy;lardır. Bu hadis için şâhid olan sahih başka hadîsler vardır. [80]



İzahı





Ebû Hüreyre (Rachyallâhü anh) 'in hadisini A h m e d, Müslim ve Nesaî de rivayet etmişlerdir. Bu hadis bir önceki hadîs metninin baş kısmının aynısıdır. Orada gerekli bilgi verilmiş&shy;tir.

Enes (Radıyallâhü anh) 'in hadisi ise notta da belirtildiği gi&shy;bi Zevâid türünden olup senedi sahih, râvileri de sıka zâtlardır. Şi-ğar'ın yasaklığma dâir bu bâbta rivayet edilen hadîsler ile benzeri sahih hadisler, bu hadîs için şâhid durumundadırlar. Ayrıca T i r-mizi, Ahmed ve Nesaî'nin îmrân bin Husayn (Radıyallâhü anh) 'den merfu olarak rivayet ettikleri uzunca bir ha&shy;diste: Ve fslâmda şigâr (şekil ile nikâh yapmak) yoktur.» buyurulmuştur. Tirmizi, Îmrân (Radı&shy;yallâhü anh)'in hadisini teyid eden ve 'Tâbi' ismi verilen hadis de var&shy;dır.[81]



17- Kadınların Sadak (= Mehir) Babı





Sadak ve Sıdak: Evlenen kadının mehiri demektir. Tekil olan bu kelimenin çoğulu 'Suduk'tur. Hicaz halkı mehire Saduka' derler. Bunun çoğulu ise 'Sadukat'dır. Kelimenin tekili ve çoğulu başka şekillerde de gelmiş. Fakat bu kadarlık bilgi ile yetinelim.

Evlenen kadının mehirinin meşruluğu Kitab, Sünnet ve İcma ile sabittir. Nisa sûresinin 24. âyetinin bir kısmı buna aittir. Ke&shy;za bu bâbta rivayet edilen hadisler ve benzerî başka sahih hadisler de nikâh dolayısıyla kadının mehir almasının meşruluğu hususunda tâm müslümanlar icmâ etmişlerdir.



1886) Ebû Seleme[82] (bin Abdirrahman bin Avf) (RadtyaÜâhü an-Awmâ)'dan; Şöyle demiştir:

Ben, Âişe (Radıyallâhü anhâVye:

— Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in eşlerinin mehiri ne kadar idi? diye sordum. Âişe:

— O'nun eşleri hakkındaki mehiri 12 okiyye ve bir neşş idi. Neş-şin ne olduğunu biliyor musun? O, yarım okiyyedir. O (on iki buçuk okiyye) de beşyüz dirhem (gümüşî tür, diye cevap verdi." [83]



İzahı





Şafii, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî, Bey&shy;ti & k i ve 0 â r i m i de bunu, mânâyı etkilemeyen az kelime far-ki ile rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde: "O da beşyüz dirhem (gümüş) dür." cümlesi yoktur.

Hadis sarihlerinin beyan ettiği gibi buradaki okiyye ile hicaz okiyyesi kastedilmiş ki kırk dirhem demektir. 12,5 okiyye 500 dirhem eder.

Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem eşlerinin mehirlerinin 500'er dirhem olduğuna delâlet eder. Mü'min-lerin anneleri olan muhterem zevcelerin çoğunun mehrinin bu ka&shy;dar olduğu, bâzılarının böyle olmadığı sabit olduğu için bu hadis zevcelerin çoğunun mehirlerinin 500 dirhem gümüş olduğu yolunda yorumlanmıştır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem zevcelerinden Ümmü Habîbe bint-i Ebî S ü f y â n (Radıyallâhü anhâ)'nın mehirinin dört bin dirhem ola&shy;rak Habeşistan kralı N e c â ş i (Radıyallâhü anh) tara&shy;fından teberru mâhiyetinde ödendiği, Ebû Dâvûd, Ahmed, Nesai ve Bey haki tarafından rivayet edilen Ümmü H a b i b e (Radıyallâhü anhâ) 'mn hadisi ile sabittir. Keza S a f i y -ye bint-i Hayey bin Ahtab (Radıyallâhü anhâî ad&shy;lı mü'minlerin annesinin mehiri, onu cariyelikten azâd buyurmak ol&shy;muştur. Yine annelerimizden Cüveyriye bint el-Hâris (Radıyallâhü anhâ), Sabit bin Kays (Radıyallâhü anh)'in cariyesi idi. Âzad olmak için efendisi iîe kadı kitabet yâni belirli bir meblâğ para veya mal vermek karşılığında âzad olma akdini yap&shy;mış idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî 'e vâki müracaatı üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun yerine ge&shy;rekli ödemeyi yaptı ve ödenen meblâğ üzerine nikâh akdi yapılmak&shy;la Cüveyriye (Radıyallâhü anhâ) hane-i saadet ehlinden olma şerefine kavuşmuş oldu.

Dirhem hakkında geniş bilgi 1791 nolu hadîs bahsinde geçmiş&shy;tir.[84]

Okiyye hakkında da gerekli bilgi 1793 -1794 nolu hadîslerin iza&shy;hı bölümünde geçmiştir.

12,5 okiyye 500 dirhem olduğuna göre 500 sayısı dip notunda gös&shy;terilen gram ile çarpılınca elde edilen sayı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem hanımlarının çoğunun mehirinin kaç

gram gümüş olduğunu gösterir.



1887) Ebü'1-Acfâ es-Sülemî (Radıyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre, Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) şöyle söyledi, demiştir:

(Ey Mü'minler!) Kadınların mehiri (ni çoğaltmak) hususunda aşırı gitmeyiniz. Çünkü bunda aşırı gitmek, eğer dünya (hayatın) da Övülecek bir şey veya Allah katında bir takva olmuş olsaydı, buna en çok hakkı ve en liyakatli olanınız Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) olacaktı. (Halbuki) O, (muhterem) hanımlarından hiç bir kadının m eh irini on iki okiyyeden fazla yapmamış ve O'nun kızla&shy;rından hiç bir kadının mehri on iki okiyyeden fazla yapılmamıştır.

Şüphesiz adam, karısının mehirini gerçekten o kadar ağır görür ki nihayet karısına (karşı) içinde bir düşmanlık olur ve (karısına) : Senin (ile evlenmek) için alaku'l-Kırba (= kırba ipi) veya araku'l-Kırba (= kırba teri) ne varıncaya kadar her şeyin külfetine girdim, der.

(Ebü'1-Acfâ (Radıyallâhü anh) demiştir ki:) Ve ben doğumum&shy;dan Arap bir adam İdim. (Buna rağmen) Ömer'in dediği Alaku'l-Kırba veya Araku'I-Kırba'mn ne (demek) olduğunu anlıyamadım." [85]


İzahı





Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâi, Beyhakî, Dâ-r i m İ ve Hâkim de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Hadisin cumtesinden İtibaren sonuna ka&shy;dar olan kısmı Tirmizi ve Ebü Dâvûd'da yoktur. N e -sai ve Beyhaki'de vardır. T i r m i z î hadîsin hasen -sahih olduğunu, Hâkim de hadîsin senedinin sahih olduğunu söylemiştir. Ayrıca başka bir sened ile I b n - i Ömer (Radiyal-lâhü anh)'den rivayet ederek, hadisin müteaddit rivayetleri bulun&shy;duğunu söylemiştir.

Rivayetlerin ekserisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-leml'in hanımlarının ve kızlarının mehirlerinin on iki okiyye oldu&shy;ğu bildirilmiştir.

Menhel'in Tekmile yazarının beyânına göre İbn-i Şîrîn'-den olan bâzı rivayetlerde "on iki buçuk okiyye" geçiyor.

Tekmile yazarı şöyle der:

"Eğer bu rivayet, mahfuz ise Ebû Seleme (Radıyallâhü anh)'m Âiş e (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet ettiği (1886 nolu) hadise mutabık olur.

Son rivayet mahfuz olmasa bile bu hadis ile Âiş e (Radıyal&shy;lâhü anhâ) 'nın hadîsleri arasında bir muhalefet yoktur. Çünkü Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsinin açıklaması bölümünde belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hanımlarının çoğu&shy;nun mehirinin 12,5 okiyye olduğu kastedilmiştir. Bâzı hanımlarının mehiri başka türlü olmuştur."

Tuhfe yazarı da bu hadîsin şerhinde ezcümle şöyle der: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Ümmü Habî-b e (Radıyallâhü anhâ) adlı hanımının mehirinin dört bin dirhem olduğuna dâir olan rivayet, Ömer (Radıyallâhü anh)'in sözün&shy;den müstesnadır. Çünkü Ümmü Habibe (Radıyallâhü an&shy;hâ)'nın mehirini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tâyin et&shy;memiş ve vermemiştir. Necâşi (Radıyallâhü anh) Habeşis&shy;tan * da kendi kesesinden ödemiştir. Ömer (Radıyallâhü anh) ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından verilen me-hir miktarını belirtmek istemiştir.

Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ile A i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisi arasında görülen zahirî ihtilâfa gelince Ömer (Radıyallâhü anh) okiyyelerin küsuratım hesaba katmamış, onun için on iki okiyye demiştir. Yahut Ömer (Radıyallâhü anh) Ümmü Habibe (Radıyallâhü anhâ) 'nın mehir durumuna ve  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın dediği yarım okiyye fazlalığına mut&shy;tali olmamıştır, denilebilir.

Ömer (Radıyallâhü anh) 'in ; "Kadınların mehirlerini çoğalt&shy;mak hususunda aşırı gitmeyin" sözü;

"ve eğer bir karı yerine başka bir karı almak isterseniz, onlardan bi&shy;risine çok mal (mehir) vermiş olduğunuz halde bile artık ondan bir şey (geri) almayınız"[86] âyetine aykırı düşmez. Çünkü âyet-i keri&shy;me çok mehir vermenin câizliğine delâlet eder. Daha faziletli oldu&shy;ğuna delâlet etmez. Ömer (Radıyallâhü anh)'m hadîsi ise me-hirin en faziletlisinin ne kadar olduğunu beyan eder.

El-Mirkat'ta beyan edildiğine göre bâzı rivayetlerde şöyle denil&shy;miştir :

"Ömer (Radıyallâhü anh) kadınların mehirlerini kırk okıyyeden fazl al aştırmayın. Kim fazlalaştırırsa ben fazlasını Beytülmâla atarım, demiş. Bunun üzerine bir kadın, Ömer'e :

(Yâ Ömer!) Senin böyle yapmaya hakkın yoktur, demiş. Ömer

(Radıyallâhü anh) kadına:

— Niçin (hakkım yok)? diye sorunca, kadın yukardaki âyeti oku&shy;muş. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) :

— Bir kadın isabet etti, bir erkek (yâni kendisi) hatâ etti, de&shy;miştir." Tuhfe'den yapılan nakil burada sona erdi.

Hadisin son kısmındaki "Nihayet adamın karışma (karşı) İçin&shy;de bir düşmanlık olur." cümlesinin şerhinde Sindi şöyle der:

"Yâni fazla mehir adama ağır geldiği için bunu öderken veya bu&shy;nu düşünürken kalbinde karısına karşı bir düşmanlık duyar."

Hadîsin "Alaku'I-Kırba veya Araku'l-Kırba" kelimelerinin açıkla&shy;ması ve bununla kastedilen mânâ hakkında Sindi şöyle der:

"Alak: Kırbaya bağlanan ip demektir. Cümleden kastedilen mâ-nâ şudur: 'Ey karı! Ben senin mehrin için kırbanın ipine varıncaya kadar her külfete katlandım.'

'Araku'l-Kırba' da rivayet edilmiştir.

Arak: Ter ve terlemek mânâsını ifâde eder. Araku'l-Kırba'dan maksat kırbanın suyunun akmasıdır. Buna göre cümlenin mânâsı şöyle olur: ('Ey karı!) Ben senin (mehrin) için o kadar külfete kat&shy;landım ki kırbadan su aktığı gibi ter döktüm.'

Bâzılarına göre 'Araku'l-Kırba'dan maksat kırbayı sırtında ta&shy;şıyanın terlemesidir. Cümlenin mânâsı da şöyle olur: «...kırbayı sır&shy;tında taşıyanın terlemesi gibi terleme külfetine katlandım.'

Bir kavle göre bu kelime ile kırbanın terlemesi kastedilmiştir. Kırbanın kendisinin terlemesi muhaldir. Cümleden maksat şudur: , Kırbanın terlemesi çok çetin külfete katlanmaktır.

Sıhah'ta şöyle denmiştir:

' E 1 - A s m a î: Falan adamdan Araku'l-Kırba'ya rastladım, denilir. Yâni ondan çok zorluklar ile karşılaştım. Ben bu tâbirin as&shy;lını bilemiyeceğim, demiştir.

El-Asmaî'den başkası da şöyle demiştir: Araku'l-KırbA*-dan maksat kırbayı sırtında taşıyanın terlem esidir. Bunun aslı da şudur: Kırba taşıyıcısı cariyeler ve yardımcısı bulunmayan kimseler su dolu kırbaları sırtlarında taşırlar. Bazen de eşraftan olanlar, mec&shy;buriyet karşısında kırbayı sırtında taşımak ihtiyacını duyarlar. Hem alışkın olmadıkları için onlara zor gelir. Hem de halktan utanırlar. Bu nedenlerle ter dökerler. İşte bunun için Araplar; derler ki: Se&shy;nin için 'Araku'l-Kırba' külfetine katlandım. Araku'l-Kırba yerine AJaku'l-Kırba da kullanılır, demiştir.'

Râvi E b ü ' 1 - A c f â (Radıyallâhü anh) 'in : 'Ben Alaku'I-Kır-ba veya Arâku'l-Kırba'nin ne (demek) olduğunu anlıyamadım' sözü&shy;nü söylemesinin sebebi bu tâbirin pek kullanılmamasıdır."

N e s a i' nin rivayetinde E b ü' 1 - A c f â (Radıyallâhü anh): 've ben henüz erginlik çağma varmamış, nes-len Arap bir gençtim' demiştir. Sindi onun haşiyesinde: Yâni yaşım küçük olduğu için bu tâbir ile neyin kastedildiğini anlıyama&shy;dım, demek istediğini söylemiştir.



1888) Abdullah bin Amir bin Rebîa'nın bahası (Amir bin Rebîa)[87] (Radtyal/âhü attftümâ)'(\an rivayet edildiğine göre :

Benî Fezâre (kabilesin)den bir erkek (mehir olarak) bir çift ayakkabı üzerinde nikâhını kıydı. Sonra Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) onun (kıyılan) nikâhını caiz (muteber) saydı." [88]



İzahı





Tirmizi ve Ahmed de bu hadîsi rivayet etmişler, T i r -m i z i hadîsin hasen - sahîh olduğunu söylemiştir. Tir raizi'-deki rivayete göre Benî Fezâre' den bir kadın (mehir ola&shy;rak) bir çift ayakkabı üzerine nikâhlanmıştır. Oradaki hadisin meali şöyledir:

"...Abdullah bin Âmir bin Rebîa'mn babası (Âmir bin Rebia) (Radıyallâhü anhümâ)dan rivayet edildiğine göre Benî Fezâre (ka&shy;bilesin) den bir kadın (mehir olarak) bir çift ayakkabı üzerine ev&shy;lendi. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadına:

— "Sen varlıklı olduğun halde (mehir olarak) bir çift ayakkabı karşılığında nefsini (n karılığından yararlanmayı) vermeye razı ol&shy;dun mu?" diye sordu. Kadın da:

Ebü'l Acfâ (R.A.)uı Hâl Tercemesi

Bu zâtın adı Herm bin Nesib'dir, Adının Nesfb bin Herm olduğunu söyleyen-ler de vardır.

Kendisi, Amr bin el-Âs (R.A.) ve onun oğlu Abdullah (R.A.)'den hadis riva&shy;yet etmiştir. Râvileri ise, el-Hâris bin Hasiyra, Salih bin Cübeyr eş-Şâmi, Mu-hammed bin Cübeyr, Muhammed bin Şîrîn ve başkalarıdır, îbn-i Muin, Dârekutnl ve îbn-i Hibbân onu sıka saymışlardır. Dört sünen sahipleri onun rivayetlerini almışlardır. (El-Menhel Tekmilesi cild 3, Sah. 281)

Mehrin miktarı hakkındaki âlimlerin görüşlerini bundan sonra gelen hadisin izahı bölümünde anlatacağım.

— Evet, diye cevap verdi. (Râvi demiş ki) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de o nikâhı caiz .(muteber) saydı."

Tuhef yazarı şöyle der:

"El-Hâf iz, Buluğu' I-Merâm'da T i r m i z i' nin bu ha&shy;disin sahih olduğuna dâir sözünü naklettikten sonra, bu hususta ih&shy;tilâf vardır, demiştir.

Seneddeki râvi Âsim bin Ubey dullah'ın îbn-i Muin ve İbn-i Hibbân tarafından zayıf görüldüğünü İbnü'l-Cevzî' nin söylediği el-Hâfız ez-Zeylaî' den nakledilmiştir."

Bu hadisin zahirine göre mehirin en azı belirli bir miktar ile tâ&shy;yin edilmiş değildir.

Mehirin en azı belirli bir miktara bağlıdır, diyen âlimler, bu ve benzerî hadisleri peşin ödenen ve (mehir-i muaccel) ismi verilen me-hir mânâsına yorumlamışlardır.

Yeri geldiğinde peşin ve vadeli mehir çeşitleri hakkında gerekli izah yapılacaktır. Sâdece şu noktayı belirtmekle yetineyim: Bazen mehirin bir kısmı peşin ödenmek bir kısmı da şu kadar vâde ile öden&shy;mek üzere nikâh kıyılır. Peşin olan mehire "Mehir-İ muaccel" va&shy;deli olan mehire de "Mehir-i müeccel" denilir. [89]



Mehirin En Az Miktarı Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri





El-Menhelin Tekmile yazarı şöyle der:

Mehirin az bir miktar olabileceği hususunda âlimler müttefiktir. Ancak en az mehirin sınırı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

1. Hanefîler'e göre mehirin en az 10 dirhem gümüş ve&shy;ya buna müsavi bir maldır. Bunların bir delili Dârekutnî1 nin Alî bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiği;

= "Hiç bir mehir on dirhem (gü&shy;müşiden daha az olamaz." eserdir. Diğer bir delîl de Dârekutnİ ve Beyhaki1 nin Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ) 'dan rivayet ettikleri şu mealdeki merfu bir hadîstir:

«Kadınları, küfü'leri olanlardan başkaları ile evlendirmeyin. Ve&shy;lilerinden başkası onları evlendirmesin ve on dirhem (gümüş) den az hiç bir mehir yoktur."

Ancak bu iki hadis de zayıftır. (Tekmile yazarı zayıflık neden&shy;lerini uzunca anlatmış ise de buraya aktarmaya gerek görmedim. İs&shy;teyenler Ebû Davud'un "Mehirin azlığı" babına ait Tekmile şerhine müracaat edebilirler.

2. M â 1 i k i 1 e r: Mehirin en az miktarı bir bolü dört miskal altın, veya üç dirhem gümüş yahut bu değerde bir maldır, demiş&shy;lerdir.

Mâlik: Kadının bir bolü dört miskal altından az bir mehirle nikâhlanabileceği görüşünde değilim. Hırsızın elinin kestirilmesini gerektiren meblâğ da budur, demiştir.

îbn-i Veheb müstesna, M â 1 i k' in bütün arkadaşları onun görüşündedirler.

3. Şafiî, Ahmed, İshak, Sevrı ve Evzâî: Satın alman bir mala bedel olmaya elverişli her şey veya ücret ol&shy;maya müsait her şey mehir olabilir, demişlerdir.

Bunların bir delili (1889 nolu) S e h 1 (Radıyallâhü anh)'in hadîsidir. Mehirin az ve çok olabileceğine dâir hadîsleri de bu grub delîl göstermiştir.

Nevevî, Müslim'in "En az mehir" babında şöyle der:

"İşlerinde el-Leys bin S a' d , İbn-i Eli Leylâ, Dâvûd-i Zahirî, hadîsçilerin f ıkıhçılan ve M â 1 i k' in arkadaşlarından îbn-i Veheb'in bulunduğu Selef ve Halef âlimlerinin cumhurunun mezhebi budur ki: Evlenecek er&shy;kek mehir olabilir. Ayakkabı, demir yüzük gibi şeyler de mehir ola&shy;bilir. Cumhurun bu mezhebinden başka mezheblerin bu konu hak&shy;kındaki görüşleri Sünnet (sabit hadis) e muhaliftir. Çünkü sahih ve

sarih olan = «Şu halde demirden bir yüzük

bile olsun (mehir olarak) bir şey temin etmeye çalış.[90] hadîs di&shy;ğer mezhebleri yenen bir delildir, demiştir."

Tekmile yazarı cumhurun görüşünü yansıtan üç grubun göster&shy;dikleri başka hadîsleri de nakletmiş ise de bunları buraya aktarmaya lüzum görmedim. [91]


Mehirin En Çok Meblâğı İçin Bir Sınır Var Mı?





El-Cevap hayır. Bunun için bir sınır yoktur. En efdaJı 1886 ve 1887 nolu hadîslerde geçtiği gibi 500 dirhem gümüştür. Bundan fazlası ol&shy;ması da caizdir. Çünkü 1887 nolu hadîsin izahı bölümünde geçen Nisa sûresinin 20. âyeti, mehirin daha fazla olabileceğine delâlet eder.



1889) Sehl bin Sa'd (Radtyallâkü anh)'den; Şöyle demiştir: Bir kadın (evlenmek teklifi ile) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) 'e geldi. Efendimiz:

— «Kim bu kadınla evlenmek ister?» diye sordu. Biraz sonra bir adam:

— Ben, dedi. Bunun üzerinde Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama: Demirden bir yüzük bile olsa kadına (mehir olarak bir şey) ver buyurdu. Sonra adam Efendimize demirden bir yüzüğüm (bile) yoktur, (hiç bir şey bulamadım) Dedi. Efendimiz adama:

— «Kur'an'dan ezberindeki (süreleri kadına öğretmen şartı) üzerine seni onunla tevziç ettim. (Evlendirdim.)» buyurdu." [92]



İzahı





Kütüb-i Sitte sahipleri ve Beyhakî bu hadîsi rivayet et&shy;mişlerdir. Bâzı rivâyetlerdeki hadis metni Müellifinkinden uzundur.

Uzun olan rivayetlere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-Iem)'e gelen kadın kendi nefsini (mehirsiz olarak) efendimiz'e ver&shy;mek teklifinde bulunmuş ve ayakta dikelip durmuş, efendimiz bir ce&shy;vap vermemiş, bunun üzerine orada bulunan sahâbilerden birisi:

Yâ Resûlallahl (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eğer senin ona ih&shy;tiyacın yok ise onu benimle evlendir, demiş, efendimiz de adama »

«Senin ona verebileceğin bir mehir var mı?» diye sormuş, adam da t

Şu üstümdeki elbiseden başka hiç bir şeyim yoktur, deyince, efen&shy;dimiz adama:

«Eğer sen, üstündeki elbiseyi ona verirsen elbisesiz oturursun. Sen başka bir şey bulmaya çalış» buyurmuş, adam, hiç bir şey bu-lamıyacağını söyleyince Efendimiz, adama:

«Şu halde demirden bir yüzük bile ol&shy;sun bir şey temine çalış.» buyurmuş. Adam gidip araştırmış da hiç bir şey bulamayınca Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama i

«Kur'an'dan senin ezberinde bir şey var mı?» diye sormuş, adam da:

Evet. Şu ve şu sûreler ezberimdedir, diyerek bâzı sûrelerin isim&shy;lerini söylemiş ve bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem) adama:

«Kur'an'dan ezberindeki sûreler (i ona öğretmen şartı) ile seni onunla tezvic ettim. (Evlendirdim.)» buyurmuştur.

Uzun metnin ihtiva ettiği fıkhı hükümler yoktur. Ben Müellifi&shy;mizin rivayet ettiği metnin ihtiva ettiği hükümleri özetliyerek anlat&shy;makla yetineceğim. Bu konuya geçmeden önce şunu belirteyim:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e müracaat eden kadı&shy;nın ismini araştırmama rağmen rastlıyamadım. Keza kadınla evlenen sahâbînin ismini de bir yerde göremedim. Tabarâni' nin ri&shy;vayetinden, adamın Ensâr-ı Kirâm'dan olduğu anlaşılıyor. [93]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:34 am

Hadîsin Fıkıh Yönü





"Tekmile yazarı şöyle der:

1. Hadîs, nikâh için bir şeyin mehir olarak verilmesinin gerek&shy;tiğine delâlet eder. Âlimler hür bir kadının mehirsiz olarak nikâh edilemiyeceği hususunda icmâ etmişlerdir.

2. Mehirin nikâh akdinde belirtilmesi evlâdır. Çünkü, mehir hu&shy;susunda ilerde bir nizaın çıkması önlenmiş olur. Hem de kadının ya&shy;ran bundadır. Zira nikâh kıyıldıktan sonra ve henüz cinsel temas yapılmamış iken boşama vuku bulursa nikâh akdinde anılan mehi&shy;rin yarısı kadının hakkı olarak ödenir.

3. Mehirin bir an önce ödenmesi müstehabtır.

4. Hadîsin zahirine göre demir yüzük takınmak caizdir. Bun&shy;da bir kerahet yoktur. Fakat cumhura göre demir yüzük takınmak caiz değildir. Çünkü Ebû Davud'un 'Yüzük kitabı'nm 'De&shy;mir yüzük' bölümünde:

"Büreyde (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiğine göre bir adam, parmağında demirden mamul bir yüzük takınmış olarak Peygam&shy;ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma gelmiş, Efendimiz, adama:

adama:

«Ne oluyor? ben senin üstünde cehennem ehlinin (takındığı) hül-ye ( = huliyatın tekilidir.) görüyorum,» buyurmuştur."

Cumhur, S e h 1 (Radıyallâhü anh) 'in hadîsine cevaben: Bu hadîs demir yüzük takınmanın yasaklanmasından önce buyrulmuş veya hadîsten maksad, mehir için behemhal bir şeyin ödenmesidir, de&shy;mişlerdir.

Bu husus için ayrıntılı bilgi edinmek isteyenlerin Fıkıh kitabları-na müracaatları gerekir.

5. Hadîs, Kur'an'ı öğretmenin mehir olabileceğine delâlet eder. Şafiî ve bir rivayetinde A h m e d böyle hükmetmişlerdir.

Hanefîler, Mâlik, El-Leys, îshak, Mekhul ve bir rivayetinde A h m e d: Kur'an-ı öğretmek mehir olamaz. Mehirin bir mal olması gerekir, demişlerdir.

îbn-i Kudâme: 'Bu âlimlerin böyle hükmetmelerinin de&shy;lili: Nisa sûresinin 24. âyetindeki; "Kadınlar (ile evlenmey)i mallarınızla istemeniz..." ve bunu takip eden 25. âye-tindej "Ve sizden her kimin hür kadınlarla evlenmeye mâlî yönden gücü yetmezse../*

nazm-ı celîlleridir.

Son âyette geçen "Tavl" mal demektir, demiştir." Tekmile yazarı bu grubun başka delillerini de zikretmiş. Daha sonra şöyle demiştir:

"Bu grubtaki âlimler (1889 nolu) S e h 1 (Radıyallâhü anh)'in hadisini şöyle yorumlamışlardır: Kadınla evlenmek isteyen adam Kur'an ehli olduğu için' Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şu&shy;nu buyurmak istemiştir: "Sen Kur'an ehlinden olduğun için bu ka&shy;dınla seni evlendirdim"

Bir de şu vardır: Hadiste "Kur'an-ı öğretmek" ifâdesi yoktur. Yahut bu hüküm o adama mahsustur.

H a t t â b i: Hadîs, Kur'an öğretmek için ücret almanın câiz-liğine delâlet eder. Eğer hadisten kastedilen mânâ: Adamın Kur'an ehli oluşu dolayısıyla mehirsiz olarak kadının onunla evlendirilme&shy;si, olmuş olsaydı, mehirsiz evlendirmek Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem)'e münhasır bir yetkiye dayanmış sayılırdı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den başka hiç bir kimse mehirsiz ev&shy;lendirme yetkisine sahip değildir. Eğer Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) adama Kur'an'dan ezberinde bir şey var mı? şeklinde yönelttiği sorudan bunu öğretmeyi mehir yapmayı kasdetmemiş ol&shy;saydı, bu soru anlamsız kalırdı. Çünkü Kur'an'dan bir kısmını ez&shy;berlemiş olanı evlendirmek caiz olduğu gibi, Kur'an'ı iyi okuyama&shy;yanı evlendirmek de caizdir. Hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kadının mehrini bir süre sonra ödemek üzere adama borç eylediği de yoktur. Yukarda belirtilen nedenlerle açık olan du&shy;rum şudur ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kur'an-ı öğ&shy;retmeyi kadın için mehir kılmıştır', der.

(Tekmile yazarı daha sonra H a 11 â b î' nin görüşünün pa&shy;ralelinde görüşlerini beyan eden Beyhaki ve Ibnü'I-Kay-y ı m' in kavillerini nakletmiştir.)

6. Hadîs: «Seni falan kadınla tezvic ettim» sözü ile nikâh ak&shy;dinin gerçekleştiğine delâlet eder. 'Tezvic* kelimesi yerine 'İnkah* ke&shy;limesi kullanılırsa hüküm aynıdır. Tezvic veya tnkâh masdarların-dan alınma mazi fiilleri ile nikâh akdinin yapılabileceği hususunda âlimler ittifak halindedirler. Çünkü bu iki masdardan türeme fiiller Kitab ve Sünnet'te vârid olmuşlardır. [94]



Bu Husustaki Âlimlerin Görüşleri





1. Şafiî, Zührî ve Îbnü'l-Müseyyeb'e göre nikâh akdi ancak bu masdarlar veya bunlardan türeme fiillerle ya&shy;pılır. Başka kelimelerle olmaz. Tarafların böyle akid yapmaları za&shy;ruridir.

2. Âlimlerin cumhuruna göre, nikâh akdi mezkûr kelimelerle olduğu gibi hibe, temlik, satmak ve sadaka etmek kelimeleri ve bun&shy;lardan türeme mazî fiilleri ile de olabilir.

3. Mâlikîler'e göre hibe kelimesi ile nikâh akdi yapıl&shy;dığında, kadının mehiri anılırsa akid sahihtir. Aksi takdirde sahih değildir.

Sattım, helâl ettim, verdim gibi hayat boyunca devamlılığı ifâ&shy;de eden fiiller ile nikâh akdi yapılırsa, M â 1 i k î 1 e r' den bâzı&shy;larına göre nikâh akdinde mehir anihrsa akid sahihtir. Anılmazsa sahih değildir. îbn-i Rüşd'e göre bu kelimelerle kıyılan ni&shy;kâh bâtıldır.

Hayat boyunca devamlılığı ifâde etmeyen kiralamak gibi kelime&shy;lerle akdedilen nikâh ise ittifakla bâtıldır."



1890) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü anhy&en; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Aişe (Radıyallâhü an-hâ) 'yi (mehir olarak) 50 dirhem (gümüş) kıymetindeki ev eşyası üze&shy;rine nikahladı."

Not: Zevâld'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki râvi Atiyye el-Avfl zayıftır. [95]



18- Adam. Karısı İçin (Bir Mehîr) Tâyin Etmeden Nikâhı Kıyar, Sonra Mehir Durumu Böyle İken Ölür, Babı





1891) Abdullah (bin Mes'ud) (RadtyaUâhü anh)'den rivayet edildi&shy;ğine göre, kendisine :

Bir adam bir kadınla evlenmiş, sonra adam duhul (= kadınla cinsel münâsebet) de bulunmamışken, (nikâh akdinde bir) mehir de tâyin etmemişken ölmüş, meselesi sorulmuştur.

Râvi demiştir ki Abdullah (Radıyallâhü anh) :

Kadına, mehir (i misil hakkı) var, kadına (kocasından) miras (hakkı) vardır. Ve kadın üzerinde iddet vardır, demiştir. (Abdullah'ın bu fetvasından) hemen sonra Ma'kıl bin Sinan el-Eşcaî (Radıyallâhü anh) :

Birvâ' bint-i Vâşık (Radıyallâhü anhâ) hakkında Resûlullah (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem)'in aynen böyle hüküm buyurduğuna şâhid oldum, demiştir.

Müellif bu hadisi kısmen değişik ikinci bir senedle de rivayet etmiştir." [96]


İzahı





Tirmizi, Ebü Dâvûd, Nesai ve Beyhakî de bu hadîsi, mânâyı etkilemeyen az lâfız farkı ile rivayet etmişlerdir.

Müellifin zikrettiği iki senede göre bu hadisi îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'den hem M e s r û k hem de A 1 k a m e ri&shy;vayet etmişlerdir.

Hadiste, İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) soruyu cevap&shy;landırırken, verdiği hükmün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem)'den alındığını söylemediği için hadis mevkuf sayılır. Ancak onun verdiği cevâbın aynısının Birvâ (Radıyallâhü anh) hak&shy;kında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından verildi&shy;ğine Ma'kıl bin Sinan (Radıyallâhü anh) şehâdet edin&shy;ce hadis mevkufluktan çıkarak merfu' olmuştur.

Hadisdeki "DubÛF'den maksat cinsel temastır. Zayıf bir kavle göre bundan maksat halvete girmektir. Yani damat ile gelin yalnızn başlarına kapalı bir yerde buluşmaları duhul sayılır, zifafa girdik&shy;ten sonra cinsel temas olmasa bile duhul hükmü vardır.

Hadisdeki "Farz"dan maksat mehir miktarının damat tarafından tâyin ve takdir edilmesidir. Tabiî kadının veya yetkili velisinin buna rızâ göstermesi şarttır.

İddet: Kocası ölen veya boşanan kadının bekleme süresidir. Bu süre bitmedikçe kadın başka bir erkekle evlenemez. îddetle ilgili bir çok hüküm vardır. Talâk kitabında yeri geldikçe ilgili hükümler an&shy;latılacaktır.

Kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür. İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'a sorulan mes'elenin mâ&shy;hiyeti tercemeden de anlaşıldığı gibi şudur:

Bir adam, bir kadınla evlenirken vereceği mehir miktarı tâyin edilmiyor. Adam henüz kadınla cinsel temas yapmadan ölüyor. Ka&shy;dının mehir ve mirasçılık hakkı var mı? Keza duhul olmadığına gö&shy;re kadın iddet denilen sürece beklemekle mükellef mi? îddetle ilgili hükümlere tâbi mi, değil mi?

îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) verdiği cevapta; kadı&shy;na mehir ödenecek, kocasının malına mirasçıdır: Ve iddete tâbidir hükmünü vermiştir.

Ödenecek mehir, mehr-i misildir. Yâni kadının anası, teyzesi, ha&shy;lası ve kız kardeşleri gibi yakınlarının mehiri ne kadar ise onunki de böyle hesaplanarak Ölen kocasının malından ödenir.

Kadının miras hakkına gelince ölen kocasının başka eşlerinden bile olsun çocuğu varsa, kadına 8'de bir hisse, çocuğu yok ise 4'de bir hisse ödenecektir.

îddet de yukarda anlattığım gibi dört ay on günlük bekleme sü&shy;residir,

îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) böyle hüküm verdiğin&shy;de orada bulunan Ma'kil bin Sinan (Radıyallâhü anh) onun verdiği hükmün isabetli olduğunu belirtmek üzere Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Birvâ' bint-i Vâşık (Radıyallâhü anhâ) adlı kadın hakkındaki ayni hükümleri verdiğini beyan etmiştir.

Ebû Dâvûd, Tirmizî, Beyhakî, îbn-i Hib-b â n ve Hâkim'in Abdullah bin U t b e (Radıyallâhüanh)'den rivayet ettikleri bir hadîse göre bu hadiste söz konusu edi&shy;len mes'ele hakkında Abdullah bin Mes'ud (Radıyal&shy;lâhü anh)'a müracaat edenler, bir kaç defa ona müracaat ettikten sonra İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) :

"Ben bu kadın hakkında derim ki: Kadının akrabası olan kadın&shy;ların mehiri gibi ne onlannkinden fazla ne de noksan bir mehir bu kadının hakkıdır. (Kocasından) mirasçılık da onun hakkıdır. Kadın üzerine iddet de vardır. Eğer (verdiğim) bu hüküm doğru ise Allah'(in tevfikin) dendir. Şayet hatâh (bir hüküm) ise ben (im ilmimin eksik&shy;liğin) den ve şeytan (in karıştırmasın) dandır. Allah ve Resulü (bu fetvamdan ve hatâdan) beridir, demiş. Bunun üzerine (orada bulu&shy;nanlardan) el-Cerrâh ve Ebû Sinan'ın dâhil olduğu Eşcâ kabilesin&shy;den bir kaç zât (Radıyallâhü anhüm) ayağa kalkarak :

Ey İbn-İ Mes'ud! Biz şâhidlik ederiz ki Birvâ' bint-i Vâşık (Radı&shy;yallâhü -anhâ) hakkında Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizim içimizde senin verdiğin hüküm gibi hüküm buyurdu ve Birvâ'm kocası Hilâl bin Mürre el Eşcaî (Radıyallâhü anh) idi, dediler. Râvİ demiştir ki, bunun üzerine İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) verdiği hükmün Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in buyurduğu hük&shy;me uygunluğu nedeni ile son derece sevindi."

Nikâh akdinden sonra ve henüz mehir tâyin edilmemiş iken ko&shy;cası ölen bir kadın, duhul yâni cinsî münâsebet olmamış olsa bile mehir-i misilin tamamına müstehaktır. Hadis buna delâlet eder. [97]



Bu Husustaki Âlimlerin Görüşleri





1. îbn-i Mes'ud, Hanefi âlimleri, îshak, A h -med ve Cedîd (= yeni, yâni son) kavlinde Şafiî bu ha&shy;dîsle hükmetmişlerdir.

2. Evzâî, el-Leys, Mâlik ve Kadim (= eski) kavlinde Şâ f i î: . Kadın mehir almayı hak etmemiştir. Çünkü me&shy;hir kadınlığından yararlanma karşılığıdır. Adam onun kadınlığından yararlanmadığı için bu istihkak gerçekleşmiş olmaz demişlerdir.

Tirmizî bu hadîsin hükmü ile ilgili olarak şöyle der: "îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'m bu hadîsi hasen-sahîhtir. Bîr kaç sened ile ondan rivayet edilmiştir. îlim ehlinin bâzısı bu hadisle amel etmiştir. Sevri, Ahmed ve îshak'ın kavli de budur.

Ali bin Ebi Tâlib, Zeyd bin Sabit, Ibn-i . Abbâs ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhüm)'ün dâhil ol&shy;duğu bir grup âlim : Bu durumdaki bir kadın, kocasından mirasçı&shy;dır, tddeti gereklidir. Mehir hakkı ise yoktur, demişlerdir. Şafii'-nin (ilk zamanlardaki) kavli de budur. Şafii: Birvâ' bint-i V â ş ı k (Radıyallâhü anhâJ'nın hadisi sabit olsaydı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKden rivayet edilen hadîs, delil olurdu, demiştir. Şafiî' den rivayet edildiğine göre kendisi M ı s ı r' da bu (ilk) kavlinden dönerek Birvâ' bint-i Vâşık (Ra-dıyallâhü anhâJ'nın hadisi ile hüküm etmiştir."

Tekmile yazarı ikinci grubun delillerini bir bir zikretmiş ve cum&shy;hur sayılan birinci grubun bu delillere vâki itirazlarını beyan et&shy;miştir. [98]



Hadîsten Çıkarılan Diğer Hükümler





1. Mehir anılmadan kıyılan nikâh akdi sahihtir. Bunda âlim&shy;ler müttefiktir.

2. Nikâh akdinden sonra henüz duhul yâni cinsel temas yapıl&shy;mamışken ve mehir miktarı tâyin edilmediği halde kocası ölen bir bir kadın kocasının malına mirasçıdır. Bu hususta âlimler mütte&shy;fiktir.

Mehir miktarı maddede durumu belirtilen kadın, henüz duhul olmamış olsa bile kocasının ölümü dolayısıyla iddete tâbidir. Bu id-det dört ay on gündür. Bu hususta âlimler müttefiktir.

Mâldl bin Sİnân (R-A.) ve Birvâ* bint-i Vâşık (R.A.)*nın Hâl Tercemeleri

Mâ'kil bin Sinan bin Mazhar el-Eşcai Ebû Muhammed <R,A.) sahâbîdir. Kün&shy;yesinin Ebû Abdirrahman olduğu da söylenmektedir. Bir kavle göre künyesi Ebü Sinan'dır. Bu zât Mekke fethinde kavminin sancaktan olarak bulunmuştur. Pey&shy;gamber (S.A.V.)'den bu hadisi rivayet etmiştir. Kendisinden hadis rivayet eden&shy;ler İse Mesrûk el-Esved, Abdullah bin Utbe bin Mes"ud, Alkame, Nâfİ, bin Cübeyr bin Mutim ve başkalarıdır. Hicretin 63. yılı Harre'de katledilmiştir.

Birvâ* bint-i Vâşik (R.A.)'nın adı hadisçilerce 'Birva'dır. Lügat âlimlerince 'Berva'dır. El-Eşcaiyye el-KÜabiyye'dir. Hilâl bin Mtirre (B.A.)'ın karışıdır. (El-Men-hel Tekmilesi Cild 3, Sah. 301) [99]



19- Nikâh Akdinin Hutbesi(Ntn Beyanı) Babı





1892) Abdullah bin Mes'ud (Radıyaîlâkü anA/den; (Ya) şöyle de&shy;miştir :

Her hayrı içine alan veciz sözler ve her hayrın sonuçları (na âit en edebî konuşmalar) veya böyle demiştir: Her hayrın başlangıçla&shy;rı (na dâir en edebi) sözler, (Allah tarafından) Resûlullah (Sallal&shy;lahü Aleyhi ve Sellem)'e verildi. O da bize namaz (in sonunda oku&shy;nan) teşehhüdü ve (nikâh akdi ile benzeri) hacettin başlangıç) hut&shy;besini öğretti. Namaz teşehhüdü şudur:

(Nikâh akdi ve benzeri) hacettin başlangıç) hutbesi de şudur.-

Sonra (bu) hutbene, Allah'ın kitabından şu üç âyeti sonlarına kadar eklersin: [100]



İzahı





Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ahmed, Nesaî, Dâ-r i m î ve B e y h a k i de bu hadisi rivayet etmişlerdir. Bâzı ri&shy;vayetler kısadır. Ebû Dâvûd'un rivayetinde Hacet hutbe&shy;sinin metninin bitiminde:

"Sonra bu hutbene Allah'ın kitabından şu üç âyeti eklersin" cümlesi olmaksızın mezkûr hutbesi bittikten sonra; "ve Efendimiz üç âyet okur," ifâ&shy;desi ile hadîs son buluyor. Daha sonra T i r m i z İ şöyle der: Râvi Abser bin el-Kâsım: Süfyân-ı Sevrı bu âyetle&shy;rin şunlar olduğunu açıklamıştır, diyerek mezkûr âyetleri naklet-m iştir.

Hadiste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım :

Hutbe: Yapılan konuşma, söz söylemek, va'z etmek, yapılan dîni konuşma ve başka mânâlara da gelir. Cuma ve bayram günleri ya&shy;pılan dinî konuşmalara da anılan lügat mânâlarından dolayı Hutbe denilir.

Namaz sonunda okunan Teşehhüd'e de Hutbe denilir. Bu sebep&shy;le thn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) bu hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in onlara namaz hutbesini öğret&shy;tiğini bildirmiştir. Namaz hutbesinden maksadı namazda okunan teşehhüd'dür.

Cevâmiül'-Hayr: Hayrın bütün nevilerini içine alan veciz sözler, demektir, Cevâmi; Câmi'in çoğuludur. Cami, çok mânâ içeren az sözdür ki buna veciz de denilir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) eşsiz bir edip idi. Arap&shy;ların en üstün edebiyatçısı, en fesâhatlisi ve belagatta en kuvvetlisi

idi. Nitekim sahih bir hadiste; «Ben Arapların en fasihiyim. Bununla da iftihar etmem.» buyurmuştur. Başka bir sahih hadiste: "Bana (Alîah tarafından) Ce-vâmiü'I-Kelîm verildi.» buyurmuştur.

Az sözle, çok mânâlar ifâde eden dünyanın en üstün şahsiyyeti Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dir.

Gerek namazda okunan teşehhüd ve gerekse hacet hutbesi bu fesahat, belagat ve edebiyat gücünün birer canlı örneğidir. Görül&shy;düğü gibi bunlar kısa birer sözlerdir. Ama mânâları gereği gibi an-latılırsa sahîfeler, hattâ cildler doldurur ve hayrın bütün nevilerini ihtiva ettiği rahatlıkla anlaşılır.

î b n - i Mes'ud (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu üstün meziyetini belirtmek istemiştir.

Havâtim: Hâtem, Hatim ve hâtime'nin çoğuludur. Değişik mâ&shy;nâlara gelir. Burada Sonuçlar mânâsı kastedilmiştir. Namaz bir ha&shy;yırdır. Namazın sonunda okunan teşehhüd'de bu hayrın bir sonucu&shy;dur. Allah tarafından Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "e ve&shy;rilen ve öğretilen veciz bir söz dizisidir. Efendimiz de bir üstün ha&shy;yır olan namaz ibâdetinin bu güzel sonucu yâni teşehhüd'ü ümmeti&shy;ne öğretmiştir.

Fevâtih: Fâtiha'nın çoğuludur. Fatiha ise bir şeyin başlangıcı demektir. Kur'an'ın ilk sûresine de bu nedenle Fatiha adı verilmiştir. Bu kelimelerin başka mânâları var ise de burada kastedilen mânâ başlangıç mânâsı olduğu için diğer mânâları anlatmaya gerek gör&shy;müyorum.

Nikâh ve başka hayırlı işierin başlangıcında okunması meşru olan ve bu hadîste anılan hutbe de Allah tarafından Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'e öğretilen veciz bir söz dizisidir. Efendi&shy;miz de bunu ümmetine öğretmiştir.

Hülâsa Havâtimü'1-Hayr•. Her nevî hayırlı işlerin bitiminde söy&shy;lenen en veciz sonuçlarıdır. Teşshhüd bunun bir örneğidir.

Fevâtihü'1-Hayr de.- Her nevi hayırlı işlerin başlangıcında söy&shy;lenen en veciz takdim konuşmalarıdır. Nikâh akdinin başında okun&shy;ması meşru kılınan ve hacet hutbesi ismi verilip bu hadiste anılan sözler bunun bir misâlidir.

Hadisin tercemesinde "Veya böyle demiştir" sözü râvinin tered&shy;düdünden ileri gelmiştir. Yâni İ b n - i M e s ' û d (Radıyallâhü anh)'a "Cevâmiü'I-Hayr ve Havâtimeh" ifâdesini kullanmış, ya da "Fevâtiha'1-Hayr ifâdesini kullanmıştır.

Bu iki ifâdenin taşıdığı mânâ tercemede Özlü verilmiş, yukarıda da ayrıntılı olarak belirtilmiştir.

Hadîste geçen 'Hacet' kelimesi ile nikâh akdi işi kastedilmiş ola&shy;bilir. Bâzı âlimler böyle yorumlamışlardır. Bu kelime ile yalnız ni&shy;kâh akdi değil, her çeşit hayırlı ihtiyaç ve iş kastedilmiş olabilir. Çün kü böyle yorum yapanlar da vardır.

Ebû Davud'un süneninde İbn-i M e s' u d (Radı&shy;yallâhü anh)'den yapılan bir rivayette

"Nikâh akdi ve başka şeylerdeki hacet hutbesinde..." îf^desi bulunu&shy;yor. Bunun için Şafiî: Nikâh, satış ve diğer bütün akidlerde hutbe okumak sünnettir, demiştir.

Tekmile yazarı da : Bu hadîs, nikâh ve diğer önemli akidlerde anı&shy;lan hutbeyi okumanın müstehaphğına delâlet eder. Bu hususta mu&shy;halif kalan bir âlimin bulunduğunu bilmiyorum, demiştir.

Hadiste geçen teşehhüd kısmı, Müellifimizin rivayet ettiği 899 no-lu îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinde geçmiştir. Onunla ilgili gerekli bilgi orada verilmiştir. Tekrarlamaya ihtiyaç yok&shy;tur.

Hadîste geçen Hacet hutbesinin mânâsını verelim: Hutbenin Meali:

«Şüphesiz her türlü hamd Allah'a mahsustur. Biz O'na hamd ede&shy;riz. (Emirlerine uymak ve yasaklarından sakınmak için) Ondan yardım dileriz. (Tüm günahlarımız için) O'ndan mağfiret dileriz. Nefis&shy;lerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülerin (i işlemek) den Al&shy;lah'a sığınırız. Allah bir kimseyi (hidâyete ve iyi amele) muvaffak kı&shy;larsa, artık hiç bir kimse onu delâlete götürmeye muktedir olamaz ve Allah bir kimsenin şakâvetini (~ mutsuzluğunu) takdir ederse, ar&shy;tık hiç bir kimse onu hidâyete erdirmeye muktedir olamaz. Ben di&shy;limle ikrar ve kalbimle tasdik ederim ki Allah'tan başka tapınmaya lâyık hiç bir ilâh yoktur. O, birdir, hiç bir ortağı yoktur. Yine dilimle ikrar ve kalbimle tasdik ederim ki; Muhammed Allah'ın (en sevgili) kulu ve (en son - en büyük) elçisidir.»

Hacet hutbesinin sonuna eklenen üç âyetin tamam1 ve mealleri:

"Ey İman etmiş olanlar! Allah'a bihakkın takva ile ittika edin

(= O'na şükredip nankörlük etmeyin. ıtâat edip günah işlemeyin, O'nu anın. unutmayın) ve (ölünceye kadar müslümanlık dininden ayrılmayın). Ancak müslümaniar olarak Ölünüz.[101]

"Ey insanlar! O rabbinizden korkun ki, sizi bir nefis (Adem)den yarattı. Ve ondan da karısını yarattı. O ikisinden de bir çok erkekler ve kadınlar türetti. Ve O Allah'tan korkunuz ki, O'nun (adıy)la bi-ribirinizden dilekte bulunursunuz, rahimler (yakınlarınızın hakları&shy;na riayetsizlik)den de sakınınız. Şüphesiz Allah üzerinizde murakıp&shy;tır.[102]

"Ey İman etmiş olanlar! Allah'tan korkun ve doğru söz söyleyin. (Böyle yaparsanız) O, sizin için amellerinizi islâh eder ve sîzin için günahlarınızı bağışlar. Her kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse şüp&shy;hesiz büyük bir zafere ermiş olur.[103]

Yukarıda âyetlerin özlü mânâlarını sunmakla yetindim. Bunların açıklaması için tefsir kitablarına bakılabilir.



1893) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edil&shy;diğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (hutbenin başında:) buyurdu.[104]



İzahı





N e s a i bu hadîsi "Nikâh akdedilirken m üsten ab olan sözler" babında^ rivayet etmiştir. Oradaki rivayetin baş kısmında şu ilâve vardır: "

"Bir adam bir şey hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile konuştu. (Konuşmadan) sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şunu buyurdu."

Bu ilâveden sonra buradaki hutbe rivayet olunmuştur.

Oradaki rivayete göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hayırlı işin başlangıcında bu hutbeyi irad buyurmuştur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Cuma hutbelerinin başında da bu mübarek sözleri buyurduğu Ebû Dâvûd, T i r -mizî, ve Nesaî'nin İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhVden rivayet ettikleri hadîsten anlaşılıyor. Bâzı rivayetlerde bu hutbeye biraz ilâve vardır.

Sindi, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hadîsinin haşiyesinde, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu mübarek sözleri hutbede buyurduğunu kaydetmiştir.

Bu rivayetlerin tümünden anlaşılıyor ki. Peygamber (Sallallahü 'Aleyhi ve Sellem) Cuma ve Bayram hutbeleri olsun, nikâh ve baş&shy;ka işlere âit konuşmalar olsun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem) hitabetlerinin başlangıcında bu mübarek sözleri söyler, sonra asıl konuya geçerdi.

Bu hadiste anılan hutbenin bitimindeki; M* U! sözü, konuşma&shy;nın başlangıcı ile asıl konuya girişi bir birinden ayırmak için Arap dilinde kullanılması âdet olan bir ifâdedir. Bu nedenle bu ifâdeye 'Faslı Hitâb Edatı = Konuşmanın bir kısmını diğer bir kısmından ayırma edatı' denilir.

Bu ifâde bazen de konuşmanın bir konusundan diğer bir konu&shy;suna geçişte kullanılır. Bundan gaye muhatabların dikkatini çekmek&shy;tir.

Bu ifâdenin tercemesi "Bu söylenen sözlerden sonra söylenecek söze (veya yapılacak işe) gelince" şeklinde yapılabilir. Türkçemizde bu ifâde yerine bazen "İmdi" kelimesi kullanılır.

Hadîs, her hayırlı işle ilgili yapılan konuşmaya bu mübarek söz&shy;lerle başlamanın müstehablığına delâlet eder.



1894) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ankyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

-(Allah'a) Hamd (etmek) ile başlanılmayan her önemli şey (be&shy;reketi) kesilmiş (veya noksan bir şey)dir.»"

Not: Sindi, şöyle demiştir : Îbnü's-Sal&h ve Nevevt bu hadisin hasen oldu&shy;ğunu söylemişler, îbn-i Hîbb&n kendi sahihinde, el-H&kim de el-Müstedrek'te bu hadisi rivayet etmişlerdir. [105]



İzahı





Bu hadîsin bir benzerini Ebû Dâvûd ve Nesaî yine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den merfu olarak rivayet et&shy;mişlerdir. Oradaki hadis metni şöyledir .«Allah'a hamd (etmek) ile başlanılmayan her konuşma (bereket) kesilmiş (veya noksan bir şey)dir.» Bu rivayetin isnadının sahih olduğu Câmiüs'-Sağîr şerhi Sirâcü'l-Münîr'de bildirilmiştir. Bâzı rivayetlerde "Eczem" veya "Ak&shy;ta' " kelimeleri yerine "Ebter" kelimesi bulunur. Hepsinden kastedi&shy;len mânâ: "Bereketsiz veya noksan" demektir.

Tirmizi de Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak şu hadîsi rivayet ederek hasen - garib olduğunu söy&shy;lemiştir:«İçinde teşefıhüd bulunmayan her hutbe (= konuşma) kesilmiş (veya cüzzâm has&shy;talığına tutulmuş) el gibidir.»

T i r m i z î' nin şerhi Tuhfe'de bu hadîsin açıklaması bahsin&shy;de şöyle deniliyor:

"Turbeştî: Teşehhüd'ün asıl mânâsı şehâdet kelimesidir. Başka bir rivayette "Teşehhüd" kelimesi yerine "Şehâdet" kelimesi bulunur. Şehâdet: Kesin haberdir. Kesin haberlerin en doğrusu ve en azametlisi Allah Teâlâ'ya hamdetmektir, demiştir.

*E1-Erbaîn El-Büldaniyye' kitabının başında müellifi e 1 - H â f 1 z Âbdülkadir er-Ruhâvî: Bu hadisin başka metinlerle yapılan rivayetleri de vardır. Bunlardan birisinde: «Besmele ile baş&shy;lanılmayan her önemli şey (bereketten) kesilmiş (veya noksan) dir.» hadîsidir, demiştir.'

Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesaî, îbn-i Hibbân, Hâkim, Dârekutnî, Beyhaki ve başkalarının Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikleri ve senedleri müteaddit olan hadîsin bâzı rivayetlerinde önemli her şeyin başında hamd etmek, diğer bâzı rivayetlerde besmele çekmek, bir kısım riva&shy;yetlerde her konuşmanın başında hamdetmek .isteniyor. Sindî müellifin hadisinin haşiyesinde şöyle der: 'Bâzı âlimler hadisdeki hamd etmeyi Allah'ı anmakla yorumla&shy;mışlardır. Çünkü bâzı rivayetlerde 'Besmele çekmek' diğer bir kısım rivayetlerde 'Allah'ı anmak' il©️ başlanılmayan her şeyin noksan veyâ bereketsiz olduğu bildirilmiştir. Bütün rivayetlerin arasını bulmak için 'Allah Teâlâ'yı anmak' yorumunu yapmak en uygun olanıdır.'

Önemli işlerden maksat haram veya mekruh olmayan meşru şey&shy;lerdir. Bu şeyler, konuşmak, hutbe okumak, bir iş yapmak gibi husus&shy;ların tümünü kapsar.

Müellif bu hadîsi hutbe babında zikretmekle,, hutbenin başında hamd etmeyi ve Allah Teâlâ'yı anmayı kasdetmiştir.

Bu bâbtaki hadîsler, nikâh akdinin başında ve diğer önemli iş&shy;lerin başında hutbe okumanın müstehablığına delâlet ederler. Çün&shy;kü yukarda metni ve meali verilen hutbede Allah'a hamdetmek, O'ndan yardım ve mağfiret dilemek, serlerden O'na sığınmak, keli-me-i şehâdet ve daha başka meziyetler ve hayırlar toplanmış du&shy;rumdadır. Böyle meziyetleri içine alan bir zikir manzumesi ile baş&shy;lanılan işler bereketli ve tam olur. Bunsuz yapılan işler ise bereket&shy;siz ve noksan olur. Zira Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve S eli e m) 'in tavsiyesine riâyet edilmemiş olur.

Tirmizi'de bildirildiği gibi hutbesiz kıyılan nikâh akdi bâ&shy;zı âlimlerce caiz sayılmıştır. Süfyân-ı Sevrî ve başka âlim&shy;ler böyle demişlerdir. Çünkü Ebû Dâvûd ve Beyhakî'-nin Benî Süleym kabilesinden ( A b b â d isimli) bir adam (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:

"Ben Abdülmuttalib'in kızı Ümâme (Radıyallâhü anhâ) ile ev&shy;lenmek istediğimi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e arz et&shy;tim. O da hutbe olmaksızın nikâhımızı akdetti."

Zâhiriyye mezhebine mensup âlimler nikâh akdi için hut&shy;be okumanın vâcipliğine hükmetmişlerdir.

Cumhur'a göre nikâh akdinde hutbe okumak müstehabtır. [106]



20- Evlenmeyi Duyurmak Babı





1895) Âişe (RadtyaUâhü anhâ y dan rivayet edildiğine göre Peygam&shy;ber (SallaUahü Aleyhi ve SeÜem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Bu evlenme işini (halka) duyurun ve bunun için def çalınız.»*'

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Alimler bunun senedindeki ravi Halid bin İlyâs Ebül-Heysem el-Adevî'nin zayıflığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Hattâ, tbn-i Hibbân, Hâkim ve Ebû Sald en-Nakkaş onun mevzu hadîslerinin bulunduğunu söy&shy;lemişlerdir.



1896) Muhammed bin Hâtib (RadtyaUâhü anh)'den rivayet edildiği&shy;ne göre; Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Seltetn) şöyle buyurdu, demiştir:

«Helâl (birleşme) ve haram (birleşme) arasındaki fark, evlen&shy;mekte def çalmak ve duyurmaktır.»" [107]



İzahı





îlk hadis Zevâid türündendir. Notta belirtildiği gibi senedindeki râvi H â 1 i d de zayıftır. Fakat Tirmizi de Âişe (Ra-dıyallâhü anhâ)'dan bu hadîsin benzerini, hattâ bir mislini "Nikâh ilânı" babında başka bir sened ile rivayet etmiştir. Oradaki merfu' hadîs şöyledir

-Bu evlenme işini (halka) duyurun. Nikâh akdini de mescidi er&shy;de kıyınız. Ve bunun için defler çalınız.» T i r m i z î bu hadîsin hasen - garib olduğunu söylemiştir.

Görüldüğü gibi Tirmizi' nin rivayetinde evlenmenin du&shy;yurulması, bu maksatla deflerin çalınması emredilmiş ve Müellifimi&shy;zin rivayetine ilâveten nikâh akdinin mescidlerde kıyılması emredil&shy;miştir.

Tuhfe yazarı şöyle der: 'Elimizde bulunan Tirmizi nüs&shy;halarında bu hadisin hasen - garîb olduğu kaydı mevcuttur. El-Mişkât ve en-Neyl'de Tirmizi' nin bu hadîsi rivayet edilmiş, ancak oralardaki beyâna göre Tirmizî, bu hadîsin garîb olduğunu söylemiş, hasen olduğunu söylememiştir. EI-Mişkât ve en-Neyl sa&shy;hiplerinin ellerindeki Tirmizî nüshalarının sahih nüshalar ol&shy;duğu kanaati hâkimdir. Çünkü Tirmizî bu hadîsin senedin&shy;deki îsâ bin Meymun'un zayıf olduğunu söylemiştir. El-Hâfız da el-Fetih'te bu hadisin zayıf olduğunu söylemiştir.

'Ahmed, îbn-i Hibbân ve el-Hâkim'in de, 'Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anh)'den rivayet

ettikleri benzer bir hadiste; «Evlenme işini duyurun.» Duyurulmuştur. O rivayette; evlenme için defler çalınız.» cümlesi yoktur.

Hadîsdeki "ĞirbâT kelimesinin asıl mânâsı "Kalbur"dur. Def, kalbur şeklinde olup bir yüzü deri ile kaplı olduğu için "ĞırbâT* tâ&shy;biri kullanılmış ve "Def mânâsı kastedilmiştir.

Muhammed bin Hâtıb (Radıyallâhü anh) 'in hadisi&shy;ni Tirmizî, Nesaî, Ahmed ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Tirmizi, Muhammed bin Hâtıb (Ra&shy;dıyallâhü anh)'in henüz erginlik çağına varmamış, küçük bir genç iken Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'i gördüğünü beyan et&shy;miştir.

Tuhfe yazarı bu hadîsin şerhinde şöyle der:

"El-Cezeri, en-Nihâye'de: Bu hadîsten maksat, evlenme işinin duyurulmasıdır. Bu da evlenme işini halk arasında yaymaktır, demiştir.

El-Kaârî, el-Mirkât'ta: 'Yâni evlenme işini anlatmak, teşhir et&shy;mek ve def çalmak istenmiştir. Çünkü böylece evlenme işi ilân edil&shy;miş olur. İbnü'l-Melîk: Çiftlerin helâl birleşmesi ile haram birleşmesi arasındaki farkın, yalnız evlenmede def çalmak ve duyur&shy;maktan ibaret olduğu kastedilmemiştir. Çünkü nikâh akdedilirken şahitlerin hazır bulunması ile helâl birleşme, haram birleşmeden ayırdedilmiş olur. Hadîsten maksat evlenme işinin ilân edilmesine teşviktir. Tâ ki halktan gizli kalmasın. Şu halde def çalmak ve top&shy;lanan halkın mubah şiirleri yüksek sesle ve makamla okumaları ile evlenme işinin duyurulması sünnettir, demiştir. Şerhü's-Sünne'de şöy&shy;le denilmiştir: Hadisin mânâsı, evlenme işinin ilân edilmesi ve halk arasında bundan bahsedilmesidir. Hadîsdeki "Savt" kelimesi ile hal&shy;kın evlenme işinden haberdar olup kendi aralarında konuşması kast- edilmiştir. Makamla ve yüksek sesle şiir söylenmesi değildir,' diye bil&shy;gi vermiştir.

Tuhfe yazarı daha sonra şöyle der:

Bence açık olan şudur ki: Hadîsdeki "Savt" kelimesinden mak-sad, mubah olan nağme ile söz söylemektir. Çünkü düğünlerde def çalgısı eşliğinde makamla şiir söylemek caizdir. Er-Rube yyi' bin t-i Muavviz (Radıyallâhü anhâVin hadîsi buna delâlet eder. Tirmizî ve Buharı bu hadisi rivayet etmişlerdir.'

Tuhfe'nin bahsettiği er-Rubeyyi' (Radıyallâhü anhâ)'in hadîsi müellifimiz tarafından rivayet edilen 1897 nolu hadîstir.

Hadîsin: "Bu nikâh işini duyurunuz.» cümle&shy;si ile ilgili olarak Tuhfe yazarı şöyle der:

Yâni; nikâh akdini şahitlerin huzurunda kıyınız, diye yorum ya&shy;pılabilir. Bu takdirde hadîsdeki emir vâciblik içindir. Hadîsin bu cüm&shy;lesinden m aks ad, evlenme işinin açıktan yapılıp teşhir edilmesi ola&shy;bilir. Bu takdirde cümledeki emir müstehablık içindir.

Nikâh için deflerin çalınması ile ilgili hadîsdeki emre gelince; bâzı Fıkıhçılar: Deflerden maksad, pulsuz olan deflerdir, demişlerdir. İbnü'l-Hümâm böyle anlatmıştır.

El-Hâfız da: Defleri çalmakla ilgili hadîsdeki emir, erkek&shy;lere ait olduğundan dolayı düğünlerde def çalmanın kadınlara mah&shy;sus olmadığı söylenmişse de, bu söz zayıftır. Düğünlerde def çalmak&shy;la ilgili kuvvetli hadîslerdeki izin, kadınlara aittir. Artık bu hüküm&shy;de erkekler kadınlara hadîslerdeki izin, kadınlara aittir. Artık bu hü&shy;kümde erkekler kadınlara kıyaslanamaz. Çünkü kadınlara benze&shy;mek yasaklığı umumîdir, demiştir.

Tuhfe yazarı, e 1-H â f ı z'ın yukarıdaki sözünü naklettik&shy;ten sonra : Ben derim ki: Düğünlerde söylenmesi mubah kılınan ma&shy;kamla söz söylemek de kadınlara mahsustur. Erkekler için caiz de&shy;ğildir, demiştin

Evlenme, çocukları sünnet etme ve dinî bayram günlerinde def çalmak ve nağme ile söz söylemek hakkındaki Fıkıhçıların görüşle&shy;rini Müellifimizin 1302 ve 1303 nolu hadîslerin şerhinde özetle beyan etmiştilv Oraya müracaat edilebilir. Ayrıca bu bâbtan sonra gelen bâbtaki hadîslerin izahı bölümünde bu konuda biraz bilgi verilecek&shy;tir. [108]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:35 am

21- Gına’ (= Nağme Ve Yüksek Sesle Şiir Söylemek) Ve Def (Çalmak) Babı





1897) Hâlid el-Medenî isimli Ebü'I-Hüseyn (Radtyallâhü anhyûen; Şöyle demiştir :

Biz bir aşure günü Medine (-i Münevvere)'de idik. Cariyeler, def çalıp nağme ile söz söylüyorlardı. (Bu durumu yadırgadığımız için) Biz er-Rubeyyi' bint-i Muavviz (Radıyallâhü anhümâ) 'nın yanına gir&shy;dik de cariyelerin durumunu ona anlattık. Kendisi bize şöyle dedi: Ben, gelin olduğumun kuşluk vaktinde Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) evlenme törenime gelerek odama girdi. O sırada iki kızcağız def çalgısı eşliğinde nağme ile söz söylüyor ve Bedir sava&shy;şında şehid edilen babalarımın menkıbelerini anıyorlardı. Bu kızcağız&shy;lar söyledikleri sözler arasında: İçimizde yarın ne olacağını bilen bir Peygamber de vardır, diyorlardı. Bunun üzerine Peygamber (Sallal&shy;lahü Aleyhi ve Sellem) (oradaküere) :

«Bu söze gelince bunu söylemeyiniz. Yarın ne olacağını Allah'tan başka kimse bilmez.» buyurdu."

Muhammed bin H&tib (Rji.)'ui Hâl Tercemesi

Muhammed bin Hâtıb bin el-Hars bin Muammer bin Habib bin Veheb bin Huzftfe bin Cümh el-Cümhl Ebü'l-Kâsım, sahâbîdir. Alî bin Ebi Tâlib (R.A.yden badis rivayet etmiştir. Tirmizl, Nesaİ ve thrA Mâceh yanında onun iki hadisi vardır. Havileri ise tbrâhim ve el-Hars adlı iki oğlu ile Semmâk bin Harb ve btr cemaattır, meretin 74. yılı vefat etmiştir. (Hulasa: 333) [109]



İzahı





Buhârî, Tirmizi ve Ebû Dâvûd da Rubeyyi' (RadıyaÜâhü anhâ) 'nin hadisini rivayet etmişlerdir. Buhârî ve Tirmizi' nin rivayetinde bu hadîsin baş kısmında bulunan râvi H â li d (Radıyallâhü anh) 'a âit sözler yoktur.[110]

Rivayetlerde mânâyı etkilemeyen bâzı kelime değişiklikleri var&shy;dır. Bu değişiklikleri anlatmaya gerek görmüyorum. Zâten bunu an&shy;latmak bir hayli yer alır.

Müellifin rivayet ettiği hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklıyalım: Gına' ve Teğanni: Yüksek sesle ve nağme ile şiir söylemektir. Bu şiir, söyleyiciye âit olabildiği gibi başkasına da âit olabilir.

Def î Kalbur şeklinde olup, bir yüzüne deri çekilmiş ve diğer yü&shy;züne deri çekilmiş ve diğer yüzü açık olan çalgı âletidir.

Câriye: Hür olmayan kadın ve hür olan genç kız demektir. Bu kelimenin çoğulu Cevârî'dir.

Nudbe i Ölünün hasletlerini ve iyiliklerini sayıp anmaktır. Aşure günü: Muharrem ayının onuncu günüdür. Yüce dinimiz&shy;ce kutsal sayılan mübarek bir gündür.

Rubeyyi' bint-i Muavviz (Radıyallâhü-anhâ)'mn evlendiği zâtın isminin Eyâs bin el-Bükeyr el-Leysi olduğu ve sahâbîlik şerefine mazhar olduğu I b n - i S a' d tara&shy;fından beyan edilmiştir.

Rubeyyi' bint-i Muavviz (Radıyailâhü anhümâ) '-nm evlendiği zâtın isminin Eyâs bin el-Bükeyr el-tey-s İ olduğu ve sahâbîlik şerefine mazhar olduğu î b n - i S a' d tarafından beyan edilmiştir .

Rubeyyi' (Radıyailâhü anhâ) 'nin Bedir savaşında şe-hid edilen ve hadîste "babalarım" diye geçen zâtların, Rubeyyi' (Radıyailâhü anhâ)'nin babası Muavviz (Radıyailâhü anh) ve amcaları M u â z (Radıyailâhü anh) ile A v f (Radıyailâhüanh) oldukları el-Hâf iz tarafından beyan edilmiştir. Hepsine "babalarım" ifâdesi kullanılmıştır.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Rubeyyi' (Ra&shy;dıyailâhü anhâ)'nin gelin olduğu geceyi takip eden gün kuşluk za&shy;manı Rubeyyi.' (Radıyailâhü anhâî'nin odasına gittiği, B u -hâri ve Tirmizi' nin rivayetinden açıkça anlaşılmaktadır. Müellifin rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onun odasına girdiğinde odada iki câriye, yüksek sesle şiirler söy&shy;leyip Bedir savaşında şehid edilen, gelinin babalarının haslet&shy;lerini ve iyiliklerini yâd ediyorlardı. Buhâri ve Tirmizi" nin rivayetinden; câriye sayısının ikiden fazla olduğu ve def çalgısı eş&shy;liğinde şiir söyledikleri anlaşılmaktadır. Buhârî ve Tirmi-z İ' nin rivayetlerinde "Cüveyriyât: Câriyecikler" tâbiri kullanılmış&shy;tır. Tuhfe yazarının beyânına göre bu cariyelerden maksad, Ensâr-ı Kirâm'ın kızcağızları imiş. Hürün, karşıtı olan câriye mânâsı kaste-dilmemiştir. Yine Tuhfe'nin naklettiği bir kavle göre bu kızcağızlar, şehvet yaşına henüz gelmemiş küçük yaştaki kız çocukları imiş.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), gelinin odasına gir&shy;dikten sonra da kızcağızlar çalgı ve şiirlerine devam etmişler, bu ara&shy;da "ve içimizde yarın ne olacağını bilen bir Peygamber vardır." de&shy;mişler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bu söze karşı çı&shy;karak öyle söylememelerini ve yann ne olacağını Allah'tan başka hiç kimsenin bilmediğini buyurmuştur

Buhârî ve Tirmizi' nin rivayetine göre bu sözü cari&shy;yelerden birisi söylemiş ve Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öyle söylememesini emrettikten sonra : «Ve ev&shy;velce söylemiş olduklarını söyle.» buyurmuştur. Bu cümle Tirmi-z î' de : Ve bu sözden önce söylemiş olduklarını söyle.» şeklindedir.

Buhâri ve Tirmizi' deki bu ilâve, içinde mübalâğa ol&shy;mayan mersiyeleri dinlemenin câizliğine delâlet eder. [111]



Hadîsin Fıkıh Yönü





1- Düğün ve kutsal günlerde kadınların def çalmaları ve yük&shy;sek sesle şiir söylemeleri caizdir. Bu husustaki ayrıntılı bilgi, mü&shy;ellifin 1303 nolu hadîsinin izahı bölümünde geçmiştir.

2- Bir fitne tehlikesi olmadığı takdirde kadınların söyledikle&shy;ri şiirleri ve def çalgısını dinlemek caizdir. Ancak hadisten çıkarılan hüküm, mübalâğaya kaçmadan ölülerin meziyetlerini anlatmaya âit şiirlere mahsustur.

3- Allah'tan başka hiç kimse yarın ne olacağını bilemez. Bir Peygamber, ancak Allah tarafından kendisine bildirilen gelecekdeki şeyleri bilebilir.

4- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, gelinin odası&shy;na girmesi ve oradaki kızcağızların çalgı ve şiirlerini dinlemesi, umu&shy;mi bir mübahlık hükmünü vermez. Yâni gelinin mahremi olmayan erkeklerin, gelin ile çevresinde bulunan kadınların odasına gidip otur&shy;ması hükmü çıkarılamaz. Çünkü O, büyük ve eşsiz bir şahsiyet idi. En ufak bir fitne tehlikesi söz konusu değildi. Ayrıca gelinin yüzü&shy;nün açık olduğuna dâir bir kayıt, hiç bir rivâyetde yoktur. O zama&shy;nın örf ve âdeti icabı olarak gelinlerin yüzleri örtülü idi. Yukarıda anlatıldığı gibi gelinin yanındaki kızlar da küçük yaştaki çocuklar&shy;da ayrıca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) odaya girdiğin&shy;de gelinin bir perde arkasında bulunmuş olması muhtemeldi. Nite&shy;kim hadîsin bâzı sarihleri böyle demişlerdir. Muhtemelen bu düğün, kadınların tamamen örtünmelerine âit âyetlerin inişinden önce vu&shy;ku' bulmuştur.



1898) Âişe (Riuhyallâhiİ aıthâ)'thın ; ŞüyU* demiştir : Bir defa ensâr kızlarından iki kızcağız (def"çalgısı eşliğinde) Buâs savaşında ensâr'ın yekdiğeri hakkında söyledikleri şiirleri nağ&shy;me ile ve yüksek sesle benîm yanımda okurlarken (Babam) Ebû Be&shy;kir (Radıyallâhü anh) odama girdi. Âişe (Radıyallâhü anhâ) demiş&shy;tir ki: ve bu iki kız şarkıcı değillerdi. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) :

(Bu ne hâl?) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in oda&shy;sında şeytan mezmûru mu? diyerek beni azarladı. Bu iş fıtır bayramı gününde idi. (Odamdaki yatağına uzanıp mübarek yüzünü çevirmiş vazıyette bulunan) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bunun üzerine (Ebû Bekir) (Radıyallâhü anh)'a dönerek) :

*Yâ Ebâ Bekir! (Onlara ilişme.) Şüphesiz her kavmin bir bay&shy;ramı vardır. Bu da bizim bayramımızdır.- buyurdu. [112]



İzahı





Bu hadîsi Buhâri, Müslim ve Nesai de rivayet etmişlerdir. Tercemede parentez içi ifâdeler, Buhâri ve Müs&shy;lim' deki rivayetlerden alınmadır.

Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım :

Buâs: M e d i n e' de oturan Evs ile Hazreç kabi&shy;leleri arasında 120 yıl kadar süren savaşların vuku bulduğu bir ka&shy;lenin ismidir. Evs ve Hazreç kabilelerinin, aslen Y e -m e n' li olup câhiliyyet devrinde M e d i n e' ye yerleşmiş, kar&shy;deş oğullarından oluşan iki topluluk olduğu malûmdur. Bu iki top&shy;luluk arasında süre gelen savaşlar hicretten 3 yıl öncesine kadar ara&shy;lıklı devam etmiştir. Zaman zaman vuku bulan savaşlara bir takım isimler verilmiş ve son savaş Buâs kalesi çevresinde vuku bul&shy;duğu için o savaşa Buâs savaşı ismi verilmiştir. Bazen de 120 yıllık savaşa Buâs savaşı ismi verilir. Nihayet meşhur Akabe görüşmeleri neticesinde îslâmiyeti kabul eden Evs ve Hazreç kabileleri arasında süre gelen savaşlar, Peygamber (Sallallahü Aley hi ve Sellem)'in bereketi ve Allah'ın inayetiyle son bulmuş, ondan bu yana düşmanlık yerine samimi sevgi ve saygı hâkim olmuştur. Bu hususta geniş ma'lumat için İslâm tarihine âit kitaplara müracaat edilmelidir.

Mezmûr ve Mizmâr: Düdük, ney ve kaval gibi üfürülmekle ça&shy;lman çalgılar, bunları çalma işi, ıslık çalma anlamlarına gelir. Bir de makamla şiir okuma mânâsına gelir.

K a s t a i â n i' nin beyânına göre burada makamla şiir oku&shy;mak veya def çalmak mânâsı kastedilmiştir. Çünkü hadislerde be&shy;lirtildiği gibi cariyeler, def çalgısı eşliğinde şiir okumuşlardır. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'in bu işi şeytan işi olarak vasıflandır&shy;ması sebebine gelince; Bu gibi şeylerin kalbi meşgul etmesi ve Allah'ı anmaktan alıkoymasıdır. Kalbin Allah'tan gafil kalması ise şey&shy;tandan ileri gelir. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), her çeşit eğ&shy;lence ve makamla şiir okumanın haram olduğunu ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin, cariyelerin def çalıp makamla şiir okumalarına müsaade ettiğini bilmediği için karşı çıkmıştır. Bâzı ri&shy;vayetlerde belirtildiği gibi Ebû Bekir (Radıyallâhü anhî Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin odasına girdiğinde Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem)'i uzanmış olarak görmüş ve uykuda oldu&shy;ğunu zannetmiş. Bu nedenle müdâhale işini kendisine âit olarak te&shy;lâkki etmiştir.

Nevevî: Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'in bu müdâ&shy;halesinden çıkarılan netice, büyük zâtların ve fazilet ehlinin bulun&shy;duğu yerlerde günah sayılmayan oyun ve eğlencenin uygun olma&shy;ması; keza büyük zâtların maiyetinde bulunan bir kimsenin büyük zâtların meclislerine lâyık olmayan bir durumu gördüğü zaman bu&shy;na karşı çıkabileceği, bu çıkışın orada bulunan büyük zâta karşı say&shy;gısızlık sayılmamasıdır. Bilâkis bu tür müdahaleler, büyüğe karşı du&shy;yulan saygı ve ta'zimin gerektirdiği bir edep görevidir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), cariyelerin yaptığı işi mubah gördüğü için mâni olmamış, ancak cariyelerin sıkılıp bu işi bırakmamaları ve onları dinlememek için uzanıp mübarek yüzünü çevirmiş ve bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi üzerine bir şey örtmüş&shy;tür. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu hareketi O'nun güzel huyluluğundan, halimliliğinden ve şefkatinden ileri gelmiştir, der.

K a s t a 1 â n i' nin beyânına göre cariyeler, ensânn henüz er&shy;ginlik çağına varmamış olan kızcağızları idi. Fakat bâzı sarihlere göre cariyeler, ensânn erginlik çağına varmış olan cariyeleri idi. Çün&shy;kü Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâî 'nin rivayetine naza&shy;ran cariyelerden birisi Hassan bin Sabit (Radıyallâhü anh) 'in cariyesi imiş ve bunlardan birisinin ismi A m â m e imiş. Diğerinin ismi hakkında bir kayda rastlamadım.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı)'in Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'e verdiği cevaptan çıkarılan hüküm, bayramlarda def çalmanın ve uygunsuz şeylere tahrik edici olmamak kaydıyla nağ&shy;me ile şiir söylemenin caiz olduğudur. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) '-nin "Bu iki kız şarkı söylemeyi san'at ve âdet edinmiş kızlar da de&shy;ğildiler/' sözü bu olayda nefsi tahrik edici bir durum olmadığına de&shy;lalet eder.

Nağme ve makamla şiir söyleme hakkında âlimlerin görüşlerini N e v e v i bu hadîsin şerhinde özetle şöyle anlatır:

"Nağme ve makamla şiir ve benzerî sözleri yüksek sesle oku&shy;mak hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir:

1- Hicaz âlimlerinden bir cemâat bunu mubah saymışlar. Ma&shy;lik' ten bir rivayet de böyledir.

2- Ebû Hanîfe ve Irak âlimleri, bunu haram say&shy;mışlardır.

3- Şafiî ve meşhur kavlinde Mâlik, bunu mekruh saymışlardır.

Caiz olduğunu söyliyen âlimler, bu hadîsi delil göstermişlerdir. Haram veya mekruh olduğunu söyliyenler ise şöyle cevap vermiş&shy;lerdir : Hadisdeki gına bir fitneye sebep olmıyan savaş ve kahra&shy;manlıkla ilgili şiirleri okumaktan ibarettir. Şehvetleri harekete geti&shy;rip bir kötülüğe sebebiyet verecek veya uygunsuz bir harekete ve tembelliğe yol açacak gına tamamen ayrı bir şeydir.

Kadı I y â z: Hadiste anılan iki cariyenin okudukları şiirler, savaş şiirleri ve kahramanlık ile zafere âit sözlerdi. Bu tür şiirler, cariyeleri bir şerre teşvik etmez nitelikteydiler. Onların okudukları şiirler, âlimler arasında ihtilâf konusu olan gına çeşidinden değildir. Onların yaptığı iş, anılan konuya âit şiirleri yüksek sesle okumaktı. Bunun için  i ş e (Radıyallâhü anhâ) onların şarkıcı kızlar olma&shy;dıklarını beyan etmiştir. Çünkü şarkı ve benzeri sözleri makamla ve yüksek sesle söylemeyi san'at hâline getiren şarkıcı kadınlar, söyle&shy;dikleri sözlerle nefisleri kötülüğe tahrik eder, uygunsuz durumlara yol açar ve fitnelere sebep olabilir. Nitekim, şarkı söylemek, zinanın basamağıdır, denilmiştir. Ayrıca bu cariyeler şarkı söylemeyi san'at edinmedikleri için sakıncaları doğuracak jestler, mimikler v.s. şeh&shy;vet ve dikkat çekici hareketleri becerecek durumda değildirler. Arap&shy;lar şiir söylemeye gına ismini verirler. Bu ise âlimler arasında ih&shy;tilâf konusu değildir. Bilâkis mubahtır. Sırf nağme ile ve makamla şiir okumayı sahâbîler caiz görmüşlerdir, demiştir."

Şarkı söylemek ve def gibi çalgıları çalmakla ilgili dört mezhep âlimlerinin görüşlerini 1303 nolu nadîsin şerhinde kısaca anlatmış&shy;tım. Tekrarlamaya gerek görmüyorum. Geniş bilgi isteyenler Fıkıh kitaplarına müracaat etsinler.



1899) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'6en; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) bîr defa Medine (i Mü&shy;nevvere) 'nin bâzı yerlerinden geçti de aniden bir kaç kızcağızla kar&shy;şılaştı. Kızlar def çalıyor, nağme ile şiirler okuyor ve Biz Neccâr oğullarının kızlarıyız. Muhammed (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) ne iyi komşudur, diyorlardı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), o kızcağızlara:

«Allah biliyor ki cidden ben de sizleri seviyorum.» buyurdu."

Not; Bunun isnadının sahîh. râvilerinin de sıka oldukları Zevâid'de bildi-rüaaistir. [113]



İzahı





Benî Neccâr kabilesi, Ensâr-ı Kirâm'dan, büyük bir ka&shy;biledir. Bu kabilenin babasının ismi, Teymü'1-Lât olup, Nec&shy;câr lakabıyla tanınmıştır. Neccâr, marangoz demektir. De&shy;nildiğine göre keserle sünnet olduğu için O'na bu lâkap verilmiştir. Bu kabile. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in dedesi Hz, Abdülmuttalib'in dayılarıydı. Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) Mekke' den M e d i n e ' ye hicret buyurduğun&shy;da, bu kabileden olan Ebû Eyyub Hâlid bin Zeyd (Radıyallâhü anhJ'ın evine misafir olmuştur. Siyer kitaplarında an&shy;latıldığına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in devesi Ebû Eyyub (Radıyallâhü anh)'in kapısı önünde çöktüğü zaman Neccâr oğullarının kızları çıkıp def çalmışlar, şiirler oku&shy;muşlar ve bu hadiste geçen şiiri söylemişlerdir. Şerefü*l-Mus-tafâ adlı kitapda da bu durum anlatıldıktan sonra şöyle denili&shy;yor:

"Neccâr oğullarının kızcağızları bu şiiri okuyunca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara-.

«Beni seviyor musunuz?» buyurmuş. Onlar: Evet yâ Resûlallahl deyince; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üç kez; «Vallahi ben de sizleri seviyorum.» buyurmuş, bir rivayete göre de: «Allah biliyor ki, ben sizi seviyorum.» buyurmuştur." Tabari' nin ri&shy;vayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Allah bili&shy;yor ki, benim kalbim sizi seviyor.» buyurmuştur.

Yukardaki bilgilere bakılırsa bu hadîste Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'ın rivayet ettiği durum. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hicret buyurduğunda Medîne-i Münev&shy;ver e' ye şeref verdiği gün vuku' bulmuştur. Bu hususta İ bn-i M â c e h ' in elde mevcut sünen haşiyeleri Sindi ve Miftahü'l-Hâce'de bir kayda rastlamadım.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Küba' dan M e -din e' ye teşrifi hakkında hadis ve siyer kitaplarında geniş bilgi vardır. Ben Buharı' nin 'Hicret Bâbi'nda Enes bin Mâ-1 i k (Radıyallâhü anh)'den olan rivayete göre, bu tarihi yolculu&shy;ğu özlü olarak anlatmakla yetineceğim. Şöyle ki -.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) K û b a'da 14 gece kaldıktan sonra dayıları olan Neccâr oğullarına haber verdi. Onlar da silâhlarını kuşanarak geldiler. Diğer Ensâr-ı Kirâm'ın yolla&shy;dığı haber üzerine onlar da silâhlı olarak geldiler. Gelenlerin tümü Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekir (Ra&shy;dıyallâhü anh) 'e selâm verdiler. Sonra M e d i n e' ye hareket edi&shy;leceği zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'in develeri etrafında toplanan silâhlı Ensâr-ı Kiram, onlara : Düşmanlarınızdan emin dostlarınız da emri&shy;nizde olarak develerinize bininiz, dediler. Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) devesine bindi. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) de O'nun arkasında deve üzerindeki yerini aldı. Böylece Medine yoluna çıkıldı. Enes (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) K a s v â adlı devesi üzerinde, Ebû Bekir {Radıyallâhü anh) peşinde, Ensâr-ı Kiram onları kuşatmış olarak Medine'ye hareketleri hâlâ gözümün önündedir.

Siyer kitaplarında anlatıldığı gibi bu mübarek kafile R â n û -na'da Cuma namazını kıldıktan sonra M e d i n e ' ye hare&shy;ket etti. Medine' nin dışına kadar Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem)'i karşılamaya gelen ve yolun iki tarafını dolduran hal&shy;kın : Peygamber geldi. Peygamber geldi şeklindeki sevgi tezahürle&shy;ri arasında kafile M e d î n e ' ye doğru ilerliyordu. Medine dolayları Evs ve Hazreç kabileleri ile çevrili olduğundan, yanından geçilen her kabile temsilcileri Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve SellemJ'in K a s v â adlı devesinin yularına sarılarak: Yâ Resûlallah! Bize konuk olun, size saygılı, düşmanlarınızı yenmeye muktedir kabilemize misafir olunuz, diye tekliflerde bulunuyorlardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:

«Deveyi kendi hâline bırakınız. O me'murdur. Emredildiği yere gider, yolunu açınız.» buyurarak onların gönüllerini alıyor. Ve mü&shy;sâade istiyordu. Nihayet N e c c â r oğullarının yurduna varıldı&shy;ğında onların temsilcileri K a s v â ' nın çevresini sararak: Dayı&shy;nızın evine buyurunuz, diye davet ediyorlar, bir taraftan da Nec-c â r oğullarının küçük yaştaki kız çocukları defler çalarak şiirler okuyorlardı. Okudukları şiirler içerisinde, bu hadiste anılan beyit de geçiyordu. Medine şehrine girilince son derece sevinen halk coşmuştu. Kadınlar, damların üstünde: Peygamber geldi, Peygamber geldi, diye seviniyorlar ve şiirler okuyorlardı. Bu sevinç tezahürleri içinde yürüyen K a s v â, nihayet Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mescidinin yapıldığı arsaya varılınca oraya çöktü. Fa&shy;kat efendimiz deveden inmedi. Biraz sonra deve kalktı, biraz gittik&shy;ten sonra Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd (Radıyallâhü anh) 'in evinin önüne vardığında yere çöktü ve boynunu yere koyup bağırmaya başladı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devenin üstünden inip N e c c â r oğullarından olan bu bahtiyar sahâbiye misafir oldu. Bu zâtın hâl tercemesi 318 nolu ha&shy;dîs bahsinde geçmiştir.



1900) Abdullah bin Abbâs (Radtyallâkü anhümâ)'(\an; Şöyle de&shy;miştir :

Âişe (Radıyallâhü anhâ), yakını olan bir kızı Ensâr'dan bir adam ile evlendirdi. (Gelin götürüldükten sonra) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geldi ve (orada bulunanlara) :

— «Genç kızı (damadın evine) gönderdiniz (mi?)» buyurdu. Sa-hâbîler:

— Evet, dediler. Efendimiz:

— «Def çalıp nağme ile şiir söyleyecek bir kızcağızı gelinle be&shy;raber gönderdiniz (mi?)» buyurdu. Âişe (Radıyallâhü anhâ) :

— Hayır, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve

Sellem) :

— «Şüphesiz Ensâr, içlerinde gazel (âdeti) bulunan bir kavimdir. Keski onlara: *jfÇ>j üÇiû (*^l~?l jj'ül'l - *Size geldik, size gel&shy;dik. Artık Allah bize de, size de uzun ömür versin, diyecek bir kız&shy;cağızı gelinle beraber göndereydiniz.» buyurdu."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Râvi el-Eclah ve Ebü'z-Zübeyr dolayısıyla bunun senedi hakkında ihtilâf vardır. Âlimler, Ebü'z-Zübeyr*in îbn-i Abbâs (R.A.V-den hadîs işitmediğini söylerler. Ebû Hatim de onun îbn-i Abbâs (RA.)'ı gördü&shy;ğünü isbatlamıştır. [114]



İzahı





Bu hadîs Zevâid türündendir. Hadiste geçen 'Gazel1 kelimesinin mânâsı, kadınların kendi aralarında sohbet etmeleridir.

Hadisin: cümlesindeki fiil "Ehdeytüm" veya "Ehedeytüm" şekillerinde okunabilir. Birinci okuyuşa göre soru edatı tak&shy;dir edilir. Çünkü cümlede soru edatı yoktur. İkinci okuyuşa göre fi'lin başındaki hemze, soru edatıdır. Biz, birinci okuyuşu tercemede esas aldığımız için soru anlamının karşılığını parantez içine aldık. «Genç kızı hediye ettiniz mi?» mânâsını ifâde eden bu cümleden maksat: "Gelini damadın evine gönderdiniz mi?" demektir.

Buradaki rivayete göre gelin edilen kız, Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın yakınıdır.

Bu hadisin bir benzerini Buhâri, yine  i ş e (Radıyal-Iâhü anhâ) 'dan rivayet etmiştir. Oradaki hadîs, meâlen şöyledir:

Âişe (Radıyallâhü anhâî (yanında yetiştirdiği) bir kadını Ensâr-dan bir adam ile evlendirdi. (Gelin götürüldükten sonra) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Yâ Âişe! Yanınızda def çalgısı ve şiir söyleme eğlencesi yok (mu?) idi. Çünkü Ensâr oyundan hoşlanırlar.* buyurdu."

Kastalânî, bu hadisin şerhinde şöyle der:

" Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nin gelin ettiği kız, onun yetiştir&shy;diği bir yetimdi. Nitekim Taberânî' nin el-Evsât'mda böyle rivayet edilmiştir. îbn-i Mâc eh'in rivayetinde de kızın, Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nin yakını olduğu bildirilmiştir.

Ebü'ş-Şeyh'in rivayetinde ise; kızın Âişe (Radıyallâ&shy;hü anhâ) 'nin bacısının kızı veya bir yakını olduğu belirtilmiştir.

Üsdü'l-Ğâbe'de, kızın adının el-Fâria bint-i Es'ad bin Zürâre olduğu ve damadın isminin Nebit bin C â -bir el-Ensâri olduğu belirtilmiştir.

Ş e r î k' in rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Def çalan ve nağme ile şiir söyleyen bir cariyeyi gelinle beraber gönderdiniz mi?» diye sormuştur.

Bu hadis de düğünde def çalmanın ve şiir söylemenin meşrulu&shy;ğuna delâlet eder.



1901) Mücâhid [115](Radıyallâhü ank)'âen; Şöyle demiştir:

Ben, (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'nın beraberin&shy;de idim. Bir davul sesini işitti. Bunun üzerine iki parmağı (nm uç&shy;ları) nı kulaklarına soktuktan sonra oradan uzaklaştı. Hattâ bunu üç defa yaptı. Sonra dedi ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) böyle yapmıştır."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedindeki râvi Leys bin Ebi Se-lim'in zayıflığı hususunda cumhur ittifak etmiştir, Senedin diğer râvisi Sa'lebe ise İbn-i Mâceh'in rivayetinde (İbn-i Mâlik) diye geçmiştir. Bu da Sa'lebe'nin râvisi el-Piryâbi'nin yanıksıdır. El-Müzzi'nin et-Tehzib ve el-Etraf'ta dediği gibi bunun doğrusu (Sa'lebe bin Süheyl Ebû Mâlik)'dir. Ebû Dâvûd bu hadisi kendi sünenin* de, senedi ile beraber Nâfi aracılığı ile İbn-i Ömer (R.A.)'den rivayet etmiştir. Yat-nız şıi fark var ki, Ebû Davud'un rivayetinde Nâfi «Davul sesi» dememiş, bunun yerine «Mizmâr (sesi)» demiştir. Hadisin kalan kısmı buradakinin mislidir. [116]



İzahı





Notta belirtildiği gibi bu hadisin senedinde zayıf bir râvi var ise de Ebû Dâvûd bu hadîsin bir benzerim değişik bir sened ile rivayet etmiştir. Ancak müellifimizin hadis metninde 'Tabi = Davul' kelimesi bulunur. Ebû Dâvûd'un rivayetinde bu kelime ye&shy;rine 'Mizmâr* kelimesi bulunur. Mizmâr'm tarifi 1898 nolu hadisin izahında geçmiştir.

Bu hadîs, davul veya liflemekle çalınan kaval ve zurna gibi çal&shy;gı âletlerinin sesini dinlemenin yasaklığma delâlet eder. Ancak İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın işittiği sesin evlenme veya dinî bayram gibi bir sevinç günü münâsebeti ile mi, yoksa başka bir sebeple mi çalınan davul veya mizmâr sesi olduğu hususunda bir bil&shy;giye rasthyamadım.

Sindi bu hadisin haşiyesinde : Bu hadis, davul sesini din&shy;lemenin mekruhluğuna ve bundan sakınmanın uygunluğuna delâlet eder, demekle yetinmiştir. [117]



Çalgıları Çalmak Veya Dinlemek Hakkındaki Dört Mezheb Âlimlerinin Görüşleri





'Abdurrahman el-Cezlri1 nin Fıkıh kitaplarının El-Hazar ve'1-İbaha' bölümünde bu konu hakkında verilen bilginin özeti şöyledir:

1- Hanefiler; Tanbur, kanun, zurna, borazan ve ben&shy;zerî çalgıları çalmak tahrimen mekruhtur, demişlerdir.

(Hanefiler' den, e 1 - H a s a n, evlenme düğününde pulsuz def çalmayı mubah saymıştır.)

2- Ş â f i î 1 e r: Evlenme ve sünnet düğünlerinde, dini bay&shy;ram günlerinde ve bunlara benzer sevinç zamanlarında def çalmak caizdir, demişlerdir. CDiğer çalgılar caiz değildir.)

3- Mâlikiler: Evlenmeyi ilân etmek için pulsuz def, da&shy;vul, borazan, ney ve kaval çalmak caizdir. Ancak bunları çalmak fazla eğlenceye yol açarsa caiz değildir. Bu hüküm erkekler ve ka&shy;dınlar için aynidir, demişlerdir. Bâzı Mâliki âlimler, evlenme düğününde olduğu gibi diğer sevinç günlerinde de, anılan âletleri çalmak caizdir, demişlerdir.

4- Hanbeliler'e göre her türlü çalgıyı çalmak caiz de&shy;ğildir."

Yukarıda anlatılan hüküm, dinleyiciler için de aynidir.

Notta durumu söz konusu olan râvi Sa'lebe bin Sü&shy;heyl Ebû Mâlik et-Tuhavî et-Temimî el-Kufi, R e y' de yerleşmiştir. Zührî ve el-Leys bin Ebî Se&shy;lim' den rivayette bulunmuştur. Râvileri ise Cerir bin Ab-dilham id ve Ebû Usâme'dir. İbn-i Muin onu sıka saymıştır. Tirmizİ ve îbn-i Mâceh onun riva&shy;yetlerini almışlardır.[118]



22- Muhannesîn (= Kadınlaşan Erkekler) Hakkında Bir Bâb





Muhannesin, kelimesi Muhannesın çoğuludur, kadmlaşan erkek&shy;ler demektir. Bu da orta oyununda yapıldığı gibi, erkeğin, sesini ka&shy;dın sesi gibi inceltmesi, kadın gibi kınla döküle yürümesi ve dav&shy;ranışları ile huyları yönünden kadın gibi görünmesidir.

M ü si im'in 'Selâm' kitabının Muhannesi, yabancı kadın&shy;ların yanma gitmekten menetmek' babında rivayet olunan Ü m m ü Seleme (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîsinin şerhinde N e v e v i şöyle der:

"Lügat âlimleri : Muhannes ve Muhannis: Huyları, konuşması ve hareketleri bakımından kadınlara benzeyen erkektir. Bu ben&shy;zeyiş bazen yaratılıştandır. Bazen de sun'idir, demişlerdir.

Din âlimleri de : Muhannes iki kısımdır:

Bir kısmı yaratılıştan böyledir; konuşmasında, durum ve dav&shy;ranışlarında, huylarında ve görünüşte kadınlara benzetme kasdı kat'iyyen yoktur. Allah Teâlâ onu öyle yaratmıştır. Böyle olan Mu&shy;hannes bu durumundan dolayı günahkâr sayılmaz, kınanmaz ve ye&shy;rilmez. Çünkü ma'zurdur, bir rolü yoktur.

Diğer bir kısım Muhannes var ki yaratılışında böyle bir hali yok&shy;tur, kasıtlı olarak; huylarında, durum ve davranışlarında, konuşma&shy;larında, kılık ve kıyafetinde kendisini kadınlara benzetir. İşte sahih hadîslerde lanetlenen Muhannes bu kısma girendir."



1902) Peygamber'in eşlerinden Ümmü Seleme (Radtyallâhü rivayet edildiğine göre:

(Tâif in muhasarası esnasında) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun yanına girmiş. O sırada (Ümmü Seleme'nin karde&shy;şi Abdullah bin Ebî Ümeyye (Radıyallâhü anh) ve kölesi Muhannes orada idiler.) Muhannesin Abdullah bin Ebî Ümeyye (Radıyallâhü anh)'a şöyle söylediğini efendimiz işitti = Eğer Allah yarın Tâif in fet&shy;hini müyesser eylerse ben sana öyle bir (genç) kadın göstereceğim (yâni senin için yakalıyacağım) ki (semizlikten karnı) dört büklüm karşılar, sekiz büklümle de arkaya döner.

Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«(Ey Mü'minler!) bu herifi evlerinizden çıkartınız.» buyurdu." [119]



İzahı





Buhâri, Müslim ve lbn-i Hibbân da bu ha&shy;dîsi rivayet etmişlerdir. Bunun bir benzerini Müslim, Â iş e (Radıyaliâhü anhâ) 'dan da rivayet etmiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in B u h â r i' deki buyruğu : *Bu kabil herifler bir daha siz ka&shy;dınların yanına sakın girmesinler.» şeklindedir. M ü s 1 i m ' in ri-vâyetindeki ise: *(Ey Mü'minler!) bu kabil herifler bir daha yanınıza sakın girmesinler.» şeklindedir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sefere çıktığı zaman hanımlarım sırayla beraberinde götürürdü. Mekke fethi sefe&shy;rinde sıra annelerimiz Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) ve Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ) 'ya geldiği için onları götürmüş&shy;tü. Taife de beraber gitmişlerdi. Muhannes Ümmü Se&shy;leme (Radıyallâhü anhâ)'nm kardeşi Abdullah (Radıyal&shy;lâhü anh)'m kölesi olduğu ve erkekliği olmadığı için efendisiyle be&shy;raber Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) 'nın yanma girme&shy;sinde bir sakınca görülmemişti. Nitekim H a t tâbi: Muhan-nes'in kadınlara temayül edecek erkeklik duygusu yoktu. Erlik duy&shy;gusu bulunmadığı için kadınların saklanması gereken erkeklerden müstesna sayılanlardan idi, demiştir.

Bu hadisin benzeri olup Müslim'in Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettiği bir hadîsin baş kısmında:

Âişe (Radıyallâhü anhâ) : "Muhannes Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in eşlerinin yanlarına girerdi. Çünkü onu erlik duygusu bulunmayanlardan sayıyorlardı. Sonra bir gün Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zevcelerinden birisinin yanına girmiş, Muhannes orda imiş ve bir kadını vasıflandırıyormuş..." diyerek bu&shy;radaki hadisin devamının benzerini rivayet etmiştir.

N e v e v i bu hadisin şerhinde şöyle der:

"Muhannes'in ilk zamanlarda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem eşlerinin odalarına girmesinin sebebi bu ha&shy;dîste beyan edilmiştir. Sebep şu idi: Herkes onun erlik duygusunun bulunmadığına ve bu sebeple kadınların odalarına girmesinin mubah-lığına inanıyordu. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ondan bu kötü lâfları işitince erlik duygusunun bulunduğu ve bu duygusunu sakladığı anlaşıldı. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun girmesini yasakladı. Ve kadınların da mu-hanneslere görünmesini yasaklıyarak böylelerin erlik duygusu olup kadmlara rağbet eden erkekler hükmünde oldukları beyan edilmiş oldu.

Hadımlaşmış veya tenasül uzvu kesilmiş olan erkeklerin hükmü de böyledir.

Hadîste anılan köle Muhannes'in ismi hakkında ihtilâf vardır. Kadı Iyâz'ın dediğine göre en meşhur kavle nazaran onun adı H i t' dir. Adının H i n b olduğu rivayeti de vardır. Hinb ah&shy;mak demektir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu seferden Medi&shy;ne'ye döndükten sonra bu adamı sürgün etmiştir. Âlimler onun Medine' den sürgün edilmesinin üç nedene dayandığını söylemiş&shy;lerdir.

Birincisi; Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın bu hadisinde anlat&shy;tığı gibi bu herif erlik duygusunu gizliyordu. Herkes onu bu duygu&shy;dan yoksun sanıyordu.

İkincisi: Bu herifin kadınların güzelliklerini erkeklerin huzu&shy;runda anlatması idi. Halbuki bir kadının kendi kocasına bile başka kadının güzelliklerini anlatması yasaklanmıştı. Artık bir erkeğin baş- . ka erkeklere bir kadının güzelliklerini anlatması nasıl olur?

Üçüncüsü: Kadınların çoğunun bile göremiyeceği başka kadın&shy;ların vücut çizgilerini hattâ kadınların kannlarındaki büklüm sayı&shy;larını bile sayacak derecede ahlâksızlığı meydana çıkmış idi."

Ebû Davud'un Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'-den rivayet ettiğine göre; Muhannes bir defasında ellerini ve ayak&shy;larını kınayla boyamıştı. Bu haliyle Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna getirilerek :

Yâ Resûlallah! Bu adam kendini kadınlara benzetiyor, diye şikâ&shy;yet edilmişti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem) tarafından Bakî1 a sürülmüştü. Ey Allah'ın Resulü! Bu adamı ni&shy;çin öldürmüyorsunuz? denilince namaz kılanı öldürmek yasak, diye cevap buyurulmuştu.

Sürülen bu herifin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatından sonra tekrar M e d î n e' ye gelmek için vâki müra&shy;caatı Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) tarafından reddedilmiş, Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hilâfeti devrinde fakirlik ve yaşlılık mazeretlerini ileri sürerek M e d i n e' ye dönmek için tekrar mü&shy;racaatta bulununca halîfe Ömer (Radıyallâhü anh) onu yalnız Cuma günleri M e d î n e' ye gelip halktan ihtiyacını temin ederek aynı gün geri gitmek şartıyla müsaade etmişti.

Muhannes'in Abdullah (Radıyallâhü anhl'a tarif ettiği kadının T â i f' li Gaylan'ın kızı olduğu Buharı* nin 'libas' kitabının "Kendilerini kadınlara benzeten erkekleri evlerden çıkartmak" babında rivayet ettiği aynı hadîste belirtilmiştir. K a s -t a 1 â n î kadının isminin de Bâdiye veya Baniye oldu&shy;ğunu ve kadının dedesinin isminin de Seleme olduğunu söyle&shy;miştir.

Muhannes'in "... kadın dört büklüm karşılar, sekiz büklümle de arkaya döner." sözünün mânâsı şudur: "O genç kadının semizliğin&shy;den dolayı karnı dört büklümdür. Büklümler onun böğrüne kadar uzanır. Bu nedenle arkadan bakıldığı zaman büklümler iki taraftan taşarak sekiz büklüm görünür."

Hadîsin sonundaki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emri umumidir. Yalnız o muhannes'e mahsus değildir. Bu nedenle muhanneslerin hiç birisini evlere sokmamak gerekir. Neve v i = Yumurtaları çıkarılan veya tenasül uzvu kesilmiş olanlar da bu hük&shy;me tâbidir, böylelerini evlere almak yasaktır, demiştir. [120]



Tâif Gazvesi





H u n e y n savaşında hezimete uğrayan düşman kuvvetlerinin bir kısmı Tâif te toplanmıştı. Bunun için hicretin sekizinci yı&shy;lı Şevval ayında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Taife hareket buyurdu. Mekke1 nin güneyinde olup 88 km. mesafede bulunan Tâif şehri o târihlerde eski bir kale ile çevri&shy;li idi. Tâiflüer ile bu kaleyi onarıp içine çekilmişlerdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Tâ i f'e hareket etmeden önce Halid.bin el-Velîd (Radıyallâhü anh)'ın komutasında bin kişilik bir kuvveti oraya göndermişti. Tâif kalesi muhasara edildi ve bu muhasara yirmi gün kadar sürdü. Kale çok muhkem ol&shy;duğu için muhasaranın uzatılmasından vaz geçildi. Bir yıl sonra T â i f'liler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bir hey'et göndererek müslümanlığı kabul ettiler.



1903) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyâen: Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendini (kasden) er&shy;keklere benzeten kadına ve kendini (kasden) kadınlara benzeten er&shy;keğe lanet etmiştir."

Not: Zevâİd'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin isnadı basendir. Çünkü râvi Yâfcub bin HÜmeydln sıkalığı hususunda ihtilâf vardır. Kalan râviler sıka zâtlardır. EbÜ Dâvûd da bu hadisi buna yakın lâfızlarla rivayet etmiştir.



1904) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü ankümâ)'dan; Şöyle de&shy;miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) erkeklerden kendileri&shy;ni (kasden) kadınlara benzeten erkeklere ve kadınlardan kendilerini (kasden) erkeklere benzeten kadınlara lanet etmiştir." [121]



İzahı





Ebû Hüreyre {Radıyallâhü anhl'ın hadîsinin benzerini Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir.

Jbn-i Abbâs (RadıyallAhü anh)'ın hadîsini Buhâri, Tirmizi. Nesâi, Ebû Dâvûd, Ahmed ve Dâri-m î de rivayet etmişlerdir.

Buhâri ve Tirmizi' deki hadîs metni şöyledir:

"... İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'dan? Şöyle demiştir: Pey&shy;gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) erkeklerden muhannes (= kas-den kendisini kadınlara benzeten) lere ve kadınlardan mütereccile (= kasden kendisini erkeklere benzeten)Iere lanet etmiştir." B uh â r i' nin rivayetinde şu ilâve vardır:

"... Ve buyurdu ki: "Bu kabil adamları evlerinizden kovunuz." İbn-i Abbas demiş ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fala&shy;nı çıkardı. Ömer (Radıyallâhü anh) de filânı çıkardı."

Kendisini kasden kadınlara benzeten ve Muhannes adı verilen erkek hakkında gerekli bilgi bu babın başında, ayrıca ilk. hadisin izahı bölümünde verilmişti.

Mütereccile yâni kendisini kasden erkeklere benzeten kadına ge&shy;lince; bu benzetiş kadının, konuşmasında, durum ve davranışların&shy;da kendisini erkek gibi göstermesi ile oluşur.

K a s t a 1 â n i bu benzetişe misâl olarak kadının silâh kuşan&shy;masını göstermiştir.

Tuhfe yazan da benzetişe misâl olarak kadının kılık kıyafetin&shy;de, hâl ve hareketlerinde, yürüyüşünde, yüksek sesle konuşmasın&shy;da erkek gibi davranmasını göstermiş ve : Kadının görüş ve ilim sa&shy;hasında erkekler gibi olması sakıncalı değildir. Nitekim en-Nihâye'de rivayet edildiğine göre  i ş e (Radıyallâhü anhâ)"nın görüşü, isa&shy;betlilik yönünden erkeklerin görüşleri gibi idi, demiştir.

Tuhfe yazarı bu arada şöyle der:

"T a b e r i demiş ki hadisten kastedilen mânâ şudur: Kadın&shy;lara mahsus kılık, kıyafette ve süslemede onlara benzemek erkekler için caiz değildir. Keza erkeklere mahsus kılık, kıyafette ve süsle&shy;mede, onlara benzemek kadınlar için caiz değildir.

E 1 - H â f ı z da : Keza konuşmada ve yürüyüşte erkeklerin kadınlara veya kadınların erkeklere kendilerini benzetmeleri caiz değildir. Kıyafet hususunda her memleketin örf ve âdeti aynı değil&shy;dir. Bâzı memleketlerde erkekler de entari giyer ama kadınları ör&shy;tünmek ve erkeklerden kaçınmakla ayırdedilirler.

Konuşma ve yürüyüş tarzı bakımından olan benzeyiş kasıtlı ol&shy;duğu takdirde kötü ve yasaktır. Doğuştan, sesinde veya yürüyüşunde bir benzeyişi bulunan bir kimseye gelince o, bu benzeyişi terket-mek için gayret göstermek ve çalışmakla memurdur. Gayret etme&shy;diği takdirde, hadîsin hükmüne girmiş sayılır ve sorumludur. Bil&shy;hassa bu hâlinden menmun ise elbette lanete müstahak olmuş olur. Bu ayırım hadisin "Müteşebbihin = kendilerini benzetenler" lâfzın&shy;dan açıkça anlaşılıyor.

Doğuştan Muhannes yâni kadınlara yukanda anılan hususlar&shy;da benziyen bir kimse, bu hâlinden dolayı kötülenmez. diyen N e -v e v î gibi âlimlerin sözü bu hâli bırakmaya muktedir olmayan&shy;lara âit olarak yorumlanır. Kişi tedricen bile bu hâlini bırakmaya muktedir olduğuna rağmen özürsüz olarak bir gayret göstermezse gayet tabiî hadis hükmünce yerilmeye mâruzdur, demiştir."

Lanet: Hayır ve mutluluktan ve Allah'ın rahmetinden uzaklığı dilemektir. "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) lanet etti" cüm&shy;lesinin mânası: "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kişinin Al&shy;lah'ın rahmetinden, hayır ve mutluluktan uzaklığım diledi." demek&shy;tir, [122]


23- Nikâh Tebriki (İçin Söylenmesi Müstehab Duanın Beyânı) Babı





1905) Ebû Hüreyre (Radtyallâhii anh)'den: Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (evlenenleri) tebrik

etmek (veya onların uyum ve düzenleri) için dua ettiği zaman şöyle

derdi:

Allah sizler için bereket versin, O'nun bereketi üzerinizde olsun ve O ikinizi hayır içerisinde bir araya getirsin. [123]



İzahı





Tirmizi, Ebû Dâvüd ve Beyhakî de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.

Tirmizi ve Ebû Davud'un rivayetlerinde hadisin baş kısmi;"... adamı, evlendiği zaman tebrik

etmek (veya uyum ve düzeni) için duâ ettiği zaman..." şeklindedir. Ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in duası;"Allah senin için bere&shy;ket versin. O'nun bereketi senin üzerinde olsun. Ve o ikinizi hayır içerisinde bir araya getirsin." şeklindedir. Tirmizi'nin riva&shy;yetinde bu duâ metninde; İ«U = "senin için" sözü yoktur. Diğer kı&shy;sım aynıdır.

Hadîsdeki "Reffaa" fiili "Terfi" mastanndan türeme mazi fiildir. Evlenenlerin uyum ve düzen içinde yaşamalarını dilemek mânâsında kullanılır. Bâzı âlimler, bu fiilin evlenenleri kutlamak anlamında kullanıldığını söylemişlerdir. Ben tercemede her iki mânâyı dikkata alarak parentez içi ifâde ile durumu belirtmek istedim. [124]



Hadisin Fıkıh Yönü





1. Evlenenleri tebrik etmek ve mutlu yaşamaları için duâ etmek müstehabtır.

2. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yaptığı gibi duâ etmek daha faziletlidir.

3. Eşler için yapılacak en iyi duâ onlara bereket dilemektir. Çünkü bereket kelimesinin anlamı geniştir. Muhabbet, uyum, düzen ve bağlılık gibi hayrın tüm çeşitlerini içine alır.



1906) Akıl bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü ankyâen rivayet edildiğine «Öre:

Kendisi (Basra'da) Benî Cüşem kabilesinden bir kadınla evlen&shy;miş. Bunun üzerine halk, onun için uyum ve oğlan çocuklar, dile&shy;ğinde bulunmuşlar. Kendisi halka t

— Böyle söylemeyin. Lâkin Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemJ'in dediği gibi şöyle söyleyin, demiştir t

«Allah'ım! Onlara bereket ver ve senin bereketin onların üzerin&shy;de olsun.»" [125]



İzahı





Nesaİ ve Beyhakî de bu hadisi rivayet etmişlerdir. H a t t â b İ şöyle demiştir: Evlenenlere, uyum ve oğlan çocuklar, dilemek Arapların âdetlerinden idi. Bu dileği; sözü ile ifâde ediyorlar idi. Bu cümlede geçen 'Rifâ' kelimesi 'Refv' kelimesinden alınmadır. Refv iki mânâya gelir: Bu mânâlardan bi&shy;risi, teskin etmek yâni sükûnete kavuşturmak, demektir. Diğer mâ&shy;nâ ise uyum, düzen ve anlaşmak, demektir.

Akil (Radıyallâhü anh) halkın, câhiliyyet devri âdetlerinden olan böylfc dilekte bulunmalarına karşı çıkmıştır. Çünkü bu söz, duâ niyetiyle değil, uğurlu bir söz olduğu inancı ile kullanılırdı. Bir de şu var ki bu sözde kız çocuklardan nefret duymak anlamı vardır. Câhiliyyet devri insanları kız çocukları hakir görüyor, hattâ diri diri toprağa gömüyorlardı. İslâmiyet bu kötü duyguyu silmiş süpürmüş&shy;tür, îşte bu nedenle böyle söz söylemeye karşı çıkan Akil (Ra&shy;dıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in buyur&shy;duğu gibi duâ edilmesini istemekle halkı aydınlatmıştır. [126]



Hadîsin Fıkıh Yönü





1. Câhiliyyet devri âdetine göre, evlenenler için dilekte bulun&shy;mak meşru değildir.

2. Hatalı hareket edenleri uyarmak gerekir. Onlara doğru yol gösterilmelidir.

3. Evlenenler için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in buyurduğu gibi duâ etmek müstehabtır.

Râvi A k î 1 (Radıyallâhü anh) bin Ebi Tâlib bin Abdilmuttali b bin Hâşim el-Hâşimî Ebû Y e z î d, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in amcası Ebû T â 1 i b'in oğludur. Hazreti A 1 î (Radıyallâhü anh)'den yaşça yirmi yıl büyüktü. Hudeybiye seferinden önce müslüman ol&shy;du ve M û't e savaşına katıldı. Rivayete göre Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem) ona Hay ber'in mahsulünden her yjl 120 vesk[127] verirdi. Birkaç hadisi vardır. Râvileri oğlu Mu-. hammed, Hasan-ı Basri ve Ata' dır. N e s a i ve îbn-i Mâceh onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. İ b n - i S a'd'ı n dediğine göre M u â v i y e (Radıyallâhü anh)'m hi&shy;lâfeti devrinde vefat etmiştir.[128]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:36 am

24- Velîme (== Düğün Yemeği) Babı





T i r m i z î' nin bu bâbındaki hadîslerin şerhinde Tuhfe yaza­rı şöyle der:

"Lügatçılar, Fıkıhçılar ve başka âlimler demişler ki velîme, ev­lenme düğünü münâsebetiyle verilen yemeğe denilir. Bu kelime 'Velm* kökünden alınmadır. Velm ise toplamak demektir. Damat ve gelin bir araya geldikleri için bu münâsebetle verilen yemeğe 'Velî­me* denilmiştir.

Âlimler yemek ziyafetlerini şu sekiz çeşide ayırmışlar:

1. Velîme'dir.

2. Hurs: Doğum münâsebetiyle verilen ziyafettir.

3. İ'zâr: Sünnet düğünü vesiylesi ile verilen ziyafettir.

4. Vekîre: Bina yapmak nedeni ile verilen ziyafettir.

5. Nakîa: Misafir için verilen ziyafettir.

6. Akika: Çocuğun doğumunun yedinci günü verilen ziyafettir.

7. Vadıyma j Bir musibet başa geldiğinde musibet sahibi tara­fından verilen ziyafettir. Bu caiz değil, hattâ haramdır.

8. Me'dube ve Me'debe: Her hangi bir sebep olmaksızın verilen ziyafettir.

E 1 - H â f ı z el-Fetih'te : Yukardaki ziyafet çeşitlerini sayanlar 'Hızak* denilen ziyafet nevini hesaba katmamışlar. Bu ziyafet ise ço­cuğu sütten kesmek veya hatim indirmek vesiylesiyle verilen yemek­tir, demiştir."



1907) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü ankyden; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} (bir gün) Abdurrah-man bin Avf (Radıyallâhü anh)'in üzerinde (kadınlara mahsus gü­zel kokulardan) sufra (kokusunun) izini gördü ve (Ona) :

— «Bu (koku izi) nedir?» veya «Nedir?» buyurdu. Bunun ü*e-rine Abdurrahman bin Avf:

— Yâ Resul ali ah! (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ben (mehir ola­rak) bir nevât (= çekirdek) ağırlığında altın üzerinde bir kadınla evlendim, diye cevap verdi. Bunun üzerine Efendimiz (Ona) :

— «Bir koyun (kesmek sureti) ile de olsun velime (ziyafetini) ver.» buyurdu." [129]



İzahı





Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepisi bu hadisi az lâfız farkı ile riva­yet etmişlerdir. Bâzı rivayetler uzun olup hicret zamanında Muha­cirler ile E n s â r (Radıyallâhü anhüm) arasında kurulan kar­deşlik dolayısıyla Abdurrahman bin Avf (Radıyal­lâhü anh) ile E n s â r' dan Sa'd bin er-Rebi (Radıyal-lâhü anh} arasında kurulan kardeşlikten, Sa'd (Radıyallâhü anh) 'in fedakârlık teklifinden ve Abdurrahman (Radıyal­lâhü anh)'m buna ihtiyaç duymayıp çalışmak isteğiyle rızkını ka­zanma yolunu tercih etmesinden bahsedilmektedir.

Hadiste geçen "Sufra" kadınlara mahsus güzel kokuların bir çe­şididir. Sürüldüğü ve dokunduğu yerde rengi kalır.

N e v e v I: 'Bâzı rivayetlerde; "Sufra eseri" yerine; = "Zataran (denilen güzel kokunun) rengi" ifâdesi var­dır. (Ebû Davud'un rivayeti böyledir.) Bu hadîsin sahîh ve doğru mânâsı şudur: Abdurrahnıan bin Avf (Ra-dıyallâhü anh) 'in elbisesine, geline mahsus za'faran ve başka tür gü­zel bir kokunun eseri bulaşmıştır. Abdurrahman (Radıyal-lâhü anh) bu kokuyu sürünmemiştir. Bu bulaşma da onun kasdı ol­maksızın vuku' bulmuştur. Çünkü erkeklerin za'feran denilen ve ka­dınlara mahsus güzel kokuyu kullanmaları sahih hadislerle yasak­lanmıştır. Keza kadınlara mahsus şâir güzel kokulan sürünmekten erkekler men edilmişlerdir. Ayrıca erkeklerin kendilerini kadınlara benzetmeleri de yasaklanmıştır. Yukarda belirtilen nedenlerle hadi­sin doğru mânâsı budur. Kadı Iyâz ve Muhakkik âlimler bu mânâyı tercih etmişlerdir.

Bâzıları demişler ki güveği için, kadınlara mahsus güzel koku­yu sürünmeye ruhsat verilmiştir. Ebû Ubeyd'in anlattığı bir eserde düğün günlerinde güveğiye ruhsat verdikleri belirtilmiştir.

Bazılarına göre ise: Muhtemelen Abdurrahman (Ra-dıyallâhü anh)'m üzerindeki koku eseri az olduğundan dolayı Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hâline itiraz etmemiştir, diye bilgi vermiştir.'

Hadisdeki 'Nevât' kelimesini 'Çekirdek', diye terceme ettim. El-Menhel Tekmilesinde şöyle denilmiştir:

"Bir nevât altın, beş dirhem gümüş değerindeki altın miktarıdır. HattâbI kesinlikle böyle hükmetmiştir. El-Ezherİ de bu kavli seçmiştir ve Kadı Iyâz bu kavli âlimlerin ekserisinden nakletmiştir. B e y h a k İ' nin bir sened ile K a t â d e ' den ri­vayet ettiği: 'Altından bir nevât, beş dirhem gümüş kıymetindeki altın miktarıdır,' eseri de bu kavli te'yid eder.

Bir kavle göre bir nevât altın beş dirhem altın ağırlığından iba­rettir. I b n - i Kuteybe bu kavli nakletmiştir. î b n - i Fâ-r i s bu kavle kesin karar vermiştir. B e y z â v ! de: Zahir olan kavil budur, demiştir.

Bâzı Mâlikîler: M e d i n e - i Münevvere halkı yanında bir nevât, dinarın dörtte biridir, demişlerdir.

Şafii ise, bir nevât'ın beş dirhem gümüş değerindeki altın miktarı olduğunu söylemiştir."

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bereket duasında bu­lunmuştur. Bâzı rivayetlerde şu ilave vardır: "Abdurrahman (Ra~ dıyallâhü anh) demiştir ki: (Peygamber'in duası sayesinde) artık öy­le oldu ki ı Ben bir taşı kaldıracak olsam onun altından ya altına ya da gümüşe rastkyacağımı ümid eder durumda kendimi görüyordum/*

E 1-H â f ı z'ın beyânına göre; "Enes (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Abdurrahman (Radıyallâhü anh), vefat edin­ce dört karısı var idi. Her birisine düşen miras hissesinin yüz bin dl-nâr olduğunu gördüm, demiştir." Kanlarının dördünün aldığı hisse­lerin toplamı Abdurrahman (Radıyallâhü anh) 'den kalan malın sekizde biridir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona velime ziyafetini vermesini emretmiş ve tek bir koyun ile olsun velîme vermesini iste­miştir. Abdurrahman (Radıyallâhü anh), evlendiği zaman mâli durumu iyi değildi. Bâzı rivayetlerden bu durum anlaşılıyor. Nitekim bâzı rivayetlere göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)'in yardımı ile kendisi velimesini verebilmiştir. [130]



Hadîsin Fıkıh Yönü





1. Hadîsin zahirine göre güveği, kadınlara mahsus güzel koku­lan düğün günlerinde sürünebilir. Ancak bu hadîsten bu hükmün çıkanlamıyacağı muhakkik âlimlerce beyan edildiğini yukarda Ne-v e v î' den nakletmiştim. Bu beyâna göre gelinin süründüğü gü­zel koku güveyi olan Abdurrahman (Radıyallâhü anh)'a bulaşmıştır. Bâzı âlimlere göre bu düğün, kadınlara mahsus güzel kokuların erkekler için yasaklanmadan önce vuku bulmuştur. Çünkü bu düğün hicretin ilk zamanlarına rastladığı B u h â r 1' nin uzun rivayetinden anlaşılıyor. Anılan kokuların erkekler için yasaklığıiu rivayet eden sahâbîlerin çoğu sonradan hicret etmiştir.

Tekmile yazan âlimlerin vermiş olduklan başka cevaplan da sı­ralamıştır. Onlan buraya aktarmaya gerek görmüyorum.

Ebû Hanîfe, Şafii ve onlara tâbi olan âlimler anı­lan kokuların erkekler tarafından kullanılmasının yasaklığına hük­metmişlerdir.

Mâlikîler'e göre erkeklerin bu nevî kokulan elbiselerine

sürmeleri caizdir. Vücutlarına sürmeleri caiz değildir.

Bâzı âlimler de güveyi düğün günlerinde bu tür kokulan sürüne­bilir, demişlerdir.

2. Evlenmede mehir ödemek meşrudur. (Bu hususta geniş ma1-lumat 1886-1890 nolu hadîsler bahsinde verilmiştir.)

3. Hadisin zahirine göre evlenme düğünü münasebetiyle velî­me ziyafetini vermek vâcibtir. Bâzı âlimler böyle hükmetmişlerdir. Fakat selef ve halef âlimlerinin cumhuruna göre velime ziyafeti sün­nettir. Hadisdeki emir müstehablık içindir.

Bu ziyafetin ne zaman verilmesinin daha faziletli olduğu husu­sunda ihtilâf vardır. İmamların tümüne göre gerdeğe girildikten son­ra verilmesi müstehabtır.

M â 1 i k i 1 e r' in bir kısmına göre gelin getirildiği zaman ön­ce ziyafet verilmesi sonra gerdeğe girilmesi müstehabtır. Halkın bu günkü uygulaması böyledir.

4. Güveyiye bereket duasını yapmak müstehabtır. (Bu hususta geniş ma'lumat bundan önceki bâbta verilmiştir.)

5. Bu ziyafeti imkân nisbetinde bol yapmalıdır. Cumhura gö­re bu ziyafetin en azı veya en çoğu için bir sınır yoktur. Herkes gü­cü nisbetinde yemek verir.

Abdurraiıman bin Avf'in Hâl Tercemesi

Abdurrahman (R.A.) bin Avf bin Abd-i Avf Ebû Muhammed, Bedir ve diğer tüm savaşlarda Peygamber (S.A.V.)in refakatinde bulunmuştur. Cennetle müjde­lenen 10 sahâbîden biridir. Habeşistan ve Medine hicretlerinin şerefine kavuşmuş olan bu büyük sahâbî'nin faziletleri ve meziyetleri çoktur. İslam ordusunun cihaz-lanmasıns büyük maddî yardımlarda bulunmuştur. Buhârt'nin anlattığına göre bu zat. Bedir savaşına katılmış olan her zât için 400 dinar vasiyet etmiştir. Bu va­siyet edildiğinde Bedir gazilerinden 100 zât hayatta idi. Hz. AH (R.A) : Abdurrah­man gökte ve yerde emin bir zâttır, demiştir.

Peygamber (S-A.v\)'den rivayet ettiği 65 hadîsinden ikisini Buhâıi ve Müslim ittifakla ve beş tanesini Buhârî münferiden rivayet etmiştir. Râvileri İbrahim, Hümeyd, Musab ve Ebû Seleme adlı oğullan ile îbn-i Ömer, İbn-i Abbâs, Enes bin Mâlik (R.A.) ve bir çok zâtlardır. Hicretin 32. yılı 75 yaşında iken vefat et­miş, Hz. Osman (R.A.) onun cenaze namazını kıldırmış ve cenaze Bakî'a defnedil-miştir. Kütüb-I Sitte sahipleri ve başka hadîsçiler onun hadislerini rivayet etmiş­lerdir (El'Menhel cüd 2, sah. 116)



1908) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin Zeyneb (bint-i Cahş) (Radıyallâhü anhâ) için velîme ziyafeti verdiği kadar kanla­rından hiç birisi için velîme ziyafeti verdiğini görmedim. Çünkü Zey­neb (Radıyallâhü anhâ) 'nın velîmesinde bir koyun (keserek) ziyafet verdi." [131]



İzahı





Buhârî, Müslim ve Ahmed de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.



1909) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'dtn; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Zevcesi) Safiyye bint-i Huy ey (Radıyallâhü anhâ)[132] için kavud ve kuru hurma ile velî­me ziyafetini verdi." [133]


İzahı





Ahraed, Tirmizî ve Ebû Dâvûd da bu hadîsi ri­vayet etmişlerdir. Buhârî ve Müslim1 in uzun bir metin

Zeyneb bint-i Cahş (K.A.)'nın Hâl Tercemesi

Zeyneb büıt-i Cahş (R.A.), Peygamber (S,A.V.)'in halası Ümeyme blnt-İ Ab-dU'1-Muttalib'in kızıdır. Hicretin 3. yılı dul olarak Peygamber (S.A.V.) ile evlenme şerefine kavuşmuştur. Onbir hadisi vardır: Buhârî ve Müslim iki hadisini ittifak­la rivayet etmişlerdir. Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi ondan hadîs rivayet etmiş­lerdir. Râvileri kardeşi Abdullah'ın oğlu Muhammed ile Zeyneb bint-i Ebl Sele-me'dir. Âişe (R.A.) : «Ben dindarlıkta ve takvada ondan daha hayırlı, sözünde daha sadık ve akrabalarına daha iyi davranan bir kadın görmedim», diyerek onu öv­müştür. Peygamber (S.A.V.)'in ilk vefat eden ve müslümanlardan cenazesi sal tahtası üzerine konan ilk ölüdür. Hicretin 20. yılı vefat etmiştir. (Hulasa: 491)

hâlinde rivayet ettikleri bu hadiste verilen velime ziyafetinin hays denilen bir yemek olduğu belirtilmiştir. Buhârî' nin rivayetinde kuru hurmanın da bulunduğu belirtilmiştir. Orada râvi der ki: "Enesin kavudu da saydığım zannederim."

Hays Araplar arasında bilinen bir yemek çeşididir. 3u yemekte çekirdeği çıkarılmış hurma, yağ, yoğurt kurusu bulunur. Bazen bu­na kavud da karıştırılır.

EI-KarT, el-Mirkât'ta: S a f i y y e (Radıyallâhü anh) için -verilen velîme ziyafetinde kuru hurma, kavud ve hays yemeği bu­lunduğu anlaşılıyor. Her râvi bunlardan bildiğini rivayet etmiştir. Böylece rivayetler birleştirilmiş olur, demiştir.

Buhârî' nin bir rivayetine göre bir sofra serilmiş sofraya kuru hurma, kurutulmuş yoğurt ve yağ getirilmiştir. îşte velîme zi­yafeti getirilen bu maddelerden oluşmuştur.

El-Hâfız el-Fetih'te: Bu rivayet ile hays yemeği rivayeti arasında ihtilâf yoktur. Çünkü anılan maddeler hays yemeğini mey­dana getiren parçalardır. Lügat ehli demişler ki hays yemeği şöyle yapılır.- Kuru hurmaların çekirdekleri çıkarılır sonra hurmalar ku­rutulmuş yoğurt veya un yahut kavud ile karıştırılır. Lügat ehli bu yemeği böyle tarif etmişlerdir. Eğer bu yemeğe yağ kanştinlsa bun­dan dolayı yemeğin ismi değişmiş olmaz, demiştir.

Tuhfe yazarının dediği gibi Kamusta hays yemeğinin tarifi ya­pılırken bu yemeğe yağın katıldığı anlatılıyor.

Hadîs, velîme ziyafetinin ekmeksiz ve etsiz yemekle de olabildi­ğine delâlet eder.



1910) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir:

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin bir velime zi­yafetinde bulundum. O ziyafette ne et vardı ne de ekmek vardı.

İbn-i Mâceh demiştir ki: Bu hadisi (Süfyân) bin Uyeyne'den baş­ka hiç bir kimse rivayet etmemiştir." [134]



İzahı





Mü'minlerin anası S a f i y y e (Radıyallâhü anhâ)'nın veli-mesi ile ilgili olarak Buhârî' nin Enes (Radıyallâhü anh)'-den yaptığı rivayetlerin birisinde Enes (Radıyallâhü anh);

"...ve Safiyye (Radıyallâhü anhâ)'-nın velîme ziyafetinde ne ekmek vardı ne de et..." demiştir.

1910 nolu hadîste sözü edilen velîmenin Safiyye (Radıyal­lâhü anhâ)'nın velîmesi olduğu kuvvetle muhtemeldir. Bu hususta başka bir kayda rastlamadım.



1911) (Efendimizin eşlerinden) Âişe ve Ümmü Seleme (Hind bint-i Ebî Umeyye) (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demişlerdir:

(Alt bin Ebî Tâlib ile Efendimizin kızı Fâtıma (Radıyallâhü an-hümâ)'nın düğününde) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'nın gelinlik hazırlığını yapıp onun Ali (Radıyallâhü anh)'in odasına götürmemizi emretti. Bunun üzerine biz Alî (Radıyallâhü anh)'m odasına gittik ve Bathâ[135] taraflanndan (getirilen) yumuşak toprağı odaya yaydık. Sonra ellerimizle dit­tiğimiz hurma kabuğunun elyafı ile iki yastık doldurduk. Daha son­ra velîme ziyafeti olarak kuru hurma ve kuru üzüm yedirdik, gü­zel bir su içirdik. Sonra üstüne elbise atılacak ve su kabı asılacak bir ağaç parçasını getirip odanın bir kenarına koyduk. Biz, Fâtıma (Ra-dıyallâhü anhâ) 'nın düğününden daha güzel bir düğün görmedik."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan râvi e]-Fadl bin Abdülah zayıftır, (ŞU mezhebinin ileri gelen âlimlerinden olan) râvi Câbir el-Ca'fl de zayıflıkla itham edilmiştir. [136]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîs, Fâtıma (Radiyallâhü an­hâ) ile Alî (Radıyallâhü anh)'in düğününde verilen yemeğin ku­ru hurma ve kuru üzüm olduğuna delâlet eder. Müellif bu maksatla bu hadisi bu bâbta zikretmiştir.

El-Mevâhibü'1-Ledünniye'de nakledilen bâzı rivayetlerde ise bu bahtiyar eşlerin velîmesinde zeytin ve kuru hurma bulunduğu,- di­ğer bir kısım rivayetlerde de velimelerinde kuru hurma ile kurutul­muş yoğurttan yapılan Hays isimli yemek bulunduğu ifâde edilmiş­tir.

Alî (Radıyallâhü anh) ile Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'nın nikâhları en sıhhatli görülen rivayete göre hicretin birinci yılı Re-c e b ayında kıyılmıştır. Bir kavle göre aynı yılm Ramazan ayında kıyılmıştır. El-Hâfız Mugoltâyİ1 nin dediğine göre aynı yılm Z i' 1 - h i c c e ayında düğünleri yapılmıştır.

T a b e r i ise : Hicretin ikinci yılı S a f e r ayında nikâhla­rı kıyılmış ve hicretin 22'nci ayının başlarında Z i'l-h i cc e'de düğünleri yapılmıştır, der.

Bu hususlarda Siyer kitablarında başka rivayetler de vardır. Ev­lenmeleri ile ilgili geniş ma'lumat isteyenler Siyer kitaplarına müra­caat etsinler.

Hz. Alî (Radıyallâhü anh)'m fazileti (114-121) nolu ha­dîsler bahsinde ve Hz. Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) 'nın hâl tercemesi de 771 nolu hadîsin izahı bölümünde geçmiştir.

Hadîs, en aziz ve çok değerli bu güveyi ile gelinin sade hayat­larına ve sâde düğünlerine işaret eder. Evlenmek ve düğün yapmak üzere bir sürü masraflara, ağır külfetlere, hattâ borçlar altına giren veya sokturulan müslümanlar bu hadîsten ibret dersini almalıdırlar. Cenab-ı Hak cümlemize şuur ihsan eylesin. Amin.



1912) Sehl bin Sa'd es-Sâidî (Radtyallâhü ankümâydan [137]; demiştir :

Ebû Üseyd es-Sâidî (Radıyallâhü anh), Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve S eli e m) i düğününe davet etti. Gelin (velime yemeğini ha­zırlamak işinde) onlara hizmet ediyordu. Gelin:

Ey Sehl! Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeüemKe ne içirdiğimi biliyor musun? dedikten sonra: Ben (Tevr denilen kab içinde) ge­ceden bir kaç tane kuru hurma ıslattım. Sabah olunca hurmaları süz­düm ve bunun şırasını O'na içirdim, demiştir." [138]



İzahı





Buhâri ve Müslim de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Ebû Üseyd (Radıyallâhü anh)'in adı Mâlik bin R a b i a' dır. Evlendiği kadın ise Ümmü Üseyd bint Veheb bin Selâmet (Radıyallâhü anhâ)'dır.

Gelin'in hizmet etmesi hususunda N e v e v î: Bu hizmet ka­dınların örtünmesi ve erkeklerden sakınması hakkındaki ilâhi em­rin gelişinden önceki zamana âit olarak yorumlanır. Kadının örtü­lü olarak erkeklere hizmet etmiş olması yorumu uzak bir yorumdur, demiştir.

Bâzı rivayetlerde, gelinin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e ne içirdiğine dâir soru sahibi Sehl (Radıyallâhü anh)'dır.

Parentez içine aldığım 'Tevr' kelimesi Buharı ve M ü s -1 i m' in rivayetlerinde vardır. Bu kelime Arap dilinde bakır kab, çömlek, desti ve taştan oyulmuş çanak anlamlarına gelir. Buhâri bu hadisi müteaddit yerlerde rivayet etmiştir. Velîme bölümündeki rivayetinde "Taştan bir tevr" yâni 'taştan oyulmuş bir kab' diye geçer.

Hadîsdeki "Enka'tu" fiilinin alındığı " İnka*" masdan kuru üzüm veya hurmayı ıslatıp hoşaf ve şıra yapmak, demektir.

Geceden ıslatılırsa gündüz içilir, gündüz ıslatilırsa gece içilirdi.

N e v e vî : Kuru üzüm veya kuru hurma şırası ve hoşafının tadı bozulmadikça ve kükremedikçe ümmetin icmaı ile içilebilir, de­miştir. Kükreyip tadı değiştikten sonra, kaymağını ve tortusunu at-masa bile âlimlerin çoğuna göre artık içilmez. Şarap hükmüne girmiş olur. E b û Hanife: Bunun şarap hükmüne girmesi için kük­reyip tadının değişmesi yanında kaymağını atması da şarttır, de­miştir.

Şunu söylemekle yetineyim: Şerhoşluk verdiği takdirde âlimle­rin icmaı ile içilemez. Bu husustaki geniş ma'lumat "Eşribe" kitabın­da inşâallah verilecektir.

Bâzı rivayetlerde: Sabahleyin velîme yemeği verildikten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e hurma şırasının ikram edildiği belirtilmiştir. Şu halde Ebû Üseyd (Radiyallâhü anh)'ın velîme ziyafeti gerdeğe girildikten sonraki gün verilmiştir. Yemekten sonra da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e özel bir ikram mâhiyetinde şıra içirilmiştir. [139]



Hadisten Çıkarılan Hükümler





1. Velîme ziyafetine büyükleri de davet etmek müstehabtır.

2. Büyükler davete icabet etmelidir. Bu hususta gerekli bilgi bundan sonraki bâbta anlatılacaktır.

3. Kuru hurma şırası (yukarıda anlatılan şartlar dâhilinde) içilebilir.

4. Misafirler içinden büyüklere özel ikramda bulunmak meş­rudur. Bilhassa o büyüğe yapılan ikram diğer misafirleri sevindirir-se bu ikram daha faziletli olur.

EbÛ Üseyd (ILA.)^n Hâl Tercemetrf

Ebû Üreydin adı Mâlik bin Rebia bin el-Beden veya el-Bedin bin Amr bin Avf bin Harise bin Amr el-Hazreç el-Ensart es-Sâidi'dir. Bedir savaşına katılmış sahabllerdendtr. Peygamber (S-A.V.)'den rivayet ettiği 28 hadisi vardır. Buharl ve Müslim iki hadisini ittifakla, iki hadisini Buharl ve bir hadisini Müslim, mün-ferid olarak rivayet etmişlerdir. Hâvileri, Enes bin Mâlik, Ebû Seleme, bunun oğlu el-MÜnzir, Abbas bin Sehl ve Abdülmettk bin Satd'dir. Hicretin 60. yılı vefat ettiği söylenmiştir. Kütüb-i Sitte sahiblert onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (El-Men-hel: Cild 4, Sah. 74) [140]


25- (Velîme Ziyafetine) Davet Edene İcabet Etmek Babı





1913) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü ankyden; Şöyle demiştir: Yemeğin en fenası zenginlerin davet edilip fakirlerin terkedildi-ği (bu hâlin âdet edildiği) velîme yemeğidir. Kim (velîme ziyafeti dâvetine) icabet etmezse şüphesiz Allah'a ve Resulüne İsyan etmiş olur." [141]



İzahı





Bu hadîsi Buhârî, Müslim, Mâlik, Ahmed ve Dârimi de rivayet etmişlerdir.

Müellifin rivayetinde hadîs Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) üzerinde mevkuftur. Yâni onun sözü olarak görülmektedir. Müslim bunu hem mevkuf hem de merfu olarak rivayet etmiş­tir. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sözü olarak da rivayet etmiştir. Bir hadis mevkuf ve merfu olarak rivayet edil­diği zaman sahîh mezhebe göre merfu hükmündedir.

Hadîs, zenginlerin çağırılması ve fakirlerin çağırılmaması âdet hâline getirilen düğün yemeğinin fena olduğunu hükme bağlamıştır. Böyle bir kötü âdet olsa bile Sindi' nin beyânına göre çağırıla­nın gitmesi gerekir. Hadîsin son kısmı buna delâlet eder.

N e v e v i: Bu hadisten kastedilen mânâ halkın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den sonra düğün ziyafetleri gibi davet­lerde zenginleri çağırıp fakirleri çağırmamaları, zenginlere yemeğin güzelliğini seçmeleri, onlara öncelik tanımaları, davet yerinde iyi yer­leri onlara ayırmalarının ve benzeri şeylerin âdet hâline getirmele­rinden haber vermektir, demiştir. Çünkü saadet devrinde böyle bir durum olmamıştır.

Hadis, velîme ziyafetine özürsüz olarak icabet etmeyenin günah işlemiş sayıldığına delâlet eder. Bu husustaki âlimlerin görüşlerini bundan sonra gelen hadîsin izahı bölümünde anlatacağım.



1914) İbn-İ Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'d&n rivayet edildiğine göre; ResûluHah (Sollallahü Aleyhi vr Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

"Sizden birisi düğün yemeğine çağırıldığı zaman (davete) icabet etsin.",, [142]



İzahı





Buhâri, Müslim, Ebü Dâvûd, Tirmizi, Mâ­lik, Ahmed ve Dârimi de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Hadîs, düğün yemeği dâvetine icabet etmenin gerekliliğine delâ­let eder. Böyle davete icabet etmenin hükmü hakkındaki âlimlerin görüşleri biraz farklıdır. Şöyle ki:

1. Hanefî âlimlerine göre düğün yemeği dâvetine icabet et­mek vacibe yakın bir Sünnet-ı Müekkede'dir. Delîl ise bu bâbtaki hadîslerdir. El-îhtıyâr da: Düğün yemeği Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) devrinden beri devam edegelen ve riâyet edilen önemli bir Sünnettir. Buna icabet etmeyen günah işlemiş olur. Çünkü (1913 nolu) hadîste: "Kim icabet etmezse Allah'a ve Resulüne isyan etmiş olur." buyurulmustur. Artık davet edilen kişi oruçlu ise ica­bet eder ve duâ eder. Oruçlu değilse yemek yer ve duâ eder. Eğer yemek yemezse ve icabet etmezse günaha girer ve davet sahibine eziyet etmiş olur. Diğer davetler böyle önemli değildir, denilmiştir.

Bâzı Hanefi âlimleri ise düğün yemeği dâvetine icabet et­menin vâcib olduğunu söylemişlerdir

2. Mâliki, Şafiî ve Hanbeli mezheblerine men­sup âlimler düğün yemeği dâvetine icabet etmenin vâcibliğine, diğer davetlere icabet etmenin müstehabhğına hükmetmişlerdir.

E 1 - H â f ı z , el-Fetih'te : Düğün yemeği dâvetine icabet etme­nin vâcipliğinin şartları şunlardır.- Davet edici erginlik çağına varmış hür ve akıllı olacak, yalnız zenginleri davet edip fakirleri terket-memiş olacak, davet sahibi müslüman olacak, davet gerdeğe giril­diği gün veya ertesi gün olacak, davet edilen kişi daha önce başka bir düğün yemeğine çağınlmamış olacaktır. Eğer iki davetiyeyi be­raber alırsa, akrabalık bakımından daha yakını, akrabalık yoksa komşuluk bakımından en yakın olanı tercih edecektir. Bir de şu şart vardır: Davet edildiği yerde kendisinin gitmesiyle eziyet duyacak bir kimse olmayacaktır, demiştir.

Davet yerinde içki, haram çalgılar ve erkeklerle kadınların ka­rışık evlenmesi gibi dînen yasak olan bir fiil veya durumun bulun­duğunu bilen kimse davete icabet edemez.



1915) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)yden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Düğün yemeği ilk gün haktır, ikinci gün meşrudur. Üçüncü gün riya ve gösteriştir.»"

Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bumun senedindeki râvi Ebû Mâlik en-Na-hal, zayıflıklarına âlimlerin ittifakla hükmettikleri râvüerdendir. Tirmizi kendi sü-neninde bu hadis-t İbn-İ Mes"ud [143]



İzahı





T i r m i z î' nin rivâyetindeki metin meâlen şöyledir: -İlk günün (velîme) yemeği haktır. İkinci gününün yemeği sün­nettir. Üçüncü günün yemeği gösteriştir. Kim gösteriş yaparsa Allah onu (kıyamet gününde) teşhir eder.»

Düğün yemeğinin verilmesinin vâcibliğine hükmedenler, hadis-deki "Hak" kelimesini sabit yapılması lâzım ve vâcib mânâsına yo­rumlamışlardır. Velime yemeğinin verilmesinin sünnet olduğuna hükmeden Se­lef ve Halef âlimlerinin cumhuru hadîsdeki "Hak" kelimesini şöyle yorumlamıştır: Yâni bu ziyafeti vermemek uygun bir şey değildir. Yapılması ziyadesiyle matlubtur. Sünneti Müekkede'dir.

Bu ziyafet ikinci günü verilirse meşru ve sünnettir. Üçüncü gün yapılırsa riyakârlık ve gösteriş için yapılmış olur, yânı mekruhtur. Dinî yönden yararlı değildir. Onda sırf iftihar bulunmuş oiur. Hadisdeki ilk günden maksat gerdeği takip eden gündür. T ı y b İ; ilk günkü davete icabet etmek vâcibtir. İkinci gün­küne icabet etmek müstehabtır. Üçüncü günküne icabet etmek mek­ruh, hattâ haramdır, demiştir.

El-Kari: Mâlik'in bâzı arkadaşları düğünden sonra yedi güne kadar ziyafet vermek müstehabtır, demişler ise de bu hadîs onların kavlini reddeder, demiştir.

Buharı kendi sahihinde düğün yemeğinin düğünün son gü­nünden itibaren yedi güne kadar verilmesinin câizliğine taraftar çı­karak bunun için özel bir bâb açmış ve bu hadisin zayıflığına böy­lece işaret etmiştir.

E 1 - H â f ı z, el - Fetih'te: Bu hadis için şah id durumunda olan hadîsleri zikrettikten sonra: Bu hadîslerin her birisinin senedinin şahinliği hususunda itiraz var ise de bunların tümünden öyle bir kuvvet meydana gelir ki hadîsin bir aslının bulunduğuna delâlet eder. Şafii ve Hanbelt âlimleri bu hadisle amel etmişler M â -likîler ise Buharı' nin taraftar olduğu görüşü benimsemiş­lerdir... demişlerdir.

E b û Dâvûd ve N e s a i bu hadisin bir benzerini Z ü heyr bin Osman (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiş­lerdir. [144]


26- (Evli İken Tekrar Evlenen Adamın Son Aldığı) Bakire Ve Dul Kadının Yanında İkamet (Edeceği Sürenin Beyânı) Babı





1916) Enes (bin Mâlik) (RadıyaUâhü ankyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saltallahü Aleyhi ve Selle m) şöyle buyurdu, demiştir:

«Şüphesiz (son nikahlanan) dul kadın için üç gece ve bakire kız için yedi gece (ikâmet hakkı) vardır.»'*



1917) Ümmü Seleme (Radtyallâhü a«/rfl)'dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ümmü Seleme (yâni kendisi) ile evlendiği zaman, yanında (üst üste) üç gece ikâmet etti ve (ikâmet süresini kısa tutmasının sebebinin sırayla diğer zevce­lerinin yanında kalması gereği olduğuna işaret etmek üzere) ona şöy­le buyurdu:

«Senin ehlin yanında seninle ilgili bir önemsizlik yoktur. Diler­sen senin için (ikâmet süremi) yedi geceye tamamlarım. Eğer senin için yedi geceyi tamamlarsam, (diğer) karılarımın her birisi yanın­da yedişer gece ikâmet ederim.»" [145]



İzahı





Enes (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Buhâri, Müslim, Ebü Dâvüd ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. Hadîs bâzı rivayetlerde Enes (Radıyallâhü anh) üzerinde mevkuftur. Diğer bâzı rivayetlerde ise:

"Enes (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir: Sünnet şudur ki (evli olan) adam bakire bir kızla evlendiği zaman onun yanında yedi gece ikâmet eder. Dul bir kadınla evlendiği zaman onun yanında üç ge­ce ikâmet eder." B u h â r i' nin rivayeti böyledir. Bu rivayet de merfu hükmündedir. Çünkü sahâbînin : "Sünnet şudur, şu iş sün­nettendir." gibi sözleri "Peygamber şöyle buyurdu" hükmündedir.

Dâr imi ve'Beyhakî ise müellifimiz gibi rivayet et­mişlerdir.

Bu hadisin fıkıh yönünü sonradan anlatmak üzere Ü m m ü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisine bakalım.

Bu hadîsi Müslim, Mâlik, Şafii, Ahmed, Ebû O â v û d, Tahavî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ü m m ü Se­leme (Radıyallâhü anhâ)ya buyurduğu;

cümlesindeki «Senin ehlin-den maksat Zâtı Nebevileri olabilir. Çün­kü karı ile koca biribirisinin ehlidir. Bu ifâde böyle yorumlanırsa cümlesinin mânâsı şöyle olur: "(Ey Ümmü Seleme!) Se­nin yanında yalnız üç gece kalmakla yetinmemin sebebi benim ya­nımda önemsiz olman ve sana istekli olmamam değildir."

Cümledeki "Ehil" kelimesiyle Ümmü Seleme (Radıyal-Uhü anhâJ'mn kabilesi kastedilmiş olabilir. Bu takdirde cümleden Kastedilen mânâ şöyledir:

"(Ey Ümmü Seleme) Senin yanında yalnız üç gece kal­makla yetinmem nedeniyle senden ötürü kabilene bir hakaret ol­maz."

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu sözü, Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) yanında üç günü tamamladıktan sonra mı zifaftan bir gün sonra mı söylediği hususunda Müellifimi­zin rivayetinde bir sarahat yoktur. Mâlik, Şafii ve Müs­lim ' in rivayetine göre gerdeği takip eden günün sabahı Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona bunu söylemiştir. Ebû D â -v ü d ' un rivayetine göre üç gün ikâmet ettikten sonra söylemiş­tir. Rivayetler arasında ihtilâf yoktur. Çünkü bunu ikinci veya üçün­cü günü söylemiş olması da muhtemeldir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'ya bu iki şıktan dilediğini seçebileceğini beyan buyurduktan sonra Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâJ'mn üç günlük ikâmetten sonra sırayla arkadaşlarının yanında kalma şıkkını tercih ettiği Mâlik, Şafiî ve Müslim" in riva­yetinde belirtilmiştir.

N e v e v i: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ü m -mü S el e m e (Radıyallâhü anhâJ'ya hakkını beyan buyurmuş ve üç gün ikâmetle yetinildiği takdirde bütün zevcelerin yanında sı­rayla birer gece kalınacağı şayet üç günlük ikâmetle yetinilmeyip yedi gün , kalındığı takdirde diğer zevcelerin her birisinin yanında yedişer gün kaldıktan sonra sıranın Ümmü Seleme (Radı-yallâhü anhâJ'ya geleceğini bildirmiş ve bu iki şıktan birisini seç­mek için Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'yi serbest bırakmıştır. Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) üç gün ikâ­metle yetinmek şıkkını tercih etmiştir. Çünkü yedi günlük ikâmet bir yönden daha iyi ise de bu takdirde diğer arkadaşlarının her birisinin yanında yedişer gün kalındıktan sonra ancak kendisine sıra gelece­ği yönünden pek kârlı olmazdı. Çünkü ona sıra geç gelecekti.' de­miştir. [146]



Ümmü Seleme (Radıyallâhü Anhâj'nın Hadisinden Çıkarılan Hükümleb





1. Erkek, karısının hakkını onun anhyabileceği bir dil ile an­latmalıdır.

2. Birden fazla karısı olan kişi bunlar arasında adaletli davran­malıdır.

3. Evli iken dul bir kadınla evlenen adam o dul kadını üç gün­lük ikâmet ile yedi günlük ikâmet arasında serbest bırakmalıdır. Şa­yet üç günlük ikamet ile yetinilir ise bundan sonra sırayla kanları­nın yanında birer gece kalınır. İkâmet süresi yedi güne çıkarıldığı takdirde diğer karıların her birisinin yanında yedişer gün kalınır.

a) Şafii, Ahmed ve cumhur'un kavli budur.

b) Mâlik: Sonradan nikahlanan dul kadın için muhayyer­lik yoktur. Onun hakkı yalnız üç gündür, diyerek Enes (Radıyal­lâhü anh)'ın 1916 nolu hadisiyle amel etmiştir. Ona göre Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nın bu hadîsinin Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsus bir hüküm olması muhtemeldir. Böyle bir ihtimal varken Ümmü Seleme (Radıyallâhü an­hâ) 'nm hadisi delil olamaz.

c) Hanefî ler'e göre adam son aldığı dul kadın yanında üç gece ikâmet ederse diğer karılarının her birisinin yanında üçer gece ikâmet edecek. Şayet yedi gece ikâmet ederse diğerlerinin her birisinin yanında yedişer gece ikâmet edecektir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) karıları arasında adaletli taksimat ya­pardı. Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsinde :

«Eğer senin yanında yedi geceyi tamamlarsam (diğer) kanları­mın her birisinin yanında yedişer gece kalırım» buyurulmuş. H a -nefiler'e göre bunun mânâsı şudur; "Ben senin ile diğer ka­rılarım arasında adaletli davranırım. Senin yanında yedi gece kal­dığım gibi onların yanında da yedişer gece kalırım." Keza onun ya­nında 3 gece ikâmet edince diğerlerinin yanında da üçer gece kal­masının gerekliliği mânâsı çıkar.

Cumhur şöyle cevap vermiştir.- Hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevceleri arasındaki eşitlik hükmü yalnız yedi gece ikâmet hakkındadır. Üç günlük ikâmeti buna kıyaslamak nass karşısında kıyas yapmak demektir ki, böyle bir kıyaslama muteber değildir. Zahir olan cumhur'un kavlidir.

Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) dul iken Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onunla evlenmiştir. Hâl tercemesi 600 nolu hadîste geçmiştir.

E n e s (Radıyallâhü anhJ'm hadîsinden çıkarılan hüküm şu­dur: Evli bir adam tekrar evlendiğinde sonradan evlendiği kadın dul ise onun yanında üç gece ikâmet eder. Sonra mevcut karıları­nın hepsinin yanında adaletli bir şekilde sıra ile ikâmet eder. Son­radan evlendiği kadın bakire ise onun yanında yedi gece ikâmet eder. Ondan sonra sırayla ve adaletli bir şekilde hepsinin yanında ikâmet eder,

Tuhfetü'I-Ahvezî'de şöyle denilmiştir:

"Yukardaki hüküm (yâni anlattığım hüküm) Şafiî, A h -med, İshak ve Cumhur'un kavlidir.

Nevevi, Müslim'in şerhinde : 'Bu hadis yeni evlenilen kadın için özel bir hak bulunduğuna delâlet eder. O hak şudur : Eğer bakire ise onun yanında yedi gün ve gece üst üste ikâmet edilir. Son­ra mevcut karılar arasında nöbetle ikâmet etmeye başlanılır. Nö­bet işi hesaplanırken onun yanında kalınan yedi günlük süre müs­tesna tutulur. Eğer sonradan alınan kadın dul ise bu kadın serbest­tir. Dilerse ilk üç gece onun yanında ikâmet edilir, sonra mevcut ka­dınlar arasında adaletli nöbet işine başlanılır. Onun yanında kalı­nan üç günlük süre nöbet işinden müstesna tutulur. Şayet bu dul ka­dın yedi gün ikâmet şıkkını tercih ederse kocası ona uyar. Bu süre bittikten sonra diğer karıların her birisinin yanında yedişer gün ikâmet edildikten sonra sıra bu dul kadına gelir. Şafiî ve ona mu­vafakat edenlerin mezhebi budur. Sahîh hadislerle sabit olan hüküm de budur. Mâlik, Ahmed, İshak, Ebû Sevr, îbn-i C e r i r ve Cumhur'un kavli budur', demiştir.

Hanefî imamlarından Muhammed, kendi Muvat­ta'mda Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)nın hadîsini ri­vayet etmiştir. Oradaki rivayet şöyledir: «(Ey Ümmü Seleme) diler­sen senin yanında yedi gün ikâmet ederim ve diğer karılarımın ya­nında da yedişer gün kalırım. Dilersen senin yanında üç gün kalı­rım ve (sonra) dolaşmaya başlarım.» buyurulmuş. Ümmü Se­leme (Radıyallâhü anhâ) : (Benim yanımda) üç gün (ikâmet et) demiştir."

İmam Muhammed bu hadîsi rivayet ettikten sonra: Biz bununla amel ederiz. Eğer onun yanında yedi günü tamamlarsa di­ğerlerinin yanında da yedişer gün kalır. Ona diğerlerinden fazla bir hak vermez. Eğer onun yanında üç gün kalırsa diğerlerinin yanın­da da üçer gün kalır. Ebû Hanîfe' nin ve bizim mezhebimi­zin bütün Fıkıhçılannın kavli budur, demiştin"

Tuhfe yazan cumhur'un mezhebine taraftar çıkarak Hanefi âlimlerin yeni karı ile eski karı arasında ve bakire ile dul ka­dın arasında ikâmet bakımından bir farkın bulunmadığı yolunda verdikleri hükmün hadîslerin zahirine uymadığını söylemiştir. Da­ha sonra tmam Muhammed'in Muvatta* üzerinde yazıl­mış olan 'Et-Ta'liku'1-Mümecced* adlı kitaptan uzunca bir parçayı nakletmiştir. Bu eserin sahibi de cumhur'un görüşüne taraftar çık­mıştır . [147]



27- Karısı, Yatağına Gireceği Zaman Adamın Söyliyeceği (Duâ) Babı





1918) Abdullah bin Amr (bin el-As) (Radıyallâkü anhümâ)'âan ri­vayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Biriniz bir kadına, bir hizmetçi (=köle veya câriye) ye veya bir hayvana sahip olduğu zaman onun başının ön kısmından tut­sun ve şöyle desin; Allah'ım! Ben bunun hayrından ve yaradılışın-daki (huylan ile vasıflan) nın hayırlısından (nasibimi) şüphesiz sen­den diliyorum. Bunun şerrinden ve yaratılışındaki (huylan ile vasıf­lan) nın şerrinden sana sığınıyorum.-" [148]



İzahı





Ebû Dâvûd ve Nesai de bunu mânâyı etkilemeyen az kelime değişikliği ile rivayet etmişlerdir.

Ebû Davud'un rivâyetindeki hadis metninde mevcut ben­zer duadan önceki metin meâlen şöyledir:

"«Biriniz bir kadınla evlendiği veya bir hizmetçi (köle veya câ­riye) satın aldığı zaman şöyle desin... ve biriniz bir deve satın al­dığı zaman hörgücünün tepesinden tutsun ve bu (duâ)nın mislini söylesin.»

Ebû Dâvûd demiş ki: Râvi Ebû Said şu ilâveyi de yapmıştır: «Sonra devenin başının kısmından tutsun ve kadın ile hizmetçi hak­kında bereket için duâ etsin.»"

Hizmetçi diye terceme ettiğim hadîsdeki 'Hadım' kelimesinden maksat köle ve câriyedir.

Hadîsdeki emir müstehablık içindir. Bir kadınla evlenen, köle veya câriye satın alan veya hibe gibi yollarla elde eden veya bir hayvana sahip olan bir kimsenin bu duayı yapması meşru ve müs-tehabUr.



1919) İbn-İ Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'&dtı rivayet edildiğine ib­re Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Sizden bir kimse karısının yanına (cinsel ilişki için) yaklaşmak isterken: "(Bismillah) Allah'ım! Şeytanı benden (ve eşimden) uzak 1 aştır ve şeytanı bize vereceğin (zürriyet)den uzak eyle" derse, soı» ra (bu cinsel ilişkiden) onların bir çocuğu olursa Allah Teâlâ şey­tanı o çocuğa musallat etmez veya şeytan o çocuğa zarar veremez >'[149]



İzahı





N e s â i' den başka Kütüb-i Sitte'nin tümünde bu hadis vardır. A h m e d de rivayet etmiştir. Parentez içi ifâdeler diğer rivayet­lerden istifâde edilerek yazılmıştır.

Hadîsdeki duâ bâzı rivayetlerde şöyledir: Önemine binâen ay­nen buraya geçiriyorum. Çünkü daha şümullü olup başında besmele de vardır:

-Allah'ın ismi ile. Allah'ım! Şeytanı bizden uzaklaştır ve şeyta­nı bize vereceğin (zürriyyet)den uzaklaştır.»

Adam eşine yaklaşmak istediğinde, önce bu duayı okumalı, son­ra yaklaşmalıdır. Çünkü yaklaşırken okumak hadisin emrine uyma­dığı gibi saygısızlık Duanın adabına aykındır.

Anılan duayı okuduktan sonra eşine yaklaşan ve bu yaklaşım­dan olan çocuğa şeytanın zarar veremiyeceği veya Allah'ın o ço­cuğa şeytanı musallat ve hâkim etmiyeceği anlamını ifâde eden cüm-lelerdeki "Veya" ifâdesi râvi'nin tereddüdünden ileri gelmiştir. Bu cümlelerden; «Allah o çocuğa şeytanı musallat eylemez.» cümlesi diğer rivayetlerde yoktur.

Diğer cümle yâni «Şeytan ona zarar veremez» anlamını veren cümle ise diğer rivayetlerde biraz farklı metin halindedir. Ama hep­sinin ifâde ettiği mânâ ayni noktada birleşir.

Buhâri ile Müslim'in bir rivayetlerinde ve Ebû D â v û d' un rivayetinde bu cümle: W« ûUsûtî a^Jaj ^J = «O ço­cuğa hiç bir zaman hiç bir şeytan zarar veremez.» şeklindedir.

Hadisin zahirine göre o çocuğa şeytan hiç bir zarar veremiyecek-tir. Fakat âlimler bu cümleyi umumî mânâda tutmamışlardır. Bu hususta âlimler ittifak halindedir. Bu ittifakın sebebi, Buharı1-nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak ri­vayet ettiği şu mealdeki hadîs olabilir: «Âdem oğullarından doğan her çocuk doğarken şeytan ona dokunur ve bu dokunmadan dolayı çocuk çığlık çıkararak bağırır, Meryem ve oğlu İsâ (Aleyhisselâm) bundan müstesnadır.» Şeytanın dokunması bir nevî zarardır. Ve çocuğun bağırmasına sebebiyet verir.

Âlimler, şeytanın zarar veremiyeceğine dâir cümleyi yorumla­ma şeklinde ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

Bâzılarına göre cümlenin mânâsı şöyledir: "Besmele ve anılan duâ bereketi ile şeytan, o çocuğa hâkim olamıyacak" ve çocuk, Allah Teâlâ'nın aşağıdaki âyette beyan buyurduğu kullardan olacaktır."

"(Ey Şeytan) Kullarımın üzerinde senin bir hâkimiyetin olamaz. Ancak sana uyan sapıklar bundan müs­tesnadır.[150]

Bir kısım âlimlere göre cümleden kastedilen mânâ şudur: "Şey­tan o çocuğu dîninden çıkaramıyacaktır. Veya çocuğun bedenine za­rar veremiyecektir. Yahut ona çarpamıyacaktır." Maksat, şeytan onu hiç bir günaha sokamıyacak, demek değildir.

Başka bir kavle göre, maksat, şeytanın o çocuğu büyük günah­lara sokamıyacağıdır.

Diğer bir kavle göre maksat, çocuk büyüdükten sonra bir günah işlediği takdirde şeytan onu tevbe etmekten ahkoyamıyacaktır.

Başka çeşit yorumlar var ise de bu kadarını anlatmakla yeti-nelim. [151]



Hadîsten Çıkarılan Hükümler





1. Karı ile koca cinsel ilişkide bulunacaklarından biraz önce koca anılan duayı okursa ve bu ilişkiden çocuk doğarsa, o çocuğun müslümanlık dîni üzerinde öleceği müjdesi verilmiştir.

2. Rızık yiyecek, giyecek ve içeceğe inhisar etmez. Allah Teâ-lâ'nın kullarına verdiği her nîmet rızıktır. Çocuk bir rızıktır. îlim ve ibâdetler de çocuk gibi birer rızıktır.

3. Besmele ve duaya devam etmek o kadar müstehabtır ki; meş­ru cinsel ilişki istendiğinde bile okunması müstehabtır.

4. Şeytandan ve zararlı her şeyin şerrinden Allah'a, O'nun is­mine ve duaya sığmmalıdır.

5. Her çeşit hayra, insanı muvaffak eyleyen Allah Teâlâ'dır. Ba­şarı ve kolaylık O'nun yardımı ile gerçekleşir.

6. Şeytan insanın beraberindedir. Ancak Allah'a zikir edildiği zaman şeytan uzaklaşır. [152]


28- (Eşlerin) Cinsel İlişkide Örtünme (ye Riâyet Etmelerinin Önemi) Babı





1920) Behz bin Hakîm'in dedesi (Muâviye bin Hayda) (Radtyal-lâhü anhümyden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

—Yâ ResulalIah! Avretlerimizin neresini örteriz (örtmemiz ge­rekir), neresini örtüsüz bırakırız (örtmeyebiliriz)? diye sordum.

Efendimiz, (bana) :

— «Sen avretini (helâlin olan) karından veya cariyenden baş­ka herkesten sakla!» buyurdu. Ben:

— Yâ Resûlallah! Eğer kavm kendi aralarında (karışık ve bir yerde) olsalar, (avretle ilgili hüküm nedir?) bana bundan haber ver, dedim. Efendimiz (bana) :

— «Avretini hiç kimseye göstermemeye gücün yeterse sakın av­retini katiyyen gösterme!» buyurdu. Ben t

— Yâ Resûlallah! Eğer birimiz (tek başına) boş bir yerde olur­sa? (hüküm nedir) diye sordum. Buyurdu ki:

— «İnsanlara nazaran Allah'tan haya etmek daha vâcibtir.»" [153]



İzahı





Bu hadisin Zevâid türünden olduğuna dâir bir kayıt yoktur. Araş­tırmalarıma rağmen, Kütüb i Sitte'nin diğerlerinde bu hadis'e rast­lamadım. Câmiü's-Saglr'de zikredilen bu hadîsin A h m e d . Hâ­kim, Beyhaki ve Ebû Ya'la tarafından rivayet edil­diği bildirilmekle yetinilmiştir. Zâten Buhâri ve Müslim de Muâviye bin Hayda (Radıyallâhü anh) isimli saha-bî'den hadis rivayet edilmediğini bu hadisin izahından sonra anla­tacağım. Bu zâtın hâl tercemesinden de anlaşılıyor. Kanımca bu ha­dis Zevâid türünden olması kuvvetle muhtemeldir.

Hadis, adamın kendi avret mahallini örtmekle mükellef olduğu­na, yalnız helâli olan karısına ve helâli olan cariyesine karşı ört­mekle mükellef olmadığına delâlet eder. Tercemede parentez için­de (helâl olan) kaydını ilâve ettim. Çünkü bâzı hallerde adam ka­rısına ve cariyesine karşı bile avret yerlerini açamaz. Meselâ: Vat-i şüphe yâni, kocasından başka bir adam bir kadını, kendi karısını sanarak, kadın da onu kendi kocasını sanarak cinsel münâsebette bulunup sonra yanıldıkları anlaşılınca evli olan bu kadın anılan cin­sel ilişkiden dolayı iddet denilen sürece kocasından uzak kalmakla ^mükelleftir. Zira hatalı birleşim neticesinde kadın gebe çıkabilir Kocası da bu süre henüz bitmemiş iken onunla birleşirse doğacak çocuğun kimden olduğu meçhul kalır. Bu sakıncanın giderilmesi için kadın iddete tâbidir. Ve bu sürece kocası ona yaklaşamaz ve avret yerini ona karşı açamaz.

Keza adam, dinden çıkmış cariyesine, putperest veya ateşperest cariyesine veya başka bir erkekle evli cariyesine yaklaşamaz, cinsel ilişkide bulunamaz. îşte böyle bir cariyeye karşı efendisi avret ye­rini açamaz.

Sahâbi'nin "Kavm kendi aralarında olsalar" cümlesi ile sorduğu soru iki şekilde yorumlanabilir. Şöyle ki:

Sahâbi'nin maksadı, adam, babası, anası, oğlu ve kızı gibi mah­remi sayılan yakınları ile beraber bir yerde bulunsalar yine avret yerini örtmek mecburiyetinin bulunup bulunmadığını sormak, ola­bilir.

Onun maksadı, erkeğin erkeklerle veya kadının kadınlarla be­raber olması hâlinde avret yerini örtmek mecburiyetinin olup olma­dığını sormak olabilir.

Bu soruya Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından verilen cevapta, kişinin olanca gücü ile avret yerini kimseye göster­memesi emrolunmuştur. Şu halde tedavi gibi bir zaruret hâlinde ih­tiyaca göre avret yeri açılabilir. Fazlası açılamaz.

Hadisin son kısmında sorulan soruya verilen cevaptan, kişinin kendi başına ve yalnız olarak bir odada bile bulunduğu zaman av­ret yerini açmamasının uygunluğu, zira Allah Teâlâ'ya karşı daha çok hayâlı davranmanın önemi anlaşılıyor. Allah Teâlâ her şeyi gö­rür. Örtüler O'nun görmesine hâşa engel olamaz. Gaye Allah'tan saklanmak ve avret yerini ondan gizlemek değildir. Çünkü bu im­kânsız bir şeydir. Gaye, Allah Teâlâ'nın emrine itaat etmek, O'nun rızâsına uygun hareket etmek ve sevdiğini yapmak üzere her yer­de ve her zaman örtünmektir.

Erkeğin, erkeğe, mahremi olan kadınlara ve yabancı kadınlara karşı örtülü tutması gerekli avret yerleri ile kadının, kadınlara, mah­remi olan erkeklere ve yabancı erkeklere karşı örtülü tutması ge­rekli avret yerleri ve karı - kocanın biribirinin avret yerlerine bak­maları hakkında geniş bilgi Müellifimizin 661 - 662 nolu hadîslerin izahı bölümünde verilmiştir. Tekrarlamaya gerek yoktur.

Muâviye bin Hayda (RA.)'ra Hâl Tercemesi

Muâviye bin Hayda bin Muâviye bin Kuşeyr el-Kuşeyrî, Peygamber (S.A.V.)'-den hadis rivayet eden bir sahabîdir. R&vileri ise oğlu Hakim,. Urve bin Röveym el-Laham! ve Hatnld el-Tezenl'dir. îbn-i Sa'd : Onun, peygamber



1921) Utbe bin Abd es-Sülemî[154] (Radıyallâhü a«A)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm) şöyle buyurdu, de­miştir :

«Sizden birisi karısına yaklaşmak (cinsel münâsebette bulun­mak) istediği zaman (karısı ile beraber) örtünsün der) ve yabanî eşeklerin çıplaklığı gibi soyunmasından).»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Hadisi sahâbi'den rivayet eden tabii meç­hul olduğu için senedi zayıftır. [155]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîsin benzerini Taberânî, Beyhakî ve îbn-i Ebî Şeybe, Abdullah bin M e s'u d (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir. CâmiüVSa-ğîr'de nakledilen hadîs metninin son cümlesi;

«Koca ile karısı yabani iki eşeğin çıplaklığı gibi soyu namazlar.- şek­lindedir.

N e s a i de bunun benzerini Abdullah bin Sercis el-Müzeni (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir.

Notta belirtildiği gibi Zevâid yazarı seneddeki tabiî yâni Âb-dü'1-A'Iâ bin Adî meçhul olduğu için isnadın zayıf olduğu­nu söylemiştir. Ancak yukarda anlattığım gibi îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) ve Abdullah bin Sercis (RadıyaJ-Jâhü anh)'den rivayet edilen hadîsler bu hadîsin şâhidleri durumun­dadırlar. Câmiü's-Sağîr şerhinde hadîsin sahîh olduğu bildirilmiştir.

Hadisdeki emir mendupluk içindir. Adam ve karısı kapalı ve kim­senin göremiyeceği bir yerde birleştikleri takdirde üstlerine bir şey örtmeleri menduptur. Ancak çocukları gibi başka bir kimsenin göre­bileceği bir yerde olurlarsa örtünmeleri vâcibtir. Örtüsüz birleşmeleri haramdır. Aynca başka bir kimsenin göreceği yerde birleşmeleri yasaktır, tslâm terbiye ve âdabına aykırıdır. Kötülüğe sebebiyet ver­mesi de ayrı mahzurdur.

Hadisdeki "Ayr" kelimesini yabani eşek diye terceme ettim. Bâ­zılarına göre evcil eşeğe de "Ayr" denilir. Çıplak birleşmeye eşekle­rin örnek gösterilmesinin sebebi onun en ahmak hayvan oluşudur.



1922) Aîşe (Radıyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in fercine katiy-yen bakmadım veya bu yerini görmedim.

Râvi Ebû Bekir demiştir ki: Ebû Nâim'in dediğine göre bu ha­dîsi Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet eden râvi Aişe (Radıyal­lâhü anhâ) nın kadın olan mevlasıdır." [156]



İzahı





Bu hadîs müellifin 662 nolu hadîsinin aynısıdır. Orada belirtildi­ği gibi bu hadis Zevâid türündendir. îsnadı da zayıftır.

Hadisin gerekli izahı orada yapılmıştır. Oraya müracaat edilme­si tavsiye olunur. [157]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:37 am

29- Mak'adlarında Kadınlara Varmaktan Nehiy Babı





1923) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ûen rivayet edildikte göre; Peygaml>er (Sa/ta/lahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurdu, demiştir :

Makadında karısıyla cima eden adama Allah (rahmet bakışı ile) bakmıyacaktır."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: 'Bunun senedi sahihtir. Çünkü İbn-i Hib-bân, râvi el-Hâris bin Muhalled'i sikalar içinde zikretmiştir. Senedin kalan râvileri sıka zatlardır.'

Sindi de : Ebû Pâvûd ve Tirmizİ bu hadisi, buradaki metne yakın bir me&shy;tinle rivayet etmişler, demiştir. [158]



İzahı





Zevâıd türünden olan bu hadîsin açıklanması ile ilgili olarak Sindi şöyle der:

Allah Teâlâ'nın bakmasından maksat, âhiret günü ilâhi rahme&shy;te müstehak kılınacak öncü mü'minler'e rahmet bakışıdır. Yâni bu kötü fiili işleyen bir kimse, mü'min olarak ölse bile anılan kafile için&shy;de yer alamıyacaktır. Hadis böyle yorumlanınca bu fiili işleyen bir mü'minin ebedi olarak ilâhi rahmetten tamamen mahrum kılınaca&shy;ğı mânâsı çıkmaz. Böyle bir mânânın çıkarılması zâten hatalıdır. Çünkü:"Şüphesiz Allah (Teâlâ) zâtına ortak koşulması (günahı)nı bağışlamaz. Bun&shy;dan başkasını dilediği kimse için bağışlar.[159] âyeti Allah'ın kü&shy;fürden başka günahları dilediği kimse için bağışlıyacağına delâlet eder. Bağışlaması rahmet bakışı ile olur. Allah'ın rahmeti olmadıkça hiç bir kimse Cennet'e giremez. Zerre miktarı İmanı olanların netice itibarı ile yâni azabını çektikten sonra da olsa Cennetlik olduğu nass-larla sabittir. Şu halde bu şeni fiiii işleyen kişi mü'min ise, günahı&shy;nın cezasını çektikten sonra veya Allah dilediği takdirde daha ön&shy;ce Cennetlik olabilir. Bu da ilâhi rahmet sayesinde gerçekleşir. Hâl böyle olunca bu kötü fiili işleyenin, ilâhi rahmetten tamamen mah&shy;rum kılındığı mânâsı kastedilmemiş olur. Ve yukarıda anlatılan mâ&shy;nânın kastedildiği anlaşılır.

Notta Ebû Davud'un ve Tirmizi' nin bu hadîsi, buradaki metne yakın sözlerle rivayet ettikleri söylenmişti.

Ebû Dâvûd, Ahmed ve Nesaî' nin Ebû Hü&shy;reyre (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet ettikleri ha&shy;dîsin meali şöyledir:

Makadında karısına varan kimse mel1 un (ilâhi rahmetten uzak)-dir.»

T i r m i z î' nin î b n - i A b b â s (Radıyallâhü anhümâ) 'dan merfu' olarak rivayet ettiği hadis ise meâlen şöyledir:

«Makadda bir erkeğe veya bir kadına varan adama Allah (rah&shy;met nazarı ile) bakmıyacaktır.»

Hulâsa gerek müellifimizin ve gerekse diğer müelliflerin rivayet ettikleri yukardaki hadîsler, adamın, helâli olan karısıyla makadda cima' etmesinin şiddetli tehdidi mucip, kötü ve çirkin bir fiil oldu&shy;ğuna delâlet ederler. Yabancı bir kadınla veya bir erkekle bu fiili iş&shy;leyen kişi ise maazallah zina etmiş sayılır. Bu husustaki ayrıntılı bilgi için Fıkıh kitablarına müracaat gerekir. Müellifimizin 20. kita&shy;bında yeri geldiğinde biraz bilgi verilecektir.

Adamın kendi karısıyla makadda cima etmesi selef ve halef âlim&shy;lerinin cumhuru, tüm fıkıhçılar ve bütün hadîsçiler tarafından ha&shy;ram sayılmıştır. Delilleri yukarıdaki hadîsler, bundan sonra gelen ha&shy;disler ve benzeri hadislerdir.



1924) Huzeyme bin Sabit [160] (Radtyallâhü anh)\\\\en rivayet edil&shy;diğine RÖre :

Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Üç kez (üst üste) "Şüp&shy;hesiz Allah gerçeği bildirmeyi bırakmaz." buyurdu (ktan sonra) : "Mak'adi arında kadınlara varmayınız" buyurdu, demiştir."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Haccâc bin Ertât tedlisçidir. Hadis münker olup hiç bir yönden sahih değildir.

(Hadisin senedine ait) durumun böyle olduğunu söyleyen bir ki&shy;şi değildir. T i r m i z i bu hadisi Ali bin Talk (Radi-yallâhü anhJ'den (merfu* olarak) rivayet etmiştir. [161]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîsin buradaki senedi zayıf ise de Şafii ayni hadisi başka bir senedle Huzeyme bin Sabit (Radıyallâhü anhî'den yine merfu olarak rivayet ederek senedinde&shy;ki râvilerin hepsinin sıka olduğunu söylemiştir. Tekmile yazan E b û D â v û d' un Nikâh kitabının 46. babında Şafiî' nin uzunca rivayetini naklettiği gibi Tuhfe yazarı da bu hadisin A h m e d ta&shy;rafından da rivayet edildiğini söylemiştir.

Hadîsdeki "İstihyâ" kelimesinin asıl mânâsı utanmak ve sıkıl&shy;maktır.

Hadîsdeki "Hak"tan maksat, doğru ve gerçek, demektir. 'Haktan istihya etmek' utanmak nedeni ile hakkı söylemeyi bırakmaktır.

Allah Teâlâ'nın zâtı, utanmak ve sıkılmak gibi noksanlıklardan pâk ve nezih olduğu için Kur'an-ı Kerimde ve hadislerde, Allah Teâ-lâ hakkında kullanılan 'İstihyâ' ifâdesi 'Bir şeyi beyan buyurmayı bı&shy;rakmak' anlamında yorumlanır. Şu halde «Allah haktan istihya et&shy;mez» cümlesinin zahiri mânâsı "Allah hakkı ve gerçeği beyan bu&shy;yurmaktan haya etmez ve sıkılmaz" şeklindedir. Haya ve sıkılma hâ&shy;li yaratıklara mahsus bir zaaftır. Allah bundan münezzehtir. Bu cümle zahirine göre değildir. Kastedilen mânâ özlü olarak terceme-de bildirilmiştir. Daha açık bir ifâde ile bu cümleyi şöyle yorumlaya&shy;biliriz :

"Haya ettiğinden dolayı gerçeği söylemeyi terkeden kimse gibi Allah gerçeği söylemeyi terketmez. Gerçeği olduğu gibi beyan buyu&shy;ruyor."

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şer'î hükümleri beyan etmekte sıkılmanın söz konusu olmadığını muhatablarına bildirmek, biraz sonra beyan buyuracağı şer'î hükmü açıklamanın bir vecîbe olduğunu belirtmek ve muhatablannm dikkatini çekmek üzere mez&shy;kûr cümleyi üç defa tekrarlarmış sonra şer'i hükmü bildirmiştir.

Bu ve benzeri hadîslerden ilham almış olarak mü'minler, söylen&shy;mesinden sıkılan bir şer'i hükmü anlatmak istedikleri zaman : "Dinde haya yoktur/ derler ve ilgili hükmü anlatırlar.

T i r m i z i' nin Ali bin Talk (Radıyallâhü anhJ'den merfu olarak rivayet ettiğine göre notta işaret edilen hadis uzun olup konumuzla ilgili cümleleri şöyledir:

«... Ve m ak adi arın d a kadınlarınıza varmayınız. (Bunu açıklıyo&shy;rum.) Çünkü Allah gerçeği beyân etmeyi bırakmaz.»

Ebû Dâvûd da Aii bin Talk (Radıyallâhü anh) 'in mezkûr hadisini rivayet etmiştir. [162]



Hadisin Fıkıh Yönü





1. Şer'i hükmü bildirmek hususunda çekingen ve utangaç olma&shy;mak gerekir. Böyle hükümleri münasip bir dille ve gerektiğinde an&shy;latmak îslâmm titizlikle üzerinde durduğu haya adabına aykırı de&shy;ğildir.

2. Makadlarından kadınlara varmak kocaları için de yasak ve haramdır.



1925) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir: Yahudiler t Bir erkek bir kadının tenasül uzvuna kadının makat tarafından varırsa (bu birleşmeden doğan) çocuk gözü şaşı olur, di&shy;yorlardı. Bunun üzerine Allah Sübhanehû t"Kadınlarınız sizin için bir ekin yeridir. Artık bu ekin yerinize (kadının rahim yoluna) nasıl is&shy;terseniz varabilirsiniz.[163] âyetini indirdi." [164]



İzahı





N e s a i hâriç Kütüb-i Sitte sahipleri bu hadisi rivayet etmiş&shy;lerdir.

Yahudiler, erkeğin, karısıyla arkadan yâni makadı ta rafından kadının rahim yolu olan tenasül organı ile normal cinsel iliş&shy;kide bulunduğu takdirde bu ilişkiden doğacak çocuğun gözü şaşı ol&shy;duğuna inanıyorlar. Ve böyle söylüyorlardı. Onların iddiasına göre bu şekilde yapılan cinsel ilişki doğacak bebeğin gözlerine zararlı ve dolayısıyla yasaktır. Cenâb-ı Hak hadîste anılan âyet-i kerime'yi in&shy;dirmekle onların itikat ve iddialarının yanlış olduğunu, kadınla yapı&shy;lan normal ilişkide, kadının sırt üstü veya yüzü koyun yahut yanı üzerinde yatması, oturması veya başka şekilde durması doğacak ço&shy;cuğa zararlı olmadığını ve bunda dîni bir sakınca bulunmadığını bil&shy;dirmiştir

Âyet-i Celile'de, kadınlar çocuk yetiştirme bakımından tarlaya benzetilmiştir. Evlenmenin asıl amacı insan neslinin devamı ve çoğal-masıdır. Amaç bu olunca, erkek karısıyla ancak çocuk yetiştirme yo&shy;lu olan kadının tenasül organı ile ilişki kurmaya yetkilidir. Âyet-i Kerime, çocuk yetiştiren tarlanıza varabilirsiniz, hükmünü beyan et&shy;mek suretiyle makadlarında kadınlara varılamıyacağına delâlet eder. Çünkü makadın çocuk yetiştirme tarlası olmadığı bilinmektedir.

Mezkûr âyetin iniş sebebinin başka olaylar olduğuna dâir riva&shy;yetler de vardır. Geniş bilgi için Tefsir kitablarına baş vurmak ge&shy;rekir. [165]



30- Azilıin Hükmünün Beyânı) Babı





Azil: Arap dilinde bir şeyi yerinden ayırmaktır.

Fikıhçılann dilinde: Cinsel ilişki zamanında kadının gebe kal&shy;maması amacı ile erkeğin geri çekilerek suyunu dışarıya akıtması-dır.



1926) Ebû Saîd-î Hudrî (Ratityaf/âkü anA/den; Şöyle demiştir:

Bir adam azil'in hükmünü Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e sordu. Bunun üzerine Efendimiz s

«Siz azil yapıyor musunuz? Bunu yapmamanızda bir zararınız yoktur. Çünkü Allah Teâlâ'mn, olmasını (ezelde) takdir buyurduğu her canlı behemehal olacaktır.» buyurdu." [166]



İzahı





Buharı. Müslim ve Ebiı Dâvûd da bunu riva&shy;yet etmişlerdir. Ahmed ve Tirmizi de bunun benzerini rivayet etmişlerdir. Buhâri ve Ebû Dâvûd'un riva&shy;yetleri uzundur. Oralardaki rivayetlere göre Beni M üs talik savaşının akabinde sahâbiler azil durumunu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTe sormuşlar ve bu cevabı almışlardır.

Hadîsin: cümlesi iki şekilde yorumlanmıştır.

Bunlardan birisini tercemede sundum. Buna göre çıkarılan mânâ şu&shy;dur : Azil işini terk etmenizden dolayı bir zararınız olmaz. Siz kadın gebe kalmasın diye azil yapıyorsunuz ve azil işini terk etmeniz hâ&shy;linde kadının gebe kalacağını ve böylece zararlı çıkacağınızı sanı&shy;yorsunuz. Halbuki durum böyle değildir. Çünkü bir canlının yaratıl&shy;masını Allah takdir buyurmuş ise o canlı mutlaka hayat bulacaktır. Sizin tedbiriniz takdiri bozmaz. Allah bir canlının olmasını takdir etmemiş ise siz olmasına çalışsanız bile olmasını sağlıya m azsınız.

Mezkûr cümlenin ikinci yorum şekli şudur: 'Azil yapmanızda bir zararınız yoktur. Yâni mânevi zarar olan günah yoktur." Bu takdirde mezkûr cümle ile azil yapmaya yine cevaz verilmiş olur. Ama azil tedbiri ile kadının gebeliğini önlemek sonucu elde edilmi-yebilir. Çünkü Allah Teâlâ bir canlının hayat bulmasını takdir etmiş ise o canlı mutlaka hayata kavuşacaktır. En basiti, erkeğin habe&shy;ri bile olmadan ve farkına varmadan bir damlacık suyun rahme inti&shy;kal etmesi ile cenin oluşabilir. Bu yoruma Köre Arapça gramerine

vâkıf olanların malumu olduğu üzere;cümlesinde olum&shy;suzluk için olan "Lâ" edatı zaid sayılır

Azil yapmanın yasaklığına hükmeden âlimler ise; ifâdesini iki ayrı cümle kabul ederek şöyle

yorum yaparlar: "... Hayır. Azil yapmamanız üzerinize vâcibtir," Bu yoruma göre ikinci cümle birinci cümleyi te'kid ve takviye içindir.

Azil hakkındaki âlimlerin görüşlerini bu babın son hadisinin iza&shy;hı bölümünde bildireceğim.

Bu hadîs, azil-yapmaktan vaz geçmenin daha iyi olduğuna ve azil yapılsa da yapılmasa da bir canlının yaratılması mukadder ise kim&shy;senin bunu önliyemiyeceğine delâlet eder



1927) Câbir (bin Abdillah) (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle de&shy;miştir :

Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta ve Kur*an (âyet&shy;leri) inmekte iken biz azil (işini) yapardık." [167]


İzahı





Buharı, Müslim ve Tirmizi de bu hadisi rivayet etmişlerdir M ü s M m' in rivayetinde Câbir (Radıyallâhü anh) meâlen şöyle demiştir:

"Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken biz azil (işini) yapardık. Durum Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e ulaştı da O bizi (azil işinden) m enetmedi.'

Câbir (Radıyallâhü anh) şunu demek istiyor: Biz azil işine devam ediyorduk. O sıralarda Kur'an âyetleri inmeye devam edi&shy;yordu. Eğer yaptığımız azil işi yasak olsaydı konu hakkında ilâhi vahiy inecekti. Böyle bir emrin indirilmemesi, yaptığımız işin câiz-liğine delâlet eder. Diğer taraftan biz bu işi yaparken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta idi. Eğer yaptığımız iş hatalı bir şey olmuş olsaydı, O bizi menederdi. O'nun bizi men etmemesi de bu işin câizliğine delâlet eder.

Tuhfe yazarı bu hadîs'in şerhinde şöyle der:

"Her hangi bir hüküm üzerinde Allah ve Resûlü'nün takriri yâ&shy;ni yapılan işe karşı çıkmamaları, o hüküm için delîl sayılabilir. Ha&shy;dis buna delâlet ediyor. Çünkü eğer yapılan iş haram olsaydı Allah ve Resulü, buna karşı çıkacaklardı. Tabiî Peygamber {Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem)'in yapılan işten haberdar olması şarttır. El-Fetih yaza&shy;rının anlattığına usûl âlimlerinin ekserisinin mezhebi şudur: Bir sa-hâbî bir hükmü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zama&shy;nına bağladığı (Meselâ Peygamber hayatta iken şöyle yapıyorduk de&shy;diği) takdirde, sahâbînin bu sözü, merfu hadîs hükmündedir. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in buyuruğu hükmündedir. El-Fetih yazarı: Çünkü sahâbiler, karşılaştıkları sorunların çözüm&shy;lenmesi ve şüphelerinin giderilmesi için dâima Peygamber (Sallal&shy;lahü Aleyhi ve Sellem)'e baş vururlardı. Bu nedenle Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem) 'in yapılan azil işinden haberdar olduğu ve buna karşı çıkmadığı anlaşuyor. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) 'in durumdan haberdar olduğu, müteaddit yollarla vâ-rid olan hadislerde açıkça belirtilmiştir, demiş ve M ü s 1 i m' in rivayet ettiği bu hadisi nakletmiştir."



1928) Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü ankyûtn; Şöyle demiştir:

Hür kadının izni olmadıkça (kocası tarafından) ondan azil ya&shy;pılmasını Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yasaklamıştır.

Not: Bunun senedinde bulunan r&vi tbn-i Lahia'nın zayıf olduğu Zev&Id'de bildirilmiştir. [168]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadisi A h m e d de rivayet etmiş&shy;tir. Bu hadîse göre adam hür karısı ile cinsel ilişkilerde bulundu&shy;ğunda karısının izni olmadıkça suyunu dışarı akıtamaz. Fakat ca&shy;riyesi ile ilişkide bulunduğu zaman cariyesinden izin almadan su&shy;yunu dışarı akıtabilir.

Tuhfe yazarının beyânına göre, Beyhaki ve Abdür-r e z z â k ' in tahriç ettikleri bir hadîste; "lbn-i A b b â s (Ra-dıyallâhü anh) : Hür kadının izni olmadıkça ondan azil yapılması yasaklanmıştır, demiştir." İbn-i Ebİ Şey be' nin İ b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre kendisi ca&shy;riyesinden azil yapıyormuş. Beyhaki de İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den bunun mislini rivayet etmiştir. Bu eserler mü&shy;ellifimizin hadisini takviye ederler. [169]



Âlimlerin Azil Hakkındaki Görüşleri





Tekmile yazarı babında şöyle der:

"Cariyelerden azil yapmak için sahâbilerin bir kısmı ile tabii&shy;lerin bir kısmı ruhsat vermişler, bir kısmı da mekruh görmüşlerdir. Rivayet edildiğine göre; 4İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) : Azil hu&shy;susunda hür kadından izin istenir. Cariyeden izin istenmez, demiş&shy;tir."

Hanefiler, Şafii ve Ahmed böyle hükmetmişlerdir.

Mâlik: Hür kadından izin almadıkça kocası ondan azil yal pamaz. Cariyeye gelince; Eğer nikâhlı karı ise efendisinden izin al&shy;madıkça kocası ondan azil yapamaz. Câriye bir erkeğin nikâhlısı ol&shy;mayıp efendisinin emrinde ise efendisi onunla cinsel ilişkide bulunur&shy;ken ondan izin almaksızın azil yapabilir, demiştir.

N e v e v î: "Biz Ş â f i i 1 e r' e göre, kadın hür olsun, câri&shy;ye olsun, azil işine rızâ göstersin, göstermesin her durumda azil mek&shy;ruhtur. Bunun içindir ki Ahmed ve Beyha.kî' nin riva&shy;yet ettikleri Cudame bint-i Veheb (Radıyallâhü anh) 'in hadisinde azil durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e

sorulduğunda verilen cevapta; «Azil, diri olarak kız çocuğunu toprağa gömmenin sinsi bir şeklidir.» buyurulmuştur. Çünkü diri diriye çocuğu toprağa gömmekle çocuk katledilmiş oldugu gibi azil âdeti de doğum yolunu kesmektir. Bu sebeple arka daşlarımız azil işini mekruh saymışlardır. Bunun haram olup olma&shy;dığı hususuna gelince, bizim arkadaşlarımız: Adam, sahibi bulun&shy;duğu cariyesi ile cinsel temas yaptığında cariyesi razi olsun olma&shy;sın, azil yapması haram değildir. Nikahlanan cariyeden azil yapma&shy;nın hükmü de böyledir. Çünkü câriye sahibi, onunla yaptığı cinsel ilişkiden çocuğun dogması hâlinde artık o câriye satılamaz ve dola&shy;yısıyla sahibi zarara uğramış olur. Câriye ile evlenen adamın o ca&shy;riyeden doğacak çocuğu, köle veya câriye sayılır. Bu nedenle adam zararlı çıkar. İşte bu zararların önlenmesi için cariyeden azil yapıl&shy;ması haram sayılmamıştır, derler.

Hür karıya gelince, eğer müsaadesi varsa kocası azil yapabilir. Müsaadesi yok ise bir kavle göre azil işi haramdır. En sahih kavle göre mekruhtur.

'Azilin yapılabileceğine delâlet eden hadisler ile diğer hadîslerin arasını bulmak üzere, azilin yasaklanmasına dâir hadislerdeki yasak-lama, tenzihen mekruhtuk mânâsına ,azilin yapılabileceğine dâir ha&shy;dîsler de azilin haram olmadığına yorumlanmahdır. Azilin yapılabi&shy;leceğine delâlet eden hadîslerin mânâsı azil işinin mekruh olmaması, demek değildir.

Hür kadının izni olmadıkça ondan azil yapmanın haramlığma hükmeden âlimler: Hür kadından azil yapmak işinde kadmm zararı vardır. Bu nedenle onun izni olmadıkça azil caiz değildir, demişler&shy;dir,' diye bilgi vermiştir."

Tuhfe yazarı da şöyle der;

"El-Fetih'te anlatıldığına göre İbn-i Abdi'1-Berr: Hür kadının izni olmadıkça kocasının ondan azil yapamıyacağı hususun&shy;da âlimler arasında ihtilâf yoktur. Çünkü cinsel ilişki kadının hak&shy;larındandır. Kadın kocasından bu hakkı isteyebilir. Örf ve âdette bi&shy;linen cinsel ilişki, azilsiz olarak yapılandır, demiştir. El-Hâf iz, İbn-i Hubeyre1 nin de îbn-i Abdi'1-Berr gibi bu hususta icmâ bulunduğunu söylediğini, nakletmiştir.

El-Hâf iz daha sonra : Hür kadından azil için müsaade alın&shy;masının esas olduğuna Ömer (Radıyallâhü anh)'in (1928 nolu) hadîsi delâlet eder. Cariyeye gelince, eğer nikahlanmış durumda ise o da hür kadın hükmündedir. Ancak kendisinden mi efendisinden mi? izin alınacağı hususunda ihtilâf vardır. Eğer câriye nikâhlı de&shy;ğil ise efendisinin onunla ilişkide bulunduğunda azil için ondan izin istemesine gerek bulunmadığı hususunda âlimler ittifak halindedir, demiştir."

Hanefi fıkıh ki tablalının beyânına göre hür kadından ve nikâhlı cariyenin efendisinden izin almadıkça kocaların azil yapma&shy;ları caiz değildir. Zaman bozukluğu gerekçesi ile zayıf bir kavle gö&shy;re izinsiz azil yapılabilir. Adam, sahibi bulunduğu ve bir kimsenin nikâhı altında bulunmayan cariyesinden izin almadan ondan azil ya&shy;pabilir. [170]



Doğum Kontrolü Hakkındaki Hanefî Alimlerin Görüşleri





Ed-DürrüT-Muhtar'm Hazar ve ibaha kitabı nin 'Nazar ve mess"

babının sonunda azil mes'elesinin hükmü anlatılmıştır. Bu kitabın haşiyesinde İbn-i Âbidin, azil mes'elesi hakkında bâzı na&shy;killer yaptıktan sonra şöyle der:

"Ez-Zahîre'de: Erkeğin suyu kadının rahmine ulaştıktan sonra, kadın o suyu dışarı attırmak isterse, âlimler demişler ki: Cenine ru&shy;hun girdiği süre olan 120 gün geçtiği takdirde kadın bunu yapamaz. Bu süre dolmadan önce kadının bunu yapıp yapmıyacağı hususunda yetkili âlimlerimiz arasında ihtilâf olmuştur, denilmiştir.

El-Haniye sahibi: Ben bu süre dolmamış iken kadına böyle mü-bahlık hükmünü vermeye karşıyım. Çünkü ihrama girmiş olan bir hacı adayı ihramda iken av avlanması yasak olduğu gibi avın yu&shy;murtasını da kıramaz. Kırsa tazminat öder. Çünkü o yumurta bir av hayvanının aslıdır. Bunun gibi rahime ulaşmış meni de bir ce&shy;ninin aslını teşkil etmektedir. Bunu dışarıya attırmak en azından günahtır. Tabii şer'i şerifçe meşru sayılan bir özür yok ise hüküm budur, demiştir. Tamamlayıcı bilgi Ihyâü'J-Mevaf kitabından biraz evvel gelecektir. Allah en iyi bilendir."

Dürrü'I-Muhtâr müellifi 'İhyâü'I-Mevat' kitabının girişinden bir kaç satır önce *EI-Vehbaniyyefden naklen aldığı nazım hâlindeki me&shy;tinde şu beyitler de vardır:

Manâsı: Hamlini düşürmek için kadının ilâç içmesi tahrimen mekruhtur. Cenin henüz şekillenmeye başlamamış iken meşru ma&shy;zeret için kadının ilâç içmesi caizdir.

Eğer kadın isteyerek ölü bir düşük düşürürse kadının yakınları tarafından sağlanan tazminat düşüğün babasına Ödenir.

İbn-i Âbidin yukardaki beyitlerle ilgili olarak şu bilgi&shy;yi sunar:

"EI-Hânlyye'de: 'Cenin henüz şekillenmeye başlamamış iken de bunu düşürmek günahtır. Ancak bir katil günahı kadar değildir, de&shy;nilmiştir.

Anılan meşru mazeret şöyle olabilir: Emzikli kadında gebelik be&shy;lirtisi görülür, onun sütü kesilir, süt anayı tutmaya çocuğun baba&shy;sının maddî durumu elvermez ve emzikli çocuğun hayatı tehlikeye girerse, âlimler demişler ki, cenin henüz kan pıhtısı veya et parçası hâlinde olup şekillenmeye başlamamış ve her hangi bir organı belir&shy;memiş iken, kadın onu düşürmek için ilâç içebilir. Âlimler bunu 120 günlük süre ile takdir etmişlerdir. Anılan şartlar dâhilinde, düşürme&shy;nin câizliğinin sebebi emzikli çocuğu korumak için henüz şekillen&shy;memiş bir düşüğü feda etmektir,1 denilmiştir.

Cenin şekillenmeye başlamış sayılması için el-Künye'de beyan edildiği gibi, ceninin parmak veya ayak yahut da başka bir orga&shy;nının belirlenmesi veya cenin üzerinde tüy bitmeye başlamasıdır.

Kadın isteyerek ve ilâç kullanarak veya başka bir şey yaparak şekillenmeye başlamış Ölü bir cenin düşürürse kadının yakınları, ya&shy;kını yoksa kadın kendi malından 'Gurre' denilen beşyüz dirhem gü&shy;müşü tazminat olarak ceninin babasına öderler. (Bu maddi bir taz&shy;minattır. Kadının işlediği günah bir katil günahıdır. Bu günahı ve mânevi sorumluluğu ayrıdır. Bu tazminatla bağışlanmaz. Kadın ko&shy;casının muvafakati ile bu günahı işlemiş ise yine günah olmakla be&shy;raber 'Gurre' denilen tazminatın ödenmesi durumu yoktur.)

Kadın yine isteyerek ve bir ilâç kullanarak canlı bir cenin dü&shy;şürüp cenin düştükten sonra ölürse, kadının yakınları tam diyet yâ&shy;ni bin dinar altın veya 10 bin dirhem gümüşü çocuğun vârislerine ödiyecekler. Kadının yakınları yok ise kadınln malından tahsil edi&shy;lir. Kadın bu çocuğa mirasçı olamaz. Ayrıca bir köleyi satın alıp azad etmesi buna gücü yetmezse iki ay aralıksız oruç tutması gere&shy;kir. Kadın bir katil günahı işlemiş sayılır."

Yukarıdaki bilgiyi verirken kitabın 'Cenin* babından naklen bâ&shy;zı cümleler eklenmiştir. Bu konu çok geniştir. Tam bilgi için fıkıh kitablanna müracaat edilmesi tavsiye olunur.

Ülkemizde doğum Kontrolü namı altında bir çok yavrucakların canlarına pervasızca kıyıldığı için önemine binâen yukardaki bilgiyi aktarmayı gerekli gördüm.

Bâzı mazeretler dolayısıyla kadının gebe kalmaması için kocası nın muvafakati ile ön tedbir alınması caizdir. Bu anlamda doğum kontrolünün sakıncası yoktur. Ama yukarda anlatılan durumlar, do&shy;ğum kontrolünün sınırları dışına çıkılmış durumlardır.

Burada âcizane gördüğüm korkunç bir rüyamı sayın okuyucu&shy;larıma bir hâtıram olması ve beni rahmetle anmalarına vesile olması ümidi ile anlatmayı uygun buldum : 1976 yılında bir adam bana mü&shy;racaat ederek, karısının tahminen bir aylık gebe olduğunu ve em&shy;zikli çocuğunun bulunduğunu söyliyerek bu gebelik hâlinin bir ilâç kullanılmak suretiyle giderilmesi için fetva istedi. Gebelik süresinin bu kadar olduğunu ve mazeretlerini dikkate alarak, ilâç kullanma&shy;sında dinî bir sakınca bulunmadığını söyledim. Bunu takip eden gün&shy;lerde şöyle bir rüya gördüm :

Bir meydandayım. Orada içleri su ile dolu üstleri açık bidonlar vardı. Orada 7 - 8 yaşlarında gül ve top gibi çocuklar duruyor. Bâ&shy;zı adamlar bu çocukların boyunlarından ve ayaklarından tutup bu çocukların başlarını bu bidonların içine daldırıp boğuyorlar. Ben de bu manzarayı üzüntülü olarak seyrediyorum.

Sayın okuyucularım! Ben bu korkunç rüyayı gördükten sonra, çok korkmaya başladım ve gebelik süresi ne olursa olsun, bunu gi&shy;dermek için artık fetva vermemeye kesin karar verdim. Ve derim ki, rüya ile şer i mes'eleler için fetva verilmez. Ama yukarıya aldığım El-Hâniye adlı kitabın müellifinin fetvasına bütün içimle katılıyo&shy;rum. Çok ciddî ve meşru bir hayati mazeret olmadıkça cenin he&shy;nüz kan pıhtısı hâline gelmemiş olsa bile bunu düşürmeye kalkışmak günahtır ve yasaktır. Ama gebeliği önleyici azil veya sağlığa zararlı olmayan ilâç kullanmak yahut torba kullanmak kadın ile kocasının ortak muvafakati ile olursa bunda dini bir sakınca yoktur. [171]



31- 'Kadın Ne Halası Üzerine Ne De Teyzesi Üzerine Nikahlanır' Babı





1929) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'t\\ex\\ rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallaltahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kadın ne halası üzerine ne de teyzesi üzerine nikahlanır.»"



1930) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyallâhü ank)\\]en; Şöyle demiştir:

Adamın, bir kadınla onun halasını, yine bir kadınla onun teyze&shy;sini birlikte nikâhı altında bulundurmasının yasaklığını Resûlullah (Sallalahü Aleyhi ve SellemJ'den işittim."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Muhammed bin tshak tediisçİ olup bu hadisi an'ane ile rivayet etmiştir.



1931) Ebû Mûsâ (Radtyallâhü anh):den rivayet edildiğine göre; Re&shy;sûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kadın ne halası üzerine ne de teyzesi üzerine nikahlanır.-" Not: Bunun senedinde Cübâre bin el-Muğallis'in bulunduğu Zevâid'de bildi&shy;rilmiştir. [172]



İzahı





Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadîsini A h m e d, Müslim ve Ebû Dâvûd da ayni lâfızlarla rivayet etmiş&shy;lerdir. Bâzı rivâyetlerdeki hadisin metin kısmi uzundur. Ayrıca ayni mânâyı ifâde eden başka bir hadîsi yine Ebû Hüreyre (Ra&shy;dıyallâhü anh) 'den merfu olarak Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizİ, Ahraed, Nesai ve Beyhakİ rivayet etmişlerdir.

Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizi' nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu olarak rivayet ettikleri bir hadisin meali şöyledir:

«Kadın kendi halası üzerine nikâhlanamaz. Hala kendi karde&shy;şinin kızı üzerine nikâhlanamaz. Kadın kendi teyzesi üzerine nikâh&shy;lanamaz. Teyze de kendi kardeşinin kızı üzerine nikâhlanamaz. Ne büyük (olan hala ve teyze) küçük (olan kardeşlerin kızları) üzerine, ne de küçük, büyük üzerine nikahlanır.»

Tirmizi, ayni hükümleri ifâde eden benzer bir hadîsi yine merfu olarak t bn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikten sonra Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ile î b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hadislerinin hasen - sahih olduğunu söyler. Tirmizi bu arada şöyle der:

"Bu hükümler hakkında Ali, İbn-i Ömer, Abdul&shy;lah bin A m r (bin el-As), Ebû Saîd-i Hudrî, Ebû Üsâme, Câbir, Âişe, Ebû Musa ve S e m û -re bin Cündüb {Radıyallâhü anhümî'den de hadisler riva&shy;yet edilmiştir.

Hadislerin tümü, bir adamın bir kadın ve o kadının halasını ve&shy;ya teyzesini birlikte nikâhı altında bulunduramıyacağına delâlet eder&shy;ler. Bütün âlimlerin uygulamaları ve hükümleri bu hadîslerledir. Alimlerden muhalif kalan bir kimseyi bilmiyoruz. Bu hükümlere gö&shy;re bir adam bir kadınla evli iken o kadının teyzesini veya halasını veya onun erkek kardeşinin kızını yahut kız kardeşinin kızım ala&shy;maz. Yâni karısının sayılan yakınlarının hiçbirisi ile evlenemez. Ev-lense ikinci nikâhı hükümsüzdür. Bütün âlimlerin kavli budur."

Tuhfe yazan da bu konuda rivayet edilen bâzı hadislerden söz ettikten sonra el-Hâfız'dan naklen başka sahâbîlerin de konu hak&shy;kında benzer hadisleri rivayet ettiklerini anlatır. Bu cümleden ola&shy;rak E 1 - H â f ı z' m şöyle dediğini bildirir:

'Bir kadınla halası veya teyzesinin bir adamın nikâhı altında bir&shy;likte bulundurulamıyacağına dâir hadisi rivayet eden sahâbüerin sa&shy;yısı on beş i bulmuştur. Bu onbeş sahâbinin rivayet ettikleri hadîs, İbn-i Ebi Şeyb.e, Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesaî, tbn-i Mâceh, Ebû Ya'la, el-Bezzâr, et-Ta-berâni, îbn-i Hibbân ve başka hadîsçiler yanında bu&shy;lunmaktadırlar. Eğer sözü uzatmak endişesi olmasaydı ben bunla&shy;rın hepsini ayrıntılı olarak burada zikredecektim.

Tuhfe yazan daha sonra İbnü'l-Münzir. İbn-i Ab-di'1-Berr, îbn-i Hazm, Kurtubi ve Nevevi' nin bu hususta icmâ bulunduğunu söylediklerini ve yalnız Hârici-ler'le Şiiler' den bir grubun bir de Basra fıkıhçıla-nndan Osman el-Betti' nin bu hükümlere muhalif kaldık-lannı ve bu muhalefetin bir değer taşımadığını âlimlerden naklen be&shy;yan etmiştir. Zira bu hüküm sünnetle sabit olmuş ve ilim ehli bu sün&shy;netle ( = hadîsle) amel etmek üzere ittifak etmişlerdir. Artık onla&shy;ra muhalif kalanın muhalefetinin hiç bir zararı ve değeri olmaz.'

Hadîslerdeki «Kadının halası» ve «Kadının teyzesi» ifâdeleri umu&shy;mî mânâda yorumlanmıştır. Yâni ister kadının öz halası olsun, ister kadının babasının veya baba babasının öz halası olsun hüküm ay&shy;nidir. Kadın bu halalarının hiç birisi ile birlikte bir erkeğin nikâhı altında bulundurulamaz. Keza ister kadının öz teyzesi olsun, ister kadının anasının teyzesi olsun veya nenesinin teyzesi olsun hüküm aynidir. Kadın bu teyzelerinin hiç birisi ile birlikte aynı erkeğin ni&shy;kâhı altında bulundurulamaz.

Bir erkeğin nikâhı altında birlikte bulundurulamıyacağını yu&shy;karda anlattığım iki kadından hangisinin nikâhı önce kıyılmış ise o nikâh muteberdir. Ondan sonra kıyılan nikâh bâtıl ve geçersizdir. Meselâ bir adam bir kadınla evli iken o kadının halası veya teyze&shy;si ile evlenemez. Faraza nikâhını kıyarsa bu nikâh bâtıldır. Keza adam nikâhı altındaki karısının yeğeni durumunda olan onun erkek veya kız kardeşinin kızları ile evlenemez. Faraza nikâhını kıyarsa bu nikâh muteber ve geçerli değildir.

Şayet bir adam. birlikte nikâhı altında bulundurması haram olan iki kadının nikâhını bir akitte ve birlikte kıyarsa, her iki nikâh da bâtıldır.

Birlikte bir erkeğin nikâhı altında bulundurulması haram olan kadınlar, ayn ayn zamanlarda aynı erkeğin nikâhı altında bulun&shy;durulabilirler. Meselâ bir adamın kanst ölürse veya adam onu tamamen boşayıp iddeti de biterse adam bu kadının yukarıda anılan yakınlarından istediği bir kadınla evlenebilir. Nasıl ki karısı öldü&shy;ğü veya onu boşayıp iddeti tamamlandıktan sonra adam kendi bal&shy;dızı ile evlenebilir.

Nisa sûresinin 23. âyetinde nikâhlanması haram olan kadın&shy;lar bildirilmiştir. Âyet i Celilenin meali şöyledir:

(Ey Müminler!) size (şu kadınlarla evlenmeniz) haram kılın&shy;dı : Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşinizin kızları, kız kardeşinizin kızları, sizi emziren süt analarınız, süt hemşireleriniz, kanlarınızın anaları ve kendileri ile gerdeğe girmiş bulunduğunuz karılarınızdan yanınızda bulunan üvey kızlarınız. Şayet üvey kızların anaları ile gerdeğe girmemiş ise&shy;niz o kızlarla evlenmenizde bir beis yoktur. Kendi sulblerinizden olan oğullarınızın karıları (= gelinleriniz) ve iki kız kardeşi birlikte ni&shy;kâhınız altında bulundurmanız da — size haramdır — (Câhiliyyet devrinde) geçmiş olanlar müstesna. Şüphesiz Allah gafur ve rahim&shy;dir."

Bu âyet-i celile'yi takip eden 24. âyette evli kadınları da nikah&shy;lamanın haranı ligi bildirildikten sonra :

"Ve bunlar (yâni 23 ve 24. âyetlerde bildi&shy;rilen kadınlar)dan başka kadınlar size helâl kılındı."

Bu âyetin zahirine göre bir kadınla onun teyzesi veya bir kadın&shy;la onun halası bir adamın nikâhı altında birlikte bulundurulabilirler. $ i i 1 e r' in ve Hâriciler'in birer grubu ve Fıkıhçılardan Osman el-Betti bu âyetin zahirini tutmuşlardır. Fakat bü&shy;yük bir hatâya düşmüşlerdir. Çünkü bu konuda 15 sahâbi'den riva&shy;yet edilen hadisler âyetin yukardaki cümlesinin hükmünü husüsi-leştirmişlerdir. Bu bâbta kısmen anılan hadislerde bir adamın nikâ&shy;hı altında birlikte bulundurulması haram kılman kadınlarla ilgili bu hüküm bütün sahâbilerin icmaı. tabiilerin icmaı ve bütün imamla&shy;rın ittifakı ile sabittir. Usul ilminin cumhuruna göre Kur'an âyetle-rindeki hükümlerin ahad hadisi ile hususileştirilmesi caizdir. Çünkü Allah'ın kitabını insanlara açıklayan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dir. Bu yetki ve kutsal görev yine Kur'an-ı Kerîm âyet&shy;leri ile Efendimize Allah tarafından verilmiştir.[173] Bu itibarla yu&shy;karıdan beri anlatılan hüküm hem sabit ve meşhur hükmünü alan sünnetle hem de icmâ ile sabittir. Dört mezheb âlimleri bu hususta icma bulunduğunu tevsik etmişlerdir.

Tekmile yazarının Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anhl'ın (1929 nolu) hadisin izahını yaparken bu konu hakkında çok geniş ma'lumatı âlimlerden naklen vermiştir. Bu arada t b n - i Kudâ m e ' den de şunu nakletmiştir :

İbn-i Kudâ m e demiş ki : Bize ulaştığına göre H â r i çiler' den iki adam Ömer bin Abdi taziz (Radıyal lâhü anh) m yanına çıkarak evli iken zina edeni recmetmek ve bir kadın ile onun halasını veya onun teyzesini birlikte bir adamın ni&shy;kâhı altında bulundurulmasının haramlıgı hükümlerine karşı çıkmış lar ve bu iki hüküm Allah'ın kitabında yoktur, demişler. Bunun üze rine Halife Ömer bin Abdilaziz (Radıyallâhü anh) on I ara:

— Allah size kaç vakit namazı farz kılmış? diye sormuş. Onlar ı

— Hergün ve gecede beş namaz, diye cevap vermişler. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anh) namazların rekat sayısını sormuş, onlar da bunu doğru cevaplandırmışlar. Ömer (Radıyallâhü anh) onlara zekât miktarını ve nisabını sormuş, adamlar bunu da doğru cevaplandırınca. Ömer (Radıyallâhü anh) onlara:

— Peki bu verdiğiniz cevaplan Kur'an'da bulabilir misiniz? diye sormuş. Onlar da:

— Hayır. Bunu Kur'an'da bulamayız, demişler. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhü anhî onlara:

— O halde bu cevaplara ve bilgilere nereden ve hangi kaynaktan vardınız? diye soru sorunca adamlar:

— Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu yapmış ve on&shy;dan sonra da müslümanlar bunu yapmışlar, diye cevap vermişler. Ömer (Radıyallâhü anh) :

— Şu karşı çıktığınız hükümler de böyledir, demiştir.'

Bir adam, karısı üzerine onun teyzesi, halası, kardeşinin kız&shy;ları ve baldızı ile evlenemediği gibi sütten olan bu yakınları ile de ev-lenemez. Şayet karısını boşarsa onun iddeti bitmedikçe yine bu ya&shy;kınları ile evlenemez. Ancak onun iddeti bittikten sonra bu yakınla&shy;rından birisi ile evlenebilir. Keza karısı öldüğü takdirde bu yakın&shy;larından birisi ile evlenebilir.

Daha geniş bilgi için Fıkıh kitablarına müracaat gerekir. [174]



32- Adam Karısını Üç Talâkla Boşar, Kadın Da Başka Erkekle Evlenir De Henüz Gerdeğe Girmeden (Îkincî) Kocası Da Onu Boşar. Kadın İlk Kocasına Dönebilir Mi? (Hükmünün Beyânı) Babı





1932) Âişe (Radtyallâhü a«*â)'dan; Şöyle demiştir: Rifâa el-Kurazi'nin karısı (Temime el-Kurazîyye) (Radıyallâhü anhümâ) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeHemJ'e gelerek:

— Yâ Resûlallah! Rifâa beni boşadı ve (üç talâkla) kesin boşadı. Sonra ben Kurazî Abdurrahman bin ez-Zebîr ile evlendim. Fakat Ab-durrahman'ın erliği elbise saçağı gibi (gevşek) dir, (cinsel ilişki gö&shy;revini yapamıyor) dedi. Onun bu sözü üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) gülümsedi ve sonra i

— «Sen Rifâa'ya dönmek mi istiyorsun? Sen diğer kocanın balca-ğızını tatmadıkça o da senin balcağızmı tatmadıkça, bu olamaz.» bu&shy;yurdu."



1933) İbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâ>'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:

Bir adam, karısını boşar. Sonra başka bir adam o kadınla evle&shy;nir ve gerdeğe girmeden bu da onu boşar. Kadın ilk kocasına döne&shy;bilir mi? (onunla tekrar evlenebilir mi?) diye soru soruldu. (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem) :

-Kadının ikinci kocası onun bale a gizini tatmadıkça, (onun ilk kocasına dönmesi) olamaz* buyurdu. [175]



İzahı





Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsini Kütüb-i Sitte sahipleri&shy;nin hepisi ve A h m e d rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde az lâfız farkı var ise de bu farklılık mânâyı ve çıkan hükmü etkilemez.

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini N e s a i de rivayet etmiştir. Hadislerdeki "baleağızı tatmak" cinsel ilişkiden ki&shy;nayedir.

Rifâa (Radıyallâhü anh) 'm karısının ikinci kocası Abdur&shy;rahman bin ez-Zebir (Radıyallâhü anh)'dır. Bâzı yerler&shy;de 'ez-Zübeyir' şeklinde yapılan harekeleme işi yanlıştır. Doğrusu dediğim gibidir. Sindi ve Tuhfe yazarı bu kelimeyi de&shy;diğim gibi tesbit etmişlerdir.

Tirmizî, Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsini rivayet ettikten sonra şöyle der: 'Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın hadîsi hasen - sahihtir. Ashabı Kiram ve diğer âlimler (Radıyallâhü an-hüm) ittifakla demişler ki: Bir adam karısını üç talâkla boşar, son&shy;ra kadın başka bir erkekle evlenir ve son kocası onunla cinsel iliş&shy;kide bulunmadan boşarsa kadın ilk kocası ile tekrar evlenemez.

Tuhfe yazarı da şöyle der:

"Îbnü'l-Münzir: 'Âlimler, kadının ilk kocası ile tekrar evlenebilmesi için son kocasının onunla cima etmesi şartını koşma&shy;ya icmâ etmişlerdir. Yalnız Said bin el-Müseyyeb de&shy;miş ki: Kadının son kocası onunla cinsi münâsebette bulunmadık&shy;ça, kadının ilk kocası ile evlenemiyeceğini söylüyorlar. Ben derim ki: Son koca sıhhatli bir şekilde kadınla evlenir ve ilk kocasına helal olması gibi bir hileyi düşünmeden normal bir evlilik hayatını sür&shy;dürmek niyeti ile nikâhını kıyar, sonra onunla cima etmeden boşar-sa kadın ilk kocası ile tekrar evlenebilir. Ibnü'l-Münzir Saîd bin el-Müseyyeb'in bu sözünü naklettikten sonra sözüne devamla: S â î d ' in bu sözüne katılan hiç bir kimseyi bilmiyoruz. Yalnız Hâriciler' den bir grup onun gibi söylemişler. Ga&shy;liba  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın ve İbn-i Ömer (Radı-yallâhü anh)'in hadîslerini işitmediği için Saîd bin el Mü-s e y y e b böyle demiş ve Kur'an'ın zahiri ile amel etmiştir. Fet-hü*l~Bari'de S a î d' in böyle söylemesi bu nedene dayandırılmış&shy;tır. Ben diyorum ki Saîd bin el- Mü seyyeb'in bu ruh&shy;satına karşı Hasan-ı Basri de işi daha sıkı tutarak: ikin&shy;ci kocanın yaptığı cinsel ilişkide menisinin gelmesi şarttır, demiştir. İbn-i Battal: Hasan bu şartında âlimlerden ayrılmıştır. Onun gibi bu şartı koşan fıkıhçı yoktur, demiştir.* şeklinde bilgi ver&shy;miştir."

Tekmile yazan da bu hadisin fıkıh yönü ile ilgili olarak şöyle der: "Bir adam karısını üç talâkla boşadıktan sonra artık kadının ona helâl olmadığı, kadının normal evlilik hayatını sürdürmek üzere baş&shy;ka bir erkekle evlenip bu evlilikten kadının ilk kocası ile tekrar ev&shy;lenmesine imkân sağlamak amacı olmadan kıyılan nikâhtan sonra cinsel ilişkiden önce boşama vuku bulduğu takdirde kadının tekrar ilk kocası ile evlenmesinin caiz olmadığı ve ancak cinsel ilişkiden son&shy;ra normal bir boşama vuku bulduğu takdirde kadının ilk kocası ile evlenebileceği hükmüne hadîs delâlet ediyor.

El-Hâfız: Bu hadîs, kadın ile son kocası arasında cinsel temas vuku bulup daha sonra normal bir boşanma olursa kadının tekrar ilk kocası ile evlenebileceğine delâlet eder. Mâliki! er, bu ikinci koca ile evlenme ve boşanma işinde bir hilenin bulunma&shy;ması ve kadının tekrar ilk kocası ile evlenmesi gibi art bir düşünce&shy;nin bulunmaması şartını koşmuşlardır. Osman (Radıyallâhü anh) ve Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh)'den de bu ka&shy;vil nakledilmiştir.

Âlimlerin ekserisi: Eğer ikinci koca ile olan evlenme akdinde böyle bir şart sözkonusu edilmiş ise akid fasit sayılır. Aksi takdirde akit sahihtir, demişler.

Alimler kadının ikinci koca ile birleşmesi fasit bir akitle olmuş ise kadının ilk kocası ile evlenemiyeceği hususunda ittifak etmişlerdir.

Şu noktayı da belirteyim: Hadisdeki 'ikinci koca' diye terceme ettiğim adamdan maksat, ikinci koca değil, kadını üç talâkla boşamış olan adamdan başka o kadınla evlenen her hangi bir kocadır. Bu koca ikinci olabildiği gibi üçüncü veya dördüncü... koca da ola&shy;bilir. Meselâ: 3 talâkla boşanan bir kadın ikinci bir adamla evlenir ve ikinci kocası gerdeğe girmeden onu boşar. Kadın üçüncü bir ko&shy;caya vanr. Üçüncü kocası gerdeğe girdikten sonra onu boşarsa, ka&shy;dın ilk kocası ile evlenebilir. Faraza üçüncü kocası da gerdeğe girme&shy;den onu boşarsa kadın yine ilk kocasına varamaz. Fakat dördüncü bir koca ile evlenip gerdeğe girdikten sonra boşanırsa ilk kocası ile ev&shy;lenmesinde bir sakınca yoktur.

Üç talâkla kocasından boşanan bir kadının artık o kocaya ha&shy;ram olduğu ve başka bir erkekle evlenebileceği, evlendikten sonra yine üç talâkla boşandığı takdirde ilk kocası ile evlenebileceğine dair hüküm bu bâbtaki hadîslerle sabit olduğu gibi Bakara sûresi&shy;nin 230. âyeti ile de sabittir. Âyetin meali şöyledir:

"Eğer adam karısını bir daha (yâni üç talâkla) boşarsa artık kadın kocasına helâl olmaz. Nihayet kadın başka bir kocaya varır bu da onu boşarda kadın ile ilk kocası karı - koca haklarına riâyet edeceklerini zannettikleri takdirde yeniden birbiriyle evlenmelerin&shy;den dolayı onlar için bir günah yoktur. İşte bu hükümler Allah'ın kanunlarıdır. Allah bunları bilir bir kavm için beyan buyurur."

Görüldüğü gibi âyet-i celile'de kadının ilk kocasına helâl olabil&shy;mesi için evleneceği başka bir koca ile gerdeğe girmesi şartı yoktur. Fakat sabit ve sahih olan bu bâbtaki hadislerde Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) bu şartın bulunduğunu beyân buyuruyor. Kur'an-ı Kerim'in açıklayıcısı durumunda bulunduğu Kur'an-ı Ke-rim'le sabit olan Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem)'in bu şartı koşmasından anlıyoruz ki âyet-i celîle'de bu şart melhuzdur. Bütün sahâbiler, tabiiler ve tüm İslâm âlimlerinin bu hususta icmâ ettiklerini de yukarda anlattım.

Gerek âyet-i celile ve gerekse bu hadîsi şeriflerin hükmünün bir takım hikmetleri bulunduğu muhakkaktır. Bu hikmetlerin başında boşamayı önlemek, aile yuvasının yıkılmasına sed çekmek hikmeti gelir. İslâm dîninde evlenmek hak olduğu gibi gerektiğinde boşan&shy;mak da meşrudur. Boşanmanın yasaklanması normal değildir. Ba&shy;zen boşanmak, bir çok zararlan önler ve iki taraf için de hayırlı olur. Boşanmış bir kadının hayat boyunca hiç bir erkekle evlenme&shy;mesi de anormal bir hüküm olduğu için yüce dinimiz böyle bir hü&shy;küm getirmemiş ve boşanan bir kadına başka bir erkekle evlenme&shy;sini meşru kılmıştır. Bu hüküm gayet tabii ve mâkuldür. Kadın 09 son kocasının hayat boyunca boşanmamaları da anormal olduğu için islam dîni böyle bir hüküm koymamış ve herkes için bulunan bo&shy;şanma yolunu ve hakkını bunlara da vermiştir. Bunlar günün birin&shy;de şer-i şerife uygun bir şekilde biribirisinden ayrılacak olurlarsa, erkek için evlenme hakkı bulunduğu gibi ikinci kocasından ayrılan kadın için de bu hak verilmiştir. Zâten kadına bu hakkın verilme&shy;mesi anormaldir. Çünkü o da bir insandır. Her kadın için mevcut hakkı ondan esirgemek bir zulümdür. Her kadın gibi son kocasından ayrılan kadın da başka bir erkekle evlenebilir. İslâm dîni, başka bir deyimle yukarıya mealini aldığım âyet-i kerîme ve bu bâbtaki ha&shy;disler, bu kadının ilk kocası ile evlenmesini emretmeyip taraflar, ka&shy;rı - koca haklarına riâyet edecekleri kanaatına varırlarsa yine evle&shy;nebilirler, diye ruhsat ve müsaade vermiştir. Onları bu yola icbar et&shy;memiş ve bu yolu onlara kapamamıştır, der. En âdilâne ve normal hüküm budur. Bu hükmün yadırganacak bir tarafı yoktur. Bu hük&shy;me ters düşen hükümler, anormal, hatta bir zulüm sayılır.

Kadının eski kocasından çocukları olabilir, gönlü çocuklarından bir türlü kopmaz. Gerek kadın ve gerekse eski kocası eski ortak ha&shy;yatlarında karşılaştıkları anlaşmazlıklarından, geçimsizlikten ve bo&shy;şanmalarına sebebiyet veren hâl ve hareketlerden tamamen pişman&shy;lık duyup tekrar bir yuva kurmak isteyebilirler. Kendi arzu ve istek&shy;leri ile tekrar evlenme isteklerine engel olmak aklen de normal gö&shy;rülmez. İşte bu ve başka hikmetler nedeni ile yüce dinimiz bu ka&shy;pıyı açık tutmuştur. Ama hiç bir zaman ne kadını ne de erkeği bu yola icbar etmediği gibi bu yolu tavsiye de etmemiştir Hâl bu olun&shy;ca, şer-i şerifin bu hükmünün yadırganacak hiç bir yönü gösterile&shy;mez.

İslâmiyet bu hükmün istismar edilmesini de kesinlikle yasakla&shy;mıştır. Yâni eski kocasına helâl olsun, diye kadının başka bir er&shy;keğe varıp üç - beş gün sonra kocasından ayrılıp tekrar eski koca&shy;sına varması yolunu kapamıştır. Hülle, denilen bu hileli yolun, îslâm dininde yeri yoktur. Bu babı takip eden bâbta rivayet edilen hadîs&shy;ler bu hile yoluna bar vuranlar için en ağır tehditleri ihtiva eder. [176]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:39 am

33- Muhallil (=Hulleci Koca) Ve Muhallelleh (=Kendisî İçîn Hülle Yapılan Koca) Hakkındaki Bâb





Muhallil: Üç talâkla boşanmış bir kadının boşayan kocasına he&shy;lâl olması niyeti ile veya boşamak şartı ile o kadınla evlenen adam'a denilir. Buna Muhill ismi de verilir. Sözde kadını ilk kocasma helâl kılıcı olduğu için ona bu isim verilmiştir.

Muhallel Leh: Kendisi için bu iş yapılan kadının eski kocası, demektir. Lügat mânâsı 'kendisi için helâl kılman' demektir. Sözde, boşadığı kadın başka bir koca ile evlendirilmek sureti ile onun için helâl kılındığından ona bu ad verilmiştir. Babın başlığında geçen bu kelimelerin özlü karşılığını parentez içinde gösterdim. Bu keli&shy;melerden kastedilen mânâyı da yukarda verdim. Hadislerde de bu kelimeler geçeceği için terceme ederken, babın başlığındaki özlü ifâ&shy;deyi kullanacağım.



1934) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hulleci (koca)yı ve kendisi için hülle yapılan (koca)ı lânetlemiştir."

Not: Zev&id'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin senedindeki r&vi Zaro'a bin Salih zayıftır. Nesal ve Tirmizi bu hadîsi Abdullah bin Mes*ud (RA.)'den rlv&yet etmişlerdir. Tirmizi bu hadisin hasen- sahih olduğunu söylemiştir.



1935) Ali (bin Ebî Tâlib) (Radtyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hulleci (koca) yi ve ken&shy;disi için hülle yapılan (koca) yi lânetlemiştir."



1936) Ukbe bin Amir (el-Cühenî [177] ) (Radtyallâkü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «(Ey ashabım!) Ben size kiralık döl hayvanı bildirmiyeyim mi?» buyurdu. Sahâbîlert

— Bildir, Yâ Resul al I ah! dediler. Resûl-i Ekrem t

— «O (kiralık döl hayvanı) hulleci (koca) dır. Allah hulleci (ko&shy;ca) ya ve kendisi için hülle yapılan (kocay)a lanet etsin.» buyurdu."

Not: Bu hadis Zevâid türündendir. [178]



İzahı





Notta belirtildiği gibi îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm ve Ukbe (Radiyallâhü anh)'m hadîsleri Zevâid türündendir. Tirmizi ve Nesaî, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'm hadisi olarak ve başka senedle rivayet etmişlerdir. T i r m i z î' nin rivayetinde 'Muhalin* kelimesi yerine 'Muhill' kelimesi kullanılmıştır. Her iki ke&shy;limenin aynı mânâyı ifâde ettiğini yukarda anlatmıştım. Tirmi&shy;zi, İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'm hadisinin hasen -sahih olduğunu ve bu hadîsin müteaddit senedlerle Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayet edildiğini söylemiştir.

A 1 î (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Tirmizi de rivayet etmiştir.

Bir kimseyi lanetlemek, onun Allah'ın rahmetinden ve hayırdan uzaklaştırılmasını dilemek, demektir.

Tuhfe yazarı bu hadîslerin şerhinde şöyle der: "Kadı Iyaz: Muhallil, başkasının üç talâkla boşamış ol&shy;duğu karısının kocasına helâl olmasını ve tekrar onunla evlenebil&shy;mesini sözde sağlamak amacı ile ve o kadınla cinsel ilişkide bulun&shy;duktan sonra boşamak üzere onu nikâhlıyan adama denir. Sanki böy&shy;le yapmak yâni o kadını nikahlayıp cinsel ilişkide bulunmakla, onu kocasına helâl edecekmiş.

Muhallel leh ise kadını boşamış olan kocasına denir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunların ikisini de lânetlemiştir. Çün&shy;kü bu çirkin işte, insan şahsiyeti ve vakarı gider, izzeti nefis kal&shy;maz ve kıskançlık duygusu körelir. Kadının kocası açısından görülen bu rezaletler açıktır. Hulleci koca yönüne gelince, o da rezil ve ke&shy;paze olur. Çünkü o da başka bir adamın gayesi uğruna kendi nef&shy;sini kiraya vermiş ve ücret olarak kadınla cinsel ilişkide bulunma&shy;yı kabullenmiş olur. Çünkü kadının eski kocasına helâl olmasına ve cinsel temas yapmasına imkân sağlamak amacı ile kendisi kadınla ilişkide bulunur. Bu rezalet nedeni iledir ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hulleci kocayı kiralık döl hayvanına benzetmiştir, demiştir.

E 1 - H â f ı z da et-Telhis'te : 'Kocasından üç talâkla boşanan ka&shy;dın' başka koca nikâhlarken boşıyacağmı şart koşsa veya 'Bu kadın&shy;la evlendiğim zaman benden boş olsun' gibi bir şart koşsa, böyle bir şarta bağlı olarak kıyılan nikâhın bâtıl olduğuna hükmeden âlimler bu hadîsi delil göstermişlerdir. Şüphesiz hadîs umumî bir hü&shy;küm taşıdığı için, böyle bir şartla kıyılan nikâhı da kapsar. Başka tür nikâhı da kapsar.

El-Hâkim ve Tabarânî'nin Ebû Cassan yo&shy;lu ile " N a f î' den rivayet ettiklerine göre :

"Bir adam İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'ya gelerek şu soru&shy;yu sormuş: Bir adam karısını üç talâkla boşamış, adamın kardeşi de bu karı adamla tekrar evlenebilsin, amacı ile nikahlamış. Fakat anı&shy;lan amaç hususunda İlgililer arasında hiç bir danışma, görüşme ve konuşma olmaksızın nikâh kıyılmıştır. Bu ikinci koca karıyı boşar-sa, karı ilk kocası ile evlenebilir mi? İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh),Hayır. (Kadın ilk kocası ile evlenemez.) Ancak başka bir adam (ha&shy;kikî anlamda evlenip) beraber yaşamak amacı ile bu kadınla evlenir, sonra (böyle hile söz konusu değil iken) normal bir boşama olursa o zaman kadın ilk kocası ile evlenebilir. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve S eli em) hayatta iken biz bu (soruda anlatılan) birleşmeyi gayri meşru sayardık diyerek cevap vermiştir," şeklinde bilgi vermiştir." Tuhfe yazarı e I - H â f ı z' in sözünü ve onun Hâkim ile Tabarâni' den naklen beyân ettiği îbn-i Ömer (Ra-dıyallâhü anh) 'm hadîsini zikrettikten sonra şöyle der: Bz-Zey-1 â i, NasbuY-Râye'de açıkladığı gibi el-Hâkim, îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'m bu hadîsini el-Müstedrek'te rivayet ederek sahih olduğunu söylemiştir.

T i r m i z i, 1934 nolu îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisinin mislini îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) '-den rivayet ettikten sonra: 'İçlerinde Ömer bin el-Hattab, Osman bin Affân, Abdullah bin A m r bin e 1 - A s' in da bulunduğu âlim sahâbiler ve tabiîlerin fıkıhçıları bu hadisle amel etmişlerdir. Süfyân-ı Sevrî, lbnü'1-Mü-bârek, Şafii, Ahmed ve İshak'ın kavli de budur. C â r û d bana şöyle dedi: V e k î de böyle hükmediyordu ve rey ehlinin bu konudaki sözleri onların fetvaları içerisinden çıkarılıp atılmalıdır, diyordu.

Yine V e k î demiştir ki: S ü f y â n: Bir adam, bir kadı&shy;nın eski kocası ile evlenebilmesini sağlamak niyeti ile o kadını ni&shy;kahladıktan sonra kadınla yaşamak ve onu nikâhı altında tutmak isterse (yâni eski kocası ile tekrar evlenmesi için kadını boşamak niyetinden cayarsa) adam yeniden ve sıhhatli bir nikâh kıymadıkça kadını yanında tutması haramdır, demiştir. (Yâni hileli olarak kıyı&shy;lan nikâhın hükümsüz olduğunu söylemiştir.)1 der. Allah cümlesin&shy;den râzi olsun.

Tuhfe yazan Tirmizi' nin yukardaki sözlerinin açıklaması bölümünde şu bilgiyi vermiştir:

"Sübülü-s-Selâm'da: 'Bu hadîs (yâni îbn-i Mes'ud (Ra~ dıyallâhü anh)'in bu bâbtaki hadîsi) hulleciliğin haram lığına delâ&shy;let eder. Çünkü, lanet ancak haram bir şey işleyen için olabilir. Ha&shy;ram olan her şey yasaktır. Yasaklama hükmü, kıyılan nikâhın bo&shy;zukluğunu gerektirir. Âlimler, bu hileli nikâh için bir kaç misal ge&shy;tirmişlerdir. O misallerin bir kısmı şunlardır:

Birincisi: Hulleci koca karıyı nikâhlarken akid içinde, ben onu eski kocasına helâl ettirince (yâni onunla evlenip gerdeğe girdikten sonra) bizim nikâhımız sona ermiş olsun, der. Böyle kıyılan ni&shy;kâh akdi, geçici nikâh mâhiyetini arzeder ki böyle muvakkat nikâh yapılamaz.

İkincisi: Hulleci koca kadınla nikâhını akdederken-, Bu kadım eski kocasına helâl ettireceğim zaman onu boşayacağım, der.

Üçüncüsü: Eski koca ile yeni koca hülle işinde antad kalırlar. Amaç, kadının yeni koca ile dâimi bir evlilik hayatı sürmesi değildir. Kadının tekrar eski kocasına helâl olmasını sözde sağlamaktır. Fa&shy;kat nikâh akdedilirken bu amaçtan söz edilmiyor.

Hadisdeki lanetleme umumi ve şümullü olduğuna göre bu misal&shy;lerin tüm ündeki nikâh akdinin bâtıl ve hükümsüz olması gerekir. Bu misallerin bir kısmında nikâh akdinin batıl sayılması hususun&shy;da ihtilâf var ise de nikâhın sahîh olduğunu söyleyenlerin elinde bir delil yoktur. Bu nedenle bu söz ile amel edilmemesi icap eder,' denil&shy;miştir.

Hafız Zeylaî, Nasbü'r-Râye'de şöyle der: 'Hanefi Fıkıh kitablarmdan el-Hidâye sahibi bu hadîsi yâ&shy;ni "Allah Muhallil'e ve Muhallel leh'e lanet eylesin" hadîsini delil göstererek, hülle şartı ile kıyılan nikâhın mekruhluğunu söylemiştir. Halbuki hadîsin zahiri böyle kıyılan nikâhın haramlığını gerektirir. Nitekim A h m e d' in mezhebi budur.'

Z e y 1 âî' nin beyânına göre kıyılan nikâhın geçerli olduğuna hükmedenler şu noktaya dayanıyorlar: Hadîste hulleci kocaya Mu-halül yâni kadını eski kocasına helâl ettiren, denilmiştir. Ona bu is&shy;min verilmesi nikâh akdinin sahîhliğine delâlet eder. Çünkü Muhal-UI, helâlliği gerçekleştiren, demektir. Eğer nikah akdi bâtıl olsaydı, Muhallil ismi verilmezdi.

Tuhfe yazarı bundan sonra şöyle der:

"Şüphesiz, îmam Ahmed'in söylediği gibi böyle bir ni&shy;kâh akdinin haram lığı, hadîsten anlaşılan açık hükümdür. Hulleci kocaya Muhallil isminin verilmesi adamın sanısına göredir. Çünkü üç talâkla boşanmış bir kadınla, boşamak niyeti veya şartı ile nikâh akdini yapan hulleci koca, kendisinin bu kadınla böyle bir nikâh ak&shy;dini yapıp onunla cinsel temasta bulunmak'sureti ile kadını eski ko&shy;cası için helâl ettirdiğini sanıyor. îşte bu sanısı dolayısıyla ona Mu&shy;hallil ismi verilmiştir. Yoksa bu adam böyle yapmakla gerçekten ka&shy;dını eski kocasına helâl ettirdiği için ona bu isim verilmiş değildir, 'îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'nin.- Biz bunu Resûlullah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında gayri-meşru bir birleşme sayardık' mealindeki hadîsi bu durumu aydınlatır." Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın bu hadisinin sahih olduğunu yukarda H â-k i m' den naklen beyan etmiştik.

Sindi, Tirmizi1 nin şerhinde: 'Rey ehli yâni E b û H a n i f e ve arkadaşlarının cevabı şöyledir: Rey ehlinin kavli bu hadîse muhalif değildir. Çünkü lanetlemek, bazen işin rezaleti ve erkeklik haysiyetinin yara alması nedeni ile olabilir. Hulleci kocaya 'Muhallil' ismi verilmesi kıyılan nikâh akdinin şahinliğine delâlet eder. Çünkü bu kelimenin mânâsı helâl ettirici, demektir. Eğer nikâh akdi sahih olmazsa helâl ettirme durumu gerçekleşmez. Ha&shy;diste, kıyılacak nikâh akdinde, boşama şartının bulunmasından veya bulunmamasından söz edilmemiştir. Bu itibarla hulleci kocaya 'Mu&shy;hallil = Helâl ettirici' isminin verilmesi ile böyle yapanların lanetlen&shy;mesi noktalarının arasını bulmak ve hadisdeki bu iki noktayı uzlaş&shy;tırmak için lânetlemeyi böyle nikâh kıymayı haram kılmak mânâ&shy;sına değil de işin çirkinliğine bağlayıp böyle yorumlamak gerekir. Hadis böyle yorumlanınca, kadının eski kocasına helâl ettirilmesi ni&shy;yeti veya şartı ile kıyılan nikâhın bâtıl olduğuna bir delâlet olmaz,' demiştir.

Tuhfe yazarı S i n d i' nin bu sözlerini naklettikten sonra: 'Lanetlemenin, böyle nikâh akdinin haramlığı için olmayıp işin re&shy;zaleti için olduğunu söylemek dayanaksız ve mücerret iddiadır. Bi&shy;lâkis Allah'ın laneti ancak yapılan işin haramlığı nedeni iledir. Hul-leciye Muhallil, denilmesinin nikâh akdinin şahinliğine delâlet etme&shy;diği yukarda anlatılmıştır, * demiştir.

Tuhfe yazarı daha sonra H a t t â b î' den şunu nakletmiştir: ' H a 11 â b î, el-Maâlim'de : Kadın ikinci koca ile nikahlanır-ken, kadının eski kocası ile yeni kocası arasında kadını boşamak şar&shy;tı söz konusu edilmiş ise kıyılan nikâh bâtıldır. Çünkü muvakkat bir nikâh olmuş olur. Fakat böyle bir şart söz konusu edilmeyip, tarafların besledikleri niyet bu ise kıyılan nikâh mekruh sayılır. Eğer bu şekilde nikâh kıyılıp ikinci koca kadınla cinsel temasta bulun&shy;duktan sonra boşarsa, kadının iddeti bitince eski kocası ile evlene&shy;bilir. Bir çok âlim, tarafların kadının ikinci kocasından ayrılmasını şart koşmasalar bile böyle bir şeyi düşünmelerini ve kalblerinde ni&shy;yet etmelerini mekruh saymışlardır. Yalnız bir tarafın böyle düşünme&shy;sinin hükmü de budur.

İbrahim Nahai: İkinci koca, kadınla dâimi olarak ev&shy;lilik hayatını sürdürmek amacını gütmedikçe, o kadınla bir süre yasadıktan yâni cinsel ilişkide bulunduktan sonra onu boşasa, kadın eski kocası ile evlenemez. Eğer eski koca, yâni koca ve kadından bi&shy;risinin niyeti kadının eski kocaya varması için bu nikâhı yapmak ise kıyılan nikâh bâtıldır. Ve kadın böyle bir nikâh ve birleşmeden son&shy;ra boşanmakla eski kocası ile evlenemez, demiştir.

Süfyân-i Sevri: İkinci koca kadını eski kocasına he&shy;lâl ettirmek niyeti ile onunla nikahlandıktan sonra niyetini değişti&shy;rip kadını boşamamaya karar verirse, benim görüşüm ve uygun gör&shy;düğüm yol adamın kadından ayrı durup yeniden nikâhını kıyma&shy;sı d ir, demiştir.

Ahmed bin Han bel de Süfyân gibi söylemiştir.

Mâlik bin Enes de şöyle demiş : Durum ne olursa ol&shy;sun derhal kadın ile ikinci koca birbirisinden uzaklaştırılır ve kadın eski kocası ile böyle bir nikâhtan sonra evlenemez,' diye bilgi ver&shy;miştir.

Tuhfe yazan H a t t â b î' den yukardaki bilgileri naklettik&shy;ten sonra: Şafiî şöyle demiştir: Eğer ikinci kocanın nikâh ak&shy;dinde her hangi bir şart söz konusu edilmezse kıyılan nikâh, sahih&shy;tir. Tarafların kablerindeki gizli niyet nikâh akdini bozmaz. Çünkü niyet hatıra gelen bir şeydir. Hatıra bir şeyin gelmesinden dolayı in&shy;san günah işlemiş sayılmaz. El-Hâfız el-Münzirî, et-Tei-hiz adlı kitabında Şafii' nin böyle söylediğini nakletmiştir. Ben derim ki Şafii' nin bu sözü hakkında da konuşulmuştur."

Tuhfetü'l-Ahvezî bundan sonra Ömer bin el-Hattâb CRadıyallâhü anhJ'den rivayet edilen ve bu konu ile ilgili eserlerini nakletmiştir. Bu eserlerden Ibn-i Ebî Şeybe' nin tahriç ettiği birisinde Ömer (Radıyallâhü anh) :

"Bana intikal ettirilecek her hul&shy;leci kocayı ve kendisi için hülle yapılan her kocayı recmedeceğim, demiştir.**

Şafii mezhebinin mutemed Fıkıh kitablanna göre, ikinci ko&shy;ca her hangi bir şartla kadını nikahlarsa o nikâh bâtıldır. Böyle bir şart koşulmamakla beraber, kadının ikinci kocası tarafından boşa&shy;nıp tekrar eski kocasına varması niyetini beslemek ise mekruhtur.

Hanefi fıkıh kitaplarından Fethül-Kadîr'de şöyle denilmiştir: 'İkinci koca kadım bir şart koşulmadan nikahlarsa duruma bakılır. Eğer bu adam hulleci koca olarak tanınıyor ise yapılan iş tahrimen mekruhtur.'

Bu bâbta rivayet olunan hadîsler yüce dinimizde Hüllenin yeri olmadığına delâlet ederler. Konu hakkında daha geniş bilgi için Fı&shy;kıh kitaplarına müracaat edilmesi tavsiye olunur. [179]



34- Soy Sebebi İle (Nîkâhlanması) Haram Olanlar, Süt Sebebi İle De Haramdır Babı





1937) Âişe (Rûdtyallâhü anhâ)'&dn rivayet edildiğine göre Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Neseb (soy) sebebi ile (nikâhlanması) haram olanlar süt sebebi ile de haramdırlar,»" [180]



İzahı





Kütüb-i Sitte'nin tümünde bu hadis vardır: Bâzı rivayetlerde 'Neseb' kelimesi yerine 'Vilâdet' kelimesi bulunur. Asıl mânâsı do&shy;ğum olan Viladet ve Velâdet kelimelerinden soy mânâsı kastedildiği için Neseb mânâsını ifâde eder. Bu hadîs bâzı rivayetlerde meâlen şöyledir:

"Şüphesiz Allah, soy nedeni ile (nikanlanmasını) haram kıldığı kimseleri süt nedeni ile de haram kılmıştır."

Neseb yâni soy birliği nedeni ile nikâhlanması haram olan ka&shy;dınlar Nisa sûresinin 23. âyetinde sayılmışlardır. Âyeti Celîle'-nin mealini 1931 nolu hadîsin izahı bölümünde bir münâsebetle sun&shy;muştum. Bunu tekrarlamaya gerek gürmüyorum. Âyet-i Celile'de sa&shy;yılan kadınlarla ilgili özlü bilgi vermekle yetineceğim :

Âyetinde soy nedeni ile ebedî olarak nikâhlanması haram kılınan kadınlar yedi grup'a ayrılır t

1. Anadır. Adam, kendi anası ile evlenemez. Büyük analar yâ&shy;ni baba anası, ana anası ve daha yukarı derecelerde kalan neneler, ana hükmündedir.

2. Kızıdır. Adam kendi kızı ile evlenemez. Oğlunun kızı, kızının kızı ve daha aşağı derecelerdeki kız torunlar, adamın öz kızı hük&shy;mündedir.

3. Ana - baba bir, yalnız baba bir veya yalnız ana bir kız kar&shy;deşlerdir. Adam kız kardeşleri ile evlenemez.

4. Haladır. Adam, babasının kız kardeşi ile evlenemez. Adamın dedesinin kız kardeşi ve daha yukarı derecelerdeki halalarının hük&shy;mü öz halanın hükmüdür.

5. Teyzedir. Adam anasının kız kardeşi ile evlenemez. Adamın ana anasının kız kardeşi ve daha yukarı derecelerdeki teyzelerinin hükmü de budur.

6. Erkek kardeşin kızıdır. Baba ana bir, yalnız baba bir ve yal&shy;nız ana bir erkek kardeşler arasında bu hususta bir fark yoktur. Bun&shy;ların oğullarının kızları, kızlarının kızları ve daha uzak yeğenleri de öz kızları hükmündedir.

7. Kız kardeşinin kızıdır. Baba ana bir, yalnız baba bir ve yal&shy;nız ana bir kız kardeşlerinin hepsinin hükmü aynıdır. Kişi kız kar&shy;deşinin kızı ile evlenemiyeceği gibi kız kardeşinin oğlunun kızı ve&shy;ya kız kardeşinin kızının kızı ve daha uzak derecelerdeki kız yeğen&shy;lerin hiç birisi ile evlenemez.

Soy sebebi ile nikâhlanmasmın haramlığı Nisa sûresinin 23. âyeti ile sabit olan kadınlar yukardaki yedi kadın ve onların hük-münde olan kadınlardır.

İzahına çalıştığımız Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın 1937 nolu hadisi, îbh-i Abbâs (Radıyallâhü anhl'ın 1938 nolu hadisi ve benzeri hadisler. Soy sebebi ile haram olan kadınların süt sebebi ile de haram olduğuna delâlet ediyorlar. Şu halde yukardaki yedi grup kadın süt sebebi ile de haramdır. Bir kadın bir çocuğu emzi-rince, çocuğun anası olmuş olur. Süt sahibi olan kadının kocası da o çocuğun babası olmuş olur. Şöyle de söylemek mümkündür: Süt emen çocuk, sütünü emdiği kadının ve süt sahibi kadının kocasının öz çocuğu hükmündedir. Artık bu çocuk, erkek ise süt anası, süt kız kardeşi, süt halası, süt teyzesi, süt kardeşlerinin kızları ve yukar-daki yedi maddede anılan kadınların süt nedeni ile benzerlerinin hep&shy;si haramdır. [181]



Hadîsin Fıkıh Yönü





1. Soy sebebi ile nikâhlanması haram olan kadınlar süt sebebi ile de haramdır. Süt emen erkek çocuğun, sütünü emdiği kadına mahrem olup oğlu durumunda bulunduğuna bütün müslümanlar ic-ma etmişlerdir. Artık çocuk o kadınlarla evlenemez. Kadına baka&shy;bilir. Bir odada ikisi yalnız kalabilirler. İkisi beraber yolculuk edebi&shy;lirler.

Bâzı yönlerden öz ana evlâd hükmünde değiller. Meselâ biribiri-sinin malına mirasçı değillerdir. Birisinin nafakası diğerine vacip olmaz. Birisi diğeri için şâhidlik yapabilir...

Süt sebebi ile oluşan haramlık süt emen çocuğun hiç bir yakını&shy;na geçmez. Meselâ süt emen çocuğun, sütten kız kardeşi olan bir kadın, o çocuğun kardeşi ile veya o çocuğun babası ile evlenebilir.

Âlimler, soy sebebi ile haram olan kadınlardan dört tanesinin süt sebebi ile haram olmayabildiğim söyleyerek bunları hadîsin umu&shy;mi hükmünden müstesna tutmuşlardır. Bunların izahı uzun sürer. Bu konu için Fıkıh kitaplarına müracaat edilmesi tavsiye olunur. Mu&shy;hakkik âlimler bu dört kadınla ilgili hükmün hadîsten müstesna sa-yılnuyacağını söylemişler. Çünkü soy veya evlilik dolayısıyla olan hı&shy;sımlık hâlinde bu kadınlarda görülen neden süt hâlinde bulunmadı&shy;ğı için bir farklılık görülüyor.

Bunu bir misâl ile izah edelim : Meselâ: Soy sebebi ile kardeş olan iki erkek düşünelim. Bu kardeşlerden birisinin anası, diğeri ile evlenemez. Çünkü ya anasıdır, ya da üvey anasıdır. Yâni babasının karışıdır.

Fakat bu kardeşlerden birisini emziren yabancı bir kadın diğer kardeşle evlenebilir. Çünkü bu yabancı kadın ne onun anasıdır ne de üvey anasıdır. Yâni babasının karısı değildir. Başka bir engel yok&shy;sa kadın süt emzirdiği çocuğun kardeşi ile evlenebilir.

2. Süt emen kız çocuğun durumu da arkek çocuk gibidir. Yâni bir kadının sütünü emen bir kız o kadının süt sahibi kocasının öz kızı hükmündedir. Süt sahibi kadının kocası onun babasıdır. Kocanın kardeşleri onun amucalandır. Kocanın oğulları onun kardeşleridir. Kocanın çocuklarının erkek çocukları onun yeğenleridir. Keza süt ana&shy;sının erkek kardeşleri onun dayılarıdır...



1938) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir :

Bir defa Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e Abdü'1-Mut-talibin oğlu Hamza[182] (Radıyallâhü anh)'in kızı (ile evlenmesi için Hz. Ali (Radıyallâhü anh) tarafından) teklif yapıldı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ:

«Hamza'nın kızı benim süt kardeşimin kızıdır. Şüphesiz soy se-bebîtonikâhlanmasi) haram olanlar süt sebebi ile de haramdır.»" [183]



İzahı





Buhâri ve Müslim de bunu mânâyı etkilemeyen az lâfız değişikliği ile rivayet etmişlerdir. M ü s 1 i m' in Ali (Ra&shy;dıyallâhü anh)'den bir rivayeti meâlen şöyledir:

"Alî (Radıyallâhü anh) demiştir ki.- Bir defa ben:

— Yâ Resülallah! Sen Kureyşten evlenmeyi tercih edip biz hâ-şim oğullarını bu şereften mahrum ediyorsun, sebebi nedir? diye sor&shy;dum. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Sizden (evleneceğim) kadın var mı?» dedi. Ben de:

— Evet. Hamza'nın kızı (var), dedim. Bunun Üzerine Efendimiz t

— -Hamza'nın kızı (ile evlenmek) bana helâl değildir. Çünkü o, benim süt kardeşimin kızıdır.» buyurdu/'

Şehidlerin büyüğü ve Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem)'in amucası Hamza (Radıyallâhü anh) Efendimizin süt kar&shy;deşidir. Ebû Leheb'in azadh cariyesi S ü v e y b e' nin sütünü emmişlerdir. S ü v e y b e câriye iken H z . M u h a m -m e d (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in doğum haberini, verince müjde olarak Ebü Leheb onu azad etmiştir. Bâzı Siyer kitab-larına göre ise hicretten sonra azad edilmiştir.

Süveybe önce H a m z a (Radıyallâhü anh)'ı, sonra Re-sûl-i Ekrem'i emzirmiştir. Daha sonra da Ebû Seleme (Ra&shy;dıyallâhü anh)*ı emzirmişti. Bâzı rivayetlere göre Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) doğduktan üç gün sonra Süveybe onu emzirmiş ve dört aylık olunca Halime-i Sa'diyye isimli süt anaya teslim edilmiştir, Resûl-i Ekrem ve çok değerli ana&shy;mız Hatice (Radıyallâhü anhâ) Süveybe'ye iyilik ve yardımda bulunurlardı. Hicretten sonra da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine' den Mekke'ye Süveybe'ye hediyeler göndererek onu taltif ederdi. Süveybe, Hayber'in fethinden sonra vefat etmiştir. Onun müslüman olup olmadığı husu&shy;sunda ihtilâf vardır.

U r v e ' den yapılan bir rivayete göre Ebû Leheb öl&shy;dükten bir yıl sonra kardeşi A b b â s (Radıyallâhü anh) Onu rüyada görmüş ve hâlini sormuş. Ebû Leheb şöyle cevap ver&shy;miş : Ben hiç bir rahat yüzü görmedim. Yalnız Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in doğum haberini bana getirdiği için Süveybe'yi azad ettiğimden dolayı şu kadar sulandım diyerek baş parmağı ile şehâdet parmağı arasında bir delil göstermiştir.

A 1 i (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem) ile Amcası H a m z a (Radıyallâhü anh) arasında süt kar&shy;deşliği bulunduğunu bilmediği için O'na H a m z a (Radıyallâhü anh)'in kızı ile evlenmesini teklif etmiştir.



1939) (Müminlerin analarından) Ümmü Habİbe (Radtyaltâhü art' hâ)'dan rivayet edildiğine göre kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-l)*e:

— Yâ Resûlallah! Kız kardeşim Azze ile evlen, demiş. Resûlul&shy; (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) O'na:

— «Acâİb sen (kıskanmayıp) bunu arzu eder misin?» buyurmuş. O da t

— Evet. (arzu ederim) Yâ Resûlallah! Çünkü sizin için ortak ve kumadan boş ve tek başıma değilim. Zâtına karı olmak hayır ve şerefi hususunda ortaklarıma nazaran kız kardeşimin bana ortak ol&shy;masını daha çok arzu edip uygun görürüm, demiş. Resûlullah (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «İşte iyi bil ki senin kız kardeşin bana helâl değildir.» buyur&shy;muş. O da:

— Peki ama biz senin, Ebû Seleme kızı Dürre ile evlenmek iste&shy;diğini söylüyoruz, demiş Bunun üzerine Resûl-i Ekrem i

— «(Eşim) Ümmü Seleme'nin kızını (mı)?* diye sormuş. Ümmü Habîbe de:

— Evet, demiş. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Ümmü Seleme'nin kızı (Dürre) benim himaye ve terbiyem altında üvey kızım olmamış olsaydı bile (yine) nikâhı bana helâl olmazdı. Çünkü O benim süt kardeşimin kızıdır. Süveybe (adlı ka&shy;dın) beni ve Onun babasını (= Ebû Seleme'yi) emzirmiştir. (Siz eş&shy;lerim) bir daha kız kardeşlerinizi ve kızlarınızı sakın bana teklif et&shy;meyiniz.» buyurmuş."

Müellif bu hadîsi başka bir senedle yine Ümmü Habîbe'den mer-fu* olarak rivayet etmiştir. [184]


İzahı





Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tabarânî ve N e s a î de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde az bir kelime değişikliği var ise de bu değişiklik mânâyı etkilemediği için belirtmeye gerek görmüyorum.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in muhterem eşlerin&shy;den Ümmü Habîbe (Radıyalfâhü anhâ) bir adamın karısı hayatta ve onun nikâhı altında iken baldızı ile evlenmesinin haram olduğunu bilmediği için kız kardeşi A z z e (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmeyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e teklif etmiş&shy;tir. Bu kadının ismi M ü s 1 i m ' de de böyle geçmiş, Buharı ve Ebû Davud'un rivayetlerinde ismi belirtilmemiştir. T a" b a r â n İ' nin rivayetinde ise H a m n e olarak geçmiştir. El-H â f ı z ' m beyânına göre kadının ismi hakkındaki en meşhur olan, A z z e ' dir. E 1 - M ü n z i r i ise onun isminin H a m n e oldu&shy;ğunu söylemiştir .

Ümmü Habibe (Radıyallâhü anhâ) Ebü Süfyân (Radıyallâhü anh)'m kızı ve M u â v i y e (Radıyallâhü anh)'in kardeşidir. Adı Remle' dir. İslâmiyetin ilk günlerinde müslü-manlığı kabul eden bu hatun kocası Abdullah bin Cahş ile birlikte Habeşistan'a hicret etmişti. Orada kocası hris-tiyanlaşmış ve ölmüştü. Orada dul kalan Ümmü Habîbe (Ra&shy;dıyallâhü anhâ)'nın nikâhı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'e vekâlet edilmek sureti ile orada kıyılmış, mehiri de N e c â ş i (Radıyallâhü anh) tarafından ödenmiş ve Medine'ye gönde&shy;rilmişti.

65 hadisi bulunan Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anhâ) 'nin hadîslerinden ikisini Buhâri ile Müslim ittifakla ve iki hadîsini Müslim münferiden rivayet etmiştir. Kütüb-İ Sitte'-nin diğerlerinde de O'nun hadisleri rivayet edilmiştir. Râvileri ise kızı Habîbe (Radıyalâhü anhâ), kardeşi M u â v i y e (Ra&shy;dıyallâhü anh) ve A n b e s e (Radıyallâhü anh)'dır. Ebû U b e y d ' in dediğine göre hicretin 44. yılında vefat etmiştir.[185]

Hadiste ismi anılan Ümmü Seleme (Radıyallâhü an&shy;hâ) da Resûl-i Ekrem'in muhterem eşlerindendir. O'nun hâl tercemesi 600 nolu hadis bahsinde geçmiştir. Ebû Seleme (Ra&shy;dıyallâhü anhâ) da Ümmü Seleme' nin eski kocası olup ismi Abdullah bin Abdi'1-Esed bin Hilâl bin Abdillah bin Ömer bin Manzum el-Mahzumi1-dir. tik müslümanlardan olup Bedir savaşına katılmıştır. 1 b n - i t shak'ın dediğine göre 10 kişiden sonra müslümanhğı kabul eden 11. sahabi'dir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in ba&shy;lası Berre' nin oğlu ve Efendimizin süt kardeşidir. Ü m m Ü Seleme (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmişti. Ebû Seleme, Bedir savaşından sonra vefat etmiş ve vefatından sonra Ümmü Selem* (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellent) il» evlenmek şerefine mazhar olmuştur. T i r m i z 1, İbn-i Maceh ve Nesai, Ebû Seleme (Radıyallâhü anh)'in hadislerini rivayet etmişlerdir. Kavisi, Ümmü Sele&shy;ni e (Radıyallâhü anhâ)'dır.[186]

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i ve Ebû Seleme (Rachyallahü anh)'ı emziren Süveybe, Hamza {Radıyal&shy;lâhü anh)'ı da emzirdiği bundan önceki hadisin izahında belirterek bu hatun hakkında özlü bilgi vermiştim.

Adamın kendi üvey kızı ile evlenmesinin harami ığı Nisa sû&shy;resinin 23. ayetinin nassı ile sabit olduğu halde Ümmü Habibe (Radıyallahü anha)'nın Ümmü Seleme (Radıyallâhü an&shy;hâ)'nin kızı ile evleneceğini nasıl konuşma konusu etmiştir? diye bir soru hatıra gelebilir. Ümmü Habîbe (Radıyallâhü anhâ) kendi kıx kardeşini de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e teklif etmişti. Bu da mezkûr âyetin nassı ile yasaklanmıştı. Yani iki kız kardeşin birlikte bir adamın nikâhı altında bulundurulması mez&shy;kûr ayetle yasaklanmıştır. Yukarda bu teklifle ilgili olarak: Ünmû Habibe (Radıyallâhü anhâ) her halde bunun yasak olduğunu bilmediği için bu teklifte bulunmuş, demiştik. Aynı cevâbı üvey kız&shy;la ilgili soruya kargılık vermek mümkündür. Her insanın her şeyi bil&shy;mesi beklenemez.

Yukardaki iki soruya şöyle cevap vermek de mümkündür: Üm&shy;mü Habîbe (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için bunların yasak olmadığını sandığı için böyle söyle&shy;miş olduğu muhtemeldir. Nitekim dört kandan fazla almak Kur'an âyeti ile Ümmet-i Muhammediyye'ye yasak olduğu halde Resûl-i Ekrem için caiz kılınmıştı. [187]



Hadisin Fıkıh Yönü





1. Adam, karısı hayatta ve onun nikâhı altında iken baldızı ile evlenemez. Eğer karısı ölürse veya adam karısını üç talâkla boşar-sa, baldızı ile evlenebilir. Ama adam karısını bir veya iki talâkla bo-şarsa karının iddeti bitmedikçe hükmen kanlığı devam ettiğinden bu süre içinde baldızı ile evlenemez. Çünkü adam bu süre henüz bit&shy;memiş iken karısına dönebilir. îddet süresi bitince adam ile karısı nikahı yenilemek suretiyle evlilik hayatını sürdürebilirler. Şayet ni&shy;kâhlarını yenilemezlerse o takdirde kadın boşanmış sayılır. Adam o zaman baldızı ile evlenebilir.

Adamın karısı ile baldızı baba ana bir, veya baba bir yahut ana bir kardeş olabilir. Keza soydan kardeş olabildikleri gibi sütten kar&shy;deş olabilirler. Hepsinin hükmü aynidir. Karının halası ve teyzesi de karının kız kardeşi hükmünde olup bununla ilgili geniş bilgi 31. bâb-taki 1929-1931 nolu hadîslerin izahı bölümünde verilmiştir.

2. Adam üvey kızı ile evlenemez.

Nisa sûresinin 23. âyetinde üvey kızlarla evlenmek hakkında meâlen şöyle buyuruluyor:

"...ve kendileri ile gerdeğe girmiş bulunduğunuz kanlarınızdan yanınızda bulunan üvey kızlarınız size haram kılınmıştır..."

Bu âyet-i kerime'nin üvey kızlarla ilgili cümlesindeki;"Kendilerine duhul ettiğiniz kan&shy;larınızdan olan üvey kızlarınız..." Duhul'dan maksadın ne olduğu hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

a. Hanef iler, Mâlik ve Ahmed: Duhul'den maksat cinsel temasta bulunmak veya bunun hazırlayıcısı durumun&shy;daki sözler, hareketler ve fiillerden her hangi birisini işlemektir. Adam ile karısının halvete girmeleri de bu hazırlayıcı durumlardan sayılır, demişlerdir. Şu halde gerdeğe girmiş olurlarsa cinsel temas olmamış olsa bile artık adamın üvey kızı ona ilelebed haramdır. Ka-nsını boşar veya kansi ölse bile üvey kızı ile evlenemez. Hiç bir iliş&shy;ki kurmadan karısı Ölür veya tamamen boşanırsa adam üvey kızı ile evlenebilir.

b. Tavus, Amr bin Dinar ve en sıhhatli kavlinde Şafiî duhuldan maksat cinsî temastır, demişlerdir. Bu kavil 1 b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh)'den de rivayet edilmiştir. Bunlara gö&shy;re adam karısı ile gerdeğe girmiş olsa bile cinsel ilişkide bulunmadıkça üvey kızı ona ebedî haram olan kadınlardan sayılmaz. Yâni adam cinsel ilişkide bulunmadığı karısını üç talâkla boşarsa veya kansı ölürse adam üvey kızı ile evlenebilir.

c. E v z â î' ye göre adam kansı ile halvete yâni başka bir kimsenin bulunmadığı bir kapalı yere girip kapıyı kapatırsa veya perdeyi salıverirse veya kansını soyup elile dokunursa üvey kızı ile ilelebed evlenemez.

3. Âyet-i celîle'de "Yanınızda bulunan üvey kızlarınız" kaydı vardır. Hadîste de "...benim himaye ve terbiyem altında üvey kı&shy;zım..." ifâdesi vardır.

Dâvûd-i Zahirî, bu kayıtlann zahirini tutarak: Üvey kız, anasının kocasının yâni üvey babasının himayesinde ve onun yanında yetişmemiş ise adama ilelebed haram olmaz. Adam, karısını boşarsa veya karısı ölürse bu üvey kızı ile evlenebilir, demiştir. Fa&shy;kat âlimlerin cumhuru: Üvey kız, üvey babasının yanında yetişsin yetişmesin hüküm aynıdır. Yukarda anlattığım gibi kan ile duhul ol&shy;muşsa üvey kız ilelebed haramdır. Duhul olmamış ise ilelebed ha&shy;ram değildir, demişlerdir. Cumhur der ki: Üvey kızlar ekseriyetle üvey babalarının yanında kalıp yetiştikleri için âyet-i celîle'de ve ha-dîs-i şerifte böyle ifâde edilmiştir. Başka yerde yetişen üvey kızlann bu hükümden çıkanlması kastedilmemiştir.

4. Süt kardeşinin kızı ile evlenmek haramdır.

Hadîste isimleri geçen Azze binti ebî Süfyân (Ra&shy;dıyallâhü anhâ) ve Dürre binti Ebî Seleme (Radı&shy;yallâhü anhâ) hâtûnlar hakkında hâl tercemesi mâhiyetini arzede-cek bir bilgiye, râvilere âit kitablarda rastlıyamadım. [188]


35- 'Bir Ve İki Defa Süt Emmek (Nîkâhlamayı) Haram Etmez* Babı





1940) Ümmü'I-Fadl (Lübâbe bintü'l-Hâris [189] ) (Radtyallâkü sm rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Ne bir defa ne de iki defa süt emmek (evlenmeyi) haram eder.»"



1941) Aişe (Radıyattâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre; Peygam&shy;ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

-Bir defa ve iki defa süt emmek( evlenmeyi) haram etmez.»"



1942) Âişe (Radıyallâhü ankâ)'dan; Şöyle demiştir:

"Ancak kesinlikle bilinen on defa veya beş defa süt emmek (evlenmeyi) haram eder." buyru&shy;ğu Allah'ın indirdiği Kuranda idi. Sonra nesh oldu." [190]



İzahı





Ü m m ü ' 1 - F a d 1 (Radıyallâhü anhâ)'ın hadisini A h m e d ve Müslim de rivayet etmişlerdir.

Âişe (Radıyallâhü anhâ)'mn ilk hadîsini Buhar î'den başka Kütüb-i Sitte sahipleri ile Şafiî ve A h m e d rivayet etmişler T i r m i z î, bunun hasen - sahih olduğunu söylemiştir.

Hadislerde geçen "Massa" ve "Rad'a" kelimelerini açıklayalım: Massa i Bu kelimenin sözlük mânâsı: Bir şeyi bir defa emmek ve

yavaşça içmektir. Burada kastedilen mânâ: Emzikli kadının sütünü

bir defa sorup içmektir.

Rad'a t Bir defa süt emmek ve içmektir.

Ümmü'I-Fadl (Radıyallâhü anhâ) 'in hadisinde Rad'a mı, Massa mı kullanıldığı yolundaki tereddüt râviye aittir. Hangi kelime vârid olmuş ise hüküm ve mânâ def işmez. Çünkü kastedilen mânâ bir defa süt emmektir.

Massatân j Massa'nın tesniyesidir. îki massa, demektir. Rad'atân î Rad'a'nın tesniyesi olup iki rad'a demektir. [191]



Hadîslerin Fıkıh Yönü





Bu iki hadîs, bir ve iki defa süt emmek nedeni ile mahremliğin oluşmadığına ve nikahlamanın haram olmadığına delâlet eder. Üç defa süt emmek ise mahremliği oluşturup nikahlamanın haramhğını gerektirdiği anlamını bu hadîslerden çıkaranlar olmuştur. Tekmile yazarının beyânına göre Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) ile Ebû Sevr, Îbnü'l-Münzir, Dâvûd-i Za&shy;hirî ve bir rivayetinde A h m e d böyle hükmetmişlerdir.

Âlimlerin Cumhurunun kavli ile dört mezhep âlimlerinin görüş&shy;lerini aşağıda beyan etmek üzere önce  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'-nm son hadîsinin özlü mânâsını ve kimler tarafından rivayet edildi&shy;ğini bildireyim :

 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'mn son hadîsini Mâlik, Şa&shy;fii, Müslim ve dört sünen sahipleri rivayet etmiştir.

M ü s I i m' in rivayetine göre  i ş e (Radıyallâhü anhâ) de&shy;miş ki: "Kur'an'da; "Kesinlikle bilinen on defa süt emmek (evlenmeyi) haram eder." âyeti var idi. Sonra bu âyet "kesinlikle bilinen beş defa süt emmek (evlenmeyi) haram eder."

mealindeki âyetle neshedildi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) vefat ettiğinde, beş defa süt emmeye âit âyet okunurdu."

Nevevi bu hadisin yorumu hakkında şöyle der: ' Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın sözünün mânâsı şudur: On de&shy;fa süt emmeye âit âyetin beş defa süt emmeye âit âyetle neshedilme-si Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatına yakın günlere rastladığı için; "Kesinlikle bilinen beş defa süt emmek (evlenmeyi) haram ettirir" âyetinin okunması&shy;nın neshedildiğini işitmeyen bâzı kimseler bunu okumaya devam ederken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat etti. Bunlar bu âyetin okunmasının neshedilmiş olduğunu öğrenince okumasını bıraktılar ve sahâbiler bunun okunmasının neshedildiği hususunda icma ettiler.

Nesih üç çeşittir:

1. Hükmü ve okunması neshedilen âyetler. Bunun misâli: "Kesinlikle bilinen on defa süt emmek

(nikâhlamayı) haram ettirir" âyeti.

2. Okunması neshedilip hükmü neshedilmeyen âyetler. Bunun Örneği: = "Kesinlikle bilinen beş def a süt emmek (nikâhlamayı) haram ettirir" âyeti.

3. Hükmü nesholup okunması nesholmayan âyetler. Kur'an'da-ki nesihlerin ekserisi bu nevidendir. Bunun bir misali:

**Ve sizden ölüp de kanlarını geride bırakanlar, karıları için bir yıla kadar evlerinden çıkmamak üzere bir nafaka vasiyet etmelidir&shy;ler[192] âyetidir.

Bu âyete göre evli bir erkek öleceği zaman karısının bir yıllık yiyecek, giyecek ve oturacağı mesken masrafını karşılayacak bir meb&shy;lâğı vasiyet etmesi gerekir. Kocası ölen kadının iddeti de bir yıldır. Bu süre dolmadıkça kadın evlenemez. tslâmiyetin ilk zamanlarında hüküm böyle idi. Iddet süresine âit bu hüküm sonra inen:

= "... ve sizden Ölüp de karılarını geride bırakanların karılan kendi kendilerine dört ay on gün beklerler.[193] âyeti ile neshedi-lerek kocası ölen kadının iddet süresi dört ay on güne indirildi. Son âyet okunuşta ilk âyetten önce ise de iniş bakımından ondan sonra&shy;dır.

Ebû Dâvûd ve Tirmizi1 nin Âişe (Radıyallâhü anhâVdan rivayet ettikleri bu hadîsin metni M ü s 1 i m'deki ri&shy;vayete benzer.

Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizi' deki rivayet&shy;ler, N e v e v î' nin dediği gibi nikahlamanın haram lığını gerekti&shy;ren süt emmenin on defa tekerrür etmiş olması şartının îslâmiyetin ilk döneminde bulunduğuna ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem) 'in vefatına yakın dönemde inen bir âyetle süt emme sayısının beşe indirildiğine delâlet eder. [194]



Bir Erkek İle Bir Kadının Bir Biri İle Evlenmesine Mâni Olan Süt Emme Sayısı Hakkındaki Âlimlerin


Görüşleri





1. Hanefî âlimleri, Mâlik ve cumhura göre söz konu&shy;su evlenme haramlığı, bir defa ve azıcık süt emmekle de gerçekleşir.

Bu görüş, tbn-i Abbâs, îbn-i Mes'ûd, îbn-i Ömer, Sevrî, Said bin el-Müseyyeb, el-Ha-san, Zührî ve Katâde' den de rivayet edilmiştir. Allah cümlesinden râzi olsun.

Bunların delili nikâhlanması haram olan kadınların sayıldığı Nisa sûresinin 23. âyetindeki;

ve sizi emzirmiş olan süt analarınız, süt hemşireleriniz nazm-i celîlinin umu&shy;miliğidir. Çünkü bu âyette emzirme işinin defalarca tekerrür etmesi şartı söz konusu edilmemiştir.

Diğer bir delil de "Soy sebebi ile nikâhlanması haram olanlar süt sebebi ile de haramdır." mealindeki hadîslerin umumîliğidir.[195]

Bu grubun başka delilleri de vardır.

2. îbn-i Mes'ûd, Âişe, Urve bin Zübeyr, Abdullah bin Zübeyr, Atâ, Tavus, Saîd bin Cübeyr, e 1 - L e y s bin Sa'd, Şafiî ve bir kavlinde A h m e d' e göre nikahlamanın haramlığına sebep, kesinlikle bili&shy;nen ve beş defa tekerrür eden süt emmektir. Beş defadan az olanı nikahlamanın haramhğını gerektirmez. Bu kavil Ali bin E b î T â 1 i b (Radryallâhü anh)'den de rivayet edilmiştir.

Bu grubun delillerinden birisi  i ş e (Hadıyallâhü anhâ)'nın

1942 nolu eseridir. Diğer bir delil de Salim Mevlâ Ebi Hu-z e y f e (Radıyallâhü anh) 'a âit Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'mn

1943 nolu hadisidir. Çünkü bâzı rivayetlerde «Beş defa onu emzir» ifâdesi buyurulmuştur.

Bu grubun görüşüne göre bir defa süt emmek şöyle gerçekleşir: Çocuk, kadının memesini tutup süt emer, sonra kendi isteği ile me&shy;meyi bırakır. Şayet çocuk doymaktan başka bir nedenle memeyi bı&shy;rakırsa onun emdiği süt, tam bir defa sayılmaz. Çocuk süt emerken nefes almak veya dinlenmek yahut onu meşgul eden başka bir ne&shy;denle memeyi bırakıp pek ara vermeden tekrar süt emmeye başlarsa tümü bir defa sayılır.

3. Üç defa süt emmekle nikahlamanın haram olduğuna hükme&shy;den Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh), bir rivayetine gö&shy;re Ahmed, İbnü'l-Münzir, Dâvûd, Ebû Sevr ve E b ü U b e y d ise 1940 ve 1941 nolu hadîsleri delil göstermiş&shy;lerdir.

En kuvvetli ve ihtiyata uygun olanı cumhurun kavlidir. El-Hâfız: 'Nikahlamanın haramlığına sebep olan süt em&shy;me sayısındaki rivayetlerin muhtelif olmasj ve bunları rivayet eden  i ş e (Radıyallâhü anha)'mn muteber saydığı süt emme sayısı hakkındaki ihtilâflar cumhurun mezhebini kuvvetlendirmiştir.  i ş e (Radıyallâhü anjıâ) 'nın haremlik için on defa, 7 defa ve beş defa süt emmeyi muteber saydığı yolunda rivayetler vardır. Yukardaki du&shy;rum nedeni ile fcjir defa bile azıcık süt emmeyi nikahlamanın haram&shy;lığına sebep saymak gerekir. Diğer taraftan  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın (1042 nolu) hadisi delil olmaya elverişli değildir. Çünkü Kur'an âyetleri tevatür yolu Ue sabittir. "Kesinlikle bilinen beş defa süt eDMBAk (nik&hlamayı) h*rmm ettirir" mealindeki cümle râvi ta&shy;rafından hadis değil âyet olarak rivayet edilmiştir. Bu cümlenin Kur'an'dan olduğu sabit delildir. Râvi bunu hadîs olarak rivayet etmemiş ki hadîs kabul edilebilsin.' demiştir.

İbn-i Abdi'1-Berr de: Şafii, Âişe (Radıyal&shy;lâhü anhâ)'nın bu eseri (1942 nolu) ile hükmetmiştir. Fakat Ş a-f i i' ye şöyle cevap verilmiştir: Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nın bu eserinde anılan cümlenin Kur'an'dan olduğu sü buta ermemiştir.

Oysa  i ş e (Radiyallâhü anhâ) bu cümlenin Kur'an'dan olduğu&shy;nu söylemiştir. Ayrıca  i ş e (Radıyallâhü anhâ).'nın bu cümle yâni "Nikahlamanın haramlığına sebep kesinlikle bilinen beş defa süt emmektir" ile hükmettiği hususunda da ihtilâf vardır. Bu neden&shy;le bu cümle ne hadistir ne de Kur'an'dır. E 1 - M â z i r i demiş ki:  i ş e (Radıyalâhü anhâ) 'nın bu eseri delil olamaz. Çünkü yalnız  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edilmiştir. Kur'an ise âhâ-dın rivâyetiyle sübuta ermez. Bunun için Mâlik: Âişe (Ra&shy;dıyallâhü anhâ) 'nın bu eseri ile hükmedilmez. Uygulama bununla de&shy;ğildir. Uygulama Kur'an'ın zahiri (yâni Nisa sûresinin 23. âye&shy;tinin zahiri) ve süt emmeye âit hadîslerledir. Yâni azacık sütün ço&shy;cuğun midesine ulaşması ile nikahlama haramhğı gerçekleşir, de&shy;miştir.

Sahâbiler ile tabiilerin cumhurun ve imamların kavli budur. Hat&shy;tâ el-Leys demiş ki: Sütün çoğu veya azı orucu bozduğu gibi nikâhın haramlığına da sebep olduğu hususunda müslümanlar icma etmişler diye bilgi vermiş, demiştir.

Tekmile yazarı el-Fetih'ten yukardaki nakli yaptıktan sonra şöy&shy;le der:

Dini yönden en ihtiyatlı olan durum şudur:

Bir adam evlenmek istediği bir kadın ile kendisi arasında bir süt söylentisini duyarsa, o kadından vazgeçmeli, onunla evlenmeme-lidir. Ama adam bir kadınla evlenip zifafa girdikten sonra bu söy&shy;lentiyi duyarsa kesinlikle bilinen,beş defa süt emilmiş olduğu sabit olmadıkça adam o karıdan ayrılmak zorunda değildir.

Yukarda görüşlerini beyan ettiğim grupların dayanakları olan deliller ve yek diğerlerine verdikleri cevaplar hakkında geniş malu&shy;mat isteyenler, hadîs kitaplarının şerhlerine müracaat etsin. [196]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:41 am




36- Erlik Çağındaki Bir Kimsenin Süt Emmesi(Nin Nikahlamanın Haramlığına Sebep Olduğu) Babı





1945) Aişe (Radtyallâkü anhâ)'âan; Şöyle demiştir: (Ebû Huzeyfe'nin karısı) Sehle binti Süheyl (Radıyallâhü anhüm) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek t

— Yâ Resûlallahî (Evlâtlığımız) Salimin yanıma girmesinden dolayı (kocam) Ebû Huzeyfe (bin Utbe)'nin yüzünde cidden bir hoş&shy;nutsuzluk görüyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Sehle'ye Smile

— «Sen Salim'e süt emzir- buyurdu. Sehle:

— O, yetişkin bir adam olduğu halde ben nasıl onu emzireyim? dedi. Bunun üzerine Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gülüm&shy;sedi ve:

— «Ben onun yetişkin bir adam olduğunu şüphesiz biliyorum.» buyurdu. Sehle (Radıyalâhü anhâ) da (gidip bu işi) yaptıktan son&shy;ra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek;

Ben (Sâlim'e süt emzirdikten) sonra (kocam) Ebû Huzeyfe (Ra&shy;dıyallâhü anh)'uı yüzünde bir hoşnutsuzluk görmedim, dedi. Salim (onun sütünü emmeden önce) Bedir savaşma katılmış idi." [197]



İzahı





Mâlik, Şafii, Ahmed, Buhar i, Müslim, Ebü Dâvûd ve Nesai de bunu uzun ve kısa metinler hâlinde ve benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir.

Bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi, Ebû Huzeyfe bin U t b e (Radıyallâhü anh) Salim (Radıyallâhü anh)'ı evlât edinerek kardeşi Velid bin Utbe' nin kızı Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) ile evlendirmiş idi. Artık Salim (Radıyallâ&shy;hü anh) Ebû Huzeyfe (Radıyallâhü anh) ve eşi Sehle (Radıyallâhü anhâ)'nın öz evlâdı gibi onların odasında geceler, ora&shy;da yatar, kalkardı. Câhiliyyet döneminden beri devam edegelen Arap âdetine göre evlât edinilen kişi evlât edinen şahıslatın evlâdı gibi falanın oğlu veya kızı diye isimlenir ve mirasçı olurdu. Nihayet evlât edinmeyi iptal eden;

"Evlâtlıkları babalarına nisbet ediniz. Bu Allah katında en doğ&shy;ru olanıdır. Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, onlar din kardeşleriniz ve dostlarınızda[198] âyeti inince Ebû Huzey-f e (Radıyallâhü anh)'m karısı S eh 1 e (Radıyallâhü anhâî Pey&shy;gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat ederek durumu ar-zetmiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de Sehle (Ra&shy;dıyallâhü anhâ) 'nın Salim (Radıyallâhü anh) 'ı emzirmesini em&shy;retmiştir. M â 1 i k' in rivayetine göre efendimiz, beş defa emzir&shy;mesini emretmiş ve Sehle (Radıyallâhü anhâ) da onu beş defa emzirmiştir.

Tekmile yazarı kadının bir erkeği emzirmesi usulü hakkında şöy&shy;le der:

"îbn-i Abdi'1-Berr: Yetişkin erkeği emzirmek şöyle olur: Kadının sütü bir kaba sağılır. Sonra erkek onu içer. Kadının, memesini erkeğin ağzına vermesi suretiyle olan emzirmeyi hiç bir ilim adamı uygun görmez, demiştir.

Kadı Iyâz da: Her halde Sehle (Radıyallâhü anhâ) kendi sütünü bir kaba sağmış sonra Salim (Radıyallâhü anh) da o sütü içmiştir. Salim, onun memesini emmemiş ve onların tenleri birbirine dokunmamıştır. Çünkü nâmahrem erkeğin, kadının memesini görmesi ve herhangi bir uzvunun ona dokunması caiz de&shy;ğildir, demiştir.

Nevevi de Kadı Iyâz'in bu yorumunu tasvip et&shy;miştir.

İbn-i Sa'd'ın Vâkıdi' den rivayetine göre Sehle (Ra-dıyallâhü anhâ) hergün yeteri kadar sütünü bir kaba sağardı. Sa&shy;lim (Radıyallâhü anh) de içerdi. Beş gün böyle yapıldıktan son&shy;ra artık Sehle (Radıyallâhü anhâî 'nın başı Örtüsüz olduğu hal&shy;de Salim onun yanına girerdi.

Yukarıda anılan âyetle evlâtlığın iptali nedeniyle, nâmahrem durumunda olan S â I i m (Radıyallâhü anh)'in Sehle (Radıyallâhü aflha)'nm odasına girmesini dinî kurallara aykırı gören Ebû Huzeyfe (Radıyallâhü anh) odasına Salim (Radı&shy;yallâhü anh) eskisi gibi girmesinden hoşlanmamıştır. S e h I e (Ra&shy;dıyallâhü anhâ) da bu hâli Ebû Huzeyfe (Radıyallâhü ann)'in yükünden sezince, durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelJem)'e arzetmiştir.

Hadîs metninin sonundaki: "O, (yâni Salim, Sehle'nin sütünü em&shy;meden önce) Bedir savaşına katılmıştı." cümlesinden maksat, S â -1 i m ' in süt emdiği sırada erginlik çağına ermiş olduğunu te'yid et&shy;mektir. [199]



Hadîsin Fıkıh Yönü





Hadîsin zahirine göre çocukluk çağından çıkmış olanın süt em&shy;mesi sebebi ile de nikâh haramlıgı gerçekleşir. Â i ş e, U r v e bin Zübeyr, Ata bin Ebİ Rabah, el-Leys bin Sa'd ve tbn-i' Hazm'ın mezhebi budur. Süt emzirmeye âit âyetler de yaş kaydının bulunmaması da bu mezhebi te'yid eder.

Selef ve halef cumhuruna göre süt emzirmek sebebi ile oluşan nikâh haramlıgı emicinin küçük yaşta olduğu zamana mahsustur. Cumhurun delilleri bundan sonra gelen 37 nolu bâbtaki hadisler ve benzeri hadislerdir.

Cumhur S e h 1 e (Radıyallâhü anhâJ'nın bu hadisine çeşitli cevaplar vermişlerdir. Bu cevaplardan birisi 1047 nolu hadîste belir&shy;tildiği, gibi bu hadîsdeki hükmün Senle (Radıyalâhü anhâ) ve Salim (Radıyallâhü anh)'a mahsus bir ruhsat olması ihtimâli-

dir.

Cumhurun kavline göre koşulan küçük yaş şartı hakkındaki ge&shy;rekli bilgi bundan sonra gelen bâbta verilecektir.

Hâl Tercemeleri

Ebû Huzeyfe bin Utbe bin Babla bû. Abd-i Şems (RA.)'m ismi Muhşem ve&shy;ya Hâşim yahut Kays'dır. İlk müslümanlardandir. İslâmiyet! kabul eden 44. zâttır, önce Habeşistan'a, sonra Medine'ye hicret etmek şerefine mazhar olan bu zftt KâTse ve Mescid-i Aksâ'ya doğru namaz kılmıştır. Bedir, Uhud ve bunlardım son&shy;ra yapılan bütün savaşlara katılmış, nihayet Yemame savacında 56 yasmda iken şehid olmuştur.

Sehle binti Süheyl bin Amir el-Kureşl el-Amirl (R.A.) Ebû Huzeyfe (B.AJ'm karışıdır. Babası Süheyl (R.A.) meşhur sahabldir. (Tekmile C. S, Sah. 198-197)



1944) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'âan; Şöyle demiştir :

Andolsun ki recm etme âyeti ve yetişkin kişiyi on defa emzirme (sebebi ile nikahlamanın haramlıgı) ayeti indi ve andolsun ki bu âyetler tahtımın altındaki bir yaprakta (yazılı) idi. Resûlullah (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem) vefat edip bizO'nun Ölümü ile meşgui olun&shy;ca, evde beslenen bir koyun (veya keçi odaya) girip o yaprağı yedi." [200]



İzahı





Kütüb-i Sitte'nin diğerlerinde bu hadise rastlamadım. Hadiste anılan recmetme âyeti, .müellifin 2553 nolu hadîsinde geç&shy;mektedir. Âyet şöyledir:"evli erkek ve evli kadm zina ettikleri zaman muhakkak onları recmediniz."

Bu âyetle ilgili gerekli bilgi orada verilecektir. Burada şunu be&shy;lirtmekle yetinelim. Bu âyet, okunması neshedilip hükmü neshedtl-meyen âyetlerdendir.

Yetişkin kişinin 10 defa süt emmesi sebebi ile nikâhın haramlı-gma dâir âyetin de okunmasının mensûh olduğu ma'lumdur. Müellifin bu hadisi bu bâbta zikretmesi bu âyetin hükmünün mensuh ol&shy;madığının belirtisidir.

Sindi bu hadisin haşiyesinde: Bu hadîs, süt emme sebebi ile oluşan nikâh haramhğınm yetişkinler hakkında 10 defa süt emmek şartına bağlı olduğuna delâlet eder. Fakat küçük çocukların da ay&shy;ni hükme tâbi olduğuna delâlet etmez, demiştir.

1943 nolu  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsi 10 defa süt em&shy;meye âit âyetin beş defa süt emmeye âit âyetle neshedildiğine delâ&shy;let eder. Her iki hadisin birleştirilmesi için bu hadisi böyle yorumla&shy;mak gerekir, kanaatındayım.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın bu hadîsinin delil olup olami-yacağı hususu, onun 1942 nolu hadisine âit husus gibidir. Oradaki itiraz burada da söz konusudur.

Bu hadiste sözü edilen âyetlerin yazılı olduğu yaprağın bir ko&shy;yun veya keçi tarafından yenildiğine dâir  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın sözünden maksat bu iki âyetin, okunması gereken Kur'an*-dan olduğunu söylemek değildir. Çünkü böyle bir söz, Kur'an-ı Ke-rîm'de bir değişikliğin bulunmasını gerektirir ki, bu imkânsızdır. Nas-sa muhaliftir. Zira Kuranı Kerîm'in her çeşit tağyir ve tebdilden mahfuz bulunduğu. Allah Teâlâ'nın onun koruyucusu olduğu;

"Şüphesiz Kuranı biz indirdik ve şüphesiz onun koruyucusu biziz" âyeti ile sabittir. A i ş e (Radı&shy;yallâhü anhâ) bu iki âyetin okunmasının mensuh olup hükmünün mensuh olmadığını söylemek istemiştir. Şu var ki 10 defa süt emme&shy;ye âit âyetin hükmünün beş defa süt emmeye âit âyetle neshedildiği yine  i ş e (Radıyallâhü anhâ) dan rivayet edilmiştir.

Hadîste geçen "Dâcin" evde beslenen koyun ve keçiye denilir. Hadiste anılan yaprağı yiyen hayvan ya koyun veya keçi olduğu için bu duruma parentez içi ifâde ile işaret etmek istedim. Bu kelime ev&shy;cil diğer hayvanlar için de kullanılır.

Hâl Tercemesi

Salim Mevlâ Ebf Huzeyfe (R.A.)'a Salim bin Malul denilirdi. Aslen İranlı olan bu zât Bedir gazilerinden meşhur ve çok değerli ilk müslümanlardandır. En-sâr'dan bir kadının mevlâsı yani azadlısıdır. Ona mevla Ebİ Huzeyfe deniliyor fen&shy;de aslında Ebû Huzeyfe'nin azadhsı değildir. Ebû Huzeyfe onu evlât edinmişti Ev&shy;lât edinmek yasaklanınca ona mevla Ebİ Huzeyfe denildi. Salim, Ebû Rusaiffa ta&shy;rafından bir zaman evlât edinildiği için Kureyş'ten, aslen İranlı olduğu İçin acem' den, hicret ettiği için muhacirlerden ve Ensâri bir kadının azadlısı olduğundan En-sar'dan sayılırdı. Kur'an-ı en güzel okuyanlardan idi. Ebû Bekir (RA.)'m hilafeti döneminde Yemame savaşında şehid edildi. (El-Menhel C. 4* Sah. 300) [201]



37- Sütten Ayırma (Çağın)Dan Sonra Süt Emme (Hükmü) Yoktur Babı





1945) Aije (Radtyallâhü anio/dan rivayet edildiğine göre:

Bir defa Aişe'nin odasında bir adam otururken Peygamber (Sal-laJlahü-Aleyhi ve Sellem) içeri girdi ve :

— «Bu kimdir?» diye sordu. Âişe s

— Bu benim (süt) kardeşimdir, diye cevap verdi. Efendimiz, Âise'ye î

— «Odalarınıza aldığınız adamlar (m sütten mahreminiz sayılıp sayılmıyacağınla dikkat ediniz. (Çünkü (mahremliğe sebep olan) süt emme işi, ancak açlık hâlitni gidermek) için olanıdır.»" [202]



İzahı





Buharı, Müslim, Ebû Dâvüd ve N e s a i de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde;

«Kimlerin sizin süt kardeşleriniz olduğuna dikkat ediniz.» buyurul-muştur. Bu ve benzeri az lafız değişikliği var ise de mânâyı etkile&shy;mez.

Âişe (Radıyallâhü anhâJ'nin odasında oturan süt kardeşinin isminin ne olduğu, rivayetlerde bildirilmemiştir. El-Hâfız: Ben bu zâtın adına rastlıyamadım. Ebü'l-Kays'ın oğlu olduğunu sanıyorum, demiştir.

Hadîsin; cümlesi veciz bir ifâdedir. Îki şekilde yorumlanmıştır. Birinci ve kuvvetli yorum şudur: "Nikah&shy;lamanın haramlığına ve bir kadın ile bir erkeğin yalnızca bir oda&shy;da durmalarının câizliğine sebep olan süt emme işi, süt emicinin, açlığını sütle giderecek, küçük yaşta bir çocuk olduğu zamana mah&shy;sustur. Çünkü çocuğun midesi zayıftır, süt onu doyurup besler. Bu nedenle çocuk, emrizen kadının bir parçası ve öz çocukları gibi olur. H a 11 â b i böyle yorumlamıştır. Bu yoruma göre süt emenin çocuk olması şarttır. Yetişkin kişinin emdiği süt muteber değildir.

Sindi" nin dediği gibi böyle yorum yapılınca bu hadisten çıkarı&shy;lan hüküm hadisin râvisi  i ş e (Radıyalâhü anhâ)'nm görüşü&shy;ne ters düşer. Çünkü  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'mn görüşüne gö&shy;re büyüK yaştaki kişinin emdiği süt de muteberdir. Onun delillerin&shy;den birisi 1943 nolu S e h 1 e (Radıyallâhü anhâ)'ya ait hadisidir. A i ş e (Radıyallâhü anhâl'mn 1943 ile 1945 nolu hadislerin arası&shy;nı bulmak için şöyle demek gerekir:  i ş e bu iki hadîsin buyu-ruluş târihlerini bilir. Onun görüşüne göre 1945 nolu hadîs 1943 no&shy;lu Sehle (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisi ile mensuhtur.

Yukardaki cümlenin ikinci yorumu şöyledir:

Nikâhın haramhğına ve bir erkek ile bir kadının yalnızca bir odada durmalarına sebep olan süt emme işi, süt emicisini doyuru&shy;cu olan bol süttür. Yâni bir iki defa emilen süt muteber sayılmaz.

Bu yorum şeklinin bu bâbla ilgisi yoktur. Müellifimizin bu hadî&shy;si bu bâbta zikretmesi, kendisinin ilk yorumu tercih ettiğine delâlet eder. Eğer ikinci yorumu tercih etmiş olsaydı bu hadîsi bu bâbta değil, daha önce geçen 35 nolu bâbta rivayet edecekti.

Hulâsa bu hadîs, muteber olan süt emme işinin küçük yaştaki ço&shy;cuklara mahsus olduğuna delâlet eder.

Küçük yaş sının hakkındaki âlimlerin görüşlerini bu babın son hadisini izah ederken beyan edeceğim.



1946) Abdullah bin Zübeyir (Radıyatlâhü anhümâ)'âan rivayet edil&shy;diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

"Barsakları (doldurup) birbirinden ayıran sütten başka süt, ni&shy;kâh haremliğini gerektirmez."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde zayıf bir ravl olan ftm-i Lahİa vardır. Tirmizl bu hadisi Ümmü Seleme'm hadisi olarak rivayet edip hasen - sahih olduğunu söylemiştir, [203]



İzahı





Barsakları birbirinden ayırmadan maksat, sütün yemek gibi gıda yerini tutup beslenme ihtiyacını karşılamasıdır. Bu da ancak kü&shy;çük çocuğun süt emdiği devrede gerçekleşir. Su halde çocuğun süt&shy;ten ayrılıp gıdasını yemeklerden aldığı yaşlara varınca emdiği süt, nikâh haramlığı yönünden muteber değildir. T ı y b i hadisi böyle yorumlamıştır.

Sindi, Tıybî1 nin bu yorumunu naklettikten sonra: Ben&shy;ce, sütün bir iki defa gibi az olmayıp barsakları açacak miktarda ol&shy;masının gerekliliği mânâsı kastedilmiş olabilir, demiştir.



1947) Zeyneb binti Ebi Seleme (Radtyallâhü ankümâ)'frdn; Şöyle de&shy;miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bütün karılan Aişe (Radıyallâhü anha)'ya muhalefet ederek, Ebû Huzeyfe'nin mevlâsı Salim (Radıyallâhü anhümâ) 'nin (erginlik çağına varmışken) Senle (Radıyallâhü anhâ)'nın sütünü emmesinin benzeri ile bir erkeğin onların odalarına girmesinden imtina ettiler ve: (Âişe'ye) Biz ne bi&shy;liriz? Salimin erlik çağında iken Sehle'nin sütünü emerek, onun oda&shy;sına girmesinin Sâlim'e özel bir ruhsat olduğunu umuyoruz, dedi&shy;ler." [204]



İzahı





İmam Mâlik. Şafii. Ahmed, Buhârl, Müs&shy;lim, Ebû Dâvûd ve Nesai de bunun benzerini rivayet etmişlerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem zevcelerinin, kendi görüşlerini  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'ya an&shy;lattıkları bâzı rivayetlerde belirtilmiştir.

Salim (Radıyallâhü anh)'ın S e h 1 e (Radıyallâhü anhâ)'-nın sütünü emmesi mes'elesi 1943 nolu hadîste anlatılmıştır. Tamam&shy;layıcı bilgi için oraya müracaat edilmesi gerekir.

Bu hadis de süt emmenin muteber olması için, emicinin küçük yaşta olmasının şart olduğunun delilidir. Yâni A i ş e (Radıyal&shy;lâhü anhâ) ve H a f s a (Radıyallâhü anhâ)'dan başka Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem zevceleri bu görüştedir&shy;ler. Fakat Salim (Radıyallâhü anh)'m süt emmesine âit hük&shy;mün ona mahsus bir ruhsat olduğuna dâir bir delil göstermemişler&shy;dir. Bununla beraber ihtiyatlı olanı tutmuşlardır.

1943 nolu hadîsin izahı bölümünde belirttiğim gibi  i ş e (Ra&shy;dıyallâhü anhâ), Urve bin Zübeyir (Radıyallâhü anh). Ata bin Rabâh, el-Leys bin Sa'd ve îbn-i Hazm'ın mezhebi, küçük büyük herkesin süt emmesi ile nikâh haramlığmın gerçekleşmesidir.

Selef ve halefin cumhuruna göre; süt emmenin muteber olması için küçük yaşta bir çocuk iken süt emilmesi şarttır. Süt emme ça&shy;ğından sonra emilen süt bir değer taşımaz. Cumhurun delilleri bu bâbtaki hadisler ve benzeri hadîslerdir. Cumhur, S â 1 i m ' in ola&shy;yını, ona mahsus bir ruhsat olarak yorumlanmışlardır. [205]



Çocuğun Süt Emme Yaşı





Nikâhın haramlığına ve mahremliğine sebep olan süt emmeye âit yaş sınırı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

1. İmam Sevri, Evzâi, Şafiî, Ahmed, Ebû Yûsuf, Muhammed, İshak ve Ebû Sevr'e gö&shy;re bu süre iki yaştır. İki yaşını doldurmuş olan bir çocuğun eme&shy;ceği süt, muteber değildir. Yâni bununla nikâh haramlığı ve mah-remlik gerçekleşmez.

Bu kavil, Ömer, İbn-i Mes'ud, Ebû Hüreyre, Saîd bin el-Müseyyeb, Ebû Hanife ve Zufer (Radıyallâhü anhümJ'den de rivayet edilmiştir, t b n - i V e h e b bu kavli Mâl i k' den rivayet etmiştir. Başka bir rivayete göre Mâlik: İki yaşını dolduran çocuk üç yaştan bir iki veya üç ay almış ise aynı hükme tâbidir. Fakat fazla gün almış ise, artık eme&shy;ceği sütün dinen bir değeri yoktur, demiştir.

Bu grubun delillerinden birisi;

"AnaJar çocuklarını tam iki yıl emzirirler, emzirmeyi tamam&shy;lamak isteyen için.[206] âyetidir. Diğer bir delil:

ve çocuğun (ana rahminde) ytiklenilmest ve sütten kesilmesi —süresi— otuz aydır.[207] âyeti&shy;dir. Hamileliğin en az süresi altı aydır. Bu itibarla sütten kesilmek için iki yıl kalır.

Bunların başka delilleri de vardır. Hadîs şerhlerinde ayrıntıları ile birlikte beyân edilmiştir.

2. Ebû Hanife' nin meşhur kavline göre bu süre otuz aydır. Onun delili ise yukardaki son âyettir. Ona göre bu âyet hamlin ve süt emzirmenin her birisinin süresinin otuz ay olduğu&shy;nu ifâde eder. Ancak hamlin azamî süresinin iki yıl olduğu D â-rekutni ve Beyhakî' nin rivayet ettikleri  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin;"Hamil (gebelik) sü&shy;resi iki yıldan fazla olmaz» eseri ile sabittir. Süt emzirme süresi ise olduğu gibi otuz ay olarak kalmıştır.

Cumhur, Ebû Hanîfe'ye şöyle cevap vermiştir: Âyetin zahirine göre otuz aylık süre gebelik ve süt emzirme sü&shy;relerinin toplamıdır. Beherinin değildir. Birinci âyet bunun delilidir.

Zeyneb binti Ebî Seleme (R.A.)'nin Hâl Tercemesi

Zeyneb el-Mahzumiye (R.A.) Peygamber (S.A.V.)'in muhterem eşi ÜmmÜ Se&shy;leme (B.A.)'ın ilk kocası Ebû Seleme (R.A.)'dan olan kızıdır. Efendimizin üvey kızı olan Zeyneb (R.A.)'in Habeşistan'da doğduğu söylenmektedir. Adı Berre idL Peygamber (S.A.V.) ona Zeyneb ismini verdi.

Kendisi Peygamber (S.A.V.)'den ve kendi anası ÜmmÜ Seleme ile Aişe, Zeyneb bint-t Cahş ve Ümmü Habibe (R.A.)'den hadîs rivayetinde bulunmuştur. Kendi&shy;sinden de oğlu Ebû Ubeyde. Ali bin el-Hüseyin, Kasım bin Muhammed, Urve bin Zübeyir, Ebû Seleme ve Şa'bİ (R.A.) rivayet etmişlerdir. Medine'de kadınlar için fıkıh ilmini en iyi biten hanım idi. Hicretin 73. yılı vefat etmiştir. Dört sünen sa&shy;hipleri onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (El-Menhel cild 2, sah. 331}[208]


38- (Emzikli Kadının Sütü) Kocasının Sütü (Sayıldığının Beyânı) Babı





1948) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'âan; Şöyle demiştir;

Kadınların erkeklerden saklanması âyeti indirildikten sonra süt amcam E fi ah bin Ebi Kuays (Radıyallâhü anhümâ) ziyaretime gele&shy;rek, odama girmek için izin istedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanıma girinceye kadar ona izin vermekten imtina ettim. Sonra Efendimiz (gelince) :

— «O senin (süt) amcandır. (Yanına girmesi için) ona izin ver.-buyurdu. Ben:

— Beni ancak onun kardeşinin karısı emzirdi ve erkek emzirme-di (ki), dedim. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Senin İki elin topraklansın veya sağ elin topraklansın» bu&shy;yurdu.-



1949) Âişe (RadtyaUâhü anAâJ'dan; Şöyle demiştir;

Süt amcam gelerek, odama girmek için izin istedi. Ben ona izin vermekten imtina ettim. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) bana:

— "(Süt) amcan senin yanına girsin" buyurdu. Ben de ı

— Beni ancak kadın emzirdi ve beni erkek emzirmedi, dedim. Efendimiz buyurdu ki:

— "Şüphesiz o senin (süt) amcandır. Bunun için senin yanma girsin.*',, [209]



İzahı





İmam Mâlik, Şafii ve Kütüb-i Sitte sahipleri Âişe (Radıyallâhü anhâ)'mn bu bâbtaki hadîsini benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir.

Tekmile yazarının beyânına göre Âişe (Radıyallâhü anhâ) '-nuı süt amcası Eflah, Müslim ve Ebû Davud'un rivayetlerinde Ebû Kuays'in oğlu olarak anılmıştır. Müelli&shy;fimizin rivayeti de böyledir. Buhârî ve Müslim'de mü&shy;teaddit yollarla gelen bâzı rivayetlere göre Eflah, Ebû Ku&shy;ays ' in kardeşidir. M ü s 1 i m ' in bir rivayetinde Âişe (Ra-dıyallâhü anhâ) nm süt amcası E b ü' 1 - C a' d künyesi ile anılmış&shy;tır. Tekmile yazan : Doğrusu Eflah1 m, Ebû Kuays'm kardeşi olarak gösterildiği rivayettir. Hadîs kitaplarında ve diğer ki&shy;taplarda bilinen durum şu : Aişe (Radıyallâhü anhâ)'nın süt am&shy;cası Ebu Kuays'ın kardeşi Efleh'tir. Ebü'l Ca'd'da onun künyesidir. Âişe (RadıyaHâ.hü anhâJ'mn süt babası da Ebü'l-Kuays olup bu künye ile meşhur olan bu zâtın adı Vâil bin Eflah

e 1 - E ş ' â r i' dir, demiştir.

Hadisin sonundaki -Senin iki elin topraklansın veya sağ elin top&shy;raklansın- cümlesindeki tereddüt ravidendir. Yâni Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem) ya böyle ya şöyle buyurmuştur.

•Ellerin topraklansın* veya «sağ elin topraklansın» mânâsını ifâ&shy;de eden cümle Araplar arasında bu anlamda kullanılmayıp övme ve&shy;ya yerme mâhiyetinde kullanılır. Bazen de duâ veya beddua anlamın&shy;da kullanılır. Bu takdirde muhatabın zenginleşmesi veya fakirleş&shy;mesi dileği mâhiyetinde kullanılmış olur.

Bu hadis, süt emzirme sebebi ile oluşan nikâh haramlığı ve mah-remlik hükmünün emziren kadının kocası tarafına da yayıldığına

delâlet eder.

N e v e v î şöyle der: Tüm âlimlerin ve cumhurun mezhebi şudur ki: Süt emen çocuk, emziren kadının öz çocuğu gibidir. Keza kocasının öz çocuğu gibidir. Bu kan ve kocanın çocukları süt emen çocuğun kardeşleri hükmündedir. Kocanın erkek kardeşleri süt emen çocuğun amcalarıdır. Keza kocanın kız kardeşleri, o çocuğun hala&shy;larıdır. Çocuğun evlâdı da kocanın torunlarıdır.

Sahâbiler ile tabiîlerin cumhuru da böyle hükmetmişlerdir.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ) süt amcası E f 1 a h (Radıyallâ-hü anh) ziyarete gelinceye kadar süt hükmünün emziren kadının kocası tarafına sirayet etmediğini sandığı için durumu garibsemiş sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) durumu beyan buyur&shy;muştur. [210]


39- Nikâhı Altında İki Kız Kardeş Varken Müslüman Olan Adamın (Nikâh Durumunun Beyânı) Babı





1950) (Feyruz) ed-Deylemî (RadtyaUâhü ank)>den;

Câhiliyyet devrinde evlendiğim iki kız kardeş benim nikâhım al&shy;tında iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e geldim (Ben muslumanlığı kabul ettikten) sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana) :

«Eve döndüğün zaman onlardan birisini boşa.- buyurdu."



1951) Feyruz ed-Deylemî (Radıyallâhü anh>'den; Şöyle demiştir:

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek: Yâ Resûlallah! Nikâhım altında iki kız kardeş varken ben müs-lüman oldum dedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana bu&shy;yurdu kİt

«İkisinden istediğin birisini boşa.-" [211]



İzahı





Müellifimizin iki senedle rivayet ettiği ve metinleri birbirine ben&shy;zeyen D e y 1 e m î (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini İmam A h -med, Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de riva&shy;yet etmişlerdir. Ebü Dâvûd'un rivayet ettiği metin 1951 no-lu metnin aynisidir. T i r m i z i' deki metinde Peygamber (Sal-

lallahü Aleyhi ve Sellem)'e âit cümle; = «İkisinden istediğin birisini seç- şek indedir.

Hadis, iki kız kardeşin birlikte bir adamın nikâhı altında bulun-durulamıyacağina delâlet eder. Müslümanlığı kabul eden bir kimse îslâmiyeti kabul etmeden önceki dönemde iki kız kardeşle evli ise, muslumanlığı kabul edince bunlardan birisini boşamak zorundadır. Hadîs bu hükmü ifâde eder. Bu iki kız kardeşin nikahlan ister be&shy;raber ve aynı zamanda kıyılmış olsun, ister birisi önce, diğeri son-ra kıyılmış olsun fark etmez. Erkek bu iki kandan dilediğini nikâ&shy;hı altında tutar ve diğerini boşar.

Alimlerin bu husustaki görüşlerine gelince İmam Mâlik, Şafii, Ahmed, el-Hasan, Evzâi ve îshak bu hadîsi delil göstererek yukarıda anlattığım gibi hükmetmişlerdir

tmam Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, Sevri ve bir cemaat ise şöyle hükmetmişlerdir: Eğer iki kız kardeşin nikâh akdi aynı zamanda kıyılmış ise, adam bunlann ikisinden de aynlmak zorundadır. Şayet nikahlan ayn zamanlarda kıyılmış ise adam, son&shy;radan nikâhı kıyılan kadından ayrılmak zorundadır. Bu gruptaki âlimler: Müslümanlar hakkında uygulanan hükümler, kâfirler hak&shy;kında uygulanan hükümler, kâfirler hakkında da uygulanır, görü&shy;şündedirler.

Tekmile ve Tuhfe yazarlan Cumhura âit ilk görüşü tercih ede&shy;rek : Hadîsin zahiri buna uygundur. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hangi kadının nikâhı önce ve hangisinin sonra kı&shy;yıldığını D e y i e m î (Radıyallâhü anh)'a sormamıştır. Şu halde hüküm umumidir, demişlerdir.

Kadın ile halası veya teyzesi aynı kişinin nikâhı altında beraber bulundurulamayacağı cihetle iki kız kardeşe âit hüküm bunlar hak&shy;kında da uygulanır. [212]



40- Nikâhı Altında Dörtten Fazla Kadın Bulunduğu Halde Müslüman Olan Adamın (Nikâh Durumunun Beyanı) Babı





1952) Kays bin H-Hâris (Radıyallâhü anh)\\en; Söylememiştir:

Nikâhım altında sekiz kadın varken müslüman oldum. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e gelerek bu durumu ken&shy;dilerine arz ettim. Bunun üzerine buyurdular ki:

-Onlardan dört tanesini seç.»

Deylemi (KjV.)'nin Hâl Tercemesi

Peyruz ed-Deyleml (R.A.) aslen İranlıdır. Peygamber (S.A.V.)'i ziyaret ede&shy;rek znüslümanlığı kabul eden bahtiyar sahâbilerdendir. Yemen'de Peygamberlik iddiası ile ortaya atılan sahte Peygamber el-Esved el-Ansi'yi Öldüren zâtdır. Dey-leml (R.A.)'ın bu yalancı peygamberi Öldürmesi haberi Peygamber (S.A.V.)'e son hastalığında ulaştı. Deyleml (R.A.) Peygamber (S.A.V.)'den hadîs rivayetinde bu&shy;lunmuştur. Rfivileri, oğullan Dahhak ve Abdullah ile başka zatlardır. Osman (R.A.) veya Muaviye (R.A.)'in hilâfeti döneminde vefat etmiştir. (Tekmile C. 4, Sah, 222)



1953) (Abdullah) bin Ömer (RadıyaUâkü anhümdi'&dn: Şöyle de&shy;miştir :

Cay lan bin Seleme (Radıyallâhü anh), nikâhı altında on kadın bulunduğu halde müslüman oldu. Bunun üzerine Peygamber (Sallal&shy;lahü Aleyhi ve Sellem) ona:

«Onlardan dört tanesini al» buyurdu." [213]



İzahı





Kays bin el-Hâris (Radıyallâhü anh) m hadisini E b û Dâvûd ve Beyha ki de rivayet etmişlerdir.

Hadisin râvisi Kays bin el-Hâris, Ebû Davud'un bir rivayetinde el-Hâris bin Kays olarak geçmektedir, Ebû Dâvûd râvinin ismini Kays bin el-Hâris ola&shy;rak doğrulamıştır. îbn-i Hibbân da bu görüşü benimsemiş ve râvinin sahâbîlerden olduğunu söylemiştir. Lâkin e 1 -H âf ı z e 1 -1 s â b e ' de : Râvinin adını el-Hâris bin Kays ola&shy;rak tercih ederek, cumhurun böyle dediğini, Buhârî, İbnü's-Seken ve başkalarının bunda karar kıldıklarını ve bundan baş&shy;ka hadisinin bulunmadığını söylemiştir.

Bu hadîsin zahirine göre, nikâhı altında dörtten fazla kadın var&shy;ken müslüman olan kişi, bunlardan dilediği dört tanesini kendisine seçer. Bu seçmeyi yaparken, hangisi ile önce ve hangisi ile sonra evlendiğine veya hepsi ile bir akitle mi, yoksa ayrı ayrı akitlerie mi evlendiğine bakmıyacaktır. Akitlerin birlikte veya ayrı ayrı za&shy;manlarda kıyılmış olması seçme yetkisini etkilemez. Çünkü Peygam&shy;ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem î sekiz kadının nikâhlarının beraber mi, ayrı ayrı zamanlarda mı kıyıldığını Kays (Radıyallâhü anh)'a sormadan, dört tanesini seçmesini emretmiştir. Bu hükümle ilgili geniş bilgi aşağıda verilecektir.

Çaydan bin Seleme (Radıyallâhü anh)'in hadisini Şafii, Ahmed, Tirmizİ, Hâkim ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin hükmü, bundan önceki hadisin hük&shy;münün aynıdır. [214]



Her Îki Hadîsin Fıkıh Yönü





1. Müslüman olan kâfirlerin, müslüman olmadan önce kıyılan nikâhları geçerlidir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)Müslüman olan K a y s (Radıyallâhü anh) ve G a y 1 â n (Ra-dıyallâhü anh) nikâhlarının nasıl kıyıldığını sormamış ve nikâhlarını yenilemelerini istememiştir. Ancak iki kız kardeşi beraberce nikâh altında tutmuş olmak gibi mubah olmayan bir durumun olmaması şarttır.

2. Nikâhı altında dörtten fazla kadın bulunurken müslürnan olan adam bunlardan dilediği dört kadını seçebilir ve dörtten fazla olan&shy;lardan ayrılmak zorundadır.

İmam Mâlik, Şafii, Ahmed, Leys, İshak, Hasan-ı Basri ve Muhammed bin el-Hasan'm mezhebi budur. Delilleri de bu iki hadîstir.

İmam Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, Sevri, Ev-z â i ve Z ü h r î' ye göre, İslâm hükümlerine aykırı bulunan kâ&shy;firlerin nikâhları muteber değildir. Bu nedenle nikâhı altında dört&shy;ten fazla kadın varken müslüman olan bir adam, nikâhları ilk kıyıl&shy;mış olan dört kadını seçebilir. Diğerlerinden ayrılmak zorundadır. Eğer dörtten fazla kadınların hepsinin nikâhı aynı anda kıyılmış ise, nikâhların tamamı bâtıldır. Bu grubun görüşü nassa karşı bir kı&shy;yas olduğu için, zayıf görülmüş ve cumhurun görüşü kuvvetli sayıl&shy;mıştır.

3. Dörtten fazla kadının bir erkeğin nikâhı altında bulunması caiz değildir. Selef ve halefin cumhurunun mezhebi budur âyeti de böyle yorum&shy;lanmıştır. Böyle yorumlanmasının delili bu hadîslerdir. [215]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:42 am

41- Nikâh Kıyılırken Koşulan Şart (İn Yerine Getirilmesi) Babı





1954) Ukbe bin Amir (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre: Pey gamber (Sallallahü Aleyhi ve Selletn) şöyle buyurdu, demiştir:

Yerine getirilmesi gereken şartlardan evlâ olanı nikâh akdin&shy;de koşulan şartlardır.»" [216]



İzahı





Kütüb-i Sitte sahipleri bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde görülen az lâfız farkı mânâyı etkilemediği için bunu belirtmeye gerek görmüyorum.

Hadîsdeki;kelimesi "Evlâ" mânâsına yorumlanmıştır. Yâ&shy;ni nikâh şartlan başka şartlardan ziyâde yerine getirilmeye lâyık ve onlara nazaran öncelikle riâyet edilmelidir. Çünkü nikâh akdi hakkında çok ihtiyatlı davranmak gerekir, onun zedelenmemesine özen gösterilmelidir.

Öncelikle yerine getirilmeye en liyakatli olan nikâh akdindeki şartlar nelerdir? Nikâh akdinde koşulan her şarta riâyet etmek ge&shy;rekir ve vâcib midir? Bu hususu aydınlatalım :

N e v e v i şöyle der.- Şafii ve âlimlerin ekserisi: Bu ha&shy;dis, nikâhın gereklerine aykırı olmayıp bilâkis onun gerek ve amaç&shy;larından sayılan şartlar anlamına yorumlanır. Bu nevi şartlardan misal olarak, erkeğin, karısına karşı iyi davranması, nafakasına, gi&shy;yeceğine ve meskenine iyi bakması, hukukuna riâyet etmesi, kuma&shy;sı varsa kumalar arasında âdilâne nöbet uygulaması, keza kadının kocasından izinsiz evden çıkmaması, kocasına itaatsizlik etmemesi, kocasının izni olmadan nafile oruç tutmaması, kocasının izni olma&shy;dan kimseyi eve almaması, kocasının rızâsı olmadan onun malını har&shy;camaması gibi şartlar gösterilebilir.

Nikâh'ın gerek ve amaçlarına aykırı şartlar koşulmuş ise bun&shy;ların yerine getirilmesine gerek yoktur. Bilâkis bu nevi şartlar ge&shy;çersizdir ve nikâh sahih olup kadının emsalinin mehri ödenir. Çün&shy;kü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

«Allah'ın kitabında bulunma&shy;yan her şart bâtıldır» buyurmuştur. Bu nevî şartların örnekleri: Er&shy;keğin, karısının nafakasını ödememesi, kumalar arasında nöbet u^u-lünu uygulamaması, yolculuğa giderken karısını beraberinde goiur-memesi ve benzeri şartlar.imam Ahmed ve bir cemaata göre nikâh akdinde koşu&shy;lan bütün şartlara riâyet edilmesi vâctbtir,' diye bilgi vermiştir. [217]


Hadisin Fıkıh Yönü





Başka şartlardan daha fazla nikâh şartlarına riâyet ve önem ve&shy;rilir. Nikâh şartları şu üç kısma ayrılır:

1. Yerine getirilmesinin vâcipliğine âlimlerin ittifak ettikleri şart&shy;lardır. Bu da Allah'ın emrettiği ya iyi davranmak sureti ile evliliği sürdürmek, ya da iyilikle boşanmaktır. Cumhur bu hadisi uuna yo&shy;rumlamıştır.

2. Yerine getirilmesinin vâcipliğine âlimlerin ittifak ettikleri şartlardır. Örneğin: Nikâhın mehirsiz olması, kadına nafaka veril&shy;memesi, verilen mehrin kocaya iade edilmesi, kocanın karıyla cinsel ilişkide bulunmaması, cinsel ilişki esnasında kocanın geri çekilip su&shy;yunu dışarıya akıtması, karının kocasını beslemesi veya ona bir mal vermesi şartları. Bu şartların* hepsi âlimlerin ittifakı ile bâtıldır. Çün&shy;kü evlenme akdine aykırıdır. Bu tür şartlar koşulduğu takdirde, ge&shy;çersizdir. Kıyılan nikâh akdi ise sahihtir.

3. Yerine getirilip getirilmiyeceği hususunda âlimlerin ihtilâf et&shy;tikleri şartlardır. Örneğin: Kocanın bu kadın üzerine başka bir ka&shy;dınla evlenmemesi, kadının kendi evinden kocasının evine nakledil&shy;memesi, kocası ile sefere götürülmemesi gibi şartlardır. î m a m Zühri, Katâde, Hanefiler. Mâlik, Şafii, el-Leys bin Sa'd ve Sevri; Bu nevî şartlar bâtıldır, nikâh akdi sahihtir, kadına mehir ödenir. Çünkü bu nevi şartlar Al&shy;lah'ın kitabında bulunmadığı gibi evlenme akdinin gereklerinden ve&shy;ya yararlarından da değildir. Bu itibarla bu şartlar fâsıktır. Nasıl ki; kadın kendi nefsini kocasına teslim etmemesi şartını koşarsa bu şart bâtıldır, demişlerdir

Evzâi, îshak ve Ahmed ise: Anılan şartlarla kıyı&shy;lan nikâh sahihtir. Koca bu şartlara riâyet etmekle mükelleftir, et&shy;mediği takdirde kadın nikâhını feshedebilir, demişlerdir. Bu kavil, Ömer bin el-Hattâb, Sa'd bin Ebi Vakkâs ve Amr bin el-Âs (Radıyallâhü anhüml'den rivayet edil&shy;miştir. Bunlar hadîsin umumîliğine bakarak hükmetmişlerdir.

Kadı Iyâz ve bâzı âlimler de hadîsdeki şartı mehir mânâ&shy;sına yorumlamışlardır. Çünkü kadının kadınlığından yararlanmaya karşılık mehir ödemek dinen şart kılınmıştır.



1955) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-A.-O (Katlt-yallâbü anhüm)'(\en rivayet edildiğine züre; Re?ûlull;ıh (Salta/lahit Ah-yki ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Nikâh akdinden önce (verilmiş) olan mehir, hediye ve hibe ka&shy;dınadır. Ve nikâh akdinden sonra (verilmiş) olan (mal) kime veril&shy;miş veya hediye edilmiş ise onadır. Adama ikram edilmeye en uy&shy;gun vesile onun kızı veya kız kardeşidir.-" [218]



İzahı





Nesai ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir.

Hibâ: Hediye ve bağış mânâlarına gelir. Kocanın mehirden ay&shy;rı olarak hibe yolu ile veya hibeden bahsetmeden verdiği maldır. Ha&shy;diste hibe kelimesi de geçtiği için 'Hiba* kelimesinden maksat, hibe ismi anılmadan verilen maldır. Bu kelimeyi hediye diye terceme et&shy;tim.

S i n d i' nin beyânına göre hadîsten kastedilen mânâ şudur: Nikâh akdinden önce kadın velisinin koca tarafından aldığı şeyle&shy;rin tümü kadına aittir. Ona teslim etmesi gerekir. Nikâh akdinden sonra velinin koca tarafından aldığı şeyler ise kendisinedir.

H a 11 â b i : Veli, mehirden başka bir şeyin kendisine verilme&shy;sini şart koşmuş ise, nikâh akdinden sonra kendisine verilen o şey ona aittir, diye yorum yapmak gerekir, demiştir.

Velî nikâh akdinde mehirden başka kendisine bir şeyin verilme&shy;sini şart koşsa, kocanın bu şartı yerine getirmeye mecbur olup ol&shy;madığı hususunda âlimler arasında ihtilâf vardır.

Bâzı âlimler bunu da kadının kadınlığından yararlanmanın mu&shy;bah kılınması şartlarından sayıp kocanın bunu yerine getirmek zo&shy;runda olduğunu söylemişlerdir.

Velinin kendisine verilmek üzere şart koştuğu şeyin ödenmesinin gerektiğine hükmedenler, bu şeyin kime âit olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

İbn-i Ebİ Rabah. T u s i ve Zühri'ye göre bu mal kanya aittir. Veliye ait değildir. Ömer bin Abdi']-A ziz'in de böyle hükmettiği rivayet olunmuştur. Süf yân-ı Sevri ve Ebû Ubeyd de bu görüştedirler.

Ali bin Hüseyin ile Mesruk'a göre bu mal veli&shy;ye aittir.

Bâzı âlimler ise şöyle demişlerdir.- Eğer veli kadının babası ise, kendisine verilmesi şart koşulan mal kendisine verilir. Başka bir ya&shy;kını ise ona değil, kadına verilir.

Hadisin zahirine göre nikâh akdinden önce kocanın verdiği me-hir, hediye ve hibeyi kim teslim alırsa alsın bunların tümü kadına aittir. Veli olsun başkası olsun kocadan aldığını kadına vermekle mükelleftir. Nikâh akdinden sonra koca kime hediye ve hibe verirse

Hadisin sonundaki "Adama ikram edilmeye en uygun vesile onun kızı veya kız kardeşidir" cümlesinden maksat şudur: Bir adamın kızı veya kız kardeşi ile evlenen kimse adama ikramda bulunmanın en uygun ve en liyakatli fırsat ve münasebetini bulmuş olur. Bu iyi mü&shy;nasebetle adama ikram etmelidir. Bu yolla yapılan ikram en iyi ve en uygun yolla yapılmış bir ikram olur. [219]


Nikah Akdinden Önce Veya Sonra Kadın Tarafına Verilen Hediye İle İlgili Âlimlerin Görüşleri





1. Mâlikiler'e göre; nikâh akdinden önce veya akid es&shy;nasında, kadına, velisine veya başkasına koca tarafından hediye edi&shy;len şeyler, şart koşulsun koşulmasın mehir hükmündedir. Ve mehir hükmüne tâbidir.

Nikâh akdinden sonra koca tarafından karıya veya velisine, ya&shy;hut başka yakınma hediye edilen şeyler, kime hediye edilmiş ise ona âit olur ve mehir hükmüne tâbi değildir.

2. Hanefî âlimlere göre; evlenme işinin gerçekleştirilip ça&shy;buklaştırılması amacı ile koca, karının yakınlarına bir şey verirse onu geri alabilir. Çünkü, bir nevi rüşvet hükmündedir.

Kocanın, nikâh akdinden önce kanya verdiği şeylerin hediye veya nehirden sayılması hususunda mahalli örf âdete göre hükmedil m es i uygun görülmüştür. Eğer gönderilen hediyeler, örf ve âdette mehir-den sayılmıyorsa, hediye hükmündedir. Kan ile koca arasında bu hususta bir ihtilâf vuku bulursa, koca bu eşyayı mehir olarak gön&shy;derdiğini ispat etmedikçe, hediye olduğunu savunan karının sözü mu&shy;teberdir.

3. Şafiî mezhebine göre veli nikâh akdini kıymak için ken&shy;disine bir şey verilmesini isteyemez. Bunda israr ettiği takdirde ve&shy;lilik yetkisinden düşer. Ama istenmediği veya şart koşulmadığı hal&shy;de koca kendi gönlünden kopan bir hediyeyi nikâh akdinden sonra karının velisine veya başka yakınlarına sunarsa bir sakıncası yok&shy;tur. Nikâh akdinden önce sunulan hediyelerde ise alınması haram olan başlık kokusu bulunduğu için bundan sakınmak takvaya en uy&shy;gun olanıdır.

Nikâh akdinden sonra verilen hediyeler mehir hükmünde de&shy;ğildir

4. H a n b e 1 i mezhebine göre nikâh akdinden önce koca ta&shy;rafından gönderilen hediyeler kız verme vadi ile alınmış olur. Kız verilmediği takdirde bu hediyeler geri alınabilir.

Nikâh akdinden sonra koca tarafından verilen hediyeler, mehir-den sayılmaz. Ve kadından geri alınamaz. Ancak boşama işi kadın yönünden doğacak olursa koca mehiri geri aldığında bu tür hediye&shy;yi de geri alabilir.

Yukarıdaki hususlar geniş ve ayrıntılı bilgi ister. Bu bakımdan Fıkıh kitaplarına baş vurmak gerekir. [220]


42- Bir Cariyeyi Azat Edip Sonra Onunla Evlenen Adam (İn Sevabının Beyânı) Babı





1956) Ebû Musa (eİ-E$'arî [221] ) (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre Resul ullah (S ali ali ahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kimin bir cariyesi olup onu (incitmeden) güzelce eğitip. Öğretir; sonra azat eder ve onunla evlenirse iki ecir kazanır. Ehl-i Kitab'tan her hangi bir adam kendi peygamberine ve Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e îman ederse ona da iki ecir vardır. Başkasının mülkiyeti altında bulunan her hangi bir köle, üzerinde bulunan Al&shy;lah Teâlâ'nm hakkını ve efendilerinin hakkını edâ ederse ona da iki ecir vardır.»

(Hâvi) Salih demiştir ki t (Şeyhim) Şâ'bi şöyle dedi t Ben sana bu hadîsi, bir şey (karşılık ve bedel) olmaksızın verdim .Şüphesiz bi&shy;neği bulunan kişi bunun durumdaki bir mes'ele uğrunda binip (ta) Medîne-i Münevvere'ye kadar gider." [222]



İzahı





Bu hadîsi Ebû Davud'un süneninden başka Kütüb-i Sit-te'nin hepisincie vardır. Ebû Dâvûd da bu hadisi çok kısaca ve şu mealde rivayet etmiştir: «Cariyesini azat edip onunla evlenen adama iki ecir vardır.»

Buhâri1 deki metin ise şöyle başlar: «Üç kişinin ikişer ecri vardır...»

Hadîs bu üç kişinin ikişer sevap kazandığına delâlet eder. Bir kimse Allah rızâsı için cariyesini azat edince bir sevap kazanır. Azat ettiği cariyeye yeni bir iyilik olması ve Allah rızâsı için onunla ev&shy;lenirse, ayrı bir ecir sahibi olur. Kitap ehlinden olan bir kimse de kendi peygamberine îman etmişken, peygamberlik görevi verilen

Hz. Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Seîlem) 'e ulaşıp O'na da îman edince iki imanından dolayı iki ecir kazanır. Buna örnek olarak Ashab-ı Kiram'dan Abdullah bin Selâm (Ra-dıyallâhü anh) gösterilebilir.

Köle de Allah'a karşı görevini yaptığı için bir ecir, efendisine ve&shy;ya varsa birden fazla efendilerine karşı görevini yaptığı için ayrı bir ecir kazanır.

Sindi: Bu hadiste anılan üç kişinin beher amel karşılığında ikişer ecir kazandıkları anlamının kastedildiği umulur. Çünkü her amele karşı bir ecir kazanmak bunlara mahsus bir şey olmayıp umu&shy;mîdir, demiştir.

Hâvi Ş a' b İ, söylediği sözü kendisine bir soru soran bir H o -rasanlı'ya söylemiş ve şunu demek istemiştir: Bu hadîse dikkat et, bunu belle, kıymetini iyi bil. Çünkü vaktiyle bu hadisin ihtiva et&shy;tiği mânâ kadar önemli olmayan bir mes'ele için bineği bulunan bir kimse ta Medine-i Münevvere'ye kadar gitmeyi göze alırdı



1957) Enes (Radtyallâhü anh)'dtn; Şöyle demiştir:

(Hayber savaşında esir alman) Safiyye (binti Huyey) (Radıyal-lâhü anhâJ; Dıhye el-Kelbiyye (Radıyallâhü anh)'m (cariyesi) oldu. Bundan sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in (cariyesi) oldu. Bunun üzerine Efendimiz onunla evlendi ve onu azat etmeyi onun için mehir eyledi.

(Râvi) Hammâd demiştir ki: (Râvi) Abdü'1-Aziz, râvi Sâbit'e: Ey Ebâ Muhammed! Sen Peygamberin Safiyye'ye neyi mehir eylediğini Enes'e sordun mu? demiş. Sabit: Efendimiz, Safiyye'nin nefsini (azat etmeyi) onun için mehir eyledi demiştir." [223]



İzahı





Kütüb-i Sİtte sahipleri ve T a h a v i bu hadisi rivayet etmiş&shy;lerdir. Bâzı rivayetler uzundur. M ü s 1 i m ' in rivayetinde : "Hâvi Sabit, Enes (Hadıyallâhü anh) 'a = Ey Ebâ Hamzal Efendimiz, Safiy-ye'ye neyi mehir eyledi? diye sormuş, Enes de: Safiyye'nin nefsini (azat etmeyi mehir eyledi). Onu azat etti ve onunla evlendi, demiştir." ilâvesi vardır.

Mü'minierin analarından olan S a f i y y e (Radıyallâhü an-hâ)'nın hâl tercemesi 1779 nolu hadis bölümünde geçmiştir. [224]



Hadîsin Fıkıh Yönü





Hadisin zahirine göre cariyenin efendisi, onu azat etmeyi onun için mehir yapabilir.

S a I d bin el-Müseyyeb, Nahal, Tavus, Zührî, Sevri, Ahmed, îshak, Hasan-ı Basri ve Ebû Yûsuf böyle demişlerdir. Bunlara göre câriye sahibi böyle yaparsa câriye azat edilmiş olur, kıyılan nikâh sahihtir ve azat etme işi mehir sayılır

İmam Ebû Hanife, Mâlik, Şafii, Muham-med bin el-Hasan ve Züfer'e göre cariyeyi azat et&shy;meyi mehir yapmak sahih değildir. Azat etmekten başka bir mehir kadına verilir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "in ve Ashabının yaptığı böyledir. Altın ve gümüşü mehir yaparak evle&shy;nirlerdi. Mehir hakkında vârid olan hadislerden bu durum açıkça an&shy;laşılıyor.

Bu grup, açıklamasını yaptığımız Enes (Radıyallâhü anh) 'in bu hadîsine müteaddit cevaplar vermiştir. Bu cevaplardan birisi şu&shy;dur: "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selem) Safiyye'yi azat etme&shy;yi onun için mehir eyledi." sözü E n e s' in sözüdür. Bu söz E n e s' in bir yorumu olabilir. Safi yy e ' nin mehri anılma&shy;yınca Enes böyle yorumlamış olabilir. İkinci bir cevap: Bu, Pey&shy;gamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVe mahsûs bir hüküm olabilir. Başkası böyle yapamaz.



1958) Aişe (Radtyallâhü antâj'dan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sellallahü Aleyhi ve Sellem) Safiyye (binti Huyey) (Radıyallâhü anhâ) 'yi azat etti ve onu azat etmeyi ona mehir eyle&shy;yerek onunla evlendi."

Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: fbn-i Abbas'ın mevl&sı İklime, Alşe'den hadis işittiği kabul edilince bu hadisin senedi sahih olur. îkrlme'nin Aişe'den ha&shy;dis işitmesi hususunda îbn-i Hâtim'in sözleri arasında bir çelişki vardır. Çünkü el-Merasil'de, Aişe'den hadis işitmediğini söylemiş, el-Cerh ve't-Ta'dll'de İse Ai$e'-den hadis işittiğini söylemiştir, tkrime'nln Aişe'den rivayetinin Sahih-i Buhart'de bulunması, onun Aişe'den nadis işittiğini teyid etmiştir. tbnül-Medinl de : İlerime'. nin Peygamber (S.A.V.)'in muhterem zevcelerinden her hangi birisinden hadis işit&shy;tiğini bilemiyeceğim, demiştir. Bu hadis Enes'den rivayet edilmiş olarak Buharl, Müslim ve başka hadis kitablannda vardır. (1957 nolu hadis kastediliyor.) [225]


43- Efendisinin İzni Olmaksızın Kölenin Nikâh Akdinin Kıyılması (Hükmünün Beyânı) Babı





1959) tbn-i Ömer (Radtyallâhü anhiimâydan rivayet edildiğine gö&shy;re ; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Efendisinin izni olmaksızın köle nikâhını kıydığı zaman zina tehlikesine düşmüş olur.»"

Not: Zevâİd'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin isnadı hasendir. Ebû Dâvûd ve Tİrmizl bu hadisi Câbir (R.A.)'ın hadisi olarak rivayet etmişlerdir.



1960) İbn-i Ömer (Radtyallâhü ankümâydan rivayet edildiğine göre;

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Settem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Efendilerinin izni olmaksızın hangi köle nikâhını kıyarsa zina tehlikesine düşmüş olur.»"

Not: Bunun senedinde bulunan Mendelln zayıf olduğu Zevâİd'de bildiril&shy;miştir. [226]



İzahı





Ebû Davud'un Câbir (Radıyallâhü anhl'den rivayet ettiği metin yukardaki son hadis metninin aynıdır.

T i r m i z i' nin iki senedle Câbir (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği metin de buradaki son hadîs metnine daha çok uyu&shy;yor.

Hadîslerde geçen "Tezewüc"den maksat nikâh akdini kıymak&shy;tır. Efendisinin izni olmadan nikâh akdini kıyan bir kölenin kıydığı nikâh bâtıl olduğu için zina tehlikesi ile karşı karşıya gelmiş olur. Ve bu akit üzerine evlendiği kadınla cinsel ilişkide bulunursa zina et&shy;miş olur. Hadisten kastedilen mânâ budur.

Hadîsdeki "Tezevvüc" kelimesi mecazî olarak cinsel ilişkide bu&shy;lunmak anlamında da kullanılabiliyor ise de bu mânâ kastedilmemiş-tir. Çünkü cinsel ilişkide bulunmak için kölenin efendisinden izin al&shy;ması gerekliliği mânâsı çıkar ki bu mânâ kastedilmemiştir. [227]


Hadisin Fıkıh Yönü





Hadis, kölenin, kendi efendisinden izin almadan kıydığı nikâhı&shy;nın bâtıl olduğuna delâlet eder. Çünkü kölenin bedeni ve emeği efen&shy;disinin malıdır. Evlenip karısının haklan ile meşgul olunca, efendi&shy;sinin hizmetine tam manâsıyla kendisini verememiş olur. Efendisinin hak ve menfaatlannm korunması için onun kendi başına evlenmesi bâtıl sayılmıştır. [228]



Bu Husustaki Âlimlerin Görüşleri





1. İmam Evzâl, Şafiî, Ahmed ve îshak bin Rahaveyh'in mezhebi budur. Bunlara göre kölenin efendi&shy;sinden izinsiz olarak kıydığı nikâh, efendisi sonradan kabul etse bi&shy;le bu bâtıldır.

2. Hanefîler'e göre de nikâh bâtıldır. Ancak kölenin efendisi kıyılan nikâhı açıkça veya zımnen kabul etse akid geçerli sayılır.

3. M â 1 i k' e göre kıyılan nikâh sahihtir. Fakat kölenin efen&shy;disi bunu feshedebilir. [229]



44- Muta Nikâhının Yaşarlığı Babı





Mut'a: Belirli bir süre için kıyılan nikâhtır. Adam geçici bir sü&shy;re için bir kadınla evlenir. Süre bitiminde boşamaya bile lüzum kal&shy;madan kendiliğinden birbirinden ayrılmış olurlar. Câhiliyyet devri&shy;nin mutad nikâh çeşitlerinden olan mut'a nikâhından amaç, bir aile ocağını kurmak, soyun devamını sağlamak ve birlikte devamlı ya&shy;şamak gibi evlenme amaçlan değildir. Bütün amaç bir süre için şeh&shy;vet duygusunu tatmin etmekti. Bu nedenle mut'a nikâhından dola&shy;yı veraset ve boşanma gibi hükümler söz konusu değildi.

Mut'anın şu çeşidi de vardı. Nikâh kıyılırken belirli bir süre ko-şulmazdı da şöyle bir şart koşulurdu: Koca, kan ile yaşamak istedi&shy;ği sürece nikâh akdi geçerlidir. Kandan vazgeçince akit sona ermiş olur.

îbn-i Atiyye' nin mut'a nikâhını anlatırken ezcümle şöyle dediğini Kurtubt nakleder:

Mut'a t Adamın, iki şahidin huzurunda ve kadının velisinin izni ile belirli bir süre için ve veraset hakkı olmamak üzere tarafların kararlaştırdıkları bir mehir karşılığında kadınla evlenmesidir. Süre bitince kadın gider ve adam onu yanında tutamaz.

Câhiliyyet devrinin nikâh usullerinden, birisi olan mut'a usûlüne îslâmiyetin ilk devirlerinde bir zaruret üzerine bâzı savaşlarda ruh&shy;sat verilmişti. Fakat H a y b e r savaşında yasaklandı. M e k -k e' nin fethi yolculuğunda tekrar ruhsat verildi ve hemen sonra yasaklandı. Nihayet Veda Haccında kafi olarak yasaklandı.



1961) Ali bin Ebî Tâlib (Kadtyallâkü fl«A)'den; Şöyle demiştir:

ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber (savaşı) günü kadınların mut'a usûlü ile nikahlanmasın* ve ehli merkeblerin etinin yenilmesini şüphesiz yasakladı." [230]



İzahı





Buhâri, Müslim, Tirmizl ve Nesâi de bu hadisi rivayet etmişlerdir. Hadîsin; "Hayber günü'* sö&shy;zü Buharı ve Müslim'in birer rivayetlerinde "Nehâ" fii&shy;linin hemen arkasında olup aralarında başka kelime bulunmadığın&shy;dan hadisdeki her iki yasağın Hayber günü konulduğu kesin&shy;likle anlaşılmıştır.

Bu hadisin başka bir rivayetinde, ehli merkeblerin etinin yenil&shy;mesi yasaklandığı halde at etinin yenilmesine ruhsat verildiği bildi&shy;rilmiştir. İmara Ebû Yûsuf, Muhammed, Şafii, A h m e d ve bir çok âlim, bu hadise dayanarak at etinin yenilme&shy;sinin câizliğine hükmetmişlerdir.

Ebü Hanife, Mâlik, Evzâı ve Ebû Ubeyd'e göre at ve katır da merkeb gibidir, etleri yenilmez. Çünkü Kur'an bu hayvanların binilme, yük taşıma ve süs için yaratıldığını beyan buyurmuştur.

Hicretin 8. yılı vuku bulan Hayber savaşında mut'a nikâhı ile ehli merkeblerin etinin yenilmesinin yasaklandığına bu hadis de&shy;lildir.



1962) Sebre (bin Ma'bed [231] ) (Radtyaltâhü anhydcn; Şöyle

demiştir:

Biz ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber Veda hacci yolculuğuna çıktık. Sonra sahâbîler:

— Yâ Resûlallaht Bekârlık (kadınlardan uzak kalmak) bize cid&shy;den çetin geldi, dediler. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «(Nikâhlanmasına engel bulunmayan) şu kadınlarla mut'a suretiyle evlenebilirsiniz» buyurdu. Bunun üzerine biz onların yanına vardık. Onlar ancak bizlere kendileri arasına belirli bir süre koydu&shy;ğumuz takdirde bizlerle evlenmeyi kabul edebileceklerini belirttiler. Bunun üzerine sahâbîler bu durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlattılar. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Onlarla aranıza belirli bir süre koyunuz.» buyurdu. Sonra ben ve bir amcam oğlu çıkıp gittik. (Mehir olmaya elverişli mal olarak) amcam oğlunun beraberinde bir hırka vardı. Benim de yanımda bir hırka vardı. Onun hırkası benimkinden iyi idi. Ben de ondan daha gençtim. Nihayet bir kadının yanma vardık. (Ve evlenme teklifinde bulunduk.) Kadm (benimle evlenmeyi tercih ederek) : Bir hırka di&shy;ğer hırka gibidir, dedi. Bunun üzerine ben (hırkamı mehir vererek) onunla evlendim. Ve o gece onun yanında durdum. Ertesi gün git&shy;tim. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kabe'nin kapısı ile rük&shy;nü arasında ayakta şöyle buyuruyordu:

«Ey insanlar! Ben gerçekten mut'a suretiyle evlenmek için siz&shy;lere izin vermiştim. Bilmiş olunuz ki: Şüphesiz Allah Teâlâ bunu kı&shy;yamet gününe kadar haram kıldı. Artık kimin yanında mut'a sure&shy;tiyle evlendiği kadınlardan varsa derhal ona yol versin (salıversin) ve onlara mehir olarak verdiğinizden bir şeyi (geri) almayınız.»"



1963) tbn-i Ömer (Radtyailâhü anhümâydan; Şöyle demiştir:

(Babam) Ömer bin el Hattâb (Radıyallâhü anh), halîfe olunca halka bir hitabede bulunarak şöyle dedi:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şüphesiz mut'a ni&shy;kâhı için bize üç gün (veya üç defa) izin verdi. Sonra bunu haram kıldı. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mut'a nikâhını ha&shy;ram kıldıktan sonra helâl kıldığına şahitlik edecek dört şahidi bana getirmedikçe, evli iken mut'a suretiyle bir kadınla birleştiğini bilece&shy;ğim. Her hangi bir adamı mutlaka taşla recmedeceğime Allah'ın adıy&shy;la yemin ederim."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedinde bulunan Ebû Bekir bin Hafs'm ismi İsmail el-tbâl'dir. îbn-i Hibbân onu sikalar arasında zikretmiştir, tbn-i Etol Hatim de babasından naklen : Ondan ve onun babasından hadisler yazıl&shy;mıştır. Onun "babası yalan rivayette bulunurdu, demiştir. Ben derim ki onun riva&shy;yetinde bir beis yoktur. İbn-i Ebî Hatem: Ahmed, îbn-i Muin, İçli, îbn-i Nümeyr ve başkaları onu sıka saymışlardır, demiştir. îbn-i Huzeyme kendi sahihinde, Hâkim de el-Müstedrek'te onun hadîslerini rivayet etmişlerdir. [232]



İzahı





Sebre (Radıyallâhü anh)'m hadîsini kısmen değişik lâfızlar&shy;la N e s a î de rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd, Ahmed ve B e y h a k i de bu hadisi çok kısa olarak rivayet etmişler&shy;dir. Bu hadis, hicretin 10. yılı vuku bulan meşhur Veda haccı se&shy;ferinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Mut'a'ya ruh&shy;sat verdiğine ve hemen sonra da haram kıldığına delâlet eder.

Müslim ve Âhmed'in yine Sebre (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri bir hadîse göre Mekke fethi seferin&shy;de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mut'a'ya ruhsat ver&shy;miş ve hemen sonra da yasaklamıştır. Mekke fethi ise bilindiği gibi hicretin 8. yılma rastlar.

Hülâsa, hadîslerden anlaşılıyor ki; Hicretin 7. yılı Hayber savaşında, 8. yılı Mekke fethi seferinde ve 10. yılı Veda haccı yolculuğunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önce Mut'a için ruhsat vermiş ve hemen sonra da yasaklamıştır. Tekmile yaza&shy;rının da belirttiği gibi bu hadîsler arasında bir çelişki yoktur. Çün&shy;kü açık olan durum budur. Mut'a, ,Hayber savaşında mubah kılınmış, hemen sonra da yasaklanmış, bu yasak Mekke fethi zamanına kadar devam etmiş, fetih sırasında tekrar ruhsat veril&shy;miş, yine hemen sonra yasaklanmış ve Veda haccına kadar yasak devam etmiştir, son kez olarak Veda haccında ruhsat verilmiş ve arkasında haram kılındığı emri verilmiştir. Böylece haramlığı de&shy;vam edegelmiştir. [233]



Hadîslerin Fıkıh Yönü





Tekmile yazan şöyle der:

Mut'a nikâhına dâir gelen hadisler, bunun haram olup hiç bir durumda caiz olmadığına delâlet ederler. Saha bilerin cumhuru, tabii&shy;lerin cumhuru ve onlardan sonra gelen âlimlerin cumhuru böyle de&shy;mişlerdir. Hepsinin mezhebi budur, tslâmiyetin ilk devirlerinde yal&shy;nız yolcular için mubah kılınmış, sonra mühahhk hükmü neshedil-miştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat edeceği yıl Veda haccında mut'a'nın ebedi olarak haram kılındığını beyan bu* yurmustur. H z. Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hilâfeti dönemin&shy;de bu hususta icmâ oluşmuştur.

Mut'a'nm câizliğini savunan İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m da bu görüşten döndüğü sabittir. Tirmizi: İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'dan mut'a'ya ruhsat verdiği rivayet olunmuş ise de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selem)'in hadîsi&shy;ni işitince görüşünden dönmüştür, der,

Muhammtd bin Ka'b yolu ile rivayet edildiğine gö&shy;re İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) şöyle demiştir.- "İs-lânüyetin ilk devirlerinde mut'a var idi. Adam hiç kimseyi tanıma&shy;dığı bir şehre giderdi. Eşyasını koruyacak, işini görüp kendisine ba&shy;kacak ve hizmet edecek bir kadınla ikâmet süresince evlenirdi.Karılan veya sag el&shy;lerinin mâlik olduğu cariyeler müstesna.[234] âyeti inince İbn-i Ab&shy;bâs (Radıyallâhü anhümâ) : ( Daimî nikâhla evlenilen) karı ve ca&shy;riyeden başka bütün kadınlar haramdır, demiştir.

îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in bu eserinden de anla&shy;şıldığı gibi mut'a, anılan âyetle de haram kılınmıştır.

Bâzı sahâbîler mut'a'nın mübahlığını söylemişler ise de Peygam&shy;ber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) 'in Veda haccında kesinlikle ve ebe&shy;dî olarak haram lığı m beyan buyurduğunu duyunca görüşlerini bı&shy;rakmışlardır.

Hattâbî: Mut'a nikâhının haram lığı tüm müslümanların ic&shy;mâ ı gibidir. îslâmiyetin ilk dönemlerinde mubah idi. Sonra Peygam&shy;ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Veda haccında harem kıldı. Bu itibarla bugün imamlar arasında bu hususta bir ihtilâf yoktur. Yalnız bâzı Rafizîler muhalif kalmışlardır. İbn-i Abbâs (Radıyal-îâhü anh) uzun süre bekâr kalıp, evlenmeye maddi gücü yetmeyen ve çok büyük sıkıntı içinde kalan kimse için mut'a fetvasını bir ara vermiş ise de, sonra bundan vazgeçmiştir, der. [235]



45- İhramda Bulunanın Evlenmesinin Caiz Olup Olmadığının Beyanı Babı





1964) Yezîd bin el-Asamm (Radtyallâkü aw//)'den: Şöyle demiştir: Meymûne bint el-Hâris (Radıyallâhü anhâ)[236] Resûlullah (Sal* tallahü Aleyhi ve Sellem) in ihramda değil iken kendisi İle evlendiği&shy;ni bana anlattı.

Yezîd (sözüne devamla) ve Meymûne, benim ve (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) nın teyzesi idi, demiştir."



1965) Abdullah bin Alılıâs (RadtyaUâhiİ anhümâ)\\ıın: Şöyle de&shy;miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihramda iken (Meyrnûne ile) evlendi."



1966) Osman bin Affân (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine gö&shy;re ; Resûlullah (Sattallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«İhramda bulunan adam, evlenemez, (başkasını) evi endi rem ez ve evlenme teklifinde bulunamaz.'[237]



İzahı





Y e z I d (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Müslim, Ebû Dâvûd ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.

İbn-i Abbâs (Hadıyallâhü anh) 'in hadisini Kütüb-i Sitte sahipleri ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Osman (Radıyallâhü anh) 'in hadisini de Kütüb-i Sitte sahip&shy;leri ve başkaları rivayet etmişlerdir.

Hadîslerde geçen ihramdan maksat hac veya ömre yahut her iki&shy;sini yapmak üzere niyet edip bu ibâdeti yapmaya başlamış olmaktır. İhrama giren adama 'Muhrim' denilir.

Hadislerde geçen evlenmeden maksad, kendi nikâhını kıymaktır, gerdeğe girmek değildir. Evlendirmekten maksat da velî veya vekil sıfatıyla başkasının nikâhını kıydırmaktır.

Y e z i d (Radıyallâhü anh) 'in hadisi ile îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsleri arasında ihtilâf vardır. Çünkü Y e -z i d (Radıyallâhü anhJ'ıii hadîsine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihramda değil iken Meymûne (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmiş, Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in ha&shy;dîsine göre ise Efendimiz ihramda iken onunla evlenmiştir. îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in buradaki rivayetinde Meymûne (Radıyallâhü anhâ)'nin ismi geçmiyor ise de diğer kitablardaki ri&shy;vayetinde Onun ismi geçmektedir. Zâten Meymûne (Radıyal&shy;lâhü anhâ) 'dan başka, mü'minlerin diğer analarından her hangi bi&shy;risinin nikâhı kıyılırken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ihramda bulunduğuna dâir hiç bir rivayet yoktur. [238]



Âlimlerin Görüşleri





1- İbrahim Nahaİ, Sevri ve Hanefî âlim&shy;leri İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'm hadisini delil göste&shy;rerek adam ihramda iken kendi nikâhını ve başkasının nikâhını kı&shy;yabilir, demişlerdir. Bu hüküm Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ve İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'den de rivayet edil&shy;miştir. Bu grubun delillerinden ikisi de T a h a v i' nin rivayet ettiği  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'ya ve Ebû Hüreyre (Ra&shy;dıyallâhü anh) 'in bu hükmü te'yid eder mâhiyetteki hadisleridir.

2- El-Leys bin Sa'd, Evzâî, Mâlik, Şafii, Ahmed ve Ishak'a göre ihramda bulunan adam ne kendi nikâhını ne de başkasının nikâhını kıyabilir. Şayet kıyarsa, akid bâ&shy;tıldır. Ömer, Alî, Ibn-i Ömer ve Zeyd bin Sa&shy;fa i t (Radıyallâhü anhüm)'ün de böyle hükmettikleri rivayet olun&shy;muştur. Bu görüş cumhurun görüşüdür. Bunlann delilleri ise Os&shy;man (Radıyallâhü anh)'in 1966 nolu hadisi, Y e z î d (Radıyal&shy;lâhü anh) 'in yukardaki hadisi ve Ahmed, Beyhaki, T a -havi, Dârimi ve Tirmizi' nin Ebû R â f i (Radı&shy;yallâhü anhüm) 'den rivayet ettikleri bir hadistir. O hadîs de Peygam&shy;ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ihramda değil iken M e y m û -n e (Radıyallâhü anhâ) ile nikâhını kıydığına ve ihramda değil iken onunla gerdeğe girdiğine delâlet eder.

iki grubun delilleri ve birbirinin delillerine verdikleri cevaplar bir hayli yer alır. Arzu edenler bu hadîslerin şerhlerine müracaat edebilirler.

Hülâsa olarak şunu söyleyeyim: Hanefi âlimlere göre ih&shy;ramda iken adamın kendi nikâhını veya başkasının nikâhını kıyma&shy;sı tenzihen mekruhtur. Buna rağmen kıyarsa, sahihtir. Diğer üç mezhebe göre kıyamaz. Kıyarsa haram işlemiş olur. Ve kıydığı ni&shy;kâh bâtıldır. Bu nedenle takvaya uygun olanı bundan sakınmaktır. [239]



46- (Evlenmede) Emsal (Gözetme) Babı





Bu babın başlığında geçen "Ekfâ" kelimesi "Küfü" kelimesinin çoğuludur.

Küfü: Denk, misil ve eş demektir. Nikâh konusunda küfülük, kocanın bâzı hususlarda karıya denk olması demektir. Kocanın han&shy;gi hususlarda karıya denk olmasının istendiğine dâir âlimlerin gö&shy;rüşleri bu bâbtaki hadîslerin izahı edilirken bildirilecektir.



1967) Ebü Hüreyre (Radtyalİâkü anhyden rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellent) şöyle buyurdu, demiştir:

«Huyundan ve dindarlığından râzi olduğunuz bir adam (yakını nız olan bir kızla evlenmek için) size geldiği zaman (kızı) onunla ev&shy;lendirin. Eğer (bunu) yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozukluk olacaktır.»

Not: Bu hadisi Tirmizl de rivayet ederek, senedinin munkati (kesik) oldu&shy;ğunu tercih etmiş, sonra başka bir senedle Ebû Hatem el-Müzenî (R.A.Vdan merfu1 olarak rivayet ederek bu senedin hasen olduğunu söylemiştir. [240]



İzahı





Notta işaret edildiği gibi T i r m i z i bu hadisi Ebû Hü&shy;reyre (Radıyallâhü anh)*dan kısmen değişik iki senedle riva&shy;yet etmiştir. Senedin birisinde Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ile îbn-i Aclân arasındaki râvi îbn-i Vesime bulunmadığı için sened mürsel yâni munkati'dir. T i r m i z i bu senedi tercih etmiş, ayrıca başka bir senedle Ebû Hatem e 1 - M ü z e n i (Radıyallâhü anh)'den merfü olarak rivayet ederek : Ebü Hâtem sahâbidir, buncan başka hadisini bilmiyoruz, de&shy;miştir.

Hadisin Mânâsı;

Tuhfe yazan şöyle der:

"Yâni huyunu ve dindarlığını güzel gördüğünüz beğendiğiniz bir adam evlâdınızdan ve yakınlarınızdan bir kadınla evlenmek için size teklifte bulunduğu zaman kadını onunla evlendirin. Eğer kadını di&shy;yanetini ve huyunu beğendiğiniz adama vermeyip, sırf zenginliğe ve&shy;ya sırf güzellik ve makama rağbet ederseniz yeryüzünde karışıklık, bozukluk olacaktır. Çünkü kızlarınız zengin veya makam sahiplerinden başka kimselerle evlendirmezseniz, kadınlarınızın çoğu koca&shy;sız ve erkeklerinizin çoğu kansız kalacak, dolayısıyla kötülük, fuhuş ve ahlâksızlık çoğalacak. Kadınların velîlerine birtakım lekeler gele&shy;bilecek, fitne ve fesat çoğalacak, neslin devamlılığı aksayacak, iffet ve muhafazakârlık azalacaktır." [241]



Hadîsin Fıkıh Yönü





Hadis, nikâh konusunda erkeğin kadına küfü olmasının temel ve dönüm noktasının erkeğin dindarlığı ve güzel huyluluğu olduğu&shy;na delâlet eder.

Din bakımından küf'ülük, âlimlerin icmâı ile gereklidir. Ve bu özellik erkeklerde aranır, kadınlarda aranmaz. Çünkü gerek bu ha&shy;dis, gerekse başka hadîsler, erkeğin kadma küfü olmasına dâir gel&shy;miştir. Bunun içindir ki müslüman bir kadının, hıristiyan veya ya-hudi bir erkekle evlenmesi caiz görülmemiştir. Fakat müslüman bir erkeğin ehli kitap olan bir kadınla evlenmesine cevaz verilmiştir. [242]



Erkek Hangi Hususlarda Kadına Küfü Olacak?





1. Cumhura göre din, özgürlük, soy ve san'at (yaptığı iş) olmak özere dört hususta denklik aranır. Bu itibarla:

Müslüman bir kadın gayri müslim bir erkekle, dindar bir kadın fâsık bir erkekle, hür bir kadın, bir köle ile, köklü ve eşraftan bir aile kızı, soyu sopu tanınmayan bir erkekle, ticâret gibi üstün bir işle meşgul olan bir aile kızı, âdi bir işle meşgul olan erkekle ev-îendirilemez. Ancak kadın veya velisi evlenmeye rızâ gösterirse ka&shy;dın emsali sayılmayan müslüman bir erkekle evlenebilir.

2. M â 1 i k' e göre küf'ülük yanız din bakımından şarttır. Baş&shy;ka bakımlardan aranmaz.

3. Ş â f i i 1 e r' in meşhur kavline göre küf'ülük için şu özel&shy;likler aranır: Dindarlık, özgürlük, soyluluk, san'at ve nikâhın feshe&shy;dilmesine dînen gerekçe sayılan delilik ve cüzzâm gibi hastalıklardan sağlam olmak.

4. Â h m e d' e göre, dindarlık ve soyluluk özelliği aranır. On&shy;dan yapılan ikinci bir rivayete göre yalnız soyluluk özelliği aranır.



1968) Aişe (Radıyattâhü anhâ)d&n rivayet edildiğine göre; Resûtul-Iah (SaUallahü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kadınların en hayırlısıyla evlenmeye bakın, küfülük (em&shy;salliniz olan kadınlarla evlenin ve küf ülerinizin kızlarını isteyin.»"

Not; Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu hadisin senedinde el-Hâris bin îmrân el-Medini bulunur. Ebû Hâtem onun hakkında : O, kuvvetli bîr râvi değil ve onun rivayet ettiği bu hadisin sıka zâtlardan rivayet edilmiş bir aslı yoktur, demiştir. Dârekutnî de : O terkedilmiş bir râvidir, demiştir. [243]



İzahı





Zevaid türünden olan bu hadisi Hâkim ve Beyhaki de rivayet etmiştir.

Hadîsin son cümlesi olan; cümlesi Muhammed Fuad Abdülbâki tarafından incelenerek bastırılmış olan eldeki nüshada görüldüğü gibi hareketlenmiş ve dip notunda .-"Yâni emsalinizin kızlarını isteyiniz." diye açıklaması yapılmıştır.

Sindi de cümleyi aynı şekilde açıklamıştır. Ancak cümle Sindi' nin nüshasında harekeli değildir. Yazılışına göre cüm&shy;ledeki fiil "İnkâh" değil "Nikâh" mastarından alınmadır. Yâni;diye okunmalıdır.

Câmiü's-Sağîr haşiyeleri bu cümlede ve bundan önceki cümlede bulunan fiilleri "Nikâh" masdarından alınmış olarak okuyup iki cüm&shy;lenin mânâsı şöyle olabilir, demişlerdir: "Emsaliniz olan kadınlarla evleniniz ve onlarla birlesiniz."

Âdı geçen zâtların yorumlarına göre hadîsin üçüncü cümlesi, ikin&shy;ci cümlenin bir te'kidi gibidir. Yâni ayrı ve yeni bir hüküm ifâde etmez, denilebilir. Her iki cümleden çıkarılan sonuç erkeklerin, kendi&shy;lerine denk olan kadınlarla evlenmeleri tavsiye edilmiş olmasıdır. Ha-disdeki "Ekfâ" kelimesi ile kadınlar kastedilmiş, son cümlede bulunup ona râci olan zamir ile denk erkekler kastedilmiştir.

Âcizane şöyle bir yorum hatırıma geliyor, doğru ise Allah'tandır. Yanlış ise şeytandandır. Yorum şu:

Hadîsin son cümlesindeki fiil "İnkâh" mastarından alınma olup kastedilen mânâ şöyle olabilir: "(Kızlarınızı) denk ve emsal olan er&shy;keklerle evlendiriniz." Bu takdirde bu cümle yeni bir hüküm ifâde eder. [244]



47- (Kuma) Kadınlar Arasında (Geceleri) E$Ît Olarak Bölmek Babı





1969) Ebü Hüreyre (Radtyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«İki karısı olup (yanlarında yatmak hususunda) birisini diğerin* den Üstün tutan adam, kıyamet günü vücûdunun bir tarafı eğri ola&shy;rak gelir.»" [245]



İzahı





Bu hadîsi Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâf, Dâri-m î ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.

İki kadınla evli olup birisine meyleden ve yanlarında yatmak ba&shy;kımından adaletli ve dengeli davranmayan bir kimsenin meyilli dav&shy;ranışının cezası olarak kıyamet günü vücûdunun bir tarafı meyilli ve eğri yâni vücûdu dengesiz olduğu halde hasredilir.

Hadîsdeki adaletsizlikten maksat geceleri kumalar arasında eşit bölmeyip birisine az, diğerine çok gece ayırmaktır. Kumalardan bi&shy;risini kalben fazla sevmek veya cinsel ilişki bakımından farklı tut&shy;mak ise kasdedilmemiştir. Bu iki noktada farklı davranmak adalet&shy;sizlik sayılmaz. Çünkü kumalardan birisini kalben fazla sevmek ada&shy;mın irâdesi dışında kalır. Bundan dolayı bir muâhaza olmıyacağı 1971 nolu hadîsten anlaşılıyor. Çünkü kalb sevgisi insanın elinde değildir. Allah Teâlâ insanları, güçleri dışında kalan şeylerle mükellef kılma-mıştır.

Hadîs, iki karısı bulunanın durumunu belirtmektedir. İkiden faz&shy;la karısı bulunan adamın durumuna ait hüküm de aynidir.

Kalb sevgisi insanın elinde olmadığı için sevgiye dayanan cin&shy;sel ilişki bakımından da kumaları eşit tutmak vacip kılınmamıştır. Ancak bir karıyı bu noktada ihmal etmek de caiz değildir.

Kumaları, nafaka ve giyecek bakımından da eşit tutmak vacip değildir. Ancak Hanefi mezhebindeki bir kavle göre kadın&shy;ların nafakasının tesbitinde kocanın malî durumu esastır. Kadınla&shy;rın emsalinin durumu dikkata alınmaz. Bu kavle göre nafaka ve gi&shy;yecek bakımından kumaların eşit tutulması vâcibtir.

Yukarda işaret ettiğim noktalardaki dört mezhep âlimlerinin gö&shy;rüşlerini anlamak için ayrıntılı bilgi veren fıkıh kitablarına müra&shy;caat etmek gerekir. [246]



Hadîsin Fıkıh Yönü





1. Birden fazla kadınla evlenmek caizdir.

2. Yanlarında yatmak hususunda kumaları eşit tutmak vâcibtir.

3. Anılan hususta kumaları eşit tutmamak şiddetli azaba sebep olur.



1970) Âişe (RadtyaUâhü anhâ)*i\ax\; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir yolculuğa çıkacağı zaman kadınları arasında kur'a çekerdi (ve kur'ayı kazananı bera&shy;berinde götürürdü.)" [247]



İzahı





Bu hadisi Buharı, Ahmed ve Ebû Dâvûd da&shy;ha uzun metin hâlinde, Şafiî de buradaki metin gibi rivayet etmişlerdir.

Yolculukta kanlarından birisini beraberinde bulundurmak iste&shy;yen adamın karıları arasında kur'a çekmesinin meşruluğu bu hadis&shy;ten anlaşılır. Cumhura göre kur'a çekmeden karılardan birisi ile yol&shy;culuk etmek caiz değildir. Fakat Hanefîler'le Mâlik'e göre adam kur'a çekmeden karılarından dilediği her hangi birisi ile yolculuk edebilir. Ancak kanlarının hepsinin gönüllerini hoş etmek için aralarında kur'a çekmesi daha iyidir. Bu âlimler, yukardaki ha&shy;dîsi böyle yorumlamışlardır. Cumhur'a göre ise kur'a çekmek vâcib&shy;tir. Çünkü kur'asız olarak karılardan birisi ile yolculuk etmek eşit&shy;lik prensibine aykırıdır. Nasıl ki, geceleri kanlan arasında taksim ederken nöbet sırasını kur'a ile tesbit etmek gerekir, kur'asız ola&shy;rak nöbet sırasını tesbit etmek caiz değildir.

3-4 kadınla evli olup bunlardan ikisi ile yolculuk etmek isteyen adam da beraberinde götüreceği iki karıyı yine kur'a ile seçer. Nite&shy;kim Buhar i'nin Âişe (Radıyallâhü anhâl'dan rivayet et&shy;tiğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir defa yolculuğa çı&shy;kacağı zaman karıları arasında kur'a çekti ve kur'a Âişe ile Hafsa'ya isabet etti.

Geceleri karıları arasında taksim ederken her karı için bir gün ve bir gece ayırmak gerekir. Karıların nzâsı olmaksızın bu süreyi uzatmak caiz değildir. Müellifimizin rivayetinde bu husus belirtilme&shy;miş ise de diğer rivayetlerden bu hüküm çıkarılır.



1971) Âİşe (Radıyallâhü ankâ)'âm; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (gecelerini) karıları arasında bölerdi ve (bölme işini) tam bir adaletle yapardı. Sonra şöyle derdi t

-Allahim! İşte bu, benim gücümün yettiği adalettir. Artık senin kadir olduğun ve benim gücümün yetmediği (kalb sevgisi farklılı&shy;ğı) hakkında beni kınama.»" [248]



İzahı





Bu hadisi Ahmed, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Ne-sâi, Dârimî ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.

Müteaddit kadınlarla evli adamın kalb sevgisi ve sevgiden kay&shy;naklanan şehvet duygusu bakımından hepsini eşit tutması mümkün değildir. Çünkü adamın gücü buna yetmez. Bu sebebledir ki, kalb sev&shy;gisi bakımından kumaları eşit tutmak yükümlülüğü yoktur. Şöyle bir soru hatıra gelebilir:

Kalb sevgisi bakımından kumaları eşit tutmak yükümlülüğü bu&shy;lunmadığı için bu noktadaki ayrıcalık muahaza ve kınamayı gerek&shy;tirmez. Şu halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu ha&shy;dîste ettiği duanın anlamı nedir?

Bu soruya şöyle cevap verilmiştir: Bu duanın anlamı, kulun dâi&shy;ma Rabbine muhtaç olduğunu ifâde etmektir. Keza, Allah Teâlâ, kul&shy;larım güçlerinin dışında kalan bir takım şeylerle mükellef kılabilir, mükellef kılmamış olması sırf O'nun bir lütuf ve ikramıdır, kul bu durumu gözden uzak tutmamalı ve bu lütfün esirgenmemesi için dâi&shy;ma Allah'a yalvarmahdır. [249]



Hadîsin Fıkıh Yönü





1. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gecelerini karıları arasında eşit olarak bölerdi. Bunu onların gönüllerini hoş etmek için yapardı. Çünkü böyle yapmak O'na vacip değildi. A h z â b sûre&shy;sinin 51. âyeti buna delil gösterilmiştir.

2. Adamın, evli bulunduğu karılarından birisini kalben fazla sev&shy;mesi onun elinde ve gücü dâhilinde değildir. [250]



48- Kadın Kendi Gününü (Kuması Olan) Arkadaşına Hibe Eder, Babı





1973) Âİşe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellera) (bir defa) Safiyye binti-Huyeyy (Radıyallâhü anhâ)'ya[251] bir şeyden dolayı hiddetlen misti. Bunun üzerine Safiyye:

Yâ Âişe! (bu) günüm sana olmak üzere sen Resülullah (Sallal&shy;lahü Aleyhi ve SellemKi benden râzi etmeye çalışır mısın? demiş. Âişe de:

Şevde (R.A.)'nm Hâl Tercemesi

Şevde bint-i Zamaa (veya Zam'a) bin Kays, baba tarafında Kureyş kabilesin' den olup ana tarafından Ensâr'ın Beni Neccâr kabilesine mensubtur. Bilindiği gibi Beni Neccâr kabilesi Peygamber (S.A.V.)'İn da dayıları sayılırdı. Şevde (R.A.) amcası oğlu Sekrân bin Amr (R.A.) ile evli idi. Kocası ile beraber müslümanlığı kabul etmek şerefine erişmiş ilk müslümanlardan ve Habeşistan'a hicret eden bab» «yarlardandır. Habeşistan'dan Mekke'ye döndükten sonra Sekrân (RA.) vefat et&shy;ti. Anamız Hz. Hadîce (R.A.) da vefat ettikten sonra hicretten 3 yıl önce Pey&shy;gamber (S.A.V.) Şevde (R.A.) İle evlendi. Şevde son zamanlarda çok yaşlanmıştı, bu nedenle gününü Aişe (R.A.)'ya hibe etmişti. Bir rivayete göre Ali (R.A.)*ın halifeliği döneminde, diğer bir rivayete göre Muaviye (R.A.)'ın hilâfeti devrinde vefat etmiştir.

Peygamber (S.A.V.)'In vefatından sonra muhterem kadınlarından ilk önce vefat eden hanımın Şevde bint-i Zam'a veya Zeyneb bint-i Cahş olduğu hususunda ihtilâf vardır. (Tekmile C. 4, Sah. 21 ve İbn-i Sa'd'in Tabakâtı C. 8 Sah. 37)

Evet, demiş sonra safran bitkisi üe boyanmış olan bir başörtüsü&shy;nü alıp (boyanın güzel) kokusunun yayılması için üzerine su serp&shy;miş sonra (bunu giyinmiş olarak) Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yakınında oturmuş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;em) :

«Yâ Âişe! Benden uzak dur. Çünkü bugün senin günün değildir.-buyurmuş. Bunun üzerine Âişe s

Bu Allah'ın fazlıdır, dilediğine verir, demiş ve (kendisi ile Safiy&shy;ye arasında geçen) durumu Ona anlatmış. Efendimiz de Safiyye'den râzi olmuştur.'*

Not • Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedinde ravi Sümeyye el-Bas-nyye bulunuyor. Bu râvinin tanınmacUğını. el-Mizan sahibi söylemiştir.



1974) Âişe (Radıyallâhü ü»Aa)'dan; Şöyle demiştir:

Bir adamın uzun süre hayat arkadaşlığı ettiği bir karısı vardı. Bu kadından çocukları da olmuş idi. Adam bu kadmı boşayıp başka bir kadınla evlenmek istedi. Kadıncağız, kendisine gün ayırmaksı-

zın (nikâh altında) durmaya (ve başka bir kadınla evlenmeye) koti' casmı râzi etti. Bu adam hakkında -ve sulh hayırlıdır- âyeti İndi." [252]



İzahı





Zevâid türünden olan 1973 nolu hadis, bir kadının kendi günü&shy;nü kumasına hibe edebileceğine ve hibe işinin kocasının rızası ile geçerli olduğuna delâlet eder. Ayrıca günü olmayan kadının süslenip kocasının yanına yaklaşmasının caiz olmadığı, kocanın böyle davranmak isteyen karısını uyarmasının ve buna karşı çıkmasının ge&shy;rekliliği ve karı ile kocanın arasım bulmanın fazileti de bu hadîsten anlaşılır.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın son hadîsinin benzerini Müs&shy;lim de rivayet etmiştir. Buhâri, Tirraizi ve Ebü D â v û d' un rivayetlerine göre hadîsdeki âyeti celîle, müellifin rivayetinde anılan olaya benzer başka bir olay hakkında inmiştir.

Bir rivayete göre Ibn-i Ebi's-Saib adlı bir zâtın yaş&shy;lı bir karısı vardı, bu kadından çocukları da bulunuyordu. Adam bu karıyı boşayıp başka bir kadınla evlenmeyi arzulayınca, kadın, ken&shy;disine gün ayırma hakkından vazgeçmek üzere çocuklarının başın&shy;dan uzaklaştırılmamasını ve boşanmamasını kocasından istemiş. Ko&shy;cası da bu durumun uygun olup olmadığını öğrenmek üzere Peygam&shy;ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e baş vurmuş ve bunun üzerine anı&shy;lan âyet inmiştir.

Müellifin rivayetinde bulunan; cümlesi Nisa sû&shy;resinin 128'inci âyetinin bir parçasıdır. Âyetin başından bu cümleye kadar olan kısmın meali şöyledir:

«Ve eğer bir kadın (yaşlılık veya hastalık nedeni ile) kocasının nefret etmesinden veya (her hangi bir nedenle) yüz çevirmesinden korkarsa (kadının kendi gecesi, nafakası ve giyeceği gibi hakların&shy;dan feragat etmesile ve kocasının bunu kabul e tın esile) kendi arala&shy;rında sulh olmalarında onlara bir günah yoktur ve (bâzı haklardan vazgeçmekle) sulh olmak (ayrılıp boşanmaktan) hayırlıdır.»

Bir kısmının kısa mealini yukarıya aldığım âyetin tamamı hak&shy;kında geniş bilgi için tefsir kitablarına müracaat edilebilir. [253]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:45 am

49- Evlendirme İşinde Aracı Olmak Babı





1975) Ebû Rühm (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Evlenme işi için iki kişi arasında aracı olmak, en faziletli aracı­lıklardandır.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir ; Bu isnad. mürseldir. Çünkü ravisi Ebû Rühm, Ahzâb bin Esİd veya Ahzâb bin Üseyd isimli zâttır ki, Buhari ve Ebû Ha­tim onun tabii olduğunu yâni sahabi olmadığını söylemişlerdir. tbn-i Hibbân onu sikalar arasında zikretmiştir.



1976) Aişe (Radıyallâhü anhâ)'önn: Şöyle demiştir:

(Bir gün) Üsâme (Radıyallâhü anh)'ın ayağı kaydı ve kapının eşiği üstüne düşüp yüzü yaralandı. Resulullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) de (bana) :

«Onun kanını sil,» buyurdu. (Fakat tiksinmem nedeni ile) ben onun kanını silmekten hoşlanmadım. Bunun üzerine Efendimiz onun (yarasının) kanını emip yüzünden atmaya başladı. Sonra şöyle bu­yurdu :

«Eğer Üsâme kız olsaydı, onu evlendirmek için kendisini süsle­yip (güzel) giydirecektim.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Eğer râvi Behi, Âişe'den hadis işitmiş ise bu hadîsin senedi sahihtir. Behî'nin Âişe'den hadis işitmesi üzerinde konuşulmuş­tur. Bu husus Ahmed'e sorulmuş kendisi: Ben bu hususta bir şey göremiyorum, ancak Behl'den rivayet ediliyor, diye cevap vermiştir. El-Alii, el-Merasİl'de: Müs­lim. Abdullah el-Behİ'nin Âişe'den rivayet ettiği bir hadisi almıştır, demiştir. [254]



İzahı





Bu bâbtaki iki hadis de Zevâid türündendir. Birinci hadîs bir erkek ile bir kadının birbirleri ile evlenmeleri için aracı olmanın fa­ziletini ifâde eder. Taraflardan birisi veya ikisi istekli ve arzulu ol­madığı halde baskı şeklindeki tavassut bu hadîsin şümulüne girmez. Çünkü tarafların rızası, nikâh akdinin sıhhat ve geçerliliğinin şar­tıdır. Rızâsız ve baskı etkisi ile yapılan evlendirmelerin sakıncaları günümüzde görülmektedir.

 i ş e (Radıyallâhü anhaJ'nın hadisinde anılan O s â m e (Radıyallâhu anh)'ın hangi Ü s â m e olduğu hususunda bir kay­da rastlamadım. Bu isimde dört sahâbînin bulunduğu Hülâsa'dan anlaşılıyor. Kuvvetli ihtimal bu zâtın Üsâme bin Zeyd bin el-Hârise olduğudur. Çünkü babası Zeyd (Radı­yallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in âzadlısı-dır. Baba ile oğul, Efendimizin özel sevgisine mazhar olan bahtiyar sahâbilerdend.ir. Üsâme'nin anası Ümmü Eymen (Ra­dıyallâhü anhâ) da Efendimizin çocukluğunda O'na hizmet etmek ve bakıcılık etmek şerefine, hattâ bâzı rivayetlere göre O'na süt em­zirme nimetine kavuşmuş hâtûnlardandır. Ü s â m e ' nin hâl ter-cemesi 795 nolu hadisin izahında verilmiştir. [255]



Hadisin Fıkıh Yönü





1. Yaralıya yardımcı olmak ve tedavisi ile meşgul olmak se-vabtır.

2. îrâde ve istek dışı tiksinme elde olmadığı için suç sayılmaz.

3. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat ettiğinde anı­lan Üsâme 20 yaşlarında olduğuna göre bu yaralanma olayı­nın anılan Üsâme (Radıyallâhü anh)'m çocukluk döneminde olduğu kuvvetle muhtemeldir. Kadının erkek çocuğun yüzündeki ya­ranın kanını silmesinin meşruluğu hadisten çıkarılabilir. Şayet Ü s â -m e (Radıyallâhü anh) erginlik çağına varmış iken bu yaralanma olmuş ise îslâmî örtüye riâyet etmek kaydı ile ve kocasının huzurun­da ve onun rızâsı ile gerektiğinde ve âcil durumda kadının, erkeğin yüzündeki yaranın kanını silmesinin câizliği hükmü çıkarılabilir. An­cak bu hadîsin şahinliği kesin değildir. Notta bu duruma işaret edil­miştir.

4. Hadis Efendimizin üstün merhametini ve yüce tavâzuunu ifâde eder. Ayrıca yaralının yardımına koşmanın sevabına işaret eder.

5. Erginlik çağına varan kızı evlendirmeye çalışmak meşrudur. [256]


50- Kadınlarla İyi Geçinmek Babı





1977) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyattâkü ankümâyâan rivayet edil­gine göre; Resftlallah (SaUollahn Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Sizin en hayırlınız, ailesine en iyi olamnrahr. Ben de ailem» en iyi olanınizim.

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bu hadisi Tirmizi tc Îön-İ Mbbön (R.A.Vdan rivayet etmişlerdir. İbn-i Abbâs (R.A.)'dan olan rivayete 8®️"**^" vâyeün senedi zayıftır. Çünkü ravi Umâre bin Sevbân* tbn-i Httfoân «tadar sında zikretmiş ise de Abdüüıak : O, kuvvetli değil, demiştir. İbntil-Sattâa da . O"ium hâli meçhuldür, demiştir.



1978) Abdullah bin Amr (bin el-As) (Radıyallâhü ankütnâ)'âan ri­vayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem) şöyle buyurdu.

demiştir:

«Sizin en hayırlılarınız, karılarına en iyi olanlanmzdır.*

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi, Buharf ile Mü^'inşar£ lan üzerine sahihtir. Bu hadisi Tirmizi de Ebû Hürevre (B.A.Vden rivayet ederek hasen olduğunu söylemiştir[257]



İzahı





Bu iki hadîsin zahirine göre ailesine iyi olan ve onunla güzelce geçinen mü'min, en hayırlı kişi sayılır. Halbuki, dînen en hayırlı ki­şi sayılabilmek için diğer alanlarda da iyi amel sahibi olmak gere­kir. Sair alanlarda iyi amel ve ibâdet sahibi olmayıp, sadece ailesine karşı iyi olan bir kimsenin en hayırlı kişi say ilamı yacağı biline^ bir peydir. Sindi bu hadîslerin iki şekilde yorumlanmasının muh­temel olduğunu şöyle ifâde, eder.

1. Yâni, ailesi ile iyi geçineniniz, hayırlılarınızdan sayılır. Şu halde, aile ile iyi geçinmek, din açısından arzulanan şeylerdendir. Ar­tık böyle davranan kişi bu açıdan hayırlı sayılır.

2. Hadislerden maksat şu olabilir.: Ailesi ile iyi geçinen bir kim­se, diğer alanlarda da iyi amelleri işlemeye mavuffak olur ve böyle­ce en hayırlı kimse durumuna yükselebilir.



1979) Âişe (Radtyallâkü anhâ)'(\an: Şöyle demiştir:

Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) benimle koşu yarışma­sı yaptı da ben O'nu geçtim."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi Buhârî'nin şartı üzerine sahihtir. El-Mizzl, el-Etraf'ta bu hadisin Nesâî tarafından rivayet edildiğini söyle­miştir. Halbuki, bu hadîs, Nesâİ'nin ravlsi tbnü's-Sünni'nin rivayetinde yoktur. [258]



İzahı





Bu hadîs de aileye karşı iyi davranmanın en güzel bir örneğini ifâde eder. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) ile koşu yarışmasında bulunuyor ve kanımca onu sevindirmek için bile bile Zâtını yenik gösteriyor.



1980) Âişe (Radtyallâhü anhâydan: Şöyle demiştir:

Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem ), Safiyye bintl Huyey iRadıyallâhü anhâ) ile yeni evlenmiş iken (Hayber savaşından dö-nüp) Medîne-i Münevvere'ye gelince Ensâr-ı Kiramın kadınları (ya­nıma) gelip Safiyye'den bahsettiler. Âişe (Radıyallâhü anhâ) demiş­tir ki ben de (onu görmek üzere) tanınmıyacak bir kıyafetle ve yü­zümü örtüp gittim. Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (açık) olan) gözüme bakıp beni tanıdı. Âişe demiştir ki ı Bunun üzerine ben hemen geri döndüm ve hızlıca yürüdüm. Resûl-i Ekrem (arkamdan gelip) bana yetişti ve beni bağrına bastı. Sonra:

— «Sen onu (Safiyye'yi) nasıl gördün?» diye (bana) sordu. Âişe demiştir ki, ben O'na:

— Bırak (beni). Yahudi kadınlar arasında bir Yahûd? kadındır, dedim."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Râvt Ali bin Zeyd bin Cudân'm zayıflığı nedeni ile bunun senedi zayıftır. [259]



İzahı





Safiyye (Radıyallâhü anhâ) bir yahûdi kabilesi olan B e -n i Nadir kabilesinin hanedanlarından olup Hayber sa­vaşında esir edilip müslüman olmuş ve savaşı müteakip Efendimizin muhterem zevceleri arasına katılma şerefine mazhar olan bir hâtûndur. Hâ! tercemesi 1779 nolu hadis bahsinde geçmiştir. Anılan yahü-di kabilesinin soyundan geldiği için  j ş e (Radıyallâhü anhâ) onun hakkında yukardaki ifâdeyi kullanmıştır. Müslümanlığı ka­bullendikten sonra kişinin mensup olduğu soy onun için bir eksiklik değildir.  i ş e (Radıyallâhü anhâ) kıskançlık nedeni ile böy­le bir söz sarfettiğine rağmen Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ailelerine karşı çok iyi davrandığı için müsamaha ile mua­melede bulunmuştur. Keza, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âişe (Radıyallâhü anhâ)nm gönlünü almak için onu bağrına bas­mış, fakat  i ş e; "Bırak beni," demekle hoşnutsuzluğunu ifâde etmek istemiş ve buna karşılık Peygamber (Sallallahü Aieyhi ve Sel­lem) susmuştur. Bu da aileye karşı iyi davranışın en iyi bir örne-



1981) Aişe (Radıyallâhü

Zeyneb (bint-i Cahş [260]) (Radıyallâhü anhâ), benim odama izinsiz ve öfkeli olarak girinceye kadar (Kumalarımın kızdıklarını) bilmiyordum. (Zeynebî odama girdikten sonra (odamda bulunan) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemKe =

— Yâ Resul ali ah I Ebû Bekir'in kızcağızı senin için kollarını çevi­rince, (onun yaptığı iş) sana yetiyor mu? dedikten sonra bana yönel­di (aleyhimde atıp tuttu.) Ben (ona cevap vermeyip) ondan vazgeç­tim. Nihayet Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bana) :

— «O'nu tutup kendini savun,» buy uru ne a ben ona yöneldim. Ni­hayet bana cevap veremez ve tükürüğü ağzında kurumuş vaziyette kendisini gördüm. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in de mü­barek yüzünün güldüğünü gördüm."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup r&vtleri sıkadır. RâvI zekeriyyâ bin Zaide de tedlis ederdi. [261]



İzahı





Sindi bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadınları arasında uyguladığı nöbet usûlüne göre sıra  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'mn odasında kalma­ya geldiği gün, sahâbîler Efendimize hediyeler sunarlardı, diğer ka­dınlarının günlerinde bu tür hediyeleri vermezlerdi.  i ş e (Radı­yallâhü anhâ)'nın kumaları bu duruma kızdılar. Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem)'in kızı F â t i m e (Radıyallâhü anhâ) bu durumu sezdirmek için  i ş e (Radıyallâhü anhâVmn odasına gi­dip duruma kapalı bir şekilde işaret etti. Sonra Zeyneb (Radı­yallâhü anhâ) gidip çıkışınca  i ş e (Radıyallâhü anhâ) duru­mun mâhiyetini öğrendi.

Zeyneb (Radıyallâhü anhâVnın Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)'e söylediği sözden maksadı şudur: Sen  i ş e'yi fazlasıyla sevdiğin için başka bir şeye bakmaz gibi oldun.

Zeyneb (Radıyallâhü anhâ), Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'ya yüklenip aleyhinde atıp tutunca, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem Âişe (Radıyallâhü anhal'nın kendini savunmasını ve Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'ya gereken cevabı vermesini emret­miştir. Bu emirden maksat şu olabilir: Bir münâkaşanın sona erdi­rilmesi cevap vermeye bağlı ise bu yapılmalıdır, bunu yapmakta bir sakınca yoktur. Aksi takdirde, yâni münâkaşacıya cevap vermekte bir yarar yok ise çekiştireni bağışlamak daha iyidir.

Hadîs, aileye karşı iyi davranmanın en iyi örneğini vermiştir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âişe (Radıyal­lâhü anhâ)'nın odasında bulunduğu bir sırada Zeyneb (Radı­yallâhü anhâ)' izin almadan ve öfkeli bir halde odaya giriyor. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "e çıkışıyor, sonra da Aişe (Radıyallâhü anhâ)'ye sataşıp, aleyhinde atıp tutuyor. Buna resmen Efendimiz hazretleri bir şey söylemeyip müsamaha ve sabırla karşılıyor. Nihayet  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'ya kendini savun­ması ve cevap vermesi için müsâade buyuruyor.  i ş e (Radı­yallâhü anhâJ'nın cevap vermesi ve bu kere Z e y n e b (Radıyal­lâhü anhâ) 'nın susup cevap veremiyecek duruma geçmesi karşısında efendimiz sevinip sevinç belirtisi mübarek yüzünde görülüyor.



1982) Âî§e (Radtyallâkü fl»Aâ>'dan; Şöyle demiştir: Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'in yanında iken (yâni O'nunla evli iken) oyuncak bebeklerle oynardım. Efendimiz de benim (kız) arkadaşlarımı bana gönderirdi, arkadaşlarımla oynaşır­dık."

Not: Zevâid'de söyle denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. Çünkü halife Me-mun döneminde Önce Basra kadılığı, daha sonra Eş-Şarkiyye kadılığı yapmış olan ravi Ömer bin Hablb el-Adevl'nin zayıflığı hususunda ittifak vardır, tbn-i Muin de bu raviyi yalanlamıştır.

Sindi: Ben derim M bu hadls'Sn aslı sübhesiz sabittir, demiştir. [262]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîste geçen Benât kelimesinin lügat mânâsı kızlar demektir. S i n d V nin beyanına göre en-Nihaye'de şöyle denilmiştir: Benât kelimesi ile çocukların oyuncağı olan be­bekler kasdedilmiştir. Kadı I y â z demiş ki: Bu hadîs, kız ço­cukların oyuncak bebeklerle oynamalarının câizliğine delâlet eder. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu durumu görüp itiraz etmediğine dâir hadîs vardır. Âlimler bunun hikmetini şöyle anlat­mışlardır. Bunun sebebi kız çocukların, bebeklere bakmaya, onlara zmet etmeye ve ev işlerine alıştırılmalarıdır.

N e v e v i: de: Resim ve heykellerin yapılması ve evde bulun-d anılmasının yasaklığına âit hadîslerden, oyuncak bebeklerin müstesnâ kılındığı muhtemeldir. Bunun hikmeti de yukarda anılan sebep olabilir. Yahut oyuncak bebekler de diğer resim ve heykeller gibi yasaktır, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın oyuncak bebekler edinip onlarla oynaması, hicretin ilk zamanlarında ve henüz resim­lerle ilgili yasaklama hükmü verilmemiş iken olmuş olabilir, demiştir.

Süyûti de Nesâî' nin haşiyesinde: Resim ve heykel­lerin edinilmesi, bulundurulması ve yapılması ile ilgili hüküm var­ken  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve arkadaşları mükelleflik çağı olan erginlik çağına varmamış oldukları için oyuncak bebeklerle oy­namışlar, diye bir yorum yapılabilir. Çünkü erginlik çağına varma­mış olanlar, dînî vecibelerle mükellef sayılmazlar. Nitekim velî, erkek çocuğuna ipekli elbise giydirebilir. Halbuki ipekli elbise erkekler için haramdır, demiştir.

Sindi yukardaki nakilleri yaptıktan sonra şöyle der: S ü y û -t î' nin bu yorumu bizim Hanefi âlimlerimizin edindikleri kai­delere aykırıdır. Çünkü bizim âlimlerimize göre velî, erkek çocuğu­na ipekli elbise giydiremez. Hadîsler de âlimlerimizin görüşünü teyid eder. Örneğin: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi ftüe ferdlerinin küçük yaştaki çocuklarını sadaka malını yemekten m°oet-miştir. Bilindiği gibi Efendimize ve aile ferdlerine sadakadan yemek haram kılınmıştır. [263]



Hadîsin Fıkıh Yönü





1. Erkek, ailesine iyi davranmalıdır.

2. Kızların ve kadınların oyuncak bebeklerle oynaşması meşru­dur. Bu hususta gerekli Özlü bilgi S i n d î' den naklen verilmiş­tir. El-Menhel yazarı 2. cüz'ün 297. sahifesinde resimle ilgili bir ha­dîsin açıklaması bahsinde geniş bilgi verdikten sonra şöyle der: Ez-Zürkaanî: Gölge veren resimlerin edinilmesi, bulundurul­ması âlimlerin icmâı ile haramdır ancak kızların oyuncak bebekler­le oynaması bu hükümden müstesnadır, demiştir. Kadı I y â z da bu istisnayı yaptıktan sonra: İmam Mâlik, adamın ken­di kızına oyuncak bebekleri almasını mekruh saymıştır. Bâzı âlim­ler ise kızların oyuncak bebeklerle oynamasına cevaz veren hadîsle­rin resimlerin yasaklığına âit hadislerle mensuh olduğunu söylemiş­lerdir, demiştir. En ihtiyatlısı her türlü resimleri yâni oyuncak be­bekler de dâhil hiç bir resmi bulundurmamaktır.

Resimlerle ilgili geniş bilgi müellifin libas kitabının 44. babında geçen 3649 - 3653 nolu hadisler bölümünde inşaalah veriecektir. [264]


51- Erkeklerin Karılarını Dövmeleri Babı





1983) Abdullah bin Zam'a (Radtyallâhü ankyâen:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ashabına) hitabede bulundu. Sonra kadınlardan bahsedip bunlar (a iyilik etmek) hak­kında erkeklere nasihatta bulunduktan sonra şöyle buyurdu t

«Cariyeyi değnekle dövercesine ne zamana kadar bazılarınız karı­larını değnekle dövecek (yâni bu âdeti sürdürecek)tir? Halbuki dö­ven adamın, dövdüğü karısının yatağına ayni günün sonunda girme­si umulur.»" [265]



İzahı





Bu hadisi Müslim daha uzun bir metin hâlinde rivayet et­miştir.

Sindi bu hadisle ilgili olarak şöyle der: Yâni bâzılarınız ca­riyeyi dövdüğü gibi nikâhlı karısını şiddetle döver. Öteden beri alı­şılan bu hâle ne zamana kadar devam edilecektir? Bu âdeti terkedin. Halk cariyeyi değnekle dövme âdetine alışkın olduğu için hadiste cariyeyi dövmekten bahsedilmiştir. Bu benzetme, cariyeyi şiddetle dövmenin câizliğini ifâde etmez.

Bir hadiste: «Sopanı karın (m üstün)den kaldırma- buy ur ulm ustur. Bir kavle göre bu hadisten maksat kadını dövmek değil, onu te'dip etmektir.

Erkek gece ailesinin yatağına gireceğine göre aralarında birlik ve sevgi olmalıdır. Kadını değnekle dövmek ise bu birlik ve sevgiye uygun düşmez. Sabahleyin karıyı dövüp akşam onunla ayni yatağa girip yatmak birbirine uygun şeyler sayılmadığı için bunu düşünüp dövmekten vazgeçmek için hadîsin sonunda bir irşat yapılmıştır.



1984) Âişe (Radtyallâhü anM/dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir hizmetçisini ve hiç bir kadını dövmemiş ve mübarek eli İle hiç bir şeyi dövmemiştir."



1985) lyâs bin Abdillah bin Ebî Zübâb (Radtyallâhü onAJ'den ri­vayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Allah'ın cariyeleri (olan karılarınızı) dövmeyin.» Bu emirden sonra Ömer (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) 'in yanına gelip t

— Y& Resûlallah! (bu emrinizden sonra) Kadınlar cesaretlenip kocalarına itaatsizlik etmeye başladılar, dedi. Bunun üzerine (te'dip için ve yara bere bırakmıyacak tarzda) kadınları dövme ruhsatı ve­rildi. Kadınlar da dövüldü. Bundan sonra Muhammed Aleyhi ve Sellem) 'in zevcelerine çok sayıda kadın gitti, (kendilerini şiddetle döven kocalarından şikâyet ettiler.) Ertesi gün sabahleyin Efendimiz şöyle buyurdu

— «Bu gece yetmiş kadın Muhammed (Sallallahü Âleyhive Sel­lem)'in zevcelerine vardılar. Her birisi kendi kocasından (şiddetli dövmesinden) şikâyet etti. Artık siz, kanlarını (böylesine) döven adamları iyileriniz olarak bilmeyiniz.»" [266]



İzahı





Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Dârimi ve Beyhakî de müteaddit yollarla rivayet etmişlerdir.

Hadîsten şu durum anlaşılıyor: Kesûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önce kadınları dövmeyi tamamen yasaklamış, kadınlar bundan cesaretlenerek kocalarına itaatsizlik etmeye başlamışlar, bu­nun üzerine kadınları dövme müsaadesi verilmiş, bu kere erkekler karılarını fazla dövmeye girişmişler, kanlar da kocalarını Efendimi­ze şikâyet etmeye başlamışlar ve nihayet Efendimiz, tedîp için veya huysuzluklarından dolayı kadınları dövmek caiz ise de dövmeyip ezi­yetlerine sabır ve tahammül etmenin daha iyi olduğunu bildirmiştir.



1986) el-Eş'as bin Kays (Radtyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir:

Ben bir gece Ömer (Kadıyalâhü anh) 'a misafir oldum. Gece ya­nsı olunca Ömer kalkıp karısını dövmeye başladı. Ben onlan ayırdım Ömer yatağına dönünce bana t Ey Eş'asi Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)'den işittiğim (şu) şeyi benden (öğrenip) bellet

«Adama, karısını niçin dövdüğü sorulmaz. Vitir namazını kılma­dan uyuma.» Râvi demiştir ki ben (Peygamber'in) üçüncü cümlesini unuttum.

Müellif, râvi Ebû Avane'den sonra ikinci bir sened ile de hadisin kendisine rivayet edildiğini söylemiştir.*'[267]



İzahı





Beyhakî de bu hadîsi ayni metinle rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) *e âit buyru­ğun ilk cümlesini yine Ebû Avâne yolu ile rivayet etmiştir.

Sindi, hadîsin «Adam'a karısını niçin dövdüğü sorulmaz» fıkrası ile ilgili olarak şöyle der: Yâni adam kadını dövmenin şart­larına ve sınırına riâyet ettiği takdirde karısını usulü dâiresinde döv­düğünden dolayı kınanamaz. Fıkranın mânâsı şu olabilir: Karısını dövme nedeni ve sebebi kocasına sorulamaz. Çünkü bazen dövme nedenini anlatmak uygun olmayabilir. Adam açıklamasını uygun görmediği gerçek neden yerine başka sebepleri ileri sürebilir ve gü­naha girebilir.

Sindî, hadîsin «Vitir namazını kılmadan uyuma» fıkrası

hakkında da: Bu emir, geceleyin uyanıp teheccüd namazını kılmayı âdet edinmeyen kimselere aittir. Allah daha iyi bilir, demiştir.

Vitir namazını gecenin ilk zamanlarında, yâni uyumadan önce veya uyuduktan sonra geceleyin kılmanın daha faziletli olduğu hu­susundaki âlimlerin görüşleri 5'inci kitabın 121'nci babında geçen 1185 -1187 nolu hadîslerin izahı bölümünde verilmiştir. Oraya müra­caat edilebilir.

H&l Tercemesi

Hadisin râvisi tyas bin AbdUIah bin Ebl ZÜbâb ed-Devsl Mekke'de ikâmet etmiştir. Sahftbl olup olmadığı ihtilaflıdır. Kuvvetli kavle göre sahftbldir. tbn4 Bfbban onu sıka sahâbller ve sıka tabiiler meyanında zikretmiştir, tyas (R.A.) Peygamber (SJLV.Vden rivayette bulunmuştur. Kenrltainin ravlsi ise Abdullah bin Abdlllah bin Ömer bin el-Hattâb'dır. tbn-1 Haceb, Ebû D&vûd ve Nesâl onun hadi» terim* rtvayet etmişlerdir. (El-Menbel Tekmilesi C. 4, sah. 44)

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in buyurduğu üçüncü cümlenin ravi tarafından hatırlanamadığı ifâde edilmiştir. Unutan râvinin hangi râvi olduğuna dâir bir kayıt göremedim. İfâdenin za­hirine göre unutan râvi E ş ' a s (Radıyallâhü anh) olabildiği gi­bi senedin herhangi bir halkasını teşkil eden başka râvi de olabilir, îbn-i Mâceh'in haşiyesi Nur-u Misbâhi'z-Zücâce'de belirtildi­ğine göre el-Hâkim bu üçüncü cümlenin babaya itaat etmekle ilgili olduğunu beyân etmiştir.

Bu bâbta rivayet edilen hadisler, erkeğin karısını dövmesinin daha iyi olduğuna, gerektiğinde usulü dâiresinde ve yara, bere bırak-mıyacak şekilde hafifçe dövebileceğine delâlet ederler.

Nisa sûresinin 34. âyeti de itaatsızlığından endişe duyulan karılara nasihat edilmesini, nasihatla uslanmadığı takdirde yatak­larının terk edilmesini emreder ve bununla da itaat etmezse hafifçe dövülmesinin câizliğine delâlet eder.

El-Menhel, Tekmile'sinin 4. cildinin 37. sahifesinde K a a d ı -h a n' in Fetâva'sından naklen şöyle denilir. Erkek, karısını şu dört sebebten dolayı usulü dâiresinde dövebilir:

1. Kocası onun süslenmesini istediği zaman bunu yapmamak. (Bu süslenme ev içinde ve kocası için olursa hüküm budur. Ama îslâ-mî örtüye riâyet etmeden yabancı erkeklerin görebileceği yerde ka­dının süslenmesi caiz olmadığı için bu yolda kocasının arzusuna uya-maz ve kocası onu bu nedenle dövemez.)

2. Kadm aybaşı ve lohusalık hâlinden temiz iken kocasının cin­sel temas arzusuna uymaması.

3. Kadının farz namazları kılmaması. İmam M u h a m -m e d' den yapılan bir rivayete göre kadının farz namazı bırak­ması suçundan dolayı kocası onu dövemez. Kadının cünüblükten ve­ya aybaşı âdetinin sonundaki halden dolayı boy abdestini almaktan imtina etmesi de namazı bırakması gibidir.

4. Kocasının izni olmadığı halde kadının evden çıkması.

Hâl Tercemesi

Hadîsin râvisi Eş'as bin Kays bin Mâdikerib el-Kindl Ebû Muhammed sahâ-bidir. Kûfe'de yerleşmiştir. Dokuz hadisi vardır. Buhârî ve Müslim onun bir ha­disinde ittifak etmişlerdir. Hâvileri Ebû Vâü ve Kerdûs'tur. YermûK savaşında göz­lerini kaybettiği rivayet edilmiştir. Ettiği bir yemin kefareti olarak onbeş bin dir­hem veya dinar ödediği rivayet olunmuştur. Azerbeycan valiliği yapmış, cömert ve ikram sever bir zat idi. Sıffln olayında Ali (R.A.)'ı desteklemiştir. Ebû Hassan ez-Ziyadi-nin dediğine göre hicretin 40. yılı Ali (B.A.)'den 40 gün sonra ve 63 yaşında vefat etmiştir. (Hülâsa: 39) [268]



52- Kadının Saçını Başka Saç İlâvesiyle Çoğaltan Ve Dövünleyen Kadın (Hakkında Gelen Hadisler) Babı





1987) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edil­diğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadının saçını başka saçla çoğaltan, başka saç ilavesiyle saçını çoğalttıran, dövme yaptı­ran ve dövûnlenen kadınları lanetlemiş (veya Allah'ın lanetlediğini haber vermiş) tir."



1988) Esma (bint-i Ebibekr) (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle de­miştir :

(En.sâr'dan) bir kadın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma gelerek: Benim kızım yeni evlenmiş bir gelinciktir. Bir salgın hastalığa tutulup saçları döküldü. Ben başka saçla onun saçını ço­ğaltabilir (miy)im? dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) şöyle buyurdu t

«Kadının saçını başka saçla çoğaltan kadına ve başka saçla sa­çını çoğaltan kadına Allah lanet eylemiştir (veya lanet eylesin.)»"



1989) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radıyallâhü a»A)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (SaJlallahü Aleyhi ve Sellem), güzellik İçin dövme yaptıran, dövûnlenen, yüzünün kıllarını yolduran ve ön dişlerini (eğe gibi âletlerle) aralayan ve bu suretle Allah'ın yarattığı tabiî güzel­liği değiştiren kadınları Iânetlemiştir. Beni Esed kabilesinden Ümmü Yakûb isimli bir kadın (İbn-i Mes'ûd'un) bu hadisini duyunca İbn-i Mes'ûd'a gelerek t

— Senin böyle böyle söylediğini haber aldım, dedi. tbn-i Mes'ûd (Radıyallâhû anh) :

— Söylediğim şey Allah'ın kitabında bulunduğu halde Resûlul­lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in lanetlediği kimseleri niçin ben de lânetlemiyeyim? dedi. Kadın:

— Ben şüphesiz Allah'ın kitabının tamamını okurum. (Onda) senin dediğin bu hususu bulamadım, dedi. İbn-İ Mes'ûd t

— Eğer sen Kur'an'ı okudu isen şübhesiz dediğim hususu bul­muşsun. Sen âyetini oku­madın mı? diye cevap verince, kadın t

— Evet. (Ben bu âyeti okudum) dedi. Ibn-i Mes'ûd

— Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dediğim şeyi şübhe­siz yasakladı. (Bu kere) kadın :

— Sanırım senin aile ferdlerin (yasaklandığını haber verdiğin şeyi) yaparlar, dedi. tbn-i Mes'ûd i

— Cit de bak, dedi. Kadın gidip baktı da aradığını bulamadı. (Sonra döndü ve) bir şey göremedim, dedi. Abdullah (îbn-i Mes'ud) kadına t

— Eğer benim ailem senin dediğin gibi olmuş olsaydı bizimle ya* şıyamazdı (yâni onu boşardık), dedi." [269]



İzahı





İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Kütüb-İ Sitte şahitlerinin hepsi, Esma (Radıyallâhü anhâVnın hadîsini B u -hâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir.

İbn-i Mes'ûd'un hadisini de Kütüb-i Sitte sahihlerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivâyetlerdeki ifâde değişikliği mânâ­yı değiştirmez.

Bu hadîslerde geçen bazı kelimeleri açıklıyahm i Vâsıla i Kadının saçını çoğaltmak maksadı ile başka saçı ilâve eden kadındır. Kendi saçına ilâve yapana da, başka kafimin saçına ilâve yapan kadına da bu isim verilir. Şu halde bir kadın başka saç eklemek suretiyle ne kendi saçını çoğaltabilir, ne de başka kadının saçını çoğaltabilir. Böyle bir iş yaparsa ona Vâsıla ismi verilir.

Müstevsila: Saçının çoğaltılması için başka saçın eklenmesini is­teyen ve bunu yaptıran kadındır. Buna Mevsûla da denilir.

Vâsime i Dövünleyen diye terecine ettiğim bu kelime Veşm'den alınmadır. Veşm ise elin arkasına, kola, yüze veya vücûdun görülen veya görülmeyen her hangi bir yerine iğne batırıp kanattıktan son­ra üzerine çivit gibi bir şey döküp o yere renk vermektir. Buna dö­vün ve na'l denilir. Bu şey Arablar arasında yaygın bir âdet idi. Hıris-tiyanlardan Kudüs şehrine-gidip sözde hacı olanlar da kollarını ve ellerini dövdürürler. Memleketimizin bâzı yörelerinde bulunan mıtnblar ve çingeneler arasında da bu âdet var.

Vasime t Yukarda anlatılan Veşm işini yapan kadındır. Müstevşime: Veşm işini yaptıran kadındır. Buna Mevşûme de denilir.

Mütenemmısa; Yüzünün kıllarını yolduran kadına denir. Nâmisa; Yüzün kıllarını yolan kadına denilin

Mütefellice ı Genç görünmek için eğe gibi bir âletle Ön dişlerini aralayan kadına denilir.

Yukarda açıkladığım bu kelimelerle ifâde edilen ve anılan işleri yapan veya yaptıran kadınlar Allah ve Resulünün lanetine m üste-hak olmuş olurlar.

Müslim Libas kitabının 33. babında bu hadisleri rivayet et­miş ve N e v e v i bu hadîslerin şerhinde şöyle demiştir:

"Bu bâbtaki hadîsler, kadının saçına başka saçın eklenmesinin haramlığına ve bunu yapan kadın ile yaptıran kadının lanetlendiği­ne delâlet ederler. Takılacak saç insan saçı olsun, eti yenen hayvan saçı olsun, kadının mahremi olan bir adamın saçı olsun, yabancı bir adamın saçı olsun, hüküm aynidir. Hadîsler umumî olduğu için açık ve seçik hüküm budur. Fakat bizim arkadaşlarımız takılacak saç in­san saçı olursa hüküm ayrıdır, başka saç olursa hüküm değişiktir, di­ye şöyle bir ayırım yapmışlardır:

Eğer takılacak saç insan saçı olursa âlimlerin ittifakı ile haram­dır. Takılacak saç erkek saçı olsun, kadın saçı olsun fark etmez. Ke­za takılacak saç kadının kocasının saçı veya kadının babası, karde­şi gibi bir mahreminin saçı olsun, yabancıların saçı olsun hüküm aynidir. Çünkü hadîsler umumîdir. Keza, insanın saçından veya baş­ka uzuvlarından yararlanmak caiz değildir. însan uzuvlarını kullan­mak sahibine ihanet sayılır, insandan kesilen saç, tırnak ve şâir uzuv­larının gömülmesi gerekir.

Takılacak saç bir murdar hayvandan veya eti yenilmeyen diri hayvandan kesilen saç ise yine haramdır. Çünkü böyle bir saç necis-tir. Böyle bir saçı takınan kadın namaz içinde ve dışında bile bile bir necis maddeyi takınmış olur.

Yukarda anılan iki çeşit saçın takmılmasınm haramlığı hususun­da erkek ile kadm arasında bir fark yoktur. Kadın evli olsun bekâr veya dul olsun fark etmez.

Takılacak saç insan saçından başka, temiz bir saç ise bunu takı­nan kadın kocasız ise yine haramdır. Şayet kocalı bir kadın ise üç kavil var:

1. Kocalı kadının, insan saçından başka, temiz olan bir saçı ta­kınması da haramdır. Çünkü hadîslerin zahiri bunu gerektirir.

2. Birinci maddede durumu belirtilen saçın kocalı kadın tarafın­dan takınılın ası haram değildir.

3. En sıhhatli olan kavle göre kadın, kocasının izni ile takınmış-sa haram değildir. Aksi halde haramdır,

(Yabancı erkeklere karşı başının bir kısmını bile açan kadm için mutlaka haramdır.)

Arkadaşlarımızın bu mesele hakkında söyledikleri sözlerin özeti budur.

Kadı lyâz da şöyle demiştir: Âlimler bu m es'el e hakkın­da ihtilâf etmişlerdir: Şöyle ki

Mâlik, Taberi ve âlimlerden çok zâtlar veya bunların ekserisine göre kadının saçına her türlü saç, yün ve bez parçası gibi bir şeyi eklemek yasaktır.

El-Leys bin Sa'd'a göre yasaklama, saç takmaya mah­sustur. Yün. bez parçası ve benzeri bir şeyi takmakta sakınca yok­tur.

Bir rivayete göre saç takmanın caiz olduğunu söyleyenler olmuş ise de bu söz geçerli sayılmamıştır. Çünkü dayanaktan zayıftır.

Kadı lyâz daha sonra şöyle der: Renkli ipekten mamul ipliklerin ve saça benzemeyen diğer maddelerin saça takılması ve bağlanması bu yasağın dışında kalır. Çünkü bunlar Vâsıl değil ve Vâsıl amacını taşımaz. Bu, sadece bir süslenme ve güzelleştirme ama­cını taşır.

Hadîsler, anılan saç takma işinin büyük günahlardan olduğuna ve haram bir işe yardım etmenin de haram olduğuna delâlet eder­ler."

N e v e v i daha sonra dövün vurmak mes'elesine geçip bu hu­susta da şöyle der:

"Dövün vurmak ve istiyerek vurdurmak haramdır. Bazen küçük yaştaki kızlara dövün vurulur. Kız, çocuk olduğu ve henüz mükelleflik çağına varmadığı için ona mes'uliyet yok ise de bunu yapan ha­ram işlemiş olur.

Arkadaşlarımız demişler ki, dövün vurulan yer pis ve necis sa­yılır. Eğer o dövün lekesini bir ilâçla gidermek mümkün ise gideril­mesi gerekir. Şayet ilâçla giderilemeyip ameliyatla giderilebilirse bunu yapmak gerekir. Ancak ameliyat edildiği takdirde o organın sakatlanması, yararının yitirilmesi veya yüz, el gibi açıkta olan bir uzuv olup çirkin bir iz görülmesine sebebiyet verilirse bundan vaz­geçilir. Aksi takdirde o dövünün çıkarılması gerekir ve geciktirilme­si günahtır. Dövün mes'elesinde kadın ile erkeğin farkı yoktur. Yâni erkek için de haramdır.

Nâmisa ve Mütenemmısa yâni yüzün kıllarını yolan ve yoldu­ran kadınlara gelince bu da haramdır. Ancak kadının sakalı veya bıyığı çıkarsa bunu gidermek yasak değil, bilâkis müstehabtır.

îbn-i Cerİr'e göre kadının, sakalını ve bıyığını traş et­mesi caiz değildir.

Kadının kaşlarını inceltmesi de bizce haramdır.

Kadının ön dişlerinin aralarını eğe gibi bir âletle açmak da ha­ramdır. Genç kız ve kadınların ön dişlerinin arası genellikle hafifçe açık olur. Yaş ilerleyince dişler arasındaki boşluk kaybolur. Yaşla­nan veya buna yakın yaşa gelen bâzı kadınlar genç görünmek için ön dişlerinin arasını eğe ve benzeri âletle açarlar, böylece dişlerinin güzel görünmesini ve kendilerinin genç sanılmasını sağlamaya çalı­şırlar. Böyle yaptırana Mütefellİce denilir. Bâzı rivayetlerde böyle yaptıran kadına Müstevşire, bunu yapan kadına da Vâşire denilmiş­tir. Böyle yapmak ve yaptırmak haramdır. Bu bâbta vârid olan hadis­ler bu hükmü ifâde eder. Çünkü bu hareket hem Allah Teâlâ'nın ya­rattığı tabiî şekli değiştirmektir, hem de bir nevî aldatmadır. Hadîs bu hareketin güzelleşmek için olmasını yasaklamıştır. Şu halde tedavi için veya dişteki çürüğü gidermek için böyle bir şey yapmak haram değildir." t

N e v e v i' nin sözü burada bitti.

İkinci hadîste geçen Hasba kelimesinin lügat mânâsı kızamık hastalığıdır. Bâzılarına göre çiçek hastalığının bir nevidir. S i n d î bu kelimeyi bir çeşit salgın hastalık, diye yorumlamıştır. Hadisten anlaşılıyor ki sözü edilen gelin yakalandığı Hasba hastalığından do­layı saçları dökülmüştür.

Allah'ın bir kimseyi lanetlemesi, onu rahmetinden uzaklaştırma­sı, demektir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)'in bir kimseyi lanetlemesi ise o kimsenin Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmasını di­lemesi, demektir.

Son hadiste îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh), Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in hadîste anılan hareketlerde bu­lunan kadınları lanetlediğini ve bu hükmün Kur'an'da bulunduğunu ifâde etmiş, Ü m m ü Yakûb isimli kadın böyle bir hükmü Kur'ân'da bulunmadığını söyleyince tbn-i Mes'ûd, Haşır sûresinin 7. âyetinden şu mealdeki bölümü okuyor ve kadına sen bu­nu okumadın mı diyor?

«Peygamber size ne verirse onu alın* sizi neden menederse ondan sakının.»

Bu nazm-ı celil, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in her emrine uymanın ve her yasağından sakınmanın Kur'an-1 Kerîm em­ri olduğunu te\*6ik eder. Şu halde hadiste anılan fiiller Kur'an ile ya­saklanmıştır, denilebilir. îbn-i Mes'ûd bunu söylemek iste­miştir.

îbn-i Mes'ûd: "Eğer ailem senin dediğin gibi olmuş olsay­dı bizimle yaşıyamazdı", sözü ile şunu demek istemiştir: Eğer ailem bu hadîsle yasaklanmış fiilleri işleseydi onu boşardım, onunla yaşa­mazdım. Nevevİ, âlimlerin cumhûrunca bu cümlenin böyle açık­landığını belirttikten sonra: Namaz kılmamak, bu hadisle yasaklanan fiillerden birisini işlemek veya başka bir günahı işleyip, ikaza rağ­men de günah işlemesine devam eden bir kadını boşamanın uygun­luğu bu hadisten anlaşılıyor. [270]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:46 am

53- Ne Zaman Gerdeğe Girmenin Müstehab Olduğunun (Beyânı) Babı





1990) Aişe (Radtyallâhü ankâ)'âan; Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Şevval ayında beni ni­kahladı ve (yine) Şevval ayında benimle gerdeğe girdi. (Nikâh ve zifafım Şevval ayında olduğu halde) O'nun hangi zevcesi Onun ya­nında benden daha şanslı (mutlu) dur? Âişe de (Peygamber'e uymak üzere) kendi yakını olan kadınları Şevval ayında gerdeğe ithal etme­yi tercih ederdi."



1991) el-Hâris bin Hişâm (Radtyallâhü onh)'âen rivayet edildiğine göre:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ümmü Seleme (Radı-yallâhü anhâ)'yı Şevval ayında nikahladı ve Şevval ayında onunla gerdeğe girdi."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadında bulunan Muhammed bin îsh&k tedlisçi olup bu hadisi an'ane ile rivayet etmiştir. Ayrıca müellifin yanında, el-Hâris bin Hişam bin el-Muğİre'nin bundan başka hadisi yoktur. BuhârI, Müs­lim, Tirmizl, Ebû Dâvûd ve Nesai'de İse bu ravlnin hiç bir hadisi yoktur.

El-MizzI: Muhammed bin Yezld el-Müstemli de bu hadisi Esved bin Âmir'-den, Esved'ln senedi ile rivayet etmiştir. Buradaki senedden şu farkla ki bu se-neddeki Abdülmellk yerine Abdurrahman bulunur. O daha isabetlidir, demiştir. [271]



İzahı





Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'nm hadisini Ahmed, Müslim, Tirmizl ve Nesaî de rivayet etmişlerdir. N e v e v I bu hadisin şerhinde şöyle der:

"Bu hadîs, evlenme, evlendirme, nikâh kıyma ve gerdeğe girme işlerinin Şevval ayında yapılmasının müstehablığına delâlet eder. Arkadaşlarımız anılan işlerin Şevval ayında yapılması­nın müstehabhğım açıkça hükme bağlıyarak bu hadîsi delil göster­mişlerdir.

Câhiliyyet devri insanları ve bu günün câhil tabakası. Şevval ayında nikâh kıymaktan ve gerdeğe girmekten hoşlanmazlar ve bu­nu uğursuz olarak anlıyagelm işlerdir. Bu görüş tamamen asılsız ve bâtıl bir itikaddır. Câhiliyyet devrinin bâtıl kalıntılanndandır. Âişe (Radıyallâhü anhâ) bu bâtıl itikadı reddetmek üzere bu hadisi söyle­miştir.

Âişe (Radıyallâhü anhâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e uymak ve sünnet-i seniyye'ye riâyet etmek için kendi ya­kını olan kadınların nikâh ve gerdeğe girme işlerinin Şevval ayında yapılmasını arzu ve tercih ederdi. Tercih sebebi anlatılan şey­di. Şevval ayının kendisinde bir mutluluğun varlığı inanışı değildir. [272]


54- Adam Karısına Bir Şey Vermeden Onunla Gerdeğe Girebilir, Babı





1992) Âişe (Radtyallâhü anhâyâan rivayet edildiğine göre;

Bir adam karısına bir şey vermemiş İken karıyı adamın gerdek odasına dâhil etmesini Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya emretmiştir.[273]



İzahı





Ebû Dâvûd ve Beyhaki de bunu rivayet etmişler­dir. Bu hadîs, mehirden bir şey vermeden önce erkeğin gerdeğe girmesinin câizliğine delâlet eder. Hadîsin zahirine göre kadın me-hirden bir şey almadığı gerekçesi ile kendisini kocasına teslim et­mekten imtina edemez. Ebû Dâvûd bu hadisi Nikâh kitabı­nın 36. babında rivayet etmiştir. Tekmile yazarı da bu babın şerhinde ezcümle şöyle der:

Said bin el-Müseyyeb, el-Hasan, Nehai. Sevr i. Şafiî. Ahmed, îshak ve Hanefi âlimler bu hadisi ve Ebû Dâvûd'un rivayet ettiği Ukbe bin Âmir'in hadisin* delil göstererek : Bir adam nikahladığı kadının mehrinden bir şey vermeden önce gerdeğe girebilir, demişlerdir. Gerdeğe gir­meden önce kadına bir şey verilmesine dâir gelen hadîslerdeki emir bunlarca müstehablık mânâsına yorumlanmıştır.

Âlimlerden bir cemâatin kavline göre kadına bir şey verilmeden önce gerdeğe girmek erkek için caiz değildir. H a 11 â b i :

"Jbn-i Ömer (Radıyallâhii anhümâ) : Karısına az veya çok bir şey vermeden onunla gerdeğe girmek bir müslümana helâl değildir, de­miştir." îbn-i Abbâs ve Katâde' nin de bunu mekruh saydıkları rivayet edilmiştir. Z ü h r î de: Adam karısına bir şey vermedikçe gerdeğe girmemesi yolunda uygulama devam edegel-miştir, demiştir. Mâlik bin Enes de: Nikâh kıyılırken mehir tâyin edilsin edilmesin en az 3 dirhem gümüş veya bir bolü dört dinar altın vermedikçe adam gerdeğe giremez, demiştir, der. [274]



55- Uğurlu Ve Uğursuz Olan Şeylerin Beyânı) Babı





1993) Mihmar bin Muâvİye (Radtyallâhü anh)'Aen; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyu­rurken işittim t

«Hiç bir uğursuzluk yoktur. Bazen (şu) üç şeyde uğur olur» Ka­dında, atta ve evde.»"

Not : Bunun senedinin sahih ve râvilerinin sıka oldukları Zevâid'de söylen­miştir.



1994) Sehl bin Sa'd (es-Sâidî) (Radtyallâkü anhümâyâan rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sullallahü Aleyhi ve Seli cm) şöyle buyurmuştur;

«Eğer olursa, atta, kadında ve meskende olur.» Resûlullah

lallahü Aleyhi ve Sellem) uğursuzluğu kasdeder.*"



1995) Sâlim'İn babası (Abdullah bin Ömer) (Radtyaüâhü an hum)'-den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle bu­yurmuştur :

«Uğursuzluk (şu) Üç şeyde olur t Atta, kadında ve evde.»

Zührî başka bir sened ile ÜmmÜ Seleme (Radıyallâhü anhâ) 'dan rivayet ettiğine göre Ününü Seleme bu Üç şeyi sayardı ve bunlarla beraber kılıcı da ilâve ederdi."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi Müslim'in şartı üzerine sa­hihtir. Müslim bunun bütün râvilerinden hadis rivayetinde bulunmuştur. Bu har dlsin aslı BuhârI ve Müslim'de mevcuttur. Hadis'in sonunda anılan kılıcın uğur­suzluğu yalnız müellifin rivayetinde bulunduğu için ben bu hadisi Zevâid türü ara sına aldım. [275]



İzahı





İlk hadisin manâsı şudur.- Hiç bir şeyde uğursuzluk yoktur. Ba­zen kadın, at ve ev uğurlu ve bereketli olur. E 1 - H & f ı z , el-Fe-tih'te bu hadîsi zikrettikten sonra bunun sahih hadislere muhalif ol­duğunu söylemiştir. Çünkü bunu takip eden hadîslerden ve başka hadîslerden anlaşılıyor ki kadın, at ve ev bazen uğursuz olur.

Sindi bu hadisin diğer hadislere muhalefetini gidermek için şöyle bir yorum yapmıştır: Yâni Allah Teala'mn takdiri olmaksızın hiç bir şeyden zarar gelmez. Hiç bir şey bizatihi şerrin meydana gel­mesinde etkili olamaz. Ancak Allah Teâlâ şerrin meydana gelme­sine bir şeyi sebeb kılarsa o zaman o şey şerre vesile kılınmış olur. Kadın, at ve evin uğursuz olabildiğine delâlet eden hadislerden mak­sat da anılan bu şeylerin bazen şerre sebeb kılınmasıdır.

Notta belirtildiği gibi bu hadîs Zevâid türündendir.

Sehl (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Buharı ve Müs­lim de rivayet etmişler ve bir benzerini de îbn-i Ömer (Ra­dıyallâhü anh) 'den rivayet etmişlerdir.

Bâzı âlimler bu hadîsi şöyle yorumlamışlardır: Eğer bir şeyde uğursuzluğun varlığı farz edilirse bu uğursuzluk kadın, at ve evde olacaktır. Halbuki bunlarda uğursuzluk olamaz şu halde hiç bir şey­de uğursuzluk söz konusu değildir. Bu yorum şekli bunu tâkib eden hadîse aykırıdır. Bu aykırılığı gidermek için de bunu takip eden ha-dîsdeki uğursuzluğu hakiki mânâda değil de başka şekilde yorumla­mışlardır. Kadının uğursuzluğu çocuk doğurmaması ve dilinin uzun olması, evin uğursuzluğu kullanışsızlığı ve komşularının kötü olma­sı, atın uğursuzluğu da işe ve binmeye elverişli olmayışı gibi mânâ­lara yorumlanmıştır. A h m e d' in rivayet ettiği ve 1 b n - i Hibbân ile Hâkim'in şahinliğini teyid ettikleri S a' d' in merfu olan şu mealdeki hadis böyle yorum yapmayı kuvvetlendirir:

Şu üç şey Âdem oğlunun mutluluğundandır: Salahatlı kadın, el­verişli ev ve elverişli binek hayvanı. Âdem oğlunun mutsuzluğundan-dır şu üç şey: Fena kadın, kötü ev ve elverişsiz binek hayvanı.»

Son hadisi yâni t b n - i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadi­sini Buhârî, Müslim, Tirmizİ ve Nesâî de riv&-yet etmişlerdir. Ancak kılıcın uğursuzluğuna âit fıkra o rivayetler­de yoktur. Bu hadîs at, kadın, ev ve kılıcın uğursuz olabildiğine delâ­let eder. Bâzı âlimler buradaki uğursuzluğu hakikî mânâsında tut­muşlar, diğer bir kısım âlimler de başka mânâlara yorumlamışlar­dır. Bu husustaki görüşleri N e v e v i şöyle nakleder:

"Âlimler îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in bu hadisinin mânâsı hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

Mâlik ve bir gruba göre hadisdeki uğursuzluk hakîki mânâ­sında kullanılmıştır. Yâni Allah Teâlâ'nın takdiri ile bâzı evlerde oturmak zararlı ve tehlikeli olur. Keza bâzı kadınlarla evlenmek ve­ya bâzı atları edinmek ilâhî bir takdir ile zararlara sebeb olur. Şu halde bu hadisin mânâsı şöyle olur: Bu üç şeyde bazen uğursuz­luk bulunur.

(Bu grubun yorumuna göre bu hadîsin mânası ile bundan önceki Sehl (Radıyallâhü anh)'m hadîsinin manâsı ayni olur.)

H a t t â b î ve çok sayıda âlim şöyle demişlerdir: Bu hadisin mânâsı şöyledir: Her hangi bir şeyi uğursuz saymak yasaktır. An­cak içinde oturmaktan hoşlanılmayan ev, arkadaşlığından nefret du­yulan kadın ve kullanılmasından hoşlanılmayan at terkedilmelidir. Yâni kadından boşanılır, ev ve at da ya satılır veya başka şekilde on­dan alâka kesilir.

Bâzı âlimler de: Evin uğursuzluğu, onun darlığı ve komşuların kötülüğü ile eziyet etmeleridir. Kadının uğursuzluğu da çocuğunun olmaması, dilinin uzunluğu ve şüphelere yol açan hareketleridir. Atın uğursuzluğu ise onunla savaş yapılmaması, fiatınm pahalıhgjı gibi şey­lerdir, demişlerdir.

Bir kısım mülhidler (inkarcılar); «Hiç bir şeyde uğur­suzluk yoktur...» hadisini delil gösterip bu hadîse itiraz ederek iki hadîs arasında bir çelişki bulunduğunu ileri sürmek istemişlerdir. İbn-i Kuteybe ve başkaları bu hadîsin diğer hadisdeki umu­mi hükmü husus i leş t irdiğin i söylemişlerdir. Yâni bu hadîste sayılan üç şey istisna edilerek bunlarda uğursuzluk olabildiği kasdedümiştir, diye cevab vermişlerdir." [276]



56- Gayret (Kıskanma) Babı





1996) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kıskançlığın bâzısını Allah sever, bazısını da çirkin görür. Al­lah Teâlâ'nın sevdiği kıskançlık, kötülük olduğu kuvvetle sanıldığın­da gösterilen tepkidir. Allah'ın çirkin gördüğü kıskançlığa gelince, kötülük belirtisi olmadığı yerde gösterilen tepkidir.»"

Not: Zevaid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi zayıftır. Çünkü râvi Ebû Sehm meçhuldür. El-Mizzl, el-Etrâfta: Ebû Sehm lsmt bir vehimdir. Doğrusu Ebû Seleme'dir, demiştir. Ibn-İ Hibbân, bu hadisi kendi sahihinde Ubeyd el-Ensâ-ri'den rivayet etmiştir. Ahmed ve kendi Müsnedinde bu hadisi Ukbe bin Amir el-CÜhenİ'den rivayet etmiştir. [277]



İzahı





S i n d î bu hadîsin şerhinde şöyle der: Yâni bir yerde kötülük belirtileri görüldüğü zaman dînî kıskançlık ve gayretin gereği olan tepki göstermek uygun ve övgüye lâyık bir harekettir. Allah böyle bir tepki ve gayreti sever. Fakat kötülük belirtisi bulunmayan yerde dînî kıskançlık ve gayretin gereği olan tepkiyi göstermek uygun de­ğil, bilâkis yerilmeye müstehak bir harekettir. Çünkü hiç bir neden yok iken müslümanlan töhmet altında bırakmak anlamım taşır.



1997) Âişe (Radıyallâhü attftâyd&n; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Hadice (Radıyallâhü anhâ)'yı (yanımda çok) andığını gördüğüm için onu kıskandığım ka­dar (kumalarımdan) hiç bir kadını kıskanmadım. (Kıskanmanın di­ğer bir nedeni olarak) ve and olsun ki Rabb Teâlâ Hadîce'yi cennette kasab'tan (îbn-i Mâceh dedi ki yâni altından) bir köşk ile müjdele­meyi Peygamber'e emretmiştir."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih olup râvileri sıka zâtlardır. [278]



İzahı





Buhâri bu hadisin benzerini rivayet etmiştir. Bir rivayeti yine Âişe (Radıyallâhü anhâî'ya ait olup şöyledir:

Ben (kumam) Hadice (Radıyallâhü anhâ)'yı kıskandığım kadar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in karılarından hiç birisini kıskanmadım. (Hadice'yi kıskanmamın sebebi şuydu) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu (yanımda) çok anardı. Çok defa koyun kesip etini parçalardı sonra onun sadık kadın dostlarına gön­derirdi. Ben bazen Efendimize:

— Sanki dünyada Hadîce'den başka kadm yokmuş, derdim. Efen­dimiz de:

— «Hadice şöyle idi, Hadice böyle idi (diye överdi) ve ondan ço­cuklarım var,» buyururdu."

H a d î c e (Radıyallâhü an ha) 'mn cennette kasab'tan (yâni al­tından veya inciden) bir köşk ile müjdelenmesi için Allah'ın Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e emir verdiğine dâir olan ha­dîsi Buhârt, Ebû Hûreyre (Radıyallâhü anhVden ri­vayet etmiştir.

Buhârl1 nin bu iki hadisi, müellifimizin bu hadîsim teyid eder, mâhiyettedir.

Hadisdeki "Kasab" kelimesini müellifimiz altın, diye yorumlamış­tır. Bâzı âlimler bu kelimeyi içi boş inci, diye yorumlamışlardır. Bu kelime sözlükte kamış ve başka mânâlara gelir.



1998) el-Misver bin Mahreme (Radtyattâkü ank)'den; Şöyle demiştir: Hz. Hadîce (R-A.)'nin Hâl Tercemesi

Hz. Hadice, Huveylid bin Esed bin Abdİ'1-Uzzâ bin Kuseyy'in kızıdır. Onun nesebi Peygamber (S.A.V.)'in nesebi île Kusay'de birleşir. Hadİce'nin anası ise Pâtime bint-i Zâide'dir. Peygamber (S.A.V.) 25 yaşında iken 40 yaşında olan Hadîce İle evlenmiştir. Hz. Hadice 64,5 yaşında iken vefat ettiğine göre bu yüce evlilik hayatı 24 küsur yıl sürmüştür. Hadİce'nin vefat târihi hakkında müteaddit rivayetler vardır. Katâde'nin rivayetine göre hicretten 3 yıl Önce vefat etmiştir. Kabr-i şerifi Mekke'nin Cennetü'l-Muallâ mezarîıgındadır. Buharl'nİn Hz. Ali (ItA.)'den riva­yet ettiğine göre; Peygamber (S.A.V.) : «Meryem, (zamanındaki) kadınların hayır-bjsıdır. İslâm Ümmetinin en hayırlı kadını Hadîce'dir.» buyurmuştur. Bazı İlim ehli bu badls'e dayanarak Hz. Hadİce'nin Hz. Âişe'den faziletçe Üstün olduğunu söyle­mişlerdir.

Hz. Hadîce, Peygamber (S.A.V. >'e çok fedakârlık etmiş, en dar günlerinde O"nu teselli etmiş ve yardımcı olmuştur.

Peygamber (S.A.V.)'In ibrahim'den başka bütün çocukları Hadice'dendir. Bun-lann hepsi Peygamber (S.A.V.)'den önce vefat etmişlerdir. Yalnız Fâtime (RA.) Efendimizden sonra vefat etmiştir. Peygamber (S-A.V.)'in erkek çocukları Kasım Ue Abdullah Peygamberliğini ve halkı îslâma davet etmeden önce vefat etmişlerdir. Peygamber (S.A.V.)'in Abdullah isimli çocuğuna Tabir ve Tayyıb da denilir. Pey­gamber

«Hişâm bin el-Mugire'nin oğulları, kendilerinin kızını Âli bin Ebî Tâlib'e nikahlamaları için benden izin istediler. (Ama) ben onlara izin vermiyeceğim, sonra da izin vermiyeceğim, daha sonra da İzin vermiyeceğim. Ancak Ali benim kızımı boşamak ve onların kızını ni­kahlanmak isterse (o takdirde izin vereceğim). Çünkü şüphesiz kı­zım, benden bir parçadır. Ona elem veren şey bana (da) elem verir ve ona eziyet veren şey bana (da) eziyet verir.»"



1999) Ali bin el-Hüseyn (bin Ali bin Ebi Tâlib) (Radtyallâhü an-hümyden rivayet edildiğine göre: el-Misver bin Mahreme (Radtyalldhü ank)f kendisine şöyle demiştir:

Ali bin Ebi Talib (RadıyaUâhüanh), Peygamber (SaüaUahü Aley­hi ve Sellem)'İn kızı Fûtuna (Radıyallâhü anhâ) ile evli iken Ebû Cehil'in kızı ile evlenmek istedi. F&tıma, bu durumu işitince Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vararak ;

— (Babacığım kızlarına eziyet edildiğinde) onlar için senin kız­madığını herkes söylüyor. Bak İşte Ali, Ebû Cehil'in kızı ile evlenmek üzeredir, dedi.

Misver demiştir ki Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) kalktı (bir hutbe okudu. Hutbesinde) şehâdet getirdik­ten sonra şöyle buyurduğunu işittim:

— «Besmele, hamd ve şehâdetten sonra (bilmiş olun ki:) Ben . (kızım Zeyneb'i) Ebül-Âs bin er-Rabia nikâh ettim. O bana (Zeyneb üzerine evlenmiyeceğine) söz verdi ve bana karşı (verdiği sözde) doğru davrandı. Ve şüphesiz Muhammed'in kızı Fâtıma benden bir parçadır. (Aranızda dolaşan söylentiler gibi şeyler yüzünden) onu bir hatâya düşürmenizi çirkin görürüm. Allah'a yemin ederim ki, hiç bir zaman Resühıllah'm kızı, Allah'ın düşmanı (Ebü Cehil)'in kızı ile beraber bir erkeğin nikâhı altında birleşemez.»

Râvi demiştir ki: Bunun üzerine Ali (Radıyallâhü anh), Ebü Ce-hil'in kızını istemekten vazgeçti." [279]



İzahı





Misver (Radıyallâhü anh) in'ilk hadîsini Kütüb-i Sitte sa­hihlerinin hepsi ve A h m e d rivayet etmişlerdir.

Hadis'in baş kısmında «Hişâm bin el-Muğîre'nin oğulları» bu-yurulmuştur. Hişâm, Ebû Cehil'in babasıdır. Bilindiği gibi Ebû Cehil, Bedir savaşında Cehenneme yollanmıştı. Onun kardeşleri Seleme ve Haris ile oğlu İ k r i m e Mekke' nin fethedildiği yıl müslüman olmuşlar ve İslâmiyete sa­mimiyetle inanmışlar. Ebû C e h i 1' in kızını A 1 i (Radıyal­lâhü anh) ile evlendirmek için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemJ'den izin isteyenler Ebû C e h i 1' in anılan iki kardeşi ile oğlu idiler.

Ebû Cehil'in kızının ismi hakkında değişik rivayetler vardır. El-Hâkim'in rivayetine göre Cuveyriye ismi­ne âit kavil meşhurdur. Onun isminin Avrâ, Hayfâ veya Cemile olduğuna dâir rivayetler de vardır.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hişâm oğulları­na izin vermiyeceğine dâir buyruğu üç defa tekrarlamıştır. Bu tek­rarlamadan maksat İzin vermeyişi geçici bir süre için olmayıp dâimi­dir. İlelebet izin verilmiyecektir.

Hadisin: «Ancak Ali benim kızımı boşamak...» fıkrasından mak­sat, Ali' nin Ebû C e h i 1' in kızını istemekten vazgeçmesini sağlamaktır. Açık olan yorum budur. Çünkü Peygamber (Sallallah Aleyhi ve Sellem) izin vermiyeceğini bildirdikten sonra A 1 i (Ra­dıyallâhü anh)'m Ebû C e h i 1' in kızını istemesi ihtimali akıl­dan çok uzaktır.

Hadis, Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) nin üstün faziletine ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "in yanındaki yüce değerine delâlet eder.

Mis ver'ın ikinci hadisini Buharı, Müslim, Ebû Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Bâzı rivâyetlerdeki metin daha uzundur.

Hadiste sözü edilen Ebü'l-Âs (Radıyallâhü anh) Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Zeyneb (Radıyallâhü an-hâî isimli kızı ile evli idi. Ebü'l-Âs, Zeyneb ile evlenir­ken onun üzerine ikinci bir kadınla evlenmiyecegine söz vermiş ve bu sözüne sadık kalmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seli em) irad buyurduğu hutbede onun bu sadakatini ifâde edip övmüştür. Hadisi açıklayan âlimler şöyle derler: Ali (Radıyallâhü anh) de Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) ile evlenirken muhtemelen böyle bir şart koşmuştur. Eğer böyle bir şartı varsa, bu şartı unuttuğu için Ebû Cehil' in" kızım istemiştir, diye yorum yapılır. Şayet böyle bir şartı yok ise, Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) üzerine evlenme­ye teşebbüs etmesi kendisinden beklenmediği için ima yollu kınan­mıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çok ender olarak kişiyi işlediği kusurdan Ötürü yüzyüze ayıplardı. H z. Ali (Ra-dıyallâhü anh)'ı sırf Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'nm rızasını ve gönlünü almak için alenen ayıplamıştır. Bu olay M e k.k e fet­hinden sonra vuku bulmuştur.

Ebü'l-Âs (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e peygamberlik görevi verilmeden önce O'nun yaşça en büyük kızı Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) ile evlenmişti. Evlenir­ken, Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) 'nin üzerine ikinci bir kadın­la evlenmiyecegine söz vermiş ve bu sözüne sadakat göstermişti. Bu zât henüz müslüman olmadan önce vuku bulan Bedir savaşın­da esir edilmişti. Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) evlenirken ana­sı Hatice (Radıyallâhü anhâ) tarafından kendisine hediye edil­miş olan gerdanlığını Mekke' den Medîne-i Münev­ver e'ye esir edilen kocası E b ü'l-Â s'a göndererek, ger­danlığını fidye olarak verip esaretten kurtarılmasını istemişti. Re* sûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gerdanlığı görünce, «Dilerseniz, Zeyneb'in esirini Zeyneb için salıverin ve gerdanlığı­nım da Zeyneb'e geri gönderin» buyurmuş, Sahâbiler de: Hay hay deyip, E b ü' 1 - Â s' ı serbest bırakmışlar ve Z e y n e b' in ger­danlığını da iade etmişler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Zeyneb'i Medine'ye göndermeyi E b ü' 1 - Â s ' tan is­teyip serbest bırakılması için şart koşmuş idi. E b ü'l-Â s, ver­diği sözü yerine getirmiş ve Mekke'ye varır varmaz Zey­neb'i Medine-i Münevvere'ye babasının yanına gön­dermişti. E b ü' 1 - Â s ikinci kez esir edilmiş, yine Z e y n e b' in ricası üzerine tekrar serbest bırakıldıktan sonra İslâm i yeti kabullen­miş ve bunun üzerine Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) Zey­neb'i onun nikâhına iade buyurmuştu. Bundan sonra E b ü ' 1 - Â s ile Zeyneb'in Ümâme isimli kız çocukları olmuştur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Â 1 i (Radıyallâhü anh)'in E b û C e h i l'in kızı ile evlenmeye teşebbüsleri konu­sunda yaptığı konuşma esnasında Ebü'l-Âs'ın mes elesin i A 1 i için örnek olmak üzere açıklamıştır. Çünkü E b ü'l-Â s müslüman olmadan önce de, müslüman olduktan sonra da Zey­neb'e dâima iyilik etmiş, onu hiç üzmemiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in «Onu (yâni Fâtıma'-y)ı bir hatâya düşürmenizi çirkin görürüm,» ifâdesinden maksat şu olabilir; F â t ı m a, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e yaptığı müracaat esnasında: "Herkes senin kızların için kızmadığını söylüyor." demişti. Halk arasında dolaşan bu söylenti gerçek değil­di. F â t ı m a' nın böyle bir söylentiye değer vermesi bir hatâ sayılır. Halk, onun bu hatâya düşmesine sebebiyet vermiş olur.

Bâzı rivayetlerde bu cümle; «ve ben Fâtuna'nın (kıskançlık yüzünden kocasına karşı) şanına lâyık olma­yan bir davranışa kapılmasından endişeleniyorum.» şeklinde geçiyor. Müellifin rivâyetindeki cümleyi böyle yorumlamak da mümkündür. Cümledeki hitap sahâbîlere ise de asıl muhatap A 1 i olabilir. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in F â 11 m a hakkında böy­le bir endişe duymasının sebebi ise, F â t ı m a' nın anası Ha­tice (Radıyallâhü anhâ) vefat etmişti, ondan sonra da kardeş­leri vefat etmişlerdi. F â ti m a bu musibetler'nedeni ile üzgün­dü. Üzerine kuma geldiği takdirde kendisini teselli'edecek kimse pek yoktu.

'A 1 i (Hadıyallâhü anh) ise birden fazla kadınla evlenmenin câizliğine âit âyetin umumî hükmüne bakarak ikinci bir kadınla evlen mesinde bir sakınca göremediği için böyle bir istekte bulunmuş olabilir. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in buna rı­zâ göstermediğini anlayınca derhal bu istekten vazgeçmiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in «Allah'a yemin ede­rim ki hiç bir zaman Peygamberin kızı ile Allah'ın düşmanı (Ebû Cehil)'in kızı...» cümlesi değişik şekilde yorumlanmıştır. Tekmile ya­zan bu cümle ile ilgili olarak özetle şöyle der:

'Bu cümlede şu işaret var: Ali, Fâtıma üzerine Ebû C e h i 1 * in kızı ile evlenebilir. Lâkin bu evlenme işi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e eziyet verir, O'na eziyet ise haramdır.

Nevevi: "Peygamber bazı rivayetlerde mevcut;

«Ben helâl olan bir sevi haram kılacak değilim- sözü ile Ali' nin Ebû C e h i 1' in kızı ile evlenmesinin mübahhğma delâlet eder. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki nedenle Fâtı­ma ile Ebû Cehil'in kızının beraberce bir nikah altında bulundurulmasını yasaklamıştır. Birinci neden : Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) son derece Fâtıma ve A 1 i * ye şef­katli idi. A 1 i evlenseydi Fâtıma eziyet duyacaktı, dolayı­sıyla Peygamber de eziyet duymuş olacaktı. O'na eziyet veren ise he­lak olacaktı. İkinci neden: Fâtıma kıskançlık yüzünden koca­sına karşı hatâ edebilirdi.

Bir kavle göre cümlenin mânâsı şudur: Allah'ın lütfü İle ben biliyorum ki Fâtıma ile Allah'ın düşmanının kızı bir erkeğin nikâhı altında birleştirilmiyecektir.

Cümlenin mânâsı muhtemelen şöyle olabilir: Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) in kızı ile Allah'ın düşmanının kızının bir erkeğin nikâhı altında birleştirilmesi haramdır. Bâzı rivayetlerde bu­lunduğunu yukarda ifâde ettiğim ilâve cümlenin mânâsı da şöyle olur: Ben helâl olan bir şeyi haram kılacak değilim. Yâni, ben Al­lah'ın hükmüne muhalif bir şey söylemem. O bir şeyi helâl kılmış ise onu haram edemem ve O, bir şeyi haram kıldığı zaman ben he­lâl kilamam ve haram lığını açıklamak durumundayım. Çünkü sus­mam, onun mubah lığına delalet eder. Bu yoruma göre bir erkeğin nikâhı altında birleştirilmesi haram olan kadınlardan ikisi de Pey-gamber'in kızı ile Allah düşmanının kızıdır," diye bilgi vermiştir N e v e v i' nin sözü burada sona erdi.

E1 - H â f ı z şöyle demiştir: Hutbenin zahirine göre, Ali' nin Ebû C e h i T in kızı ile evlenmesi caizdir. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), F â t ı m a* nın hatırı için A 1 i' yi menetmiş, A M de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in em­rine uyarak, bu işi bırakmıştır. Bence, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kızları üzerine başka kadınla evlenmenin yasaklanma­sı hükmü verilmiş olabilir. Bu hüküm Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kızlarından yalnız F â 11 m a ' ya münhasır olabilir'[280]



Hadîsin Fıkıh Yönü





1. Hadis Fâ t ı m a (Radıyallâhü anhâ)'nın üstün faziletine ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in onun nzâsını gözet­leyip ona ne derece şefkatli ve düşkün olduğuna delâlet eder

2. Fâtıma, Ali nin E b û C e h i I' in kızı veya baş­ka bir kimsenin kızı ile evlenmesine rızâ gösterseydi, Ali' nin bun­dan menedilmiyeceği hükmü çıkarılabilir

Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem)'in damadı Ebü'l-Âs (Radıyallâhü anh) hakkındaki bâzı bilgiler 60. bâbta rivayet edilen 2008 - 2010 nolu hadislerin izahı bölümünde verilecektir. [281]


57- Nefsini (Kadınlığını) Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem) E Hibe Eden (Yânî Mehîrsîz Veren) Kadın (Hakkında Gelen Hadisler) Babı





2000) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'âan rivayet edildiğine göre: Şöyİe söylerdi:

Kadın, nefsini (kadınlığını) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e (mehirsiz olarak) hibe etmekten haya etmez mi? (diye ayıplardı.) Nihayet Allah TeâIâ,

"Ey Nebi, kadınlarından dilediği (nin nöbeti) nî geriye bırakabilirsin, dilediğini de yanına alabilirsin (kadınların arasında nöbet usûlünü uygulamaya mecbur değilsin)» âyetini indirince Âişe ben şöyle söy­ledim, demiştir -.

— (Yâ Resülallah) Rab bin şübhesiz senin dilek ve arzunu gecik­tirmeden derhal gerçekleştirir." [282]



İzahı





Buhârî, Müslim ve Nesâi de bunu rivayet etmiş­lerdir.

B u h â r i' nin bu âyet için açtığı bâbta rivayet ettiği Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nın bu hadisinin şerhinde A s k a 1 â n İ : Pey-gamber(Sallallahi) Alcvhi ve Selleml'e nefislerini yâni kadınlıklarını mehirsiz olarak hibe edim kadınların bir kaç tane olduğu müteaddit hadislerden anlaşılıyor. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin bu bâb-taki:

"Nefislerini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hibe eden kadınları ayıblardım . " mealindeki hadisi de nefsini hibe eden ica­dının ikiden fazla olduğuna delâlet eder. Bâzı ri"âyeti*ere göre H a v -lete bint-i Hâkim, Fâtıma bint-i Şüreyh. Ümmü Şerik, Zeyneb bint-i Huzeyme isimli hâ­tûnlar, nefislerini anılan şekilde efendimize hibe eden kadınlardan­dırlar. Nefislerini bu şekilde efendimize hibe eden kadınlardan hiç birisi ile efendimizin gerdeğe girmediği sahih rivayetlerle sabittir, de­miştir.

Âişe (Radıyallâhü anhâ) nın bu kadınları ayıplamasının se­bebi hakkında Sindi şöyle der: Âişe (Radıayllâhü anhâ). kadınların fıtratında bulunan kıskançlıktan dolayı Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) in kadınları çoğalmasın, diye bu ayıplama­yı yapardı. K u r t u b İ de : Bu kınama kuvvetli kıskançlıktan ileri gelmiştir. Çünkü Âişe (Radıyallâhü anhâ). anılan hibe şek­linin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için Allah tarafından mubah kılındığını biliyordu. Ve Âişe (Radıyallâhü anhâ) bu ka­dınların anılan davranışlarının takdire şayan, imrenilecek bir hâl ol­duğunu da anlıyordu. Bu yüce şerefe kavuşmak ve Peygamber (Sal­lallahü Aleyhive Sellem) in bereket ve feyzinden istifâde etmek ve O'nun hayat arkadaşı olmak en büyük nimetlerdendi, demiştir.

Hadiste geçen âyetin açıklaması ile ilgili olarak Askalânî özetle şöyle der:

Cumhur'a göre âyetin mânâsı şudur: «Kadınların arasında nö­bet usûlünü uygulama zorunda değilsin. Bunlardan dilediğin ile ya­tarsın, dilediğini geri bırakırsın.-

Bir kavle göre mânâ şöyledir: «Kadınlarından dilediğin* alırsın, dilediğini bırakırsın.»

Diğer bir kavle göre mânâ şöyledir: -Nefislerini sana hibe eden kadınlardan dilediğini kabul edersin, dilediğini reddedersin.»

Bu babta rivayet edilen  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın ha­dîsi ilk ve son mânâyı teyid eder mâhiyette olmakla beraber ikinci mânâya da muhtemeldir. Zühri : Bu âyet indikten sonra da Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, kadınlarından herhangi birisinin nöbet sırasını geciktirdiğini bilmiyorum, demiştir. Peygam­ber (Sailallahü Aleyhi ve SellemJ'in son hastalığında  i ş e (Ra­dıyallâhü anhâKmn odasında devamlı kalmak için diğer zevcelerin­den izin istediğine dâir  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edilen hadîs de O'nun nöbet usûlünü son hastalığına kadar sürdür­düğüne delâlet eder. demiştir. Aşka Un i' den özetle alınan bilgi burada bitti.

Hadîste anılan âyet-i celîle inince  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'-nın söylediği sözden maksadı şudur: Ben kadınların kendi nefisleri­ni Peygamber (Sallalahü Aleyhi ve Sellemî'e (mehirsiz olarak) hi­be etmeleri nedeni ile onları kınıyordum. Sonra baktım ki Allah Teâ-lâ O'nun rızâsını ve arzusunu sür'atle gerçekleştiriyor. Artık ben de anılan kınama işini bıraktım. Çünkü benim ayıplamam O'nun rızâ­sına aykırı olabilirdi.

Hadîsin sonunda olup Âyet-i Celile'nin inişinden sonra  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellenü'e hitaben söylediği sözün yorumu hakkında N e v e v İ şöyle der: Yâni "Allah senin işini hafifletir ve işlerinde seni serbest bırakır." Bunun içindir ki Allah O'nu bu âyette serbest bırakmıştır.

Hadisin bu cümlesinde geçen "Hava" kelimesinin lügat mânâsı nefsin arzusu, demek ise de burada rızâ mânâsında kullanılmıştır. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in nefsi arzuya gö­re hareket etmediği ve bundan«pak ve nezih olduğu Kuranı Kerîm ile sabittir. O, insanları nefsi arzuya uymaktan men ederken, böyle bir şeyi O'nun hakkında düşünmek bile büyük bir hatâdır. Bâzıları­na göre  i ş e (Radıyallâhü anhâ) nazlılığından ve kadınların yaratılışında mevcut kadınlık kıskançlığı nedeni ile bu kelimeyi kul­lanmıştır.  i ş e IRadıyallâhü anhâ) bu kelime yerine Rızâ keli­mesini kullansaydı daha münâsip olurdu.'



2001) Sabit (el-Iiennâni) (RadtyaUâhü ank)\\en; Şöyle demiştir : Biz Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anhl'ın yanında atanıyorduk. Onun bir kızı da onun yanında idi. Enes:

Bir kadın. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in yanına gelerek kendi nefsini (kadınlığını) Ona arzetti ve: Yâ Resûlallah! Bana ihtiyacın var mı diyerek (O'nunla evlenmek teklifinde bu­lundu)?

(Yanımızda bulunan) Enes'in kızı -. O kadının hayasının azlığına şaşarım, dedi. Bunun üzerine Enes, (kızına) :

O kadın senden hayırlıdır. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) ile evlenmek (şerefine) kavuşmak istediği için kendi nefsini O'na arz etti, dedi." [283]



İzahı





Buharı ve Nesâi de bunu rivayet etmişlerdir. Hadîs'in:cümlesinin asıl mânâsı*Onun hayasını azaltan şey ne­dir?» demektir. Bundan kasdedilen mânâ ise, onun hayasının azlığı­na hayret etmektir.

Askalânİ bu hadîsin şerhinde : Hadîste sözü edilen E n e s (Radıyallâhü anhVin kızının isminin ne olduğuna dâir bir bilgi edi­nemedim. Zannımca ismi Ü m e y n e' dir. Nefsini Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) 'e arz eden kadının hangi kadın olduğunu da bilemedim. Bilindiği gibi bir kaç kadın nefsini Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem)'e hibe etmiştir. (Bunların isimleri bundan ön­ceki hadîsin şerhinde belirtilmiştir.) Kuvvetli ihtimâle göre burada sözü edilen kadın Leylâ b i n t - i Kays bin e 1 - H a t î m ' -dir, demiştir. Askalâni daha sonra hadîsten çıkarılan hüküm­lerle ilgili olarak şöyle der:

1. Kadın, bir erkekle evlenmek istediği takdirde durumu (uy­gun yolla) ona sunabilir. Bundan dolayı kadın kınanmam alıdır.

2. Böyle bir teklif alan erkek, teklifi kabul veya reddetmek hu­susunda serbesttir. Ancak reddetmek istediğinde, bunu kadının yü­zünde söylemeyip susmakla yetinmelidir.

3. Erkek böyle teklifle gelen kadınla evlenmemelidir. Ancak bu­na rağbet ederse evlenebilir. Bu üçüncü madddeki hükmü söyleyen var ise de ben hadîste bu hükme âit bir delâlet görmüyorum.

4. Âlim kimse, kendisinde istenen bir işi yapmak istemezse bun­da bir sakınca yoktur. Ancak istekliyi kırmadan uygun bir şekilde cevap vermelidir.

Müslim bu hadîsin bir benzerini Sıdak babında S e h 1 bin Sa'd-i Sâidî (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir. Onun hadisini müellifimiz 1889 nolu hadîs olarak kısa bir metin hâlinde rivayet etmiştir. Nevevî, Seni1 in hadîsinin açıklaması bah­sinde şöyle der:

'Bu hadis, kadının kendi kadınlığını Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)'e hibe etmesinin câizliğine delâlet eder.

"...ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nikâhlanmasmı di­lediği takdirde sana mahsus olmak Üzere ve mü'minlere şümullü ol­maksızın nefsini (kadınlığını mehirsiz olarak) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e hibe eden raü'min kadını almanı (Allah helâl) kılmıştır.[284] âyeti de ayni hükmü ifâde eder.

Yukardaki hadis ile âyet bir kadının kendi nefsini mehirsiz ola­rak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeUem)'e hibe edebildiğine de­lâlet ederler. Arkadaşlarımız bunları delil göstererek bu hükme var­mışlardır. Şu halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle bir kadınla mehirsiz olarak evlendiğinde bu evlenme caizdir. Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu kadınla gerdeğe girdikten son­ra da mehir ödemez. Keza ölüm veya başka nedenle de mehir öde­me durumu söz konusu değildir. Peygamberden başka bir kimse için bu hüküm yoktur. Yâni bir erkek mehirsiz olmak kaydı ile bir kadın­la evlenemez.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in nikâh akdinin hibe sözü ile oluşup oluşmadığı hususunda âlimler arasında ihtilâf vardır. Bâzı arkadaşlarımız anılan âyetin ve hadisin zahirine bakarak hibe sözü ile nikâh akdinin oluştuğuna hükmetmişlerdir. Diğer bir kısım arkadaşlarımız: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in nikâh akdi de başka kimselerin nikâh akdi gibi tnkâh veya Tezviç kelime­si ile oluşur. Hibe kelimesi ile akit yapılamaz, demişlerdir. Bu grub-taki âlimlere göre anılan âyet ve hadîsten maksat nikâhın mehirsiz olarak kıyılmasının câizliğidir.

îmam-ı A'zam Ebû Hanife'ye göre nikâh akdi için İnkâh veya Tezviç kelimesi şart değildir. Sürekli ve dâimi temlik anlamını ifâde eden her kelime ile nikâh kıyılabilir.

Sevri, Ebû Sevr ve Mâlik'in arkadaşlarından bir çok zât bizim görüşümüz gibi hükmetmişlerdir. Mâli k ' ten gelen bir rivayet de böyledir. Diğer bir rivayete göre, nikahlama ni­yeti olmak kaydı ile akit, hibe sadaka ve satış kelimeleri ile de yapı­labilir. Akitte mehir anılsın, anılmasın hüküm böyledir. Fakat, re­hin, icar veya vasiyet kelimesi ile akit yapılamaz.* [285]



58- Çocuğunun Kendisinden Olduğunda Şüphe Eden Adam (Hakkında Gelen Hadîsler) Babı





2002) Ebû Hüreyrt* (liıulıyatlâhü anh)\\vn; Söyle «lemi-ıit :

Benî Fezâre (kabilesin)den bir adam ResûluIIah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)'in yanına gelerek:

— Yâ Resûlallah! Benim ailem siyah bir erkek çocuk doğurdu. (Ben siyah olmadığım için ailemden şübheleniyorum, demek istedi.) Bunun üzerine ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) :

— «Senin develerin var mı?» diye sordu. Adam :

— Evet (var), dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Peki, develerin renkleri nasıldır?» buyurdu. Adam î

— Kırmızıdır, diye cevap verdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve

Sellem) :

— -Develerin içinde beyazı siyaha çalar boz deve var mı?» bu­yurdu. Adam :

— Şüphesiz bunlar içinde beyazı siyaha çalar boz develer vardır, diye cevap verdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) :

— «Şu halde o boz renk nereden bunlara geldi?» diye sordu. Adam:

— Soyundan bir damara çektiği umulur, diye cevap verdi. Efen­dimiz:

— «Bu çocuğunu da eski bir soy damarı çektiği umulur,- bu­yurdu.

(Bu hadîsi müellife Ebû Bekir ile Muhammed bin Sabbah rivayet etmişlerdir. Bu ifâde Muhammed bin Sabbah'a aittir.)"

2003) (Abdullah) bin Ömer (Rad$yallâkü anhümâ)'

Bedevilerden bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) in yanına gelerek:

— Yâ Resûlatlah! Benim karım benim yatağım üzerinde (yâni nikâhım altında) siyah bir oğlan çocuk doğurdu. Halbuki biz Öyle bir aileyiz ki içimizde öteden beri hiç bir siyah kimse olmamıştır, de­di, (karısından şüphelendiğini ifâde etmek istedi.) Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem), ona:

—• «Develerin var mı?» diye sordu. Adam:

— Evet (var), dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Peki, bunların renkleri nasıldır?» buyurdu. Adam t

~ Kırmızıdır, diye cevap verdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Bunların içinde siyah deve var mı?» diye sordu. Adam t

— Hayır, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Bunların içinde beyazı siyaha çalar boz deve var mı?» bu­yurdu. Adam:

— Evet (vardır.), dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);

— «Peki, o boz renk nereden oldu?» diye sordu. Adam :

— Soyundan bir damarın onu çektiği umulur, diye cevap verdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Soyundan bir damarın senin bu oğlunu çektiği de umulur.» buyurdu."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde râvî Abâa bin KÜleyb bulunur. Müellifin rivayeti böyledir. Doğrusu ise Abâde bin Küleyb'dir. El-Müzzİ, et-Tehzib'de böyle demiştir. Ebû Hatim, anılan Abâde'nin, rivayetlerinde çok doğru olduğunu söylemiştir, tbn-i Ebİ Hatim de Buhari'nin onu zayıflar arasında zikret­tiğini söylemiştir. [286]



İzahı





Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Buhâri ve Müslim de rivayet etmişlerdir, tbn-i Ömer (Radı-yallâhü anh) 'm hadîsi ise Zevâid türündendir.

N e v e v î bu hadisin şerhinde şöyle demiştir:

"Çocuğun deri rengi babasının deri rengine uymasa bile, çocuk babasından olma kabul edilir. Hattâ baba siyah iken çocuğu beyaz olsa veya bunun aksi olsa hüküm budur. Sırf deri renginin benzeme­mesi gerekçesi ile baba, çocuğun kendisinden olmadığını iddia ede­mez. Keza baba ile ananın her ikisi de beyaz olup çocuk siyah olsa veya bunun aksine onlar siyah olup çocuk beyaz olsa, hüküm ayni­dir. Çünkü çocuk, soyunun çok uzak bir damarına çekmiş olabilir. Ha­dis, anılan hükümleri ifâde eder. Yine hadisten anlaşılıyor ki, bir baba çocuğun kendisinden olmadığını ima ederse, bununla çocuğu dinen reddetmiş olmaz. Yine erkek ailesinden şüphelendiğini söyle­mekle, onu zina ile suçlamış sayılmaz. Şafiî ve ona muvafakat edenlerin görüşü budur. Bu hüküm de hadisten çıkarılan hükümler­dendir.

Hadisten çıkarılan bir diğer hüküm de şudur: Mes'elelerde ben­zerleri dikkate almak ve yetkili fıkıh âlimleri tarafından kıyaslama yapmak caizdir. Keza mümkün mertebe evli bir kadının çocuklarını meşru kabul etmeli ve bu konuda ihtiyatlı davranmalı." [287]



59- Çocuk, Fîrâş'a (Yatak Sahîbî Olan Erkeğe) Aittir. Zina Eden Erkeğe De Mahrumiyet Düşer, Babı





Bu bâbtaki hadîslerin tercemesine geçmeden önce gerek babın başlığında ve gerekse hadîslerde geçen Firâş kelimesini açıklıyalım:

Firâş t Bu kelimenin asıl mânâsı yataktır. Burada kastedilen mâ­nâ hakkında değişik görüşler vardır. Tuhfe yazarının beyânına göre en-Neyl'de şöyle denilmiştir: "Âlimlerin ekserisine göre burada Fi-râş'tan maksat kadındır. (Çünkü kadın, kocası için bir yatak hük­mündedir.) Bir kavle göre Firâş'tan maksat kocadır. Bu kavil Ebû H a n i f e' den de rivayet edilmiştir. (Firâş'in sözlük mânâsı ile bu mânâ arasındaki münâsebet şudur: Erkek de karısı için bir nevi ya­tak sayılır.) Kamusta da: Firâş, erkeğin karışıdır, denilmiştir"

Tekmile yazan da: Firâş, kadının kocası veya efendisi, demektir. Koca, karısının üstünde yattığı için karıya da firâş denilebilir. Firâş kelimesi hem karı hem koca mânâsında kullanılabilir, demiştir.

Yukarda verilen özlü bilgiden de anlaşıldığı gibi bu bâbta geçen hadislerde bulunan «Çocuk firâş'a aittir» cümlesindeki firâş ile kadı­nın kocası veya efendisi kastedilmiş olursa mânâ açıktır. Şayet firâş kelimesi ile kadın kastedilirse bu takdirde cümlede Sahib kelimesi varmış gibi kabul edilir ve mânâ şöyle olur: «Çocuk firaş (yâni kadın) sahibi olan erkeğe aittir.»

Bu bâbta rivayet edilen ilk hadîste bir kaç kişinin ismi geçmek­tedir. Bu isimlerin sahihleri hakkında ön bilgi verilmeden terceme-ye geçilirse mânânın anlaşılmasında güçlük çekilebilir.

Bu hadis, bir cariyeden doğma çocuğun nesebinin tâyinine aittir. Çocuk cariyenin efendisine mi, yoksa câriye ile zina eden erkeğe mi verilecek?

Câhüiyyet devrinin kötü âdetlerinden birisi şuydu: Bu devrin insanları, bazen cariyeleri fuhuşta çalıştırıp para ka­zanmak için edinirlerdi. Velûd yâni çok çocuk doğuracak cariyeler bu iş için seçilirdi. Bu cariyelerle yatıp kalkan erkeklerden birisi ca­riyenin doğurduğu çocuğa sahip çıkıp, bu çocuk bendendir, dediği takdirde câriye sahibi bu çocuğu o zinakâr adama verirdi. Çocuk onun çocuğu sayılırdı.

Bu hadîste böyle bir mes'ele dâva konusu edilmiş ve dâvanın hal­li için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e müracaat edilmiş­tir.

Dâvada bulunan taraflar;

Bir tarafta Sa'd bin Ebî Vakkas ile ölen kardeşi Utbe bin Ebî Vakkas bulunuyor.

Diğer tarafta Abd bin Zam'a bulunur. Bu zât Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kayın biraderidir. Çünkü Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Şevde isimli ailesi, Zam'a' nın kızıdır. Bu hadîste bir münâsebetle Şevde' den de bahsedilmektedir.

Dâva konusu t Zam'a' nın cariyesinin doğurduğu Abdur-rahman isimli çocuğun nesebinin tâyini.



2004) Âişe (Radıyallâhü anhâyâan; Şöyle demiştir:

Zamanın cariyesinin oğlu (Abdurrahman'ın nesebinin tâyini ve kimin oğlu sayılmasının gerekliliği) hakkında Zam'a'mn oğlu (Abd) ile Sa'd (bin Ebi Vakkas), aralarında bulunan ihtilâfın halli için Pey­gamber (Sallatlahü Aleyhi ve Sellem)'e baş vurdular. Sa'd:

— Yâ Besûlallah! (ölen) kardeşim (Utbe) bana vasiyet ederek, Mekke'ye vardığımda Zamanın cariyesinin oğluna bakıp yakalama­mı (almamı) istemiştir, (Çünkü çocuğun kendisinden olduğunu söy­lemiştir), diye iddiasını açıkladı. Abd bin Zam'a da:

— Çocuk benim kardeşimdir, babamın cariyesinin oğludur, baba­mın firâşı (yatağı) üstünde doğmuştur, dedi. Sonra Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) çocuğun Utbe'ye benzediğini gördü ve:

— «Yâ Abd bin Zam'a! (Abdurrahman isimli) bu çocuk senin (kardeşin) dir. Çocuk fir&ş (sahibin) e aittir. (Sonra Peygamber (Sal-UÜahü Aleyhi ve Sellem), kendi zevcesi olan Zam'a kızı Sevde'y®️' :

«Yâ Şevde! Sen bundan sonra (Abdurrahman isimli) bu çocuğa gözükme» buyurdu." [288]



İzahı





T i r m i z i' den başka Kütüb-i Sitte sahihleri ve Şafii bu hadisi rivayet etmişlerdir. Bâzı rivâyetlerdeki az lafız değişikliği mâ­nayı değiştirmez. Bâzı rivayetler de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e ait metinde; «ve zina eden erkeğe de (çocuktan) mahrumiyet vardır.- ilâvesi bulunuyor. Buhar! ve Ebû Davud'un rivayetlerinde bu ilâve bulunmaktadır.

Câhüiyyet devrinin kötü âdetlerinden birisinin de çok çocuk do­ğuran cariyelerin fuhuşta çalıştırılması, böylece efendileri için bir kazanç sağlanması ve cariyelerle zina eden erkekler arzu ettikleri tak­dirde doğan çocuk bendendir, deyince çocuğun ona verilmesi mes'e-lesi olduğunu yukarda anlatmıştım.

Sa'd ile Abd bin Zam'a arasındaki bu niza B u -h â r i' nin rivayetinde açıklandığı üzere Mekke1 nin fethedil-diği yıl vuku bulmuştur.

Sa'd bin Ebî Vakkas (Radıyallâhü anh) cennetle müjdelenen on sahâbîden birisidir. Onun fazileti 129 -132 nolu ha­disler bölümünde anlatılmıştır.

Abd bin Zam'a bin Kays bin Abd-i Şems el-Kureşi el-Âmiri ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhterem zevcesi Şevde (Radıyallâhü anhâl'nın kar­deşi ve sahâbilerin ileri gelenlerindendir.

Bunlar arasında ihtilâf konusu olan çocuğun ismi Abdurrah-dır. Fakat çocuğun anasının ismi hakkında bir bilgi edinemedim.

Zam'a'nin cariyesi ile zina eden ve çocuğun kendisine ait olduğunu Sa'd (Radıyallâhü anhî'a vasiyet edip çocuğun alın­masını isteyen Utbe bin Ebî Vakkas ise Uhud sa­vaşında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in mübarek dişini kıran ve mübarek yanağını yarahyan kişidir. Bâzı rivayetlere göre bu adam müslüman olmuştur. Bâzıları ise bunun küfür üzerinde öl­düğünü söylemişlerdir.

M e k k e' nin fethedildiği gün Sa'd (Radıyallâhü anh) M e k k e ' de çocuğu görünce kardeşi U t b e' ye benzetmekle hemen tanımış ve çocuğu yakalamıştır. Sa'd câhüiyyet devri usulünce çocuğa sahip çıkarak yeğeni olduğunu iddia etmiştir. Zam'a' nin oğlu Abd (Radıyallâhü anh) ise çocuğun kendi­sinin kardeşi olduğunu, zira babasının cariyesinden olduğunu iddia etmiştir. Dâva Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e intikal edince O, câhiliyyet devrinin kötü âdetini yıkıyor ve çocuğun A b d'ın kardeşi olduğuna hükmediyor. Ve kadın kocalı ise, doğan çocuğun kocaya âit olduğunu, kadın kocalı olmayıp câriye ise, doğan çocuğun cariyenin efendisine âit olduğunu, kadınla zina eden erkeğin çocuk­la ilgili hiç bir hak iddia edemiyeceğini hükme bağlıyor.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) burada Islâmi hükmü belirtmekle beraber çocuğun zâni U t b e' ye benzediğini görüyor, bunun için Şevde (RadıyaJlâhü anhâ)'nın bundan sonra o çocuğa gözükmemesini yâni nâmahrem olduğunu bildiriyor. Hal­buki yukarda işaret ettiğim gibi Şevde, Zam'a' nm kızı idi ve dolayısıyla Abd bin Zam'a' nın öz kardeşi idi. A b -durrahman isimli çocuk da Abd bin Zam'a' nın kar­deşi olduğuna hükmedildiğine göre.S evde' nin de kardeşi olmuş olur. Şevde' nin o çocuğa görünmemesi ve ondan saklanması hükmü mendubluk içindir. Buharı' nin rivayetine göre bu emir­den sonra, Abdurrahman ölünceye kadar S e v d e' yi hiç görmemiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin «Çocuk firâş (sahi­bin) 'e aittir» buyruğu ile ilgili olarak N e v e v î özetle şöyle der:

"Yâni bir adamın karısı veya firâşa (yâni kan hükmüne) dönüş­müş cariyesi bulunup yanında gebeliğin en az süresince (ki bu süre altı aydır) kaldıktan sonra doğum yaparsa doğan çocuk, babasına benzesin, benzemesin babasının çocuğu olarak kabul edilir ve miras ile diğer hükümler onun hakkında uygulanır.

Bir kadının Firâş sayılmasının ne ile gerçekleştiği hususuna ge­lince eğer nikâhla helâl kılınan kadın ise sırf nikâh akdinin kıyılma­sı ile kadın Firâş sayılır. Bu hususta icmâ bulunduğunu âlimler nak-letmişlerdir. Ancak kadın Firâş sayıldıktan sonra kocasının kendisi ile cinsel ilişkide bulunduğunun mümkün olması şartı-koşulmuştur. Eğer bu mümkün olmazsa, meselâ : Doğuda oturan bir erkek ile batı­da oturan bir kadının nikâhı kıyılıyor. Ama bunların hiç birisi ken­di memleketinden ayrılmıyor ve böylece bunların buluşmaları müm­kün değil iken kadın 6 - 7 ay veya daha çok zaman sonra çocuk do­ğurursa bu çocuğun babasına ait olduğuna hükmetmek söz konusu değildir. Mâlik, Şafiî ve tüm âlimlerin kavli budur. Ancak Ebû Hanİfe bunlara muhalif kalarak karı - koca buluşması mümkün olmasa bile çocuk babasına ilhak edilir, hattâ adam nikâh akdini takiben ve henüz karısı ile buluşma imkânı yok iken karısı­nı boşar da 6 ay sonra kadın doğum yaparsa, doğacak çocuk o ko­caya ilhak edilir, demiştir."

N e v e v î daha sonra nikâhlı olmayıp câriye edinilen kadının doğuracağı çocukla ilgili fıkıhçıların görüşlerini anlatıyor. Bunu bu­raya aktarmaya lüzum görmüyorum.

Bir kadın, mahremliğine şüphe duyduğu erkeklere gözükmeme-lidir. Hadis bu hükme delâlet eder.



2005) Ömer (bin el-Hattab) (Radtyallâhü aM*;'den rivayet edildiği­ne göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çocuğun firâş (sahibin)'e

âit olduğuna hükmetmiştir."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahihtir. Ebû Yezld el-Mekki Ebû Ubeydillah'ı İbn-i Hibbân sikalar arasında anmıştır. Senedin kalan r&vüeri İse Buhâri ile Müslim'in şartlarını taşıyorlar.



2006) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ü«A)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Çocuk firâş (sahibin) e aittir. Zina eden (erkek) e de (çocuk­tan) mahrumiyet vardır.»"



2007) Ebû Ümâme el-Bâhilî (Radtyallâhü tf»ft)'den; Şöyle demiştir : Ben, Besûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den şöyle buyurur­ken işittim:

«Çocuk firâş (sahibin) e aittir. Zina eden (erkek) e de (çocuktan)

mahrumiyet vardır.»"

Not: Bunun senedinin sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid'de bildirmiştir. [289]


İzahı





Ömer (Radıyallâhü anh) ile E b û Ü m â m e (Radıyal-iâhü anh) 'in hadisleri Zevâid türündendir. Ebû Hüreyre (Ra­dıyallâhü anh)'in hadîsi Ebû Dâvûd hâriç Kütüb-i Sitte'nin tümünde rivayet edilmiştir. Bu hadîsler yukarda izahını yaptığım ha­dîsin hükmünü teyid ederler. [290]



60- Birisi Diğerinden Önce Müslüman Olan Karı Ve Koca Babı





2008) (Abdullah) bin Abbas (Radtyallâhü ankümâydan: Şöyle de­miştir :

Bir kadın. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına ge­lerek müslüman oldu. Sonra bir adamla evlendi. İbn-i Abbas demiş­tir ki sonra kadının ilk kocası gelerek :

— Yâ Resûlallah! Ben (bu) karımla beraber müslüman olmuş­tum ve karım benim müslüman olduğumu biliyordu, dedi. İbn i Ab­bas demiştir ki: Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem), kadını son kocasından aldı ve ilk kocasına iade etti."



2009) (Abdullah) bin Abbas (Radtyallâhü an/tümâ)'&dn; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kızını (Zeyneb'i) iki yıl sonra (kocası) Ebü'l-Âs bin er-Rabİ'a ilk nikâhı ile iade etti."



2010) Amr bin Şııayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radt-yallâhü anhüm)'(\en; Şöyle demiştir:

Hesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kızı Zeyneb'i yeni bir nikâh ile (kocası) Ebü'l-Âs bin er-Rabi'a iade etti." [291]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




NIKAH BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: NIKAH BÖLÜMÜ   NIKAH BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:48 am

İzahı





îlk hadîsi Ahmed, Beyhakî, Ebû Dâvûd ve T i r m i z i de rivayet etmişlerdir. Tuhfe yazarının dediği gibi bu hadîsten çıkarılan hüküm şudur: Bir kadın, kocası ile beraber müs&shy;lüman olursa, kadın kocasına iade edilir. Yâni kocası boşamadıkça o, başka bir erkekle evlenemez. Bu hususta icmâ vardır.

1 b n-i A b b â s (Radıyallâhü anh)'m ikinci hadîsini A h-med ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir. T i r m i z i' deki rivayete göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Zeyneb'i altı yıl sonra kocasına iade etmiştir. Buradaki rivayette ise «iki yü sonra» ifâdesi vardır.

Sindi: Müellifin rivayeti ile Ahmed ve Ebû Da&shy;vud'un rivayetlerinde mevcut; "iki yıl" mânâsını ifâde eden kelimedeki "Te" harfi sehven yazılmış ve aslının; "bir

kaç yıl" mânâsını ifâde eden çoğul kelimesi olabilir, böylece bu riva&shy;yetler Tirmizi' nin rivayetine uygun olur, demiş ise de bu ih&shy;timal uzak bir ihtimaldir. Bu kadar kitablarda bir kalem hatâsı dü&shy;şünülmez. Ayrıca Tuhfe'de belirtildiği gibi Ş e v k â n i bâzı riva&shy;yetlerde "üç yıl" ifâdesinin bulunduğunu belirttiğine göre bu rivayet&shy;lere Sindi ne diyebilir?

Yine Tuhfe'de beyan edildiğine göre el-Fetihte : Bâzı rivayetlerde de "altı yıl", bâzı rivayetlerde "iki yıl", diğer bir kısım rivayetlerde "üç yıl" denilmiştir. Bu rivayetlerin birleştirilmesi ve hepsinin geçerliliği için şöyle denilebilir: Altı yıl rivayetinden maksat Z e y n e b (Radı-yallâhü anhâ) nin hicreti ile kocasının müslümanlığı kabullendiği tâ&shy;rih arasında geçen süredir. İki yıl veya üç yıl rivayetinden maksat ise;hicret eden mü'min kadınlar

inkarcı adamlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl değildir.[292] âyetinin indiği târih ile Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ)'nin kocası&shy;nın M e d i n e ' ye gelip müslümanlığı kabul ettiği târih arasın&shy;da geçen süredir. Çünkü bu süre iki yıl, bir kaç aydır, denilmiştir.

Bu hadîse göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellern), Z e y -n e b (Radıyallâhü anhâ)'yı, müslümanlığı kabullenen kocası E b ü'l-Â s'a iade ederken yeni bir nikâh kıydırmamış ve câ-hiliyyet devrinde kıyılmış olan eski nikâhı geçerli saymıştır. Ti r-mizi1 nin rivayeti daha kesindir. Çünkü oradaki rivayette; nikâhla iade etmiş ve yeniden nikâh kıydırmamıştır." diye geçiyor.

Bu hadîsten sonra gelen ve T i r m i z i' nin de rivayet ettiği Abdullah bin Amr (Radıyallâhü anh)'ın hadisine göre Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ) kocasına geri verilirken nikâhları ye&shy;nilenmiştir.

Tirmizî, Abdullah 'm hadîsini rivayet edip isnadının söz götürür durumda olduğunu bildirdikten sonra: İlim ehlinin uy&shy;gulaması bu hadise göredir. Şöyle ki: Bir kadın müslümanlığı ka&shy;bullenip henüz iddeti bitmemiş iken kocası da müslüman olursa yeni bir nikâh kıymadan kadın, kocasına teslim edilir ve ona helâldir. (Ka&shy;dının iddeti bittikten sonra kocası müslüman olursa, ancak yeniden nikâh kıymakla kadın ona helâl olur.) Mâlik. Evzâi, Şa&shy;fii, Ahmed ve Ishak'ın kavli de budur, demiştir.

Tuhfe yazarı da bu bölümde : İmam Muhammed, ken&shy;di Muvatta'ında demiş ki: Kadın müslüman olup kâfir olan kocası da İslâm memleketinde olursa, önce kocasına İslâmiyeti kabul etme&shy;si teklif edilir. Eğer müslüman olursa, kadın kendisinin karışıdır. Şa&shy;yet koca, müslümanlığı kabul etmeyi reddederse, kadın kendisinden alınır ve bu ayırma kesin boşanma hükmündedir. Ebû Hanife

ve İbrahim Nehai' nin kavilleride böyledir, diye bilgi ver&shy;miştir.

îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın hadisine göre Z e y -n e b (Radıyallâhü anhâ) 'nin nikâhı yenilenmemiştir. Abdul&shy;lah (Radıyallâhü anh)'ın hadîsine göre ise nikâhı yenilenmiştir. Böylece iki hadîs arasında bir ihtilâf vardır. A b d u 11 a h ' in ha&shy;dîsinin senedine itiraz edilmiştir. Çünkü bu senedde bulunan Hac-câc bin Ertat tedlisçidir ve Amr bin Şuayb' den hadîs almamıştır. Tuhfe yazarının en-Neyl'den naklen beyan ettiği&shy;ne göre ilim ehlinden bir cemâat bu senedi bu gerekçe ile zayıf say&shy;mıştır. İbn-i Abbâs'in hadîsi ise sahihtir. Şu halde Z e y -n e b (Radıyalâhü anhâ) 'nin nikâhı yenilenmemiştir.

Hâl böyle olunca akla şu soru gelir: Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ), bir kaç yıl son**a hattâ T i r m iz i'nin rivayetine göre altı yıl sonra kocasın u iade edilmiştir. Yukarda beyan edildiği gibi müslümanlığı kabul eden kadından sonra ve henüz iddeti bitmemiş iken kocası da müslüman olursa nikâh kıymaya gerek kalmadan ka&shy;dın kocasına geri verilir. Fakat kadının iddeti bittikten sonra kocası müslüman olursa yeniden nikâh kıymak gerekir. Nikâh kıyılmadan kadın bu kocasına helâl olmaz. Kadının iddeti ise bilindiği gibi üç defa âdet görüp temizlenmesidir. Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ)'-nın iddetinin yıllarca ve bilhassa altı yıl sürmesi ihtimali yok gibidir. Nikâh kıyılmadan Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ), kocasına na&shy;sıl helâl olmuştur?

Sindi, Beyhakİ' nin bu soruyu şöyle cevabladığını nak&shy;leder:

Yukarda yazılı Mümtehine sûresinin 10. âyeti ininceye kadar geçen süre için Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ)'nin müs-lümanhğı kabul etmiş olması ve kocasının küfür hâline devam etmiş olması onlar arasında mevcut nikâhı olumsuz yönde etkilememiştir. Çünkü mü'min bir kadının kâfir kocasına haramlığı ancak bu âyet ile bildirilmiştir. Bu âyetin inişinden önce böyle bir hüküm yoktu. Bu itibarla anılan âyet gelinceye kadar, Z e y n e b (Radıyallâhü an&shy;hâ) ile kocası arasında mevcut nikâh geçerli sayılırdı. Bu âyet H u -d e y b i y e olayından sonra inmiştir. Âyet indikten sonra Z e y -n e b (Radıyallâhü anhâ) 'mn iddeti başlamış olur. Hudeybiye olayı üzerinde uzun bir süre geçmeden Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ) 'nin kocası M e d i n e ' ye gelip müslüman olmuştur. Z e y -n e b {Radıyallâhü anhâ)'nin iddetinin bu süre devam etmiş olması mümkündür ve bu neden ile yeniden nikâh kıymaya gerek kalmadan ilk nikâh ile Zeyneb (Radıyallâhü anhâ), kocasına iade edilmiş olabilir.

Bâzı âlimler de : t b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh) 'in hadi-sindeki ilk nikâhtan maksat ilk mehirdir, nikâh akdi değildir. Yâni Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Z e y n e b (Radıyallâhü anhâJyı kocasına iade ederken yeni bir mehir alınmamıştır. A b -d u 1 1 a h " in hadisindeki nikâhtan maksat ise nikâh akdidir. Yâ&shy;ni Z e y n e b (Radıyaliâhü anhâî'nın nikâh akdi yenilenmiş, fa&shy;kat yeni bir mehir alınmamıştır. Böylece iki hadîs arasında görülen ihtilâf bertaraf edilmiş olur, demişlerdir.

Daha geniş bilgi İçin B u h â r İ ' nin şerhlerine müracaat edile&shy;bilir. [293]



61- Ğayl (= Erkeğin Emzikli Karısı İle Cînsel İlişkide Bulunması) Babı





Ğayl, Ğilet ve Ğıyâl: Yukarda parantez içi ifâde ile tarif ettiğim gibi erkeğin emzikli karısı ile cinsel ilişkide bulunması demektir.

Sahîh-i Müslim'in Rıdâ kitabından bir önceki bâbta da rivayet edilen ve biraz sonra terceme edeceğimiz C ü d â m e (Radıyal-lâhü anh)'in hadisinin şerhinde N e v e v i şöyle der:

Ebü'l-Âs Bin er-Rebî (R.A.) hakkında biraz bilgi verelim :

Bu zât hakkında 1999 nolu hadîsin izahı bölümünde bilgi verilmiştir. Buna bin er-Rabia da denilir. Dedesinin ismi ise; Abdü'1-Uzzâ bin Abd-i Şems'tir. Ebü'i-Âs, onun künyesidir. îsmi ise Lakiyt'tır. Bir kavle göre ismi Kaasim veya Maksim'-dır. Kendisi, servet, emniyet ve ticaret bakımından Mekke'nin sayılı kişilerindendi. Anası Hâle de Peygamber (S.A.V.)'in ilk ailesi olan Madice (R.A.)'nın kız karde&shy;şidir. Peygamber, henüz peygamberlik görevi ile görevlenmemiş iken, Hz. Hadice (R.A.)'nin arzusu üzerine en büyük kızı olan Zeyneb (R.A.)'i Ebü'1-Âs'a nikahladı. Peygambelrik görevi Hz. Muhammed (S.A.V.)'e verilince Ebû Leheb. oğlu Utbe'nin nikâhı altındaki Efendimizin kızı Rukayye'yi boşattırdığı gibi Zeyneb'İ boşattır&shy;mak için çalıştı. Diğer müşrikler de EbÜ'1-Âs'a parlak vaadlarda bulunarak Zeyneb'i boşamasını istediler. Fakat. Ebü'l-Âs, onlara uymadı, parlak tekliflerini de reddetti. Ebül-Âs'ın Bedir savaşında ve daha sonra da iki defa müslümanlara esir düştüğü&shy;nü ve Bedir savaşından sonra serb-.st bırakılınca Peygamber (S.A.V.)'in isteği üze&shy;rine Zeyneb (R.A.)'yı Mekke'den Medine'ye babasının yanına gönderdiğini, ikinci kez esir edildiğinde yine Zeyneb (R.A.)'in ricası üzerine serbest bırakıldığını 1999 nolu hadis bahsinde belirtmiştim. Zeyneb (R.A.) Medine'de babasının yanında ve kocası da Mekke'de küfür Üzerinde yıllarca kaldılar Nihayet Hudeybiye olayından bir süre sonra ve Mekke fethinden Önce ikinci Kez esir edilip serbest bırakılan Ebü'l-Âs Mekke'ye vardıktan sonra Medine-i Münevvere'ye dönüp İslâmiyeti kabul&shy;lendi Peygamber (S.A.V.) de, kızı Zeyneb (R.A.t'yı ona iade etti. (El-Menhel: C. 6, sah. 13)

Âlimler, bu hadisdeki Ğilet kelimesi ile kastedilen mânâ husü-dunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

Mâlik, kendi Muvattaında ve A s m a i ile diğer lügat âlimleri : Ğilet ve ğayl'den maksat; erkeğin, emzikli karısı ile cinsel ilişkide bulunmasıdır, demişlerdir.

İbn-i Sekit'c göre anılan kelimelerden kastedilen mânâ kadının hâmilp ikon süt emzirmesidir.



2011) Cüdâme hint-i Yehb el-Ksediyye [294] (Radıyallâhü anhâ)\\di\: Sİİyle demiştir :

Ben, Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve SellemJ'den şöyle buyu&shy;rurken işittim :

-Ben ğıyali (erkeğin, emzikli karısı ile cinsel ilişkide bulunması&shy;nı) yasaklamayı arzuladım. (Fakat) baktım ki acemler ve rumlar ğıyal işini yapıyorlar ve (emzikli) çocuklarını öldürmüş olmuyorlar.»

(Cüdâme demiştir ki) ve O'na azıl (cinsel ilişki esnasında erke&shy;ğin geri çekilip suyunu dışarıya akıtması) hükmü sorulurken de şöyle buyurduğunu (bizzat) işittim :

-Azıl, ve'd (= kız çocuğu diri olarak toprağa gömme işin)in giz&shy;li bir çeşitidir.»" [295]


İzahı





Ahmed, Müslim, Nesâi ve Beyhaki de bu hadisi rivayet etmişlerdir. N e v e v i bu hadîsin şerhinde şöyle der:

Erkeğin emzikli karısı ile cinsel ilişkide bulunmasının Peygam&shy;ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından yasaklanmak istenme&shy;sinin sebebi hakkında âlimler: Bu yasaklamadan gaye, emzikli çocu&shy;ğa bir zararın gelmemesidir. Çünkü tabibler derler ki: Böyle süt, çocuk için zararlıdır. Arablar da emzikli kadınla cinsel ilişkide bu&shy;lunmayı fena bir şey olarak telâkki edip bundan sakınırlar, demişler&shy;dir. Hadis, bu işin câizliğine delâlet eder. Çünkü Peygamber (Sallalla&shy;hü Aleyhi ve Sellem) bunu yasaklamamış ve yasaklamamanın sebe&shy;bini de belirtmiştir.

Hadis, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in ictihad etme&shy;sinin câizliğine de delâlet eder. Usûl âlimlerinin cumhurunun kavli de böyledir. Bir kavle göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e vahyin gelmesi mümkün olduğu için O, ictihad edemez. Fakat bu kavil zayıftır. Doğrusu cumhurun görüşüdür.

Hadîs'te azil yâni cinsel ilişki esnasında erkeğin geri çekilip su&shy;yunu dışarıya akıtması yasaklanmış ve bu işin bir nevî çocuk öldür&shy;meye benzediği bildirilmiştir.

Hadîs'te azil işi «Ve'd-i hafi- olarak gösteriliyor.

Ve'd: Kız çocuğu diri diri toprağa gömmektir. Câhiliyyet devrin&shy;de bu kötü âdet Arablar arasında yaygın idi. Bunun iki sebebi var&shy;dı. Birinci sebep, kız çocuk babası olmak bir zillet ve hakaret kabul edilirdi. Kız çocuğu olan baba, toplumdan gizlenir, halkın içine çıka&shy;mazdı. Bu sebeble kız çocuklar öldürülürdü. İkinci sebep ise, çocuk&shy;ların geçim sıkıntısına mâruz kalmamaktı. İslâmiyet bu kötü âdeti kökünden kazıyıp attı.

Hafi: Gizli, demektir. Azil de bir nevî gizli Ve'd gibi gösteril&shy;miştir.

Hadîsin zahirine göre azil yasaktır. Fakat azilin mübahlığına de&shy;lâlet eden hadîsler daha çok ve daha sıhhatlidir. Bu itibarla bura&shy;daki hüküm mekruhluk olarak yorumlanmıştır.

Ahmed, Ebû Dâvûd ve Beyhaki' nin E b û S a î d ' i H u d r î (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri bir ha&shy;dise göre, adamın biri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem»'e azil işi için baş vurduğunda «Yahudiler azilin küçük Ve'd olduğunu söylerler» demiş. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Yahudi&shy;ler yalan söylemişlerdir. Eğer Allah, çocuğu yaratmak istemiş olsa sen bunu değiştiremezsin» buyurmuştur.

Bizim hadisimiz ile bu hadis arasında zahirî bir ihtilâf var ise de aslında ihtilâf yoktur. Çünkü yahudiler azilin haram olduğunu iddia ediyorlardı. Peygamber bunu reddetmiş, yâni azilin haram ol&shy;madığını beyân buyurmuştur. C ü d â m e' nin hadîsinden mak&shy;sat da azil işinin mekruhluğunu beyan etmektir.

Fethü'l-Bârî'nin azil babında beyân edildiğine göre lbnü'l-K a y y i m bu iki hadisin arasını şöyle bulmuştur: «Yahudiler, azil yapmak hâlinde kadının hâmile kalması düşünülemez, bu nedenle azil yapmak Ve'd'in bir çeşitidir, derlerdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların bu görüşünü reddederek ; Allah bir çocuğu yarat&shy;mak isterse azil buna engel olamaz, demek istemiştir. Allah bir ço&shy;cuğu yaratmayı dilemezse, çocuğun olmaması Ve'd sayılamaz. C ü-d â m e' nin hadîsinde azilin gizli Ve'd gösterilmesinin sebebi ise, adam azil yapmakla çocuktan kaçmış olur. Onun bu davranışı, Ve'd işini yapanının davranışına benzer. Ve'd işini yapan adam arzusu&shy;nu fiilen gerçekleştiriyor. Azil işini yapan ise arzusunu gerçekleştir-miyor."

Azil mes'elesi hakkındaki âlimlerin görüşlerini Nikâh kitabuim 30. babında rivayet edilen 1926-1928 nolu hadîsler bölümünde anlat&shy;tım. Oraya müracaat edilebilir.



2012) Esma bint-i Yezîd bin es-Seken[296] (Radtyallâhü anhâyâan rivayet edildiğine göre kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'âen şu&shy;nu işitmiştir:

«(Emzikli karılarınızla cinsel ilişkide bulunmak sureti ile) gizlice çocuklarınızı öldürmeyiniz. Nefsim, kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki ğayl, (emzikli kadınla cinsel ilişki çocuğa öyle zararlıdır ki çocuk yetişip) atma binmiş atlı (iken, o)na ulaşır ve nihayet onu attan düşürüp ölümüne sebebiyet verir.*" [297]



İzahı





Bu hadisi Kütüb-i Sitte'nin diğerlerinde göremedim. Zevâid tü&shy;ründen olduğuna dâir bir kayıt da bulamadım.

Bu hadis, erkeğin, emzikli karısı ile cinsel ilişkide bulunmasının zararlı olduğunu ve bu zarar şimdilik görülmese bile çocuk büyüdük&shy;ten sonra görülebildiğine delâlet eder. İcabında bu çocuk büyüyüp at&shy;lı giderken, çocukluğunda aldığı mezkûr zararın etkisi ile atından düşüp ölebilir, diye bilgi veriliyor.

Bundan önce geçen sahih hadiste ğaylın zararlı olmadığı bildi&shy;rilmiştir. Bu hadîse göre ise zararlıdır. Sindi bu hadis'in şer&shy;hinde şöyle der:

Bu hadis Arabların görüşünü yansıtan ve ilk zamanlarda Duyu&shy;rulan bir hadîs olabilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu işin zararlı olmadığını anladıktan sonra diğer hadisi buyurmuştur, denilebilir. Fakat bu yorum uzak bir yorum şeklidir. Çünkü birinci hadîsten anlaşıldığı gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu işi yasaklamak istemiş, fakat yasaklamamıştır, İkinci hadiste ise yasaklama hükmü vardır. Artık ikinci hadîsin ilk hadisten önce bu-yurulmuş olması mümkün değildir. Diğer taraftan eğer ikinci hadis Arabların görüşünü yansıtıcı bir hadis olmuş olsaydı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu konu hakkında yemin etmezdi. Ye&shy;min etmesi münâsip olmazdı. Yukarda anlatılan nedenlerle en yakın ihtimal bu hadîsi yâni ikinci hadisi sonradan buyurmuş olmasıdır. Bu ihtimale göre şöyle denilir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem) bu işin çocuğa zararlı olmadığını Acemlerde ve Rumlarda görün&shy;ce bunu mubah saymıştır. Daha sonra bu işin çocuğa zararlı oldu&shy;ğunu ve bu zararın çocukta o an için görülmese bile bilâhare etki&shy;sinin görüldüğünü anlayınca bunu yasaklamıştır, denilebilir.

Sindi' nin bu görüşü bir ihtimale dayanır. Aslında bu hadi&shy;sin sıhhat durumu mechulümdür. Çünkü başka kitabta bulamadım. Bildiğim kadarı ile fıkıhçılardan ğayhn yasaklığına hükmedeni de görmedim.

Şöyle bir yorum şekli âcizane hatırıma geliyor. Eğer doğru ise Allah'tandır. Yanlış ise benim hatamdır. Gayl'ın iki şekilde yorum&shy;landığını yukarda N e v e v i' den naklen beyân ettim. Birinci mânâ erkeğin, emzikli karısı ile cinsel temasta bulunmasıdır. İkinci&shy;si hâmile kadının çocuğa süt emzirmesidir. Bilhassa gebeliği ilerle&shy;miş bir kadının çocuğa süt emzirmesi, çocuğa zarar verebilir. Hattâ halkımızın dilinde bu süte haram süt tâbiri kullanılır. Çayla âit ya&shy;saklama bu son mânâdaki ğayla âit olabilir. Bu takdirde yasaklama mekruhluk mânâsına yorumlanabilir. Ancak hâmile kadının emzir&shy;diği sütün çocuğa zararlı olduğu tıb alanında yetkili kimselerce tes-bit ve beyân edildiği takdirde bu yasaklamanın haramlık mânâsına yorumlanması da muhtemeldir. Doğrusunu ancak Allah bilir. [298]



62- Kocasına Eziyet Eden Kadın Hakkında Bir Bâb





2013) Ebû Ümâme (RadtyaUâhü attfı)'dçn\ Şöyle demiştir:

Bir kadın, iki çocuğu ile beraber Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına geldi. Kadın bir çocuğunu taşımış, diğer çocu&shy;ğunun da elinden tutup çeker vaziyette idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (kadının çocuklarına olan bu şefkat ve düşkünlü&shy;ğünü görünce) şöyle buyurdu:

«(Kadınlar çocuklarını) karınlarında taşıyıcılardır, doğurucular&shy;dır, çok merhametlilerdir. Kocalarına ettikleri eziyetler olmazsa bun&shy;ların namazcıları Cennet'e girer.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki raviler sıka 2âtlardır, fakat sened munkati'Oir. Çünkü Tirmizl, el-llel'de anlattığına göre Buhârİ: Ravl Salim bin Ebi'I-Ca'd, Ebû Ümame'den hadis işitmemiş, demiştir. îbn-i Hibbân da, bu ravinin Ebû Ümâme'nin zamanına yetiştiğini söylemiştir. [299]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadis kadınların, çocukları için bir çok eziyetlere katlandıkları, gerek gebelik döneminde, gerek doğum san&shy;cılarını çekerken ve gerekse çocuklara bakıp yetiştirirken bir hayli eziyetler çektiklerini belirttikten sonra, bunlardan kocalarına eziyet etmeyi bırakıp namazlarını dosdoğru edâ edenlerin cennetlik olduk&shy;larını, lâkin kadınların kocalarına çok eziyet ettiklerini ve az namaz kıldıklarını bildiriyor.

Kocasına itaat edip, namazını dosdoğru edâ eden ve Rama&shy;zan orucunu vaktinde usulünce tutan kadınların cennetlik olduk&shy;larına dâir hadisler vardır. O hadîsler buradaki hadisi teyid eder mâhiyettedir.



2014) Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Her hangi bir kadın (mü'min) kocasına eziyet ettiğinde, adamın hurü'I-İyn'den olan karısı (bu kadına) :

Allah senin canım alsın, adama eziyet etme. Çünkü şübhesiz o, senin yanında misafirdir, senden ayrılıp yanımıza gelmesi yakındır, der.»" [300]


İzahı





Bu hadisi T i r m i z i de rivayet etmiştir. Hadîsin bâzı keli&shy;melerini açıklıyahm :

Hür: Havrâ'nın çoğuludur. Havrâ'nın lügat mânâsı, gözünün beyaz kısmı bembeyaz ve siyah kısmı simsiyah olan kadındır. Cen&shy;netlik olan mü'minlere Allah tarafından ihsan edilecek cennetin ka&shy;dınlarına bu isim verilmiştir.

îyn: Aynanın çoğuludur, gözü geniş olan kadınlar, demektir. Hadis'in; cümlesini "Allah senin canını alsın11 diye terceme ettim. Bu cümle : Allah sana lanet eylesin veya Allah senin ce&shy;zanı versin, gibi şekillerde de terceme edilebilir.

Hurinin "...O, senin yanında misafirdir..." cümlesi ile huri şu&shy;nu demek ister: Adam senin yanında geçici bir süre kalacağı için bir misafir gibidir, sen onun hakikî karısı değilsin, hakiksrtta asıl ka&shy;rıları bizleriz, senden ayrılıp bize kavuşacaktır.

Tirmizî' nin şerhi Tuhfe yukardaki bilgiyi vermiştir. Bu bilgiden dolayı kadınlar bana kırılmasınlar. Aslında hurilerin böyle bir azarına muhatap olmak istemeyen ve bundan hoşlanmayan ba&shy;yanlar, beylerine eziyet etmeyi bıraksınlar ve bırakmalıdırlar. [301]



63- Haram, Helâli Haram Etmez, Babı





2015) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anHiimâ)'âan rivayet edil&shy;diğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Haram, helâli haram etmez.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisi Nâfi'den rivayet eden Abdullah zayıftır. [302]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadis ile kastedilen mânânın ne ol&shy;duğu kesinlikle bilinmemektedir. Sindi: Bundan maksat şu ola&shy;bilir : Bir erkek bir kadınla zina ederse ve bu haramı işlerse, bun&shy;dan dolayı bu kadın o erkeğe haram olmaz. Yâni bu suçtan sonra erkek bu kadınla evlenebilir. Kadın onun helâli olabilir.

Hadisten kastedilen mânâ su olabilir: Bir erkek bir kadınla zi&shy;na, ederse, bu gayri meşru birleşme, nikâh ile olan birleşmeye ben&shy;zemez. Yâni bir adam bir kadınla evlendiği zaman küdının usul ve furuu, adama haram olur. Adanı kadını boşasa bile, onun usul ve furuu ile evlenemez. Örneğin adan;, kayın anası, kayın nenesi, üvey kızı ve üvey torunu ile evlenenle/.. Fakat /mâ ile birleşme nikâhla birleşme gibi değildir. Meselâ bir adam bir kadınla zina ederse, bun&shy;dan sonra aynı kadının usul ve furuu ile evlenebilir. Yâni aynı kadı&shy;nın anası ile veya nenesi ile veyahut kadının kızı ile evlenebilir, şek&shy;linde yorum yapılabilir, demiştir.

Sindi' nin ikinci yorumu M â 1 i k ' in meşhur kavline ve Şafii ile Ebû Sevr'in görüşlerine uygundur. Çünkü bun&shy;lara göre zina ile olan birleşme, nikâh ile birleşme gibi değildir. Ki&shy;şi zina ettiği kadının anası veya kızı ile evlenebilir.

Sahâbiler ile tabiilerin cumhuru, Hanefiler, Süfyan-ı Sevr i, Evzâi ve Ahmed'e göre gayri meşru birleşme de nikâh hükmündedir. Yâni bir adam bir kadınla zina ederse, artık onun anası, nenesi gibi usulü ve kadının kızı gibi furûu ile evlenemez. [303]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
NIKAH BÖLÜMÜ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» TIB BÖLÜMÜ
» ŞUF’A BÖLÜMÜ
» TICARETLER BÖLÜMÜ
» Kefaretler Bölümü
» AV BÖLÜMÜ...

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( SAV) Hakkında Herşey

 :: Hz. Peygamber Efendimiz'in Hadisi Şerifleri Hakkındaki Eserler :: İbni Mace
-
Buraya geçin: