iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 ZEKAT BÖLÜMÜ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Misafir
Misafir




ZEKAT BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: ZEKAT BÖLÜMÜ   ZEKAT BÖLÜMÜ Icon_minitimePerş. Mayıs 06, 2010 10:04 pm

8 - ZEKAT KİTABI



Zekât: Bu kelime Arap dilinde temizleme, bereketlenme ve ço­ğalma mânâlarına gelir. Şer-i Şerifte Allah Teâlâ'nın hakkı olarak belirli mallardan çıkarılan miktara denir. Bu miktara zekât denmiş­tir Çünkü muhtaçların hakkı olarak maldan çıkarılmakla mal te­mizlenmiş olur. Zekât malı temizlediği gibi sahibini de cimrilik ve günahlar pisliğinden temizler ve malı bereketlendirir.

Şer-i Şerifteki zekât şöyle de ta'rif edilebilir: Zekât malın be­lirli bir miktarını müstahaklara temlik etmektir.

Zekât; Kitab, sünnet ve icmâ' ile sabit olan bir farzdır. Bunu in­kâr etmek küfürdür. Fıtır sadakasından sonra hicretin ikinci yılı farz kılınmıştır. Bir kavle göre Mekke'de farz kılınmış ve Me­ri i n e ' de ayrıntılı olarak beyan edilmiştir. Çünkü zekât* a ftit* bâ­zı âyetler M e k k e' de inmiştir.

Zekâtın meşru kılınmasında bir çok hikmetler vardır. Bunların bir kıt,nıı şunlardır :

Zekât, sahibini günahların ve cimriliğin pisliklerinden temizler, muhtaçlara bir iyilik ve şefkat vesilesidir. Sahibinin derecelerin yük­seltir. Dünya malına karşı duyulan aşırı ihttrası kırar. Zenginler için imtihandır. Fakirlerin gönüllerini hoş eder. Bunlarla zenginler ara­sında köprü görevini yapar. Onları birbiriyle kenetler. Sevgi ve say­gı duygularını kuvvetlendirir.

Zekât deve, sığır, koyun, keçi, altın, gümüş, hububat, meyveler ve ticaret mallarına düşer. [1]



1- Zekâtın Farziyeti Babı





1783) İbn-i Abbâs (Radıyaliâhü anhümo)'âan: Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muâz (Radryallâhü anh)'ı Yemen'e (vali olarak) gönderdi. (Gönderirken) ona şöyle bu­yurdu :

«Şüphesiz sen ehl-i kitap olan bir kavme gidiyorsun. Onları Al­lah'tan başka ilâh olmadığı ve benim Allah'ın resulü olduğum şe-hâdetine davet et. Eğer onlar bu davet için (sana) İtaat ederlerse Allah'ın her gün ve gecede beş (vakit) namazı onlar üzerine farz kıldığını onlara bildir. Eğer onlar bunun İçin (sana) itaat ederlerse Allah'ın onların malında sadaka (zekât) ı onlara farz kıldığını bildir. Bu sadaka onların zenginlerinden alınır ve fakirlerine verilir. Eğer onlar bunun için (sana) itaat ederlerse sen onların mallarının seç­kinlerinden sakın (zekât için en üstün kalitesini seçme). Mazlumun bedduasından sakın. Çünkü o beddüâ ile Allah arasında hiç bir per­de yoktur.»" [2]



İzahı





Buharı, Müslim, Tirmizî, Ahmed ve Dâ-rekutnl de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muâz (Radıyaliâ­hü anh)'ı Y e m e n' e hicretin 10. yılı Veda haccmdan önce gön­dermişti. Zayıf bir kavle göre hicretin 9. yılı T e b ü k savaşı dö­nüşü göndermişti. B u h â r i savaşlar bölümünün sonunda ilk kavli zikretmiştir. V a k i d î ise 2. kavli zikretmiştir. 3. bir kavle göre hicretin 8. yılı göndermişti.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muâz (Radıyal­iâhü anh)'ı gönderirken ehl-i kitap bir kavme gideceğini belirtmiş­tir. Bundan maksat Muâz (Radıyaliâhü anh)'ın yapılan tavsiye­ye azami dikkat ve önem vermesini sağlamaktır. Ehl-i kitap putlara tapanlar gibi câhil olmadıkları için onların kültür seviyesine göre temas etmesinin gerekliliğini belirtmektir. Y e m e n' de ehl-i ki­tap olmayanlar da vardı. Elh-i Kitabın irşadı daha dikkatli davran­mayı gerektirdiği için yalnız onlar anılmıştır.

Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem) Muâz (Badıyallâ-hü anhî'ın Yemen halkını önce kelime-i şehâdete davet etme­sini emretmiştir. Çünkü dinin temeli şehâdet. kelimeleridir. Bunlar olmadan hiç bir amel geçerli değildir.

Cumhur bu hadîsi delil göstererek müslümanlığa girebilmek için şehâdet kelimelerinden yalnız birisini söylemenin kâfi olmadığını ve her iki kelimeyi söylemenin şart olduğunu söylemiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Yemenliler* in şehâdet kelimelerini söylemek hususunda yapılan çağrıya itaat et­tikleri takdirde günde beş vakit namazın farziyetini bildirmeyi ve buna da itaat ettikleri takdirde onlara zekâtın farziyetini tebliğ et­meyi emretmiştir.

Bu hadis kâfirlerin namaz, zekât ve oruç gibi ibâdetlerle mükel­lef olmadıklarını söyleyen âlimler için delildir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Muâz (Radıyaliâhü anhJ'a onlara evvelâ yalnız îman etmelerini emretmesini buyurmuştur. Ve iman ettikleri takdirde namaz ve zekât farziyetini bildirmesini istemiştir.

El-Menhel yazarı bu hususta şöyle der:

Tüm kâfirlerin iman etmekle mükellef olmaları hususunda âlim­ler arasında ihtilâf yoktur. Kâfirlerin namaz, zekât ve oruç gibi iba­detlerin farziyetine ve şeriatın diğer hükümlerinin doğruluğuna inan­madıkları için âhiret günü cezalandırılacağı hususunda da ihtilâf yoktur. Ancak onların dünyada da ibâdetlerle vesâir dinî vecibeler­le mükellef olup olmadıkları ve bu yükümlülüğün gereğini yapmadıkları için de ayrıca azap görüp görmiyecekleri hususunda ihtilâf vardır. Şöyle ki ;

Hanefi, Şafii ve Hanbeli âlimlere göre kâfirler küfür azabından ayrı olarak ibâdetleri ve diğer dini vecîbeleri ye­rine getirmedikleri için azap görmezler.

M â 1 i k 11 e r' le Iraklı âlimlere göre kâfirler küfür azâ-bmı görecekleri gibi ibâdetleri yapmadıkları ve haramları işledikleri için de ayrıca azap göreceklerdir.

M u â z (Radiyallâhü anh)'ın onların zekâtını alırken malları­nın içinden en iyisini seçmemesi için PeygambertSallallahüAleyhi ve Sellem) emir ve ikaz buyurmuştur. Çünkü zekât fakirlere yardım için meşru kılınmıştır. Zenginlerin malından zekât çıkarılırken en üstün kısmı alındığı takdirde kalan malın maddî değerinin düşmesi gibi uygun olmayan bir durum doğabilir. Fakat mal sahibi malının en iyi kısmını gönül hoşluğuyla zekâta ayırabilir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M u â z (Radıyallâ-hü anh)'ın mazlumun bedduasından sakınmasını emretmiştir. Yâ­ni; zulüm etme, hakkın olmayan bir şey alma; kimseye zarar verme ki, senin aleyhinde du£ «tmesin. Çünkü bir kimse zulme uğramış iken yaptığı duâ hızla kabul olunur.

Mazlumun bedduası ile Allah arasında hiç bir perdenin olmayı­şından maksat o duanın hızla Allah tarafından kabul buyurulmasıdir. O duâ reddedilmez, engellenmez. Sahibinin günahkâr oluşu duasının geri çevrilmesine sebep olmaz. Nitekim Ahmed'in Ebû Hü­re y r e (Radıyallâhü anh) 'den merfû olarak rivayet ettiği bir hadis­te şöyle buyuruluyor:

«Mazlum günahkâr olsa bile bedduası makbuldür. Onun günahı onun boynundadır.- [3]



Hadisin Fıkıh Yönü





1. Islâmiyetin temel taşı şehâdet kelimeleridir.

2. Her gün ve gecede 5 namaz farzdır. Hadîs, vitir ve bayram namazlarının farz olmadığına delâlet eder. Bu hususta icmâ vardır. Bu namazların vacip olduğuna hükmeden âlimlerin başka delilleri I vardır.

3. Zekât farz bir ibâdettir.

4. Devlet başkanı bizzat veya yetkili kılacağı bir kimse eliyle ze­kâtı teslim alır.

5. Zekât müslümanların fakirlerine dağıtılır.

6. Devlet adamları Allah'tan korkmalı ve zulümden sakınma­lıdır.

7. Zekât memurları malların en iyisini seçemezler.

8. Mazlumun bedduası makbuldür[4]



2- Zekât Vermekten İmtina Etmek Hakkında Gelen Hadisler Babı





1784) Abdullah bin Mes'ud (Radtyallâhü ank)'deu rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selem) :

«Zekâtını ödemeyen herkesin (zekâta tâbi) malı kıyamet günü kendisi (ni tâzib etmek) için erkek bir kel yılan şekline konularak boy­nunun gerdanlığı olur.» buyurdu. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) bize Allah Teâlâ'nın kitabından bunu tasdik edici:

( Allah'ın, kereminden verdiği servette cimrilik edenler, sakın bu cimriliğin kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Bilâkis bu, onlar için serdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyamet günü onların boyun­larına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah yap­tıklarınızdan haberdardır.[5] âyetini okudu." [6]



İzahı





Nesai ve İbn-i Huzeyme de bunu rivayet etmişlerdir. Buhârİ, Müslim ve Nesai bunun mislini E b û H ti­re y r e (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir.

Hadîsteki bâzı kelimeleri açıklayalım :

Şucâ i Erkek yılan demektir. Bâzılarına göre yılan demektir. Yâ­ni erkek yılana denildiği gibi dişi yılana da denilir.

Akra: Bu kelimenin asıl mânâsı kel adamdır. Burada ise zehi-rinin çokluğu dolayısıyla başının tüyleri dökülmüş olan yılan de­mektir. Bâzılarına göre burada kastedilen mânâ, zehirin çokluğun­dan başı beyazlanmış olan yılandır

Tatvîk = Giydirmek, boyuna bir şey dolamak, boyuna gerdanlık ve benzeri bir şey takmak gibi mânâlara gelir. Burada maksat yıla­nın gerdanlık ve halka gibi zekâtını vermeyen adamın boynuna sa­rılmalıdır.

Tavk : Gerdanlık, çenber ve halka mânâlarına gelir.

Hadis, zekâtı çıkarılmayan malın tamamının yılan şekline soku­lacağına delâlet eder. Hadîste anılan âyetin zahirine göre ise malın zekât kısmı boyuna dolanır. Âyette kastedilen mânânın malın tama­mının sahibinin boynuna sarılması olduğunu söylemek mümkündür.

Hadisteki IMal) tâbiri umumî olduğu için altın, gümüş, ticâ­ret eşyası ve diğer zekât mallarına şâmildir.

Hadis, zekât vermemenin vahim sonucunu bildirir.



1785) Ebü Zerr (Radıyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre: Rc-sulullah {Sallallahü Aleyhi ve Settrm) şöyle buyurdu, demiştir:

«Develeri, koyunları ile keçileri ve sığırları bulunup zekâtını ver­meyen herkesin bu malları kıyamet günü en İri ve en semiz durumu ile gelerek sahibine boynuzlan ile vurur ve ayakları ile çiğner­ler. (Sahibini vura vura ve çiğneye çiğneye geçen) hayvanların so­nu geldikçe başı sahibine dönüp ona böylece musallat olur. Bu tâ-zib (mahşerde) Allah tarafından insanlar arasında hüküm verilin­ceye kadar devam eder.-"



1786) Ebû Hüreyre (Radtyallahü anh)'<\\en rivayet edildiğine göre; Kesûlullah (Saltııllahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«(Sahibi tarafından) zekât hakkı verilmeyen develer (kıyamet günü besili ve en kuvvetli hâli ile) gelerek sahibini tabanları İle çiğ&shy;ner, (zekâtı verilmeyen) sığırlar ve koyunlar ile keçiler de gelip sa&shy;hibini tırnaklan ile çiğner ve boynuzları ile süser. (Zekâtı verilme&shy;yen) kenz (ticâret eşyası, para, altın ve gümüş) de kel bir erkek yı&shy;lan şekline sokulmuş olarak gelir ve kıyamet günü sahibine rastlar. Sahibi iki defa ondan kaçar. Sonra (tekrar) sahibinin önüne çıkar. Sahibi yine kaçarak: Senin ile aramızda (geçmiş) ne (olay) var (ki sen peşimi bırakmıyorsun) ? diye sorar. Yılan » Ben senin (zekatı öden&shy;meyen) kenzinim (= malınım). Ben senin kenzinim, der. Sahibi, eli-le kendini yılandan korumaya çalışır. Yılan onun elini kıtır kıtır yer.»" [7]



İzahı





Ebû Z e r r (Radıyallâhü anh)'ın hadisini B u h â r î . Müslim ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'ın hadisini Buhârİ de rivayet etmiştir. Müslim de bunun benzerini Câbir

Abdillah el-Ensârî (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir.

Bu hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım : îbil: Develerdir.

Ğanem : Koyunlar ve keçilerdir.

Bakar; Sığırlar nev'ine denir. Camus, inek ve öküz bunun kap&shy;samına girer.

Kürün: Karn'ın çoğuludur. Boynuzlar demektir. Ahfâf: Huff'un çoğuludur. Huffı Devenin ayağıdır. Azlaf i Zılf'ın çoğuludur. Sığır, koyun ve keçi gibi hayvanların çatal tırnağına denir.

Kenz: Hazine demektir. Burada zekâtı ödenmeyen mal mânâsı&shy;na kullanılmıştır.

Hadisler, mezkûr malların zekâta tâbi olduğuna ve bunların ze&shy;kâtını ödememenin ağır bir cezaya sebep olduğuna delâlet ederler. İlk hadîs, anılan cezanın mahşerde uygulanacağına ve insanların mahşerdeki hesapları bitip cennetlik veya cehennemlik olduklarına ,'lah Teâlâ hüküm buyuruııcaya kadar aralıksız devam edeceğine delâlet eder. Bu hadîs zekât ödemeyen kimsenin ebedi olarak tâzib edileceğine delâlet etmez. Ama zekâtın farziyetini inkâr ederek öde-mezse kâfir olur ve ebedî olarak azabta kalır. Çünkü zekât kitabı&shy;nın başında anlattığım gibi zekâtın farziyeti, Kitab, Sünnet ve İcmâ' ile sabittir. Bu sebeple inkârı küfrü mucibtit[8]



3- Zekatı Ödenen Mal Kenz (= Biriktirilmiş Mal) Değildir





Kenz: Bu kelime Arap dilinde hazine, gömülü mal, biriktirilen mal anlamlarında kullanılır. Dinde ise zekâtı ödenmeyen mal de&shy;mektir.

İslâmiyet'in ilk zamanlarında ve henüz zekât farz olmamış iken, mal biriktirme durumu çok çetin idi. İhtiyaç fazlası malın Allah yo&shy;lunda ve sadaka olarak harcanması gerekiyordu.

Ey Resulüm! Mal sahipleri malla&shy;rının ne miktarını sadaka olarak vereceklerini sana sorarlar. Onla&shy;ra de ki: İhtiyacınızdan fazlasını infak ediniz.[9] âyeti bu durumu hükme bağlamıştı. Zekât âyeti ininceye kadar bu âyet gereğin ce servet sahipleri ihtiyaçlarından artan miktarı Allah yolunda ve sadaka olarak dağıtmak zorunda idi. Bu durum cidden güçtür. Son ra zekât âyeti inince bu hüküm neshedildi.

Aşağıda geçecek Hâlid bin Eşlem (Radiyallâhü anhJ'uı hadîsinde anılan T e v b e sûresinin 34. âyetinde altın ve gümüşün 'Kenz' edilmesinden yâni biriktirilmesinden bahsedilmekte ve bun&shy;ları biriktirip Allah yolunda harcanmayanların elim azaba çarptınla cakları bildirilmektedir. Bu âyetin zahirine bakanlar, bu âyeti yukar daki âyet gibi mânâlandırabilirler. Yâni ihtiyaç fazlası altın ve gü&shy;müş biriktirmenin 'Kenz' olduğu ve azabı mucip bir mal biriktirme sayıldığı sonucunu çıkarabilirler. Fakat âyetteki infak zekât mânâ&shy;sına yorumlanınca, âyet altın ve gümüş biriktirip zekâtını çıkarma yanların elim azaba çarptırılacaklarını bildirmiş olur. Meşhur olan kavil, bu âyetin zekât vermeyenler hakkında olduğu yolundadır. Aşn ğıdaki hadisten de bu yorumu çıkarmak mümkündür.



1787) Ömer bin el-Ilattab'm mevlâsı Hâlid bin Eşlem[10] (Radıyof- ankjimyden; Şöyle demiştir :

Ben (bir gün) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ) ile be&shy;raber (Medîne dışına) çıkmıştık. Bir A'rabî- arkadan gelip Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'ya :

— Allah'ın; ..«i)

«Ve altın ve gümüşü kenz edip (= biriktirip) Allah yolunda har-camayanlar...» buyruğu(ndaki kenz ve mal biriktirmenin) mâhiye&shy;ti nedir? diye sordu. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) Ona:

— Altın ve gümüşü biriktirip de zekâtını vermeyenler için helak ve azab vardır. Zekât farz kılınmazdan önce ihtiyaç fazlası olup bi&shy;riktirilen mal, kenz (azabı mucip bir biriktirme) sayılırdı. Zekât far-ziyeti emri indirilince Allah Teâlâ zekâtı malların temizleyicisi kıldı, diye cevap verdikten sonra dönüp şöyle dedi:

— Sayısını bilip zekâtını verdiğim ve Allah (Azze ve Celle)'nİn taâtile işlettiğim Uhud dağı kadar altınım olsa (bu yüzden) endişe duymam."

Not : Tirmizl bu hadisi rivayet ettikten sonra : Bu hadîs hasan garib'tir, demiştir. [11]



İzahı





Bu hadîsi, Buhârî, Tirmizî ve Nesaî de rivayet etmişlerdir. Buhar i' nin rivayetinde; Sonra dönüp şöyle söyledi..." cümlesi ve onu takip eden ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in sözü yoktur.

Sindi bu hadîsin açıklamasını yaparken şöyle der: îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) adama şunu söylemek is&shy;temiştir : Zekât farz olmadan önce bu âyetin zahiri ile amel edilirdi. İhtiyaçtan artan malları Allah yolunda harcamak gerekiyordu. Mal&shy;ları biriktirmek azabı mucip idi. Zekât farz edilince mezkûr âyeti zekâtı ödemeyenlere âit olarak yorumlamak gerekir. Âyetin mânâsı:

«Altın ve gümüş gibi mallan biriktirip zekâtını ödemeyenleri elim azab ile müjdele...» şeklinde olur.

îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in sözünden maksad budur, denilince hadîsten anlaşılan sonuç, zekâtın farziyetinden önce bu âye&shy;tin zahiri ile amel edildiği ve zekât farz edilince âyetin zahirî mânâ&shy;sının neshedilmiş olmasıdır. Fakat meşhur olan durum, bu âyetin ze&shy;kâtı ödemeyenler hakkında inmiş olmasıdır. Meşhur kavle göre olun&shy;ca; âyet, zekâtın farziyetinden sonra inmiş olur. Ve âyetin zahirî mâ&shy;nâsı da zekâtını ödemeyenlere âit olmuş olur. Bir de şu var : Eğer ze- . kâtın farziyetinden önce bu âyetin indiği ve zekât âyeti ile mensuh olduğu söylenecek olursa artık nesihten sonra başka mânâya yorum&shy;lamak yoluna gidilmemesi gerekir. Bu itibarla îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in maksadı şu olabilir:

Ey A'rabî! Zekât farz olmadan önce bu âyetin zahirinden anla&shy;dığın gibi mânâ verseydin isabet etmiş olurdun. Yâni ihtiyaçtan ar&shy;tan malı biriktirmenin azabı mûcib olduğu mânâsını çıkarabilirdin. Fakat zekât farz olunca ve bu âyet daha sonra inince artık anladı&shy;ğın mânâ doğru değildir. Çünkü Allah Teâlâ zekâtla malı temizlet&shy;miş ve azaba müstehak olmayı zekâtı ödemekten imtina etmeye bağ&shy;lamıştır.

Kastalânî' nin nakline göre el-Bermavî: Âyetteki: fyjÂ&itj = "Ve o malı infak etmezler" cümlesi "vs o malın zekâ&shy;tını vermezler" diye yorumlanırsa bu âyetin zekât âyeti ile mensuh olması söz konusu olmaz, demiştir.

îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) son fırka ile şunu demek

istemiştir :

Benim Uhud dağı kadar altınım olsa, bunun hesabım bilip zekâtını çıkarırsam ve bu serveti Allah Teâlâ'nın rızasına uygun ola&shy;rak kullanıp çalışmamda gayri meşru bir harekette bulunmazsam mal biriktirmiş sayılırım diye endişem olmaz. Yâni hak ve hukuka riâyet edildikten sonra servet sahibi olmak günah değildir. Azabı mu&shy;cip olmaz



1788) Ebû Hürcyre (RadtyaUâhü anh)\\\\en rivayet edildiğine güre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Sen malının zekâtını verince, üzerindeki (malın hakkı) m öde&shy;miş olursun,»" [12]



İzahı





T i r m i z î ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir.

Hadisin mânâsı şudur: Zekâta tâbi malının gerekli zekâtını usû&shy;lüne uygun olarak verdiğin zaman malının vacip olan hakkını öde&shy;miş olursun. O maldan zekâttan başka bir miktarını çıkarmaya mec&shy;bur değilsin.

Sindi: "Zekât maldan çıkarılması vacip olan bir hak olduğu gibi Fıtır sadakası ve aile fertlerinin lüzumlu nafakası da maldan çıkarılması gereken bir haktır. Bu durumda şöyle denilebilir: Hadîs&shy;ten maksat, zekât verildiği zaman maldaki hakkın çoğunun ödenmiş olmasıdır.

Şöyle de söylemek mümkündür: Hadîsten maksat doğrudan doğ&shy;ruya mala yönelik hak zekâttır. Zekât verilince bu hak ödenmiş olur. Fıtır sadakası ve nafaka ile maldan doğan bir hak değildir. Bayrama kavuşmak ve akrabalık bağı gibi başka sebeplere dayalıdır. Şu hal&shy;de malın sebep olduğu hak yalnız zekâttır

T i r m i z i bu hadisi rivayet ettikten sonra : 'Bu hadîs hasen -garibtir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den müteaddit yollarla rivayet edildiğine göre; kendileri zekâtı anlatmış, bu arada bir adam:

Yâ Resülallah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)! Üzerimde zekâttan başka (maldan çıkarılması gereken) bir şey var mı? diye sormuş ve Efendimiz t

«Hayır. Ancak nafile sadaka vermen vardır »buyurmuştur.' de&shy;miştir, " der



1789) Katime hint-i Kays[13] (Radtyallâhü anhâ)*âm rivayet edildi&shy;ğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Malda ' zekâttan başka hiç bir hak yoktur.»" [14]



İzahı





Fâtime (Radıyallâhü anhâl'nın bu hadisini T i r m i z i ve D â r i m i de rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin izahı bundan önceki&shy;nin izahı gibidir. Özeti şudur: Maldan doğan hak zekâttır. Fitre ve nafaka da maldan çıkarılması gereken bir hak ise de bunlar başka sebeplere dayanır. Yahut şöyle denilir: Mala âit hakkın çoğunluğunu zekât teşkil eder.

T i r m i z i' nin rivâyetindeki metin ise şöyledir:

= «Şüphesiz malda zekâttan başka hak vardır.»

T i r m i z i bu hadisi zikrettikten sonra : Bu hadîsin merfû ola&shy;rak rivayeti zayıftır. En sıhhatli,rivayet bunun Ş â ' b î' ye âit bir söz oluşudur, demiştir.

Tuhfe yazarı: "Zekâttan başka olan haklar, açlık tehlikesini ge&shy;çirmekte olana yemek yedirmek, kanı haram olan bir canlıyı ölüm&shy;den kurtarmak yolundaki harcama, esir düşmüş bir müslümanı kur&shy;tarmak gibi haklardır. Bunlar da vacip olan bir takım haklardır. Ancak bu haklar dış etkenlerden doğan haklardır. Zekât ise dıştan de&shy;ğil doğrudan doğruya maldan doğan haklardır. Bu fark olduğu için bu hadis ile «Malda zekâttan başka hiç bir hak yoktur» mealindeki hadis arasında bir çelişki olmaz. E 1 - M ü n â v i, Câmlü's-Sağir şerhinde böyle demiştir.

T ı y b i ve başkaları da zekâttan başka haklara 'su, ateş, ve tuzun' kimseden esirgenmemesi örneğini ve başka örnekleri zikret&shy;mişlerdir," demiştir. [15]


4- Gümüş Ve Altının Zekâtı(Nın Kaçta Kaç Olduğunun Beyânı) Babı





1790) Ali (bin Ebî Tâlib) (Radıyallâkü ank)'den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Şellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Ben sizi at ve köle zekâtından kesinlikle afv ettim. Lâkin gümüş&shy;ten öşürün dörtte birisini (zekât olarak) veriniz. Her kırk dirhemden bîr dirhem (veriniz).»"



1791) (Abdullah) bin Ömer ve Âişe (Radtyallâkü anhümyden; Şöy&shy;le demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her yirmi dinardan ve bundan fazla meblâğdan yarım dinar ve kırk dinardan bir dinar (ze&shy;kât) alırdı."

Not: Râvi İbrahim bin îsmâil zayıf olduğu için bunun isnadının zayıf oldufru Zevâid'de bildirilmiştir. [16]



İzahı





A 1 i (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Ebû Dâvûd, Ne-sai ve Tahavi.de rivayet etmişlerdir.

Ebû Davud'un rivayeti daha uzun olup meali şöyledir: «Ben, at ve köle zekâtından (sizi) afv ettim. Gümüşün zekâlını her kırk dirhemden bir dirhem veriniz. Yüz doksan dirhemde (ze&shy;kâttan) bir şey yoktur. Dirhemler iki yüze ulaşınca içinde beş dirhem (zekât) vardır.»

Hadisin, at ve köle zekâtı ile ilgili cümlesi bunların zekâta tâbi olmadığına delâlet eder. Bu husustaki âlimlerin görüşlerini 15. bâbta gelecek olan 1812 ve 1813 nolu hadîslerin açıklaması bölümünde iri-şaallah anlatacağım.

Öşür: Bir şeyin onda biri, demektir. Rubu' i Bir şeyin dörtte biri, demektir.

Bub'u'1-Öşür: Öşürün rub'u demektir. Yâni onda birin dörtte biri, ki kırkta bir demektir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadîste gümüşün zekâtının kırkta bir olduğunu ve gümüşün zekâta tâbi bir mal oldu&shy;ğunu bildirmiştir.

Müellifin rivayeti kısa olup kırk dirhemden bir dirhem zekât ver&shy;menin gerekliliğine delâlet eder. Ancak dirhem sayısının ikiyüze ulaş&shy;ması şarttır. Bu şart düşünülmüştür. Nitekim yukarıda mealini ver&shy;diğim Ebû Davud'un rivayetinde bu durum belirtilmiştir. N e s a i' nin rivayetinde de iki yüz dirhemden beş dirhemin veril&shy;mesi emredilmiştir.

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ile Âişe (Radıyallâhü anhâ) 'dan rivayet olunan ikinci hadîs Zevâid türünden olup Dâre-k u t n i tarafından da rivayet edilmiştir.

Bu hadis, yirmi dinar altından yarım dinar altın kırk dinar altın&shy;dan bir dinar altın zekât çıkarmanın gerekliliğine delâlet eder. Şu hal&shy;de altını yirmi dinardan az olan bir kimse altının zekâtını çıkarmak&shy;la mükellef değildir. Cumhurun kavli de budur.

Bu hadisin isnadı zayıf ise de yukardaki cumhurun kavlini teyid eden başka hadisler vardır. Ebû Dâvûd, Ahmed ve B e y h a k i' nin A 1 i (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri mer-fu ve uzun bir hadiste ezcümle:

«Senin (altının) yirmi dinar oluncaya kadar onda senin üzerin&shy;de zekât yoktur. Senin yirmi dinarın olup da üzerinden bir yıl geç&shy;tiği zaman onda yarım dinar (zekât) vardır. Altının yirmi dinardan fazla olunca zekâtı bu hesaba göredir.»

Râvi demiştir ki bu son cümle Ali (Badıyallâhü anh)'ın sözü mü. yoksa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in sözü mü? bil e m i yeceğim.

El-Menhel yazarı bu hadisi te'yid eden başka hadisleri de rivayet

etmiştir

Müellifin rivâyetindeki bu hadisin zahirine göre dinar sayısı yir&shy;mi veya daha fazla olduğunda kırk dinar olmadıkça yarım dinar ze&shy;kât verilir. Fakat bu mânâ mürad değildir. Yirmi dinardan yanm di&shy;nar verilir. Yirmi dinardan fazla olunca fazlalığın yirmiden biri ze&shy;kât olur. Örneğin otuz dinân olan bir kimse bir dinarın dörtte üçünü zekât, verir. Şafii ve Hanefiler' den Ebû Yûsuf ile Muhammed'in kavli budur.

Ebû Hanife'ye göre yirmi miskalden sonra 4 miskalden az olan altın muaftır. Ve her dört miskal için kırkta bir hesabı ile zekât verilir. Örneğin 23 miskal altını olan bir kimse yarım miskal zekât verir Altını 24 miskal olunca 24 mıskalın kırkta birini verir. Altını 27 miskal olana kadar yine 24 miskaJın kırktan birini verir. Fa kal 28 miskal olunca bu kere 28 miskalin kırktan birisini verir...

Gümüşten de 200 dirhemden sonra her kırk dirhem için bir dir&shy;hem verir. Aradaki kesirler için bir şey vermez. Buna göre 240 dirhem gümüşü elan bir kimse 6 dirhem verir. Fakat 200, 210, 220, 230 veya 239 dirhemi alan kimse, beş dirhem verir. 240 dirhemden sonra 279 dirheme kadar 6 dirhem verir. Ebû Hanife' nin delili Peygam&shy;ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:

*Kırk dirhemden az olanda zekât yok&shy;tur.» hadisidir.

İlk grubun delili ise Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in;

«Ve İki yüz dirhemden fazla olanın ze&shy;kâtı bunun hesabına göredir.» hadisidir. [17]



Dirhem Ve Dînâh Nedir ?





Dirhem: Bu kelime Arap dilinde iki mânâda kullanılır: Birincisi gram gibi bir ağırlık ölçüsüdür. Diğer mânâsı belli bir gümüş paradır.

Dinar: Bu kelime Arap dilinde bir nevi altın paradır. Miskal mânâsına da kullanılır. Bu hadiste miskal manasına kullanılmıştır.

Miskal: Bu kelimenin Arap dilindeki sözlük mânâsı küçük olsun büyük olsun her türlü ağırlık ölçüsüdür. Şer-i Şerifte ise aşağıda anlatılacak belirli bir ağırlık ölçüsüdür.

Dirhem ı Bu kelime yukarda anlattığım gibi bir çeşit gümüş para ismi olarak kullanıldığı gibi bir ağırlık ölçüsü olarak da kullanıl&shy;mıştır.

Müteaddit hadislerde ikiyüz dirhemin gümüşün nisabı olduğu ve bu kadar gümüşten beş dirhem zekâtın verilmesi emredildiği için, dir&shy;hemin asr-ı saadette malum olduğu anlaşılıyor. Çünkü eğer Peygam&shy;ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhatabları tarafından bil in me&shy;şeydi, onlara açıklayacaktı. Onları meçhul bir miktarla baş başa bı-rakmıyacaktı.

El-Menhel yazarı "Zekâtın vacip olduğu mallar" babında ezcümle

şöyle der :

"Bu hadis (= Kitabımızdaki 1793 nolu Ebû Said-i Hud-r i (Radıyallâhü anhJ'ın hadîsi) kırk dirhem tutarındaki 'Okiyyo'-nin ve Dirhemin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muha-tablarının malumu olduğuna delâlet ediyor. Kadı Iyâz:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) -Beş okiyye gümüşte zekât vardır. 200 dirhem (gümüş) den beş dirhem (gümüş) rekât vo-riniz- buyurduğu halde O'nun zamanında okiyye ve dirhemin meç&shy;hul olduğunu söylemek doğru bir şey olamaz. Çünkü Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem) bunun sayısında zekât bulunduğunu bil&shy;diriyor. Aynı zamanda alışverişler ve nikâhlar bunlarla yapılıyor. Şu halde okiyye ve dirhem'in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında meçhul olduğunu söylemek bâtıldır. Sıhhatli bir söz de&shy;ğildir. Bâzıları durumun böyle olduğunu, Abdülmelik bin M e r v a n' in hilâfeti zamanına kadar bu hâlin devam ettiğini, nihayet Halîfe' nin, âlimlerin muvafakat ve görüşlerini aldık&shy;tan sonra dirhemleri topladığını, bir dirhemin ağırlığının 6 denk'e te&shy;kabül ettiğini ve her on dirhemin yedi miskal tutarında olduğunu kararlaştırdığını söylemişler ise de bu söz tutarlı değildir.

Aslında Abdülmelik bin Mervân'ın yaptığı iş şudur: O'nun zamanına kadar, muamelelerde kullanılan dirhemler müslümanlar tarafından basılmış değildi. Standart bir durumu yoktu, iranlı' ların ve RumUr'ın küçüklü, büyüklü olarak bastık&shy;ları dirhemler vardı. Sikkesiz ve nakışsız dirhemler vardı. Küçük ve büyük ebadda gümüş paraları vardı. Y em e n dirhemi ve mağrip dirhemi vardı. Böylece çok çeşitli dirhemler tedavülde idi. Nihayet Halife Abdülmelik ve onun zamanındaki âlimler bu değişik dirhemleri toplayıp bunlar yerine İslâmi ve standart dirhem bastır&shy;mayı kararlaştırdılar. Artık basılan bu para piyasaya sürülmekle de&shy;ğişik yabancı dirhemlere ve gümüşten küçüklü büyüklü kesilmiş sikkesiz parçalara ihtiyaç kalmadı.

Şüphesiz, dirhemler o zaman malum idi. Eğer malum olmasaydı zekât, cezalar ve kul hakları nasıl dirheme ve okiyye'ye bağlanırdı* demiştir.

Kadı lyâz'ın yukarıda alınan sözünden de anlaşılıyor ki, zekâtta ve diğer şer'i hükümlerde muteber dirhem, bu gün malum olan ağırlık ölçüsü anlamındaki dirhemdir.

Abdülmelik zamanında değişik olduğu bildirilen dirhem ise alış - verişlerde kullanılan tedavüldeki dirhemdi. Bu dirhem kalite ve ayar açısından farklı değer taşıyordu." [18]



Ağırlık Ölçüsü Dirhem Ve Mıskal





Ağırlık ölçüsü anlamındaki dirhem ve miskal iki kısma ayrılır:

1. Dirhemi Şer'î

2. Dirhemi Örfi

Keza

1. Miskal-i Şer'î

2. Miskal-i Örfî

Âlimler dirhem ve mıskalın ağırlığını ortalama buğday tanesi, uçlarındaki kılçıkları kesilmiş ortalama arpa tanesi ve kırat denilen ağırlık ölçüsü ile hesaplamışlar. Bu nedenle dirhem ve miskalı hesap&shy;lamaya geçmeden önce 'Kırat'ın ne olduğunu belirtelim :

Kırat da Örfi ve Şer'i diye iki çeşite ayrılır:

1. Kırat-ı örfi, ortalama dört buğday tanesi ağırlığı kadardır.

2. Kırat-ı şer'i, ortalama beş arpa tanesi ağırlığı kadardır.

El-Menhel yazarı dirhem ve miskal hakkında ezcümle şöyle der:

"Âlimler, yedi miskal-ı şer'înin on dirhem-i şer'îye ve bir miskal-i

örfi'nin bir buçuk dirhem-i örfi'ye eşit olduğunda ittifak etmişlerdir.

Keza ilim ehli dirhem ve miskali kıratla ve buğday tanesi veya arpa tanesi ile hesaplarken ihtilâf etmişlerdir. [19]



Hanefî Âlimleri Şöyle Demişlerdir





Bir dirhem-i şer'î ondört kırattır. Bir kırat da ortalama beş arpa ağırlığındadır. Sonuç: Bir dirhem-i şer'i yetmiş arpa ağırlığındadır.

Yedi miskal-i şer'î on dirhem-i şer'i'ye tekabüi ettiğine göre bir miskalin onda birisi bir dirheme eşit olur. Bir dirhem 14 kırat oldu&shy;ğuna göre şöyle hesaplanır:

Miskalin onda yedisi 14 kırat olduğuna göre miskalin onda onu yâni tamamı 20 kırat eder.

Dirhem-i şer'î ve miskal-i şer'i şöyle gösterilebilir : Bir dir&shy;hem = 14 kırat = 70 arpa — 7/10 miskal. Bir miskal — 20 kırat = 100 arpa = 3/7 dirhem.

Dirhem-i Örfi ise 16 kırattır. Bir kırat dört buğday tanesi ağır&shy;lığındadır. Sonuç : Bir dirhem altmış dört buğday tanesi ağırlığın&shy;dadır.

Miskal-i örfi ise bir buçuk dirhem-i örfi'ye denktir. Bu duruma göre bir miskal 24 kırat olup 96 buğday tanesi ağırlığında olur.

Dirhem-i örfî ve miskal-i örfî şöyle gösterilebilir: Bir dirhem = 16 kırat = 64 buğday = 2/3 miskal Bir miskal = 24 kırat = 96 buğday = 1,5 dirhem El-Menhel yazarı Hanefî âlimlerinin görüşlerini yukarda izah ettiği gibi belirttikten sonra sözlerine devamla şöyle der:

Dirhem-i şer'î ile dirhem-i örfi, keza miskal-i şer'î ile miskal-i ör&shy;fî arasındaki cüzî farkın buğday tanesinin arpa tanesinden biraz ağır olmasından ileri geleceği kuvvetle muhtemeldir. Bu kuvvetli ih&shy;timal göz önüne alınınca dirhem-i şer'i ile dirhem-i örfî arasında ha&shy;kiki bir fark kalmamış olur. Bunun içindir ki bâzı Hanefi âlim&shy;leri altın ve gümüşün nisabını dirhem-i örfi'ye göre hesaplamışlar&shy;dır. Bâzıları da her şehirin dirhem-i örfî'sine riâyet edileceğini söyle&shy;mişlerdir." [20]



Dirhemi Örfî Ve Miskal-Î Örfî Kaç Gramdır?





Bir dirhem-i örfi'nin Hanefi âlimlerince orta büyüklükte 84 buğday tanesi ve bir dirhem-i şer'inin kabukçuğu ve uçlarındaki kılçıkları kesilmiş olan 70 arpa tanesi ağırlığında olduğunu yukarda

anlatmıştım.

El-Menhel yazan bir dirhem i örfinin 3,12 gram olduğunu söy&shy;lemiştir.

Miskal-i örfi de bir buçuk dirhemi örfi olduğuna göre bir mis-kal-i örfi 4.88 gram olmuş olur.

Dirhem-i örfi ile dirhem-i şer'i arasında çok cüzi bir fark oldu&shy;ğundan bâzı Hanefi âlimlerinin gümüş ve altın nisaplarını dirhemi örfi'ye göre hesapladıklarını da yukarda zikretmiştim.

Gümüşün nisabı 200 dirhem olduğuna göre bu nisap gram olarak 200 x 3,12 = 624 gram eder.

Altının nisabı da 20 mıskal olduğuna göre bu nisap gram olarak 20 x 4,68 — 93,6 gram olur.

Gümüşün nisabı: 200 dirhem — 624 gram = 3200 kırat.

Altının nisabı: 20 miskal = 30 dirhem — 93,6 gram = 480 kırat.

Yukardakı hesaplama el-Menhel yazarının bir dirhem-i 3,12 gram olarak saymasına göredir.

Memleketimizde dirhem-i örfi 3,207 gram ve miskal-i örfi 4,807 gram olarak hesaplanır. Buna göre gümüşün nisabı. 200 x 3,207 = 641,4 gram olur. Altının nisabı: 20 X 4,807 = 96,14 gram eder.

Merhum Ömer Nasuhi Bilmen'in Büyük İslâm ft-mühali'ne baktım. Kendisi' yaklaşık olarak bir dirhem-i şer'îyi 2,8 gram ve bir dirhem-i örfiyi de 3,2 gram olarak hesaplamıştır. Onun yaptığı-hesaplamaya göre miskaM şer'i 4 gram, miskal-i örfi de 4,8 gramdır ve:

Gümüşün nisabı:

200 dirhem-i şer'i ~ 200 x 2,8 = 560 gramdır. Altın nisabına gelince 7 miskal-i şer'i 10 dirhemi şer'i'ye eşit olduğuna göre 20 mis&shy;kal-i şer'i yaklaşık olarak 28,57 dirhem-i şer'i'ye eşit olur. 20 X 10: 7 = 28,57

Bir dirhemi şer'i 2,8 gram olduğuna göre altının nisabı 2.8 x 28,57 = 79.996 gram eder.

Dirhem-i şer'i 64 buğday ve dirhemi örfi 70 arpa ağırlığında ol&shy;duğunu yukarda anlatmıştım. Dirhemlerin grama çevrilmesinin esa&shy;sı ortalama buğday tanelerinin tartılmasına ve kabukçuğu ile uçla&shy;rındaki kılçıkları alınmış ortalama arpa tanelerinin tartılmasına bağ&shy;lıdır.

Nisapların ihtiyatlı ve fakirler lehine hesaplanması yönü düşü&shy;nülmelidir. Bu duruma göre gümüşün nisabını 560 gram ve altının nisabım 80 gram olarak hesaplamak daha uygundur. [21]



Mâliki - Şafiî Ve Hanbeli Alimlerine Göre Dirhemi Serî Ve Miskal İ Serî





Bu üç mezheb âlimlerinin meşhur kavline göre dirhemi şer'i or&shy;talama 50 2 5 arpa tanesi ağırhğındadır Miskal-i şer'î de ortalama 72 arpa tanesi ağırlığındadır.

Bu üç mezhebin bâzı âlimlerine göre ise bir dirhemi şer'î 57 3 5 arpa ve bir miskal-i şer'i 82 3 10 arpa ağırlığındadır.

El-Menhel yazarı: Bu üç mezhebin meşhur kavli ile diğer kavli arasındaki farkın menşei arpa tanelerinin hafiflik ve ağırlık, keza büyüklük ve küçüklük bakımından bir birinden farklı oluşudur.

El-Menhel yazarı: Dirhem-i örfî ile dirhem-i şer'î arasında bir fark bulunmadığına dâir tahkikli görüşe göre : [22]



Gümüşün Nisabı Şudur





200 dirhem = 624 gram = 3200 kırat ve altının nisabı da şu&shy;dur der:

20 miskal - 30 dirhem = 93,6 gram -- 480 kırat.

Hanefi âlimlerinden başka mezheblerin âlimlerinin meşhur kavline göre dirhem-i şer'î 50 2 5 arpa tanesidir. Miskal-i şer'î de 72 arpa tanesidir

Bu kavle göre gümüşün nisabını tesbit etmek için dirhem-i şer'i-yi dirhem-i örfî'ye çevirmek gerekir. O da şöyle yapılır :

Bir dirhemi şer'î 50 2 5 arpa tanesi olduğuna göre nisap olan 200 dirhemi şer'i'yi arpaya çevirmek için 200 x 50 2 5 = 10080 arpa eder, deriz. Dirhem-i örfî 64 buğday tanesi olduğu için 10080 rakamı&shy;nı 64 rakamına bölmekle 157 1 2 sayısını elde ederiz. Bu sayı dirhemi örfî olarak nisabı verir. Şu halde gümüşün nisabı şudur:

200 dirhem-i şer'î -- 157,5 dirhem-i örfi - 491,4 gram = 2520 kırat.

Altının .nisabını tesbit için de şöyle deriz . Bir miskal-i şer'i 72 ar&shy;padır. Nisab 20 miskal olduğuna göre 20 miskalin kaç arpa tuttuğunu hesaplamak için 20yi 72ye çarparız. 20 x 72 - 1440 çarpım netice&shy;sinde çıkan 1440 arpayı miskal-i örfî olan 96'ya böleri/.. 1440 : 9(; — 15

Çıkan 15 rakamı miskal i örfi sayışım verir.

Bir miskal-i örfî bir buçuk dirhem i örfi olduğuna göre 15 mis&shy;kal-i örfî 22,5 dirhem i örfî eder. Bir dirhem i örfî 3,13 gram oldufcundan 22,5 dirhem-i örfî (3,12 x 22,5 = 70,2) işleminde görüldüğü gibi 70,2 gram eder.

Şu halde altının nisabı şöyle gösterilebilir i

20 miskal-i seri = 15 miskal-i örfî = 22,5 dirhem-i Örfî = 70,2 gram = 360 kırat.

El-Menhel yazan yukardaki hesaplan yapmıştı^. Şu var ki dir&shy;hem-i şer'î ve miskal-i şer'î arpa tanelerine göre hesaplanır. Dirhem-i örfî ve miskal-i örfî ise buğday tanelerine göre hesaplanır. Hesaplar neticesinde arpa tanelerinin yekûnu buğday tanelerinin yekunüne bölünür. Tabi buğday ve arpa tanelerinin orta büyüklüktekileri dik&shy;kate alınıyor ise de aynı ağırlıkta olduğu söylenemez. Bu itibarla çı&shy;kan sonuç yaklaşık bir sonuç sayılmalıdır. [23]



Türkiye'deki Miskal-İ Örfî Ve Dirhemi Örfî Ağırlığı Şöyle Hesaplanır :





Bir miskal = Bir buçuk dirhem — 4,807 gram Bir dirhem = Dört denk (danık) = 3,207 gram Bir denk = îki çekirdek = 0,801 gram

Bir çekirdek = îki kırat = 0,400 gr.

Bir kırat = dört buğday = 0,2004 gr.

Bir buğday = 0,0501 gr. [24]



Hâlis Olmayan Altın Ve Gümüşün Zekâtı





Hâlis olmayan yâni yabancı maddeler karışmış olan altın veya gümüşe "Mağşuş" denilir. Dilimizde buna züyuf da denilir.

El-menhel yazarı, âlimlerin bu husustaki görüşlerini şöyle nak&shy;leder :

1- Hanefî âlimlerine göre altın veya gümüşün hâlis ol&shy;ması şart değildir. İçindeki altın veya gümüş ağırlık açısından ya&shy;bancı maddeden fazla veya onun kadar olduğu takdirde zekâtı veri&shy;lecektir. Şayet yabancı maddeden az ise ticâret eşyası hükmüne gi&shy;rer. Değeri nisaba ulaşıyorsa zekâtı verilecektir. Ancak o karışımla ticâret etmeyi düşünmüyorsa değeri nisaba ulaşsa bile zekâta tâbi değildir. Örneğin 90 dirhem gümüş ile 110 dirhem bakır karışımı olan bir parça var. Bunu satmak niyetinde olmayan bir adam zekâtını vermez. Fakat ticâret niyetinde olduğu takdirde değerine bakılır. Eğer değeri 200 dirhem gümüş tutarında ise bir ticâret malı olarak zekâ&shy;tını çıkarır. Değeri bundan düşük ise zekât vermez.

2- Şafii, Ahmed ve bunların arkadaşlarına göre Mağ&shy;şuş altının içindeki hâlis altın kısmı 20 miskale ve mağşuş gümü&shy;şün içindeki hâlis gümüş kısmı 200 dirheme ulaşmadıkça zekâtını ver&shy;mek gerekmez.

3- M â 1 i k î 1 e r şöyle demişlerdir. Mağşuş olan veya ağır&shy;lık bakımından noksan olan gümüş ve altın alış - verişlerde hâlis ve ağırlık bakımından tam olanlardan farksız olarak revaçta iseler ze&shy;kâtı vâcibtir. Eğer hiç revaçta olmazlar veya tam olanlardan az re&shy;vaçta iseler, mağşuş içindeki altın veya gümüş miktarı hesaplanır. Ni&shy;saba ulaşıyorsa zekâtı verilir. Ulaşmıyorsa verilmez.

Ağırlık bakımından noksan olan da, tam olanın değerinde ge&shy;çerli ise zekâtı verilir. Değerce düşük ise o farkı kapatacak meblâğ kadar fazlalaşmadıkça zekâtı verilmez. Örneğin ağırlık bakımından noksan olan 200 dirhem gümüş tedavülde, ağırlık bakımından tam olan 200 dirhem gümüşten farksız olarak revaçta ise zekâtı verile&shy;cektir. Fakat noksansız olan 190 dirhem değerinde revaçta ise zekâtı verilmez. Ancak aradaki on dirhemlik farkı kapatacak bir miktar gü&shy;müşü olunca o zaman nisaba mâlik sayılır." [25]



Kâğıt Paranın Zekâtı





EI-Fikhı Ale'l-Mezâhiib'l-Erbaa müellifi Zekât kitabından bu ko&shy;nuya ayırdığı bölümde şöyle der:

Fıkıhçıların cumhuru kâğıt paraların ve benzeri paraların ze&shy;kâta tâbi olduğuna hükmederek: Çünkü bu paralar muamelelerde altın ve gümüş paraların yerine geçmiştir. Her an onu altın ve gü&shy;müşe çevirmek kolaylıkla mümkündür. Halkın elinde bu servet bu&shy;lunduğu ve bunu altın ve gümüşe çevirmeleri mümkün olduğu halde bundan zekât vermemeleri zekâtın meşruluğunun hikmet ve gayesine ters düştüğü açıktır. Bundan zekât verilmez demek, akıl ve mantık dışıdır. Bunun için Hanefî, Şafii ve Mâliki mezhep&shy;lerin âlimleri bu paraların zekâtının çıkarılması gerekir, demişlerdir. Bu hususta ittifak etmişlerdir. Yalnız H a n b e 1 î âlimleri muha&shy;lif kalmışlardır. Bu konudaki dört mezhep âlimlerinin görüşleri şöy&shy;ledir :

1- H & n e f i âlimleri; bu ve benzeri paraları kuvvetli ala&shy;cak kabilinden sayarak bunların deyn-i kavi (= kuvvetli alacak) tan farkı şudur ki anında bu paraları gümüşe (veya altına) çevirmek mümkündür. Bu nedenle derhal zekatını çıkarmak gerekir. Deyn-i kavi'nin ise zekâtını geciktirmek caizdir.

2- M âl i k i 1 er: Kâğıt paralar alacak senetleridir. (Bono&shy;lar hükmündedir.) Şu farkla ki bu paralan, anında gümüşe çevirmek mümkündür. Alış - verişlerde altın yerine de geçer. Bu nedenle ze&shy;kâta tâbidir, demişlerdir

3- Şafiî âlimleri: Kâğıt paralarla alış - veriş etmek banka&shy;larca tanınmış olan bunların kıymetindeki altın ve gümüşle muame&shy;le etmek hükmündedir. Bu taamül, paranın tutarındaki altın ve gü&shy;müş kıymetini bankaya havale etmek kabilindendir. Çünkü, parayı kazanan kişi, bankadan o para kıymetindeki altın ve gümüşü al&shy;maya hak kazanarak bu meblâğı alacaklı ve bu alacağın sahip ve mâ&shy;liki olmuş olur. Banka ise borçluluğunu İtiraf eden, borcunu ödeye&shy;bilen ve her zaman ödemeye hazır vaziyette bir borçlu durumunda&shy;dır. Bir alacak bu durumda olunca derhal zekâtını çıkartmak gere&shy;kir. Havalelerde, "Verdim - kabul ettim" seklinde dille söylenen bir akit yok ise de, örf ve âdet böyle cereyan ettiği için sözlü akitin ol&shy;mayışı bir sakınca teşkil etmez, demişlerdir. Üstelik bâzı Şafii âlimlerine göre îcab ve kabul (= verdim - aldım) den maksat, taraf&shy;ların rızâsını ifâde eden her hangi bir söz veya harekettir. Eldeki pa&shy;ranın bankadaki altın veya gümüş stokuna karşılık olduğu taraflar&shy;ca bilinmekte ve bu tahvillere rızâ gösterilmekte olduğu malumdur.

4- H anbeü ler'e göre kâğıt para altın, gümüş vevâ ticâret eşyasına çevrilmedikçe zekâtını çıkarmak gerekmez.

Madenî ve kâğıt para zekâtı hakkında Sahihi Buhârî Muhtasa&shy;rı Tecridi Sarih Tercemesinin Zekât bahsinde bâzı fıkıh kitapların&shy;dan nakiller ve oldukça ayrıntılı bilgi vardır. Oraya müracaat edile&shy;bilir[26]


En son Zinnureyn_Ali tarafından Perş. Mayıs 06, 2010 10:14 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




ZEKAT BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: ZEKAT BÖLÜMÜ   ZEKAT BÖLÜMÜ Icon_minitimePerş. Mayıs 06, 2010 10:07 pm





5- Bir Malı İstifâde (Eden)İn Babı





1792) Aişe (RadıyaUChü

Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim. Bu­yurdu kİ :

-Bir malın Üzerinden bir yıl geçinceye kadar onda hiç zekat yok tur.»"

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : îbn-i Ebİ'r-Ricâl olan râvi Harise bin Mu-hunmed zayıf olduğu için bu isnad zayıftır. Tirmİzİ bu hadisi îbn-i Ömer (R.A.)'den merfu' ve mevkuf olarak rivayet etmiştir. [27]
İzahı





Bu hadis Zevâid türündendir. Tirmizî, Darekutni ve Beyhaki bunun bir benzerini îbn-i Ömer (Radıyal-Iâhü anh)'den merfû olarak rivayet etmişlerdir. Oralardaki rivaye te göre Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem),

-Kim bir malı istifâde ederse (yâni elde ederse) o malın üzerin­den bîr yıl geçinceye kadar o kimsenin boynunda zekât yoktur.» buyurmuştur.

Tirmizî, merfu' olarak rivayet ettiği bu hadisin senedin deki râvi Abdurrahman bin Zeyd bin Esle m'in zayıf olduğunu belirtmekte, ayrıca bunu îbn-i Ömer (Radı yallâhü anh) 'den mevkuf olarak rivayet ederek, bunun daha sıhhat h olduğunu bildirmekte ve bunun başka sahâbilerden de rivayet edil­diğini söylemektedir.

İstifâde: Bir şeyi elde etmek, kazanmak ve ona sahip olmak de­mektir.

Bu babın başlığında ve Tirmizî' nin rivayetinde geçsn bu kelimeden alınma mazi fiili, bir malı ekte etmek ve sahip olmak manâsını ifade eder.

Müellifin rivayetinin umumiliği dolayısıyla çıkan sonuç, gerek sene başında ve gerekse sene içerisinde elde edilen malın üzerinden bir yıl geçinceye kadar ondan zekâtın olmayışıdır. Zekât için yılın beş-langıcı sayılan tarihte elde edilen ve zekâta tâbi olan, bir malın üze­rinden bir yıl geçmedikçe onda zekât olmadığı malumdur. Altın, gü­müş, para, ticâret malı, koyun, keçi, sığır ve devenin zekâtı için bu hüküm mevcuttur. Ancak buğday, arpa, üzüm gibi tarım ürünleri­nin zekâtı bu mahsullerin kaldırıldığı mevsimde ödenir. Bu nevî mal­ların üzerinden bir yıl geçmesi şartı söz konusu değildir Bu hususta âlimlerin icmâı vardır.

Yıl içinde elde edilen mallara gelince; bu mallar yıl başından be­ri elde bulunan ve zekâta tâbi mal çeşidinden olabilir. Başka çeşitten olabilir. Aynı çeşitten olduğu takdirde, eldeki maldan kazanılmış ola­bilir, miras ve hibe gibi başka yollardan kazanılmış olabilir. Bu çe­şitlerin hepsi "İstifâde edilen" yâni elde edilen mallardandır. Bu çe­şitlerden hangisinin yıllanması şarttır? hangisinin şart değildir? yıl­başından beri elde bulunan malın yılı dolunca zekâtı verilirken yıl içinde elde edilmiş olan malın da zekâtı verilir mi?

Tuhfe yazarı şöyle der :

"Yıl içinde elde edilen mal iki çeşittir

Birincisi yıl başından beri elinde bulunan ve zekâta tâbi nisab tutarındaki mal nevinden olanıdır. Örneğin : Adamın elinde on deve vardır. Yıl içinde bir kaç deve daha elde eder.

ikincisi; Yıl başından beri elinde bulunandan başka bir çeşit mal­dır. Örneğin : Adamın elinde yılbaşından beri on devesi vardır. Yıl esnasında bir kaç koyun sahibi olur

İkinci şıkka ait durumlarda yıl esnasında kazanılan ve zekâta tâbi olan mal yıl başından beri elde bulunan mela yıl hesabı bakımın­dan eklenmez. Kazanıldığı târihten itibaren ne zaman bir yıl dolar­sa o zaman zekâtı çıkarılır. Bu hususta âlimler ittifak halindedir.

Birinci şıkka âit durumlardaki malda iki tür olabilir : Şöyle ki, yıl içinde elde edilen mal, yıl başından beri elde bulu­nan maldan kazanılmış olabilir. Ticâret mallarından yıl içinde ka­zanılan kâr ve zekâta tâbi koyun, keçi, inek ve develerden doğma hayvanlar buna misal gösterilebilir. Bu tür kazançlar yıl hesapla­ması bakımından asıl mala tâbidir. Aslının yılı dolunca onun yılı da dolmuş sayılır. Örneğin yıl başında 20.000.— Ura ile ticârete başla yan bir kimse yıl esnasındaki ticareti ile 10.000.— lira kazandığı tak­dirde yıl sonunda hem sermâyenin hem de kazancının zekâtını çıkaracaktır. Verdiğim örnekde 30.000.— liranın zekâtını çıkaracaktır. Zekâta tâbi hayvanların durumu da böyledir. Bu tür kazançların, asıl mala eklenmesinin gerektiğine âa bu hüküm hususunda âlimle­rin icmaı vardır.

İkinci tür kazanılan mal ise asıl maldan doğma olmayıp hibe. mi ras ve satın alma gibi yollarla ekle edilen mallardır. Örneğin : yıl basından beri adamın 5 devesi varken yıl içinde, babasının ölümü dolayısıyla miras olarak kendisine 10 deve kalmış olur. Böylece 15 deve sahibi olmuş olur. Yıl içinde kaz.anilan 10 deve yılın dolması yö­nünden 5 deveye eklenir mi? yoksa kazanıldığı tarihlon M ibaren onun için ayrı bir yıl hesabı mı tutulur?

Bu hususta ihtilâf vardır. Şöyle ki:

Ebû Hanife'ye göre yıl içinde elde edilen bu tür mallar yıl başından beri elde bulunan mallara eklenerek yıl sonunda hepsi nin zekâtı çıkarılır.

Mâlik, Şafii ve Ahmed'e göre, eklenmez. Yıl içinde kazanılan bu tür mallar, kazanıldığı târih esas tutularak ayrı ola­rak hesaplanır ve kazanıldığı târihden itibaren ne zaman yılı dolar* sa o zaman zekâtı çıkarılır.

Bu üç imamın delili Ibn-i Ömer (Kadıyallâhü anhJ'den rivayet'edilen yukarıdaki hadistir. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'mn hadisi de bunlar için bir delil sayılabilir [28]




6- Zekâtın Farz Olduğu Malların (Miktarlarının Beyânı) Babı



1793) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyaltâhü ank)'üen rivayet edildiğine göre kendisi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel/em)'den şunu buyururken isit-miştir :

«Beş vesk miktarından az olan hurmada, beş okiyyeden az (gü­müş) de ve beş deveden aşağısında zekât yoktur.»"



1794) Câbir bin Abdillah (Radtyallâhii anhümâ)'(\an rivayet edildi­ğine göre; ResÛlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu, demiştir :

«Beş deveden aşağısında zekât yoktur. Beş okiyye'den az (gümüş) de zekât yoktur. Ve beş vesk miktarından az olan (hurma, üzüm ve hububat) da zekât yoktur.»"

Not : Bu hadisin senedinin hasen olduğu Zevâid'de belirtilmiştir. [29]



İzahı





E b û S a İ d (Radıyallâhü anhî'ın hadisini Kütüb-İ Sitte sa­hiplerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Müellifin rivayetinde, hacim öl­çüsü ile nisabı hesaplanan mallardan hurma zikredilmiştir. Diğer bazı rivayetlerde hurma kaydı olmayıp umumî bir ifâde kullanılarak "Beş vesk miktarı" denmiştir. Bu rivayetler, hurma, üzüm ve hu­bubatın nisabının beş vesk olduğunu hükme bağlamış olur

Hadislerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım .

Evsaak: Vesk veya Visk'in çoğuludur. Vesk ve Visk'ın asıl mâ­nâsı deve, katır ve merkebin yükü demektir. Şer-i Şerifte 60 sâ mâ­nâsında kullanılmıştır. Müellifin 1832 -1833 nolu hadisleri vesk'ın 60 sâ olduğuna dâirdir.

Hububatın ve hurma ile üzümün nisabı 5 vesk olduğuna ve bir vesk de 60 sâ olduğuna göre bu malların nisabı 300 sâdır. Bu mikta­rı anlayabilmek için 'Sâ'ın ne olduğunu bilmek gerekir. 'Sâ' bir ölçek­tir. Bu ölçeğin Rıtıl olarak hesaplanması hususunda Fıkıhçıların gö­rüşlerini el-Menhel yazarı "Abdestte yeterli su miktarı" babında özet­le şöyle anlatır:

"Sâ -. Dört müddü alabilen bir ölçektir. Müdd'ün kaç rıtıl olduğu hususunda şu ihtilâf vardır :

1. Ebû Hanife, Muhammed ve Irak Fıkıhçı-larına göre bir müd 2 ntl I r a k i' dir.

2. Mâlik, Şafii, Hanefiler' den Ebû Yûsuf, Ahmed bin Hanbel ve Hicaz Fıkıhçılarına göre bir müd, 1 1 3 rıtl-i I r a k i' dir.

Bir sâ, dört müd olduğundan birinci gruba göre bir sâ, Irak rıtılı ile 8 rıtıldır. İkinci gruba göre bir Sâ yine Irak rıtıh ile 5 i 3 rıtıldır. [30]



Irak'ın Bir Rıtılı Kaç Dirhem Ve Kaç Gramdır?





1. Hanefîler'e ve Şâfiîler1 den R â f i i' ye göre I r a k ' m bir rıtılı 130 dirhem-i örfi'ye tekabül eder. (Bir dirhem-i örfi 3,12 gramdır.) Ve bir Rıtıl 405,6 gramdır. Hesabı şöyledir:

Bir Rıtıl = 130 dirhem x 3,12 gr. = 405,6 gr.

2. Mâlikiler'e göre Irak'ın bir rıtılı 128 dirhemdir. Buna göre bir rıtıl 399,36 gramdır.

Bir Rıtıl = 128 dirhem x 3,12 gr. = 399,38 gram

3. Ş â f i i 1 e r' den Nevevi ve Hanbeliler'e gö­re bir rıtıl 128 4 7 dirhemdir. Buna göre bir rıtıl 401,14 gr.dır. Şöyle hesaplanır :

Bir rıtıl = 128 4 7 dirhem X 3,12 gr. = 401,14 gram. [31]



Bir Sâ Kaç Dirhem Ve Kaç Gramdır?





1. Ebû Yûsuf hâriç, Hanefîler'e ve Şafii I er'-den R â f i i' ye göre :

Bir Sâ = 8 rıtıl

8 rıtıl x 130 dirhem = 1040 dirhem

1040 dirhem x 3,12 gr. = 3244,8 gram.

2. Mâlikiler'e göre : Bir sâ = 5 1 3 rıtıl

5 1 3 rıtıl x 128 dirhem = 682, 66 dirhem 682,66 dirhem x 3,12 gr. = 2129,92 gram.

3. Nevevi ve Hanbel iler' e göre: Bir sâ = 5 1 3 rıtü

5 13 Rıtıl x 128 4,7 dirhem = 685 5/7 dirhem 685 5 7 dirhem X 3,12 gr. = 2139,42 gr. [32]



Bîr Vesk 60 Sâdır





Bu hususta âlimler müttefiktir. Sâ'ın kaç dirhem ve kaç gram ol­duğu yukarda beyan edilmiştir.

Her grubun görüşüne göre bir vesk'in kaç dirhem olduğunu an-lamak için bir sâ'm tekabül ettiği dirhem sayısını 60 sayısına çarp­mak kâfidir. Nisap olan beş vesk'in kaç dirhem olduğunu anlamak için de bir sa'ın tekabül ettiği dirhem sayısını 300 sayısına çarpmak gerekir.

Keza bir vesk'in kaç gram olduğunu anlamak için bir sa'm te­kabül ettiği gramları 60 sayısına çarpmak gerekir. Beş vesk'in kaç gram olduğunu anlamak için de bir sâ'ın tekabül ettiği gramları 300 sayısına çarpmak kâfidir.

Bizim için önemli olan beş vesk'in kaç gram olduğunu anlamaktır. Çünkü nisap beş vesk'tir. Başka bir deyimle 300 sâ'dır. Yukarıda anlatıldığı gibi:

1. Hanef iler'e ve Şâfiîler' den R â f i i' ye gö­re bir sâ'ın 3244,8 gram olduğu anlaşılmıştı. Bunu 300 sayısına çarp­tığımız zaman nisap olan 5 vesk'in kaç gram olduğu anlaşılır.

3244,8 gr. X 300 sâ = 973440 gr.

Şu halde beş vesk yaklaşık olarak 973,5 kg.dır.

2. M â 1 i k î 1 e r' e göre bir sâ, 2129,92 gramdır. Bunu 300 sayısına çarpmakla 5 vesk'in gram tutarını tesbit ederiz.

2129,92 gr. X 300 sâ = 638976 gram.

Buna göre 5 vesk yaklaşık olarak 639 kg.dır.

3. Nevevi ve Hanbeli ler'e göre bir sâ 2139,42 gramdır. Bunu 300e çarpmakla beş vesk'in tutarı bulunur.

2139,42 gr. X 300 sâ = 641826 gr

Buna göre beş vesk takriben 642 kg.dır.

El-Menhel yazarı sâ ve rıtıl hakkındaki âlimlerin görüşlerini be­yan ettikten sonra şöyle der:

"Sâ hakkındaki görüşler arasında esaslı bir fark yoktur. Çünkü bir sâ 8 ntıldır, diyen âlimler, bu ölçeğin aldığı suya itibar etmişler­dir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in abdest ve gusül su miktarını belirten hadisler buna delâlet eder.

Bir sâ, 5 l 3 ntıldır, diyen âlimler, bu ölçeğin aldığı hurma veya arpaya itibar etmişlerdir. Hâl böyle olunca sâ ve buna bağlı olarak müd miktarı hakkında gerçek bir ihtilâf yoktur. Çünkü su, kuru hur­ma, arpa ve buğday gibi hububatın ağırlığı farklıdır. Bir ölçek do­lusu suyun ağırlığı, ayni ölçek dolusu buğdayın ağırlığından fazladır. Örneğin kuru hurma ve arpanın bir sâ'ı 693 1 3 dirhem ağırlığında-dır. Bu meblâğ, 5 13 rıtlı I r a k i' ye tekabül eder. Bir sâ su ise 1040 dirhem ağırhğındadır. Bu meblâğ I r a k ' in 8 ntlına tekabül eder."

Hulâsa hurma, üzüm ve hububatın nisabı için en ihtiyatlısı 5 vesk'in 638 kg. kabul edilmesidir. Bundan az miktarda mahsulü olan zekât vermek zorunda değildir. Bu kadar veya daha fazla mahsulü olan zekâtını çıkarmalıdır.

Hadîsin: "Beş okiyye'den az (gümüş)te zekât yoktur." fıkrasına

gelince :

Evak : Okiyye'nin çoğuludur. Bu kelime Mü s 1 i m ' in riva­yetinde Evakıyy diye geçer. O da Okiyye'nin çoğuludur. Okiyye, dili­mizde Okka diye kullanılır. Arap dilinde Okiyye kelimesi Vakİyye diye kullanılır. Bunun çoğulu Vekaayâ'dır.

Bir Okiyye'nin 40 dirhem olduğu hususunda âlimler müttefiktir. Memleketimizde 400 dirhem olarak bilinen okka ayrı şeydir. Karıştır­mamak gerekir. Beş okiyye 200 dirhem olmuş olur. Gümüşün nisabı 200 dirhemdir.

Dirhemin gram olarak hesabı ve gümüşün nisabı hakkındaki ge­rekli malumat, 1790 -1791 nolu hadîsler bahsinde verilmiştir. Tekrar­lamaya gerek yoktur.

Hadisin bu fıkrası gümüşün nisabının beş okiyye yâni 200 dir­hem olduğuna ve bundan az gümüşü olanın zekât çıkarmakla mükel­lef olmadığına delâlet eder.

Hadîsin -Beş deveden aşağısında zekât yoktur.» fıkrası da deve­lerinin nisabının 5 deve olduğuna delâlet eder. Şu halde beşden az devesi olan kimse develerinin zekâtını vermekle mükellef değildir.

ikinci hadisin develere âit fıkrasında geçen Zevd kelimesi, üçten on'a kadar olan deve sürüsü anlamında kullanılır. Bir kavle göre ikiden dokuza kadar olan deve sürüsü mânâsında kullanılır. Başka kaviller de vardır.

El-Menhel yazarı bu hadisin fıkıh yönü ile ilgili olarak özetle »öyle der:

"Bu hadis, beşten az develerde zekât olmadığına, beş veya daha vok develerde zekâtın vâcipliğine, ikiyüz dirhemden az gümüşte ze­kâtın gerekmediğine, 200 veya daha fazla dirhem tutarındaki gümü­şün rekâtını ödemenin vâcipliğine, beş vesk'ten az (Hububat, hur­ma ve üzüm)de zekât'ın bulunmadığına, beş vesk veya daha çoğun­da zekâtın vücûbuna delâlet eder.

Mâlik, Şafii, Ahmed, Hanef iler' den E b û Yûsuf ile Muhammed ve âlimlerin cumhuru bu hadîsle hükmederek yukarıda belirtilen nisaplardan az mallarda zekât yok-l,ı>r, demişlerdir.

Ibn-i Abbâs, Zeyd bin Ali, Nehai ve Ebû Hanife: Malın nisaba ulaşması şart değildir. Zekâta tâbi mal, az olsun, çok olsun zekâtını çıkarmak gerekir, demişlerdir.

El Menhel yazarı bu grubun delillerini zikretmiş ve: Bunlara göre bu bâbtaki hadis ticaret malının zekâtını beyan etmek anla­mında yorumlanır, demiştir.

Geniş malumat isteyenler el-Menhel in 9. cildinin 129. sahıfesine müracaat edebilirler. [33]



7- Zekâtı Vaktinden Önce Vermeye Acele Etmek Babı





1795) Ali bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine

göre:

Abbâs (bin Abdılmuttalib) (Radıyallâhü anh), zekâtını vaktin­den önce yermekte acele etmesi hükmünü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Söilem) e sormuş. Efendimiz de ona bu hususta ruhsat ver­miştir." [34]



İzahı





Ahmed, Ebü Dâvûd, Tirmizi, Hâkim, Bey-haki ve D â r e k u t n î de bunu rivayet etmişlerdir.

Zekâtın vakti, mal üzerinde yılın tamamlandığı târihtir. Bir mal üzerinden bir yıl geçmedikçe zekâtını çıkarmanın vacip olmadığı 1792 nolu hadîs bahsinde anlatılmıştı. Orada belirtildiği gibi bu hüküm ticâret malları, altın, gümüş, para ve zekâta tâbi hayvanlara mah­sustur. Hububat, hurma ve üzüm gibi mahsullerin zekâtı bunların el­de edildiği zaman ödenir. Bunlar üzerinden yılın geçmesi söz konusu değildir.

El-Menhel yazarı bu hadisi açıklarken ez cümle şöyle der : "Bu hadîs yıl dolmadan evvel zekatı ödemenin câizliğine delâlet eder. Hanefi, Şafiî ve Hanbeli mezhebleri alimleri böyle hükmetmişlerdir. Bunlara göre zekâtı yıl dolmadan önce çıkar­mak su şartlara bağlıdır:

Mal sahibi zekâtı çıkarırken nisaba mâlik olacak t Yânı malı ni­sap mikttmndan az olmayacak > Yı4 içinde nisap miktarı hiç düşmr-yacak ve yıl sonunda da nisap miktarı veya daha fazla olacaktır.

(Hulâsa bir malın yılı dolmadan önce çıkarılan zekâtın muteber sayılabilmesi için zekâtın çıkarıldığı târihten yıl sonuna kadar o ma­lın en az nisap miktarı veya daha çok olması şarttır. Aksi takdirde verilen zekât, geçerli sayılmaz.)

Süfyân-ı Sevri, Dâvûd, Rebia, Hasanı Basri ve Mâliki ter'e göre yıl dolmadan zekât çıkarmak caizdir. Bunların delili: Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın (1792 no­lu) hadîsidir. Bu hadiste :

«Bir mal üzerinden yıl geçinceye kadar onda zekât yoktur.» bu

vurulmuştur. Bir de Ebû Davud'un Ali (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği benzer hadîstir. Bunlara göre yıl dolmadan çıkarılan zekât, vakti girmeden kılınan namaz gibidir.

Birinci grubtaki âlimler: Bu hadisler, yıl dolmadan zekâtı çıkar­manın vacip olmadığına delâlet ederler. Bunda ittifak vardır. Yıl dol­madan zekât çıkarmanın câizliği de bu ve benzeri hadislerden anla siliyor, demişlerdir.

İkinci grubtaki âlimlerden Mâliki mezhebine mensup olan­ların kuvvetli kavillerine göre yılın dolmasına bir ay kala zekât çı­karmak mekruh olmakla beraber, caizdir. Yâni zekât yerine geçer.

Sindi, hadisin. cümlesindeki fiili, vacip olmak

mânâsına yorumlamıştır. Yani zekât vacip olmadan önce...

El-Menhel yazan ise bu fiili hulul etme mânâsına yorumlamıştır. Yâni zekât çıkarma vakti hulul etmeden (= gelmeden) önce...

El-Menhel'in yorumu daha açık olduğu için tercemeyi buna göre yaptım. [35]



8- Zekât Çıkarılırken Söylenecek Söz ( Dua) Babı





1796) Abdullah bin Ebî Evfâ (RadıyallÛhü ankümâyfan rivayet edil­diğine göre şöyle demiştir :

Her hangi bir adam malının zekâtını Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve SellemHn yanma getirdiği zaman Efendimiz ona rahmet ve mağfiret için duâ ederdi. Ben de malımın zekâtını Onun huzuruna getirdim. Efendimiz:

-Allah'ım! Ebû Evfâ ailesine rahmet ve mağfiret eyle.» diye duâ buyurdu." [36]



İzahı





Buhâri, Müslim. Ebû Dâvûd ve Nesâi de bunu rivayet etmişlerdir.

Buhâri ve Müslim'in rivayetleri meâlen şöyledir Abdullah bin Ebi Evfâ (Radıyallâhü anhümâ) 'dan; Şöy­le demiştir:

Bir cemâat mallarının zekâtını Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma getirdikleri zaman. Efendimiz:

«Allah'ım! Onlara (yâni mal sahiplerine veya bunların ailelerine) rahmet ve mağfiret eyle.» diye duâ buyururdu. Babam Ebû Evfâ da malının zekâtım O'nun huzuruna getirdi. Efendimiz i

-Allah'ım! Ebû Evfâ'mn ailesine rahmet ve mağfiret eyle.» diye duâ buyurdu.

Buhâri1 nin rivayetinde; Allah'ım! falanın ailesine rahmet ve mağfiret eyle.» ve M ü s I i m' in riva­yetinde; «Allah'ım! Onlara rahmet ve mağfiret eyle.» buyrulduğundan bu durumu parantez içi ifâde ile işaret ettim.

Hulâsa, Buhâri, Mü si im ve Ebû Dâvûd'un rivayetlerine göre İ b n - i Evfâ (Radıyallâhü anh) değil, Onun babası olan Ebû Evfâ, zekâtını efendimize getirdiğinde efendimiz «Allah'ım! Ebû Evfâ ailesine rah­met ve mağfiret eyle.» diye duâ buyurmuştur.

El-Menhel yazarı : Bu duadaki :âîle» kelimesi, cümle­nin mânâsı bakımından fazladır. Yâni Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) E b ü Evfâ' nın kendisine duâ etmiştir. "Falanın âli" denilirken bazen adamın kendisi kastedilir. Ebû Musa el-Eş'ârl (Radıyallâhü anh) nin Davudi bir sese sahip

kılındığına dâir bir hadisteki; «Dâvûd (Aley-hisselâm) in nağmelerinden...» cümlesinde bulunan: «aile» kelimesi de böyledir, demiştir.

El-Menhel yazarının ve başka zâtların böyle söylemesinin sebebi zekât sahibinin Ebû Evfâ (Radıyallâhü anh) ailesi değil, biz­zat Ebû Evfâ {Radıyallâhü anh)'nın kendisi olmasıdır. Efendi­miz de zekât sahibine duâ etmeyi itiyad buyurmuştur.

Âcizane kanaatıma göre böyle bir yorum yapılmasa da olabilir. Şöyle ki "Falanın ailesi" denirken aile reisinin de dâhil olduğu aile fertlerinin tümü kastedüebilir.

Müellifin rivayetine göre Abdullah bin Ebi Evfâ (Radıyallâhü anh) kendi malının zekâtını efendimizin huzuruna gö­türmüş ve efendimiz anılan duayı buyurmuştur. Bu rivayetteki;

= «aile» kelimesi gereklidir. Çünkü îbn-i Ebi Evfâ (Radı­yallâhü anh) E bû Evfâ (Radıyallâhü anh)'in aile fertlerinden-dir. Zekât sahibi de odur.

Hadis, zekât alan devJet yetkilisinin mal sahiplerine rahmet ve mağfiret duasında bulunmasının müstehablığına delâlet eder. İlim ehlinin ekserisine göre bu duada bulunmak müstehabtır.Zâhiriyye me/hebi mensuplarına göre bu duada bulunmak vaciptir.

BunJar; ve (Ey Muhammedi) Zekât sahiplerine dua et. Senin duan onların gönlüne sükûnet verir.[37] âyetinin zahirini tutmuşlardır. Fakat bu âyet Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsustur. Çünkü Onun duası, zekât sahipleri­nin gönlünü yatıştırır, sükûnet bahşeder. Başkalarının duası bu et­kiyi yapmaz. TJir de şu var ki, duâ etmek vacip olsaydı, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), zekât toplayan memurlara bu duayı okumalarını emredecekti. Keza, devlet yetkilisinin ödenmesi gerekli olan kefaretleri, borçlan ve benzen tahsilatı teslim alırken her hangi bir duâ etmesi vacip değildir. Şu halde zekâtı teslim alırken de duâ etmesi vacip değildir.

Nevevî, Müslim'in şerhinde beyan ettiğine «Öre Ş â * f i'i, zekâtı teslim ;

«Allah, verdiğin zekâttan dolayı seni sevaplandırsm, günah­lardan arındırsın ve bıraktığın inalını bereketlendirsin.» duasını oku­masını müstehap saymıştır. Nevevi daha sonra şöyle der r

"Zekâtı teslim alanın; diye duâ etmesini Ş âfiile r'in cumhuru mekruh saymışlardır, îbn-i Abbâs, Mâlik, İbn-i Uyeyne ve Seleften bir cemaatın mezhebi de budur.

Âlimlerden bir cemâat bu hadise dayanarak mezkûr duayı oku­manın mekruh olmayıp câizliğine hükmetmişlerdir.

Bizim arkadaşlarımız: Peygamberlerden başka kimselere salâvat getirmek suretiyle dua edilemez. Ancak Peygamberlere salâvat ge­tirilirken, bu arada başkalarına da teşmil edilebilir Örneğin Allah'ım! Muhammed'e, ashabına ve âline salât ihsan eyle!' denilebilir. Peygam­berlerden başkasına re'sen salâvat getirmenin sebebi şudur: Selef-i sâlihin dilinde salavât peygamberlere mahsustur. Nasıl ki (Azze ve Celle) ifâdesi Allah Teâlâ hakkında kullanılır. Ona mahsustur. H z . Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aziz ve celil olduğu halde Muhammed (Azze ve Celle) denmediği gibi E b û Be­kir (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) veya Ömer (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de denilmez. Halbuki (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cümlesinin mânâsı Allah Ona rahmet ve mağfiret eylesin demektir. Mânâ yönünden bir sakınca bulunmamasına rağmen Peygamberler­den başkasına resen salavât okunamaz.

Peygamberlerden başkasına re'sen salavât okuma yasağının de­recesi hakkında arkadaşlarımız değişik hükümler vermişlerdir. Bu­nun haram olduğunu söyleyenler olduğu gibi, tenzîhen mekruhtur diyenler ve âdaba aykırıdır diyenler de vardır. Meşhur ve en sahih olan kavil bunun tenzîhen mekruh olmasıdır. Çünkü bidat ehli. Pey­gamberden başka bir takım kimselere salavât okurlar. Biz onların âdetlerinden ve alâmeti farikalarından uzak durmak zorundayız.

İmamlardan sayılan arkadaşlarımızdan eş-Şeyh Ebû Muhammed el-Cüveynİ: Selâm da salavât hüküm ve mânâsını taşıyor. Peygamberlerden başkasına re'sen ve münferiden salavât okunmadığı gibi selâm da okunamaz. Meselâ falan aleyhi s-Selâm şöyle dedi, denilemez. Ama bir diriye veya. ölüye selâmla hitap etmek meşrudur. Meselâ selâm sana ey fülan. denilir. Selâmlaşmak bunun bir örneğidir, demiştir."

EI-Menhel yazarı da "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'-den başkasına salavât getirmek" babında bu konuyu aydınlatıcı bilgi vermiştir. O da ezcümle şöyle der:

"Ahmed ve Zahiriye mezhebi mensuplarına göre Pey­gamberlerden başka kimselere salavât edilebilir. Fakat cumhur bunu caiz görmemiştir. Çünkü salavât bir ta'zim, yüceltme ve aziz sayma ifâdesi olarak peygamberler hakkında kullanılmıştır. Peygamber bâ­zı şahıslara salavât okumuş ise de bunu duâ ve rahmet dilemek an­lamında kullanmıştır. Ta'zim amacı ile söylememiştir

Kur'an'da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e sala­vât getirme emri vardır. Bu da salavâtın normal bir rahmet dilemek­ten ötede başka bir özellik taşıdığını ifâde eder.

Ashab-j Kiram ve yüce müctehidlere rahmet, mağfiret ve rızâ duaları yapılır.

Ashab-ı Kiram devrinde peygamberlerden başkasına salavât ge­tirmek suretiyle dua edilme âdeti yok idi. Bilâhere, Raf izi 1 e r ve Şiîler, bâzı imamlara salavât getirmeyi îtiyad ettiler. Me­selâ A 1 i (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dediler. Bidat ehline ben­zemek ise yasaktır. Onlara muhalefet etmek gerekir.'

Râvi Abdullah bin Ebî Evfâ (Radıyallâhü anhJ'm hâl tercemesi 416 nolu hadîs bahsinde geçmiştir. Babası E b û Ev-f â (Radıyallâhü anh)'ın isminin H â 1 i d bin el-Hars e 1 - E s 1 e m i olduğu Kastalâni' den anlaşılıyor. O da sa-hâbidir. Ebû Davud'un bu hadîs rivayetinde E b û E v -f â (Radıyallâhü anhVın Beyat-ı Rıdvan'da Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e biat eden sahâbilerden olduğu belir­tilmiştir. Bu biat hicretin 6. yılı olmuştur.

Hulâsa, Kastalâni ve başka kitaplarda Alkarna' riın î b n - i Evfâ' nın adı olduğu bildirilmiştir. Buna göre Ebû Evfâ' nın adı Hal i d bin el-Hars otur.

El-Menhelde ise A 1 k a m a ' nın Ebû Evfâ' nın ismi ol­duğu bildirilmiştir. El-Menhel'deki malûmata göre Ebû E v f â ' -nın ismi Alkarna bin Hâlid olup Beyat-ı Rıd­van'a katılan sahâbîlerdendir.

Hulâsa ve diğer kitaplardaki ifâdeleri el-Menhel'deki bilgiye gö­re yorumlamak mümkün ise de uzak bir ihtimaldir. Bunlardan han­gisinin daha kuvvetli olduğu incelenmelidir



1797) Khû Hüreyre (Hadi yalla hu untı)'ı\en rivayet edildiğine güre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Stllt-m) şöyle hııvıırdıı, demiştir:

«Zekât verdiğiniz zaman; 'Al­lah'ım! Bu zekâtı büyük bir sevaba vesile eyle ve bunu (sevaba se­bep olmadan hak sahibine ödenen) bir borç eyleme'* demekle zekâtın sevabını istemeyi unutmayınız.»"

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadında el-Velİd bin Müslim ed-Dımışkl bulunuyor. Bu râvi tedJisci idî. Râvi ei-Bahteri ise Onun zayıflığı husu­sunda âlimler müttefiktir. îtm-i Ebî Evfâ (RA.)'ın (1796 nolu) hadîsi bu hadîs tein şâhid durumundadır. [38]



9- Deve Zekâtının Kaçta Kaç Olduğunun Beyânı) Babı





Bu babtaki hadîslerin tercernesine geçmeden önce bu bâb ve bu­nu takip eden bâblarda geçen bâzı kelimelerin açıklamasını verelim. Çünkü bu kelimelerin Türkçe anlamlarının bir kaç kelime ile ifâde edilmesi gerektiğinden tercemede bu kelimeleri aynen kullanacağım.

Şât: Küçükbaş hayvan diyebileceğimiz koyun ve keçinin erkek ve dişisine verilen bir isimdir. DVn yalnız koyun kısmına, Ma'z da yal­nız keçi kısmına denilir

Develerin zekâtında çıkarılacak Şât, Hanefî ve Mâliki mezheplerine göre en az bir yaşını doldurmuş olan koyun veya keçi olabilir. Şafiî mezhebine göre verilecek keçinin iki yaşını dol­durup üçüncü yaşa basmış olması ve verilecek koyunun bir yaşını doldurmuş olması gerekir. Artık altı ayı doldurmuş ve ön dişleri düş­müş olan kuzuyu vermek de caizdir. H a n b e 1 i mezhebine göre çıkarılacak keçinin bir yaşını ve koyunun en az altı ayı doldurmuş olması gerekir.

Koyun ve keçi zekâtı olarak verilecek koyun veya keçinin de yu-kardaki yaşlardan küçük olmaması gerekir. Ayrıntılı bilgi için fıkıh kitaplarına müracaat edilmelidir.

Şiyüh : Şalın çoğuludur.

Bint-i Mahad: Bir yaşını doldurmuş ve ikinci yıla girmiş olan di­şi cirvp.ye 'Irnifir

Bint-i Mahad : Bir yaşını doldurup ikincisine basmış erkek devedir. Bini i Lehlin: iki yaşını duklnrup üçüncü yaşa basmış dişi de­vedir.

İbn-i Lebun = İki yaşını doldurup üçüncüsüne basmış erkek deveye denilir.

Hıkka: Üç yaşını doldurup dördüncüsüne basmış dişi devsdir. Hıkk: Üç yaşını doldurup dördüncüsüne basmış erkek deve. Cezaa: Dört yaşını doldurup beşincisine basmış dişi deve. Cez': Dört yaşını doldurup beşincisine basmış erkek deve.



1798) İbn-i Şihâb (Zührî)[39], Salim bin Abdi İlah (bin Ömer)'den O da babası (Abdullah.bin Ömer) (Radıyatlâhü anhiimj'ıien. O da Peygamber (Salia/lakii Aleyhi ve Sellem)\ien rivayetle şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeHem)'in vefat etmeden önce zekâtlar hakkında yazdırmış olduğu bir mektubu Salim bana okudu (veya okutturdu.) Ben o mektupta şöyle buyuruldugunu buldum.-

•Beş (deve) de bir şat, on (deve) de iki şat, on beş (deve) de Üç şat ve yirmi (deve)de dört şat (zekât) olur. Yirmi beş de(n) otuz beş (devey)e kadar bir bint-i mahad (zekât) olur. Eğer bint-i mahad bu­lunmazsa erkek olan bir İbn-i Lebun (verilir). Otuzbeşten bir (deve) fazJalaşırsa kırk beşe kadar (olan develer için) bir bint-i lebun zekât vardır. Develer kırk beşten bir fazla olunca altmış (devey)e (varınca­ya) kadar bunlar için bir hıkka (zekât) bulunur. Altmıştan bir faz­la olunca yetmiş beşe kadar bir Cezea (zekât) olur. Yetmişbesten bir fazla olunca doksana kadar iki bint-İ Lebun (zekât) olur. Doksandan bir fazla olunca yüz yirmiye kadar iki hıkka (zekât) olur. Develer daha da çoğalınca artık her elli (deve) için bir hıkka ve her kırk (de ve) için bir bint-i Lebun (zekât) olur.-" [40]



İzahı





Ahmed, Tirmizi, Ebû Dâvüd, Dârekutni, Beyhaki ve Hâkim de bu hadisi rivayet etmişlerdir

Ebû D â v û d ' un rivayetinde Peygamber (Sallnllahü Aluy hi ve Sellem)'in yazdırdığı zekâtla ilgili bu mektubu, zekât menfur larına vermeyip, kılıcının bulunduğu yerde sakladığı ve vefalından sonra Eb û Bekir (Radıyallâhü anh)'m hilâfeti süresi t .;e bu mektupla amel ettiği, ondan sonra da Ömer (Radıyallâhıî anh)'w bununla amel ettiği belirtilmiştir

Efendimiz hayatta iken zekâtla ilgili hükümleri şifahi olarak il gililere bildirdiği için yazılı talimatın! yanında hıfzetmiştir ki. vefa tından sonra ona müracaat edilsin

Dârekutni ve Hâkim'in rivayetlerinde belirtildiğine göre İbn-i Ş i h â b-i Zührî (Radıyallâhü anh) bu mek tubu Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anh)'in (»ğlıı Salim (Radryallahü anh) den dinlemiş ve hıtVetmiştiı O m o ı bin Abdİlazu (Radıyallâhü anh) da M e d i ti o eıtıiı Hği ne atanınca, Abdullah bin Ömer (Radıyallahü tmht'tn oğullan Salim (Radıyallâhü «nh) ve Abdulla h Ilif.dıy.tf lâhü anh) in yanlarında bulunan bu mektubun örneğini ^ılunlltrH rak ilgililerin bununla anıel etmelerini emretmiş ve bir nüshasını da e l'V e 1 i d bin Abd i I m e I i k'e göndermiştir, ilitlif-e 1 - V e 1 i d de bütün yetkililerin bununla amel etnıelormi eımat miş ve bundan sonra gelen bütün halîfeler bu mektubu lalbifc «I mislerdir.

Ebû Dâvûdun rivâyetindeki mektupta dovo zekâlı hü kümlerinden sonra Şat yâni koyun ve keçi zekâtı ile ilgili hükümler ve bâzı genel hükümler de Duyurulmuştur. Bu kısmı Müellifimi/ (1805 nolu) hadîste ayrı olarak rivayet etmiştir

Hadiste buyurulan deve zekâlı hükmü şudur:

l. Deve sayısı beşe ulaşmadıkça zekâtı yoktur.

2. Deve sayısı beş olunca dokuza kadar bir şât, (yâni bir koyun veya bir keçi.)

3. Deve sayısı 10 olunca 14'e kadar 2 şât,

4. Deve sayısı 15 olunca 19'a kadar 3 şât,

5. Deve sayısı 20 olunca 24e kadar 4 şât, verilir.

6. Deve sayısı 25 olunca 35e kadar bir bint-i mahad, bulunmazsa bir îbn-i Lebun verilir

Yukarıda anlatıldığı gibi bint-i mahad, bir yaşını doldurup ikinci yaşına basmış olan dişi devedir. İbn-i Lebûn ise iki yaşını doldurup üçüncüsüne basmış olan erkek devedir.

Deve sayısı 25'e erişince 35e kadar bunun zekâtı bir bint-i ma-had'dır. Bu bulunmazsa bir ibn-i lebun verilir. Hadis bu hükmü ih­tiva eder. Dişi deve erkek deveden kıymetlidir. Ödenmesi gereken iki yaştaki dişi deve bulunmayınca bundan bir yaş büyük olan bir er­kek deve verilir. Yaş büyüklüğü dişilik değerine karşılık tutulmuş­tur. Bu husustaki âlimlerin görüşlerine gelince :

1. Mâlik, Şafiî ve bir rivayete göre Ebû Yûsuf, bu hadisin zahirini tutarak böyle hükmetmişlerdir.

2. Ebû Hanîfe ve Muhammed: Bint-i Mahad bu­lunmayınca ibn-i lebun u almak zorunlu değildir. Muteber olan, kıy­mettir, demişlerdir. Fethü'l-Kadir'de : O zamanlarda İbn-i lebûn, bint-i

mahad kıymetinde idi. Yaş büyüklüğü dişilik üstünlüğünü kapatırdı. Bu durum değiştiği zaman netice de değişir. Eğer kıymeti dikkate al­madan behemehal ibn-i lebun alınır, dersek bu karar, ya fakirlerin aleyhinde olur. Ya da mal sahiplerini mağdur eder, demiştir.

7. Deve sayısı 36 olunca 45'e kadar bir bint-i lebun verilir.

8. Develer 46 olunca 60'a kadar bir hıkka verilir.

9. Develer 61 olunca 75'e kadar bir cezea verilir.

10. Develer 76 olunca 90'a kadar iki bint-i lebun verilir.

11. Develer 91 olunca 120'ye kadar iki hıkka verilir.

12. Deve sayısı 120'yi geçince her 40 deve için bir bint-i lebun ve her 50 deve için bir hıkka verilir.

12. madde olarak gösterdiğim hükme göre deve sayısı 121 -129 olunca üç bint-i lebun, 130 olunca, 139'a kadar bir hıkka ve iki bint-i lebun, 140 olunca, H9'a kadar iki hıkka ile bir bint-i lebun verilir...

Hadîs deve sayısı 120'yi geçince zekâtının böyle hesaplanmasının gerektiğine delâlet eder Bu husustaki âlimlerin görüşlerine gelince : Şafii, tshak bin Rahaveyh, Evzâî, Ebü Sevr,Dâvüd ve M âl ikiler' den İbn-i Kasım bu hadîsin anılan zahiri ile hükmetmişlerdir. Ah m e d' den yapılan bir ri­vayet de böyledir.

Ali bin Ebİ Tâlib, İbn-i Mes'ud, Ebû Ha­ni f e ile arkadaşları, îbrâhim-i Nahaî ve Sevrî'ye göre deve sayısı 120'yi geçince ödenecek zekât durumu yeniden baş­tan başlamış olur. Yâni 120 deve için iki hıkka verilmekle beraber, bundan sonraki fazla develer de beher beş deve için bir şât verilir. Fazla deve sayısı 24'e ulaşıncaya kadar hüküm budur. Meselâ: Deve sayısı toplamı 144 olunca 120 deve için iki hıkka ve artan 24 deve için 4 şât verilir. Toplam deve sayısı 145 olunca artan 25 deve için bir bint-i mahad olmak üzere iki hıkka ve bir bint-i mahad verilir. Develer 150'ye erişince beher 50 deve için bir hıkka olmak üzere üç hıkka verilir. Bundan sonraki develer için 120'den sonraki develer hakkındaki hüküm uygulanır.

El-Menhel yazarının beyânına göre bu grubun delili: E b û D â v û d ' un el-Merâsil'de, İshak bin Raheveyh'in kendi müsnedinde ve T a h a v i' nin Müşkilü'l-Asâr'da H a m -mâd bin Seleme' den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir :

H a m m â d şöyle demiştir: Ben, Kays bin Sa'd'a: Muhammed bin Amr Haz m'in kitabını benim için al, dedim. Bunun üzerine Kays bana bir kitap vererek : Bunu Ebû Bekir bin Muhammed bin Amr bin Hazm' dan aldığını ve bu kitabı Ebû Bekir'in dedesi —Amr bin Hazm— (Radıyallâhü anh) için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in yazdırdığını bana haber verdi. ( H a m m a d demiştir ki) Ben bu kitabı okudum. Kitabta develerin verilecek zekâtı anla­tılmıştı. H a m m a d bu arada gördüğü hadîsi nakletti. Hadiste : «Deve sayısı 120'yi geçince deve zekâtının başlangıcına dönülür.» bu yurulmuştu.

Bir rivayete göre Kays bin Sad: Ben, Ebû Bekir bin Muhammed bin Amr bin Hazm'e dedim ki : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in Amr bin Hazm (Radıyallâhü anh) için yazdırmış olduğu rekâtlar mektubunu benim için çıkart. Kays. bîr kâğıda yazılı olan mektubu çıkardı. O mek-tubta şu vardı :Develerin sayısı 120den fazlalaşınca (ödenecek) zekâta baştan başlanır. Bundan sonra 25'rien az olan develerde beher beş deve için bir şât olmak üzere zekât koyun veya keçiden verilir.»

El Menhel yazarı : Bu bâbtaki hadîs ile H a m m â d ' in riva­yeti arasında bir çelişki yoktur, denilebilir. Çünkü bu hadisteki;

c/jS lili cümlesini deve sayısı 120'den çokça fazlalaştığı zaman, diye yorum yapmak mümkündür, demiştir.

Mâlike göre hadisteki mezkûr cümle ile kastedilen fazla­laşma 10 develik bir artıştır. 130 deve için bir hıkka ile iki bint-i le bun verilir. Ve her 10 deve artışı ile verilecek zekât develeri değişir. Fakat 121'den I29'a kadar olan develer için zekât memuru iki hıkka veya üç bint-i lebun almakta muhayyerdir. Çünkü bu meblâğlarda iki ellilikten de üç kırklıktan da artan vardır



1799) Khû S;ıi

«Beşten az develerde zekât yoktur. Dört devede de hiç bir şey yoktur. Develerin sayısı beşe ulaşınca onun zekâtı bir şât olur. Do­kuz deveye kadar (böyledir.) Deve sayısı 10a ulaşınca (bundan) on-dörde kadar onun zekâtı iki şât olur, develer on beş olunca (bundan? 19'a kadar onun zekâtı üç şâttır. Develer 2O'ye ulaşınca zekâtı dört şâttır. Deve sayısı 24'e ulaşıncaya kadar (hüküm budur.) Deve sayı­sı 25'e ulaşınca (bundan) 35'e kadar, onun zekâtı bir bint-i Ma had-dır. Bint-i m a had olmadığı zaman erkek olan bir ibn-i lebun verilir. Bir deve fazlalaşırsa, zekâtı bir bint-i lebun olur. Deve sayısı 45e ula­şıncaya kadar (hüküm budur.) Bir deve fazlalaşırsa, zekâtı bir hık­ka olur. Deve sayısı 60'a ulaşıncaya kadar (hüküm budur.) Bir deve daha olursa zekâtı bir cezea olur. Deve sayısı 75'e ulaşıncaya kadar (hüküm budur.) Deve sayısı bir artarsa zekâtı iki bint-i lebun olur. Deve sayısı 90'a ulaşıncaya kadar (hüküm budur.) Buna bir deve daha ziyâdeleşirse. zekâtı iki hıkka olur. Develer 120 adede ulaşınca ya kadar (hüküm budur.) Bundan sonra her elli deve için bir hık.... ve kırk deve için bir bint i lebun (zekât) olur.»"

Not : Zevâid'de şöyle denmiştir : Bunun senedindeki râvi Muhammed bin Akil hakkında Ahmed ve Hâkim : Muhammed bin Akil, Hafs bin Abdillah'tan mu­teber olmayan iki hadis rivayet etmiştir, demişlerdir. İbn-i Hibbân ise ; O, sıka­dır, bazen hatâ etmiştir. Irak'ta on kadar matlup hadis rivayet etmiş, demiştir. Nesai de Onu sıka saymış ve Ebû Abdillah el-Hâkim'de : O, âlimlerin seçKinlerİn-dendir, demiştir. İsnadın kafan râvileri Buhârî'nin şartı üzerine sıka zâtlardır. Bu hadisin ilk cilmlesini (yâni «Beşten az develerde zekât yoktur.» cümlesini Buhftrl, Müslim ve başkaları (Müellifin Süneninde 1793 numarada geçmiştir.) da rivayet etmişlerdir[41]



10- Zekât Memuru (Farz Yaştan) Bir Yaş Aşağısını Veya Bir Yaş Yukarısını Alacağı Zaman (Yapılacak İşîn Beyânı) Babı





1800) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anft)'den rivayet edildiğine gö'c :

Ebû Bekir-i Sıddîk (Radıyallâhü anh) (kendisini Bahreyn'e zekât âmiri olarak gönderdiğinde) O'na şu mektubu vermiştir:

Sana verdiğim bu mektup, Allah'ın Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve SellemTe emrettiği ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in müslümanlara farz ettiği (veya takdir ve tâyin buyurduğu) zekât farizası (hükümlerini beyan eden bir talimat)dır. Şüphesiz, hayvan zekâtları meyânındaki develerin gerekli yaşlarından bir kıs­mı şöyle olur: Kimin yanındaki develerin zekâtı dört yaşım bitirip beş yaşa erişmiş bir dişi deveye ulaşır ve onun yanında böyle deve bulunmaz da bir yaş aşağı dişi deve bulunursa, mal sahibinden (ze­kât olarak bu deve kabul edilir.) Ve mal sahibi yaş farkının telâfisi için, yanında varsa iki şât, yoksa yirmi dirhem (gümüş) verir. Ki­min yanındaki (develerin) zekâtı üç yaşını bitirip dört yaşına bas­mış bir dişi deveye ulaşır ve onun yanında yalnız iki yaşını bitirip üçüncü yaşa basmış deve varsa, bu deve ondan kabul edilir. Ve mal sahibi (yaş farkına karşılık olarak) bu deve ile beraber, yanında var­sa iki şât, yok ise yirmi dirhem (gümüş) verir. Kimin zekâtı iki ya­şını tamamlayıp üçüncüsüne basmış dişi bir deveye ulaşırsa yanın­da bu evsafta bir deve bulunmayıp bir yaş büyüğü bulunursa* bu de­ve mal sahibinden kabul edilir ve zekât memuru (yaş farkı telâfisi için) ona yirmi dirhem (gümüş) veya ki şât verir. Kimin zekâtı iki yaşım tamamlayıp üçüncüsüne basmış bir dişi deveye erişir ve ya­nında bu vasıflarda deve bulunmayıp, yanında bir yaş küçüğü dişi deve bulunursa mal sahibinden bu deve kabul edilir ve mal sahibi (yaş farkını kapatmak için) bu deve ile beraber 20 dirhem (gümüş) veya İki şât verir. Kimin zekâtı bir yaşını tamamlayıp ikinci yaşa gi­ren dişi bir deveye ulaşır da, yanında bu evsafta deve bulunmaz ve yanında bir yaş küçüğü dişi deve bulunursa, ondan o büyük deve ka­bul edilir. Ve zekât memuru (yaş farkının telâfisi için) ona yirmi dir­hem (gümüş) vcyâ iki şât verir. Kimin yanında zekât olarak vermesi gereken iki yaşındaki dişi deve bulunmayıp yanında, iki yaşından üçüncüsüne geçmiş erkek bir deve varsa ondan o deve kabul edilir ve bununla beraber başka bir şey (vermek) yoktur." [42]



İzahı





Mâlik, Şafii, Ahmed, Buharı, Ebû Dâvûd. Dârekutni, Hâkim ve Beyhaki de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

t bn-i Hazm: Bu hadis gayet sahihtir. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ashâb-ı Kiramın âlimleri huzurunda bununla amel etmiş ve hiç bir kimse muhalefet etmemiş, demiştir.

Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'m Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'ı Bahreyn'e zekât toplamak görevi ile gön-

derdiği /«iman bu mektubu ona verdiği B u h â r i' nin rivayetinde

(Ebü Dâvûd ' un rivayetinde bu mektubun üstünde Resû-lulUıh (Snifüllahü Aleyhi ve Sellem )'in mührünün bulunduğu belirilmiştir

Harfisin cümlesini el Mtnhc) yazarı: "Yâni bu mektup lam sadakayı (zekâtı) beyan eden mektuptur." diye açık­lamışın.

Hadisin : cümlesi ile ilgili olarak el Menhel yazan şöyle deı :

Bu cümlede Peygamber (Sallallahü Aleyh? ve Sellem)'in ınüslü-manlara zekâtı farz ettiği bildirilmiştir. Aslında zekâtı farz eden Al­lah'tır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu tebliğ ettiği için farz etme fiili Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)'e izafe edilmiştir. Allah Teâlâ, O'na itaat etmeyi halka farz etmiştir. Bu ne­denle Peygamber (Sal)allahü Aleyhi ve Sellem)'in Allah Teâlâ'dan al­dığı emri tebliğ etmesine farz denilmiştir.

Cümledeki "Farz' tâbiri ile takdir ve tâyin mânâsının kastedil­miş olması muhtemeldir Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) zekâtın ahkâmını ayrıntıları ile beyan ve tâyin eylemiştir. Mez­kûr kelime Arap dilinde ve Kur'an-ı Kerim'de beyan, indirme ve he­lâl kılma mânâlarında kullanılmıştır. Bu mânâların hiç birisi takdir ve tâyin anlamından ayrı düşmez.

MaJ sahibinin zekât olarak vermesi farz olan yaşta dişi, devesi yok ise ve ondan bir yaş küçük dişi devesi var ise, bunu verebileceği ve aradaki yaş farkının telâfisi için, yanında varsa iki koyun veya iki keçi, bunlarda yok ise 20 dirhem gümüş'ü zekât memuruna ver­mesinin gerektiği,

Ke/;a verilmesi gerekli yaştaki dişi deve bulunmaz da bir yaş bü­yüğü dişi deve varsa mal sahibinin bunu verebileceği ve yaş farkı­nın telâfisi için bu defa zekât memurunun ona iki koyun veya iki ke­çi yahut 20 dirhem gümüş vermesinin gerektiği bu hadîsten anlaşı­lıyor

Yukarda anlatılan husus hakkındaki âlimlerin görüşleri şöyledir :

1. Şafii, Ahmed, îbrâhim-i Nahai, Ebû Sevr ve Dâvûd yukarda anlatılan hükümle amel etmişlerdir.

2. Ebû Ha n i f e ve arkadaşlarına göre mal sahibinin yanın-da, ödemesi gerekli yaşta deve bulunmazsa, bir yaş küçüğünü verir ve aradaki yaş farkının tutan ne ise onu da verir. Veya pir ya$ bü­yüğünü verir ve aradaki yaş farkının tutan ne ise onu zekât memu­rundan alır. Bu tutar yirmi dirhem gümüşün değerinden veya iki ko­yun, yahut iki keçinin kıymetinden noksan veya fazla olabilir. Bu grup âlimlere göre hadiste yaş farkının iki şât veya yirmi dirhem gü­müş ile takdir edilmesinin sebebi, o zamanlardaki yaş farkıntn tu­tarının o kadar olması idi. Hadîsteki ölçü devamlılık ifâde eden bir ölçü değildir. Bunların delili şudur: A I i (Radıyallâhti anhi'den rivayet edildiğine göre kendisi devenin yaş farkını bir koyun veya on dirhem ile takdir etmiştir. Kendisi Peygamber (Sailaüahü Aleyhi ve Sellem) in zekât toplayıcısıydı. Bu hükmü bilmemesi veya bundan habersiz olması düşünülemez. Hele Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e muhalefet etmesi ihtimali hiç yoktur.

3. M â 1 i k ' e göre mal sahibi, farz olan yaştaki dişi deveyi satınalmak suretiyle de olsa temin etmek zorundadır.

4. M e k h û 1 ve E v z â i' ye göre mal sahibi farz olan yas­taki dişi devenin kıymetini ödemek zorundadır.

Hadisin son paragrafında zeyân edildiğine göre mal sahibi, bint-i Mahad yâni bir yaşını tamamlayıp ikinci yaşa basmış bir dişi dö veyi vermekle mükellef iken yanında bu vasıfta deve bulunmaz da bir İbn-i Lebun yâni iki yaşını tamamlamış ve üçüncüsüne basmış olan erkek deve bulunduğu takdirde bu deveyi verebilir ve dişilik değeri farkım ödemez. Çünkü yaş büyüklüğü değeri dişilik değerini telâfi eder.

Cumhurun görüşü budur. Fakat Ha nefiler'e göre ibn-i lebun'un değeri bint-i Mahad'ın değerine eşit ise mesele yoktur. Ama ibn-i lebun'un değeri düşük ise aradaki farkın mal sahibi tarafından zekât memuruna, değeri bint-i mahadınkinden yüksek ise aradaki far-km zekât memuru tarafından mal sahibine ödenmesi gerekir.

Hadisin zahirine göre, farz oian yaşta deve bulunmadığı zaman bir yaş küçüğünü veya bir yaş büyüğünü vermekte mal sahibi mu­hayyerdir. Ebü Hanîfe ve arkadaşlarının görüşü böyledir. Hattâ bunlara göre matluba uygun deve bulunsa bile mal sahibi di­lerse deveyi vermez de değerini nakden verebilir. Zekât memuru da kabul etmek zorundadır. Çünkü Peygamber (Sallaliahü Aleyhi ve Sel lem) mal sahiplerine kolaylık gösterilmesini emretmiştir.

Cumhura göre anılan muhayyerlik mal sahibine değil, zekât me-murunadır. Cumhurun delili Ebû Dâvûd. Hâkim ve Dâ-r e k u t n i ' nin rivayet ettikleri Salim bin A b d i I I a h (Radıyallahü anhl'm hadisindeki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in mektubudur. Bu mektubta şu cümle bulunuyor:

-Anılan iki yaştan hangisini bulursan alır­sın.» [43]


En son Zinnureyn_Ali tarafından Perş. Mayıs 06, 2010 10:12 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




ZEKAT BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: ZEKAT BÖLÜMÜ   ZEKAT BÖLÜMÜ Icon_minitimePerş. Mayıs 06, 2010 10:09 pm

11- Zekât Memurunun Alacağı Deve (Durumunun Beyânı) Babı





1801) Süvrycl hin (İatt-U* [44](Kaıityalhıhü ,itıh)'(Wn. Şöyir rW*mi$lir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zekât memuru bize geldi. Ben onun elini tuttum ve onun (zekât ahkâmına âit) mektu&shy;bunda bulunan şu hükümleri okudum. -Zekât (artar veya eksilir) korkusuyla müteferrik (dağınık mal) bir araya toplatılmaz. Toplu (mal) da dağıtılmaz.» Sonra btr adam ona iri ve çok semiz bir dişi deve getirdi. O (zekât memuru) bu deveyi (zekât olarak) almaktan imtina etti. Bunun üzerine adam, o deveden aşağı bir deveyi memu&shy;ra getirdi. Memur, bunu aldı ve dedi ki:

Ben müslüman bir adamın develerinin en seçkinliğini almış ola&shy;rak Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin yanına varacağım zaman hangi yer beni taşır ve hangi gök beni gölgeler." [45]



İzahı





E b û Dâvûd ve D â r e k u t n i de bu hadisi rivayet et&shy;mişlerdir. Hadiste zekât memurunun mektubunda bulunduğu bildinlen fıkra, Mâlik, Şafii, Ahmed, Buhâri, Nesaî ve Ebû Davud'un rivayet ettikleri E b û Bekir (Radı-yallâhü anh)'ın E n e s (Radiyallâhü anh)'a verdiği mektubta ve Ahmed, Tirmizî. Ebû Dâvûd ve başkalarının A b -dullah bin Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hayatta iken yazmış ol&shy;duğu mektubta bulunuyor.

Zekât memuruna âit hadis parçasını Ebû Dâvûd ve D â -r e k u t n i benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Zekât memurunun mektubundaki :

= «Zekât (artar veya eksilir) korkusu ile müteferrik (mal) bir ara&shy;ya toplatılmaz ve toplu (mal) dağıtılmaz.* fıkrasının mânâsı hakkın&shy;da el-Menhel yazarı şöyle der:

Bu hüküm hem mal sahiplerine hem de zekât memurlarına ait&shy;tir. Şöyle ki :

Zekâta tâbi hayvanları bulunan mal sahipleri, zekâtın far/, ol&shy;ması veya çok zekât vermek korkusu ile toplu olan mallarını dağıta maz ve dağınık olan mallarını tophyamazlar Bunu şu misallerle açık&shy;layalım.

1. Üç ayrı kimsenin kırkar adet, koyunları vardır. Bunların mal lan ayrı ayrı olduğundan her birisi bir koyun zekât vermek duru&shy;munda iken bunlar koyunlarını birleştirmek suretiyle toplam 120 ko&shy;yundan bir koyun zekât vermek yoluna gidemezler. Bunlar böyle bir yola giderlerse zekât korkusu ile müteferrik malı toplamış olurlar.

2. Yüz birer adet koyunu bulunan iki şahıs koyunlarını birleş&shy;tirmiş oldukları için toplamı olan 202 koyun için üç koyun zekât ver&shy;meleri gerekir. Zekât memuru gelince bunlar koyunlarını birbirinden ayırmak suretiyle beherinin sahip olduğu 10i koyun için birer ko&shy;yun zekât vermek yolunu tutamazlar. Onların böyle bir yol tutma&shy;larına toplu malı dağıtma denir.

Yukarıda verilen iki Örnekte belirtildiği gibi mal sahipleri az ze&shy;kât vermek için hile yollarına baş vurmaktan men edilmişlerdir. Çün&shy;kü bu yol vacip olan zekâttan kaçmak ve fakirlere zarar vermek yo&shy;ludur.

Zekât memuru da çok zekât almak veya zekât almaması gerekir&shy;ken mal sahiplerini zekât vermek durumuna sokmak için ayrı ayrı mallan toplamak veya topiu mallan gruplara ayırmaktan men edil&shy;miştir. Bunu da misallerle açıklayalım :

1. İki kişinin 20'şer tane koyunları vardır. Koyunun zekat nisa&shy;bı kırk koyun olduğu için 20 koyunu olan kimse zekâtla mükellef değildir. Zekât memuru, 20'şer koyunu bulunan iki şahsın ayrı ayn buluna"n koyunlarını birleştirerek bundan zekât almaya girişemez

2. İki kişinin lüJ'er adet koyunu vardır. Her birisi kendi ko&shy;yunları için bir koyun zekât vermekle mükelleftir. Zekât memuru bunların ayrı ayrı olan koyunlarını birleştirmek suretiyle toplamı olan 202 koyundan üç koyun.zekât alınır, diyerek bunlardan üç ko&shy;yun aimaya girişemez.

Zekât memurunun bu girişimine müteferrik malı birleştirmek, denilir.

3. Kırkar adet koyunu bulunan iki kişi koyunlarını birleştirmiş&shy;lerdir. Fıkıhta buna "Hılta" denir.[46] Mezheblerde beyan edilen şart&shy;ları taşıyan 'Hılta' şeklinde koyunlarını birbirine karıştıran bu iki şahıs bir şahıs gibi düşünülür. Ve toplam 80 koyundan bir koyun ze&shy;kât verilir. Zekât memuru koyun sahiplerine : Herbirinizin kırk ko&shy;yunu vardır. Koyunlarınızı ayrı ayrı düşünmek suretiyle birer ko&shy;yun zekât vermeniz gerekir, diyemez. Zekât memurunun bu girişi&shy;mine toplu malı dağıtmak denir.

Zekâtın artması veya eksiJmesi korkusu ile toplu meh, dağıtma&shy;nın ve dağınık malı toplamanın hadisteki yasaklığı aynı cinsten olan hayvanlara mahsustur. Zekât hükümleri açısından koyun ve keçi bir cins, sığır ile manda bir cins ve develerin bütün çeşitleri bir cins sa&shy;yılır.

Şu halde, sığırın nisabı olan 30'dan aşağı sığırı ve koyun ile ke&shy;çinin nisabı olan 40'tan az koyunu bulunan bir adamın koyunları ve sığırları birleştirmek ve üst üste hesaplamak suretiyle nisaba ulaştır&shy;mak ve zekâtını almak caiz değildir. Bu hususla âlimler müttefiktir.

Keza, hadisteki yasak, birden fazla mal sahiplerine âit hayvan&shy;lar hakkındadır. Bir kişinin malı olan ayni cins hayvanlar ayrı ayrı memleketlerde bile olsa zekât hükümleri bakımından birleştirilir. Ör&shy;neğin : Bir adamın 25 koyunu bir memlekette ve 15 koyunu başka bir memlekette bulunursa bunların toplamı nisap olan 40'a ulaştığı için, dağınık olan bu hayvanlar zekat hükmü yönünden toplanır. Yâni toplu gibi düşünülür. îkinci bir örnek: Bir adamın 40 koyunu bir memlekette ve 60 koyunu başka memlekette bulunduğu takdirde, bun lar toplu olarak kabul edilir ve toplamı olan 100 koyun için bir ko yun zekâ( verilir. Bunları ayrı ayrı kabul edip 2 koyun zekât alına&shy;maz.

Ayni şahsın malı olan hayvanların zekâtına âit yukarda anlatı&shy;lan hükümler cumhurun kavlidir. Ahmed bin Hanbel de ayni şahsın malı olan hayvanların bulunduğu yerler arasındaki me&shy;safe, namazı kısaltmayı gerektiren mesafeden az olduğu takdirde cumhurun kavline muvafakat etmiştir. Fakat söz konusu mesafe da&shy;ha fazla ise A h m o d : Her hayvan grubu ayrı düşünülür, de&shy;miştir.

Hanefi ve Mâliki âlimler, bu hadîsteki yasağı /okula tâbi hayvanlara tahsis etmişlerdir. Nisabtan az altını ve nisabtan az gümüşü bulunan bir kimsenin altın ve gümüşü toplandığı takdirde* altın veya gümüş nisabına ulaşırsa, zekâtı verilecek mi? Hanefi ve Mâliki âlimleri: Beheri nisabtan az olan altın ve gümüş top&shy;lanır. Toplamı gümüş nisabına veya altın nisâbına ulaşırsa zekâtı ödenir, demişlerdir.

Âlimlerin ekserisine göre bu hadîsteki hüküm umumidir. Allın ve gümüş de bu hükme tâbidir. Yâni 20 miskalden az allını ve 200 dirhemden az gümüşü olan bir kimsenin bu gümüş ve altınının top lam değeri 20 miskul altın veya 200 dirhem gümüş değerine erişse bi&shy;le» zeki\tı yoktur"



1802) Cerîr bin Alx1îlhth (Radıyalfâhü anh)\\ex\ rivayet edildiğine «ö-rt*; Kesülullah (Sallatlahü Aleyhi ve Srllfm) şöyle buyurdu, demiştir:

-Zekât memuru (mal sahiplerinden) ancak razi olarak döner (dönmelidir.)»" [47]



İzahı





Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Nesai de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

T i r m i z i' nin şerhi Tuhfe yazan şöyle der :

"Ti y b î: Hadîsteki emir zahiren zekât memuruna ise de as&shy;lında zekât sahiplerinedir. Yâni : Ey zekât sahipleri! Zekât memu&shy;runu iyi karşılayın ve mallarınızın zekâtını ödeyiniz ki, sizden râzi ve memnun olarak ayrılsın, demiştir.

S u y û t î' nin naklen beyan ettiğine göre Ş â f i İ: Peygam&shy;ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in maksadı, Allah'u âlem şudur: Mal sahipleri, zekât memurlarını îyi karşılamalı ve gönül hoşluğu ile mallarının zekâtını tam olarak ona teslim etmelidirler. Maksad mal sahiplerinin ödemekle mükellef olmadıkları mallarını zekâl memu&shy;runa vermeleri değildir. Neyi ödemeleri gerekirse onu verecekler, faz&shy;lasını vermeleri emrediîmemiştir, demiştir."'[48]



12- Sığır Ve Mandanın Zekâtı Babı





Bu bâbta geçen hadîslerdeki bâzı kelimelerin mânâlarını önceden açıklamak ve tercemede o kelimeleri aynen kullanmak daha uygun olur.

Bakar: Arap dilinde sığır, demektir. Manda zekât bakımından sığır hükmünde olup ikisi aynı cins sayıldığından Bakara: Sığır ve mandayı kapsıyan umumi bir mânâyı ifâde eder.

Tebl*; Bir yaşını doldurup İkincisine basmış olan manda ve dana&shy;nın erkeğine denilir.

Tebîa: Tebi'in cuşişidir.

Müsinne: Üçüncü yaşa basmış olan manda ve sığırın dişisine de&shy;nir ki; buna camız ve inek denir.

Yukardaki tarif cumhura göredir.

Mâliki âlimlerine göre Tebî ve Tebiai Üçüncü yaşa basmış olan manda ve sığırdır. Müsin : Dördüncü yaşa girmiş olan manda ve sığırın erkeğidir



1803) Muâz bin Cebel (Radtyaüâhü anh)'den: Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Beni, Yemen'e (zekât ve şâir işlerin yöneticisi olarak) gönderdi ve bana, beher kırk sığır ve mandadan bir müsinne'yi ve beher otuzundan bir tebî' veya bir tebîa'yı (zekât olarak) almamı emretti."



1804) Abdullah (bin Mes'ud) (Raüıyallahü anh)\\en rivayet edildi&shy;ğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Otuz bakar (sığır ve mandalda bir tebl' veya bir tebîa ve kırk (bakar'da) bir müsinne (zekât.) vardır.- [49]



İzahı





Muâz (Radıyaliâhü anh)'ın hadisini Ahmed, Tirmizî ve Ebû Dâvûd da, Abdullah (Radıyalıâhü anh)'ın hadisini ise Tirmizî de rivayet etmişlerdir.

Hadisler, otuz sığırı olan bir adanan zekât olarak bir yaşım dol&shy;durmuş olan erkek veya dişi bir sığın vermesinin gerektiğine, daha az sığın olanın zekât ödemekle mükellef olmadığına ve kırk sığırı olanın üç yaşına girmiş bir sığır vermesinin lüzumuna delâlet eder&shy;ler.

Yukardaki tarifler bölümünde belirttiğim gibi Mâliki âlim&shy;lere göre 30 sığır için verilecek sığırın üçüncü, yaşa ve kırk sığır için verilecek sığırın dördüncü yaşa basmış olması gerekir

Mandanın da sığır hükmünde olduğunu yukarda anlattım. Şim di sığır ve mandanın zekâtı hakkındaki dört mezhebin görüşlerini özetle belirteyim :

Dört mezhebe göre sığır ve mandanın nisabı otuzdur. Bunda bir Tebi' veya bir Tebîa zekât vardır MâMkî ve Şâfiîler'e göre Tebia'yı vermek efdaldır

Anılan hayvan sayısı kırka ulaşınca, Hanelilere göre bir Müsinne veya bir Müsin yâni üç yaşına girmiş olan bir sığır ve&shy;ya mandanın dişisi veya erkeği verilir. Diğer üç mezhebe göre Mü-sinne'yi vermek gerekir Erkeğini vermek caiz değildir. Delîİleri de bu

hadislerdir.

Bundan fazlasındaki zekât durumu : Beher otuzu için bir Tebi ve&shy;ya bir Tebîa ve beher kırkı için bir Müsinne hesabı ile zekât çıkarılır. Aradaki kesirler için zekât verilmez. Su halde ? ;ıo'dan 39a kadar bîr Tebî veya bir Tebı'a 40dan 59a kadar bir Müsinne[50] 60'dan 69a kadar iki Tebî veya tebîa

70den 79a kadar bir Müsin no ve Tebî voyA Tebia'dan hirisi HO'den HO'n kadar iki Müsinno 90dan öo'a kadar üç Tebi veya üç Tebîa 100'den 109a kadar bir Müsinne vtî iki Tebî - Tebîa lludan 119a kadar iki Müsinne ve bir Tebi - Tebitı 120den I29'a kadar üç Müsinne veya dört Tebî - Tebîa

M Ali kilere göre zekât verenin malı içinde MÜsinne'ler de. Tebi'ler de bulunuyor. Veya hiç birisi bulunmuyor ise zekât memu ru bu iki çeşitten arzuladığını istemekte serbesttir. Mal sahibi yanın&shy;da varsa vermeye, yoksa satın almaya mecburdur. Şayet adamın ya&shy;nında bu çeşitlerden yalnız birisi var ise, zekât memuru onu almaya mecburdur. Mal sahibini diğer çeşitten bulmaya zorlıyamaz

Yukarıda gösterilen meblağlar arasındaki birde» dokuza kadar olan kesirler için zekât yoktur. Ancak H a n t; f i mezhebinin Zahirü'r-Rivâye kavline göre 40 ile 60 arasındaki kesirler için de zekat ödenecektir. Meselâ : 41 sığır için bir Müsinne verilecek bir de bir Mü-sinne'nin kırkta biri verilecek, 42 sığır için bir Müsinne ve bir Mü-sinne'nin kırkta ikisi verilecektir... Fakat Ebü Yûsuf ile M u -h a m m e d' in kavli diğer üç mezhebin kavline uygundur Fetva da bunların kavli iledir. [51]



13- Ğanem (Koyun Ve Keçt)Nin Zekâtı Babı





1805) İbn-i Şihâb(-i Zührî), Salim bin Abdillah (bin Ömer)'den. O da babası (Abdullah) (Radtyatlâhü anhüm)'dan. O da Resûlullah (Salhllahü Aleyhi ve Se/lem)'den rivayetle şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'In vefat etmeden önce zekâtlar hakkında yazdırmış olduğu bir mektubu Salim bana okudu (veya okutturdu.) Ben o mektubta şöyle buyurulduğunu buldum :

-(Zekât) kırk şât (koyun ve keçi) de, yüz yirmiye kadar bir şât-tır. Yüz yirmiden bir tane fazla olunca, iki yüze kadar, iki sattır. Ukiyüzden) bir tane fazla olunca, üçyüze kadar, üç sattır. Daha da çoğalınca artık her yüz tanede bir şât (zekât) olur.»

(İbn-i Şihâb şöyle demiştir) : Ben o mektubta şöyle de buyuruldu&shy;ğunu buldum:

(Zekât artar veya eksilir korkusuyla) müteferrik (dağınık mal) bir araya toplatılmaz ve toplu mal dağıtılmaz.»

(îbn-i Şihâb demiştir ki:) Ve ben o mektubta şöyle buyuruldur ğunu buldum ı

«Zekâtta (ne koç ve teke gibi) döl hayvanı, (ne) malın yaşlısı (ne de) malın ayıplısı alınmaz.»" [52]



İzahı





Ebû Dâvûd, Tirmizl, Ahmed, Dârekutnî, Beyhaki ve Hâkim de bu hadîsi uzun bir metin hâlinde rivayet etmişlerdir. Müellif hadîsin bir parçasını 1798 nolu olarak ri&shy;vayet etmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in zekât ah&shy;kâmına âit yazdırdığı mektubun bir parçası 1798 nolu hadîste, diğer parçası da burada rivayet edilmiştir. Ebû Dâvûd, mektubun tamamını bir arada zikretmiştir. Müellifimizin böyle yapmasının se&shy;bebi develerin zekâtı ile koyun ve keçilerin zekâtı için iki ayrı bâb aç&shy;mış ve her bâbta mektubun o bâbla ilgili bölümünü rivayet etmiştir.

Ğanem: Koyun ve keçilere denir. Koyun ve keçilerin zekât hü&shy;kümleri bakımından bir cins sayıldığını yukarda anlamıştım. [53]



Hadîsten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri





1. Koyun ve keçilerin toplamı 40'tan az olana zekât vâcib değil&shy;dir. Bunların nisabı kırktır.

2. Kırktan 120'ye kadar olan için bir şât, 121 olunca 200e ka&shy;dar iki şât, 201 olunca 300'e kadar üç şât ve bundan sonra her yüz tane için bir şât verilir.

3. Hadîsin zahirine göre, koyun ve keçilerin sayısı 400 olmadık&shy;ça üç şât zekât verilir. Cumhurun kavli de budur. Fakat Ş a ' b i, Nehai, el-Hasan bin Salih ve bir rivayetinde A h -m e d' e göre, 301 tane için de dört şât zekât verilir

Zekâtı verilecek koyun ve keçinin en az kaç yaşında olmasının ge&shy;rektiğine âit âlimlerin sözlerini 9. babın girişinde anlatmıştım. Tek&shy;rarlamaya gerek duymuyorum.

Koyunların zekâtının koyundan, keçilerin zekâtının keçiden çı&shy;karılması gerekir. Koyun ve keçiden oluşan nisaba mâlik bir kimsenin koyunu daha çok ise zekâtını koyundan çıkarır. Keçi fazla ise, keçiden çıkarır. îkisi sayıca eşit ise meselâ 20şer tane koyunu ve ke&shy;çisi var ise Hanefî ve Mâliki âlimlere göre zekât memu&shy;ru serbesttir, Dilediğinden zekât alır.

Ş â f i î 1 e r' e göre, koyunların zekâtını keçilerden vermek ve bunun aksini yapmak caizdir. Ancak çıkarılacak hayvanın farz olan hayvana değerce eşit veya ondan üstün olması şarttır.

Han efil er'e göre 6 ayını doldurmuş kuzuyu keçi yerine ve iki yaşında bulunan keçiyi koyun yerine vermek caizdir.

Hadiste anılan mektubun ikinci bölümün bir benzeri 1801 nolu hadisin baş kısmında geçmiş ve orada gerekli izahat verilmiştir.

Hadîsin son kısmındaki paragrafta, döl hayvanı, malın yaşlısı veya ayıplısının zekât olarak ahnamıyacağı buyurulmuştur.

Teys r Arap dilinde keçinin erkeğine denilir. Hadîsi şerh edenler ise bu kelimeyi koyun ve keçinin erkeği, diye yorumlamışlardır. Onun için tercemede koç veya teke diye karşılığını yazdık.

Hadisin son fıkrası zekâtta koç ve tekenin alınamıyacağına delâ&shy;let eder. EI-Menhel yazarının dediği gibi bu hüküm zekâtı verilecek hayvan sürüsünün tümünün veya bir kısmının dişi olması hâline mah&shy;sustur. Çünkü bu takdirde koç ve tekeyi almak fakirlerin zararına olabilir. Çünkü pek semiz olmaz. Diğer taraftan mal sahibi onu döl hayvanı olarak kullanmak isteyebilir. Bu takdirde o hayvanın alın&shy;ması mal sahibinin aleyhinde olur.

Sürünün tamamı erkek olduğu zaman koç veya teke zekât olarak alınır.

Hadîsin bu paragrafı malın yaşlısının zekât olarak aiınamıyaca-ğını bildirir. Bu yaşlılıktan maksat dişleri dökülmüş olan yaşlı hay&shy;vandır.

Keza ayıplı hayvanın da zekât alınmıyacağı burada bildirilmiştir. Zekât olarak vermeye mâni ayıbın tâyini hususunda ihtilâf olmuş&shy;tur. Âlimlerin çoğuna göre bu ayıptan maksad satın alman bir ma&shy;lın geri verilmesine sebep olan ayıptır. Bu da bilirkişilere göre malın değerini eksilten ayıp ve kusurlardır. Bâzılarına göre buradaki ayıp tan maksat hayvanın kurban edilmesine mâni olan ayıplardır.

Ayıpsız ve kusursuz olan bir hayvan sürüsü için verilecek zekât hayvanının kusursuz ve ayıpsız olması gerekir. Eğer sürünün bir kısmı ayıplı, bir kısmı da ayıpsız ise zekât memuru, kıymeti ayıplıdan üstün ve ayıpsızdan noksan olan vasat bir hayvanı alacaktır.

Eğer sürünün tamamı ayıplı ise memur orta bir hayvan alır. E b ü Hanîfe, Şafii, Ahmed ve bir rivayetinde Mâlik böyle demişlerdir. Mâlî k ' ten olan diğer bir rivayete göre mal sahibi ayıpsız bir hayvanı zekât için temin etmekle mükelleftir.



1806) (Abdullah) bin Ömer (Radtyallâhü anhümâyâan rivayet edil&shy;diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Müslümanların zekâtları (hayvan sürülerini suladıkları) suları üzerinde alınır.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Seneddeki râvi Üsâme bin Zeyd'in zayıf&shy;lığı üzerinde âlimler ittifak etmişlerdir. Bâzıları bunun Üsâme bin Zeyd bin Eşlem olduğunu söylemişlerdir. [54]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadisten maksat, mal sahiplerinin sürü&shy;lerini zekât memurunun istediği yere götürmekle mükellef olmadık&shy;larını, bilâkis sürülerin sulandıkları sular nerede ise zekât memuru&shy;nun oraya gidip zekât almakla mükellef olduğunu bildirmektir. Çün&shy;kü su üzerinde zekât almak hem mal sahipleri için hem de zekât me&shy;muru için en uygun ve kolay olanıdır.

Ebü Dâvüd ve Dârekutnî' nin Süveyd bin G a f e le (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettikleri bir hadîste S ü -v e y d (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in gönderdiği zekât memurunun hayvan sürülerinin sulandığı su başına gelerek orada zekât istediğini bildirmiştir.



1807) (Abdullah) bin Ömer (Radıyallâhü anhüm&yâzn rivayet edil&shy;diğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurmuştur:

«Koyun ve keçi zekâtı kırk tanede, yüz yirmiye kadar bir sattır. Bir tane fazlalaşınca, ikiyüze kadar iki şâttır. Eğer bir tane fazlala-şırsa artık üçyüze kadar zekâtı üç şâttır. Eğer daha da fazlalaşırsa artık beher yüz tanede bir şât zekât olur. Zekât (artar veya eksilir) korkusuyla toplu mal dağıtılmaz ve dağınık mal toplatılmaz. Her iki halît (= ortak veya mallarını başkasının malına karıştıran) ver&shy;diği zekâttan arkadaşına düşen hisse karşılığını ondan alır. Zekât memuru (ne) malın yaşlısını (ne) ayıplısını (ne de koç ve teke gibi) döl hayvanını zekât olarak alamaz. Ancak mal sahibi dilediği zaman zekât memuru döl hayvanı alabilir.» [55]



İzahı





Bu hadîs, 1798 ve 1805 nolu hadislerde anılan Peygamber (Sallal&shy;lahü Aleyhi ve Seilem)'in zekât hakkındaki mektubunun bir parça&shy;sıdır. Ahmed, Tirmizî ve Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir.

Hadisin, koyun ve keçilerin zekâtının kaçta kaç olduğuna dâir kısmının izahı 1805 nolu hadis bahsinde geçti ve «... toplu mal dağıtıl&shy;maz... > kısmının izahı da benzeri olan 1801 nolu hadîsin izahı bolü' münde anlatıldı.

Hadîsin: cümlesini açıklıyalım: Halitayn : Halît in tesniyesidir, iki halit, demektir. Halît i Ha-nef î âlimlerine göre ortak demektir. îki hâlit: Bir birinden ayırd edilmiyecek şekilde mallarını bir birine karıştıran iki ortak demektir. Hanefi âlimlerine göre zekâtın vücubu hususunda ortaklığın et&shy;kisi yoktur. Yâni beher ortağın sürüsü nisaptan az olup ikisinin sü&shy;rüsünün toplamı nisaba ulaşırsa bunlar nisaba mâlik sayılmazlar ve zekât ödemeleri vâcib olmaz. Meselâ yirmişer koyunu olan iki kişi koyunlarını, birbirinden ayırd edilmiyecek tarzda karıştırarak ortak&shy;lık kurarlarsa koyunlarının toplamı kırka ulaşmakla nisab olduğu hal&shy;de bunlara zekât vâcib olmaz. Ancak beherinin sürüsü nisaba ulaşır&shy;sa her ortak hissesine düşen zekâtı ödemekle mükelleftir.

Hanefiler'e göre yukardaki cümleden maksat iki ortağın hisselerine göre hesaplaşmalarıdır. Bunu bir misal ile aydınlatalım :

Ortaklardan birisinin kırk, diğerinin otuz sığırı bulunup bunla&shy;rı birbirinden ayırd edemiyecek tarzda karıştırarak ortaklık kurduk&shy;tan sonra zekât ödeme zamanı gelince memur kırk sığır sahibinden üç yaşında bir sığır, ve otuz sığır sahibinden iki yaşında da bir sığır ister. Ortaklar da istenen iki sığırı ortaklık malından verirlerse or&shy;taklar ödenen zekât için hisselerine göre hesaplaşacaklardır. Sığır&shy;ların toplamı yetmiş olup kırk sığır sahibi tüm malın yedi bolü dördü&shy;ne ve otuz sığır sahibi de tüm malın yedi bolü üçüne sahiptir. Bu duruma göre kırk sığır sahibi zekât için ortağının verdiği iki yaşın&shy;daki sığırın yedi bolü dördünün karşılığını ortağından alacaklı olur. Ve otuz sığır sahibi zekât için ortağının verdiği üç yaşındaki sığırın yedi bolü üçünün karşılığını ortağından alacaklı olur.

iki ortağın ortaklığa koydukları mallar eşit ise ortaklık malın&shy;dan ödenen zekâttan dolayı birbirinden alacaklı durumu olmaz. Bu&shy;nu da bir misal ile açıklayalım :

Altmışar koyunu olan iki kişi sürülerini karıştırarak ortak ol&shy;duktan sonra zekât memuru ortaklık malından iki koyun alırsa or&shy;taklar birbirinden alacaklı olmazlar.

Şafiî ve Hanbelî âlimlere göre Halît: Malını diğeri&shy;nin mâlına karıştıran demektir. Hanbeliler'e göre bu karış&shy;tırma işi yalnız zekâta tâbi hayvanlarda olabilir.

Karıştırma işi ortaklık şeklinde olabildiği gibi ortaklık olmaksı&shy;zın çoban, mer'a, sulama yeri, süt sağma yeri ve ahır gibi gece ka-İınacak yerin birliği ile de gerçekleşebilir.

Buiki mezhebe göre koşulan farklı şartların gerçekleşmesiyle sü&shy;rülerin karıştırılması ile hadiste söz konusu Hılta durumu oluşur. Ve böyle bir karıştırma işi, zekâtın vâcipliği ile ödenecek zekât mikta&shy;rının çoğalması veya azalması bakımından etkili olur.

Bu duruma göre iki veya daha çok şahısların zekâta tâbi hay&shy;vanlarını koşulan şartlar içerisinde karıştırırlarsa beherinin hayvan sayısı nisabtan aşağı olsa bile toplam nisaba ulaşınca tüm hayvanlar tek bir şahsın malı imiş gibi zekâtı çıkarılacak ve herkes hissesine göre birbirleriyle hesaplaşacaklardır.Bunu da bir misal ile açıklaya&shy;lım:

Birisinin yirmi, diğerinin kırk ve bir başkasının altmış koyunu olup Şafiî ve Hanbeli mezheplerinde koşulan şartlara uy&shy;gun olarak tüm hayvanları karıştırırlarsa toplamı olan yüz yirmi ko&shy;yundan bir koyun zekât verilir ve verilen zekât hangisinin koyunun&shy;dan verilirse o koyun sahibi diğerlerinden koyun mevcutları nisabe-tinde alacakları olur. Faraza yirmi koyun sahibinin koyunlarından bir koyun zekât olarak alınmış ise koyun sahibi, verdiği koyunun değe&shy;rinin altıda ikisini 40 koyun sahibinden ve altıda üçünü 60 koyun sar hibinden tahsil eder.

M â 1 i k i 1 e r' e göre koşulan şartlar dâhilinde zekâta tâbi hay&shy;vanlarını karıştıranların her birisinin sürüsü nisabı dolduruyor ise hayvanların tümü tek şahsın malı imiş gibi zekât çıkarılır. Ve han&shy;gisinin malından zekât çıkarılırsa mal sahibi diğerlerinden hisseleri nisbetinde alacaklı olur.

Hılta hakkında geniş malumat isteyenler Fıkıh Kitaplarına mü&shy;racaat etsinler.

Hadisin: Fıkrası iki şekilde yorumlanabilir. Çünkü bu fıkranın sonundaki kelimesi ile mal sahibi veya zekât memuru kastedilmiş ola&shy;bilir. Şöyle ki:

Musaddık t Zekât memuru demektir.

Mussaddak ve Mussaddık: Zekât veren demektir. Fıkradaki zekât memuru anlamını ifâde eden Musaddık olarak oku&shy;nur. Akranın sonundaki: kelimesi "El-Mussaddak" vey&

"El-Mussaddık" okunursa mal sahibi anlamını ifâde eder. Ve cümle&shy;deki istisna döl hayvanının zekât edilmesine âit olur. Fıkranın mânâ&shy;sı da şöyle olur:

«Zekât memuru dişleri dökülmüş yaşlı hayvanı, ayıplı hayvanı ve (koç ve teke gibi) döl hayvanı (zekât olarak) alamaz. Ancak mal sa&shy;hibinin isteği ve rızası ile döl hayvanı alabilir.» Çünkü döl hayvanı mal sahibine lâzım olabilir, alınması ona zarar verebilir.

Hadisçilerin cumhuru fıkranın sonundaki; kelimesini "El-Musaddık" olarak tesbit etmişlerdir. Bu takdirde bundan maksat zekât memurudur. Ve fıkradaki istisna, yaşlı, ayıplı ve döl hayvanı kapsar. Mânâsı da şöyle olur:

«Zekât memuru dişleri dökülmüş yaşlısını, ayıplısını ve döl hay&shy;vanını almaz. Ancak dilerse bunları alabilir.» Çünkü zekât memuru fakirlere en yararlı olanı düşünür. İcabında sürü içinde fakirlere böy&shy;le bir hayvanı daha yararlı görebilir.

Zekât memurunun hangi hallerde döl hayvanı alabildiği ve han&shy;gi ayıplı hayvanı almak durumunda olduğuna dâir gerekli bilgi 1805 nolu hadîsin açıklamasında geçmiştir. [56]



14- Zekât Memurları Hakkında Gelen (Hadisler) Babı





1808) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre: ReSulullâh (Sa/tâllahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Zekâtta haksız davranan kimse zekâtı vermekten imtina eden gibidir.* [57]



İzahı





Tirmizi ve Ebû Dâvüd da bunu rivayet etmişlerdir.

Bir hadis zekât memuru hakkında olabilir. Müellifimizin açtığı babın başlığına göre kelidisi de hadisi zekât memuru hakkında yo&shy;rumlamıştır. Hadisin mânası şöyledir:

Vacip olan miktardan fazla olmakla haksızlık eden zekât me&shy;muru zekât vermeyen zengin gibi günaha girer. Çünkü bir yıl vacip miktardan fazla alırsa ikinci yıl mal sahibi vacip olan zekâtı ver-memezlik edebilir. Bu yüzden memur zekâtın tam verilmesine mâni olmuş olur.

Hadîs mal sahibi hakkında olabilir. Bu takdirde hadisin mânâsı şöyle olur:

Malının bir kısmını gizlemek ve benzeri olumsuz davranışla hak&shy;sızlık eden mal sahibi hiç zekât, vermeyen gibidir, günah işlemiş olur. Çünkü memur bu durumda zekâtın bir kısmını almış olur.

Bâzıları hadisi şöyle yorumlamışlardır:

Zekâtı müstehak olmayanlara vermekle haksızlık eden kimse ze&shy;kât vermekten imtina eden gibidir. Çünkü müstehak olmayana veri&shy;len zekât verilmemiş gibidir. Veya verdiği zekâtla müstehaklara min&shy;net ve eziyet eden kimse kastedilmiştir.

Diğerbir kavle göre hadis, çoluk çocuğuna hiç bir şey bırakma yacak şekilde zekât namına bütün malını veren ve böylece aşırı giden kimseler hakkındadır.

Yukarıdaki yorumlarda belirtildiği gibi gerek mal sahibi gerekse zekât memuru zekât işinde zulüm ve haksızlık etmemelidirler, ettik&shy;leri takdirde büyük bir günah işlemiş olurlar.



1809) RâfF bin Hadîç (Radıyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir:

Ben, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den şöyle buyurur&shy;ken işittim:

«Hakkıyle çalışan zekât memuru evine dönünceye kadar Allah yolunda çalışan gazi gibidir.»" [58]



İzahı





Tirmizi ve Ebû Dâvûd da bu hadisi rivayet etmiş&shy;lerdir.

Zekât memurunun hakkıyla çalışmasından maksad doğru ve isa&shy;betli çalışması veya ihJâslı ve Allah rızâsı için çalışmasıdır.

Böyle çalışan zekât memurunun Allah yolunda çarpışan gaziye benzetilmesinin sebebi hakkında e 1 - K â â r i : Din ve dünya iş&shy;lerinin yürütülmesi, devlet hazinesinin kazanç temini ve sevaba müs-tehak olmak yönünden zekât memuru gaziye benzer, demiştir.

İbn-i Arabi de Tirm izi1 nin şerhinde: Bu benzet&shy;menin sebebi şudur : Allah, büyük fazl ve ikram sahibidir. Orduyu cihazlandıran kimseyi gazi gibi mükâfatlandırır, gazinin geride ka&shy;lan aile fertlerine bakan gazi gibi sevaplandırır. Zekât memuru da gazinin geride bıraktığı bir vekili durumundadır. Çünkü memur da Allah yolunda mal toplar. Artık birisi fiilen gazidir. Diğeri ise niye&shy;tiyle gazidir. Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hadiste mealen şöyle buyurmuştur:

«Şüphesiz Medine'de mazeretleri dolayısıyla kalmış olan (yâni savaşa gelemeyen) bir grup vardır. Siz hangi derede gitmiş ve han&shy;gi boğazı ve dağı geçmiş iseniz onlar da (sevap kazanma yönünden) sizlerle beraberdirler.» Mazereti dolayısıyla savaşa katılamayanlar böyle sevap kazanırken zekât toplamak işiyle meşguliyetleri dolayı-siyle savaşa katılmayanların sevabı ne derece yüksek olur. Savaşmak gerekli olduğu gibi savaş için lüzumlu malı toplamakda lüzumludur. Bu itibarla zekât memuru ile gazi gerek niyetlerinde ve gerekse ça&shy;lışmada ortaktırlar. Sevapta da ortak olmaları gerekir, demiştir



1810) Abdullah bin Üneys (Radtyallâhü ankyâr.n rivayet edildiği&shy;ne göre:

Kendisi bir gün Ömer bin el-Hattab (Radıyallâhü anh) ile bera&shy;ber zekât hakkında müzâkere etmişler. Bu arada Ömer kendisine:

Sen Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem}'i zekâtta hiyânet etmeyi anlattığı zaman =

«Şüphesiz kim zekâttan bir deve veya bir şât (koyun veya keçi) hiyânetinde bulunursa kıyamet günü hiyânet edilen hayvan getirile&shy;rek niyânet edene yüklenir.» buyururken işitmedin mi? demiş. Râvi demiştir ki Abdullah bin Üneys de: Evet işittim diye cevap vermiştir.

Not : Zevâid'de şöyle denmiştir: Bunun senedi hakkında konuşulmuştur. Çünkü İbn-i Hibbân. Râvi Musa bin Cübeyr'i sikalar arasında zikrederek : O bazen hatâ eder. demiştir. Zehebi de el-Kâşif'te : O sıkadır, demiştir. Ben Musa hak&shy;kında başkasının bir şey söylediğini görmedim. Râvilerden Abdullah bin Abdurrah-man'ı İbn-i Hibban sikalar arasında zikretmiştir. Senedin kalan râvilert sıka zât&shy;lardır. [59]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadisteki hiyânet zekât memuru tarafın&shy;dan olabildiği gibi mal sahibi tarafından da olabilir.

Gulûl: Bu kelimenin asıl mânâsı gizlice hiyânet etmektir. Bu&shy;rada her tür hiyânet kastedilmiştir.

Abdullah bin Üneys (Radıyallâhü anh) isimli iki sahâbi vardır. Hulâsa'da beyan edildiğine göre müellifimizin ve diğer sünen sahipleri ile Müslimve Buhârî1 nin rivayetini aldıkları Abdullah bin Üneys Ensârın halifi olan E b ü Yahya el-Cüheni' dir. Bu zât ikinci Akabe görüşme&shy;sine ve U h u d savaşma katılmıştır. M u â z (Radıyallâhü anh) ile beraber Benî Selime kabilesinin putlarını kırardı. 24 ha&shy;dîsi vardır. Müslim onun bir hadisini rivayet etmiştir. Râvisi C â b i r onun bir hadîsi için Mis ır'a kadar giderek onunla görüşmüştür. Büsr bin Saîd ve başka râvileri de vardır. İbn-i Yûnus1 un dediğine göre hicretin 80. yılı Ş a m ' da ve&shy;fat etmiştir.[60]



1811) İmrân bin Husayn Mevlâsı Atâ (Radtyallâkii atthümâ)'âan ri&shy;vayet edildiğine göre :

İmrân bin el Husayn Ziyâd bin Ebi Süfyân veya başka bîr emir tarafından zekât memuru olarak gönderilmiş sonra görevden dönün&shy;ce gönderen emir tarafından kendisine t

— Topladığın mal nerededir? diye sorulmuş. Kendisi de :

— Beni mal getirmek için mi gönderdin? Biz Resulullah (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken nereden alıyor idiysek oradan al&shy;dık ve aldığımızı nereye bırakıyor idiysek oraya bıraktık, diye cevap vermiştir." [61]



İzahı





E b û Dâvûd da bunu rivayet etmiştir. Oradaki rivayette İmrân (Radıyallâhü anh)'ı gönderen zâtın Ziyâd veya baş&shy;ka emîr olduğu belirtilmiştir. Ebû Süfyân'in oğlu olan Ziyâd halîfe Muâviye (Radıyallâhü anh)'in Irak vâlisiydi.

Emir, İ m r â. n (Radıyallâhü anh) a topladığı malın nerede olduğunu sormuştur. Çünkü diğer zekât memurları haklı veya hak&shy;sız topladıkları zekâtları getirip emirlere teslim ederlerdi. Emirler de diledikleri yollarda harcarlardı veya diledikleri şekillerde taksim ederlerdi. î m r â n (Radıyallâhü anh)'m da topladığı zekâtı ge&shy;tireceğini sanan emir buna bu soruyu yöneltmiş î m r â n (Radı&shy;yallâhü anh) da cesaretle gerekli cevâbı vermiştir. Cevâbın mâhiye&shy;ti şudur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken bir böl&shy;gede toplanan zekât o bölgedeki müstehaklara dağıtılırdı. Başka bir bölgeye nakil edilmezdi. Çünkü B u h â r i ve M ü s 1 i m ' in ri&shy;vayet ettikleri bir hadiste belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) M u â z (Radıyallâhü anh)'ı Y e m e n ' e gönder&shy;miş ve ona şu talimatı vermiştir:

= «Yemen'Hlerin zenginlerinden alınıp fakirlerine verilecek bir zekâtın onların üzerinde farz olduğunu onlara bildir.»

İmrân (Radıyallâhü anh)'in bu hadîsi mücmeldir. M u â z (Radıyallâhü anh)'m hadîsi onu açıklar. Şu halde her bölgenin ze&shy;kâtının oradaki fakirlere dağıtılması meşrudur ve hadîs buna delâlet eder. Bu hususta âlimler arasında ihtilâf yoktur. [62]



Bir Bölgenin Zekâtı Ba$Ka Bir Bölgeye Nakledilir Mî?





Her yerin zekâtının o yerdeki müstehaklara verilmesinin meşru&shy;luğu hususunda âlimler arasında bir ihtilâf yoktur. Başka yerdeki müstehaklara verilmesi hususunda ise âlimler ihtilâf etmişlerdir Şöy le ki:

l. Hanef îler'e göre mekruhtur. Ancak başka yerde da&shy;ha muhtaç kimseler veya mal sahibinin yakını var ise, zekâtı onlar için nakletmek mekruh değildir. Zekâtın başka yerlere nakledilmesi&shy;nin mekruhluğunun delili ise yukarda anılan M u â z (Radıyallâ-lâhü anh)'m hadisidir. Başka yerde oturan akrabalara zekât gönder&shy;menin mekruh olmayışının sebebi ise dinin emrettiği süa-ı rahm (ya&shy;kınlarla İlgilenmek) prensibidir. Başka yerdeki daha çok muhtaç olan&shy;lara vermenin mekruh olmamasının delili de Bey haki' nin ri&shy;vayet ettiği ve Buhârİ' nin de talîken zikrettiği Tâvûs'un şu mealdeki hadîsidir :"Muâz bin Cebel (Radıyallâhü anh) Yemen halkına. Arpa ve darı yerine zekât olarak falan tip elbise getiriniz. Çünkü bu sizin için daha kolaydır. Medine'deki sahâbîler için de daha iyidir." demiştir. Hanef ile r'in başka delilleri de vardır.

2. Mâlike göre zekâtın, o yer ve çevresinde bulunan müs&shy;tehaklara verilmesi vaciptir. Namazın kısaltılacağı uzaklıktaki yer&shy;lere zekâtın nakli caiz değildir. Ancak o uzaklıktaki müstehaklar da&shy;ha muhtaç iseler, zekâtın çoğunu öyle yere nakletmek mendubtur. Eğer zekâtın bulunduğu yerdeki fakirlerden daha az ihtiyacı olan uzak mesafedekilere zekât nakledilecek olursa, zekât kabul olunmak&shy;la beraber, bu işi yapanlar haram işlemiş olurlar. İki yerdeki fakir&shy;lerin ihtiyaç durumları aynı ise, nakil işi mekruhtur. Bir yerde ve çevresinde zekâtın müstehaklan yok ise o yerin zekâtını müstehak lann bulunduğu yere götürmek vâcibtir. O yer ne kadar uzak olursa olsun.

3. Şafii.ler'e göre, bir yerde müstehaklar varken o yerin zekâtını başka yerlere nakletmek hakkında dört.kavil vardır. En sahih kavle göre yakın yere bile nakletmek caiz değildir. Ancak müs&shy;tehaklar yok ise nakil caizdir. îkinci bir kavle göre *ıakil caizdir. Üçüncüsüne göre yakın mesafelere caizdir.Namazın kısaltılacağı uzaklıktaki yerlere caiz değildir.

4. Hanbelîler'e göre, zekâtın bulunduğu şehir veya köy&shy;deki müstehaklar için öncelik tanınır. Sonra o yere yakınlık sırası&shy;na göre çevredeki yerlere nakledilir. Namazın kısaltılacağı derece&shy;de uzak olmayan yerlerdeki akrabalara veya daha muhtaç olanlara göndermek ae caizdir. Fakat uzak mesafedekilere göndermek caiz de&shy;ğildir..

Yukarda açıklanan mezheblerin görüşleri, zekâtın mal sahibi ta&shy;rafından dağıtılması hâline mahsustur. Eğer zekât memuru veya dev&shy;let büyüğü zekâtın dağıtımını yaparlarsa bir kavle göre, mezkûr ih&shy;tilâf vardır. F&kat, diğer bir kavle göre her tür nakil caizdir. [63]


15- At Ve Köle Zekâtı Babı





1812) Ebû Hüreyre (Radıyattâhii anh)'âen rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sailattakü Aleyhi ve Setlem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Müslüman üzerinde (ne) kölesi için (ne de) atı için zekât yok&shy;tur.-"



1813) Alî (bin Ebî Tâlib) (Radtyatlâhü attkyâen rivayet edildiğine göre; peygamber (Sallaihhü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :

«Sizin İçin at ve köle zekâtından vazgeçtim -"[64]



İzahı





Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Kütüb-i Sİtte sahihlerinin hepsi ve A h m e d rivayet etmişlerdir.

A 1 i {Radıyallâhü anh)'ın hadisini sünen sahipleri ve Taha-v î rivayet etmişlerdir.

Bu hadisler at ve kölenin zekâta tâbi mallardan olmadığına de&shy;lâlet ederler. Bu husustaki âlimlerin görüşü şöyledir:

Ticâret malı olarak alınıp satılan at ve köle âlimlerin ittifakı ile zekâta tâbidir. Yalnız Z â h i r i y y e mezhebi mensupları bu ha&shy;dîslerin zahirine bakarak muhalif kalmışlardır.

Binek atının ve hizmetçi kölenin zekâta tâbi olmadığı hususunda da ittifak vardır.

Bu iki gaye dışında edinilen köleler ve atlar hakkındaki âlimlerin görüşleri şöyledir:

1. Mâiikîler, Şâfiîler, Hanbeliler, Hane&shy;fî 1 e r' den Ebû Yûsuf ile Muhammedi atlarda ve kölelerde zekât yoktur. Alî bin Ebî Tâlib, İbn-i Ömer, Şâ'bi, Atâ', Hasanı Basri, Ömer bin A b d i 1 a z i z ve bir çok ilim adamlarının kavli de budur. Allah cümlesinden râzi olsun.

Bunların delilleri burdaki hadislerdir.

2. Ebû Hanife, Züfer, Hammâd bin Ebî Süleyman ve Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anhüm)'a göre, kırda otlayan ve dölü alınmak için erkeği ile dişisi karışık olan atlar zekâta tâbidir. Artık sahibi dilerse yuvarlak hesap her at için bir dinar (bir miskal altın) verir. Dilerse atlarının değerini tesbit ederek beher 200 dirhem için 10 dirhem veya beher 20 miskal için yarım miskal verir.

Ebû Hanife' nin meşhur kavline göre; atlar için nisap^ durumu yoktur. Yâni kaç tane olursa olsun zekâtı çıkarılır. Meşhur olmayan bir kavline göre atların nisabı üç veya beş adettir.

Atların tamamı erkek veya tamamı dişi olursa bunların zekâta tâbi olup olmadığı hususunda Ebû Hanif e' den iki rivayet vardır Kuvvetli olan rivayete göre tümü dişi olanların zekâta tâbi olması ve tamamı erkek olanların zekâta tâbi olmamasıdır. El-Menhel yazarı bu grubun delillerinin kuvvetli olmadığını zikretmiştir. H a -n e f i mezhebinde fetva Ebû Yûsuf ile Muhammed'in yukarda l. maddede anlatılan kavillerine göredir.

İkinci gruptaki âlimlere göre bu bâbtaki hadîslerde ve benzeri hadîslerde anılan atlardan maksad savaş atlarıdır. Nitekim Ebû Zeyd ed-Debbusi' nin Kitâbü'l-Ensâr'da anlattığına göre Ebü Hüroyre (Radıyallâhü anh)'ın bu bâbtaki hadîsi Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh)'a ulaştığı zaman Zeyd (Ra&shy;dıyallâhü anh) : 'Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) doğru bu&shy;yurmuştur. Maksadı gazilerin atlarıdır,' demiştir. Ebû Zeyd daha sonra . Bu gibi açıklamalar, içtihad yolu ile bilinemez. Bu ne&shy;denle Zeyd (Radıyallâhü anh)'in bu açıklamasının Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den alınma olduğu sübuta ermiş olur, demiştir

Birinci grubtaki âlimler, bu bâbtaki hadislerde anılan atları umu&shy;mi mânâya almışlardır. Yâni ister savaş atı olsun, ister binek ve yük atı olsun, veya döllenme yolu ile çoğalmak için bulundurulsun. îster yemle beslensin ister yılın bir kısmı veya yarısından fazlası kırda otlanmakla geçinsin. Hiç bir surette zekâta tâbi değildir. [65]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




ZEKAT BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: ZEKAT BÖLÜMÜ   ZEKAT BÖLÜMÜ Icon_minitimePerş. Mayıs 06, 2010 10:17 pm

16- Zekâtın Vacip Olduğu Mallar (İn Beyânı) Babı





1814) Muâz bin Cebel (Radtyallûkii anh)'<.İen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu Yemene göndere­rek ona şöyle talimat buyurmuştur:

• (Zekât olarak) hububattan hububat koyun ile keçilerden koyun ve keçi, develerden deve ve sığırlardan sığır al.»"



1815) Amr bin Şuayb'ı[66] babasının dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As (Radtyaüâhü unA«m/den; Şöyle demiştir

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (toprak mahsullerin­den) yalnız şu beş şey için zekatı meşru kılmıştır > Buğdayı, arpa. hur ma, üzüm ve darı."

Not: Zevoid'de şöyle denmiştir : Bunun İsnadı zayıftır. Çünkü râvi Muham-med bin Ubeydillah, et-Hazrecl olan Muhammed'dir. tmam Ahmed: Halk onun hadislerini terketmiş, demiştir. El-Hâkim de : Onun hadislerinin terkedilmiş oldu­ğu hususunda rivayet imamları arasında ihtilaf yok, demiştir. Es-SacI de : Rivayet ehli onun hadislerini bırakmaya ittifak etmişlerdir. Onun yanında münker hadîsler var, demiştir. [67]



İzahı





Muâz (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Ebû ûâvûd ve Hâkim de rivayet etmişler, Dârekutnî de bunun sahih olduğunu bildirmiştir.

Abdullah (Radıyallâhü anh)'in hadîsi Zevâid türündendir. Hâkim, Dârekutni, Tabarâni ve Beyhaki1 nin Ebû Musa el-Eş'âri ve Muâz (Radıyallâhü anhümâ) '-elan rivayet ettikleri bir hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) onlara şu talimatı buyurmuştur:

«(Yerden çıkan mahsullerden) şu dört şeyden başka maddeler­den zekât alma: Arpa, buğday, üzüm ve hurma.»

Dârekutnî de Ömer bin el-Hattâb (Radıyal­lâhü anhî'den şu mealde bir hadîs rivayet etmiştir:

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (yerden çıkan mahsul­lerden) yalnız şu dört madde için zekâtı meşru kılmıştır: Buğday, ar­pa, üzüm ve hurma."

B e y h a k î' nin bir rivayetinde Mücâhidi "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken zekât (toprak mahsulle­rinden) yalnız şu beş şeyde bulunurdu : Buğday, arpa, hurma, üzüm ve darı" demiştir.

Görüldüğü üzere B e y h a k î' nin son rivayetinde darının da zekâta tâbi olduğu belirtilmiştir. Yukardaki diğer rivayetlerde bu yoktur. Yalnız diğer dört madde vardır.

Şimdi önce müellifin ilk hadîsini açıklayalım :

EI-Menhel yazarı şöyle der:

M u â z (Radıyallâhü anh)'in hadisinin mânâsı şudur:

Hububat nisaba ulaşınca zekâtı, hububat cinsinden ödenir, başka maddelerden veya nakit olarak ödenmez. Koyun ve keçi sayısı nisa­ba ulaşınca zekâtı o cinsten ödenir. Deve sayısı 25e ulaşınca zekâtı deveden ödenir. Çünkü sayısı 25'ten az olan deve zekâtı koyun veya keçi olarak ödenir. Sığır sayısı nisaba ulaşınca zekâtı aynı cinsten ve­rilir.

Bir malın zekâtının o malın cinsinden ödenmesinin gerektiğine ve bedelinin verilemiyeceğine hükmeden âlimlerin delillerinden birisi bu hadîstir. Diğer bir delîl de Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'in (1800 nolu) hadîsidir. Çünkü o hadîste belirli sayılardaki develer için zekât olarak belirli yaştaki devenin verilmesi ve o yaşta deve bulun­madığı takdirde bir yaş büyük veya bir yaş küçük devenin verilmesi ve aradaki yaş farkının koyunlarla veya 20 dirhem gümüşle telâfi edilmesi emredilmiştir. Zaruret olmadıkça Şâri'in nassından ayrılıp başka bir şeye dönüş caiz değildir. Şafiî ile arkadaşları ve Han-beliler böyle hükmetmişlerdir.

Ebû Hanlfe ve Zeyd bin Alî'ye göre, zekât ola­rak ödenmesi gereken malı vermeyip kıymetini vermek caizdir.

Bunların delillerinden birisi B u h â r î' nin talikan rivayet et­tiği M u â z (Radıyallâhü anh)'in hadîsidir. O hadîste M u â z (Radıyallâhü anh) Yemen halkından arpa ve dan yerine bir nevî elbiseleri zekât olarak istemiş ve böyle yapmanın mal sahipleri için daha kolay ve Medine' deki fakir sahâbîler için daha ya­rarlı olduğunu söylemiştir. Diğer bir delil de ilk grubun delîl saydı­ğı Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) 'in (1800 nolu) hadisidir. Çün­kü o hadiste istenen evsaftaki deve bulunmadığı takdirde başka vasıf­taki devenin verilmesi ve yaş farkının koyunla telâfi edilmesi, koyun temininde güçlük çekildiği takdirde koyunlar yerine 20 dirhem gümüş ödenmesi emredilmiştir. O gün için 20 dirhem iki koyunun değeri ola­rak tesbit edilmiştir. Bu değer değişebilir. Şu halde verilmesi gereken hayvan yerine onun kıymeti ödenebilir.

Bu grubtaki âlimler bu bâbta rivayet olunan Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsini mal sahipleri için kolay olanın bildir­mesi anlamına yorumlamışlardır.

Abdullah (Radıyallâhü anh)'in hadîsi topraktan alman nan bilûmum mahsullerden yalnız buğday, arpa, hurma, üzüm ve da­rının zekâta tâbi olduğuna delâlet eder. Buna göre başka hububat, meyveler ve sebzeler ile topraktan alınan diğer bitkilerde zekât yok­tur.

Bu husustaki âlimlerin görüşleri hakkında el-Menhel yazarının

verdiği geniş malumatın şöyle özetlenmesi mümkündür:

1. Hasan-ı Basrî, Sevri, Şa'bî ve Hasan bin Salih'e göre yalnız buğday, arpa, üzüm ve hurmadan ze­kât verilir. Bunların delilleri yukarda işaret edilen E b ü Musa e 1 - E ş' â r î (Radıyallâhü anh) ile M u â z (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi, Ömer bin el-Hattab (Radıyallâhü anh)'m ha­dîsi ve M ü c â h i d' in rivayetidir. Bu bâbtaki Abdullah (Radıyallâhü anh)'m hadîsi de bunlar için delîl olabilir. Ancak notta belirtildiği gibi bunun senedi zayıftır. Bir de bu hadiste darının da zekâta tâbi olduğu bildirilmiştir.

B e y h a k î : Ayrı ayrı senedlerle rivayet edilen bu hadîsler birbirini takviye ederler. Bunun yanında Ömer, Ali ve Âişe (Radıyallâhü anhüm)'ün : "Sebze ve Den" zerî yeşilliklerde zekât yoktur." eserleri vardır.

2. Ebû Hanîfe ve Züfer'e göre, örf ve âdette, ge­lir ve verim almak için ekilen bitkiler zekâta tâbidir. Buna göre hu bûbat, karpuz, hıyar, patlıcan, yonca, şeker kamışı gibi mahsuller için zekât verilir. Fakat odun, ot, saman, hurma dalı, kendiliğinden çıkan çayır, kamışlar, ağaçlar ve benzeri maddeler zekâta tâbi de­ğildir. Çünkü Örf ve âdette bu gibi şeyler, toprağın verimliliği amacı İle yetiştirilmez.

Bu grubun delilleri; «Mallarından zekât âyeti gibi zekâta âit nasslann umumîliği ve 1816-1818 nolu ha­dîslerin umumîliğidir. Bu mahsuller için nisap şart değildir. Azından da zekât verilir.

3. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre, bir yıl ka­labilen mahsuller, ister bir ölçekle ölçülebilen hurma gibi maddeler, ister miktarının tesbiti başka yollarla yapılan pamuk ve şeker panca­rı gibi maddeler olsun zekâta tâbidir. Fazla uğraştırmadan bir yıl ka­lamayan sebzeler, meyveler ve bitkiler zekâta tâbi değildir.

Zekâta tâbi olan mahsuller ölçeklerle ölçülen maddelerden olur­sa nisab miktarından az olmaması gerekir. Diğer maddelerden ise Ebû Yûsuf'a göre bunun değeri, ölçekle ölçülen en ucuz mad­denin nisap miktarının değeri tutarından az değilse zekâta tâbidir. Aksi takdirde tâbi değildir. Bu görüşe göre kolaylıkla kurutulmakla bir yıl saklanamayan meyveler, sebzeler ve benzeri mahsuller zekâta tâbi değildir.

Bunların delîliı Dârekutni, Hâkim ve Tirmizî' nin değişik senedlerle rivayet ettikleri; Mey­ve, sebze gibi) yeşilliklerde zekât yoktur.» hadîsidir.

Bu hadîsin senedleri zayıf iseler de mâteaddit oldukları için bir­birini takviye ederler.

4. Mâlik ve Ş â f i î' ye göre topraktan çıkan bitkilerden zekât, insanlar tarafından ekilen ve zahire nevinden olup uzun sü­re bozulmadan saklanabilen buğday, arpa, darı, pirinç, mercimek ve nohut gibi hububatta vardır. Şu halde zahire nevinden olmayan seb­zeler ve meyveler gibi yeşillikler, keten ve pamuk tohumu, susam ve zeytin gibi maddeler zekâta tâbi değildir.

Meyvelerden yalnız üzüm ve hurma zekâta tâbidir. Bu iki mezhebe göre zekâta tâbi toprak mahsulünün nisaba ulaş­ması şarttır. Daha az ise zekâtı ödenmez.

5. A h m e d' e göre insanlar tarafından yetiştirilen hububat ve meyvelerden kurutulmaya ve uzun süre kalmaya elverişli olup ölçeklerle ölçülen maddeler zekâta tâbidir. Bu maddelerin zahire ne­vinden olması şart değildir. Şu halde buğday, arpa, darı ve pirinç gi­bi hububat, bakla, fasulye, keten ve salatalık tohumu zekâta tâbi­dir. Keza, kurutulmaya elverişli olan incir, kaysı, üzüm, hurma gibi meyveler, ceviz, fındık ve fıstık da zekâta tâbidir.

Şeftali ,ayva, elma ve kurutulmaya elverişli olmayan incir ile kay­sı vesâir meyveler, hıyar, patlıcan, domates gibi sebzeler ve benzeri yeşillikler zekâta tâbi değildir."

Hububat, meyveler, sebzeler ve diğer toprak mahsullerinden han­gilerinin zekâta tâbi olduğu ve hangisinin tâbi olmadığı ve ne gibi şartlar arandığı hususunda ayrıntılı bilgi için dört mezhebin fıkıh ki­taplarına müracaat edilmelidir. [68]



17- Ekinlerin Ve Meyvelerin Zekâtının (Kaçta Kaç Olduğunun) Beyânı Babı





1816) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; ResûluIIah (Sallaltahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Yağmurun ve pınarlar (gibi akar sular) m suladığı şeylerde öşür (vâcib)dir. Nadıh ( = âletle) sulananlarda da öşürün yarısı (va­cip) dır.-"



1817) Sâlim'in babası (Abdullah bin Ömer) (Radıyaliâhü ankümyden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i şöyle buyururken işittim :

-Yağmurun, nehirlerin ve pınarların suladığı veya ba'l olan (yâ­ni köküne bağh damarlarla topraktan su emenler) de öşür (vacip} dir. Sevânî (su taşıyan develer veya büyük kovalar) ile sulananlarda öşü-rün yarısı (vacip)dir.»"



1818) Muâz bin Cebel (Radtyallâhü anhyâen; Şöyle demiştir:

'ResûiuHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni (Zekât toplamak ve dıger işleri yönetmek için) Yemen'e gönderdi ve bana, yağmurun suladığı ve ba'l (köküne bağlı damarlarla topraktan su emici) olarak sulananlardan öşür, devalî (âletter) ile sulananlardan öşürün yarı­sını almamı emir buyurdu.'

(Râvi) Yahya bin Âdem demiştir ki: Ba'l, aserî, azî ve izi: Yağ­mur suyu ile sulanandu. Aserî: Sırf bulut ve yağmurla yetişen ve yağmur suyundan başka hiç su görmeyen mahsuldür. Ba'l de: Kök­lerine bağh damarları yer altına gidip suya ulaşan ve beş altı yıl sulamaya ihtiyaç duymayıp sulanmamaya dayanan üzüm asmaları­dır. İşte ba'l budur. Dere suyu akınca ona da Seyl denir.[69] Peşpeşe gelen Seyl'e de 'GayT denir." [70]



İzahı





Ebû Hüreyre (Radıyaliâhü anh)'m hadisini Tirmizİ de rivayet etmiştir. İbn-i Ö me r (Radıyaliâhü anh)'ın hadîsini Buhâri, Tirmizi, Ebü Dâvûd, Nesaî, Ahmed ve Dârekutnî de rivayet etmişlerdir. Muâz (Radıyaliâ­hü anh)'ın hadisini Nesaî de rivayet etmiştir. Oradaki rivayette;cümlesi yoktur. Bir de râvi Yahya' nın Ba'l, Aseri ve İzi kelimelerinin tarifine âit kısım yoktur.

Bu hadislerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım : Semâ: Bu kelime gök ve bulut mânâlarına gelir. Bu bâbta geçen hadislerdeki bu kelime ile yağmur mânâsı kastedilmiştir.

Ebû Hüreyre (Radıyaliâhü anhî'ın hadisinde geçen Uyun kelimesi Ayn'ın çoğuludur. Ayn : Pınar demektir. Buharı' nin de tefsir ettiği gibi burada kastedilen mânâ nehir, ırmak, pınar ve ben­zeri her tür akar sulardır.

İbn-i Ömer (Radıyaliâhü anhî'ın hadisinde Uyun ve En-hâr kelimelerinin ikisi de mevcut olduğu için Uyun ile küçük akar sular ve Nehir'in çoğulu olan Enhâr ile büyük akarsular kastedilmiş­tir.

Nadh : El-Menhel yazarı, bu kelimenin asıl mânâsının, zirâatı su­lamak için deve ile su taşımak olduğunu, Nâdıh'm da bu maksatla su taşıyan deve olduğunu ve sonradan her deve mânâsına kullanıldığı­nı ve her hadisteki Nâdıh'tan maksadın zirâatın sulanmasında kul­lanılan her türlü âlet olduğunu söylemiştir.

Tuhfe yazarı da "Nadıh"m asıl mânâsının "Sulamak" olduğu­nu, burada sulamak için su taşımakta kullanılan mânâsının kaste­dildiğini ve sulama işinde kullanılan diğer hayvanlar ve araçların ay­nı hükme tâbi olduğunu söylemiştir.

Ba'l: Tercemede belirtildiği gibi müellifin rivayetine göre Yah­ya bin Âdem bu kelimeyi köklerine bağlı damarları yer al­tında uzayıp suya ulaşan ve beş - altı yıl sulama ihtiyacını duyma­yıp sulanmamaya dayanabilen üzüm asmalarıdır.

El-Menhel yazarı Nihâye'den naklen beyan ettiğine göre bu keli­me, damarları ile yer altından su emen ve ne yağmur ne de başka sulara ihtiyaç duymayan bitkilerdir.

Kamusta ; Ba'I, sulanmayan veya yağmur ile sulanan bil'umum ağaç ve zirâattır, denilmiştir.

Yukardaki nakillerden de anlaşıldığı gibi bu kelime iki mânâya yorumlanmıştır: Bunlardan birisi hiç sulanmayan bitkiler ile diğeri yağmur suyu ile sulanan bitkilerdir. Müellifin Yahya' dan olan rivayetine göre üzüm asmasıdır.

Devâlî: S ü y û t î' nin beyânına göre "Dîlâ"m çoğuludur. "Di-lâ" da "Delv"in çoğuludur. S,i n d i' nin beyânına göre "Devâlî, Dâ-liye"nin çoğuludur. "Dâliye" su çıkarma işinde kullanılan âlettir. Delv ise, asıl mânâsı kovadır. Burada kastedilen mânâ, sulama işin­de kullanılan her türlü âletlerdir.

Sevânî: *'Sâniye"nin çoğuludur. Sindi ve el-Menhettn be­yânına göre "Sâniye"nin asıl mânâsı sulamak için su taşıma işinde kullanılan devedir. Ve el-Menhel'de belirtildiği gibi bir kavle göre Saniye büyük kova ve sulama için kullanılan dolap, ip, çıkrık, beygir ve deve gibi araç ve gereçlerdir.

Aserî: Müellifin Yahya' dan olan rivayetine göre yalnız bu­lut ve yağmurla yetişen bitkidir. Bu nevî bitkilere İzi de denilir.

Tuhfe yazarının el-Mirkât'tan naklen beyan ettiğine göre Aserî üç şekilde yorumlanmıştır:

1. Damarları ile yağmur sularını emen hurma ağacıdır.

2. Yalnız yağmur suyu ile sulanan bitkidir.

3. Suya yakınlığı dolayısıyla devamlı rutubetli olan yerde yeti­şen bitkidir.

Bütün bu rivayetlerin ifâde ettiği mânâ şudur ki: Yeryüzünde akaii sular veya yağmur suyu ile yetişen, yahut susuz yetişen bitki­lerin ve meyvelerin zekâtı onda birdir. Hayvan sırtında su taşımak veya dolapla kuyu ve benzeri yerlerden su çekmek suretiyle sulanan ve ancak bu şekilde yetiştirilebilen bitki ve meyvelerin zekâtı yirmide birdir.

Ebû Hanîfe ve Züfer, bu hadîslerin zahiri ile amel ederek yetiştirilen toprak ürünleri, sebzeler ve meyvelerin miktarı az olsun, çok olsun zekâta tâbi olduğuna hükmetmişlerdir. Bu hu­susta gereken izah bundan önceki bâbta geçmiştir. Orada diğer âlim­lerin görüşleri de anlatılmıştır. [71]


18- Hurma Ağaçları Ve Üzüm Harsı (= Dallarındaki Yaş Hurma Ve Yaş Üzümden Ne Kadar Kuru Hurma Ve Kuru Üzümün Çıkacağının Tahminen Tesbîtî) Babı





1819) Attâb bin Esîd[72] (RadtyaÜâkü a»A>'den; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) üzüm asmaları üze­rinde bulunan yaş üzümden tahminen ne kadar kuru üzüm çıkaca­ğını tesbit edecek kimseleri bağ sahiplerine gönderirdi."



1820) (Abdullah) bin Abbâs (RadtyaÜâkü anhümâydan; Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hayber'i fethşttiği za­man, Hayber toprağı ile nekadar altın ve gümüş varsa hepisinin Zâtı Nebevilerinin emrine verilmesini şart koştu. (Yâni bu şartla yerli yahudîlerin orada kalmalarına müsâade buyurdu.) Hayber yahudî-leri O'na i

Biz toprak (tan iyi mahsul almak) işini daha iyi biliriz. Bu iti­barla toprağı bize ver. Meyvesinin yarısı bize ve yarısı size âit ol­mak üzere biz işletelim, dediler. Hâvi demiştir ki. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) (Hayber arazisini) bu şekilde onlara ver­di. Hurmaların devşirilmesi zamanı yaklaşınca Efendimiz Abdullah bin Ravâha (Radiyallâhü anhi'ı Hayber yahudîlerine gönderdi. İbn-i Ravâha hurma bahçelerindeki meyve miktarını tahminen tesbit etti. Medine halkı bu tahmini tesbit işine Hars derler. İbn-i Ravâha: Bu hurmalıkta, şu kadar, bu kadar hurma var dedi. Yahudiler t

— Ey İbn-i Revâha, tahmin ettiğin miktar bize fazla geldi, dedi­ler. Bunun üzerine İbn-i Revâha

— Şu halde, bu miktarı ben kabullenirim ve dediğim bu mikta­rın yarısını ben size veririm, dedi. Râvi demiştir ki: Hayber yahudî-leri:

— Hak olan ancak senin yaptığın tahmindir ve gök ile yer ancak hak ile durur, dediler. Sonra: Biz senin dediğin miktarı vermeye râ-zi olduk, dediler." [73]


İzahı





A t t â b (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Tir m izi, E b û Dâvûd, Nesai ve Dârekutni de rivayet etmişlerdir. EI-Menhel'de belirtildiğine göre Saîd bin el-Müseyyeb, A t t â b (Radıyallâhü anh)'a yetişmediği için senedde inkıta var­dır. E 1 - M ü n z i r i: Senedin inkıtaı açıktır. Çünkü S a i d , Ömer (Radıyallâhü anh)'m hilâfetinde doğmuştur. A t t â b (Radıyallâhü anh)'da E b û Bekir (Radıyallâhü anhJ'ın vefat ettiği gün vefat etmiştir, demiştir.

Hadîsin metni, T i r m i z İ' de buradaki gibidir. E b û Dâ­vûd1 daki metin, meâlen şöyledir:

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hurma ağaçları hars edildiği gibi üzümün hars edilmesini ve hurma zekâtının kuru hur­ma olarak alındığı gibi üzümün zekâtının kuru üzüm olarak alınma­sını emretti."

İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)'ın hadîsine diğer Kütüb-i Sitte'de rastlamadım. Müellif, rehinler kitabının 14. babında İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)'den buna benzer kısa bir hadis rivayet etmiş, oradaki nota göre o hadîs Zevâid türündendir. Buradaki hadî­sin A h m e d tarafından da rivayet edildiği Tuhfe'de belirtilmiştir. Burada bu hadîsin Zevâid türünden olduğuna dâir ne elimdeki nüs­halarda ne de S i n d î haşiyesinde bir kayda rastlamadım. Bunun­la beraber Zevâid türünden olduğu kanısına vardım.

Bu hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım : Hars: Dalları üzerindeki yaş hurmadan ne kadar kuru hurmanın çıkacağını ve asmaları üzerindeki yaş üzümden ne kadar kuru üzü­mün çıkacağını tahminen tesbit etmektir.

NahI: Hurma ağaçlarıdır.

İneb: Yaş üzümdür. Üzümün kurusuna Zebib denilir. Yaş hur­maya Rutab, kuru hurmaya da Temr denilir.

Kurum: 'Kerem'in çoğuludur. Üzüm asmaları demektir.

Bu bâbtaki hadisler, üzüm ve hurmanın harsının meşruluğuna delâlet ediyorlar. Bunun hikmeti şudur: Hurma ve üzüm, zekâta tâ­bi meyvelerden olduğu için bunda zekât, müstehaklarımn istihkakı vardır. Bu meyveler toplanıncaya kadar mal sahiplen bundan yarar­lanmaktan men edilmiş olsalardı, zarara uğramış olurlardı. Mal sa­hiplerinin men edilmemesi ise, fakirlerin hakkına halel getirebilir. Sonra her mal sahibine güvenilemez. Bu sebeple hurma ve üzüm mey­veleri olgunlaşmaya yüz tutunca bu işten anhyan bilirkişiler devlet yetkilileri tarafından gönderilerek bu meyvelerden tahminen ne ka­dar kuru hurma ve kuru üzümün çıkacağı tesbit edilir ve tesbit işin­den sonra mal sahipleri meyvelerden yiyebilir, yedirebilir, başka şe­killerle de yararlanabilir. Sonra meyveler devşirildikten sonra bilir­kişi tarafından takdir edilmiş olan miktar için gereken zekâtı kuru hurma ve kuru üzüm olarak öder. Hars işi mal sahipleri ve zekât müstehakları için yararlı ve kolaylık olduğundan meşru kılınmıştır.

A t t â b (Radıyallâhü anh)'ın Ebû Dâvûd'un rivâye-tindeki hadisinde belirtildiğine göre hurma ve üzüm zekâtı hars işin­den hemen sonra çıkarılmaz. Bunlar kurutulduktan sonra çıkarılır. Kurutulmaya elverişli olmayan çeşitlere gelince; Ebû Hanife'-ye göre miktarının nisaba erişip erişmediğine bakılmaksızın diğer meyveler gibi zekâtı yaş olarak çıkarılır. Veya değeri nakit olarak ödenir. Ebû Y û s uf ile Muhammed'e göre kurutma­ya elverişli olmayan çeşitlerde zekât yoktur. Çünkü bunlara göre zekât, fazla emek vermeden bir yıl durabilen meyveler için farzdır. Böyle olmayanlar için farz değildir.

M â I i k î 1 e r' e göre kurutmaya elverişli olmayan hurma ve üzüm satılırsa, zekâtı onun bedelinden ödenir. Satıl m azsa olgunlaş­tığı günkü kıymetine göre nakit olarak ödenir Meyve olarak verile­mez.

Şafii ve Hanbeli mezheblerine göre kurutulmaya el­verişli olmayan hurma ve üzüm de zekâta tâbidir. Zekât memuru bunun zekâtını aynı meyveden alıp fakirlere dağıtabilir. Veya bu meyveyi herhangi bir kimseye satıp bedelini fakirlere dağıtabilir. [74]



Harsın Meşruluğu Hakkında Âlimlerin Görüşleri





El-Menhel yazarı "Harb bâbı"nda özetle şöyle der: A 11 â b (Radıyallâhü anh)'m (1819 nolu) hadîsi ve benzeri ha­dîsler, harsın meşruluğuna delâlet ediyorlar. îlim ehlinin çoğunun kavli de budur. Harsın hükmü ve hangi mallar için meşru kılındığı yolunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

1- Mâlik ve arkadaşlarına göre üzüm ve hurmada hars vaciptir. Zekâta tâbi diğer mallarda meşru değildir. Ş ü r e y h, Ebû Ca'fer ve Zahiriye mezhebi âlimlerinin bir kıs­mının kavli budur.

2- Şafiî ve Hanbeli âlimlerine göre üzüm ve hur­mada hars sünnettir. Başka mallarda meşru değildir.

3- Ebû Hanife ve arkadaşlarına göre harb caiz değil­dir. Çünkü bir tahmin ve zandır. Bunların bir delili de Tahavi'-nin rivayet ettiği C â b i r (Radıyallâhü anh)'in şu mealdeki'ha­dîsidir: "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) harstan nehiy et­miştir." Bu bâbtaki A 11 a b (Radıyallâhü anh)'in hadisine ve ben­zerî hadîslere şöyle cevap vermişlerdir: Bu hadisler, faizin haram kılınmasından Önceki zamana aittir. Sonra nesh edilmiştir. Faizin ha­ram kılınmasının daha önce olduğuna dâir iddia kabul olunmamıştır. Çünkü faiz, Veda haccında haram kılınmıştır. Harsın neshedilmediği faraza kabul edilse bile hars işi tarımla uğraşanların hiyânet etme­lerini önlemek içindir. Bu maksatla yapılmasında bir beis yoktur.

Harsın meşruluğuna hükmeden âlimler şöyle cevap vermişlerdir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hayatı boyunca hars:işi sürdürülmüştür. Ondan sonra E b ü Bekir (Radıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyallâhü anh) zamanında da devam etmiş­tir. H a t t â b î: Sahâbîlerin tümü harsı tecviz etmişler, bunu uy­gulamışlar ve buna herhangi bir sahâbînin muhalefet ettiği rivayet edilmemiştir.

Geniş bilgi için el-Menhel'e müracaat edilmesi tavsiye olunur.

îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'m hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in H a y b e r Yahudileri ile yaptığı görüşme neticesinde hurma bahçelerini onlara teslim ederek Yahu­dilerin bu bahçelere verecekleri emek ve bakım karşılığında mahsu­lün yansını onlara bıraktığı anlaşılıyor. Fıkıhta bu anlaşmaya "Mü-sakat" denilir. Müellif bu hadisin kısa bir metnini 16 nolu "Rehinler Kitâbı"nm 14. babında rivayet etmiştir. Müsâkat hakkında gerekli bilgi inşaallah orada verilecektir.

Hadîs, Yahudilere anlaşma ile verilen H a y b e r' deki hurma bahçeleri meyvelerinin toplanması zamanı yaklaşınca hars işi için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in îbn-i Revana (Radıyallâhü anhJ'ı gönderdiği ve İbn-i Revâha (Radı­yallâhü anh)'in tam bir adaletle mahsûlün miktarını tesbit ettiğini bildiriyor. Çünkü Yahudiler îbn-i Revâhe (Radıyallâhü anh)'in yaptığı takdirin fazla olduğunu söyleyince îbn-i Reva-h a (Radıyallâhü anh) : şu halde bu meyveleri ben toplarım ve tak­dir ettiğim meblâğın yansını ben size veririm demiş, bahçıvanlar ise: Biz senin yapmış olduğun takdiri kabul ettik. Hak da budur, de­mişlerdir. Yâni kıyas-ı Nefs, mizan-ı adalettir, demek istemişlerdir.

Hayber, Medine-i Münevvere' nin kuzeyinde ve 60 - 70 Km. uzaklıkta bulunan bir kaç kale ve köylerden ibaret bir bölgedir. Hâlen de bu ismi taşıyan bir köy orada bulunmaktadır. Bu mıntıka A m a 1 i k a devletine mensup Hayber bin Kaâ-yîne isimli bir adama izafeten bu ismi almıştır. Burası, hicretin yedinci yılı Muharrem ayında fethedilmiştir. Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) Hudeybiye seferinden dönünce Ce-

nâb-ı Allah; [75] âyetiyle H a y b e r' i fethet-

melerini müjdelemiş, bunun üzerine oraya hareket etmiştir. Bu ha­reketten haberdar olan Esed ve Ğatafan kabileleri Hay­ber yahudîlerine yardım etmek üzere yola çıkmışlarsa da Allah Teâlâ onların kalblerine attığı korku ile gerisin geriye dönmüşler,Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) H a y b e r kalelerini bir bir fethetmiş. Nihayet en kuvvetli kaleye varılınca 10 günden faz­la muhasara altında tutulmuş, daha sonra rahatsızlanan Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) sancağı E b û Bekir (Radıyal-lâhü anh)'e teslim ederek geri çekilmiş. E b û Bekir (Radıyal-lâhü anh) çetin savaşlar yapmasına rağmen kesin sonuç alamadan geri dönmüş; daha sonra Ömer (Radıyallâhü anh) da aynı iş için görevlendirilmiş, O da fetih işini bitirernemiştir. Nihayet Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Andolsun ben sancağı yarın Öyle bir adama vereceğim ki Allah ve Resulünü sever, Allah ve Resulü Onu sever ve Allah Onun elle­riyle Hayber fethini sonuçlandıracaktır.» buyurmuş. O gece sahâbî-ler bu zâtın kim olduğu hususunda merak edip konuşmuşlar. Sabah olunca Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) A 1 I (Radıyallâ-hü anh)'ı sormuş ve SahâbîlerO'nun gözlerinin ağrıdığını söylemişler, A 1 i (Radıyallâhü anh) huzura getirilmiş, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mübarek tükürüğünü onun gözlerine sürerek duâ buyurmuş. Cenab-ı Allah A 1 î (Radıyallâhü anh)'a şifâ vermiş ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sancağı O'na teslim buyur­muş; A 1 î (Radıyallâhü anh) savaşa devam ederek Hayber fethini sonuçlandırmıştır,[76]



19- Malının Kötüsünü Zekât Olarak Çıkarmaktan Nehiy Babı





1821) Avf bin Mâlik el-Eşcaî[77] (Radıyatlâhü anit)'den; Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (bir defa) elinde bir asa bulunduğu halde M esc id'e çıktı. Bir adam da (zekât olarak ge­tirdiği) hurma salkımlarını veya bir hurma salkımını (mescid için­de iki direk arasında gerilmiş olan ipe) asmış idi. Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) asılmış olan hurma salkımını (elindeki asâ ile) dürtüp sallamaya ve şöyle buyurmaya başladı:

-Bu zekât sahibi dileseydi bundan iyisini zekât olarak verebilir­di. Şüphesiz bu zekât sahibi kıyamet günü bozuk kuru hurma yer.»" [78]



İzahı





Ebü Dâvûd ve Nesaî de bunu rivayet etmişlerdir. Hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım :

Kımv î Üzerinde hurmalar bulunan hurma salkımı çubuğudur. Buna Kunuv, Kına ve Kana da denir.

Aknâ1, Kınvân ve Kmyân da bunun çoğuludur. Hasef s Bozuk ve âdi kuru hurmadır.

Bundan sonra gelen hadiste izah edildiği gibi Mescidi N eb e v î' nin içindeki iki direk arasına gerilen bir ipe zekât hurma salkımları asılırdı. Muhacirlerin fakirleri bu hurmalardan yarar­lanırlardı. Adamın birisi kötü ve bozuk hurma salkımlarını getirip ora­ya asmıştı. Asılan bozuk salkım bir tane mi, bir kaç tane mi? bu husustaki tereddüt râviden gelmedir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iyi hurmadan zekât ver­meye muktedir olduğu halde kötü hurmadan zekât veren adamın so­rumlu tutulacağım bildirerek: «Bunu yapan kişi âhiret günü kötü hurma yer.- buyurmuştur. Bu cümle zahirine göre yorumlanabilir. Adam fakirlere bozuk hurma yidirdiği için âhiret günü ceza olarak ona bozuk hurma yidirilecektir. Cümle şöyle de yorumlanabilir: Adam, işlediği bu kötü hareketinden dolayı kıyamette cezalandırılır. Bu yorum daha kuvvetlidir.

Hadis, malın kötüsünü zekâta ayırmanın kötülüğüne ve yasakh-ğma delâlet eder. Ancak malın tamamı kötü ise ondan zekât çıkar­makta sakınca yoktur.



1822) Berâ' bin Âzib (Radtyallâhü ank)yın Allah Teâlâ'mn :

= *(Ey îman edenler! Kazandığınız şeylerin) ve yerden sizin için çı­kardığımız şeylerin temizlerinden (infak ediniz.) Ve malın kötüsün­den infak etmeye kalkmayın.» kavli celH-i hakkında şöyle dediği ri­vayet olunmuştur: Bu âyeti celîle Ensâr-ı Kiram hakkında inmiş­tir. Hurma devşirme zamanı olunca, Ensâr-ı kiram, kendi hurma bah­çelerinden taze hurma salkımlarını toplarlar ve Resûlullah ISallal lahü Aleyhi ve SellemJ'in mescidinde İki direk arasında (gerilmiş du­rumda) ki ipin üzerine asarlar. Muhacirlerin fakirleri de ondan yer­lerdi. Oraya konulan salkımların çokluğu dolayısıyla kimse farkına varmaz ve geçişir zanniyle bir adam, bozuk hurmalı bir salkımı bile bile getirip (oradaki salkımların arasına) sokar. İşte böyle yapan adam hakkında şunlar nazil oldu :

Bu cümlede Allah Teâlâ buyuruyor ki-:

-Zekâtı bozuk ve kötü kuru hurmadan vermek kastında bulunma­yınız.»

Nazmı Celîlinde de Allah Teâlâ: «Öyle kötü hurmalar ki; eğer size hediye edilmiş olsaydı işinize yarama­yan bir şeyi size gönderdiği için (duyduğunuz) öfkeden dolayı ancak sahibinden utanarak kabul edecektiniz.» buyuruyor.

Bu cümlede de buyuruluyor ki: «Bilmiş olunuz ki, şüphesiz Allah sizin zekâtlarınızdan müstağnidir. (Muhtaç değil dir.)»"

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadîsin senedi sahihtir. Çünkü bu senetteki râvi Ahmed bin Muhammed bin Yahya'nın çok sâdık olduğunu İbn-i Ebİ Hatim ve Zehebİ söylemişlerdir. îbn-i Hibbân da : O, sikalardandır, rivayetlerin­de muhkem idi, demiştir. Senedin kalan râvileri de Müslim'in şartı üzerinde sa hihtir. [79]



İzahı





Berâ' (Radıyallâhü anh)ın hadisi Zevâid türündendir Bu hadis hurma zekâtını, bozuk ve kötü hurmadan vermeye kalkışma nın yasakhğına, bunu halkın ve zekât müstehaklarımn gözlerinden saklamak mümkün olsa bile Allah Teâlâ'dan saklamanın imkânsız olduğuna ve mal sahiplerinin kendilerini zekât müstehaklarımn ye rine koyup hoşlanmıyacakları davranışları fakirler için de reva gör­memelerinin lüzumuna delâlet eder.

Muhacirlerin fakirleri Mescidi Nebevi' nin soffa de­nilen yerinde kalıyorlar idi. Bu nedenle Ensâr-ı Kiram hazretleri ze­kât hurmalarını mescid'e getirirlerdi. Şu halde mescidin dışında ka­lan fakirlere dağıtılacak zekâtın mescid'de müstehaklara verilmesinin meşruluğu hükmü bu hadisten çıkarılamaz.

El-Menhel yazarı "M esc idlerde sadaka dilemek" babında beyân ettiğine göre Hanefi âlimleri: Mescidlerde sadaka dilemek ha­ram ve sadaka vermek de mekruhtur, demişlerdir. Bir kavle göre sadaka dileyen kişi cemâatin omuzlarını basa basa dilenirse hüküm Çudur. Cemaata eziyet etmezse ona vermek caizdir.

Cumhur'a göre mescidlerde sadaka dilemek ve vermek caizdir. Ancak sadaka dileyen, İsrarla yardım isteyip cemaatın omuzlarını basa basa dolaşırsa bu tür dilemek haramdır. Böylesine vermek de haramdır.

Hadîste anılan âyet-i kerîme Bakara sûresinin 267. âyetinin bir parçasıdır. Âyetin tamamının meali şöyledir:

«Ey îman edenler! Kazanmış olduğunuz malların ve sizin için yerden çıkardığımız şeylerin iyilerinden infak ediniz. (Allah yolun­da harcayınız.) Ve siz gözlerinizi yumup müsamaha etmedikçe alıcı­ları (ve kabul edicileri) olmadığınız kötü malınızı infak etmeye kal­kışmayınız ve bilmiş olunuz ki Allah ğânî (- sadakalarınızdan müs-nağnî) ve hamîddir.» [80]




20- Bal'ın Zekâtı Babı





1823) Ebû Seyyare el-Mütef [81] (Radtyallâhü anfı)\\en; Şöyle de­miştir :

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'e: Yâ Resûlallahf Benim bal arılarım vardır, dedim. O ı Öşür (yâni onun balının onda birini zekât olarak) öde, buyurdu. Ben :

Yâ Resûlallahl Benim için arılarımı muhafaza buyur, dedim. O da benim İçin arılarımı muhafaza buyurdu."

Not: Zevftid'de şöyle denilmiştir : R&vi Süleyman bin Musa'nın Ebû Seyya­re (R.A.)'ın zamanına yetişmediğini Ibn-i Ebl Hatim babası Ebû Hatim'den nak­len söylemiştir. Bu sebeple hadis mûrseldir. Tirmizt de el-llel'de bu hadisin ar­kasında anlattığına göre Buh&r! bu hadisin mürsel olduğunu söylemiştir. Tirmlzİ daha sonra : Süleyman bin Musa sahâbüerden hiç bir kimseye ulaşmamıştır, de­miştir.

tbn-i M&ceh yanında bundan başka Ebû Seyyare < R.A.) hadîsi yoktur. Kütub-İ Sitte'nin diğerlerinde onun hiç bir hadisi yoktur.



1824) Abdullah bin Amr (bin el-Âs) (Radtyallâhü anhümâ)'dan riva­yet edildiğine göre:

Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)in baldan öşür aldığım rivayet etmiştir." [82]



İzahı





Notta belirtildiği gibi Zevâid türünden olan Ebû Seyyâ-r e' nin hadisini A h m e d de rivayet etmiştir. Ancak Süley­man, Ebü Seyyare (Radıyallâhü anh) 'a ulaşmadığı için senedde inkıta vardır. Bu nedenle İbn-i Abdi'1-Berr: Bu hadîs balın zekâta tâbi olduğuna delil olamaz, demiştir.

Abdullah (Radıyallâhü anh) in hadisini E b û D â v û d ve N e s â î uzun bir metin hâlinde rivayet etmişlerdir.

Bu iki hadîs balın onda birisinin zekât olarak çıkarılmasına de lâlet ederler. Bu konuda başka hadisler de vardır.

El-Menhel yazarı balın zekâta tâbi olup olmaması hakkmdaki âlimlerin görüşlerini özetle şöyle nakleder:

Abdullah bin Amr bin el-Âs (Radıyatlâhü anh'ın Ebû Dâvüd ve Nesai tarafından rivayet edilen hadîsine dayanan Ebû Hani f e, Ahmed ve İshak, balda öşürün vâcipliğine hükmetmişlerdir. T i r m i z i bu kavli ilim ehlinin ekserisinden nakletmiştir. Bu hüküm, Ömer, İ b n - İ Abbâs, Ömer bin Abdilaziz, Ebû Yûsuf ve Muhammed' den de rivayet olunmuştur. Ebû Hanife'ye göre arâzi-yi öşiriyede elde edilen az veya çok bal zekâta tâbidir. Ebû Yûsuf'a göre balın değerinin, hububattan en ucuz mad­denin nisab miktarının değerine erişmesi şarttır. Diğer bir kavle gö­re balın en az 500 Irak Rıtıhna ulaşması gerekir.[83]

Muhammed'e göre bal miktarı 180 Irak rıtılına ula­şınca öşürü verilir. Daha az ise öşür verilmez.

Mâlik, Şafiî, tbn-i Ebi Leylâ, Îbnü'l'-Münzir ve S e v r î ' ye göre bal az olsun çok olsun Öşüre tâbi arazide ol­sun, başka çeşit arazîde olsun zekâta tâbi değildir. İbn-i Ömer ile Ömer bin A b d i 1 a z i z' in kavli de budur. Ali' den de bu kavil rivayet edilmiştir, tbn-i Abdi'1-Berr, bu kav­lin cumhurun görüşü olduğunu söylemiştir. Bu görüşteki âlimler : Bal. hayvan mahsûlü sıvı bir maddedir. Bu İtibarla hayvan sütüne ben­zer, demiştir. Bunların bir delili de M â 1 i k ' in Abdullah bin Ebi Bekir bin Hazm' dan rivayet ettiği şu eserdir: Babam M i n a ' da iken, kendisine Ömer bin Abdilaziz" den yazılı bir talimat geldi. Bu talimatta ne baldan ne de atlardan zekât almaması emredilmişti. Diğer bir delîl de Abdürrezzâk ve İbn-i Ebi Şeybe' nin sahîh bir sened ile î b n - i Ömer'in mevlâsı Nâf i' den rivayet ettikleri şu eserdir :

Nâfi (Radıyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir.

"Ömer bin Abdilaziz (Radıyallâhü anh) beni Ye men e amil ola­rak gönderdi. Ben orada baldan öşür almak istedim. El-Muğîre bin Hakim es-San'âni (Radıyallâhü anh) : Balda zekât yoktur, dedi. Bu­nun üzerine ben durumu Ömer bin Abdilaziz'e yazdım. Ömer bin Abdilaziz verdiği cevapta: El-Muğîre doğru söylemiş, güvenilir bir zâttır. Balda zekât yoktur" demiştir.

Baldan öşür alındığına dâir Hilâl (Radıyallâhü anh)'in ve başkalarının hadislerine cevaben şöyle demişlerdir:

Bal sahipleri, bal arılarının bulunduğu mıntıkanın onlara tahsis edilmesini ve korunmasını istemişler. Bu istekleri kabul edilmiş ve buna karşılık bal sahipleri öşür miktarı bağış yapmışlardır. Bu grup­taki âlimlerin bu yoruma mesned olarak gösterdikleri delîl Abdür-rezzak'ın İbn-i Cüreyc aracılığı ile Salih bin Dinar' dan rivayet ettiği bir hadîstir."

(El-Menhel müellifi bu hadîsi ve başka bilgileri sunmuştur. Onla­rı aktarmaya lüzum görmüyorum.)

El-Menhel yazarı daha sonra şöyle der:

Balda zekât olduğuna dâir hadisler söz götürür durumdadır. Bu­nun için İbnü'l-Münzir: Balda zekâtın vücubuna dâir sabit bir hadîs yoktur. İcmâ da yoktur. Şu halde onda zekât yoktur, de­miştir. Buharı de Tarih'de : Balın zekâtı hakkında sahih bir ha­dis yoktur, demiştir. T i r m i z i de: Bal zekâtı hakkında sahih bir şey yok, demiştir. [84]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




ZEKAT BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: ZEKAT BÖLÜMÜ   ZEKAT BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:23 am

21- Fıtır Sadakası Babı





1825) (Abdullah) bin Ömer Radtyatlâhü a»*wmâ)'dan; Şöyle de&shy;miştir :

Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fıtır zekâtını bir sâ ku&shy;ru hurma veya bir sâ arpa olarak emir buyurdu.

Abdullah (bin Ömer) demiştir ki -. Sonra halk iki müd buğdayı buna muâdil (denk) eyledi."



1826) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hür veya köle erkek ve&shy;ya kadın her müslümana fıtır sadakasını bir sâ arpa veya bir sâ ku&shy;ru hurma olarak farz kıldı." [85]



İzahı





î b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) 'm ilk hadîsini B u h â r i ve Müslim -aynı metinle, Tirmizi ve Ebû Dâvûd ile N e s a i mânâyı etkilemeyen benzer lâfızlarla rivayet etmiş&shy;lerdir.

Onun ikinci hadîsini Kütüb-i Sitte sahipleri Ahmed ve Dâ-r e k u t n i rivayet etmişlerdir.

Hadislerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım :

Fıtır: Oruç açmaktır. Ramazan orucu Şevvâl'm ilk günü bırakılıp iftar edildiği için o güne yâni Ramazan bay&shy;ramının ilk gününe Fıtır günü ismi verilmiştir. Bu güne bu ismin ta&shy;kılması tslâmidir. Câhiliyyet devrinde yoktu. Keza Ramazan ayı orucunun sona ermesiyle fıtır sadakasını ödemek vacip veya farz olduğu için bu sadakaya Fıtır Sadakası ve Fıür Zekâtı ismi takılmıştır. Bu sadakaya Ramazan Zekâtı ve Oruç Zekâtı da denilir. Bu sadaka hicretin ikinci yılı Ramazan bayramından iki gün önce meş&shy;ru kılınmıştır.

Sâ: Bir hacim ölçüsüdür ve belirli bir ölçektir. Bunun dörtte bi&shy;risine Müd denir.

Müd ve Sâ miktarı hakkındaki âlimlerin ihtilâfını el-Menhel ya&shy;zarı "Fıtır sadakası ne miktar olarak ödenir" babında genişçe anlat&shy;mıştır, özeti şudur:

Müd miktarı hakkında ihtilâf vardır. Şöyle ki:

1. I m a m E b û Hanife, Muhammed ve Irak Fıkıhçılarına göre bir müd, iki Irak rıtılıdır. Bir sâ da sekiz rı-tıldır. I rak'ın bir rıtılı Hanefi âlimlere ve Şâfiîler'-den R a f i i' ye göre 128 dirhem-i örfîdir.[86]

2. îmam Mâlik, Şafii, Ebû Yûsuf. Ahm-ed ve Hicaz Fıkıhçılarına göre bir müd, I r a k' in 1 1/3 ntıldir. Bir sâ da 5 1/3 rıtıldır. Irak'ın1 bir rıtılı, Ş â f i î I e r' den N e -vevî ve Hanbelîler'e göre 128 4/7 dirhem-i örfîdir. M a -1 i k i 1 e r' e göre ise 128 dirhem-i örfidir.

Yukarıdaki ihtilâf zahirî bir ihtilâf olup temele dayanmaz. Çün&shy;kü : Bir Sâ, 5 1/3 ntıİdır,' diyenler Sâ ölçeğinin alabildiği kuru hur&shy;ma ve arpayı dik kata almışlardır. 'Bir Sâ, 3 ntıldır' diyenler ise bu hacım ölçüsünün alabildiği su miktarına itibar etmişlerdir. Şu hal&shy;de Müd ve Sâ miktarı hususunda esaslı bir ihtilâf yoktur.

El-Menhel yazarı 1794 nolu hadîs bahsinde anlattığım gibi bir dirhem-i örfî'yi 3.12 gram olarak hesaplamıştır. Bu hesaba göre Fı-kıhçıların rıtıl, müd ve sâ hakkındaki ihtilâfları esasa dayalı bir ih&shy;tilâf olarak kabul ettiğimiz takdirde bunların gram tutarı şöyledir:

1. H a n e f î 1 e r ile Şâfiîler' den R a f i İ * ye göre I r a k' in bir rıtılı 130 dirhemdir. Bir dirhemde 3.12 gram olduğu&shy;na göre bir rıtıl 405,6 gramdır. Bir sâ 8 rıtıl olduğuna göre bir sâ = 8 x 405,6 = 3244,8 gram.

2. Hanbeliler ile Şâfiîler' den N e v e v î' ye gö&shy;re I r a k' in bir rıtılı 128 4/7 dirhemdir. Buna göre bir rıtıl 401,14 gramdır. Bir sâ da 5 1/3 rıtıl olduğuna göre bir sâ = 5 1/3 X 401,14 = 2139,42 gram.

3. Mâlikîler'e göre Irak'ın bir rıtılı 128 dirhemdir. Buna göre bir ritıl 399,36 gramdır. Yine bir sâ 5 1/3 rıtıl olduğu için bir sâ = 399,36 X 5 1/3 = 2129,92 gram.

Bir sâ'ın dört müd olduğunda âlimler müttefiktir. Bu itibarla bir sâ'ın gram tutarını 4 sayısına böldüğümüz zaman müd miktarını buluruz.

RıUl, sâ ve 60 sâ tutan olan Vesk ölçekleri hakkında 1794 nolu hadis bahsinde daha geniş bilgi verilmiştir.

Bu bâbtaki hadîslerin bir kısmında Resul-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in fıtır sadakasını ödemeyi emrettiği, bir kısmında ise farz kıldığı bildirilmiştir. Emir ifâdesinden maksat mendupluk em&shy;ri değil, vâciblik emridir. İbâdetleri farz kılan Allah Teâlâ'dır. Pey&shy;gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunu tebliğ ettiği için Peygam&shy;ber, farz kıldı, denilebilir. [87]



Fıtır Sadakasının Hükmü





1. Cumhur1 a göre fıtır sadakası zekât gibi farz olan bir sada&shy;kadır. Bunlara göre farz ile vâcib ayni şeydir. Kafi veya zanni bir delîl ile yapılması kesinlikle istenen şeye farz ve vâcib denilir. Cum&shy;hurun görüşüne göre ilk hadîsteki emir vâciplik içindir. İkinci ha&shy;dîsteki farziyyet ifâdesi de farz kılmak anlamındadır.

2. Hanef iler, farz ve vacibin ayrı ayrı şeyler olduğunu söylemişlerdir. Bunlara göre, sübûtu ve delâleti kafS olan bir delîl ile sabit olan ibâdetlere farz, sübûtu veya delâleti zanni olan bir de-lîle dayanan ibâdetlere vâcib denilir.

Hanef iler'e göre fıtır sadakası vâcib tir. Çünkü âhâd ha&shy;disi ile sabittir., Âhâd hadîsi zanni delildir. Bunlara göre ikinci ha&shy;dîsteki farziyeti ifâdesinin mânâsı takdir ve tâyin etmektir. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Fıtır sadakasının miktarı&shy;nı bir sâ kuru hurma veya arpa olarak takdir ve tâyin etmiştir.

3. M â Ii k i 1 e r' den Eşheb, Şafii ler' den İbnü'l-Lebbân ve Zahiriye mezhebinden bir grup, son hadisteki farziyet ifâdesini lügattaki asıl mânâsı olan takdir ile yorumlayarak fıtır sadakasının sünnet olduğunu söylemişler ise de bu görüş ilk ha dişteki emir ifâdesi ile reddedilmiştir.

4. tbn-i Aliyye ile Ebû Bekir bin Keysân e 1 - A s a m m ' a göre fıtır sadakası ilk zamanlarda farz idi. Son-rf malın zekâtı farz kılınmakla fıtır sadakasının farziyeti neshedilmiş-lit Bunların delili ise Kays bin Sâd (Radıyallahü anh)'ın 1828 nolu hadisidir. Lâkin o hadîste fıtır sadakasının neshedildiğine dâir bir delil yoktur. Bununla ilgili gerekli bilgi o hadisin izahı bölü&shy;münde verilecektir.

îki hadisten fıtır sadakasının kuru hurmadan veya arpadan ve&shy;rilebildiği ve bu iki maddeden fıtır sadakası miktarının bir sâ olduğu anlaşılıyor. İlk hadîste ayrıca yarım sâ buğdayın Sahâbiler ta&shy;rafından bir sâ kuru hurmaya veya bir sâ arpaya denk tutulduğu be&shy;lirtilmiştir. Bu hususlardaki geniş bilgi 1829 nolu hadisin izahı bölü&shy;münde verilecektir.

İkinci hadis, fıtır sadakasının hür olsun, köle olsun her müslü-man erkek ve kadın için gerekli olduğuna delâlet eder.

Hadisin :ifâdesinin zahirine göre fıtır sada&shy;kası her hür ve köleye gerekir Yâni kölenin kendisine farzdır, veya vâcibtir. Dâvûd-i Zahirî böyle yorumlamış ve kölenin efen&shy;disi kölenin farz olan ibâdetlerini ifâ etmesine imkân ve fırsat ver&shy;diği gibi fıtır sadakasını kazanması için de onun çalışmasına müsâa&shy;de etmek durumundadır, demiştir,

Cumhur'a göre kölenin fıtır sadakası kendisine değil, efendisine vacip veya farzdır. Çünkü Kütüb-i Sitte'nin tümünde rivayet edilen Ebü Hüreyre (Radıyallahü anhJ'ın bir hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

= «Kölenin fıtır sadakasından başka, ne kölesi için ne de atı için müslümanın boynunda hiç bir zekât yoktur» buyurmuştur.

Cumhur'a göre; ifâdesinin mânâsı «Her hür ve köle için» şeklindedir.

Hadisin; = «Erkek veya kadın» ifâdesinin zahirine göre kadın evli bile olsa fıtır sadakası kendisine vacip veya farzdır. Ebü Hanife, Onun arkadaşları, Sevri ve İbnü'l-M ü n z i r böyle hükmetmişlerdir.

Mâliki, Şafii, el-Leys ve Ahmed'e göre evli kadının fıtır sadakası kendisine değil kocasına farzdır.

Hadis, fıtır sadakasının vâcipliği için müslümanlığın şart oldu&shy;ğuna ve müslüman olmayana vacip olmadığına delâlet eder. Şu hal&shy;de kâfir bir kimse fıtır sadakası ödemez.

Müslüman bir köle için kâfir efendisinin fıtır ödemekle mükel&shy;lef olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır. îlim ehlinin ekserisine göre mükellef değildir. Ahmed'e göre mükelleftir. Şafiî-ler' den de böyle rivayet edilmiştir.

Keza, kâfir bir köle için müslüman efendisinin fıtır ödemekle mükellef olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır. Cumhûr'a göre mü&shy;kellef değildir. Hanefî âlimler ile Atâ, Sevrl, lbnü'l-Mübarek, Nahaİ ve îshak'a göre mükelleftir.



1827) İbn-i Abbâs (Radıyallâkü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oruçluyu (işlediği) fay&shy;dasız söz ve fiillerden ve çirkin, ölçüsüz lâflar (in pisliğin) den temiz&shy;leyici ve fakirlere yiyecek olmak üzere fıtır zekâtını farz kıldı. Artık kim bunu bayram namazından önce öderse, o, makkftbir zekâttır. Kim bunu bayram namazından sonra öderse o, sadakalardan birisidir." [88]



İzahı





Ebû Dâvûd, Hâkim ve Dârekutni de bunu rivayet etmiştir. Bu hadis de fıtır sadakasının vâcipliğine - farziyetine delâlet eder. Ayrıca fıtır sadakasının oruçluyu, oruçluluk esnasında işlediği faydasız fiil ve sözlerin ve çirkin lâfların pisliğinden arındır&shy;dığına delâlet eder.

Lağıv s Din veya dünya yönünden sahibine hiç bir yarar sağla&shy;mayan söz ve fiildir.

Fuhuş: Aşın ve çirkin sözlerdir. Burada bu mânâ kastedilmiştir. Bu kelime cinsel münâsebet anlamında da kullanılır. Fakat bu mânâ mürad değildir .İyilikler kötülükleri giderici olduğu için fıtır sada&shy;kası bu kusurları giderir, İşte hadis fıtır sadakasının meşruiyetindeki hikmetlerden birisinin bu olduğunu, diğer bir hikmetinin de bu sadakanın fakir için bir yiyecek maddesi olmasıdır. Böyle mübarek bayram günü fakirin hiç olmasa bir günlük nafakası temin edilmiş olur.

Hasan-ı Basri bu hadisin zahirini tutarak 'Fıtır sadaka&shy;sı, oruç tutması farz olanlara mahsustur. Henüz ergenlik çağına* var&shy;mamış olan küçük yaştakiler için fıtır sadakası gerekmez. Çünkü oruç tutması gerekli olmadığı için, oruçlu iken işlediği bir takım ku&shy;surların bu sadaka ile temizlenmesi de söz konusu değildir, demiştir. Fakat ilim ehlinin ekserisi:

Hayır, küçük yaştakiler için de bu sadakanın çıkarılması gerek&shy;lidir. Çünkü, bu sadakanın iki hikmeti vardır: Birisi kusurlardan arın&shy;dırmak, diğeri ise fakirlerin nafakasını karşılamaktır. İkinci hikme&shy;tin mevcudiyeti kâfidir. Buharı, Nesaî, Ebü Dâvûd ve başkalarının t bn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'dan yaptık&shy;ları bir rivayette:= «... ve küçük ve büyük» ziyade&shy;sinin bulunması küçük yaştakiler için de bu sadakanın verilmesinin gerekliliğine delâlet eder, demişlerdir.

Hadîsin: «Kim bunu bayram namazından önce Öderse...» fıkra&shy;sından maksad şudur: Bayram namazından önce ödenen fıtır sada&shy;kası, sevabı tam ve mükemmel olarak Allah katında makbul olan bir zekâttır. Bayram namazından sonra verilen fıtır sadakası ise şâir zamanlarda verilen sadakalar gibidir. Şu halde bunun sevabı namaz&shy;dan önce ödenenin sevabından azdır.

Bu fıkra, bayram namazından sonra ödenen fıtır sadakasının ka&shy;bul olmayacağına delâlet etmez. Bunun da geçerliliği hakkında üm&shy;metin icmâı vardır.

Âlimler, fıtır sadakasının bayram namazından önce çıkarılması&shy;nın faziletçe üstünlüğü hususunda müttefiktirler. Fakat vacip olma&shy;sı zamanı hususunda ihtilâf etmişlerdir. El-Menhel yazarı bu ihtilâfı anlatmıştır. Özeti şudur:

1. Ebû Hanîfe, El-Leys ve bir rivayete göre Mâ&shy;lik: Fıtır sadakası bayram günü şafakın doğması ile vacip olur, de&shy;mişlerdir.

2. Sevrî, Ahmed, Şafii ve İshak'a göre fıtır sadakası R a m a-z a n ayının son günü güneşin batması ile va&shy;cip olur. Mâlik' ten gelen bir rivayet de böyledir.

Bu itibarla Ramazan ayının son günü güneş battıktan sonra ve henüz şafak doğmamış iken doğan bir çocuk için birinci gruba göre fıtır sadakasını çıkarmak vaciptir. Diğer gruba göre va&shy;cip değildir.

Bu sadakayı bayramdan bir iki gün önce vermenin câizliği husu&shy;sunda Ashab-ı Kiram (Radıyallâhü anhüm)'ün icmâı vardır. Daha da önce vermenin hükmüne gelince :

Hanef iler'e göre her hangi bir süre ile sınırlamak kay&shy;dı olmaksızın önceden verilebilir.

Ş â f i i' ye göre Ramazan'in ilk gününden itibaren ver&shy;mek caizdir.

Mâlik, Kerhi ve meşhur kavle göre H a n b e 1 i 1 e r : Bayramdan azami iki gün önce vermek caizdir. Daha erken vermek caiz değildir, demişlerdir.

Başka görüşler de vardır. Onları aktarmaya lüzum görmedim. Fıtır sadakasını bayram namazından sonra ve aynı gün verme&shy;nin hükmüne gelince.

Hanef iler'e göre caizdir, bunda bir kerahet yoktur.

Şâfiiler, Hanbeliler, Ata, İshak ve bir kavle göre M â 1 i k i I e r : Caizdir ama bunda kerahet vardır, demişlerdir. M â 1 i k i 1 e r' in meşhur kavline göre efdal olan bı&shy;rakmamaktır.

Bu sadakayı bayramın ikinci gününe kadar tehir etmek ise dört mezhep âlimlerine ve diğer âlimlerin ekserisine göre haramdır. Kaza edilmesi gerekir. Yalnız H a n e f i 1 e r' den Hasan bin Z i -yad ve Dâvûd-i Zahiri'ye göre kaza edilmesi mümkün değildir.



1828) Kays bin Sa'd [89] (bin Ubâde) (Radıyatlâkü anhümâjdan; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) zekât (emri) İndirilme&shy;den önce bize fıtır sadakasını vermemizi emretti. Sonra zekât (emri) inince bize (fıtır sadakası ile) ne emretti, ne de bizi (bu sadakayı vermekten) menetti. Biz bu sadakayı veriyoruz. (Veya biz ise yine bu sadakayı verirdik.)" [90]



İzahı





Nesai ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir.

Hadîsin zahirine göre, zekât âyeti inince fıtır sadakasını ver&shy;mek emri kalktı ve bir hayır işi durumuna geldi. İbn-i Aliyye ve Ebû Bekir bin Keysânel-Asamm'ın bu ha&shy;dîsin zahirine bakarak : Fıtır sadakası ilk zamanlarda vacip idi. Son&shy;ra mal zekâtının farz kılınmasıyla fıtır sadakasının vâcipliği neshe-dildi, demişlerdir. Fakat bu hadîste fıtır sadakasının neshedildiğine delâlet eden bir delil yoktur. Çünkü daha önce verilmiş olan emir ile yetinilmiş olması muhtemeldir. Keza bir farzın inişi, başka bir farzın neshini gerektirmez.

Hattâbi: Kays (Radıyallâhü anhi'ın bu hadîsi, fıtır sa&shy;dakasının vâcipliğinin kaldırıldığına delâlet etmez. Çünkü bir ibâdet nevinden artış yapmak onun artıştan öncekinin iptalini gerektirmez. Kaldı ki fıtır zekâtı ile diğer zekâtlar ayrı ayrı şeylerdir. Çünkü fı&shy;tır zekâtı şahsın bedenine âit zekâttır. Diğer zekât şahsın malına âit zekâttır. Diğer bir husus da şudur: Fıtır zekâtı oruçluyu bâzı kusur lardan temizleyici kılınmıştır. Bu arındırma hizmetine binâen oruç&shy;luya vacip olması gerekir. Zira tüm oruçlular arınmaya muhtaçtır. Fıtır sadakasının hikmetindeki ortaklık onun hükmü olan vâciplikte de ortaklığı gerektirir, demiştir.

Fıtır sadakası yukarda da anlattığım gibi hicretin ikinci yılı R a -m a z a n bayramından iki gün önce vacip olmuştur. Mâlî zekât da aynı yıl, fakat, fıtır sadakasından sonra farz kılınmıştır.



1829) Ebû Saîd-i Hudrî (Radtyattâhü anh)'den\ Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda olduğu za&shy;man (yâni hayatta iken) biz fıtır zekâtını yiyecek maddesinden bir sâ olarak çıkarırdık. (Çıkarılan yiyecek maddesi şunlardıSmile Kuru hur&shy;madan bir sâ, arpadan bir sâ, keşkten bir sâ, kuru üzümden bir sâ. (Halîfe) Muâviye (Radıyallâhü anh) yanımıza Medîne-i Münevve-re*ye gelinceye kadar biz devamlı böyle yapardık. Muâviye'nin (Medi&shy;ne'de) halka söylediği şeyler arasında şu sözü de vardı: Ben Şam'ın buğdayından iki müddü (yâni yarım sâı) ancak bu yiyeceğin bir saına eşit olarak sanırım.

Artık halk onun bu sözünü tuttu.

Ebû Said demiştir ki: Ben yaşayacağım sürece fıtır sadakamı Re&shy;sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hayatta iken çıkardığım gi&shy;bi (bir sâ olarak) çıkarmaya devam edeceğim." [91]



İzahı





Bu hadîsi KütÜb-i Sitte sahipleri, Ahmed, -Dârekutni, Tahavî ve İbn-i Huzeyme rivayet etmişlerdir.

Ebû Saîd (Radıyallâhü anh)'in: "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) aramızda iken" sözü, onların fıtır sadakası olarak çıkardıkları yiyecek maddesinin nevinden ve çıkarılan miktardan efendimizin haberdar olduğuna ve buna karşı çıkmadığına işarettir. Bu itibarla hadîs merfu' hükmündedir.

Hadîste geçen : "Taam" kelimesinin asıJ mânâsı en-Nihâye'de belirtildiği gibi, zahire türünden olan buğday, arpa, kuru hurma ve diğer gıda maddelerinin tümünü kapsar. Böyle yorumlanınca zahi&shy;renin her çeşidinden fıtır sadakasını .çıkarmanın câizliği hükmü çjka-rıhr. Kuru hurma, arpa, keşk ve kuru üzüm o dönemde yaygın za&shy;hire maddelerini teşkil ettiği için bunlar ismen anılmıştır.

Bâzı âlimler hadîsteki "Taam" ile buğdayın kasdedildiğini söy&shy;leyerek : Hadîste keşk, kuru hurma, kuru üzüm ve arpa zikredilmiş&shy;tir. Bu maddeler onların o gün için zahireleri idi. Hadiste buğday zikredilmemiştir. Halbuki buğday onların en kıymetli ve en üstün zahiresi idi. Eğer hadisteki "Taam" ile buğday kastedilmemiş olsaydı, buğday da ismen zikredilirdi, demişlerdir. H a t t â b î bu kavli naklettikten sonra: Arap dilinde "Taam" kelimesi kayıtsız olarak kul&shy;lanıldığı zaman buğday mânâsını ifâde eder. Nitekim Araplar 'Taam çarşısına git' dedikleri zaman buğday pazarına git, mânâsı anlaşılır, demiştir.

Bu yoruma göre 'Taam* kelimesiyle buğday kastedilmiş olur.

El-Fetih yazarı: Ibnü'1-Münz ir bu kavli reddederek demiştir ki: Bâzı arkadaşlarımız E b û Saîd (Radıyallâhü anh)'m hadisindeki "Taamdan bir sâ" ifâdesini 'Fıtır sadakasının buğdaydan bir sâ olarak çıkarılır' diyenler için delil saymışlardır. Fakat delil olamaz. Çünkü Ebû Saîd (Radıyallâhü anh) fıtır sadakasını yiyecek maddesinden çıkardıklarını önce mücmel olarak 'Taam' kelimesi ile ifâde etmiş, sonra bunları açıklamıştır. Zira B u -h â r î' deki E b ü S a î d ' in hadîsi şöyledir :

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken biz fıtır günü (Ramazan bayramı günü) taamdan bir sâ çıkarırdık. Ebû Saîd demiştir ki: Bizim taamımız arpa, kuru üzüm, keşk ve kuru hurma idi." diye bilgi vermiştir.

Sübülü's-Selâm yazarı da 'Taam' kelimesinin buğday mânâsına yorumlanmasının sıhhatli bir şey olmadığını söylemiştir.

El-Menhel yazarı yukardaki nakilleri yaptıktan sonra : Hadîste&shy;ki Taam kelimesinin umumî mânâda kullanıldığı açıktır. Özellikle T a h â v i' nin rivâyetindeki şu ifâde buğdayın o gün için M e d i -ne-i Münevvere halkının zahiresinden olmadığına delâlet eder.

"Muâviye (Radıyallâhü anh) Medine'ye gelince ve Şam buğdayı da gelince, Muâviye t Bunun bir müddünün iki müdde eşit olduğunu sanıyorum dedi..."

Hadis, kuru hurma, kuru üzüm, arpa ve keşk'ten bir sâ fıtır sa&shy;dakasını çıkarmanın câizliğine delâlet eder.

Keşk, diye terceme ettiğim "Ekît" kelimesini el-Menhel yazarı: Kaymağı alınmadan kurutulan yoğurttur, buna keşk denilir, diye ta&shy;rif etmiştir.

E I - A y n i de : Ekit, süzülüp taş gibi katılaştırılan yoğurttur. Bununla yemek pişirilir, demiştir.

Keşkten fıtır sadakasını çıkarmanın caiz olup olmadığı hususun&shy;da ihtilâf vardır. Hadisin zahirine göre caizdir. Mâlik bununla hükmetmiştir.

H a n e f î 1 e r : Eğer keşk değer İtibariyle fıtır sadakasının değerine denk olursa câi/dir. Değeri buğday, arpa gibi fıtır sada&shy;kası olarak verilen maddenin değerinden düşük ise caiz değildir. Çünkü keşkten fıtır sadakasının çikarıla±>ildiğine dâir güvenilir bir yolla sabit olan bir nass yoktur. Hakkında nass olmayan bir madde, ancak değeri itibari ile fıtır sadakasının değerine muâdil ise caizdir. Aksi takdirde caiz ve kâfi değildir, ancak fıtır sadakasının değerine denk oluncaya kadar miktarı çoğaltılırsa olur, demişlerdir.

Şafii: Ben keşkten fıtır sadakasını çıkarmayı sevmem. Eğer bundan bir sâ çıkarılırsa, çıkaranın tekrar fıtır sadakasını ödemekle mükellef tutulup tutulmıyacağı hususunda bir hüküm veremiyorum, demiştir.

Hadiste işaret edildiği gibi Halîfe M u â v i y e (Radıyallâhü anh) Medİne-i Münevvere'ye gittiğinde, M e d i n e 1 i -1 e r ' le yaptığı görüşme esnasında söylediği sözler arasında, Şam buğdayından yarım sâ'ın Medine' deki bir sâ yiyeceğe eşit olduğunu sandığını söylemiş ve M e d i n e 1 i' ler de onun bu sözünü tutmuşlardır. Fakat E b û S a i d {Radıyallâhü anh) bu görüşe katılmayarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) za&shy;manında çıkardığı gibi, yine bir sâ olarak çıkarmaya devam etmiştir.

El-Menhel yazarı : Yarım sâ buğdayın Medine-i Münev&shy;vere' nin arpa, kuru üzüm, kuru hurma ve keşkten bir sâ'a muâ&shy;dil olması M u â v i y e (Radıyallâhü anh)'in bir içtihadıdır. Fı&shy;tır sadakasının buğdaydan yarım sâ olduğuna hükmeden âlimler bu hadisi delil göstermişlerdir.

Şöyle bir İtiraz hatıra gelebilir: Bu görüş bir sahâbinin sözüdür. Bu sahâbiden daha çok sürece Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem) ile sohbette bulunmuş ve O'nun hâlini daha iyi bilmiş olan E b û S a i d (Radıyallâhü anh) bu görüşe muhalefet etmiştir. Şu halde O sahâbînin sö/,ü niçin delil sayılmıştır?

Buna cevaben: Hadîste E b û S a i d iRudıyallahü anh) in da dediği gibi Medine' deki halk Mu â v i y e (Radıyallâhü anh)'in bu sözünü tutmuşlardır. Tutanların arasında sahâbiler de vardı. O halde bu söz üzerinde icmâ oluşmuştur. E b û S a î d (Radıyallâhü anh)'in muhalefeti icmâa zarar vermez. Çünkü E b û S aîd kendi uygulamasını beyan etmiştir. Onun uygulayışı, bu&shy;nun mecburî ve vacip olduğunu ifâde etmez. Üstelik E b û S a i d (Radıyallâhü anh) Fıtır sadakasını arpa, kuru üzüm. kuru hurma ve keşkten bir sâ olarak çıkarmaya devam etmiştir. Buğdaydan ne bir sâ, ne de yarım sâ olarak çıkardığı sabit değildir. Fakat buğday&shy;dan yarım sâ olarak çıkarmanın E b û S a î d (Radıyallehü anh) tarafından tasvip edilmediği anlaşılıyor. [92]



Hangi Yiyecek Maddelerinden Ne Kadar Fıtıb Sadakasının Çıkarılacağı Hususunda Âlimlerin Görüşleri





1. E b û H a n i f e ile arkadaşları ve Zeyd bin Ali; Fıtır sadakası buğdaydan yarım sâ ve arpa, kuru üzüm, kuru hur&shy;madan ise bir sâ vermek yeter, demişlerdir. Bu görüş, E b û Be&shy;kir, Ömer, Osman, Ali, Ebû Hüreyre, Câbir bin Abdi! 1 ah, İbn-i Abbâs ve İbn-i Zübeyr (Radıyallâhü anhüm)ün kavlidir. Bunların delili Ebû Saîd-i H u d r i (Radıyallâhü anh)'m hadîsi ve benzen hadîslerdir.

2. Mâlik, Şafii, Ahmed'in arkadaşları, tshak ve Hasanı Basrî'ye göre anılan yiyecek maddelerinden en az bir sâ vermek gerekir. Buğday da böyledir. Bundan yarım sâ vermek kâfi değildir. Ebû Sâid-i Hudrî, Ebu'l-Âliye ve Câbir bin Zeyd (Radıyallâhü anhümî ün kavli budur.

El-Menhel yazarı bu görüşleri naklettikten sonra: Kuvvetli görüş ilk grubunkidir. Çünkü sahâbîler ve tabiîler Muâ'viye (Radı&shy;yallâhü anh) devrinde buğdaydan yarım sâ'ın kâfi olduğu hususun&shy;da ittifak etmişlerdir. Ve buğdaydan bir sâ vermenin gerekliliğini açıkça belirten sahih bir hadîs yoktur, demiştir. [93]



Buğday Ve Arpa Unundan Fıtır Sadakası Verilir Mi ?





l. Hanefiler ile A h m e d e göre verilebilir. Hane filer'e göre buğday unundan yarım sâ, arpa unundan bir sâ ver&shy;mek lâzımdır. Ahmed'e göre buğday unundan da en az bir sâ ver&shy;mek gerekir.

2. Mâlik, Onun arkadaşları, Ş â f i i 1 e r ve âlimlerin ek&shy;serisi undan fıtır sadakasının verilemiyeceğini, çünkü sahih hadîs&shy;lerde unun zikredilmediğini ve unun zikredildiği hadîslerin delil ol&shy;maya elverişli olmadığını söylemişlerdir.

Hadislerin zahirine göre mükellef fıtır sadakasını çıkarırken bu maddelerden istediğini tercih edebilir. Seçtiği maddenin, o yerde ikâ&shy;met eden halkın zahiresinin çoğunu teşkil etmesi şart değildir. O yer&shy;de en az kullanılan zahireden de olsa verilebilir. Bu husustaki âlim&shy;lerin görüşleri şöyledir:

1. Hanefiler'e göre mükellef, buğday arpa, kuru hurma ve kuru üzümden dilediğini seçebilir. Başka maddelerden verebil&shy;mesi için o maddenin çıkaracağı miktarın değerinin anılan dört mad deden hiç olmazsa birisine muâdil olması şarttır.

2. M â 1 i k î 1 e r' e ve Ş â f i î 1 e r' in ekserisine göre mü&shy;kellef, fıtır sadakasını çıkardığı yerde oturan halkın zahiresinin ço&shy;ğunu teşkil eden maddeden çıkarmak zorundadır.

3. Hanbeliler'in sözlerinin zahirine göre mükellef, mev&shy;cut olan bu maddelerden dilediğini seçebilir.

Fıtır sadakası olarak çıkarılacak maddeyi aynen vermek caiz ol&shy;duğu gibi Hanefi âlimlere göre bunun değerini para olarak çı&shy;karmak da caizdir. M â 1 i k î 1 e r' e göre para olarak çıkarıl&shy;ması caiz olmakla beraber mekruhtur. Diğer iki mezhebe mensup âlimler İle başka âlimlerin ekserisine göre para olarak çıkarmak caiz delildir



1830) Resûlullah (Satiallakü Aleyhi ve SeUrmy'm Müezzini Sa'cl (el-Karaz) (RadıyaUâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m), fıtır sadakasını kuru hurmadan bir sâ veya arpadan bir sâ yahut süit (buğdaya benzeyen bir nevî arpa) den bir sâ olarak vermeyi emretti." [94]


İzahı





Müelliften başka kimin bu hadisi S â ' d (RadıyaUâhü anh)'den rivayet ettiğini bilemedim. Ebû Dâvûd, Nesai ve D â -r e k u t n i bunun benzerini Abdullah bin Ömer (Ra&shy;dıyaUâhü anhJ'den rivayet etmişlerdir

Hadîste geçen süit hububattan buğdaya benzer bir zahire türü&shy;nün adıdır. Bâzılarına göre buğdaya benzeyen arpanın bir çeşitinin ismidir. El-Menhel yazarı: Süit bir nevi arpadır, dış kabuğu bulun&shy;madığı için buğdaya benzer. Bir kavle göre buğdayla arpa arasında bulunan ve ikisine de benzer tarafı olan bir hububat çeşididir, de&shy;miştir. [95]



22- Öşür Ve Haraç Babı





1831) Kl-AlıV hin cl-Hadnımi (Rıutıyallâhit unJr)'ı\vn: Şiiyle demişlir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beni Bahreyn'e veya Hecer'e (vali ve âmil olarak) gönderdi. Ben (orada) kardeşler arasın&shy;da (müşterek) olan bahçeye (haraç almak için) giderdim. (Kardeş lerden) birisi müslümanhğ! kabul ederdi. Artık müslüman olan (kar-deşJden öşür, müşrik olan (kardeş)den de haraç alırdım"

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi zayıftır. Çünkü râvilerinden Muğire el-Ezdi ve Muhammed bin Zeyd meçhuldürler Râvi Hayyân el-A'rac'ı İbn-i Muin ve îbn-i Hibb&n sikalardan saymışlar ise de Onun cl-A'.â' bin el Hadrami'den olan rivayetinin mürsel olduğunu el-Mizzi et-Tehzib'te söylemiştir. [96]


İzahı





Zevâid türünden olan bu hadiste geçen öşür ve haraç kelimele&shy;rini açıklayalım :

Savaşla fethedilip mücâhidlere dağıtılan veya fethedilip müslü-manlığı kendi rızaları ile kabul eden yerli halka verilen arâzî'ye, arâ-ziy-i öşüriye denilir. Bu nevî arazinin mülkiyeti, kendilerine tasar&shy;ruf hakkı verilenlere aittir. Bunun mahsulünden onda bir veya yir&shy;mi de bir nisbetinde alınan zekâta da Öşür denilir. Arap yarım ada&shy;sının arazisi bu nevi araziden sayılmıştır

Bir de arâziy-i Haraciye vardır. Bunun mülkiyetinin kimlere âit olduğu ve alınan haracın kira mı, vergi mi olduğu hususunda ihtilâf vardır. Şöyle ki:

1. Hanefi âlimlere göre sulh veya savaş yolu ile fethedilip mülkiyet hakkı yerli veya diğer gayri müslimlere bir vergi karşılı&shy;ğında verilen arâzi'ye araziy-i Haraciye denilir. Alınan vergi maktu bir miktar olabilir veya alınacak mahsullerin belirli bir payı olabilir. Bu vergiye haraç denilir.

2. Ş â f i î 1 e r' e göre, savaşla fethedilip yerli veya diğer gay&shy;ri müslimlere, muayyen bir ücretle dâimi kiraya verilen arâzi'ye arâ&shy;ziy-i Haraciye denilir. Alınan kira bedeline de haraç ismi verilir,

Irak sevâdı ismi verilen bölge arazisi haraciye arazisinden sayılır. Bu bölgenin sınırları Fıkıh kitaplarında beyân edilmiştir. Ş â -f i î 1 e r' e göre bu arazi fethedilince mücâhitler tarafından H a -1 î f e Ömer (Radıyallâhü anh)'in emrine terkedilmiş ve Halîfe tarafından müslümanlar yararına vakfedilmiş olup gayri müslim&shy;lere dâimi kiraya verilmiştir.

Bahreyn. Basra ile Umman arasında ve Basra körfezinin batı sahilinde uzanan bölgedir. Merkezi H e c e r kasa-basıdır. Bu hadisin râvisi el-Alâ bin el-Hadramî (Ra-dıyallâhü anh) tarafından hicretin 6. yılı fethedilmiştir. El-Alâ (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafın&shy;dan bu bölgeye vali ve âmil olarak gönderilmiştir. Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatına kadar bu görevi sürdüren el-Alâ (Radıyallâhü anh) E b û Bekir (Radıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyallâhü anh)'in hilâfetleri dönemlerinde de bu görevde tutulmuş ve nihayet hicretin 14. yılı orada vefat etmiştir.

Hülâsa "da beyân edildiğine göre babasının adı Abdullah bin 1 m â d' dır. Bir kaç hadîsi vardır. Buhârî ile M ü s1 i m onun bir hadîsini ittifakla, beş hadisini de Müslim mün&shy;feriden rivayet etmişlerdir. Râvileri, Ebû Hüreyre (Radıyal&shy;lâhü anh) ile es-Sâib bin Yezid (Radıyallâhü anh)'dır. Ebû Hassan ez-Ziyâdî'nin dediğine göre, el-Alâ (Radıyallâhü anh) Bahreyn valisi iken hicretin 21. yılı vefat et&shy;miştir.

Hâit: Etrafı duvarla çevrili bağ, bahçe ve bostan anlamlarında kullanılır. Başka mânâlarda da kullanılıyor ise de o mânâlar kaste-dilmemiştir. Burada zekâta tâbi mahsul veren bahçe - bostan manan kastedilmiştir. [97]



Hadîsin Fıkıh Yönü





1. Gayri müslimlere verilen araziden haraç almak meşrudur.

2. Haraç alınan araziden ayrıca öşür alınmaz.

3. Müslüman ile gayri müslim arasında müşterek olan bir ara&shy;ziden, müslümanın hissesi için öşür, gayri müslimin hissesi için haraç almak meşrudur.

4. Bir gayri müslim, müslümanlığı kabul edince artık onun ara&shy;zisinden haraç yerine öşür alınır.

5. Müslümanın arazisinden öşür almak meşrudur. [98]


23- Vesk Altmış Sa'dır' Babı





1832) Ebû Saîd(-i Hudrî) (RadtyaUâkü anh)'âen rivayet edildiğine göre:

Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den msrfu olar rak şunu rivayet etmiştir t

«Vesk altmış sa'dır.»"



1833) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ>'dan rivayet edildi&shy;ğine «öre; ResûIuHah (Salladahü Aleyhi ve Srllent) şöyle buyurdu, demiştir : «Vesk altmış sâ'dır.-"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Câbir (R.A.)'m bu hadisinin isnadı za&shy;yıftır. Çünkü âlimler, râvi Muhammed bin Ubeydillah el-Arzemi'nin rivayetini bı&shy;rakmak için ittifak etmişlerdir. Tirmizi hâriç sünen sahipleri bu hadisi Ebû Said-i ıR.A.)'den rivayet etmişlerdir. [99]



İzahı





Ebû Said-i Hudrî (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Ebû Dâvüd ve Dârekutni de rivayet etmişlerdir. Zevâid'in beyâ&shy;nına göre N e s a î de rivayet etmiştir.

Câbir (Radıyallâhü anh)'in hadisi ise notta belirtildiği gibi Zevâid türünden olup isnadı zayıftır.

Sâ': Bir hacım ölçeğidir. Ebû Yûsuf hâriç Hanefi-ler'e ve Şâfiiler1 den R â f iî' ye göre bir sâ I r a k ' in 8 ntılıdır, diğer âlimlere göre I r a k ' m 5 1/3 rıtıhdır.

Gram olarak da şöyledir:

1. Ebû Y ü s u f' tan başka Hanefiler ile Şâfiî-ler' den R â f i i' nin kavillerine göre bir sâ = 3244,8 gram.

2. M â li k i 1 e r' in kavline göre 2129,92 gr.

3. Şâfiiler1 in, Nevevi ve Hanbeliler'in ka&shy;villerine göre 2139,42 gramlık ağırlığa tekabül eder.

Vesk altmış sâ olduğundan bir veskin kaç gram olduğunu anla&shy;mak için yukardaki sayıları 60 sayısına çarpmak kâfidir.

Toprak mahsullerinin nisabının 5 vesk olduğu, bundan az mah&shy;sul için zekât verilmesinin farz olmadığı, Sâ ve Vesk ile beş veskin kaç gram ağırlığında olduğu hususundaki gerekli bilgi 1794 nolu ha&shy;disin izahı bölümünde anlatılmıştı. Bunu tekrarlamaya gerek yok&shy;tur. [100]



24- Yakınlığı Olana Sadaka Vermek Babı





1834) Abdullah (hin Mesudun) karısı Zeyneb [101] (bint-i Abdillah) (litHİıyalitıhu an/ıiinni)\\aıı;Suyle demiştir :

Ben, Resülullah (SallaUnhü Aleyhi ve Sellem) 'e:

— Kocama ve (yakınl.ıniidan) himayem altında bulunan bir kaç yetime verdiğim nafaka benim için sadaka yerine kifayet eder mi? di&shy;ye sordum. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— -Anılan nafakadan dolayı (veya anılan nafakayı veren kadın için) iki ecir vardır: Sadaka ecri ve akrabalık ecri.» buyurdu.

(Müellif demiştir ki) : Bize el-Hasan bin Muhammed bin es-Sa-bah, Ebû Muâviye tarîki ile (mezkûr) Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'dan tahdis ettiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiş ve yukardaki metnin mislini zikretmiştir."



1835) (Peygamber'in muhterem zevcesi) Tmmü Seleme (Rçdtyallâ-kii anfıâ )'dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sadaka vermeyi bize em&shy;retti. Bunun üzerine Abdullah (bin Mes'ûdun) karısı Zeyneb (Radı-yallahü anhümâ)':

Fakir olduğu halde kocama ve bir erkek kardeşimin yetim olan oğlan çocuklarına sadaka vermem benim için sadaka yerine geçer mi? Ben onlara her durumda şöyle şöyle nafaka vermekteyim? diye sordu. (Ravı) demiştir ki. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

•Evet» buyurdu.

Râvi demiştir ki: (Anılan) Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'nın elle&shy;rinden (kazanç getirici) iş gelirdi."

Zevâid'de $°yle denilmiştir : Bu, sahih bir seneddir. Ebû Dâvûd hâriç Kutüb-ı Sıtte sahiplerinin rivayet ettikleri Abdullah bin Mes'ud (R.A Vın hadisi bu hadis için sahih bir şâhiddir. [102]



İzahı





t b n - i M e s " unun karısı Zeyneb ÎRadıyallâhü an-haTnin hadisini Ebû Dâvûd1 dan başka Kütüb-i Sitte sahip&shy;leri rivayet etmişlerdir.

Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'mn hadîsi Zevâid türündendir .

Bu hadislerdeki sadakadan maksat nafile sadaka olabilir. S i n -d i' nin beyânına göre Fıkıhçılann çoğu buradaki sadakayı nâfüe sadaka mânasına yorumlamışlardır. Bu takdirde Zeyneb (Ra-dıyallâhü anhâKnın sorusundan maksadı şudur: Kocama ve akra&shy;bamdan himâyemdeki yetimlerime harcadığım mal nafile sadaka ye&shy;rine geçer mi, nafile sadakanın sevabını alır mıyım?

Hasanı Basrİ, Sevri, Ebû Hanife, Mâlik bir rivayete göre Ahmed ve Hanbeli âlimlerinden Ebû Bekir bu hadislerdeki sadakayı böyle yorumlamışlar. Yâni bun&shy;dan maksat farz olan zekât değil nafile olan sadakadır, demişlerdir. Bunlara göre kadın, kendi malının zekâtını kocasına veremez. Ömer (Radıyallâhü anh)'ın kavlinin de böyle olduğu rivayet edilmiştir.

Hanefi imamlarından Ebû Yûsuf ile Muham-med'ifl bu mes'elede Ebû Hanife'ye muhalefet ederek kadının, zekâtını kocasına verebileceğini söylemişler ise de Ebû H a n î f e' nin kavli bâzı fıkıh kitaplarında tercih edilmiştir.

Şu noktayı da belirteyim : Hanefi mezhebine göre kişi ken&shy;di zekâtını usul ve furûuna, yâni babasına, annesine, bunların baba ve annelerine, kendi çocuklarına ve torunlarına veremez.* Kendi ka&shy;rısına da veremez. Bu hususta bu mezheb âlimleri arasında ihtilâf yoktur. İhtilâf yukarda belirttiğim gibi yalnız kadının kendi zekâtı&shy;nı kocasına vermesi hakkındadır. Mezhep sahibinin kavline göre ve&shy;remez.

Bâzı âlimler Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisindeki sadakayı umumî mânâda yorumlamışlardır. Buna göre kadın kendi kocasına sadaka verebildiği gibi zekâtını da verebilir.

Bir kısım âlimler de bu hadîsteki sadakayı zekât mânâsına yo&shy;rumlamışlardır. Şafii, bir rivayete göre Ahmed, Ebû Sevr, Ebû Ubeyd, Mâlikiler' den Eşheb, Hane&shy;fî 1 e r' den Ebû Yûsuf ileMuhammed ve Zahiri-y e mezhebi âlimleri böyle yorumlamışlar ve bu hadîsi delil göste&shy;rerek kadının fakir olan kocasına zekâtını verebileceğine hükmetmiş&shy;lerdir.

Hadisteki sadaka zekât mânâsına yorumlandığı takdirde Zey&shy;neb (Radıyallâhü anhâ)'nın sorusunun manâsı şudur: Kocama ve himayem altındaki yetim .yakınlarıma verdiğim nafaka benim için zekât yerine geçer mi?

'Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'nın baktığı ve akrabası olan ye&shy;timlerin isimlerinin bilinmediği Kastalâni' den anlaşılıyor.

İlk hadisteki:fiili "İczâ" masdarından alınma olabilir. Bu takdirde mânâsı "kifayet eder mi" demektir.

Kastalâni "Kocaya ve himayedeki yetimlere zekât" babın&shy;da rivayet olunan Z e y n e b {Radıyallâhü anhâ)'nın hadisi bah&shy;sinde şöyle der:

" E 1 - M â z i r i : Bu hadisteki sadakayı zekât mânâsına yorum lamak en açık olanıdır. Çünkü Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ) verdiği nafakanın sadaka için kifayet edip etmediğini sormuştur. Ki&shy;fayet durumu vacip olan sadaka hususunda düşünülür, demiştir.

B u h â r i' nin bu hadîsi rivayet ettiği bâb için kullandığı ifâde de bu yoruma delâlet eder. Lâkin M a z i r i' nin : 'Kifayet ke&shy;limesi ancak vacip olan sadakada kullanılır' sözünden maksadı ki&shy;fayet kelimesinin bundan başka mânâda kullanılmaması ise, bu sö&shy;zü kabule şayan değildir. Çünkü usul âlimleri bu meselede ihtilâf et mislerdir. Onlardan bir cemâat: "İczâ - Kifayet etmek" kelimesi vacip ve mendupiar hakkında kullanılır, demiştir. Diğer bit bu kelimenin vaciplere mahsus olup mendup İçin kullanılmasının ge&shy;rektiğini söylemiştir. Mâziri, Karafî ve Asfahâni ikinci grubun görüşünü desteklemişlerdir. S ü b k i ise bu görü&shy;şü benimsemiyerek fıkıhçıların ifâdeleri farz gibi mendub ibâdetlerin iczâ (= kifayet etmek) ile vasıflanmasını gerektirir.

Kadı I y â z hadîsteki sadakanın nafile sadaka mânâsına yo&shy;rumlanmasına taraftar çıkmış, Nevevi ise bunun böyle yorum&shy;lanmasının gerektiğini söylemiştir.

Hadisteki sadaka ile nafile sadaka kastedildiğinde "İczâ" masda&shy;rından aiınma mezkûr fiilin mânâsı şöyledir: "Kocama ve yetimle&shy;re harcadığım mal cehennem ateşinden korumak hususunda sadaka yerine kifayet eder mi, onun yerine geçer mi?"

İlk hadîsteki; fiili "Ceza" mastarından alınma olabilir. Mâ&shy;nâsı : 'Yararlı olur mu'? demektir. Bu ifâde zekât ve nafile sadaka yorumlarının her ikisine de uygundur. Cümlenin mânâsj şöyle olur :

"Kocama ve himâyemdeki akrabam olan yetimlere verdiğim nafaka zekât (veya nafile sadaka) yerine benim için bir yarar sağlar mı?"

Hadisin : cümlesindeki zamir Z e y n e b (Radıyallâ&shy;hü anhâ) ya veya nafaka kelimesine râcidir. Eğer Zeyneb (Ra&shy;dıyallâhü anhâ) bir aracı yolu ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e soru sordurmuş ise, cümledeki zamir Zeyneb (Radı&shy;yallâhü anhâ)'ya râci olur ve mânâsı şudur: «Zeyneb'e iki ecir var&shy;dır...» Buhar î' deki bir rivayette Zeyneb (Radıyallâhü anhâ)'in Biiâl-i Habeşi (Radıyallâhü anh) vasıtası ile bu soruyu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e sorduğu belirtil&shy;miştir.

Şayet Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) bizzat ve huzur-i N e-b e v i' de soru sormuş ise cümledeki zamiri nafakaya irca etmek gerekir. Yâni zamirle nafaka kastedilmiştir, demek uygun olur. Çün&shy;kü karşılıklı konuşma usûlüne göre mezkûr cümle; jlj>l dü = «Se&shy;nin için iki ecir var...» şeklinde olmalı idi. Vakıa bü usule riâyet zo-runluğu yoktur. Hattâ bâzı hikmetler nedeni ile konuşma şekli de&shy;ğiştirilebilir. Örneğin burada muhatap zamiri yerine gayip zamiri kullanılmış olabilir. Edebî sanatta buna İltifat denilir. Cümlenin ma&shy;nâsı şöyle olur:

"Öyle yapan kadın için iki ecir vardır..."

Zamirin nafakaya raci olduğu takdir edildiğinde cümlenin mânâ&shy;sı şöyle olur:

"O nafakadan dolayı iki ecir vardır..."

Son hadis de râvi Zeyneb (Radıyallâhü anhâVnm el eme&shy;ği ile kocasına ve yetim yeğenlerine baktığını belirtmiştir. Ancak bunu hangi râvinin söylediğine dâir bir kayda rastlamadım.

Hadisler yakınlara yapılan mali yardım ve sadakanın sevabının üstünlüğüne, hem sadaka hem de sıla-ı rahim yâni akrabaya karşı iyi davranma sevabını taşıdığına delâlet eder. [103]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




ZEKAT BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: ZEKAT BÖLÜMÜ   ZEKAT BÖLÜMÜ Icon_minitimeCuma Mayıs 07, 2010 2:24 am

25- (Halktan Dünyalık) İstemenin Mekruhlugu Babı





1836) Hişâm bin L'rve'nin dedesi (Zübeyir bin el-Avvânı) (Radtyal-lâhü anhüm)\\en rivayet edildiğine #öre Resûlullah (Sallatiahu Aleyhi ve Sel-lem) şöyle buyurdu, demiştir :

«(And olsun ki,) Sizden birinizin urganlarını alıp, dağa gitmesi, (oradan topladığı) bir odun demetini sırtında getirip satması ve odun bedeli ile ihtiyacını gidermeye çalışması şüphesiz onun için (halktan istiyeceği şeyi) versinler veya vermesinler onlardan İstemekten iyi&shy;dir.-" [104]



İzahı





Buharı de bu hadîsi rivayet, etmiştir. Ayrıca bir benzerini

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu olarak rivayet et&shy;miştir.

Hadisten kastedilen mânâ: Dağdan odun toplayıp sırtta taşımak gibi zor bir çalışma yolu ile de olsa el emeği ile geçinmek, halktan dünyalık istemek ve dilencilikle geçinmekten çok şerefli ve iyi oldu&shy;ğudur. Kişi, halktan yardım toplamakla geçimini sağlamaya çalışır&shy;ken, halkın ona yardımda bulunması veya onu reddetmesi, en ağır işte çalışıp el emeği ile geçinmenin, dilencilikle geçinmekten üstün&shy;lüğü açısından farketmez. Yâni halk ona dilediğini verse de verme&shy;se de odunculuk etmek halktan dilemekten üstündür. Çünkü halk ona verdiği takdirde, o minnet altında kalır ve dilencilik zilletine mâ&shy;ruz kalmış olur. Halk ona vermediği takdirde o, yine dilencilik zille&shy;tini yüklenmiş olur, ayrıca kırılır, umduğundan mahrum olarak geri döner. Şu halde halktan yardım dilemek her bakımdan iyi bir şey de&shy;ğildir.

Hadis, alın teri ile ve el emeği ile çalışmanın faziletine işaretle mü'mmleri buna teşvik eder ve dilenciliğin, halktan dünyalık isteme&shy;nin iyi bir şey olmadığını, hattâ dağdan odun sırtlayıp satmakla ge&shy;çinmenin daha üstün olduğunu beyan eder.

îbn-i Abdi'l-Berr'in anlattığına göre Ömer (Ra&shy;dıyallâhü anh)'ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: "Adî ve hakir bir işte çalışmak bile halktan (dünyalık) istemekten iyidir"



1837) (Peygamber'in mevlâsı) Sevbân (Radı yalla hu anh)\ien riva&shy;yet edildiğine göre; Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Seliem) :

— -Ve kim bir haslet (sahibi olmak) için bana garanti verir? Ben ona cennet garantisini veririm» diye sordu. Dedim ki:

— 'Ben. (O haslet sahibi olma garantisi veririm.)' Efendimiz:

— «Sen, halktın malların)dan hiç bir şey isteme- » buyurdu.

Râvi demiştir ki: Bundan sonra Sevbân (Radıyallâhü anh), bi&shy;nek üstünde iken kamçısı elinden (yere) düşerdi de hiç bir kimseye: Onu bana sunuver, demezdi ve nihayet kendisi İnip onu alırdı." [105]



İzahı





Ahmed, Ebû Dâvûd ve Nesâi de bunu benzer lâ&shy;fızlarla rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd'un rivayetinde; "Sevbân (Radıyallâhü anh), Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in şöyle buyurduğunu söylemiştir:

«Kim halktan bir şey istememeyi bana tekeffül eder, ki ben de onun için Cenneti tekeffül edeyim?» Sevbân da:

Ben, (bunu tekeffül ederim) demiş ve artık Sevban kimseden hiç bir şey istemez olmuş."

Hadîsten maksat, kimseden mâli yardım dilememek ve el emeği ile geçinmektir. Sevbân şiddetli ihtiyatı dolayısıyla başka tür yardımı da istememeyi prensip edinmiştir El Menhel yazarı ise bâzı SahâbiJerin bu hadisteki nehyi yalnız mâli yardım talebine tah&shy;sis etmeyip umumi mânâya yorumladıklarını ve yere düşen kamçıla&shy;rının kendilerine verilmesini bile kimseden istemeyip bineklerinden inerek bizzat onu yerden aldıklarını ifâde etmiştir. Demek anlaşılı&shy;yor ki angarya sayılacak hiç bir hizmeti kimseye gördürmemek tak vâya ve Cennetlik olmaya en uygun ninnidir. [106]



26- Yeterince Varlıklı İken (Halktan Mal) İsteyenin (Kötü Durumunun Beyânı) Babı





Bu babın başlığında kullanılan "Zahr-ı Gına" terkibini açıklıya-yım. Sonra hadîslerin tercemesine geçeyim.

Gına t Zenginlik ve varlık demektir. Halktan mâli yardım iste&shy;meye mâni olan varlık derecesi ve ölçüsü 1839 nolu hadîsin izahında anlatılacaktır.

Zahr: Arap dilinde, müteaddit mânâlara gelir. Burada galip ve üstün gelmek, demektir.

Zahr-ı Gına: Başa gelebilen hastalık ve benzeri musibetlere kar&shy;şı gerekli maddî ihtiyacı fazlası ile karşılıyabilen varlık, demektir. K a s t a 1 â n î' nin beyânına göre B a ğ â v i böyle demiştir,

H a t t â b i : Zahr kelimesi hadislerde ve benzerî ifâdelerde, cümleyi doyurmak ve sö/ü kuvvetlendirmek için, ilâve edilir, de&shy;miştir.

Bu nedenle ben de yukarda görüldüğü gibi 'Zahr-ı Gına' terkibini 'Yeterince varlık' diyo terceme ettim.



1838) Kim Hüreyre (Radıyallûhü anh)\\en rivayet edildiğine göre: Resûlullüh (Saltatlaftii Aleyhi vr Srll-ın) şöyle buyurdu, demiştir :

-Malını çoğaltmak için halktan mallarını isteyen bir kimse şüp&shy;hesiz Cehennemin tutuşmuş ateş parçalarını İstemiş olur. Artık bu&shy;nu azaltsın veya çoğaltsın.-" [107]



İzahı





Müslim de bunu rivayet etmiştir. Hadîsteki:— «Tekessüren- kelimesini 'malını çoğaltmak' mânâsına terceme etlim. Bu takdirde hadîsin baş kısmının mânâsı: -Mal istemeyi san'at hâline getirmek suretiyle halktan mallarını isteyen...* olur.

Bu hadis seran zengin sayılan ve halktan mâli yardım isteme&shy;si yasak olduğu halde isteyen kimseler hakkındadır. Seran varlıklı sayılmanın ölçüsünü yukarda işaret ettiğim gibi 1839 nolu hadisin izahında beyan edeceğim.

Kadı I y â z : Hadisin mânâsı: Böyle yapan adam cehennem ateşi ile ta'zib edilecektir. Hadisin, zahiri mânâsına göre olması muh&shy;temeldir. Yâni böyle yapan adamın halktan aldığı mal cehennem'de tutuşmuş ateş parçalan hâline dönüşecek ve kendisi bu ateş parça&shy;ları ile dağlanacaktır. Nasıl ki zekâtım çıkarmayıp sakladığı altın ve gümüş ile sahibinin cehennem'de dağlanacağı Kitap ve Sünnetle sabittir.

Hadisin sonundaki: -Artık bunu azaltsın veya çoğaltsın» cüm&shy;lesi kınamak ve tehdit anlamını ifâde eder. Dilenciyi serbest bırak mak veya ona müsaade etmek anlamında değildir



1839) Kbû Hüreyre (R atfı yuflâtıii a n ti )\ien rivayet edildiğine aöre: Kesûlultah (Sallallahü Mevtti vr Srtlrın) şöyle buyurdu, demiştir :

«Ne varlıklı kişi için ne de kuvvetli ve sağlam kişi için sadaka helâl değildir.-" [108]



İzahı





Nesaî, İbn-i Hibbân, Darekutni ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin aynı metnini, A h m e d, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Tahavi, Dârimî ve D â -r e k u t n i merfu' olarak Abdullah bin Amr bin el-Âs (Radıyallâhü anhl'dan rivayet etmişlerdir.

Hadîsin zahirine göre şer'an zengin sayılana veya vücûdunda ça&shy;lışmaya mâni bir sakatlığı bulunmayıp kuvveti yerinde olana sada&shy;ka helâl değildir. Bu hususlardaki âlimlerin görüşlerini el-Menhel yazarı şöyle anlatır:

"Zekât almayı haram kılan zenginlik derecesi hakkında âlimler ihtilâf etmişlerdir.

1. Hanefi âlimlere göre, borcundan ve asıl ihtiyaçlarından fazla olarak, zekâta tâbi malların her hangi birisinden nisaba veya onun değerinde başka bir mala sahip olan bir kimse şer'an zengin sa&shy;yılır, zekât alması haramdır. Din âlimlerinin ihtiyaç duydukla!* ki&shy;tapları ve sanatkârların muhtaç oldukları tezgâhlan havaic-i asliye&shy;den sayılır.

EI-Mirkât sahibinin beyânına göre el-Muhît'te :

'Gmâ (şer'an zengin sayılmak) üç nevidir: Birincisi, zekât öde&shy;meyi gerektiren zenginliktir. Bu da yıl boyunca nisaba mâlik olmak&shy;tır, ikincisi zekât almayı haram kılan ve fıtır sadakası ile kurbanı vacip kılan zenginliktir. Bu ise asıl ihtiyaçtan artan ve nisap değeri&shy;ne ulaşan her hangi bir nevi mala sahip olmaktır. Üçüncüsü halktan mal istemeyi haram edip. istemeden verilen sadakayı kabul etmeyi haram kılmayan zenginliktir. Bu da günlük nafaka ve avret mahal&shy;lini örtecek elbise sahibi olmak zenginliğidir' denilmiştir.

2. Mâli k iier'e göre, zekât almaya mâni olan zenginlik, kişinin ve üzerine nafakası vacip olanların bir yıllık ihtiyaçlarını karşılayacak mala sahip olmak veya bu ihtiyaçlara yetecek meblâ&shy;ğı çalışmakla kazanmaktır. Şu halde, yıllık ihtiyaca yetmeyen bir veya bir kaç nisaba mâlik adam ve çalışmakla yıllık nafakasının ancak bir kısmını kazanabilen bir kimse zekât alabilir.

3. Şâf i I ler'e göre zekât almaya mâni olan zenginlik, ki&shy;şinin ömür-ü galip sayılan altmış yaşına kadar olan sürece nafakası ve üzerine nafakası farz olanların nafaka yükümlülüğü süresince yetecek miktarda mal sahibi olmasıdır. Bu meblâğa mâlik olmayan bir kimse, çalışmak suretiyle mezkûr nafakayı temin edemiyor ise zekât alabilir.

4. A h m e d ' den bu hususta iki rivayet vardır. Bir rivayete göre, zekât almaya mâni olan zenginlik, ihtiyaç fazlası 50 dirhem gümüş, bu değerde altın veya akar, ticâret malı, maaş, kira gibi dai&shy;mî bir gelir ile yıllık nafakayı karşılayan varlık veya el emeği ile bunu temin etmektir. Şu halde, yıllık ihtiyacı karşılayamayan fcfir veya daha fazla nisab sahibi olmak zekât almaya mâni değildir. Sevrî, Nahaî, İbn-i Mübarek ve İshak'ın kavli de böyledir.

A h m e d' den yapılan ikinci rivayete göre zekât almaya rnâni zenginlik, yıllık ihtiyacı karşılayan bir geçim vasıtasıdır. Şu halde, muhtaç olmayan bir kimsenin hiç malı olmasa bile zekât alamaz. Muhtaç adam, nisab tutarında malı olsa bile zekât alabilir. [109]



Seran Zengin Olmayıp Güçlü Ve Sağlam Adam Zekât Alabilir Mi ?





Bu hadisin zahirine göre zengin olmamakla beraber kuvvetli ve sağlam yâni çalışabilir durumda olup, vücutça bir sakatlığı olmayan kimse zekât alamaz. Şafiî ve Ahmed, bu hadîsi delil gös&shy;tererek çalışmaya muktedir sağlam adam zekât alamaz, demişler&shy;dir.

Hanefiler: Havâic-i asliyesinden fazla olarak nisaba mâ lik olmayan böyle adam zekât alabilir. Hadîsteki «Sadaka helâl de&shy;ğildir.» ifâdesinden maksat tam bir helâl değildir. Yâni helâl olmak&shy;la beraber mükemmel bir helâl sayılmaz. Veya bu ifâdeden gaye : Böyle adamın sadaka istemesi helâl değildir. Ama istemeden alnına helâldir, demişlerdir.

Mâlik ve arkadaşları : Çalışmaya muktedir bir kimse yıllık nafakaya sahip olmayacak derecede fakir olduğu zaman çalışmasa bile ona zekât verilebilir. Kendisinin;ve aile fertlerinin yıllık nafaka&shy;sını sanatıyla karşılayan kimseye zekât verilmez. Sanatıyla yıllık nafa&shy;kasının bir kısmını temin edebiliyor ise diğer kısmı karşılayacak ka&shy;dar zekât alması caizdir." [110]


Sadaka İstemek





El-Menhe) yazan yukardaki bilgileri verdikten sonra sözüne de&shy;vamla şöyle der:

"Sadaka istemek haram, mekruh, mubah, vacip ve mendup hü&shy;kümlerini alabilir. Şöyle ki: Zekât ve başka sadakaya muhtaç olma&shy;dığı halde halktan mâli yardım istemek haramdır. Keza kendisini ol&shy;duğundan fazla fakir göstererek yardım dilemek haramdır. Muhtaç iken İsrarla yardım dilemek mekruhtur. Çalışmaktan âciz olup muh&shy;taç olan kimsenin israrsız yardım dilemesi mubahtır. Açlıktan ölüm tehlikesiyle karşılaşan fakirin yardım dilemesi vaciptir. Kimseden yardım dilemeye tenezzül etmeyen fakir için başkaları tarafından halktan yardım istemek mendupdur. [111]



Sadaka Almaya Gelince:





Bu da yerine göre haram, mubah veya vacip hükmünü alır. Şöy&shy;le ki: Şer'an zengin sayılan kimsenin sadaka istemesi haramdır, ts-tediği sadaka farz olan sadaka olsun, nafile sadaka olsun hüküm ay&shy;nıdır. Ölüm tehlikesiyle karşı karşıya gelmemekle beraber muhtaç durumda olanın farz veya. nafile sadaka alması istemek suretiyle de olsa mubahtır. Keza muhtaç olmayanın istemeden nafile sadaka ka&shy;bul etmesi mubahtır. Ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kalan muhtaç adamın sadaka alması vaciptir. [112]



Zekâttan Bir Muhtaca Ne Kadar Verilebilir?





1. Ebü Hanîfe'ye göre bir kişiye verilecek miktar nisap&shy;tan az olmalıdır. Ancak kişi borçlu olup kendisine verilecek zekât&shy;tan borcunu ödedikten sonra elinde kalan miktar nisabtan az ise veya çocukları çok olup verilecek zekât aile fertlerine bölündüğün&shy;de beher kişi başına düşen pay nisaba ulaşmazsa o kişiye nisabtan fazla zekât verilebilir.

2. Mâlik ve Ahmed'e göre bir muhtaca onun yıllık ihtiyacını karşılayacak miktar zekât verilebilir.

3. Ş â f i î' ye göre bir muhtaca 60 yaşına kadar ihtiyacına yetecek miktar verilebilir. Ancak kuvvetli ve vücutça sakatlığı ol&shy;mayıp çalışarak nafakasını temin edebilen fakir bu hükümden müs&shy;tesnadır.

4. S e v r i' ye göre bir kişiye 50 dirhem gümüşten fazla veri&shy;lemez. A h m e d ' den olan bir rivayet de böyledir."



1840) Abdullah bin Mes'ud (Radryallâhü ûw/rj'den rivayet edildiğine göre. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

— «Gına verip geçindirecek malı varken halktan isteyen kimse&shy;nin dilencilikle aldığı şey kıyamet günü onun yüzünde yara, bere ola&shy;rak gelir. Ashab-ı Kiram tarafından:

— Yâ Resülallah! (Halktan istemeye mâni) ne kadar mal insana gına verir? diye soruldu. Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Elli dirhem gümüş veya- bunun değerinde altın.» diye cevâp buyurdu.

(Râvi Yahya demiştir ki:) Bir adam (Râvi) Süfyân'a: Şu'be, Ha-fcîm bin Cübeyr'den hadîs rivayet etmez, demiş, Süfyân'da: Bu ha&shy;dîsi bize Muhammed bin Abdirrahman bin Yezîd'den (Hakîm'den başka) Zübeyd (de) rivayet etmiş, demiştir." [113]



İzahı





Ahmed, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesaî, Dâri-mî, Tahavî ve Dârekutnl de rivayet etmişlerdir. Hadi&shy;sin başındaki senedde Süfyân, Hakim bin Cübeyr vasıtasıyla Muhammed bin Abdirrahman bin Yezîd' den rivayet etmiştir. Şu'be, Hakim' den hadîs rivayet etmezdi. Bir adam bu durumu S ü f y â n ' a anlatmakla onun, Haki m ' den hadis rivayetini uygun görmediğini sezdir&shy;mek istemiş. S ü f y â n da bu hadîsi yalnız Hakim1 den de&shy;ğil Z ü b e y d ' den de işittiğini ve Z u b e y d ' in de bunu M u -hammmed bin A b d i r ra h m a n ' dan rivayet ettiğini ifâ&shy;de etmiştir. Yâni bu hadisi Muhammed' den S ü f y â n ' a aktaran yalnız Hakim değildir. Zü-beyd de vardır. S ü f -y â n'a .bu durumu söyleyen zâtın Ş u'b e' nin T i r m i z i Abdullah bin Osman olduğu Ebû Dâvûd tara&shy;fından belirtilmiştir.

Hadiste geçen Hudûş, Humûş ve Kudûh kelimeleri deriyi tırma&shy;lamak, yaralamak ve kazımak sonucunda görülen yara ve bere de mektir.

E 1 - K a r i : 'Bu kelimeler arasındaki; «veya» kelimesi râvinin tereddüdünden olabilir. Yâni hadîste bu üç kelimeden birisi buyurulmuştur. Ama hangisinin kullanıldığında tereddüt vardır. «Ve&shy;ya* mânâsını ifâde eder. 1| kelimesinin dilencilerin derecelerini be&shy;yân etmek için olması da muhtemeldir. Çünkü, az dilenen, çok dile&shy;nen ve dilencilikte ifrat eden olmak üzere üç grup dilenci vardır. Kı&shy;yamet günü bunların durumları farklıdır. Humüş, yüzdeki yara ve beredir. Dilencilikte ifrat edene aittir. Hudûş, derideki yara ve bere&shy;dir. Bu da çok dilencilik edene aittir. Kudûh, deri üstündeki çizik&shy;tir. Bu ise az dilenene aittir. Bir kavle göre Hudûş, deriyi ağaçla tah&shy;riş etmek, Humûş, deriyi tırnaklarla tırmalamak ve Kudûh ısırmak&shy;tır,' demiştir.

İhtiyacına yetecek kadar malı varken halktan mal dileyenlerin, dilencilikle topladıkları malların kıyamet günü onların yüzünde ya&shy;ra ve bere hâline geleceğinden maksat, onların yüzlerinde nefret ve&shy;rici izlerin hakikatan bulunmasıdır. Veya mahşer halkı arasında, on&shy;ları teşhir edecek ve tanıtacak bir takım alâmetlerin bulunmasıdır.

Hadîs, elli dirhem gümüş veya bu değerde altını bulunan bir kimsenin halktan mâli yardım istemesinin haram olduğuna delâlet eder. Bu husustaki gerekli bilgi bundan önceki hadîsin izahı bölü&shy;münde verilmiştir. [114]



27- (Zengin Olduğu Halde) Zekât Alması Helal Olanların (Beyânı) Bâbî







1841) Ebû Saîcl-i Hudri (Radtyallâhü ««A/den rivayet edildiğine gÖ-re; Resûluİlah (Sallallahü Alcyhiı vr Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

- (Şu) beş kişi müstesna, zekât almak hiç bir zengine helâl değil&shy;dir: Zekât âmili ( memuru), Allah yolundaki mücâhid, zekât malını kendi malı ile satın alan zengin, fakirin, kendisine verilmiş olan sa&shy;dakayı hediye ettiği zengin ve (Müslümanların arasını bulmak yo&shy;lunda) borçlanan (zengin).»" [115]



İzahı





Ebû Dâvûd, Ahmed, Dârekutni ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir. Ayrıca Mâlik, Ebû Dâvûd ve Hâkim bunu Atâ bin Yesâr1 dan mürsel olarak rivayet etmişlerdir.

Hadis, beş zengin hâriç, zekât alıp mülk edinmenin hiç bir zen&shy;gin için helâl olmadığını beyan eder. Müstesna kılınan 5 zenginden her hangi birisine zekâtın helâl olması fakirlikten başka nedenlere dayanır. Şimdi bu beş zenginle ilgili gerekli bilgi vermeye geçelim:

l. Zekât âmilidir. Yâni Devlet başkanı veya yetkili kıldığı zât tarafından zekât toplamakla görevlendirilen memur. Zekât malları&shy;nın toplanması, korunması, hesabının tutulması, müstehaklarına da&shy;ğıtılması gibi işlerde çalışan bütün görevliler bu kapsama girer. Her görevliye, münasip bir miktar verilirken onun zengin olması buna mâni değildir. Çünkü verilen hisse emek karşılığı bir nevi ücrettir.

Zekât âmiline verilecek miktar hakkında âlimler ihtilâf etmişler&shy;dir.

a. £ b û Hani'fe ve arkadaşlarına göre, devlet yetkilisi, ze&shy;kât âmiline, yetecek bir miktar verir. Çünkü ona verilen meblâğ ze&shy;kâta müstehakhk yolu ile değil, emek karşılığı verilir. Nitekim bu memur zengin bile olsa, toplanan zekâttan kendisine bir miktar ve&shy;rilmesi icmâ ile sabittir. Tabii memurun topladığı zekâtın tümü şa&shy;yet az olup onun için yetecek miktarı ödendikten sonra bir şey art-mıyacak olursa, toplanan zekâtın azami yansı ona verilebilir. Fazlası verilmez.

b. Ş â f i î' ye göre toplanan zekâtın sekizde biri zekât memu&shy;runa verilir. Çünkü zekâta mûstehaklarının sekiz sınıf olduğu ve ze&shy;kât âmilinin bunlardan birisi olduğu âyetle sabittir.

Fakat bu görüşe şöyle itiraz edilmiştir: Sözü edilen âyette ze&shy;kâtın müstehakları beyan buyurulmuştur. Fakat bunlara nasıl tak&shy;sim edileceği belirtilmemiştir.

c. M â 1 i k' e göre memurun emeğinin karşılığı toplanan ze&shy;kâtın tümünü de tutsa yine tam olarak verilir.

2. Allah yolundaki mücâhiddir. Yâni İslâmiyet'in yükselmesi için savaşan gaziler, zengin bile olsalar onlara zekâttan hisse verilir. M â -1 i k ' in görüşü budur.

Ebü Hanife ve arkadaşlarına göre M ü c â h i d fakir olmadığı takdirde ona zekâttan pay verilmez. Çünkü M u â z (Ra-dıyallâhü anhl'ın Y e m e n ' e vali olarak gönderildiğine dâir ma-

lûm hadîsin zekâtla ilgili bölümünde : *ve fakirlc-rine iade edilir.» buyurmuştur.[116] ikinci delil: «Zekât hiç bir zengine helâl değildir.» hadisidir.[117]

Hanefi âlimlerine göre izaha çalıştığımız hadis mukim iken zengin olup cihâda çıkacağı zaman silâh, binek gibi savaş araç ve gereçlerine ihtiyaç duyan mücâhidler mânâsına yorumlanır.

Şafii, Ahmed ve İshak'a göre mücâhid bir maddî menfaat gözetmeksizin cihâda katıldığı zaman zengin bile olsa ona zekâttan hisse verilir.

Mâlik ve son gruptaki âlimlerin Hanefi âlimlere yu-kardaki görüşleri dolayısıyla verdikleri cevap şudur: Hiç bir zengine zekâtın helâl olmadığına dâir hadis M u â z (Radıyallâhü anh)'ın hadisi ve benzeri hadîsler umumîdir. Bu bâbtaki hadîsler on&shy;ların umumiliğini husûsileştirir. Çünkü bu hadîs beş sınıf insan zen&shy;gin bile olsa zekât almalarının helâl olduğunu açıkça bildirir. Şu halde bu beş sınıf insan umumî olan diğer hadîslerden müstesnadır.

3. Zekât malını kendi malıyla satın alan kişidir. Yâni kendile&shy;rine başkaları tarafından zekât verilmiş oian müstehakların elinde&shy;ki zekât malını para veya başka mal ile satın alan bir zengin satın almış olduğu bu zekât malını kullanabilir. Ona helâldir. Kişinin ze&shy;kât olarak fakirlere vermiş olduğu malının zekâtını sonradan satın alması meselesine gelince; bu husus ihtilaflıdır. Cumhur'a göre mek&shy;ruhtur.

Ahmed, el-Hasan, Katâde, el-Bâci' ve Mâ&shy;liki' lerden bir cemâat, kişinin vermiş olduğu kendi zekâtını ve&shy;ya başka tür sadakasını satın almasının haramlığına hükmetmişler&shy;dir.

Keffâret, adak ve başka nevî sadaka ve bağışlar zekât hükmün&shy;dedir. Yâni kişinin yaptığı bu gibi hayır para ve mallarını sonradan fakirden normal bedeli mukabilinde bile olsa satın alması Cumhur'a göre mekruhtur. Yukarıda anılan âlimlere göre haramdır. Bu hayır&shy;lar başka şahıslar tarafından yapılmış ise her hangi bir kimse bunları fakirlerden satın alabilir. Bunda ihtilâf yoktur.

Hibe ve benzerî mülk edinme yollan satın alma hükmündedir. Satın almaya âit yukardaki tafsilât bu gibi akidler için de mevcut&shy;tur. Zekât malına mirasçı olmak ise bu hususta hiç bir sakınca yok&shy;tur. Çünkü bu mal mirasçının irâdesi dışında kendiliğinden onun mülkiyetine geçmiştir. Bunu bir misal ile açıklamak meselenin iyice anlaşılmasına yardımcı olur: Meselâ : Fakir bir kimse zekât almış&shy;tır. Bu zekât malı henüz harcamamış iken fakir ölüp zengin miras&shy;çıları bırakırsa o zekât malı zengin olan mirasçılarına helâldir, t b n - i Abdi'1-Berr: İbn-i Ömer ve el-Hasan bin Yah-y â müstesna bütün âlimler murisin bıraktığı zekât malanın zengin mirasçılarına helâl olduğuna hükmetmişler, demiştir.

4. Fakirin aldığı zekât malını hediye olarak sunduğu zengindir. Yâni bir fakir kabul etmiş olduğu zekâtı arzu ettiği başka bir zen&shy;gine hediye edebilir. Zengin de fakirin hediye ettiği malı kabul ede&shy;bilir. Bu ona helâldir. Fakat fakire zekât veren zengin verdiği ze&shy;kâtı fakirden hediye olarak geri alamaz. Bu durum hadîsin şümûlüne girmez, böyle bir yola tevessül edenler yanlış ve haram bir iş yapmış olurlar ve Allah katında mes'uldürler.

5. Müslümanların arasını bulmak için meşru bir yolla giriştiği barıştırma nedeniyle borç altına giren borçludur. Böyle bir borçlu zengin bile olsa yüklendiği borcu kendi malından Ödemekle mükel&shy;lef değildir. Bu borcu kapatacak miktarca zekât kabul edebilir. Ha&shy;diste kastedilen borçlu budur. Bir kavle göre hadisten kastedilen borçlu, borcu malından fazla olan kimsedir.

Kendisinin veya beslemekle mükellef olduğu aile fertlerinin geçi&shy;mi için borçlanıp borcunu karşılayacak kadar malı olmayan borçlu bu hadiste kastedilmemiştir. Çünkü hadis, zengin olan borçlu hak&shy;kındadır. Bu adam ise zengin değil fakir sayılır ve fakirliği dolayısıy&shy;la zâten zekâta müstehaktır. [118]



Hadîsin Fıkıh Yönü





1. Hadîste anılan beş kişi hâriç farz olan sadaka hiç bir zengin için helâl değildir. Bu hususta icma vardır. Bir adam bu beş kişinin dışında kalan bir zengine zenginliğini bildiği halde zekât verirse ver&shy;diği zekât geçerli değildir. Bu hususta âlimler müttefiktir. Eğer onun fakir olduğuna, inanıp zekât verdikten sonra zengin olduğunu an&shy;larsa Ebû Hanîfe, Muhammed, el-Hasan ve seç&shy;kin kavline göre A h m e d : Verilen zekât geçerlidir, demişlerdir. Ebû Yûsuf, Şafii Mâlik ve bir rivayette Ahmed: Geçeni delildir, mal sahibi tekrar zekât çıkarmakla mükelleftir, demişlerdir. Evvelce vermiş olduğu zekâtı zenginliğini gizleyen alıcıdan geri al&shy;ması hususundaki tafsilât için Fıkıh kitaplarına müracaat etmek .ge rekir.

2. Hadis aralan açık olan müslümanların barıştırılmasını teş&shy;vik eder.

3. Müstehakların kabul etmiş oldukları zekât malını satmala&shy;rı ve halkın bu mallan satın almaları caizdir. Çünkü fakirlerin kabu&shy;lü ile bu malın vasfı değişmiş olup artık ona zekât denmez.

4. Fakir, kabul ettiği zekât malını zengin olan eşine, dostuna, konu komşusuna hediye edebilir. Ve bunlar zengin de olsalar faki&shy;rin bu Hediyesini kabul edebilirler. [119]



28- Sadaka Fazileti Babı





1842) Ebû Hüreyre (Radıyaltâhü ank)'f\en rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve S elle m) şöyle buyurdu, demiştir:

«Her hangi bir kimsenin bir hurma değerinde bile olsa helâl ka&shy;zancından verdiği sadakayı — ki Allah helâl maldan verilen sadaka&shy;dan başka hiç bir sadakayı kabul etmez— Rahman (olan Allah) be hemahal sağ eliyle alır. Sonra o sadaka dağdan daha büyük olunca&shy;ya kadar Rahmanın avucunda artar ve sizin biriniz erkek küheylan tayını veya devesinin yavrusunu titizlikle büyüttüğü gibi. Rahman o sadakayı sahibi için Önemle büyütür.»" [120]



İzahı





Buharı, Müslim, Nesai, Tirmizî ve İbn-i Huzeyme de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Hadisin bâzı kelimelerini açıklıyahm :

Tayyib: Helâl mânâsına kullanılmıştır. Arap dilinde lezzetli, hoş, temiz, iyi ve güzel mânâlarına da gelir.

Yemin: Sağ el demektir. Burada bu mânâ müraddır. Başka mâ&shy;nâları da vardır.

Keff: Avuç içi, el ayası dernektir. El mânâsına da kullanılır.

Feluvv: Sütten kesilmiş tay'a denir. Bu kelime Felve ve Filve de okunabilir. Tay memeden kesildiği zaman önemle bakılıp büyütül-meye muhtaçtır.

Fasile: Deve yavrusudur.

Hadisdeki: = -Rahman o sadakayı sağ eline alır ve; — «Rahmân'ın avcunda artar.» cümleleri&shy;nin manâları kastedilmemiştir. Çünkü Allah Teâlâ el, göz, kulak gibi organlardan nezih ve paktır. Kur'an-ı Kerim'de ve hadîslerde bulu&shy;nan bü gibi kelimeler S e 1 e f i y e mezhebi âlimlerine göre Allah Teâlâ'nm sıfatlarıdır. Bunları yorumlamak keyfiyetini anlatmaya gi&shy;rişmek gereksizdir. Bunlara inanıyoruz, keyfiyetini bilmiyoruz, de&shy;nilir.

Diğer Ehl-i Sünnet mezheblerine göre Allah hakkında vâcib olan bu kelimeler yoruma tâbidir. K a s t a 1 â n i' nin nakline göre H a 11 â b î : «Hadîste Allah sadakayı sağ eline alır» buyurulmuş-tur. Burada sağ el tâbirinin hikmeti örfte kıymetli eşyanın sağ el ile alınmasıdır, diyor.

N e v e v i' de Müslim'in şerhinde şöyle der : E 1 - M â z i r î : 'Allah Teâlâ için organların bulunmasının mu&shy;hal olduğunu anlatmıştık. Bu ve benzerî hadîslerde Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu nevî ifâdeleri kullanmasının sebebi halkın alışkın olduğu ve kolayca anlayabildiği bir tarzda meramı ifâ&shy;de etmektir. Bu ifâde sadakanın Allah katında makbul ve sevabı&shy;nın kat kat arttığını anlatmak içindir', demiştir.

Kadı I y â z da: 'Râzî olunan makbul ve değerli şeyler sağ elle alındığı için sadaka'nın Allah katında makbul olmasından istia&shy;re yolu ile ifâde edilmiştir. Bir kavle göre sağ ile alınması ifâdesi ka&shy;bul ve rızâ anlamında kullanılmıştır. Bir başka kavle göre; Allah'ın elinden ve avcundan maksad; kendisine sadaka verilen fakirin el ve avcudur. Sadaka Allah rızâsı için fakirin eline verildiğinden bu tâ&shy;bir kullanılmıştır.

Sadakanın dağdan büyük oluncaya kadar büyütülmesinden mak&shy;sat; ecrinin büyütülmesi ve sevabının kat kat arttırılmasıdır. Böy&shy;le diyenler vardır. Bu ifâdenin, zahirine göre mânâlandırılması caiz&shy;dir. Yâni verilen sadaka bir hurma kadar küçük bile olsa Allah Teâ&shy;lâ o küçük sadakayı bereketlendirir, büyütür, faziletini arttırır, tâ ki âhiret günü terazide büyük bir ağırlık versin, demiştir.



1843) Adiyy bin Hatim (-i Tâî)[121] (RadıyaUâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, de&shy;miştir :

«Kıyamet günü Rabbi kendisi ile konuşmıyacak (sorguya çekil-miyecek) hiç biriniz yoktur. Rabbi ile kulu arasında hiç bir tercüman olmaksızın (Allah kulu ile konuşacaktır.) Bu durumda kul Önüne ba&shy;kar. Karşısında Cehennem ateşi bulunur. Sağına bakar, önünden gön&shy;derdiği (ameli) nden başka bir şey göremez. Soluna bakar, gönderdiği (ameli)nden başka bir şey görmez. (Ashabım!) Artık tek bir hurma&shy;nın yarısı ile*olsun ateşten korumaya gücü yeteniniz (bunu) yapsın.» [122]



İzahı





Buharı ve Müslim de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Hadis sadaka vermeyi teşvik ederek, en küçük sadakanın bile küçüm-senmemesinin gerektiğini ve Cehennem ateşinden korunmaya vesüs olduğunu, her kulun sorguya çekileceğini, Cehennem ateşini görece&shy;ğini ve dünyada iken işlediği iyi veya kötü ameli ile beraber Hâkim-i mutlak olan Allah Teâlâ'nın huzuruna çıkacağım bildirir.



1844) Selmân bin Âmrr[123] ed-Dabbî (RadıyaUâhü anh)'6er\ rivâyet edildiğine göre: Resûlullah (Sallaltahü Aleyhi ve Scllcm) şöyle buyurdu, de&shy;miştir :

«Fakire verilen sadaka bir sadakadır. Akrabalığı olan (muhtaç) a verilen sadaka iki (hayır)dır. Sadaka ve sıla(-ı rahim)dir.»" [124]



İzahı





Hâkim, Tirmizi, Nesaî, İbn-i Hibbân, İbn i Huzeyme ve Dârimi de bunu rivayet etmişlerdir. Hadis, akrabalara verilen sadakanın, yabancılara verilen sadakadan sevap bakımından üstün olduğuna delâlet eder. Çünkü hem sadaka seva&shy;bını, hem de yakınlarla iyi ilişki kurmak ve şefkat etmek anlamında olan sıla-ı rahim sevabını taşır.

Akrabalara verilen farz ve nafile sadakanın sevabının fazileti ve bu husustaki hükümler 24. bâbta geçen 1834 - 1835 nolu hadîsler bö&shy;lümünde geçmiştir. [125]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
ZEKAT BÖLÜMÜ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Tirmizi Sünen-Zekat Bölümü
» AV BÖLÜMÜ...
» TIB BÖLÜMÜ
» Kefaretler Bölümü
» ŞUF’A BÖLÜMÜ

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( SAV) Hakkında Herşey

 :: Hz. Peygamber Efendimiz'in Hadisi Şerifleri Hakkındaki Eserler :: İbni Mace
-
Buraya geçin: