iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 ORUÇ BÖLÜMÜ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Misafir
Misafir




ORUÇ BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: ORUÇ BÖLÜMÜ   ORUÇ BÖLÜMÜ Icon_minitimeSalı Mayıs 04, 2010 12:50 pm

7 - ORUÇ KİTABI



Müellif, namaz kitabından sonra Oruç kitabını zikretmiştir. Çün­kü oruç da namaz gibi bedeni bir ibâdettir. N e s a i de Müellif gibi yapmıştır. Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirmizî ise oruç bölümünü, zekât bölümünden sonra B u h â r î de Hac bölümünden sonra zikretmişlerdir. İslâmın temel taşlan sayılan Na­maz, Oruç, Zekât ve Hac ibâdetlerinin çeşitli yönlerden birbiriyle olan münâsebetleri dolayısıyla mezkûr sıralanışların hepsi uygundur.

Savm ve Siyam kelimeleri Arap dilinde tutma, susmak, durgun­laşmak, kendini men etmek gibi mânâlara gelir. Şer'i şerifte Fecrin doğuşundan gün batıncaya kadar özel bir niyetle yemekten, içmekten ve cinsi münâsebetten kendini tutmaktır.

Ramazan orucu hicretin ikinci yılı Şaban ayının üçüncü Pa­zartesi günü farz kılınmıştır. Ramazan orucunun farziyeti Kitab, Sün­net ve İcmâ' ile sabittir. Bu itibarla farziyetini inkâr eden kâfir olur.

Ramazan orucu farz olmadan önce Ümmet-i Muhammadiye'ye her hangi bir orucun farz kılınıp kılınmadığı hususunda âlimler ih­tilâf etmişlerdir. El-Menhel yazarının bu hususta verdiği ma'lumatın

özeti şöyledir :

Hanefi âlimlere göre önce "Aşure Günü" yâni Muhar­rem ayının onuncu gününün orucu farz kılınmış, sonra her ayın beher on gününden bir tanesinin oruçla geçirilmesi farz kılınmış, bi-lâhere Ramazan orucu farz kılınınca mezkûr oruçların farziyeti kal­dırılmıştır.Cumhur ve Şafiî âlimlerinin meşhur kavline göre Ramazan orucundan önce her hangi bir oruç farz kılınmamıştır. [1]


1 - Orucun Fazileti Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1638) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Âdem oğlunun işlediği her hasene (hayır ve ibâdet mükâfat yö­nünden) on mislinden yedi yüz misline, Allah'ın dilediği sayıya ka­dar arttırılır. Allah Teâlâ buyuruyor ki: Fakat oruç böyle değildir. Çünkü oruç benim içindir. Ve onun mükâfatını ben veririm. Oruç­lu kişi şehvetini ve yemeğini benim için bırakır. Oruçlu için iki se­vinç vardır. Birinci sevinç iftar yaktindeki sevincidir. Diğer sevinci de Rabbine kavuştuğu zamanki sevincidir. (And olsun ki) Oruçlu­nun ağzının kokusu, Allah katında misk kokusundan daha güzeldir.»" [2]



İzahı





Buhâri ve Müslim de bunu rivayet etmişlerdir. T i r -mizî, Ebû Dâvûd ve Nesaî de bu mânâyı ifâde eden benzer hadîsleri rivayet etmişlerdir.

Hadîs, mü'min kulun işlediği her ibâdet ve hayırlı işin mükâ­fat bakımından en az on kat arttırıldığını, bu artışın yediyüz kata, hattâ daha büyük rakamlara ulaşabileceğini müjdeliyor. Bakara sûresinin aşağıya meali alman 261 'nci âyetinde de Allah yolunda harcanan malın sevabının bu şekilde arttırılacağını müjdeliyor :

«Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, her başağında yüz tane bulunan yedi başak veren tanenin durumu gibidir. Allah di­lediğine kat kat verir. Allah'ın lütfü geniştir. O, herşeyi bilicidir.»

Hadis, orucun sevabının bu ölçüden müstesna olup, çok daha faz­la olduğunu hükme bağlıyor. Bu hükme neden olarak da Allah Teâlâ :

«Çünkü oruç benim içindir ve onun mükâfatını ben veririm.» bu­yuruyor. Hadisin bu cümlesinin mânâsı hususunda âlimler değişik açıklamalar yapmışlardır.

Nevevi, Müslim1 in şerhinde bu hadîsin açıklamasını yaparken özetle şöyle der :

"Bütün ibâdetler Allah Teâlâ için olmakla beraber bu hadîste Al­lah Teâlâ'nın : «Oruç benim içindir...» buyurmasının sebebi hususun­da âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

1 - Bâzı âlimlere göre bunun sebebi şudur: Kâfirler putlarına namaz, secde, sadaka, zikir ve benzeri ibâdet şekilleri ile taptıkları halde hiç bir devirde oruç tutmak suretiyle ilâhlarına tapmamışlar-dır, Dolayısıyla hiç bir devirde Allah'tan başka hiç bir ilâh için oruç tutulmamıştır.

2 - Namaz, Hac, Cihâd, Sadaka ve diğer ibâdetler açık yapıldığı için riya ve gösterişten tamamen uzak tutulması güçtür. Bu tür ibâ­detlerde İhlasın zedelenmesi mümkündür. Fakat oruç, kul ile Allah arasında gizli kalan bir ibâdet olduğu için riya ve gösterişten uzak­tır. Sırf Allah rızâsı için yapılır.

3 - Yemekten müstağni olmak, yâni yemek yemeye ihtiyaç duy­mamak, Allah Teâlâ'nın sıfatlarındandır. Kul, oruç tutmakla Allah Teâlâ'nın bu sıfatına sarılmak ister. Ama hiç bir şey Allah Teâlâ'nın sıfatlarına benzemez.

4 - Allah Teâlâ, oruçtan başka ibâdetler karşısında vereceği mü-kAfatı bâzı kullarına açıkladığı halde orucun mükâfatını belirtmiye-rek:

«Orucun sevabının miktarını ve kaç kat arttırılacağını ancak ben bilirim.» buyurmuştur,

5 - Orucun kadr ve kıymetinin yüceliğini ve üstünlüğünü ifâ­de etmek için bu ifâde buyurulmuştur.

Mezkûr fıkranın sonundaki: «...ve onun mükâfatını ben veri­rim...» cümlesi, orucun faziletinin azametini ve sevabının çokluğu­nu beyan ediyor. Çünkü Kerîm ve Cömert bir zât: Bu mükâfatı ben bizzat veririm, dediği zaman, verilecek mükâfatın ve bağışın büyük olması gerekir."

Hadisin : «Oruçlu için iki sevinç vardır..." fıkrasına gelince; Nevevi şöyle diyor :

'Oruçlunun iftarını açtığı zamanki sevincinin sebebi; oruç ibâ­detini tamamlaması, orucu bozan şeylerden selâmette kalması ve oru­cun yüce sevabını beklemesidir.

Oruçlunun Allah'a kavuştuğu zamanki sevincinin sebebi ise, o an­da göreceği orucun yüce mükâfatı ve Allah in Onu bu ibâdete muvaf­fak kılma nimetini hatuiamasıdır.'

Sindi, oruçlunun iftar anındaki sevinç sebebini açıklarken N e v e v i ' nin beyan ettiği sebebin yanında, kişinin o anda yemek ve su ihtiyacını gidermeye mezun kılınmasıyla duyduğu tabiî sevin­ci de zikrederek böyle yorumlayanların da bulunduğunu anlatmıştır.1

Hadisin «Oruçlunun ağzının kokusu Allah katında misk kokusun dan daha güzeldir.» fıkrası ile ilgili olarak N e v e v i şöyle der :

Hulûf : Ağız râyihasının bozulmasıdır. Bâzıları bu kelimeyi "Ha lûf ' diye kaydetmişler ise de H a t t â b i ' nin dediği gibi. hatâ­dır, doğrusu "Hulûftur. Bu fıkranın mânâsı hakkında e 1 - M â z i -r i : 'Bâzı râyihaların gü/.eiligi ve bundan hoşlanmak canlı yaratık­ların sıfatlarındandır. Onlar, tabiatlarının temayül ettiği şeylerden hoşlanır. Tabiatlarının nefret ettiği şeylerden hoşlanmazlar. Bu du­rum Allah Teâlâ hakkında muhaldir. Onun için bu cümle mecazi mânâda kullanılmıştır. Bundan maksad. oruçlunun açlığı dolayısıyla değişen ağzının kokusunun Allah katında makbul ve kıymetli olma­sıdır.' demiştir.

Kadı I y â /,' in dediğine göre bâzıları ; Allah Tealâ oruçlu­yu, ağzının kokusunun değişmesine karşılık kıyamet günü mükâfat­landırır da kıyametle onun ağzının kokusu misk kokusundan daha hoş olur. Nasıl ki şehidin kanının kokusu misk kokusu olur. demiş­lerdir.

Bir kavle göre; mezkûr cümleden maksad, bu kokunun Allah'ın melekleri katındaki hoşluğu bizim yanımızdaki misk kokusunun hoş­luğundan üstündür.

Nevevi sözlerine devamla : 'En sahih mânâ Magrib âlim­lerinden e d - D ü r a verdi' nin ve bâzı arkadaşlarımızın beyan ettikleri şu mânâdır: Oruçlunun ağzının kokusunun bozulmasıyla hâsıl olan sovab, cumalarda bayramlarda, hadîs ve zikir meclislerinde v.s. hayırlı toplantılarda menciup olan güzel koku ve bilhassa misk sürünmekten elde edilen sevabtan daha çok olmasıdır.

Arkadaşlarımız bu hadisi delil göstererek oruçlunun öğleden son­ra misvak kullanmasının mekruhluğuna hükmetmişler. Çünkü mis­vak kullanmak fazileti ise de, oruçlunun öğleden sonra kullanması, bu hadiste faziletli anlatılan kokuyu giderir. Bu kokunun fazileti ise, misvak kullanmanın faziletinden daha büyüktür. Nasıl ki, şehidin kanının kokusunun güzelliği hadislerde belirtilmiş ve bu nedenle şe­hidin yıkatılması terkedilmiştir. Halbuki ölüyü yıkamak farzdır. Gü­zelliğine hadîsle şehâdet edilen şehid kanının kalmasını korumak için farz olan yıkama terkedilince güzelliğine hadiste şehâdet edilen oruç­lunun ağız kokusunun muhafazası için vâcib olmayan misvak işini terketmek tabii görülür.' demiştir.



1639) Tîenî Amir bin Sa'saa kabilesinden Mutarrif (Radtyallâhü anh)'i\fx\ rivayet edildiğine göre :

Osman bin Ebi'l-Âs es-Sakafİ (Hadıyallâhü anh)[3],kendisine süt içirmek istemiş Mutarrif de :

Ben oruçluyum, demiş. Bunun üzerine Osman : Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i söyle buyururken işittim, demiştir :

«Oruç, birinizin savaştan koruyucu kalkanı gibi Cehennem ate­şinden koruyucu bir kalkandır.»" [4]



İzahı





Nesai ve İbni Huzeymo de bunu rivayet etmiş­lerdir.

Buhâri ve Müslim de bunun; «oruç bir kalkandır.» parçasını müteaddit senedlerle rivayet etmişlerdir. Hadîs orucun, sahibini Cehennem ateşinden veya Cehenneme girmeye se­bep olan günahlardan koruyucu olduğuna delâlet ediyor. Nasıl ki sa­vaşta kullanılan kalkan sahibini tehlikelerden korur.



1640) Sehl bin Sa'd (es-Sâîdî) (Radıyallâkü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, de­miştir :

«Şüphesiz Cennette Reyyan denilen bir kapı vardır. Kıyamet gü­nü : Oruçlular nerededir? diye çağrı yapılır. Kim oruçlulardan idiy­se o kapıdan girer ve o kapıdan giren bir kimse ilelebed susuzluk duymaz.»" [5]



İzahı





T i r m i z i de bunu rivayet etmiştir. Buhâri ve Müs1im ' de; kısmı hâriç bunu rivayet etmişlerdir. Nesai ve İbn-i Huzeyme' nin rivayetinde hadîsin son kısmı şöyledir: -Kim bu kapı­dan girerse içer ve kim içerse ilelebed susuzluk duymaz.»

Reyyân kelimesinin lügat mânâsı, suya, kanan, demektir. Oruç­lulara tahsis edilen Cennetin bir kapısına özel isim verilmiştir. Bu isim oruçluların hâline münâsibtir. Kurtubİ: Suya kanan mâ­nâsını ifâde eden Reyyân kelimesinin Cennetin kapısına isim olarak verilmesiyle yetinilmiş, tokluğu ifâde eden bir isim verilmemiştir. Çünkü suya kanmak tokluğu gerektirir ve dolayısıyla ona da delâ­let eder, demiştir.E 1 - H â f ı z da : Veya oruçluya susuzluk açlıktan daha zor olduğu için suya kanma mânâsını ifâde eden bir keli­me tercih edilmiş, demiştir.

Buhâri ve Müs1im' in bir rivayetinde Cennet'in sekiz kapısının bulunduğu, bunlardan birisinin isminin Reyyân olduğu ve bu kapıdan yalnız oruçluların gireceği bildirilmiştir.

Sindi: Hadîsteki oruçlulardan maksad, çok oruç tutanlardır. Nasıl ki; adaleti alışkanlık hâline getirene âdil, zulmetmeyi alışkanlık hâline getirene zâlim denilir. Bir defa adalet edene âdil, veya zul­medene zâlim denilmez. Çok oruç tutan kimse, farz oruçla beraber, nafile oruç da tutana denilir. Yalnız Ramazan orucunu tutmakla ye­tinene zahiren çok oruç tutucudur denilmez.

Hadîsin : «... İlelebed susuzluk duymaz.» cümlesinin zahirine gö­re, susuzluk duymamak vasfı Reyyân kapısından girenlere mahsustur. Allah Teâlânın : âyeti ise Cennet'te hiç kimsenin susuzluk duymayacağına delâlet eder. Bu durumda hadisin zahiri âyete ters düşer. Ancak âyet şöyle yorumlanabilir: Âyetten maksad, Cen­net'te susuzluğun olmaması değildir. Maksad, içkilerin aralıksız ik­ram edilmesidir. Artık insan, Cennet'te susuz kalmaz. Fakat ikram edilen içkileri kullanmasa bjle susuzluk duymıyacağı mânâsı kaste-dilmemiştir. Hadiste kastedilen mânâ ise, Reyyân kapısından Cen-net'e girenlerde susuzluk duyma durumunun kökünden kaldırılmış ol­masıdır. Yâni Cennet'teki içkileri içmeseler dahi susuzluk duymıya-

caklardır.

Şöyle yorum yapmak da mümkündür: Hadisten maksad, Reyyân kapısından Cennet'e girenler, giriş anından itibaren susuzluk duymı-yacaklardır. Diğer kapılardan girenler ise, Cennet'teki makamlarına ulaştıkları zaman susuzluk duymıyacaklardır. Aradaki fark budur, demiştir. [6]



2 - Ramazan Ayının Fazileti Hakkında Gelen Hadisler Babı





1641) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre: Resûhıllah (SaUaUahü Aleyhi ve Selimi) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kim inanarak ve sevabını Allah'tan bekliyerek Ramazan orucu­nu tutarsa geçmiş günahı bağışlanır»[7]



İzahı





Buhâri, Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd ve N e s a î de bunu rivayet etmişlerdir.

Ramazan : Bu kelime, bilinen ayın adıdır. Ramz kökünden alın­madır. Ramz ise hararetin şiddetidir. El-Menhel yazarının dediğine göre Araplar, ayların isimlerini değiştirdikleri zaman her ayı, rast­ladığı mevsime göre isimlendirmişler. Ramazan ayı, sıcaklığın şiddet­li olduğu zamana rastladığı için ona Ramazan adını vermişlerdir. Bâ­zıları : Ramazan orucu, günahları kavurup yaktığı için bu aya Ra­mazan ismi verilmiş, demişlerdir.

İhtisâb : Orucun sevabını Allah Teâlâ'dan taleb etmek veya sırf Allah rızasını gözetmek, yâni ihlâslı olmaktır. Şu halde Ramazan orucunun farziyetine, bunun İslâm'ın rükünlerinden olduğuna; oruç­lu için Allah'ın vâdettiği sevaba inanarak ve ihlâslı olarak; sevabını Allah'tan taleb ederek Ramazan ayının tamamını oruçlu geçiren mü'* minin geçmiş günahları bağışlanır.

Hadisin zahirine göre geçmişteki küçük ve büyük bütün günah­lar bağışlanır. El-Menhel yazarının dediğine göre Ibnü'1-Mün-z i r böyle yorumlamıştır. Lâkin Nevevi, Müslim'in şer­hinde : 'Fıkıhçılarca benimsenen görüş, bu mağfiretin küçük günah­lara mahsus olmasıdır. Büyük günahlar buna dâhil değildir. Fıkıh-çılardan bâzıları demişler ki : Küçük günah bulunmadığı takdirde Ramazan orucunun büyük günahları hafifletmesi mümkündür.

Eğer oruçlunun hiç günahı yoksa tuttuğu oruç, onun Cennet'te-ki derecelerinin yükselmesine vesile olur,' demiştir.

Sindi de : Bu ve benzeri hadisler, ibâdetlerin faziletini şöy­lece beyan ederler : Bu ibâdetler, insanın günahları varsa, bağışlan­masına vesile olur. Günahlar bir ibâdetle bağışlanmış durumda iken günahları bağışlayıcı olan başka bir ibâdetle ne bağışlanacak? diye bir itiraz söz konusu değildir. Çünkü ibâdetlerin faziletine âit bu tür

hadislerden maksad, bu ibâdetlerin Allah katındaki değer ve fazile­tini açıklamaktır, insanın günahı olmadığı zaman bu ibâdetler, onun derecelerini yükseltir. Nitekim bütün günahlardan ma'sum olan Pey­gamberlerin durumu böyledir.



1642) Ebû Hüreyre (Hadiyallahii (/«///den rivayet edildiğine göre; Resûlulluh (Sa/lal/ahii Aivyhi vt Svlhm) şiiyle buyurmuştur :

«Ramazan ayının ilk gecesi olunca şeytanlar ve cinlerin âsileri zincirlere vurulur. Cehennemin kapıları kapatılır da hiç bir kapısı açılmaz. Cennet'in kapıları açılır da hiç bir kapısı kapanmaz ve bir nida edici: Ey hayır isteklisi (hayır işlemeye) yönel, ey şer İsteklisi! kendini tut. Allah tarafından ateşten âzâd edilenler olur, diye çağı­rır. Bu (çağrı ve âzâd edilme İşi) Ramazanın her gecesinde olur.[8]



İzahı





Tirmizî, Nesai, Hâkim ve İbn-i Huzeyme de bunu rivayet etmişlerdir. Buhâri de hadîsin :

«Ramazan geldiği zaman Cennetin kapılan açılır, Cehennemin kapıları kapatılır ve şeytanlar zincire vurulur.» kısmını rivayet et­miştir.

Tuhfe yazarı bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der : Merede "Mârid"in çoğuludur. Mârid : Şer işlemeye kendini ada­yana denilir. Cinlerin mûridleri şeytanların bir türüdür.

Şeytanların zincirlere vumlmasındaki hikmet, oruçlulara vesve se etmemeleridir. Bunun bir belirlisi, Ramazan'dan önce günahlara dalmış olanların çoğunun Ramazan orucunu tutmaya başlar başla­maz kötü alışkanlıklarını terketmeleri ve Allah'a dönüş yapmalarıdır. Bâzılarında görülen, kötülük ve isyana devam etmelerine gelin­ce; Bunun sebebi, şeytanların etkisinin, bunların içinde iyice kökleş­miş olmasıdır. Bâzı âlimlere göre şeytanlar zümresinin başkanı du­rumundaki İblis, zincire vurulmaz. Çünkü Âdem (Aleyhisse-lâm)'e secde etmekten imtina ettiği zaman ilâhî lanete mâruz kalın­ca Allah'tan kıyamete kadar mehil istemiş, Allah Teâlâ da bu isteği kabul etmiştir. Ramazan'da vuku bulan ma'siyetler. Onun vesvese ve aldatması ile meydana gelir.

Hadîsteki bağlama; sapıtma ve aldatma hususundaki şeytanların zayıf düşürülmesinden kinaye olabilir.

E 1 - H â fi z ' in, el-Fetih'te dediğine göre K â d t Iyâz: Şey­tanların zincirlere vurulmasının hakîki mânâsına göre olması muh­temeldir. Şeytanların zincirlere vuruluşu, onları mü'minlere eziyet et­mekten men etmek ve Ramazan ayının girişini ve yüce kıymetini me­leklere bildirmektir. İkinci ihtimal, ilâhî mükâfatın çokiuğuna ve şey­tanların zincirlere vurulmuşcasına mü'minleri günaha sokmalarının azlığına işarettir. M ü s 1 i m ' in rivâyetindeki;

= «Rahmet kapıları açılır.» ilâvesi, ikinci ihtimâli te'yid eder, demiş­tir. Daha sonra şöyle der:

'Muhtemelen Cennet kapılarının açılması, Allah Teâlâ'nın kulla­rı için açtığı ibâdetlerden ibarettir. Çünkü ibâdetler, Cennet'e girme sebepleridir. Cehennem kapılarının kapatılması da, sahiplerini Ce­henneme sevk eden günahlara karşı soğuk davranmaktan ibarettir. Şeytanların zincirlere vurulması ise; onların, şehvetleri süslemekten ve sapıtmadan âciz bırakılmalarıdır.'

Ez-Zeyn bin el-Münir birinci ihtimâli tercih ede­rek : Hadîsi zahiri mânâsından başka bir mânâya tevil etmeyi gerek­tiren bir zaruret yoktur, demiştir.

EI-Hâf ız'ın dediğine göre; Kurtubi hadîsin zahirine hamledilmesini tercih ettikten sonra : 'Eğer denilse ki şeytanlar zin­cirlere vurulmuş olsaydı Ramazan'da günahların ve kötülüklerin iş­lenmemesi gerekirdi. Halbuki şok günah işlenir. Buna şöyle cevap verilir: Şeytanlar, şartları korunan ve âdabına riâyet edilen oruç ibâdetini lâyıkı veçhiyle ifâ eden mü'minlere karşı bağlanmış olur. Orucun şartlarına ve âdabına riâyet etmiyen oruçlulara karşı bağlı değildir. Yahut şeytanların bir kısmı bağlanır. Nitekim T i r m i z i ve N e s a i' nin rivayetinde buna işaret vardır. Çünkü bu rivayet­lerde; «Mârid f= Âsi) şeytanlar...» kaydı vardır. Şöyle de denilebilir; Şeytanların bağlanmasından maksad, Ramazan'da kötülüklerin azaltılmasıdır. Bu durum görülebilir. Çünkü hakîkatan Ramazan'da nisbeten kötülükler azalır. Şeytanların hepsinin bağlanmış olması, hiç bir günahın vuku bulmamasını gerektirmez. Çünkü kötü ruhlu kimseler, çirkin âdetler ve insanlardan olan şeytanlar da mü'minleri günahlara sokarlar,' demiştir.

Hadîste «Bir nida edici...» buyurulmuştur. Tuhfe yazarının dedi­ği gibi nida edicinin bir melek olması muhtemeldir. Veya maksad, hayra yönelmesini Allah'ın irâde ettiği kimselerin kalblerine bu duy­gunun girmesidir.

Hadîsin «Ey şer isteklisi kendini tut!» çağrısından maksad, gü­nah işlemek istiyenin, nefsini günah işlemekten tutması ve tevbe edip Allah'a dönüş yapmasıdır.

El-Mirkat'ta belirtildiği gibi günah işliyenlerin Ramazan'da tev­be etmeleri, ibâdete karşı gevşek davrananların Ramazan'da ibâdete sarılmaları, sâlih insanların Ramazan'da ibâdetlerini çoğaltmaları ha­dîsteki nida edicilerin etkisi ve Allah'ın rahmet bakışı ile olabilir. Bu­nun içindir ki küçükler dâhil, müslümanlann ekserisinin oruç tut­tuklarını görürsün. Hattâ namaz kılmıyanların çoğunun Ramazan'da oruca başladıkları görülür. Halbuki oruç, namazdan daha zordur, ibâ­dete karşı gevşemeyi gerektiren vücut zayıflığına ve fazla uykuya yol açar. Bununla beraber mescidlerin Ramazan'da cemaatla ihya edildikleri görülür.

Hadîs, Allah Teâlâ'nın Ramazan ayında Cehennem'e müstehak olmuş olan kullarının bir kısmını Cehennem'den azâd ettiğine delâlet ediyor. Âzâd edilenlerin çokluğu başka rivayetlerden anlaşılıyor.

Hadîsin son cümlesindeki: 'cJJi kelimesi, hadîsteki çağrıya işa­ret olabilir. Bu takdirde cümlenin mânâsı şöyle olur: Nida edici Ra-mazan'ın her gecesinde hadîste anlatılan şekilde çağrıda bulunur. Mezkûr kelime âzâd edilmeye işaret olabilir. Bu takdirde cümlenin mânâsı: 'Ramazan'ın her gecesinde Allah, çok sayıda kullarını Ce­hennem ateşinden âzâd eder, olur. Mezkûr kelimenin anılan iki şe­ye de işaret olması mümkündür. Buna göre Ramazan'ın her gecesin­de çağrı yapılır ve âzâd edilenler olur.

S i nrd î, son ihtimâle göre yorum yapmıştır. Suyûtî ikin­ci ihtimâli tercih etmiştir. T ı y b î ilk iki ihtimâle göre yorumla­mıştır.



1643) Câhil" (Radnallâhii anh)\\en rivayet edildiğine güre; Resûlul-lah (SaUalitıhü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir :

«Şüphesiz her iftar vaktinde Allah tarafından (Cehennem ate-sinden) âzâd edilenler olur. Bu (Ramazanın) her gecesinde olur.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinin ricali sıka zâtlardır. Çün­kü Ebû Sülyân'ın Câbir (R.A.Vden olan rivayeti sahihtir Râvi el-A'meş'in Ebû Süfyân'dan hadis işitmediğine dâir Bezzâr'm sözünün garib olduğunu, çünkü A'meş'in bu tür rivayetinin Kütüb-i Sitte'de bulunduğunu ve Ebû Süfyân'dan riva­yet etmekle tanındığını Şu'be söylemiştir.



1644) Ent'.s bin Mâlik (Radıyullâhii un/ı)'tien\ Şöyle demiştir:

Ramazan ayı girdi de Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) şöyle buyurdu :

«Bu aya girmiş bulunuyorsunuz. Onda bin aydan hayırlı bir ge­ce vardır. Bu gecetnin kazancın)dan mahrum olan bir kimse hayrın tümünden mahrum olmuş olur, ve bu gecenin hayrından yalnız saa­detten payı olmayan kimse mahrum kalır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki İmrân bin Dâvûd Ebü'l-Avvâm el-Kattân hakkında ihtilâf vardır. İmam Ahmed Onun hadîslerini geçerli saymış, Affan ve el-İclî Onu sıka saymışlar, İbn-i Hibbân da Onu sikalar arasında zikretmiş, İbn-i Adiyy ise : İmrân'dan rivayetten dolayı bu hadîs garîb sayılmıştır. İmrân'dan bir takım garib hadîsler rivayet edilmiş olup, onda beis olmadığını umarım, demiştir. İsnâdm kalan râvileri sikadırlar. [9]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîs, Kadir gecesinin, içinde Kadir ge­cesi bulunmayan bin aydan hayırlı olduğuna delâlet ediyor.

Sindi şöyle der : Hadîsten maksad, Kadir gecesini ihya et­meye muvaffak olmayan ve o gecedeki ilâhî lütuf ve ikramda nasi­bini almayan kimse hayrın tümünden mahrum kalmış olur, diyen­ler vardır. Kadir gecesinin lütuf ve ihyasından mahrum olan kim­senin, o gecenin yatsı farzını bile kılmayan kimse olduğunu umarım.

Sindi1 nin maksadı galiba şudur: Kadir gecesinin yatsı far­zını kılan kimsenin, o gecenin lütuf ve ikramından mahrum sayü-mıyacağı umulur. O gece her türlü ibâdeti ve hayrı ihmal ettiği gi­bi yatsı namazını dâhi kılmayan kimse ise, o gecenin faziletinden ve hayrın tümünden mahrum kalmış olur. Bu kutsal geceyi.bu derece gafletle geçirip hayır ve bereketinden mahrum olan kişi, ancak ve ancak saadetten nasibi olmayan kimsedir. [10]


3 - Şek [11] Gününün Orucu Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1645) Sıla bin Züfer (Radtyallâhü anh)[12]'den: Şöyle demiştir:

Biz (Ram az an'dan mı Şa'ban'dan mı olduğunda) şek edilen gün Ammâr (bin Yâsir) (Radıyallâhü anhümâ)'nın yanında idik. (Pişi­rilen) bir koyun getirildi. Cemâatin bir kısmı (onu) yemekten uzak durdular. Bunun üzerine Ammâr (Radıyallâhü anh) :

Kim bu gün oruç tutarsa şüphesiz Ebû Kasım (Muhammed) (SaJ-lallahü Aleyhi ve Sellem)'e isyan etmiş olur, dedi." [13]



İzahı





Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Nesâî, İbn-i Huzeyme, İbn-i Hibbân ve Dârimî de rivayet etmişler; Tirm izi de rivayet ederek hasen - sahih bir hadîs olduğunu söylemiştir. D â -r e k u t n î de tahriç ederek isnadının hasen - sahih ve tüm râvile-rinin sıka olduklarını söylemiş; Hâkim de rivayet edip, Buhâ-r î ve M ü s 1 i m ' in şartı üzerine sahîh olduğunu söylemiştir.

§ek günü; Ram azan' dan mı Şaban' dan mı oldu­ğunda şüphe edilen ve Ş â b a n' m 29'uncu gününden sonra ge­len gündür. Bunda şüphe etmenin sebebi, Hilâlin görüldüğü söylen­tisinin dolaşması fakat Hilâlin görüldüğünün ispat edilmemesidir. Yahut fâsıklık ve benzerî sebeplerle şahitliği reddedilen kişilerin, Hilâli gördüklerine şahitlik etmeleridir.

Tirm izi, Nesaî, Dârimi ve Dârekutnî' nin rivayetlerinde belirtildiği gibi ikram edilen koyun etini yemekten im­tina edenler, oruçlu oldukları mazeretini beyan etmişlerdir. Bunun üzerine Ammâr (Radıyallâhü anh) bugün oruç tutanların Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'e muhalefet ettiklerini bildir­miştir Nitekim Dârekutni ve Bezzâr'ın rivayet ettik­leri bir hadiste Ebû Hüreyre {Radıyallâhü anh) :

"Resûluüah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (şu) altı günde oruç tutmayı yasaklamıştır: Ramazan d an olduğunda şüphe edilen gün, Ramazan bayramının ilk günü. Kurban bayramının Ük günü ve teşrîk günleri (yâni Kurban bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü gü­nü) " demiştir. E b u ' 1 - K a s ı m Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in künyesidir. [14]



Âlimlerin Şek Günü Hakkındaki Görüşleri





1 - Hanefî âlimleri, Mâlik, İshâk, Evzâi ve el-Leys bin Sa'd: Ramazan niyetiyle o gün oruç tutmak tahrimen mekruhtur, nafile veya kaza ve adak niyetiyle oruç tut­makta beis yoktur, demişlerdir.

2 - Şafiî: Ramazan niyetiyle o gün oruç tutmak, sahih de­ğildir. Âdetine rastlamadığı takdirde nafile niyetiyle de tutamaz. Ka­za ve adak gibi bir niyetle veya âdetine rastladığı için nafile niye­tiyle oruç tutmakta sakınca yoktur, demiştir. Meselâ her haftanın Perşembe gününü nafile oruçla geçirmeyi âdet edinen bir kimse, şek günü Perşembeye tesadüf ettiği takdirde âdeti olduğu için tutabilir.

İ bnü'l-M ünz i r'in anlattığına göre Ömer, Ali, Huzeyfe, Enes, Ebû Hüreyre, İbnü'l-Müsey-yeb, Şa'bî, Nahaî ve İbn-i Cüreyc (Radıyallâhü anhüm) da böyle hükmetmişlerdir.

3 - İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) : Şek günü akşa­mı'bulut ve benzen bir şey hilâlin görülmesine mâni olduğu zaman Ramazan niyetiyle o gün oruç tutmak zorunludur. Fakat hava açık olduğu halde halk gözetlediğine rağmen hilâli görmezlerse Rama­zan niyetiyle oruç tutulmaz, demiştir. Ahmed bin Ha n bel'-den bir rivayet de böyledir. A h m e d ' in ikinci bir rivayeti, Ş â -f i î mezhebine uyar.

4 - Ahmed bin Hanbel'in üçüncü kavline göre halk imama, yâni hüküm vermeye yetkili devlet adamına tâbidir. O tu­tarsa halk da tutar. O tutmazsa halk da tutmaz. Hasan-ı B a s -ri, İbn-i Şîrîn ve Şâ'bî de böyle demişlerdir.

5 - Ebû Bekri Sıddîk (Radıyallâhü anh)'in kızları Âişe ve Esma (Radıyallâhü anhümâ) o gün Ramazan niye­tiyle oruç tutuyorlardı ve Âişe (Radıyallâhü anhâ) şöyle derdi: Şüphesiz Ş â ban' dan bir gün oruç tutmam, Ramazan'-dan bir günün orucunu yememden bana daha sevimlidir.



1646) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hilâli görmeden önce (Ramazan niyetiyle) bir gün oruç tutmaya acele etmeyi yasaklamış­tır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Râvi Abdullah bin Saîd el-Makberî'nin za­yıflığı üzerinde âlimler ittifak ettikleri için bu sened zayıftır. [15]



İzahı





Zevâicl türünden olan bu hadîsteki yasaklama, tercemede paren-tez içi ifâdeyle işaret ettiğim gibi, Ramazan niyetiyle oruç tutmaya mahsustur. Hadîsteki acele etme tâbiri de bu yoruma işaret ediyor. Bundan önceki hadisin izahında belirttiğim gibi îtiyad edilen bir na­file niyetiyle veya kaza ve adak niyetiyle hilâli görmeden bir gün önce oruç tutmakta beis yoktur. Bundan sonra gelecek dördüncü ve beşinci bâbtaki hadîsler de bu yorumu gerekli kılar.



1647) El-Kâsım Ebû ,\bdirrahman (Radtyallâkü anh)[16] den rivâyet edildiğine göre kendisi, Muâviye bin Ebî Siifyân (Radıyallâhü ankümâ)'yı minber üzerinde şöyle söylerken işi t mistir :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ramazan ayından önce minber üzerinde şöyle buyururdu :

«Oruç şu gündür. Biz o gün gelmeden Önce oruç tutarız. Artık kim dilerse önceden tutar. Ve kim dilerse oruç tutmayı o güne kadar tehir eder.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahih, ricali sıka zâtlardır. Lâkin el-Mizzi'nin et-Tehzîb'te ve Zehebi'nin el-Kâşif te dediklerine göre seneddeki el-Kâsım bin Abdirrahman'ın sahâbilerden yalnız Ebû Ümâme (R.A.)'den hadis işittiği, başka sahâbilerden hadis işitmediği söylenmiştir. [17]



İzahı





Sindi, Zevâid türünden olan bu hadîsin açıklamasını yapar­ken : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Şa'ban ayında çok oruç tutmayı âdet edindiği için bu hadiste Ramazan'dan önce oruç tuttuğunu beyan buyurmuş ve : Dileyen kimse benim âdetimi tutarak Ramazan'dan önceki günlerde oruç tutmayı itiyad edinsin, buyur­mak istemiştir. Bu hadîs böyle yorumlanınca 1650 ve 1651 nolu hadîs­lere ters düşmez, demiştir.

Ebû Dâvûd da bu hadisin benzerini el-Muğire bin F e r v e ' den rivayet etmiştir. Oradaki rivayete göre Muâviye (Radıyallâhü anh) H u m u s' un civarındaki M i s h a 1 kilise­sinde halka :

Ey Cemâat! Biz Şaban hilâlini falan gün gördük. Ben o günden Önce (Şaban ayının son günü) oruç tutarım. Artık benim gibi yap­mak isteyen yapsın, demiş. Bunun üzerine orada bulunan sahâbî Mâ­lik bin Hubeyre (Radıyallâhü anh) kalkarak:

Ey Muâviye! Şu dediğin husus, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'dan işittiğin bir şey midir? Yoksa senin görüşün müdür? di­ye sormuş. Muâviye (Radıyallâhü anh) de: Ben Resülullah (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) 'den işittim. Buyurdu ki:Ayın başını ve sonunu oruçla geçirin.»

El-Menhel yazan : Muâviye (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu hadîsle her ayın ilk ve son gü­nünü oruç tutmayı meşru saydığını anlamıştır. Bu emrin Şaban ayı­na da şümullü olduğu kanaatina varmış ve âdetine tesadüf etme­yen kimsenin Şaban ayının sonunda oruç tutmasının yasaklığı-na galiba muttali' olmamıştır, demiştir. [18]


4 - Şaban Ayında Ramazan Ayına Kadar Peşpeşe Oruç Tutmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1648) Ummü Seleme (Radıyallâhü ankâ)'dar\; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Şaban ayını oruç tuta­rak Ramazan ayına birleştirirdi."



1649) Rebîa bin el-Ğaz [19] (Radıyallâhü ank)'den rivayet edildiği­ne göre :

Kendisi, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in oruç duru­munu Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya sormuş ve Âişe (Radıyallâhü anhâ):

O, Şaban ayının tamamını oruçla geçirerek nihayet Şâban'ı Ra-m azan'la birleştirirdi, demiştir. [20]



İzahı





Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsini Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesai ve Tirmizî de rivayet etmişler, Tirmizî hadisin hasen olduğunu söylemiştir. Ebû D â v û d' un rivayetinde Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ):

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yılın hiç bir ayın ta­mamını oruçla geçirmezdi. Şaban ayı müstesna. Onu, oruç tutarak Ramazan'la birleştirirdi."

 i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nirı hadisini Nesaî ve Tirmi-z i de benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. Bu hadîslerin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem Şaban ayının tamamını oruçla geçirirdi. Lâkin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Şaban ayının çoğunu oruçla geçirdiğine dâir riva­yetler vardır.

El-Menhel yazarı babımızın başlığına benzer bir başlıkla açtığı bâbta rivayet ettiği Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsini açıklarken bu konudaki rivayetleri zikrettikten sonra şöyle der :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bâzı yıllarda Ş â-b a n ayının tamamını ve diğer bâzı yıllarda Şaban ayının çoğunu oruçla geçirdiği yorumuyla mevcut rivayetlerin arasını bul­mak mümkündür. Tirmizî, Ümmü Seleme (Radıyal­lâhü ânhâ)'nin mezkûr hadîsini ve Ebû Hüreyre (Radıyal­lâhü anh) 'in (1650 nolu) hadisini naklettikten sonra tbnü'1-Mü-b â r e k' in : Bir kimse ayın çoğunu oruçla geçirdiği zaman Arap dilinde: Falan adam bütün ay oruç tuttu denilebilir. Keza: Falan adam bütün gece ibâdet etti denilir. Halbuki o adam, akşam yeme­ğiyle ve bâzı diğer işleriyle meşgul olmuş olabilir/ dediğini zikret­miştir. T i rm i z î daha sonra: Bana öyle geliyor ki tbnü'l-Mübarek bu konudaki rivayetlerin arasında zahiri bir ihtilâf bile bulunmadığı görüşündedir, demiştir.

T i r m i z i' nin söylemek istediği husus şudur : A i ş e (Ra­dıyallâhü anhâ) 'nin hadisinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)'in. Şaban ayının tamamını oruçla geçirdiği; bâzı rivayet­lerde ise Onun Şaban ayının çoğunu oruçla geçirdiği beyân edilmiştir. Arap dilindeki kullanış tarzına bakılacak olursa Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Şaban ayının çoğunu oruçla geçirmişken bunu ifâde etmek için  işe (Radıyallâhü anhâ) Onun Şaban ayının tamamını oruçlageçirdiğini söylemiş ola­bilir.

E 1 - H â f ı z da el-Fetih'te: Hulâsa  i ş e (Radıyallâhü an-hâ)'nin hadisindeki "Şaban ayının tamamı"ndan maksad, ekserisi-dir. Bu tâbir, az kullanılan bir mecazdır. Fakat T ı y b î bu yoru­mu uzak bir ihtimal olarak göstermiştir. Tıybı" nin görüşüne göre rivayetler şöyle yorumlanmalıdır: Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) bazen Şaban ayının tamamını, bazen de çoğunu oruçlageçirirdi şeklinde yapılan yorumdur, demiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Şaban ayını oruçla geçirmesinin hikmeti, N e s a î' nin rivayet ettiği Ü s â m e bin Z e y d ' in şu mealdeki hadisinde belirtilmiştir :

"Ben : Yâ Resûlallah! Şaban ayında tuttuğun kadar hiç bir ay­da oruç tuttuğunu görmedim, dedim. Buyurdu ki:

«Recep ve Ramazan ayları arasındaki şu (Şaban) ayından halk gafildir. Bu Öyle bir aydır ki; Ameller, âlemlerin Rabbine bu ayda yükseltilir. Ben oruçlu iken amellerimin yükseltilmesini severim.»" [21]



Hadislerin Fıkıh Yönü





Hadisler, Şaban ayındaki orucun faziletine, Şaban ayı­nın tamamını oruçla geçirmenin meşruluğuna ve Şaban ayını, oruç tutarak Ramazan ayı ile birleştirmenin câizliğine delâlet edi­yorlar. [22]



5 - Âdet Edindiği Orucu Rastlıyandan Başkasının Ramazan'dan (Bir-İki Gün) Önce Oruç Tutmasının Yasaklığı Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1650) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü an hy den rivayet edildiğine göre Kesulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir ;

«Ramazan (ayı) orucunu bir* veya iki gün (oruç tutmak) ile kar­şılamayınız. Ancak oruç tutma âdeti olan adam, o orucu tutar (tut­sun.)»" [23]



İzahı





A h m e d ve Kütüb-i Sitte sahipleri bunu rivayet etmişlerdir. T i r m i z İ : Bu hadis, hasen - sahihtir. İlim ehlinin uygulaması böy­ledir. Âlimler, Ramazan ayı girmeden önce Ramazan ayını karşılamak niyetiyle kişinin oruç tutmaya acele etmesini mek­ruh saymışlardır. Eğer adam oruç tutmayı âdet edinmiş olup o gün de Onun âdetine rastlarsa âlimlerce onun oruç tutmasında beis gö­rülmemiştir, demiştir. Hâkim, Beyhakî, İbn-i Hib -ban, İbn-i Huzeyme ve Dârekutni de bu hadîsi rivayet etmişlerdir.

El-Menhel yazarı, Şaban ayının sonunda Ramazan ayını karşılamak üzere oruç tutmanın yasaklanması hikmeti hakkın­da : Bunun hikmeti şudur : Ramazan orucuna güçlü ve neş'eli olarak başlamak için dinlenmek gerekir. Oruç ise dinlenmeyi göl­geler. Bâzılarına göre bunun hikmeti farz olan Ramazan oru­cunun nafile oruca karışmasıdır. Çünkü halk onun oruç tutması ne­deniyle hilâlin görüldüğünü zannederek oruç tutabilirler.

Oruç tutmayı âdet edinen kimselerin, âdetleri veçhiyle o gün oruç tutmalarının caiz görülmesinin hikmeti; âdetine riâyet etmesi­ne imkân vermektir. Çünkü ibâdetin en faziletlisi, devamlı yapılanı­dır. Diğer taraftan, alışılanı bırakmak insana zor gelir.

Bu hadis, cumhurun delilidir. Çünkü cumhura göre; oruç tut­mayı îtiyad edenin âdeti Ramazan' dan önceki bir veya iki güne tesadüf eden hâriç, o iki günü oruçla geçirmek mekruhtur. Bu görüş Ömer, Ali, Ammâr, Huzeyfe ve İbn-i M e s ' u d (Radıyallâhü anhüm) gibi sahâbilerden ve S a i d bin el-Müseyyeb, Şa'bi, Nehai, Hasan-ı Basrî ve İbn-i S î r in gibi tabiîlerden rivayet edilmiştir.

Hadis, Ramazan' dan bir - iki gün önce oruç tutmayı ya­saklamakla yetinmiştir. Çünkü Ramazan'ı karşılamak için ek­seriyetle Ramazan' dan bir veya iki gün önce oruç tutmak istenebilir. Bu isteğin men edilmesi ön görülmüştür. Aslında Şa­ban ayının son yansında oruç tutmak yasaktır. (Nitekim bundan sonra gelen hadîste bu durum belirtilmiştir.)

Âdeti o güne rastlayan kişi, bu yasaktan istisna edilmiştir. Ka­za, adak ve kefaret oruçları, â'imlerce âdet orucu hükmüne tâbi sa­yılmıştır.



1651) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; ResûJullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Şaban ayı yarılanınca artık Ramazan gelinceye kadar oruç tut­mak yoktur.»" [24]



İzahı





Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesai, Tahavi, İbn-i Hibbân, Dârimi ve Beyhaki de bu hadisi benzer la­fızlarla rivayet etmişlerdir. Hadisin zahirine göre Şaban ayı­nın ilk on beş günü geçince nafile oruç tutulamaz. El-Menhel yazan bu hadîsin açıklaması bahsinde Özetle şöyle der;

1 - Ş â f i î 1 e r' in çoğu bu hadîsin zahirini tutarak : Şa­ban ayının ilk yarısında nafile oruç tutmıyan ve ayın belirli gün­lerini oruçla geçirme âdeti olmayan bir kimsenin, Ş â b a n' in son yarısında oruç tutması yasaktır, demişlerdir. Şâfiîler' den Ruyânî: Ramazan1 dan bir veya iki gün önce R a m a -z a n ' i karşılamak üzere nafile oruç tutmak haramdır ve Ş â-b a n ' in son yansının diğer günlerinde tutmak mekruhtur, demiş­tir.

2 - Cumhura göre Ş â b a n' in ilk yansında oruç tutmayan ve ayın belirli günlerini oruçla geçirme âdeti olmayan kimsenin bi­le, Ş â b a n ' in son yarısında nafile oruç tutması mubahtır. Cum­hura göre bu hadis zayıftır. Ahmed ve İbn-i Muin: Bu hadîs münkerdir, demişlerdir. Hattâbî: Bu hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: «Şâban'ı oruç tut tak Ramazanla birleştirdi» mealindeki hadîslerine muhalif olduğu için Ahmed bu hadîsi münker saymış, demiştir. Lâkin İbn-i Hibbân,İbn-i Hazm, İbn-i Abdi'1-Berr gibi âlimler, bu ha­dîsin sahih olduğunu söylemişler. T i r m i z i de hadîsin hasen -sahih olduğunu söylemiştir.

Bâzı âlimler, bu hadis ile bundan önceki hadisin arasını bulmak üzere: Bu hadîs, çok oruç tutmakla kendisini zayıf düşürenlere veya R a m a z a n' ı karşılamak niyetiyle Ş â b a n' in son yarısında oruç tutanlara mahsustur. Bundan önceki hadîs ise Ramazan ayından olur ihtimâlini göz önünde bulundurarak Ramazan'-dan bir veya iki gün önceden Ramazan niyetiyle ihtiyaten oruç tutanlara mahsustur, demişlerdir," [25]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




ORUÇ BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: ORUÇ BÖLÜMÜ   ORUÇ BÖLÜMÜ Icon_minitimeSalı Mayıs 04, 2010 12:53 pm

6 - Hilâli Görmeye Şahitlik Etmek Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1652) (Abdullah) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâ/dan; Şöyle de­miştir :

Bir A'rahî, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'o gelerek: Ben bu gece Ramazan hilâlini gördüm, dedi. Efendimiz Ona:

«Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Re­sulü olduğuna şehâdet ediyor musun?» buyurdu. Adam ı Evet, dedi. Efendimiz:

«Kalk yâ Bilâl! Yarın oruç tutmaları için halka ilân yap.» bu­yurdu.

Râvi Ebû Alî demiştir ki: El-Velîd bin Ebî Sevr'in ve el-Hasan bin Alînin rivayetleri (de) böyledir. (Yâni tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'ya ulaşır.) Hammâd bin Seleme de bunu rivayet etmiş (fa kat) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'yı zikretmemiş ve : Bilâl (Ra-dıyallâhü anh) halkın o gece teravih gibi Ramazan gecelerine mah­sus ibâdete kalkmaları ve oruç tutmaları için çağrıda bulundu, ilâ­vesini zikretmiştir." [26]



İzahı





Ebû Dâvûd, Nesâî, Tirmizi, Dârekutnî, Hâkim, Beyhaki ve Dârimi de bunu rivayet etmişlerdir.

Hadis, Ramazan hilâlini görmek mes'elesinde kâfirin şâ bitliğinin muteber olmadığına ve bu mes'elenin sübutu için şahidin müslüman olduğunun bilinmesiyle yetinilebileceğine delâlet eder. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) A'rabinin âdil veya fâşık­lık durumunu araştırmayıp sadece müslüman olup olmadığım araş­tırmakla yetindiğine göre Ramazan hilâlinin şahitliği için âdil olmak şartı aranmaz, denilemez. Çünkü o A'rabi eğer o anda kelime-i şehâdeti getirmekle yeni müslüman olmuş ise bir kâfirin müslümanlığı kabul etmesiyle geçmişteki tüm günahları affedilir. O halde âdil sayılır, fâsık değildir. Şayet A'rabî bu olaydan önce müs­lüman olmuş ise bütün sahâbîler âdildir. Şahidin âdil olma şartını koşan âlimler, böyle demişlerdir.

Ramazan hilâlinin şahitliği için âdil olmak şart değildir, diyen âlimlerin görüşlerini yansıtan Sindi: Peygamber (Sallal-lâhü Aleyhi ve Sellem)'in A'rabîye Kelime-i Şehâdetin mefhumuna inanıp inanmadığını sorması, müslüman olup olmadığını tahkik et­mek içindir. Hadisten anlaşıldığına göre hava bulutlu olduğu zaman hilâli gördüğüne şahitlik eden kişinin müslüman olduğu tahakkuk ettiği zaman, âdil olsun olmasın, hür olsun, köle olsun Ramazan hilâlini gördüğüne dâir şahitliği makbuldür. Şöyle de söylenebilir: Saadet devrindeki bütün müslümanîar âdil idiler. Bu sebeple âdil ol-mıyanın şahitliğinin kabul edilmesi gerekmez, demiştir.

Müellifin zikrettiği sened, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'a ulaşır. Bu senedle rrvâyet edilen hadiste halkın oruç tutma­ya başlamaları için Bilâl (Radıyallâhü anh)'in ilân yapması emredilmiştir. Fakat o gece teravih namazını kılmaları veya başka ibâdetle ihya etmeleri için bir ilân yapması emri bulunmamaktadır. Müellif, el-Velid bin Ebî Sevr'in ve el-Hasan bin Ali' nin yer aldıkları başka senedleri rivayet eden Ebû Ali' nin beyânına göre. o senedlerle rivayet edilen hadîs metni böyledir. Ebû Dâvûd kendi süneninde e 1 - V e 1 î d bin Ebî S e v r ' in rivayeti M u h a.m med bin Bekkâr' dan rivayet etmiş, o rivayet yine Zaide bin Ku d â m e ' de Mü­ellifin senediyle birleşir. El-Hasan bin Alî' nin sene­dini ise bizzat kendisi rivayet etmiş. Bu da Hüseyin e 1 • C a ' f i' -nin aracılığıyla Zaide' den rivayet etmiş ve böylece müellifin se­nediyle birleşmiştir.

Müellifin E b ü AH' den naklen Hammâd bin Se­leme' den rivayet ettiği hadîsi Ebû Dâvûd, Müsâ bin î s m â i 1 aracılığıyla Hammâd' dan, Hammâd da Si­ma k ' tan, O da İ k r i m e' den mürsel olarak rivayet etmiştir. H a m m â d ' in rivayetinde bulunan hadîs metninde Bilâl (Ra­dıyallâhü anh)'in çağrısında halkın o geceyi ihya etmeleri emri de vardır.

Hadis, Ramazan hilâlinin görülmesi için âdil bir şahidin şahitliğinin kâfi olduğuna delâlet eder.



1653) Ebû Ümeyr (Abdullah) bin Enes bin Mâlik (Radıyallâhü an-hümâ)'da.n; Şöyle demişiir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ensârdan olan sahâ-bîlerinden amcalarım, bana hadîs anlatarak dediler ki: Şevval (ayın) in hilâli, havanın bulutlu olması nedeniyle görülmedi. Bu se­beple (Ramazanın otuzuncu günü) oruçlu olarak sabahladık. O gün akşama doğru bir cemâat gelerek: Dün (akşam) hilâli gördüklerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanında şahitlik ettiler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sahâbilere oruçlarını bozmalarını ve yarın bayram namazına .çıkmalarını em­retti." [27]


İzahı





Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâi, tbn-i Hibbân, Bey h aki ve Tahavî de bunu rivayet etmişlerdir.

Umûmet: 'Amm"ın çoğuludur. Amcaları demektir. Sahâbîlerin tümü sıka oldukları için isimleri verilsin verilmesin farketmez.

Hadîsin açıklaması bahsinde el-Menhel yazarı şöyle der: "Yâni Ramazan'in otuzuncu gecesi Medine hava­sı bulutlu olduğu için Medine'de Şevval hilâli görülme­miş ve halk otuzuncu gün oruç tutmuş. O gün akşama doğru M e -dine dışından bir cemâat gelerek dün akşam hilâli gördüklerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in yanında şehâdet etmiş­ler; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de oruçluların hemen oruçlarını bozmalarını ve yarın bayram namazını kılmak üzere mu­sallaya çıkmalarını emretmiştir. Bu hadîs, bayramın ilk günü öğle­den önce bayram namazını kılamiyanlann ertesi gün öğleden önce kılmalarının meşruluğuna delâlet eder. Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, Muhammed, Evzâî, Sevrî, Ahmed ve İ s h a k' a göre hüküm budur. Bunlara göre Bayram olduğu bilin­mediği için veya başka mazeret için bayram namazını vaktinde kıla-mıyanlar, ikinci gün öğleden evvel kılabilirler. Bâzı âlimler: Bayram olduğu bilinmemesi hâlinde hüküm böyledir. Başka mazeretler hâ­linde ikinci gün kılınamaz, demişlerdir.

Şâfiİ1er' e göre birinci gün bayram namazını kılamıyan-lar, ikinci veya başka günlerde kaza edebilirler. Çünkü Ş â f i i 1 e r'e göre muayyen vakitlere bağlı sünnetler, vaktinde kılınmayınca kaza edilebilirler.

Mâlik ve Ebû Sevr'e göre bayramın ilk günü henüz öğle olmadan önce bayram olduğu anlaşılınca bayram namazı kı­lınır. Daha sonra anlaşılırsa ne ilk gün öğleden sonra ne de ikinci ve­ya başka gün kılınamaz.

Bu hadîs, Mâlik ve Ebû Sevr aleyhinde delildir El-Hattâbî: Bu hadîs sahihtir. Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)'in sünneti ve yo>lu hadîste bildirilmiştir. Ona rücu' et­mek gereklidir, demiştir.

Nevevi, el-Hulâsa da : Bu hadîs sahihtir. Ebû Ümey r'in amcaları sahâbîdirler. İsimlerinin belirlenmemiş olması zarar vermez. Çünkü hepsi âdildirler. Ebû Ümeyr'in adı Abdullah'­tır, demiştir.

Bu hadîs, Ramazan bayramı hakkındadır. Kurban bayramı namazı, bu hükme tâbidir. Bu hadîs, bayram namazının vâ-cib olduğunu söyliyen âlimlerin delîllerindendir. [28]



Ramazan Hilâlinin Görüldüğüne Dâir Şahitlik Hususunda Âlimlerin Görüşleri





Bu bâbtaki ilk hadîs. Ramazan hilâlinin şübutu için bir müslümamn şahitliğinin kâfi olduğuna delâlet eder. Fıkıhçılar bu hususta ihtilâf etmişlerdir. El-Menhel yazarı, bu ihtilâfı şöyle anla­tıyor :

1 - Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göre gökte bulut ve­ya şiddetli toz gibi bir engel bulunduğu takdirde âdil bir kişinin R a -m a z a n hilâlini gördüğüne dâir şahitliği makbuldür. O kişi köle veya kadın da olabilir. Çünkü bu şahitlik dîni bir mes'eleye aittir. Ramazan' dan başka aylara âit hilâlin sübutu için hür iki er­keğin veya hür bir erkek ile hür iki kadının şehâdeti ve bunların âdil olması şarttır.

Gökte hilâli görmeye bir engel bulunmazsa Ramazan veya başka aylarda doğru söylediklerine kanaat getirilen bir cemâatin şahitlik etmesi gerekir. Hava açık iken iki kişinin şahitliği ile yeti-nildiğine dâir îmam-ı A'zam' dan bir rivayet vardır. Bahr-ı Râik'te : İmamın bu fetvasını meşâyihtan tercih edeni görmedim. Bi­zim zamanımızda bu fetva ile amel etmek uygundur. Çünkü halk hilâli gözetlemeyi ihmâl ediyor. Artık hilâli görenlerin iki kişi olma­sı, onların yanılmasını kanıtlamaz, denilmiştir.

2 - Şafiî ve Ahmed'e göre âdil bir kişinin Rama­zan hilâlini görmesi kâfidir. Ahmed'e göre o kişi köle veya kadın bile olabilir. Şafiî' nin de böyle bir kavli vardır. Fakat mutemed kavline göre görenin hür ve erkek olması şarttır. Rama­zan' dan başka ayların hilâli için hür ve âdil iki erkeğin şehâdeti şarttır.

3 - Mâlik ve ashabına göre Ramazan ve Şevval hilâli, âdil iki kişinin veya doğruluğuna kanaat getirilen asgarî beş kişilik bir cemâatin görmesiyle bu hüküm; hilâli gözetlemeye önem veren bölgeye mahsustur. Önem verilmeyen bölgelerde âdil bir kişi­nin görmesiyle sabit olur.

Nevevî : Eğer bir hâkim bir kişinin hilâli gördüğüne şehâ­det etmesi sonucunda Ramazan'in girdiğine hükmetmişse âlimlerin icmâı ile oruç tutmak mecburiyeti hâsıl olmuş olur. Ve bu hüküm nakzedilemez. Yukarıdaki ihtilâf, böyle bir hükmün bulun madiği hallere mahsustur, demiştir. [29]


7 - Hilâl Görüldüğünde Oruç Tutunuz Ve (Şevvâlj Hilâli Görüldüğünde İftar Ediniz (Bayram Yapınız) Konusunda Gelen Hadîsler Babı





1654) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhil anhümâ)'dan rivayet edildi­ğine #öre; Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Scliem) şöyle buyurdu, demiştir :

-Ramazan hilâlini gördüğünüz zaman oruç tutunuz ve Şevval hi­lâlini gördüğünüz zaman iftar ediniz (bayram yapınız.) Eğer bulut (veya toz) hilâli görmenize engel olursa Ramazan hilâli için (otuz günü doldurmayı) takdir ve hesap ediniz. (Ramazan'ı otuz güne dol­durarak bayram ediniz.)» İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) (hava bulutlu olduğunda) Ramazan hilâlinden bir gün önce oruç tutardı."



1655) Ebû Hüreyıe (Radıyallâhü (/«///den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Seflem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Ramazan hilâlini gördüğünüz zaman oruç tutunuz ve Şevval hi­lâlini gördüğünüz zaman iftar ediniz (bayram yapınız.) Eğer hava bulutlu ise otuz gün oruç tutunuz.»" [30]


İzahı





I b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'nin hadisini B u h â ri, Müslim, Ebû Dâvüd, Mâlik, Ahmed, Dâ-rekutnî, Nesaî ve Dârimi de rivayet etmişlerdir. A h -med, Dârekutnİ ve Ebû Dâvüd'un rivayetinde İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'nin görüşünü beyan eden şu ilâve vardır: 'Şaban ayının yirmidokuz günü dolunca hilâli gö-zetletirdi. Eğer Ramazan hilâli görülürse mesele kalmaz. Şa­yet görülmez ve görmeye mâni bulut veya toz yok ise İbn-i Ömer {Radıyallâhü anhümâ) ertesi gün oruç tutmazdı. Eğer bulut veya toz hilâli görmeye engel olursa ertesi gün oruç tutardı. Ramazan sonunda İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) bu hesabı tut-mıyarak halkla birlikte iftar ve bayram ederdi.

Hadisin; cümlesini, tercemede belirttiğim gibi Fıkıhçılann cumhuru :

"Eğer bulut (toz da bulut hükmündedir) hilâli görmenize engel olursa. Ramazan hilâli için (otuz günü doldurmayı) takdir ve hesap ediniz." diye yorumlamışlardır. Yâni Ramazan orucunu otuz güne tamamlayınız. Çünkü Buhâri' nin î b n - i Ömer (Ra­dıyallâhü anhümâ)'den olan bir rivayetinde:

= «Eğer hava bulutlu ise Ramazan orucu süresini otuz güne ikmâl ediniz.» buyurulmuştur. B u h â r î, Müslim ve Müellifin rivayet ettikleri 1655 nolu hadis de bu yo­rumu te'yid eder.Dârimî'nin İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhJ'dan olan rivayetinde de:

-Eğer bulut hilâli görmeye mâni ise Ramazan ayını otuz güne ik­mâl ediniz.» buyuruluyor.

Ebû Hanife, Onun arkadaşları, Mâlik, Şafii, Evzâi, Sevri ve hadîsçilerin tümü, mezkûr cümleyi bu şe­kilde yorumlayanlardandırlar. Yainız Ahmed bin Hanbel bu cümleyi : "Eğer bulut hilâli görmenize mâni olursa, hilâlin bulu­tun arkasında olduğunu takdir ve farzediniz. Ayın süresini daraltı­nız.» şeklinde yorumlıyarak, bu yorumun dayanağı olarak hadîs râ-visi t b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'nin görüşünü göstermistir. Çünkü Ş â b a n ' m yirmidokuz günü dolunca, gözlerini kaybetmiş olan İ b n-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ), adam göndererek hilâli gözetletirdi. Eğer bulut ve toz gibi bir engel bulun­madığı halde hilal görülmezse, ertesi gün oruç tutmazdı. Eğer bulut veya toz bulunsaydı ertesi gün oruç tutardı.

A h m e d ' in bu gerekçesi reddedilmiştir. Çünkü râvinin re'yi değil, rivayeti muteberdir.İ bn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'nin rivayetlerinin birisinde bu cümle :

= «Ramazan hilâli için otuz günü hesaplayınız şeklinde geçmiştir.

H a t t â b î : Bu cümlenin mânâsı, Ramazan orucunu otuz güne doldurmaktır. Âlimlerin bir kısmı, bu cümleyi rasat hesap­larına göre hilâlin durumunu takdir ve hesaplama şeklinde yorum-lamışlarsa da bu yorum isabetli değildir. Çünkü bâzı rivayetlerde bu cümle yerine : «Otuz gün oruç tutunuz.» buyurulmuştur. İlim ehlinin kahir çoğunluğu ilk yorumu yapmıştır. Şek günü oruç tutmanın Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından yasaklanması da bu yorumu te'yid eder. Ahmed bin Hanbel: Şâban'ın yirmidokuzundan sonraki gece gökteki bir engel dolayısıyla hilâl gö­rülemediği zaman halk oruç tutar. Eğer hava açıkken hilâl görülme* se oruç tutmazlar, diyerek İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhü­mâ)'nin mezhebine tâbi olmuştur. [31]



Rasathane Hesaplarına Göre Ramazan Orucunu Tutmak Ve Bayram Yapmak Doğru Mudur ?





El-Menhel yazarı Oruç Kitâbı'mn 'Ay yirmidokuz gün olur bâbı'nda rivayet ettiği bu hadisin izahında bu hususta geniş bilgi ver­miştir. Önemine binâen bu bilgiyi özetliyerek buraya aktarmaya ça­lışacağım :

"Tabiîlerden Mutarrif bin Abdillah, hadîsçiler-den İbn-i Kuteybe ve Şâfiîler' den I b n - i Sü­re y c ' in dâhil olduğu bir cemâatin, bu hadîsteki: cümlesini: "Eğer hava bulutlu ise gök ayının seyrini ve burçlarını hesaplamak suretiyle Ramazan hilâlini takdir ve hesap ediniz." şeklinde yurumladıkları nakledilmişse de bu görüş ve nakil kabule şayan değildir. Çünkü İbn-i Abdi'1-Berr: Mutarrif in böyle söylediği sabit değildir. î b n - i Kutey-b e ise bu konularda güvenilir değildir.İbn-i Süreye, Şât'ii'nin : 'Yıldızlar yönünden bu gece hilâlin bulunduğunu belir­leyen ve fakat hava bulutlu olduğu için görülemediği kanaatına va­ran bir kimse için Ramazan ayının girdiğine inanması, oruç tutması ve tuttuğu orucun Ramazan orucu olarak sayılması caizdir,' dediğini iddia etmişse de İbn-i Abdi'1-Berr, İbn-i Süreyc' in bu iddiasını reddetmiş ve ; Şafiî' nin yanımız­da mevcut kitablannda söylediği söz şudur ki: 'Ramazan'm girdiği ya hilâli görmekle veya âdilâne bir şehâdetle veyahut Ş â -ban ayını otuz güne doldurmakla tahakkuk eder. Ramazan ayının girdiğine başka yollarla inanmak sahih değildir.1 Bu görüş ise yalnız Şafii' nin değil, Fıkıhçılann cumhurunun mezhebidir, de­miştir. Şafiî' nin bilinen ve tanınan fetvası, cumhurun görüşü­ne uygundur.

İbn-i Süreye: Hadîsteki bu cümle astronomi ilminde ih­tisası olanlara mahsustur. R a m a z a n ' ı otuz güne doldurmak hükmü ise umûma aittir, demişse de İbnü'l-Arabi Onun bu sözünü reddederek : Artık İbn-i Süreyc'e göre R a -m a z a n ayının girişi, halkın durumuna göre muhteliftir. Kimisi­ne göre Güneş ve Ay hesabı ile oruç farz olur. Kimisine göre Şa­ban ayını otuza doldurmakla oruç farz olur. Böyle bir ayırım, ze­kî insanlardan uzaktır, demiştir. Ben derim ki böyle bir söz, doğ­ruluktan da uzaktır. Çünkü Ş â r i - i Hakim Ramazan oru­cunu tutmayı ya Hilâli görmeye veya Şaban ayını otuz güne dol­durmaya başlamıştır. Bunun içindir ki Şafiî âlimlerinden e r-R a m 1 î , Minhâc'ın şerhinde N e v e v i ' nin : Ramazan orucu Şaban ayını otuz güne tekmil etmekle veya hilâli gör­mekle yahut âdilâne bir şehâdet sonucunda hilâlin görüldüğünün sa­bit olmasıyla farz olur.' sözü bahsinde şöyle dcı Şayet ;ıdi| bir adam hilâli gördüğüne şehâdet eder de rasatçılarla astronomi uzmanları­nın hesaplan o gece hilâli görmenin mümkün olmadıkına delâtet ederse ve şahidin hilâli gördüğü geceden itibaren üçüncü gece âdete aykırı olarak hilâlin yatsıdan önce ufukta batması tahakkuk edip uz­manların hesaplarına eklenirse yine o şahidin şehâdeti ile hükmedi-lecektir. Çünkü Şâri-i Hakim, hesap işine dayanmamış, bi­lâkis bunu külliyen iptal etmiştir. Çünkü Buhârî, Müslim, Nesaî ve Ebû Davud'un İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) den rivayet ettikleri bir hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Biz (Arap âlemi) ümmî bir cemâatiz. Yazma bilmeyiz, hesap bilmeyiz.» buyurmuştur. N e v e v i' nin yukarıdaki ifâdesinden çıkarılan yukarıdaki netice

doğrudur. Nitekim babam da böyle fetva vermiştir. Nevevi' nin sözünden anlaşılıyor ki; astronami uzmanının sözü ile oruç tutmak vâcib değil, hattâ caiz değildir. Evet, o astronomi uzmanı kendi he­sabı ile amel edebilir ve tuttuğu oruç farz yerine geçer. Mezhebimi­zin mutemet kavli budur. El-Mecmu'da ise onun tuttuğu orucun farz yerine geçmediği belirtilmiştir.'

Astronomi uzmanının kendi hesabı ile amel etmesinin câizliğine âit e r - R e m 1 î' nin sözü reddedilmiştir. Çünkü Şer'î Şerifin kaideleri buna mânidir. Nitekim 1 m âm ü'l-H ara meyn: Matla'lara itibar etmek, hesab işine ve astronomi uzmanlarının hü­kümlerine itimat etmeyi gerektirir. Şer'î kaideler buna engeldir, de­miştir. Bunun içindir ki; er-Reşîdi; Şâri-i Hakim, oruç tut­mamızı hilâlin varlığı ile değil, görülmesiyle farz kılmıştır. Hesap uz­manı ise hilâlin varlığını hesaplayıp anlayabilir. Ki bu kâfi değildir. Asıl olan, hilâlin görülmesidir, demiştir.

Remlim Mutemet kavle göre hesap uzmanının tuttuğu oruç, Onun farz orucu yerine geçer demişse de el-İrşâd şerhinde mutemet gösterilen görüş, onun orucunun farz yerine geçmemesidir. Çünkü aynen şöyle der: Müneccimin veya hesap uzmanının kavline İtimat etmek caiz değildir. Kendileri kendi hesaplarıyla amel ederlerse kuv­vetli kavle göre onların orucu farzın yerine geçmez. Zayıf bir cemâat geçtiğini söylemiştir.

Remli ' nin ve babasının yukardaki fetvalarından anlaşıldı­ğı gibi Şâri-i Hakim, hesaplamayı külliyen iptal etmiştir. Bu husus­ta müctehidierin icmâı vardır. Doğrusu Şerhü'l-İrşâd'daki hüküm­dür,

El-Bermâvî, Nevevi' nin 'veya hilâli görmek' sözü ile ilgili olarak şöyle der:

'Hilâli ayna gibi bir araçla görmek yetersizdir. Bir adamın rü­yada peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i görüp Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kendisine: «Yarın Ramazandır.-gibi söz söylemesiyle Ramazan'a hükmedilemez. Çünkü Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i rüyada görmek gerçek ise de rüya sahibi kesinlikle gördüğünü zaptedemez. Şer'an delil olamaz. Keza müneccimin ve hesap* uzmanının sözüne itimat edilmez. Evet, kendileri hesaplarıyla amel edebilirler. Tuttukları oruç farz yerine geçer ve hesaplarının doğruluğuna inananlara da oruç tutmak vâcib olur'

El-Menhel yazan, B e r m â v i' nin hesap uzmanları ve bun­lara inananlarla ilgili fetvasını, yukardaki nakillerle reddettikten sonra İmam Mâlik'in şöyle dediğini nakleder :doğrudur. Nitekim babam da böyle fetva vermiştir. N e v e v İ' nin sözünden anlaşılıyor ki; astronami uzmanının sözü ile oruç tutmak vâcib değil, hattâ caiz değildir. Evet, o astronomi uzmanı kendi he­sabı ile amel edebilir ve tuttuğu oruç farz yerine geçer. Mezhebimi­zin mutemet kavli budur. El-Mecmu'da ise onun tuttuğu orucun farz yerine geçmediği belirtilmiştir.'

Astronomi uzmanının kendi hesabı ile amel etmesinin câizligine ait e r - R e m 1 î' nin sözü reddedilmiştir. Çünkü Şer'î Şerifin kaideleri buna mânidir. Nitekim tm âm ü'l-H ara meyn: Matla'lara itibar etmek, hesab işine ve astronomi uzmanlarının hü­kümlerine itimat etmeyi gerektirir. Şer'î kaideler buna engeldir, de­miştir. Bunun içindir ki; er-Reşid i: Şâri-i Hakim, oruç tut­mamızı hilâlin varlığı ile değil, görülmesiyle farz kılmıştır. Hesap uz­manı ise hilâlin varlığını hesaplayıp anlayabilir. Ki bu kâfi değildir. Asıl olan, hilâlin görülmesidir, demiştir.

Remli: Mutemet kavle göre hesap uzmanının tuttuğu oruç, Onun farz orucu yerine geçer demişse de el-İrşâd şerhinde mutemet gösterilen görüş, onun orucunun farz yerine geçmemesidir. Çünkü aynen şöyle der: Müneccimin veya hesap uzmanının kavline İtimat etmek caiz değildir. Kendileri kendi hesaplarıyla amel ederlerse kuv­vetli kavle göre onların orucu farzın yerine geçmez. Zayıf bir cemâat geçtiğini söylemiştir.

Remli ' nin ve babasının yukarduki fetvalarından anlaşıldı­ğı gibi Şâri-i Hakim, hesaplamayı külliyen iptal etmiştir. Bu husus­ta müctehidlerin icmâı vardır. Doğrusu Şerhü'l-İrşâd'daki hüküm­dür.

El-Bermâvî, Nevevî' nin 'veya hilâli görmek' sözü ile ilgili olarak şöyle der:

'Hilâli ayna gibi bir araçla görmek yetersizdir. Bir adamın rü­yada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i görüp Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in kendisine: «Yarın Ramazan'dır.» gibi söz söylemesiyle Ramazan'a hükmedilemez. Çünkü Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i rüyada görmek gerçek ise de rüya sahibi kesinlikle gördüğünü zaptedemez. Şer'an delil olamaz. Keza müneccimin ve hesap uzmanının sözüne itimat edilmez. Evet, kendileri hesaplarıyla amel edebilirler. Tuttukları oruç farz yerine geçer ve hesaplarının doğruluğuna inananlara da oruç tutmak vâcib olur.'

El-Menhel yazarı, B e r m â v i' nin hesap uzmanları ve bun­lara inananlarla ilgili fetvasını, yukardaki nakillerle reddettikten sonra imam Mâlik1 in şöyle dediğini nakleder :

'Hesap uzmanlarının sözlerine itimat ederek, Ramazan'a veya bayrama hükmeden devlet yetkilisinin hükmüne uyulamaz.

Ibn-i Da k i k i'1-1 y d de: Ramazan orucu husu­sunda hesaplara itimat etmek caiz değildir, demiştir.

İbnü'l-Münzir de el-Eşraf'ta : Ş â b a n ' in otuzuncu günü, hava açık olduğu halde hilâl görülmediği zaman ümmetin ic­mâı ile oruç tutmak vâcib değildir. Ve oruç tutmanın mekruhluğu sahâbîlerle tabiîlerin ekserisinden sabittir, demiştir. İbnü'l-Mün­zir bu bilgiyi verirken astronomi uzmanını ve başkalarını istisna etmemiştir. Kim böyle bir ayırım yaparsa, kendisinden önce oluşmuş olan bir icmâa muhalefet etmiş olur.

Hanefi Fıkıh kitaplarından olan ed-Durru'ul-Muhtâr'da: Âdil de olsalar muvakkitlerin kavline itibar edilemez. Bizim mez­hebimiz budur, denilmiştir. İ b n - i  b i d i n 'de yukardaki cüm­le ile ilgili olarak : Yâni halka Ramazan orucunun farziyeti hususunda muvakkitlerin kavline itibar edilmez. Hattâ el-Mi'rac'da: Muvakkitlerin kavline itibar edilmiyeceği hususunda icmâ' vardır. Müneccimin kendi hesabıyla amel etmesi caiz değildir, denilmekte­dir. En-Nehir'de: Muvakkitler âdil olsalar bile el-İdah'ta belirtildiği gibi onların : Hilâl falan gece gökte olur, sözü ile hüküm verilmez, denilmektedir, demiştir.

Yukarıda nakledilen âlimlerin görüşlerinden şu neticeye varılıyor ki: Ne Ramazan orucuna başlamakta, ne de bayram etmek­te hesaba veya müneccimlerin sözlerine itibar edilemez. Hattâ bu he­sabı yapan kişi veya müneccim, kendi nefsi için bile amel edemez. Ya hilâli görmek veya ayın otuz gününün doldurulması gerekir. Eğer bir ayın girmesi veya çıkmasının bilinmesi ya da zannedilmesi, şer'î hükmün verilmesi için kâfi gelseydi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hilâlin görülmesini veya ayın otuz gününün doldurulma­sı emri yerine meselâ: 'ayın girdiğini veya çıktığını bildiğiniz ya da zannettiğiniz zaman oruç tutunuz' gibi bir emir verecekti. [32]


8 - Ay (Bazen) Yirmidokuz Gün Olur Hakkında Gelen Hadisler Babı





1656) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü an/ı )'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seller)}) :

«Aydan kaç gün geçti?» buyurdu.

Ebû Hüreyre (Radyallâhü anh) : Biz yirmiiki gün (geçti) ve sekiz gün kaldı, diye cevap verdik, dedi. Bunun üzerine Resûlullah

(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ellerinin parmaklarıyla işaret ederek) üç defa :

«Ay şu kadardır, ay şu kadardır, ay şu kadardır.» buyurdu ve üçüncü defada bir parmağını yumdu.İsnadının Müslim'in şartı üzerine sahih olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.



1657) SaVI bin Kbî Vakkâs (Radıyallûhü anh)\]an rivayet edildiğine «üre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ellerinin parmaklarıyla işaret ederek) :

«Ay şu kadar, şu kadar ve şu kadardır.» buyurdu. Ve üçüncü de­fada (bir parmağını yummakla) yirmidokuz sayısını belirtti." [33]



İzahı





Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadisi Zevâid türün dendir. Sa'd (Radiyallâhü anh)'in hadîsini Müslim de ri­vayet etmiştir.

Sa'd (Radıyallâhü anh) 'in Müslim' deki hadîsinde Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir elini diğer eline vurarak : «Ay şu kadardır ve şu kadardır» buyurduğu ve üçüncü defa­sında bir parmağım eksilttiği belirtilmiştir. Yâni ellerinin on parma­ğı ile üç defa işaret ederek ayın bazen yirmidokuz olduğunu bildir­miştir. Çünkü Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve N e s a i ' nin İ b n - i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet ettikleri bir hadîste : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

-Biz ümmi bir cemâatiz. Ne yazı yazarız ne de (yıldızların sey­rini) hesaplarız. Ay (bazen) şöyledir, (bazen) böyledir.» buyurdu.

Râvi demiştir ki: Yâni ay bir defa yirmidokuz başka bir defa otuz gün olur." şeklindedir.

H a t t â b i : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mak­sadı şudur : Ay bazen yirmidokuz gün olur. Dâima yirmidokuz gün olduğunu kasdetmemiştir. Halk arasında meşhur olan örf ve âdete göre ay otuz çeker. Bunun sabit olmadığını beyan buyurmuştur, de­miştir.

Bu hadisler, şer'î hükümlerin Ş â r i' in açık sözünden alındı­ğı gibi, işaretinden de alınabileceğine delâlet eder.



1658) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken Ramazan ayı orucunu yirmidokuz gün olarak tutmamız, otuz gün olarak tut­mamızdan fazla idi.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi, Müslim'in şartı üzerine sa­hihtir. Ancak adı Said bin İyâz Ebû Mes'ud olan el-Cüreyrî ömrünün sonunda ri­vayetleri karıştırmıştır. Bu hadisi Ebû Dâvûd ve Tirmizî İbn-i Mes'ud (R.A.)'den rivayet etmişlerdir. [34]



İzahı





Notta belirtildiği gibi Tirmizî ve Ebû Dâvûd, bu hadisi tbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiş-lerdir. Dârekutnî de İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhJ'den rivayet etmiştir. A h m e d de bunu  i ş e {Radıyal­lâhü anhâ)'den rivayet etmiştir.

Bu hadîs, Ramazan ayının ekseriyetle yirmidokuz gün ol­duğuna delâlet ediyor. [35]



9 - İki Bayram Ayları Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1659) Ebû, Bekrete (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sailallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«İki bayram ayları (olan) Ramazan ve Zilhicce noksan olmazlar.»" [36]



İzahı





Buharı, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Ta-havi ve Ahmed de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler­de mânâyı etkilemiyen az lafız farkı vardır.

Bu hadîs, müteaddit şekillerde yorumlanmıştır. El-Menhel yazarı bu konuda şöyle der :

Yâni Ramazan ve Zilhicce ayları otuzar gün değil yirmidokuz gün çekmekle sayıca noksan olsalar bile sevap ve ecir ba­kımından noksan olmazlar, tamdırlar.

Bâzılarına göre hadisten maksad, Zilhicce ayının ilk on gününde yapılan ibâdetlerin faziletini ve sevap yönünden Rama­zan ayından eksik olmadığını açıklamaktır.

Diğer bir kavle göre hadisin mânâsı şudur: B±r yıl içinde R a-m a z a n ayı ile Zilhicce ayının her ikisi yirmidokuz gün ol­maz. Birisi yirmidokuz gün çekerse, diğeri otuz gün olur, ama bu dâimi değildir. Ekseriyetle böyle olur. Bazen de her ikisi yirmido-kuzar gün çeker. Zilhicce ayında Kurban bayramı bulundu­ğu için Ona bayram ayı demek tabiîdir. Ramazan bayramı Ramazan ayında değildir. Bilindiği gibi Şevval ayındadır. Lâkin Ramazan ayının bitiminde olduğu için Ramazan ayına bayram ayı denilmiştir.

Bu ayların birisinde oruç, diğerinde hac ibâdeti bulunduğu için, hadîs bu ayların faziletini belirtmiştir. Maksad, diğer aylarda yapı­lan ibâdetlerin sevabının noksan olacağı değildir. Asıl maksad, R a -m a z a n ayı yirmidokuz gün olsa bile hakkında vârid olan fazilet­lerin ve hükümlerin sevabı tam olarak hâsıl olur. Keza hac mevsi­minde Arafat dağındaki Vakfe ( = Durmak) işi Zilhicce ayının dokuzuncu gününe veya başka gününe tesadüf etsin hac fa­zileti ve hükümlerinin sevabı noksan olmaz. Tabiî hilâli gözetlemekte kusur ve ihmâl olmaması, şarttır. Gerek Ramazan ayının baş­langıcı ve gerekse Zilhicce ayının başlangıcı hususunda bir yanılma vuku bulduğu takdirde tutulacak Ramazan orucu veya yapılacak hac ibâdeti ve Arafat' taki vakfeden hâsıl olacak sevabın noksanlığı şüphesi kalplere gelebilir. Hadisten mak­sad, bu şüpheyi gidermektir. Yanılgı sübut bulmadıkça yapılan ibâ­det sahihtir. Keza hacıların Zilhicce' nin dokuzuncu günü de­ğil, onuncu günü A r a f â t' ta durdukları bilâhere anlaşılsa bile yapılan hac sahihtir. Ama sekizinci gün durdukları anlaşılsa ve do­kuzuncu gün Arafat'a çıkmaları imkânı var iken sekizinci gün yapılan vakfe kifayet etmez. Ertesi gün vakfeyi iade etmeleri gere­kir, îâde etmezlerse haccı kaçırmış sayılırlar.



1660) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ank)'âer\ rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

-Fıtır (Ramazan bayramı) günü iftar ettiğiniz gündür. Kurban (bayramı) günü kurbanı kestiğiniz gündür.»" [37]


İzahı





Ebû Dâvûd, T i r m i z i ve Dârekutni de bu ha­disi rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd ve Dârekutni' nin hadis metni daha uzundur T i r m i z î' nin rivâyetindeki hadis metni meâlen şöyledir:

«Ramazan orucu oruç tuttuğunuz günde (başlamış) olur. Fitır (bayramı) iftar ettiğiniz gündür. Kurban (bayramı) günü kurban kestiğiniz gündür,»

T i r m i z i : 'İlim ehlinin bâzısı bu hadisi şöyle yorumlamıştır; Yâni Ramazan orucuna başlamak ve Ramazan bayra­mını yapmak-, cemaatla ve halkın büyük çoğunluğuyla beraber olma­lıdır,' demiştir.

El-Menhel yazarının dediğine göre bâzı âlimler : Hadisten mak-sad şudur, demişlerdir: Hadis, şek gününde orucun tutulamıyacağına işarettir. Çünkü şek günü, halkın Ramazan orucuna başla­dığı gün değildir. Ve ikinci işaret, Şevval hilâlini görüp her hangi bir sebeple şahitliği reddedilen kişinin, hilâli gördü diye orucu bırakmamasınadır. Çünkü halk o gün iftar etmemiştir.

Sindi: de: Hadîsin açık olan mânâsı; Ramazan bay­ramı ve Kurban bayramı günlerinin tâyin ve tesbiti hususunda ki­şilerin müdâhale yetkisi yoktur. Kişiler, cemaattan ve halkın büyük çoğunluğundan ayrılarak kendi kendilerine hareket edemezler. Bu günlerin tâyin ve tesoit yetkisi, devlet yetkilisine ve İslâm cemaatı­na aittir. Fertler, devlet yetkilisine ve cemaata uymak zorundadırlar.

H a t t a b i şöyle demiştinHadîsten maksad; ictihadla yapılacak hususlarda İslâm cemâatinin içtihada dayanarak yaptıkları ibâdet­lerden dolayı muahaze edilemiyeceklerini bildirmektir. Şu halde bir bölge halkı Şevval hilâlini olanca güçleriyle gözetledikleri hal­de ancak otuzuncu günden sonra hilâli görebildikleri ve dolayısıyla otuz gün oruç tuttuktan sonra o yılki Ramazan'in yirmidokuz gün olduğu sabit olursa, onjarın oruçları ve bayramları geçerlidir. Herhangi bir vebal altında kalmış olmazlar. Keza hac ibâdetinde Arefe günü tesbitinde hatâ ettikleri zaman Arafat dağındaki vakfeyi iade etmeleri gerekmez. Kestikleri kurbanlar kâfidir. Bu hüküm, Allah tarafından ihsan edilen bir kolaylık ve kullarına bir şef­kattir, demiştir. [38]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




ORUÇ BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: ORUÇ BÖLÜMÜ   ORUÇ BÖLÜMÜ Icon_minitimeSalı Mayıs 04, 2010 1:02 pm

10 - Yolculukta Oruç Tutmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1661) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yolculukta oruç (da) tutmuş, iftar da etmiştir." [39]



İzahı





Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesai, Ta-havi, Beyhakİ ve Dârimî de bu hadîsi bir birine ya­kın lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Hadîs, yolculukta oruç tutmanın da, iftar etmenin de caiz oldu­ğuna delâlet eder.



1662) Âişe (Radıyallâhü ankâ)\\an: Şöyle demiştir : Hamza el-Eslemî (Radıyallâhü anh)[40] Resûlullah (Sallallahü Aleyhive Sellem)'e :

Ben (hazerde) çok oruç tutuyorum. Yolculukta da oruç tutmama izin verir misin? diye sordu. Efendimiz :

«Dilersen oruç tut, dilersen iftar et- buyurdu." [41]



İzahı





Mâlik, Buharı, Ebû Dâvûd, Bey haki ve D â r i m i de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir,

Diğer bâzı rivayetlerde belirtildiği gibi H a m z a (Radıyallâ-hü anh) hazerde çok oruç tutardı. Hadisin zahirine göre H a m z a (Radıyallâhü anh) yolculukta mutlak oruç tutma hükmünü sormuş. Çünkü buradaki rivayette sorunun Ramazan orucuna ait ol­duğuna dâir bir sarahat yoktur. Lâkin Ebû Dâvûd, Hâkim ve B e y h a k i' nin bir rivayetinde H a m z a (Radıyallâhü anh)'in yolculuk hâlinde Ramazan orucunu tutma hükmünü sorduğu belirtilmiştir. El-Menhel yazarı: H a m z a (Radıyallâhü anh)'m bir defasında nafile orucun hükmünü, başka bir defasında Ramazan orucunun hükmünü sormuş olması muhtemeldir, de­miştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem), oruç tutup tutmama işini H a m z a (Radıyallâhü anh)'in arzusuna bırakmıştır, Çün­kü H a m z a (Radıyallâhü anh) kendi durumunu daha iyi bilirdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) verdiği cevapla, yolculuk hâlinde farz orucun tutulmasının zorunlu olmadığına işaret buyur­muştur.



1663) Ebü'd-Derdâ' (Radtyallâhü a«*)'dçn; Şöyle demiştir:

And olsun ki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yolcu­luklarının birisinde çok sıcak bir gün onunla beraberken kendimizi öyle bir durumda gördüm ki; herkes sıcaklığın şiddetinden elini ba­şına koyuyordu. Cemaatımızda Resûllulah (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) ile Abdullah bin Revâhâ (Radıyallâhü anh) den başka, oruçlu hiç kimse yoktur." [42]



İzahı





Buhar î, Müslim, Ebû Dâvûd, TahavI ve B e y h a k I de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Ebû Dâvûd'un rivayetinde bu yolculuğun bir savaş yol­culuğu olduğu belirtilmiştir. Fakat hangi savaş yolculuğu olduğu bilin­memektedir. Bu yolculuğun Mekke Fetih yolculuğu olduğu söylen-mişse de kabule şayan görülmemiştir. Çünkü bu savaştan Önce vu­ku bulan M u' t e savaşında Abdullah- bin Revâhâ (Radıyallâhü anh) şehid edilmişti. Telvih sahibi bu yolculuğun B e -d i r savaşı yolculuğu olmasını muhtemel görmüşse de bu ihtimâl da vârid değildir. Çünkü Ebü'd-Derdâ' Bedir savaşı tari­hinde henüz müslüman olmamıştı.

Bu hadîs, yolculukta gücü yetenler için oruç tutmanın efdal oldu­ğuna ve gücü yetmeyenler için iftar etmenin efdal olduğuna delâlet ediyor. Hadiste sözü edilen orucun nafile oruç olduğu söylenemez. Çünkü bu hadîsin Müslim' deki rivayetinde Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh) :

"Ramazan ayında şiddetli sıcakta Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber bir savaşa çıktık." demiştir.

Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî, Sevri, Fudayl bin İy âz ve Abdullah bin el-Mübârek yolcu­lukta Ramazan orucunu tutmanın efdal olduğuna hükmeden­lerdendirler. Sahâbîlerden Huzeyfe (Radıyallâhü anh) ve Os­man bin Ebi'l-Âs (Radıyallâhü anh) da böyle hükmetmiş­lerdir. Enes, Saîd bin Cübeyr ve İbrahim en-N e h a I' den de bu kavil rivayet edilmiştir. [43]


11 - Yolculukta İftar Etmek Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1664) Ka'b bin Âsim (Radıyallâhü tm//)'den rivayet edildiğine £Öre; Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve S eli em) şöyle buyurdu, demiştir : •Yolculukta oruç tutmak. (Matlub) ibâdetten değildir.»"



1665) İbn-i Ömer (Radıyallâhü aubiimâ)\kın rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi vr Selinti) sjîiyle buyurdu, demiştir : «Yolculukta oruç tutmak (matlub) ibâdetten değildir.»"

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : İbn-i Ömer (R.A.)'nin hadîsinin senedi sa­hihtir. Çünkü râvi Muhammed bin el-Musaffâ'yı İbn-i Hibbân sikalar arasında zik­retmiş; Mesleme ve el-Kâşif'te Zehebî Onu sıka saymışlar; Ebû Hatim : O, çok sâdıktır, demiş; Nesai de : O sâlihtir, demiştir. İsnadın kalan ricali, Buhâri ve Müslim'in şartı üzerinedirler. [44]



İzahı





Ka'b (Radıyallâhü anh) "m hadîsini Ahmed, Nesaî ve T a b e r i de rivayet etmişlerdir.

t b n-i Ömer (Radıyallâhü anhümâVnin hadîsi Zevâid tü-ründendir. T a h a v î de bunu rivayet etmiştir.

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Dârimî, Bey-haki ve Nesai bunun bir benzerini Câbir bin Abdil-1 a h (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir.

K a'b (Radıyallâhü anhl'ın T a b e r i' deki rivayeti uzun olup meâlen şöyledir:

"Şiddetli bir sıcakta biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber sefere çıktık. Cemaatımızdan bir adamı, hasta gibi bir ağacın gölgesi altında uzanmış olarak gördük. Resûlullah (Sallallahü

Aleyhi ve Sellem) -.

»Arkadaşınızın nesi var, neresi ağrıyor?» diye sordu. Sahâbîler: Hastalığı yoktur. Lâkin oruçludur. Sıcaklık ona çetin gelmiştir, diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamber CSallallahü Aleyhi ve Sel­lem) :

«Yolculukta oruç tutmanız, matlub İbâdet değildir. Allah'ın size verdiği ruhsata sarılınız.» buyurdu."

Zâhiriyye ve Şia mezheblerine mensub bâzı âlimler, bu hadîsin zahirini delil göstererek :Yolculukta oruç tutmak günah­tır ve tutulan oruç, geçersizdir, demişlerdir. Bu görüş, E b ü H ü -reyre, Ömer, İbn-i Ömer ve Zührî (Radıyallâhü anhüml'den de nakledilmiştir.

Ahmed, Evzâi ve İshak: Yolculukta oruç tutmak caizdir, tutmamak efdaldır, demişlerdir.

Ebû Hanife, Mâlik ve Şafiî' nin dâhil olduğu cumhura göre gücü yetenler için oruç tutmak efdaldır.

H a t t â b İ bu bâbtaki hadîslere şöyle cevap vermiştir: Bu ha­dîsler; durumu yukarıda belirtilen, yânı oruç tuttuğu için hasta gi­bi halsiz düşen kimselere mahsustur. Çünkü (1663 nolu) hadîs ve ben­zeri hadîslerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yolcu­lukta oruç tuttuğu belirtilmiş ve (1662 nolu) hadîste Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) H a m z a el-Eslemî (Radıyallâhü anhl'ı yolculukta oruç tutup tutmamakta serbest bırakmıştır. Eğer oruç tutmak matlup olmasaydı, onu serbest bırakmazdı.

Şafiî bu bâbtaki hadîsleri yolculuk ruhsatını kabul etmek­ten imtina' edenlere yorumhyarak : Farz veya nafile oruç tutan bir kimse, hasta gibi perişan bir hâle düşmesine rağmen ve Allah Ona ruhsat vermesine rağmen oruç tutmakta diretirse Onun tuttuğu oruç, matlub bir ibâdet olmaktan çıkar. Hadîsin mânâsı şöyle olabilir : Yol­culukta oruç tutmak farz olan ve terkedilmesi günah sayılan ibâdet değildir, demiştir.

Tahavi de : Hadîsteki "Bİrr"den maksad, mükemmel ibâdet­tir. Maksad, yolculukta tutulan orucun ibâdet cinsinden ihraç edil­mesi değildir. Çünkü bazen yolculukta oruç tutmamak daha efdal ve daha matlub ibâdet olur. Meselâ savaşta düşmanla karşılaşmak üze­re olan bir mü'min, daha güçlü olmak için oruç tutmazsa daha çok sevap kazanır, demiştir



1666) Abdurrahmân bin Avf (Radıyallâhü anh)\\en rivayet edildiği­ne göre: Resûlullah (Sailallahü Aleyhi ve Sellcm) şöyle buyurdu, demiştir :

«Yolculukta Ramazan orucunu tutan kimse, hazerde oruç tut­mayan gibidir.»

Ebû İshak: Bu hadîs bir şey değildir, demiştir."

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin isnadında inkıta' vardır. Râvi Üsâme bin Zeyd'in zayıf sayılması hususunda ittifak vardır. İbn-i Muin ve Buhâ-rl'nin dediğine göre râvi Ebû Seleme bin Abdirrahman babasından hiç bir hadis işitmemiştir. Nesai bu hadîsi Enes bin Malik (R.A.)'den merfu' olarak rivayet et­miştir. Bu Enes, Peygamber (S.A.V.)'in hizmetçisi olan Enes bin Mâlik (R.A.) de­ğildir, bir köledir. [45]



İzahı





Bu hadîsin şerhinde Sindi şöyle demiştir: Hadîsten maksad şu olabilir: Yolculukta Ramazan orucunu tutan kişi, hazerde iken R am a z a n "dışında oruç tutmayan gibidir. Bu takdirde ha­dîsten çıkarılan sonuç, oruç tutmamanın daha iyi olmasıdır. Muhte­melen kastedilen mânâ şudur: Yolculukta Ramazan orucunu tutan kimse, Ramazan'da evinde iken oruç tutmıyan gibidir. Bu yoruma göre çıkarılan hüküm; yolculukta oruç tutmanın haram-lığıdır. Birinci yorum uygundur. Bununla beraber cumhura göre ilk yorum, oruç tutmaya kuvveti pek yetmiyen kimselere mahsustur. [46]


12 - Gebe Ve Süt Emziren Kadınların Oruç Tutmamaları Hakkında Gelen Hadîsler Babı






1667) Abdül-Eşhel oğullarından olan (Ali bin Muhammed'in dedi­ğine güre Abdullah bin Ka'b oğullarından ulan) fcnes bin Mâlik[47] (Radıyal-lâhü (/«A/den: Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in süvarileri bize bas­kın yaparak mallarımızı alıp götürdüler. Sonra ben (Medine'ye) Re­sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vardım. O, öğle ye­meğini yiyordu. Bana :

— «(Sofraya) Yanaş, yemek ye.» buyurdu. Ben :

— Oruçluyum, dedim. O:

— Otur, sana oruçtan bahsedeyim. Şüphesiz Allah (Azze ve Celle), yolcu (nun boynun) dan dört rek'atli farz namazın yansını in­dirmiş ve yolcu, hâmile ve süt emzirenin boyunlarından orucu indir­miştir.» buyurdu. Allah'a yemin ederim ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hâmile ve süt emzirenin her ikisini de veya birisi­ni buyurdu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yemeğinden niçin yemedim diye üzgün ve pişmanım." [48]


İzahı





Ahmed, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesaİ ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. El-Menhel yazarının de­diğine göre hadîsin râvisi Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'in Abdullah bin Ka'b oğullarından olduğu rivayeti doğrudur. Buhârl bunu kesinlikle söylemiştir. A b d ü ' 1 - E ş -h e 1 oğullarından olduğuna dâir rivayet yanlıştır. Bu Enes, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in hizmetçisi olan Enes (Radıyallâhü anh)'den başka bir zât olup Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den yalnız bu hadisi rivayet etmiştir. Dört sünen sahibi Onun rivayetini almışlardır.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in süvarileri galiba bu kabilenin kâfir olduklarını îtikad ettikleri için mallarını alıp götür­müşlerdir.

Enes (Radıyallâhü anh); A h m e d ' in rivayetine göre kom­şusunun götürülen develeri; N e s a i' nin rivayetine göre ise ken­disine âit olup götürülen develeri hakkında görüşmek üzere Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına gittiğini söylemiştir.

Enes (Radıyallâhü anh)'in tutmuş olduğu orucun nafile oldu­ğu ve kendisinin yolcu olduğu S i n d î' de bildirilmiştir. Enes (Radıyallâhü anh)'in Medine'ye gidip orada Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) ile görüştüğü ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in o esnada yemek yemekte olduğu, hadîsin muh­telif rivayetlerinde belirtilmiştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M e d î n e ' de öğle yemeğini yediğine göre, görüşme R a -m a z a n ayı dışında olmuştur.

Hadîs, yolculuk hâlinde dört rek'atli farz namazın yarıya indiril­diğine işaret ediyor. Kılınmayan yansının sonradan kaza edilmesi söz konusu değildir. Bu hususta geniş malûmat namaz bahsinde geç­miştir.

Hadîs, yolculuk hâlinde farz orucun tutulmasının mecburiyetinin kaldırıldığını bildiriyor. Yolculukta tutulmayan Ramazan oru­cu sonradan kaza edilir. Bu husus da bundan önceki bâblarda belir­tilmiştir.

Hadis, hâmile ve süt emziren kadının da Ramazan orucunu tutmayabileceğin! bildirmiştir. Râvi Enes (Radıyallâhü anh) yemin ederek, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in ya hâmi­le ile süt emrizenin ikisini veya birisini buyurduğunu söylemiştir. Da­ha sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yemeğindun ye­mediği için duyduğu Üzüntü ve hasreti dile getirr iştir.



1668) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir :

Resûlullah' (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nefsine zarar gelme­sinden korkan hâmile kadın ve çocuğuna zarar gelmesinden korkan emzikli kadın için Ramazan orucunu tutmama ruhsatını vermiştir." [49]



İzahı





Müelliften başka kim tarafından rivayet edildiğini bilemediğim bu hadîs; gebe veya emzikli kadının Ramazan orucunu tut-mayabileceklerine delâlet ediyor. Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir:

1 - Ebû Hanîfe, arkadaşları ve Ebû Sevr'e gö­re hâmile ve emzikli kadın kendilerine veya çocuklarına zarar gele­ceklerinden korktukları zaman Ramazan orucunu tutmaya­bilirler. Güçleri yettiği zaman kaza etmeleri gerekir. Bunların fidye Ödemeleri gerekmez. Çünkü bunlar hasta gibi ma'zurdurlar. Hasta­ya gereken şey, Kur'an'm hükmüyle güne gün kaza etmektir.

2 - Şafiî ve Ahmed'e göre gebe veya emzikli kadın yalnız kendilerine veya kendileriyle beraber çocuklarına zarar gele­ceğinden korktukları takdirde oruç tutmayabilirler. Ve güne gün kaza ederler. Şayet yalnız çocuklarına zarar geleceğinden korkarlarsa gü­ne gün kaza etmekle beraber, tutmadıkları her gün için bir fitre mik­tarı (2 kilo 240 gr. buğday) fidye vereceklerdir. Güne gün kaza ede­cekler, çünkü hasta gibi düşünülürler; Fidye verecekler, çünkü oruç tutmaya güçleri yeter.

3 - M â 1 ik , hâmile kadın hakkında Hanefî âlimlerinin görüşündedir. Emzikli kadın hakkında ise : Çocuğuna veya kendisine zarar geleceğinden korktuğu ve çocuğuna süt emzirecek bir kadının ücretini verecek durumda olmadığı zaman Ramazan orucunu tutmıyacak, sonra güne gün kaza edecek ve her gün için bir fitre mik­tarı fidye verecektir. [50]


13 - Ramazan (Orucu) Kazası Hakkında Gelen (Hadisler) Bâbî





1669) Aişe (Rudtyutlüttİi anln'ı)

Şüphesiz üzerimde Ramazan ayına âit oruç (borçlum olurdu ve Şaban ayı gelinceye kadar Onu kaza etmezdim." [51]



İzahı





Buharı, Müslim, de bunu rivayet etmişlerdir.Davûd ve Beyhaki El-Menhel yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde özetle şöyle der: A i ş e (Radıyallâhü anhâ) şunu söylemek istemiştir: "Resûlul-

lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayattayken boynundaki Ramazan orucunu Şaban ayına kadar kaza edemiyordum.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin oruç borcunu Şaban ayına ka­dar kaza edemeyişinin sebebi, onun Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hakkını vermekle meşgul olması ve ailevî ilişki için dâima hazırlıklı bulunmasıydı. Nitekim Buhar î ' nin rivayetinde Yahya bin Saîd:  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin oruç borcunu daha Önce kaza etmesine mâni olan sebep, Onun Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile meşgul olmasıydı, demiştir. Yâ ni  i ş e (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhtemel cinsel arzusuna karşı oruç engelinin bulunma­ması için oruç borcunu Şabana kadar geciktirirdi. Çünkü  i ş e (Radıyallâhü anhâ), Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem) in izni olmaksızın oruç tutmazdı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen Ona izin vermezdi. İkinci Ramazan ayının yaklaşmasıyla vakit darahnea izin verirdi. Zâten Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) de Şaban ayında çok oruç tutardı. Bu sebeple  i ş e (Radıyallâhü anhâ) oruç borcunu ancak Şaban ayında ödeme imkânını bulurdu.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemlın cinsel arzusu olabi­lir endişesiyle  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin oruç tutmak için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den izin istememiş olması da muhtemeldir. Bu da Onun üstün edebinden dolayıdır. Vakit da-ralınca yâni Şaban ayı girince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den izin alarak orucunu kaza ederdi.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'ın dokuz hanımı bulu­nurdu. Ve nöbetleşe bunların odalarında yatardı. Ancak nöbet usû­lü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTe vâcib değildi. Bunun aksine hareket edebilirdi. Bu sebeple Onun bütün zevceleri,  i ş e (Radıyallâhü anhâî'nin belirttiği durumdaydılar. Ve hepsi oruç borç­larını Şâban'a tehir ederlerdi. Nitekim M ü s 1 i m ' in bir rivayetinde  i ş e (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in eşlerinin bu durumunu belirtmiştir. [52]



Ramazan Orucunun Kazasının Geciktirilmesi





Bu badis, bir ma'zerei: olduğu zaman Ramazan orucunun kazasını Şaban ayına kadar geciktirmenin câizliğine delâlet eder. Âlimler bu hükümde müttefiktirler. Hadîs, Â i ş e (Radıyal­lâhü anhâ)'nin bir fiilini ifâde etmekte ise de Onun bu hareketin­den Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in habersiz olması dü­şünülemez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ha­nımları, şer'î hükümleri sık sık sorarlardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in bu harekete karşı çıkmaması ve susması, tas­vip ettiğini ifâde eder.

Oruç borcunun geciktirilmesi, bir mazeretten dolayı olmayınca âlimler değişik görüşler beyan etmişlerdir. Şöyle ki:

1 - Hastalık, yolculuk ve aybaşı âdeti gibi bir ma'zeret dola­yısıyla vaktinde tutulmayan Ramazan orucunun kazasını ge­ciktirmek cumhura göre caizdir. Ancak tutamadığı günler sayısınca ikinci Ramazan ayı yaklaştığında derhal kaza etmek vâcib olur. Te'hiri haramdır.

Şer'i bir ma'zeret yokken tutulmayan Ramazan orucunu geciktirmeden kaza etmek, Şâfii1er'ce vâcib görülmüştür. Bu tür oruç kazası te'hir edilemez.

2 - Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göre şer'î ma'zeret ol­maksızın bile tutulmayan Ramazan orucunun kaza edilmesi belirli bir vakte bağlı değildir. Bu itibarla ikinci bir Ramazan'a kadar te'hir etmek günah değildir. Yeter ki kişi bu orucu kaza et­meye kararlı olsun. Bu kararda bulunması ve borcunu kaza etmesi vâcibtir.

3 - Dâvüd-i Zahiri'ye göre özürlü olsun, özürsüz ol­sun vaktinde tutulmayan Ramazan orucunu geciktirmeden ka­za etmek vâcibtir.



1670) Aişe (Radıyallâhü ankâ)'dan. Şöyle demiştir:

Biz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in yamndayken (Ramazan ayında) aybaşı âdetini görürdük. (Temizlendikten) sonra bize (tutmadığımız günler sayısınca) orucu kaza etmemizi emre­derdi." [53]



İzahı





T i r m i z i de bu hadisi rivayet ederek hasen olduğunu söyle­miştir. Tirmizi1 deki rivayet, meâlen şöyledir :

"Biz Resûluüah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in yamndayken hayız âdetini görürdük. Sonra temizlenirdik de orucu kaza etmeyi bize emrederdi, namazı kaza etmeyi bize emretmezdi."

Burada  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nin râvisi, e 1 - E s v e d ' -dır. M u â z a' nın  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettiği bu hadîsin mislini Kütüb-i Sitte sahipleri rivayet etmişlerdir. Bâzı ri­vayetlerde yalnız namazın kaza edilmesinin emredilmediği bildiril-mektedr. Müellifin 631 nolu hadîsi böyledir.

Tirmizi, bu hadîsi rivayet ettikten sonra: Aybaşı âdetini gören kadının orucu kaza etmesi ve namazı kaza etmemesi hususun­da âlimler arasında her hangi bir ihtilâfın varlığını bilmiyoruz. İlim ehlinin tatbikatı, bu hadisteki hükme göredir, demiştir.

Tuhfe yazarı da Aliyyü-el-Kaarî'den naklen şöyle demiştir: Ha­dîsteki hükmün hikmeti şöyle anlatılmıştır: Hayız gören kadının orucu kaza etmesi güç değildir. Çünkü oruç kazası, yılda ancak bir de­fa olur. Fakat namazın kaza edilmesi güçtür. Çünkü genellikle ka­dınlar, her ay altı - yedi gün, bazen on gün hayız görürler. Bu duru­ma göre her yıl, yaklaşık olarak dört aylık namazı kaza etmek gere­kir ki, bu cidden zordur. [54]



14 - Ramazan (Ayın) Dan Bir Gün Oruç Bozanın Kefareti Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı





1671) Ebû Hüreyre (Radıyailâkü anhj'den: Şöyle demiştir: Bir adam. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTe gelerek;

— Helak oldum, dedi. Efendimiz:

— «Seni helak eden nedir?» diye sordu. Adam :

— Ramazanda (gündüz) eşimle cinsi münâsebette bulundum, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Bir köle azâd et» buyurdu. Adam:

— Bulamam, dedi. Efendimiz;

— «Üstüste iki ay oruç tut* buyurdu. Adam :

— Gücüm yetmez, dedi. Efendimiz:

— «Altmış yoksula yemek yedir.» buyurdu. Adam :

— Bulamam, dedi. Efendimiz:

— Otur» buyurdu. Adam da oturdu. Adam oturup beklerken arak denilen bir sebet hurma getirildi. Efendimiz ona:

— «Git bu hurmayı sadaka olarak dağıt» buyurdu. Adam:

— Yâ Resûlallah! Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ede­rim ki Medine'nin kara taşlı iki dağı arasında ailemizden daha muh­taç bir ev halkı yoktur, dedi. Efendimiz (Ona) :

— «Peki git bunu aile fertlerine yedir» buyurdu.

Müellif bu hadisi Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den merfu ola­rak ikinci bir senedle de rivayet etmiştir. Bunda şu ilâve vardır: Ve Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama:

— «Ve o gün yerine bir gün oruç tut.» buyurdu.İlâvesi hakkında Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu ilâveyi Kütüb-i Sitte sahiplerinden yalnız İbn-i Mâcete rivayet etmiştir. Bu ilâvenin bulunduğu seneddeki râvi Abdül-Cebbâr bin Ömer zayıftır. İbn-i Muîn, Ebû Dâvûd ve Tirmizi Onu zayıf saymışlardır. Buhâri de : Onun yanında münker hadîsler bu­lunur, demiştir. Nesai de : O. sıka delildir, demiştir. Dârekutnî de Onun terkedil-diğini söylemiş 've'İbîi-i Yûnus: Onun hadisi münkerdir, demiştir. İbn-i Sa'd da; O sikaydı, demiştir Ebü Hüreyre (R.A.fdcn merfu' olarak rivayet edilen (1672 nolu) hadiste : «Ruhsatsız olarak Ramazandan bir gün oruç bozan bir kimseye yıl boyunca tuttuğu oruç kâfi delildir.» buyurulmuştur. Yukarıdaki ilâve bu hadîse aykırıdır. [55]



İzahı





Kütüb-i Sitte sahibleri. Ahmed, Mâlik ve Beyhaki de bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Müellifin ikinci senedindeki; ilâvesinin yalnız müellif tarafından rivayet edildiği Zevâid'de bildirilmiş ve notta da bu durum belirtilmiş ise de Ebû Dâvûd'un Ca'fer bin Müsâfir1 den bir senedle Ebû Hüreyre (Radıyailâhü anh)'den merfu' olarak yaptığı bir rivayette Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama :

= «Bu hurmayı sen ve ev halkın yiyiniz. Sen bir gün oruç tut ve Al­lah'tan mağfiret dile» buyurmuştur. M â 1 i k ' in de el-Muvatta'da Saîd bin el-Müseyyeb (Radıyailâhü anhJ'den mürsol olarak yaptığı bir rivayete göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama : «Bu hurmayı ye ve işlediğin fiil yerine bir gün oruç tut." buyurmuştur.

Bu ilâve ile ilgili âlimlerin görüşlerini sırası geldiğinde anlataca­ğız. Başından itibaren hadis metnini açıklayalım

El-Menhel yazarı şöyle der:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat eden ada­mın isminin S e 1 m â n veya Seleme bin Sahr el-Be-y â z i olduğu söytenmişse de e 1 - H â f ı ı, el-Fetih'te bu sözü reddetmiş ve : Ben bunun isminin ne olduğuna rastlıyamadım, de­miştir.

Adam : "Ben helak oldum." sözü ile : Ben helak olmayı gerektiren bir günaha girdim, demek istemiştir.

Adamın Ramazan'da ailesine gündüz yaklaştığı, Buhâ-r i' nin rivayetinde açıklanmıştır.

Hadisin zahirine göre oruç bozma kefareti olarak âzâd edilecek kölenin müslüman veya kâfir olması, erginlik çağına ermiş veya er­memiş olması, erkek veya kadın olması caizdir. Çünkü "Rakabe" kelimesi bunların hepsini kapsar. Hanefi âlimleri, hadisin za­hiriyle hükmetmişlerdir. Fakat cumhur, âzâd edilecek kölenin müs­lüman olmasını şart koşmuş ve katil kefaretine âit âyetteki rakabe, mü'min kaydıyla kayıtlı olduğu için buradaki rakabeyi Ona hamlet-mişlerdir.

Hadis, oruç bozma kefareti olarak tutulacak iki aylık orucun ara­lıksız tutulmasının şart olduğuna delâlet ediyor. İ b n - i E b i Leylâ hâriç âlimlerin cumhuru bu hususta ittifak halindedir. Cum­hura göre bu iki ay içinde Ramazan ayı ve oruç 'tutmanın yasak olduğu Ramazan bayramının ilk ve Kurban bayramı­nın dört günü gibi günlerin bulunmaması şarttır.

Hadisin zahirine göre oruç bozma kefareti olarak doyurulacak yoksullar sayısının atmıştan aşağı olmaması gerekir. Cumhurun görüşü bu merkezdedir. Hanefi âlimlerine göre, adam bir yok­sulu altmış gün doyurursa kefaret yerine geçer. Çünkü maksad yok­sulun ihtiyacını gidermektir. Bir gün doyurulan yoksul, başka bir gün diğer bir yoksul hükmündedir.

Altmış günlük nafakayı bir günde bir yoksula vermek, bir gün­lük kefaret yerine geçer.

Her yoksula verilecek kefaret tutarı hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

1 - Hanefi âlimlerine göre her yoksula verilecek kefaret bir fitre miktarıdır ki; yarım " Sa1 " buğday veya bir " Sa' " kuru hur­ma yahut bu kadar arpa veya kuru üzümdür. Bir Sa' bugünkü ağır­lık ölçüsüne göre üç kilo üçyüz otuzüç gramdır. Bu meblağlardan bi­risinin tutarını para olarak vermek caizdir.

2 - Mâliki ve Şafii âlimlerine göre yoksula verilecek günlük kefaret bir "müd"dür. Şafii mezhebine göre bir müd 560 grama tekabül eder. O şehir halkının zahiresinin çoğunluğu, hu­bubatın hangi nevinden ise, ondan kefaret ödenir.

3 - Ahmed'e göre günlük kefaret, ya buğdaydan bir müd veya kuru hurma ya da arpadan yarım sa'dır."

El-Menhel yazarı, yukarıdaki görüşlerin mesnedlerini izah etmiş ise de bunu aktarmaktan vazgeçtim. El-Menhel yazarı sözlerine de­vamla :

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e müracaat eden adam anılan kefaretlerin hiç birisini ifâ edemiyeceğini arz edince Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona: «Otur.» buyurmuştur. Bu emirdeki hikmet şu olabilir: Onun durumu hakkında vahyin gelme­si beklenirdi. Veya adamın işine yarıyacak bir şeyin geleceği Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından biliniyordu.

Miktel: Sepet demektir.

Arak: Hurma yaprağından yapılmış ve onbeş ilâ yirmi Sa' hur­ma alabilen büyüklükteki sepete denilir.

Bir sepet hurma getiren adamın ismi rivayetlerde belirtilmemiş­tir. Bâzı rivayetlerde Ensâr'dan birisi olduğu belirtilmiştir.

Lâbet: Medine'ye yakın U h u d ile  i r dağlarına denilir. Bu iki dağ arasındaki araziye Medine haremi denilir.

Lâbeteyn kelimesi, "Lâbef'in tesniyesidir. îki Lâbet demektir. Lâ-bet kelimesinin asıl mânâsı kara taşlı arazidir.

Oruç bozma kefareti olarak altmış yoksula verilecek meblâğ, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından bu adama ve­rilerek çoluk - çocuğuyla birlikte yemesine müsaade edilmesi mes'e-lesine gelince; Âlimler bu hususta çeşitli yorumlar yapmışlardır. Bâ­zıları demişler ki: Bu hüküm o adama mahsus bir ruhsattır. Başka­sının böyle yapması caiz değildir. Kefareti kendi çoluk - çocuğuna de­ğil, behemehal yoksullara dağıtmak gerekir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu adama özel bir ruhsat vermiştir.

Bâzıları: Bu hüküm mensuhtur, demiştir.

Bâzıları da : Adam fakir olduğu için kefareti ödiyebilecek bir du­ruma gelinceye kadar kefaret Onun boynunda kalmıştır. Verilen hur­manın bir miktarını bir günlük çoluk - çocuğunun nafakasına harca­yınca kalan kısım, altmış yoksulu doyurmayacak durumdaydı.

Bu yorumların dayanacağı kuvvetli bir delil yoktur. Son yorum, en uygun olanıdır.

Hadis, Ram azan'da gündüz oruçluyken bile bile eşiyle cinsi temasta bulunana kefaretin vâcib olduğuna delâlet eder. Ş â' -bi, Saîd bin Cübeyr, Nehaî ve Katâde hâriç, tüm âlimlerin kavli budur. Hattabî; Galiba bu hadîs anılan zâtlara ulaşmadığı için güne gün kaza etmesi gerekir şeklinde fetva vermişlerdir, demiştir. Unutarak ailesiyle temas edenin orucu bozul­maz. Ve kefaret de gerekmez. Cumhurun kavli budur.

Ahmed'e göre oruç bozulur ve kefaret gerekir.

A t â', Evzâî, Rabia ve Sevrî'ye göre kaza gere­kir, kefaret gerekmez.

Ramazan* da bu fiili işleyip kefaretini ödedikten sonra tek­rar işlerse ikinci kez kefaret ödemesi gerekir. Bu hususta âlimlerin icmâı vardır. Şayet henüz kefaret ödememişse Ebû Hanife'ye göre bir kefaret yeter. Diğer üç mezhebe göre iki kefaret gerekir.

Ebû Hanife, Şafiî ve Ahmed'in meşhur kavline göre kefarette sıralamak vâcibtir. Yâni köle âzâd edebilirken onu yapmak zorundadır. Bu mümkün olmadığı takdirde iki ay oruç tu­tar. Buna da gücü yetmezse altmış yoksulu doyurur.

Mâlike göre, sıralamak mecburi değildir. Kişi, bu üç ne­viden dilediğini ifâ eder. [56]


Kefareti Yalnız Erkek Mi Ödiyecek, Yoksa Karısı Da Ödiyecek Mi ?





Bu hususta âlimlerin görüşleri farklıdır. Şöyle ki:

1 - Hanefî ve Hanbeli âlimlerine göre erkek ödiye-cek. Eşine gelince; Eğer cinsi temasa zorlanmış ise ona kefaret ge­rekmez. Aksi takdirde Hanefî ler'e göre Ona da gerekir. Hanbeliler'e göre iki görüş vardır.

2 - Şâfiiler'e göre kefaret yalnız erkeğe gerekir. Ev-zâj ve Hasan' m görüşü de budur.

3 - Mâ1iki1er'e göre kadın zorlanmışsa Onun kefareti de kocasına yüklenir. Zorlanmamışsa Ona da kefaret gerekir. [57]



Hadisin Fıkıh Yonu





1 - Açıklaması hoş olmıyan fiilleri kinaye yoluyla anlatmak caizdir.

2 - Ramazan ayında oruçlu iken cinsi münâsebetle oruç bozulduğu takdirde kefaret gerekir.

Ebû Hanife, Mâlik, Zühri, Evzâi, Sevri ve İ s h a k bu hadîsi delil göstererek : Cinsi münâsebetten baş­ka şeylerle, meselâ yemek yemekle, su içmekle bile bile oruç boza­na kefaret gerekir, demişlerdir. Ebû Hanîfe alınan oruç bozucu maddenin, gıdalanmayı veya tedavi etmeyi sağlayıcı olması­nı şart koşmuştur. Hamur, kum gibi örf ve âdette ne gıda maddesi ne de tedavi maksadıyla alınmayan bir şey almakla kefaret gerek­mez.

Şafii, Ahmed, Said bin Cübeyr, İbn-i'Si-rîn, Nehai ve Dâvüd-i Zahirî'ye göre kefaret, yal­nız cinsî münâsebette bulunmakla oruç bozanlara mahsustur. Başka tür bozmakla kefaret gerekmez.

3 - Günah işlemekten dolayı pişmanlık duyulmalı ve cezasın­dan korkulmahdır.

4 - Kefaret nevileri sıraya tâbidir.

5 - Kefaret ödemek durumunda kalan fakirlere yardım edilme­li ve müslümanı içine düştüğü sıkıntıdan kurtarmaya çalışılmalıdır.

6 - Kefaret ödemek, gücün yetmesine bağlıdır.

7 - Hibe ve sadakayı dil ile kabullenmek şart değil, teslim al­mak kâfidir.

8 - Fakir olduğunu söyleyenin bu sö?.ü kabul edilir. Şahit ile isbatlanması teklif edilmez.

9 - Dinini öğrenmek isüyene karşı yumuşak ve şefkatla davra-nılmalıdır.

10 - Had cezasını gerektirmeyen suçları işleyip durumunu âlime arzeden kişi azarlanmamak ve tazib edilmemelidir.

Hadîsin sonundaki «Ve o gün yerine bir gün oruç tut.» ilâvesi­nin hükmüne gelince : Bu ilâve, orucunu bozan kişinin kefaretten ay­rı olarak o gününün orucunu kaza etmesinin gerekliliğine delâlet eder. Dört mezhebin imamları ve âlimlerin ekserisi bununla hükmet mistir. Bu ilâveye uiL rivayet senedinde zayıflık varsa da izahın kısmında işaret ettiğim yibi, başka rivâyellerlo kuvvetlenmiştir.



1672} E bu Hüreyro (Radıyullahü anh)\\e\ı rivayet eıliUliğıne #üre; Resûlullah (Snllallahü Aleyhi w Selimi) şöyk- binimin, tlt-misjtir :

-Kim ruhsat olmaksızın Ramazandan bir gün bile bile orucunu bozarsa yıl boyunca oruç tutmak Ona kâfi gelmez.Sindi'nin naklettiğine göre Buhftrî şöyle demiştir : İbnü'I-Mutavvis'in bu oruç hadîsinden başka herhangi bir hadisini tanımam ve Onun Ebû Hüreyre (R.A.)'ln hadîsini babası (el-Mutavvis)den işitip işitmediğini bilemem. [58]



İzahı





Dört sünen sahipleri ile Bey haki, Dârimî ve Dâre-k u t n i de bunu rivayet etmişlerdir. B u h â r i de bunu ta'Hkan rivayet etmiştir.

El-Menhel yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der: "Yâni hastalık veya yolculuk gibi şer'î bir mazeret olmaksızın bile bile Ramazan ayında bir gün orucunu bozan bir kimse, devamlı oruç tutsa bile o günkü orucun fazilet ve bereketini kazana­maz. Maksad o gün yerine yıl boyunca kaza niyetiyle tutacağı oruç kâfi gelmez ve kazasını yapmış sayılmaz demek değildir. Çünkü âlim­lerin ekserisinin hükmettiği gibi o kişi Ramazan' dan sonra kaza niyetiyle bir gün oruç tutarsa, vâcib olanı yapmış olur. Ve yu­karıda açıklandığı üzere kefaret ödemesi gerekir.

Alî ve İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anhümâ) bu hadi­sin zahirini tutarak: Mazeretsiz bir gün Ramazan orucunu bozan kimseye yıl boyunca tutacağı oruç kâfi gelmez, demişlerdir.

Saîd bin el-Müseyyeb'e göre o kişi, bozduğu bir gün yerine kaza niyetiyle otuz gün oruç tutar.

Dört mezhep imamları ve âlimlerin ekserisine göre bu kimse, ke­faretten ayrı olarak kaza niyetiyle bir gün oruç tutmakla mükellef­tir.

Hadis, Ramazan orucunu, bile bile bozmanın günahının büyüklüğüne delâlet ediyor. [59]


15 - Unutarak Orucunu Yiyen Hakkında Gelen Hadisler Babı





1673) Ebû Hüreyre (Radtyatlâhü anhyden; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kim oruçluyken unutarak (bir şey) yerse, orucunu tamamlasın (devam etsin). Çünkü Ona Allah yedirmiş, içirmiştir.»" [60]



İzahı





Kütüb-t Sitte sahipleri, Dârekutnî, Hâkim, İbn-i Huzeyme, Dârimi ve Beyhaki, müteaddit senedlerle ve birbirine yakın lafızlarla bunu rivayet etmişler; Ti r m i z î hadîsin Hasen - Sahîh olduğunu söylemiştir.

Hadis, oruç iken bir şey yiyen ve içen kimsenin orucunun bozul­madığına ve Ona bir şey lâzım gelmediğine delâlet ediyor. Kul, unu­tarak yiyip içtiği için fiili Allah'a isnad edilerek Allah'ın Ona yedi­rip içirdiği buyurulmuştur.

Ebû Hanîfe, Şafii, Hasan-ı Basrİ, Mücâ-h i d, E v z â î ve başka âlimler: Oruçlu iken unutarak oruç bo­zucu harekette bulunanın orucu bozulmaz ve Ona bir şey lâzım gel­mez, demişlerdir. Ashabtan Ebû Hüreyre, îbn-i Ömer ve Alî (Radıyallâhü anhüm)'ün kavli de budur.

A h m e d ' e göre oruçlu kimse, unutarak ailesiyle cinsi münâ­sebette bulunursa hem kaza hem kefaret gerekir. Fakat unutarak bir şey yemek, içmekle ne kaza, ne de kefaret gerekmez.

M â i i k' e göre oruçlu kişi, unutarak oruç bozucu bir şey işler­se kaza gerekir, kefaret gerekmez.



1674) Esma' bint-i Ebî Bekir (Radıyallâhü anhümâ)'d&n: Şöyle de­miştir ;

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayattayken bir bulut­lu günde biz iftarımızı açtık. Sonra da güneş doğdu.

(Râvi Ebû Üsâme demiştir ki:) Ben, Hişâm'a: İftarım açanlar, o günkü orucunu kaza etmekle emredildiler (mi?), dedim. Hişâm: Ka­za etmekten kaçış yoktur, dedi." [61]



İzahı





Buhâri, Ebû Dâvûd, Beyhakî ve Dârekutnî de bunu. rivayet etmişlerdir.

Hadis, güneşin battığına kanaat getirerek iftarını açan, sonra gü­neşin henüz batmadığını anlıyana kaza gerektiğine ve kefaret gerek­mediğine delâlet eder. İbn-i Şîrîn, Saîd bin Cübeyr, dört mezhep imamları, E v z â i ve başka âlimler, bununla hükmet­mişlerdir.

Müc&hid, Ata', Urve bin Zübeyr, Hasan-ı Basri, Dâvûd ve İshak'a göre kaza da gerekmez. Bun­ların delili, Beyhaki' nin î b n - i A b b â s (Radıyallâhü anhl'dan merfu' olarak rivayet ettiği:

«Şüphesiz Allah, ümmetimin yanılmasını, unutmasını ve zorlan­dıkları şeyleri bağışlamıştır.» mealindeki hadîstir. Fakat bu hadîs, anılan şeylerden dolayı ümmetin muâhaze edilmiyeceği anlamında yorumlanmıştır. Muaheze edilmemek, kazanın vâcibliğini gerektir­mez. Kuvvetli hüküm, cumhurun hükmettiği, kazanın gerekliliğidir.

Bu ihtilâf, şafak doğduktan sonra henüz şafağın sökmediğini zan­nederek bir şey yiyen hakkında da cereyan eder. Yine kuvvetli olan hüküm, o günkü oruca ka*..i edilmesidir. [62]


16 - Kusan Oruçlu Hakkında Gelen Hadisler Babı





l675) Fadale bin Ubeyd el-Ensari [63] (Rditıyallnhü anfy)'ı\en rivayet

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nafile oruç tutmayı îti-yad hâline getirdiği bir günde onların yanına çıkmış da bir kap (su) istemiş ve içmiştir. Râvi Fadâle (Radıyallâhü anh) :

Biz i Yâ Resûlallah! Bu günü oruçla geçirdin, dedik. Buyurdu ki: -Evet, Velâkin ben kustum.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Muhammed bin İshak tedlisçidir ve an'ane ile rivayet etmiştir. Râvi Ebû Merzuk'un da ismi bilin­mez ve Fedâle (R.A.)'den hadis işitmemiştir. Bu sebeple hadîste zayıflık ve inkıta' vardır.



1676) Ebû Hüreyrc (Radtyallahu anh)'<\en rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir;

«İrâdesi dışında kusan oruçluya kaza gerekmez. Kendini kustu rana kaza gerekir.»" [64]



İzahı





Feda1e (Radıyallâhü anh)'in hadîsi Zevâid türündendir. An&shy;cak bunun bir benzerini Ebû Dâvûd, Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh)'dan rivayet etmiştir. Oradaki rivayette Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh) :

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kustu ve sonra orucu&shy;nu bozdu." demiştir. Sevbân da Ebü'd-Derdâ (Radı&shy;yallâhü anh)'m bu hadîsini te'yid etmiştir.

El-Menhel yazarı, Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh)'in hadîsini şöyle yorumlamıştır: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem nafile oruç tutmuştu ve kendi iradesiyle kustu. Bir ma'zeret do&shy;layısıyla bunu yaptı. Çünkü Genâb-ı Allah : «Amellerinizi iptal etme&shy;yiniz.» buyurmuştur. Bu hadis, âlimlerce böyle yorumlanmıştır.

T i r m i z i de : Bu hadîsin mânâsı şudur: Peygamber (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) nafile oruç tutmuştu, kustu ve zayıf düştü. Bu nedenle de orucunu bozdu. Bu durumu açıklayan bâzı rivayetler vardır, demiştir.

T i r m i z î' nin işaret ettiği rivayet, müellifin bu hadîsidir. Çün&shy;kü bu hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in o günü na&shy;file oruçla geçirmeyi itiyad hâline getirdiği belirtilmiştir.

Hadîsteki kusma işi isteyerek kusma anlamına yorumlanınca, bundan sonra gelen hadîse ters düşmez.

Sindi' nin beyânına göre Bey haki şöyle demiştir: Bu hadîsin isnadı, münâkaşa götürür durumundadır. Eğer sahîh ise ken&shy;dini kusturan anlamına yorumlanır.

B e y h a k i' nin demek istediği yorum şudur : Oruçlu kendini kusturma ihtiyacını duymuş ve bu-yüzden kendini küstürmüştür.

El-Menhel yazarı, bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der :

"Yâni oruçluyken irâdesi dışında kusan bir kimsenin orucu bo&shy;zulmaz. Ve o gün kaza etmesi gerekmez. Kusmuk ağız dolusu da olsa hüküm budur. Dört mezhep imamı böyle hükmetmişlerdir. Cumhu&shy;ra göre kusmuk ağza gelip dışarı atılması mümkünken ondan bir şeyin boğaza dönmemesi şarttır. Aksi halde, yâni dışarı atılması mümkünken bunu yapmayıp bir kısmı boğaza geri dönecek olursa, kaza etmek gerekir.

Hanefî âlimlerinden Muhammed bin el-Hasan'a göre ağza gelen kusmuk, kendiliğinden geri dönerse, oruç bozulmaz. Hanefi âlimlerince sahîh sayılan kavil budur. Ebû Yûsuf'a göre, kusmuk ağız dolusu olursa kendiliğinden geri dönmesiyle bile oruç bozulur. Yâni Muhammed'e göre kişinin irâdesi esastır. Ebû Yûsuf'a göre ağız dolusu olması esastır. Bu esaslardan hareketle dört mesele doğar :

1 - Kusmuk, ağız dolusundan az olup kendiliğinden geri döndü&shy;ğü zaman Ebû Yûsuf ile Muhammed'in ittifakıyla oruç bozulmaz. Çünkü Muhammed'in esas saydığı irâde du&shy;rumu yoktur. Ebû Yûsuf un esas saydığı ağız dolusu durumu yoktur.

2 - Kusmuk ağız dolusundan az olup bunu iradesiyle yuttuğu za&shy;man Ebû Yûsuf'a göre oruç bozulmaz. Çünkü ağız dolusu du rumu yoktur. Seçkin kavil de budur.Muhammed'e göre bo&shy;zulur. Çünkü iradesiyle yutmuştur.

3 - Kusmuk ağız dolusu olup tamamı veya bir parçası kendili&shy;ğinden geri döndüğü zaman irâde durumu bulunmadığı için Muhammed'e göre oruç bozulmaz. Sahih olan da budur. Ağız do&shy;lusu olduğu için Ebû Yûsuf'a göre bozulur.

4 - Kusmuk ağız dolusu olup tamamını veya bir parçasını irade&shy;siyle yuttuğu zaman, ikisinin ittifakıyla oruç bozulur.

Hadîsin ikinci cümlesinin mânâsı şudur : Kişi oruçluyken kendisi&shy;ni kusturursa orucu bozulur ve kaza gerekir. Ali, İbn-i Ömer, Zeyd b. Erkam, dört mezhep imamları ve başka âlimlerin (Radıyallahü anhüm) kavli budur.

İbn-i Mes'ud (Radıyallahü anhJ, İkrıme, Rabia ve e 1 - K â s ı m ' a göre kusmuk iradesiyle boğaza dönmedikçe kusmanın hiçbir çeşidiyle oruç bozulma/ Fakat birinci görüş kuv&shy;vetlidir. [65]



17 - Oruçlu İçin Misvak Kullanmak Ve Göze Sürme Sürmek Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1677) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre Resûlul-lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Oruçlunun hayırlı hasletlerinden birisi, misvak (kullanması)-dır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki râvi Mücâlid zayıftır. Lâkin Buhârî, Ebû Dâvûd ve Tirmizİ'nin rivayet ettikleri Âmir bin Rabia'nın ha-dlsi bu hadis için şâhid durumundadır. [66]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîs, oruçlunun misvak kullanması&shy;nın müstehablığına delâlet ediyor. Hadîs kayıtsız olduğu için öğle&shy;den evvel ve öğleden sonraya şümullüdür.

Notta işaret edilen  m i r' in hadîsi meâlen şöyledir: "Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i oruçlu olduğu halde misvak kullanırken gördüm."

El-Menhel yazarı Â m i r' in hadîsini açıklarken şöyle der :

"Bu hadîs, oruçlunun öğleden evvel ve sonra misvak kullanma&shy;sının müstehablığına delâlet eder. Misvakın kuru veya yaş olması farketmez. Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir:

1 - içlerinde Ömer, tbn-i Abbâs, Alî ve îbn.-i Ömer (Radıyallâhü anhümJ'ün bulunduğu sahâbüerden bir ce&shy;mâat ile Mücâhid, Saîd bin Cübeyr, Ata', İb&shy;rahim Nehaİ, Muhammed bin Şîrîn, Ebü Ha-nîfe, Muhammed, Sevrî ve Evzâî' nin kavli, yu&shy;karıda anlatılandır.

2 - Şafiî ve arkadaşlanna göre oruçlunun öğleden evvel misvak kullanması müstehab olup, öğleden sonra mekruhtur. Ebû Sevr ile Evzâî ve Muhammed bin e 1 - H a s a n ' -dan bu kavil rivayet edilmiştir. Bunların delili, oruçlunun ağız ko&shy;kusunun Allah katında misk kokusundan daha güzel olduğuna dâir Buhârî ve Müslim'in Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri hadîstir. Misvak kullanmak ile bu koku&shy;nun giderilmesine çalışılmıştır. Bu koku, öğleden sonra belirdiği için o vakitte misvak kullanmayı mekruh saymışlardır.Lâkin mezkûr hadîs, onların dedikleri mânâda kesin değildir. Başka mânâlarda da yorumlanmıştır. Geniş izah için oruç bahsinde geçen bu hadise mü&shy;racaat edilsin.

3 - Mâlik ve arkadaşlarına göre misvak yaş olduğu zaman oruçlu için kullanılması mekruhtur. Kuru olduğu zaman, oruçlu öğ&shy;leden evvel de öğleden sonra da kullanabilir. Bu görüş, Ş a' b i, K a t â d e , başka âlimler ve Ebû Yûsuf tan rivayet edil&shy;miştir.

4 - Ahmed'e göre öğleden sonra oruçlunun misvak kul&shy;lanması mekruhtur. Misvak yaş olsun, kuru olsun fark etmez. Ke&shy;za yaş iken öğleden önce de kullanmak mekruhtur.



1678) Âişe (Radıyallâhü anhâyfan; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oruçluyken gözüne sür&shy;me sürmüştür.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin İsnadı zayıftır. Çünkü raıri ZUbeydl zayıftır. Onun adının Said bin Abdül-Cebbâr olduğunu Ebû Bekir bin Ebi D&vûd beyan etmiştir. [67]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîs, oruçluyken göze sürme sürme&shy;nin meşruluğuna delâlet eder. Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöy&shy;ledir :

1 - Ebû Hanife, Şafii âlimleri, Atâ', Hasan-ı Basrî, Nehai, Evzâi ve Ebû Sevr'e göre oruç&shy;lunun gözüne sürme sürmesi caizdir. Sürülen sürmenin tadı boğaz&shy;da duyulsa dahi oruç bozulmaz. Enes, tbn-i Ömer ve İbn-i Ebi Evfâ (Radıyallâhü anhüm)'ün kavli de budur.

2 - M âl ikil er'e göre eğer göze sürülen sürmenin boğa&shy;za ulaşması muhakkak ise sürülmesi haramdır ve kaza etmek gere&shy;kir. Eğer şüpheli ise sürülmesi mekruhtur.

3 - İbn-i Ebî Leylâ ve bâzı âlimlere göre göze sür&shy;me sürmek orucu bozar. [68]


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




ORUÇ BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: ORUÇ BÖLÜMÜ   ORUÇ BÖLÜMÜ Icon_minitimeSalı Mayıs 04, 2010 1:07 pm

18 - Oruçlu İçin Hacâmet (Olmak Ve Etmek) Hakkında Gelen Hadisler Babı





1679) Ebû Hüreyre (Radtydlâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Hacâmet edenin ve hacâmet olanın orucu bozulur.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Ebû Hüreyre (R.A.)'ın hadisinin senedi münkatı'dır. Ebû Hatim : Abdullah bin Bişr'in el-A'meş'ten hadis işitmesi sabit olmamıştır. Abdullah, el-A'meş'ten hadis rivayet ettiğinde ancak şöyle söylüyor : Ebû Bekir bin Ayyaş, el-A'meş'ten bana yazmıştır ki :.... demiştir.



1680) Sevbân (Radıyallâftü anh)'(\en: Şöyle demiştir: Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'1 şöyle buyurur&shy;ken işittim:

«Hacâmet edenin ve hacâmet olanın orucu bozulur.



1681) Şeddâd bin Evs (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre :

Ramazan ayından onsekiz gece geçtikten sonra bir gün kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber Bakî'da yürür&shy;ken Efendimiz hacâmet olan bir adama rastlamış ve Resûlullah (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem)

«Hacâmet edenin ve hacâmet olanın orucu bozulur.» buyurmuş&shy;tur."



1682) Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâJ'dan; Şöyle de&shy;miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oruçlu ve ihramdayken hacâmet oldu. [69]



İzahı





Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhî'ın hadîsi Zevâid türün-dendir.

S e v â n (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Ebû Dâvûd, Ahmed, Nesai, İbn-i Hibbân, Tahavî ve Dâ-r i m i de rivayet etmişlerdir.

Şeddâd (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Ebû Dâvûd, Nesâî, î bn-i Hibbân ve Hâkim de rivayet etmiş&shy;lerdir.

İbn-i Abbâs {Radıyallâhü anhümâ)'nın hadisini Ebû Dâvûd, Tirmizî, Tahavî ve Bey haki de riva&shy;yet etmişlerdir.

tik üç hadîsin zahirine göre hacâmet edenin ve hacâmet olanın ikisinin de orucu bozulur. Âlimlerin bir kısmı bunların zahiriyle hükmetmişlerdir.Alî,Ebû Hüreyre, Ata', Evzâ. Ahmed, îshak, Ebû Sevr (Radıyallâhü anhüm) bu gruptaki âlimlerdendirler. Fakat cumhura göre ne hacâmet edenin, ne de ola nın orucu bozulmaz. Hanefî âlimlerine göre, oruçlu iken bunu yapmak mekruh değildir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem).l682 nolu hadîste belirtildiği gibi hacâmet olmuştur.Mâ1ik , Şafii ve Sevrî'ye göre oruçlu iken yapmak mekruh&shy;tur.

Cumhura göre bu hadîsler şöyle yorumlanır:

Hacâmet eden ve olan oruçlunun orucu bozulma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Çünkü hacâmet olanın kan vermekle zayıf düşme&shy;sinden korkulur. Hacâmet eden de kan alma şişesini emerken bo&shy;ğazına kan kaçmasından emin değildir. Maksad budur. Bunların oruçlarının bozulması değildir. Bu nevi ifâdeler, bu mânâlarda kul&shy;landır. Nitekim bir tehlikeyle karşı karşıya gelen kimse : Mahvoldum! der. Halbuki henüz ona bir zarar gelmiş değildir.

Ş e d d â d (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinde söz konusu edilen adamın isminin Ma'kil bin Yesâr (Radıyallâhü anh) olduğu, H â k i m'in rivayetinde açıklanmıştır.

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâl'nın hadisi, hacâmet olmanın orucu bozmadığına delâlet ediyor. Sahâbilerin ve tabiîlerin cumhurunun kavli budur. Enes, Ebû Said-i Hudri, Zeyd bin Erkânı, Sa'd bin Ebİ Vakkâs, İbn-i Mesud, İbn-i Abbâs, tbn-i Ömer, Ümmü Se&shy;leme (Radıyallâhü anhüm) bu görüşte olan sahâbîlerdendirler. Keza Şa'bî, Urve, Ata bin Yesâr, Zeyd bin Eşlem, Ebû İkrime, Ebû Hanife ile arkadaşları. Mâlik, Şafii ve arkadaşları da bu görüştedirler.

El-Menhel yazarının beyânına göre, bu âlimler, hacâmetle oru&shy;cun bozulduğuna dâir yukardaki hadislere şöyle cevap vermişlerdir. Bu hadisler, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâJ'mn hadîsiy-le ve benzen hadislerle mensuhtur. El-Menhel yazarı, î b n - i Ab&shy;bâs (Radıyallâhü anhümâ)'nın hadisindeki hükmü te'yid eder mâ&shy;hiyetteki Ebû Said-i Hudri (Radıyallâhü anh) ile Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'in Dârekutnî tarafın&shy;dan rivayet edilen hadîslerini zikretmiştir. Gerek duymadığım için buraya aktarmadım.

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhünıâ) 'nın hadîsi, oruçluyken hacâmet olmanın câizliğine delâlet ettiği gibi, İhramdayken de hacâ&shy;met olmanın câizliğine delâlet ediyor. Şafiî, İbn-i Abdi'l-B e r r ve başkalarının rivâyetindeki ilâveye göre Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Selleml'in hacâmet olması. Veda haccı yolculuğu esnasında vuku' bulmuştur.

İ b n - i A b b â s (Radıyalâhü anhümâ)'nın bu hadîsi, A h -med ve Buharı' nin bir rivayetinde meâlen şöyledir:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihramdayken hacâ-met olmuş ve oruçluyken hacâmet olmuştur/' Buhâri ve Müs1im'in bir rivayetinde ise sadece Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ihramdayken hacâmet olduğu belirtilmiştir.

El-Menhel yazarı bu rivayetleri ve başka rivayetleri zikrettik&shy;ten sonra: Açık olan rivayet, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem)'in oruçluyken hacâmet olduğunu, keza ihramdayken hacâmet olduğunu bildiren rivayettir. Buna göre hacâmet olma işi, ayrı ayrı vakitlerde olmuştur. Bunların bir vakitte olmasına mâni yoktur. [70]



19 - Oruçlunun Eşini Öpmesi Hakkında Gelen Hadisler Babı





1683) Aişe (RadtyaUâhü anhâyfr&n; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oruç ayında (eşini gün&shy;düz) öperdi."



1684) Âişe (RadtyaUâhü ankâ)'dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oruçluyken (eşini) öper&shy;di. Ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) nefsine hâkim oldu&shy;ğu gibi hanginiz nefsinize hâkim olabilir?"



1685) Hafsa (Radıyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oruçluyken (eşini) öperdi." [71]



İzahı





 i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın ilk hadisini T i r m i z i ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. İkinci hadîsinin benzeri&shy;ni de N e s a i hâriç diğer Kütüb-i Sitte sahiplen de rivayet etmiş&shy;lerdir.

Hafsa (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsinin başkaca kim tara&shy;fından rivayet edildiğini bulamadım.

Bu hadîsler, nefsine hâkim oruçlunun eşini öpmesinin câizliğine delâlet ediyor.

 i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsinde geçen "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nefsine hâkim olduğu gibi hanginiz nefsine hâkim olabilir.?" cümlesinin açıklaması hakkında Neve-v i' nin şöyle dediğini "Tuhfe" yazarı nakletmiştir: A i ş e (Ra&shy;dıyallâhü anhâ)'nin sözünün mânâsı şudur: Sizler oruçluyken eş&shy;lerinizi öpmekten sakınmalısınız. Kendinizi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e kıyaslamayınız. Çünkü O, nefsine hâkimdi. İle&shy;ri şehveti doğuracak öpmekten emindi; Sizler emin olamazsınız. Bu itibarla yolunuz, öpmekten kaçınmadır.

Oruçlunun eşini öpmesini caiz görenlerin, Â i ş e (Radıyallâ-hü anhâ)'nin sözünü şöyle yorumladıklarını Sindi belirtmiştir. Yâni. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) herkesten fazla nef&shy;sine hâkim olduğu halde oruçluyken eşini öptüğüne göre, sizler de oruçluyken eşinizi öpebilirsiniz. [72]



Oruçlunun Eşini Öpmesi Hakkında Âlimlerin Görüşleri





1 - Sahâbilerden ve Tabiîlerden bir cemâat, nefsine hâkim olan oruçlunun eşini öpmesinin câizliğine ve bununla orucunun bozulmıyacağına hükmetmişlerdir. Hanefi âlimleri, A h m e d , 1 s -hak ve D â v û d bu görüştedirler. Ebû Hanife ve ar&shy;kadaşları : Meninin gelmesi veya cinsi münâsebette bulunma teh&shy;likesi hususunda nefsinden emin olmayanın oruçluyken eşini öpme&shy;si veya çıplak vücutlarının birbiriyle temas etmesi mekruhtur. Aşırı dokunma, yâni eşlerin çıplak iken kucaklaşması veya dudak öpüş&shy;mesi ise mutlaka mekruhtur. Cünüp olma endişesinin bulunup bu&shy;lunmaması farketmez, demişlerdir.

2 - Meşhur kavline göre Mâlik: Kesinlikle nefsine hâkim olan oruçlunun eşini öpmesi mekruhtur. Nefsinden kesinlikle emin olmıyanınki ise haramdır, demiştir.

3 - Şafiî, Sevrî ve Evzâî genç ile yaşlı arasında ayırım yaparak yaşlının eşini öpmesini mubah, gencinkini mekruh saymışlardır. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'dan rivayet edilen hüküm de budur. Nevevî, Müslim'in şerhinde : Şafiî ve arkadaşları: Şehvetinin tahrikine yol açmayan öpme, oruçluya haram değildir .Bununla beraber iyisi, bunu yapmamak1 tır. Yapmanın mekruhluğu söylenemez, demişlerdir. Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) eşlerini öptüğü halde bunu yapmamasının daha iyi olduğunu söylemelerinin sebebine gelince; öpme sınırını aş&shy;mamak emniyeti; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için mev&shy;cuttu. Başkası için bu emniyetin varlığı söylenemez. Nitekim  i ş e (Radıyallâhü anhâ) : "O, hepinizden fazla nefsine hâkimdi." demiş&shy;tir. Öpmekle şehveti tahrik edilen hakkındaki hüküm, Şafiî âlim-lerince en kuvvetli görülen hüküm, haramlıktır. Bir kavle göre ten-zihen kerahettir.

4 - Şüreyh, İbrahim Nehaî, Şa'bi ve başka bâzı âlimlere göre öpmek orucu bozar. Kaza etmek gerekir.



1686) Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)"m mevlâsı Meymûne (Radıyallâhü anhâyâan; Şöyle demiştir:

Oruçluyken oruçlu eşini öpen adamın durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e soruldu. Buyurdu ki i «İkisinin orucu bozulmuş olur.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Hadfsin isnadı zayıftır. Çünkü Zeyd bin Cübeyr'in ve Şeyhi Ebû Yezid ed-Dmnî'nin zayıflığı Üzerinde âlimlerin ittifakı var&shy;dır. Et-Takrİb'de de Ebû Yezid ed-Dmni'nin meçhul olduğu nakledilmiştir. Ez-Zü-beyri de : Bu hadîs rnünkerdir ve Ebû Yezid meçhuldür, demiştir, [73]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadisin zahirine göre eşini öpenin ve öpülenin oruçları bozulur. Lâkin öpmekle orucun bozulmadığına hük&shy;meden âlimlere göre bu hadis sahih olduğu takdirde şöyle yorum&shy;lanır : Eşlerin oruçları bozulma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Çünkü öpme ileri şehvete ve cünüplük hâlinin olmasına yol açabilir.

El Menhel yazarının beyânına göre yukarıda anıldığı gibi Şüreyh ve arkadaşlarının öpmekle orucun bozulduğuna dâir ver&shy;dikleri hükmün delili bu hadistir. [74]


20 - Oruçlunun Mübaşeret (Çıplak Teninin, Eşinin Çıplak Tenine Değmesi) Hakkında Gelen Hadîsler Babı





Mübaşeret kelimesi hadis âlimlerince bir kaç şekilde tarif edil&shy;miştir. Tuhfe yazarı bu bâbtaki  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisinin açıklaması bahsinde şöyle der:

Mübaşeret, öpmekten daha geniş kapsamlı bir mânâ ifâde eder. Bâzılarına göre mübaşeret; erkeğin hanımının avret mahallinden başka yerine elle dokunmasıdır. Bir kavle göre mübaşeret; öpmek ve elle dokunmaktır. N e v e v i' ye göre mübaşeret ile elle dokun&shy;ma mânâsı kastedilmiştir. Mübaşeretin asıl mânâsı ise; erkek ile ka&shy;dının tenlerinin örtüsüz temasıdır.

El-Menhel yazarının beyânına göre burada mübaşeretten mak-sad, cinsi temas kadar ilerlemiyen dokunmadır, öpme suretiyle veya başka tür dokunma ile olabilir.



1687) İbrahim (en-Nehaî)den rivayet edildiğine göre el-Esved (bin Yezîd) ve Mesrûk, Aişe (Radtyaltâhü unhiim)'ün yanına vararak:

Resûlullah (Sallalİahü Aleyhi ve Sellem) oruçluyken mübaşeret eder miydi? diye sormuşlar; Âişe (Radıyallâhü anhâ) : Yapardı ve nefsine en hâkim olanınızdı, demiştir." [75]


İzahı





Bu hadisin benzen, diğer Kütüb-i Sİtte'de rivayet edilmiştir. Ha&shy;dîs, oruçluyken mübaşeret etmenin câizliğine delâlet eder. Oruçlu&shy;nun mübaşeret etmesinin câizliği hususunda âlimler arasında ihtilâf vardır. Bu ihtilâf öpmenin câizliğine dâir ihtilâfın aynısıdır.

El-Menhel yazarı; Oruçlunun eşini öpmesi veya ona mübaşeret etmesi hususundaki ihtilâf, meninin gelmemesi şartına bağlıdır. Gel&shy;diği takdirde âlimlerin ittifakıyla orucu bozulur ve kaza etmesi ge&shy;rekir. Mâlik ve İshak'a göre ayrıca Ona kefaret gerekir. Şayet bu hareketlerden dolayı mezi gelirse; Hanefî ve Şafiî âlimlerine göre kaza gerekmez. Mâlik, Ahmed ve İs&shy;hak'a göre kaza gerekir. Bu hâlin belireceğini önceden bilirse öp&shy;mek veya mübaşeret haramdır.



1688) Abdullah bin AbbAs (Rariıyıillâhü ttnhümâ)\\ı\n; Şöyle* de&shy;miştir :

Mübaşeret hakkında yaşlı oruçluya ruhsat verilmiş, genç oruç luya da mekruh sayılmıştır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : îbn-i Mâceh'in şeyhi olan Muhammed bin Hâlid zayıf olduğu için bunun senedi zayıftır. [76]


İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîsin benzerini Ebû Dâvûd ve Beyhakî, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den riva&shy;yet etmişlerdir. Oradaki rivayet meâlen şöyledir:

"Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e oruçlunun mübaşeret hükmünü sordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona ruhsat verdi. Başka birisi gelip aynı şeyi sordu. Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem) onu men etti. Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) 'in ruhsat verdiği adam, yaşlı ve men ettiği adam gençti."

Ahmed ve Tabarânî de bunun bir benzerini I b n - i Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir.

Hadîs, oruçlu iken öpme ve mübaşeret hakkında yaşlı ile genç arasında ayırım yaparak yaşlıya caiz ve gence mekruh sayan I b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh); Şafiî, Sevrî, Evzâî ve bir rivayete göre Mâlik için bir delildir. [77]



21 - Oruçlunun Gıybet Ve Çirkin Söz Söylemesi Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1689) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü a«A/den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir;

-Yalan söylemeyi, câhilce davranmayı ve bununla amel etmeyi bırakmıyan (oruçlu) kimsenin yemesini içmesini bırakmasına Al&shy;lah'ın İhtiyacı yoktur. (Buna kıymet vermez.)»" [78]



İzahı





Müslim' den başka Kütüb-i Sitte sahipleri, Ahmed ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir.

Hadisten maksad şudur: Oruçluyken yalancılık, yalan şahitlik, gıybet, iftira, sövmek, lanetlemek gibi bâtıl söz söylemeyi bırakmı-yanın tuttuğu orucun makbul olmadığıdır. Çünkü oruçtan maksad; aç ve susuz kalmanın kendisi değil, bununla teminine çalışılacak şeh&shy;vetleri kırmak, kötülüğü emredici nefsi frenlemektir. Hadîsteki Al&shy;lah'ın ihtiyacının olmayışı, orucun makbul olmayışından mecazdır. Çünkü ne bâtıl sözü bırakanın ne de bırakmayanın aç ve susuz kal&shy;masına Allah'ın ihtiyacının olmadığı ma'lumdur.

îbn-i Battal: Hadîsin mânâsı bâtıl söz söyliyenin oruç tutmayı bırakmasını emretmek değil, bâtıl sözden sakındırmaktır, de&shy;miştir.

İbnü'l-Münzir: «Allah'ın ihtiyacı yoktur» cümlesi, oru&shy;cun makbul olmadığından kinayedir. Nasıl ki öfkelenen bir kimseye istediği şey verildiği zaman Onu çevirirken : Benim buna ihtiyacım yoktur, der. Şu halde hadîsten maksad, bâtıl sözle kirletilen oru&shy;cun, reddedilmeye mahkûm olduğu ve böyle kirletilmeyen orucun makbul olduğudur.

Hadis; bâtıl sözün, oruçlunun sevabını noksanlaştırdığına delâlet ediyor. Gıybet, yalancılık, koğuculuk, câhilce davranmak ve bunlar&shy;la amel etmenin, orucu bozup bozmadığı hususunda ihtilâf vardır. Cumhura göre bunlar orucu bozmaz. Fakat sevabını noksanlaştırır. S e v r î' ye göre gıybet orucu bozar. Gazali' nin el-îhyâ'da beyân ettiğine göre Mücâhid: Gıybet ve yalancılık, orucu bo&shy;zan hasletlerdir, demiştir.

E v z â İ' ye göre gıybet orucu bozar ve kaza etmeyi gerektirir.



1690) Ebû Hüreyre (Radtyaliâhü anh)'den rivayet edildiğine güre; Resûlullah (Sallaliahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Nice oruçlu vardır ki; orucundan kendisine aç kalmaktan baş&shy;ka bir şey yoktur. Ve gece namazına nice kalkan vardır ki kalkışın* dan kendisine uykusuzluktan başka hiç bir şey hâsıl olmaz.Bunun senedinin zayıf olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [79]


İzahı





Zevdid türünden olan bu hadis, oruç tutan bir çok kimsenin oru&shy;cunun makbul olmadığına ve sevap sağlamadığına delâlet ediyor. Mü&shy;ellif bu hadisi bu bâbta zikretmekle oruçtan sevap kazanmamanın sebebinin, oruçlunun bâtıl söz söylemesi olduğuna zımnen işaret et&shy;miş olur. Gece namazına kalktığı halde uykusuzluktan başka kazan&shy;cı olmayanlar, bu hizmetlerine riyakârlık karıştıranlar veya benzerî günahları işliyenlerdir.



1691) Ebû Hüreyre (RadtyaUâhü an/t)\\en rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallııhü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Birinizin oruç günü olduğu zaman sakın çirkin söz söylemesin. Ve cehaletin gereklerinden bir şey işlemesin. Eğer bir kimse ona kar&shy;şı câhilce davransa = Ben oruçlu bir adamım, desin. [80]



İzahı





Kütüb-i Sitte sahipleri, Mâlik ve Bey haki bu hadîsi benzer lâfızlarla rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler biraz daha uzun&shy;dur.

Hadîsin : «Câhilce davranmasın» diye terceme ettiğimiz cümlesi&shy;nin açıklaması bahsinde el-Menhel yazarı: Yâni gıybet, boş lâf, alay etmek v.s. günahlar gibi cahillerin kârı olan şeylerin hiç birisini iş&shy;lemesin. Maksad bu hareketlerin yalnız oruç hâlinde yasak olduğu&shy;nu, diğer zamanlarda mubah olduğunu bildirmek değildir. Maksari, oruç hâlinde bu gibi hareketlerden daha çok uzak kalmaktır.

Hadisin : «Ben oruçlu bir adamım, desin.» cümlesinin açıklaması bahsinde el-Menhel yazan şöyle der :

Oruçlunun bu sözü diliyle mi söy'iyeceği yoksa kalbinde mi söy-tiyeceği hususunda ihtilâf edilmiştir H A i' i î' nin nakline göre imamlar, bu sözü kalbinde söyleme yorumunu tercih etmişlerdir. Çün&shy;kü dille söylemekte riyakârlık ve gösteriş olabilir.

N e v e v î, el-Ezkâr'da bu sözü dille söyleme yorumunu tercih etmiş, diğer yorumun da iyi olduğunu beyan etmiş ve : Eğer hem cii liyle hem kalbiyle söylerse bu da uygundur, demiştir.

R û y â n î' ye göre eğer Ramazan ayı ise diliyle söyle&shy;sin, başka bir oruç tutmuş ise kalbinde söylesin.

Oruçlunun bu sözü söylemesindeki hikmet, kendi nefsini kötü&shy;lükten men etmek veya muhatabını fena davranmaktan men etmek&shy;tir. [81]



22 - Sahur Yemeğini Yemek Hakkında Gelen Hadisler Babı





1692) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'6.en rivayet edildiğine «öre: Resûlullah (Saltallakü Aleyhi ve Scllcm) :

«Seher vaktinde yiyiniz ve içinim. Çünkü onda bereket vardır.» buyurdu." [82]



İzahı





Buhârî, Müslim ve Tirmizî de bu hadisi rivayet etmişler;T i r m i z î hadîsin Hasen - Sahih olduğunu söylemiştir.

Sehûr i Seher vaktinde yiyilen yemek ve içilen su ve benzeri meş&shy;rubattır.

Bu babın başlığındaki; kelimesi iki şekilde de okunabi&shy;lir. Keza hadîs metninde geçeri bu kelime iki şekilde okunabilir. Tuh-f# yazarının beyânına göre :

El-K aarî : Hadîs âlimlerinden tutulan rivayet bu kelime&shy;nin "Sin"in üstünüyle okunmasıdır. Yâni "Sehûr" diye okunur. Bu da seher vaktinde yiyilen yemek ve içilen içecek maddeleridir, demiştir. E 1 - C e z e r i de en-Nihâye'de "Sin"in üstünüyle olan rivayetin daha çok olduğunu söylemiştir.

E 1 - H â f ı z , el-Fetih'te ; Bu kelime "Sin"in ötresi ve üstünüy&shy;le okunabilir. Çünkü eğer hadîsteki bereketten maksad ecir ve se&shy;vap ise Suhûr diye okumak uygundur. Çünkü ecir ve sevap, yiyecek ve içecek maddelerinde değil, bunları yemek ve içmek işindendir. Şayet bereketten maksad, oruçluya kuvvet ve zorluğu hafifletmek ise "Sin"in üstünüyle okumak uygundur. Çünkü zorluğu hafifletmek ve oruçluya kuvvet, gıda maddelerinde bulunur. Bâzılarına göre be&shy;reketten maksad, seher vaktinde sehûr yemeği vesilesiyle uyanıp duâ etmektir. En uygunu şudur ki; Sehür yemeğine kalkmakta çeşit&shy;li yönlerden bereket hâsıl olur. Bu yönlerin bir kısmı şunlardır: Pey&shy;gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sünnetlerine uymak, Ehl-i Kitâb'a muhalefet etmek, ibâdet için kuvvet almak, açlığın yol açtığı huysuzluğu gidermek, neşeyle oruç ibâdetine yönelmek, seher vaktin&shy;de yardım dileyen yoksullara sadaka vermek, ibâdet ve duaların mak&shy;bul olduğu kuvvetle umulan seher vaktinde ibâdet ve duâ etmek, oruç niyetini akşam unutmuş olana niyet etme imkânını bulmaktır, demiştir.

Hadîsteki emir, âlimlerce mendupluk için yorumlanmıştır. Yâni oruç tutacak kimselerin seher vaktinde kalkıp bir şey yemeleri veya içmeleri sünnettir, vâcib değildir. İbn ü'l-M ü n z ir bu hüküm hususunda icmâ bulunduğunu nakletmiştir



1693) İbn-i Abbâs (RadıyaUâhü anhiimâ/dan rivayet edildiğine «öre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Scllcm) şöyle buyurmuştur :

«Gündüz orucu için seher yemeğinden ve gece ibâdetine kalkmak için öğle istirahatından yardım dileyiniz,Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadsin senedindeki râvi Zem'a bin Salih zayıftır. [83]


23 - Sehûr Yemeğini Geciktirmek Hakkında Gelen Hadisler Babı





1694) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh) :

Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber sehûr yemeğini yedik, sonra sabah namazına kalktık, dedi. (Enes (Radı-yallâhü anh) demiştir ki:) Ben :

Sehûr yemeği ile sabah namazına kalkışınız arasında ne kadar zaman vardı? diye sordum. Zeyd (Radıyallâhü anh) dedi ki: Elli âyet okuyacak kadar." [84]



İzahı





Bu hadîsi Buhârî ve Tirmizi de rivayet etmişler; T i r m i z î ; Bu hadîs hasen - sahihtir. Şafiî, Ahmed ve I s h a k sahur yemeğini geciktirmeyi müstehab saymışlardır, de&shy;miştir,

Tuhfe yazarı bu hadîsi açıklarken : Elli âyetten maksad, ne uzun ne de kısa olmayıp, mu'tedil elli âyet olup, bunu acele etmeden ve çok ağır davranmadan vasat bir şekilde okumakla geçen süredir, der.



1695) Huzeyfe (Radtyallâhü an/ı)'der\; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber sehûr yemeğini yedim. Sehûr vakti (şafak vaktine o kadar yakındır ki he&shy;men hemen) şafaktır (denilebilir.) Şu farkla ki; henüz güneş (yâni şafak) sökmemiştir." [85]



İzahı





Nesai, A h m e d ve T a h a v i de bu hadîsi rivayet et&shy;mişlerdir.

Sindi bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der : Bu hadîsteki "Nehâr"den maksad, şer'î gündüzdür. Yâni fecirdir. Ve "Şems"ten maksad, güneş değil fecirdir. Çünkü fecir aydınlığı, güneşten önce gelir, H u z e y f e (Radıyallâhü anh)'ın maksadı şudur: Sahur yemeği vakti, şafak sökme vaktine o kadar yakındır ki; henüz şafak sökmemiş olmakla beraber; neredeyse şafak söktü de&shy;nilebilir. Bu hadîsi zahirine göre mânâlandıranlar, bu hadîsin men-suh olduğunu söylemişlerdir.

Tuhfe yazarının naklettiğine göre Tahavî, Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'in hadîsini rivayet ettikten sonra : Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilen bu hadîsin aykırı düştüğü B u -hârî, Müslim ve başkalarının ittifakıyla rivayet ettiği hadîs&shy;lerin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den rivayetleri sabit&shy;tir. Ancak şu ihtimâl var: Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'ın ha&shy;dîsi;

= «Şafak sökünceye kadar yiyiniz ve içiniz[86] âyetinin inişinden önceki zamana âit olabilir, demiştir.

Sindî, Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'m hadîsinin mez&shy;kûr âyetten önceki zamana âit olup, sonradan mensuh olduğu görü&shy;şünü uygun görmiyerek şu gerçeği belirtiyor : Oruç süresi, ilk za&shy;manlar yatsıdan ertesi gün akşamına kadar idi. Bu süre, mezkûr âyetle kısaltılarak fecirden akşama kadar kılınmıştır. Yâni teşditten tahfife doğru bir değişiklik olmuştur. Huzeyfe (Radıyallâhü anhl'in hadîsiyle âyetin hükümleri karşılaştırılınca, ayetin inişiyle oruç süresinde tahfif ve kısaltma değil, teşdîd ve uzatma durumu çıkmış olur. Ebû îshak; Huzeyfe (Radıyallâhü anh)'in hadisinin mensuhluğunu söylemek tutarlı değildir, derken bu gerek&shy;çeyi kasdetmis olabilir.



1696) Abdullah bin Mes'ud (Radıyallâhü ank)'den rivayet edildiği&shy;ne göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

Bilâl'ın ezant, herhangi birinizi sahur yemeğini yemekten alıkoy&shy;masın. Çünkü O, uyuyanınız uyansın ve gece ibâdetine kalkmış ola&shy;nınız (istirahatına veya ihtiyaçlarına) dönsün diye ezan okur. Fecir, aydınlığın şöyle çıkması değil, semânın ufkunda yaygın olarak şöyle çıkmasıdır.»" [87]



İzahı





Tirmizi hâriç Kütüb-i Sitte sahipleri ve A h m e d bunu rivayet etmişlerdir. Hadîs, sahur yemeğini geciktirmenin meşruluğu&shy;na delildir. Ve Bilâl (Radıyallâhü anh)'ın şafaktan önce sabah ezanını okuduğunu bildirir. Seher vakti uykuda olanlar ve gece na&shy;mazına kalkmış olanlar bulunurdu. Gece namazına kalkmış olanlar Bilâl (Radıyallâhü anh)'ın ezanıyla fecr'in yaklaştığını anlıya-rak ibâdetlerine ara verirlerdi. Sabah namazma neşe ve kuvvetle kalkmak için biraz istirahat ederlerdi. Veya sair ihtiyaçlarını gide&shy;rirlerdi. Seher vaktine kadar uyanmamış olanlar da Bilâl (Ra&shy;dıyallâhü anh)'ın ezanıyla uyanarak gece ibâdetini yapar, sahur ye&shy;meğini yiyer ve sabah namazına hazırlanırdı. Peygamber {Sallalla&shy;hü Aleyhi ve Sellem), Bilâl (Radıyallâhü anh)'ın ezanından ya&shy;rarlanan iki grubun durumunu bildirmiş ve hadîsin bundan sonraki kısmında fecr-i kâzib (yalancı fecir) ve fecr-i sadığa (hakiki fecre) işaret buyurmuştur. Fecri kâzib, hakiki fecirden bir süre önce görülür. Bu fecrin doğu ufkundan ve fecir yerinden semânın ortasına doğru uzanan ve biraz sonra kaybolan bir aydınlıktır. Fecr-i sadık ise, doğu ufkunda ve ufuğa paralel olarak dağılıp yayılan ve belir&shy;dikten sonra kaybolmayan bir aydınlıktır. Bu fecrin doğmasıyla ge&shy;ce bitmiş ve şer'î gündüz başlamış olur Fecr-i sâdıktan sonra sabah namazı kılınabilir.[88]


24 - İftar Açmakta Acele Etmek Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1697) Sehl bin Sa'd (Radtyallâhü anhümây&dn rivayet edildiğine gö&shy;re; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selimi) şöyle buyurdu, demiştir:

«İnsanlar iftar etmekte acele ettikleri müddetçe dâima hayır ile yaşarlar,»"



1698) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Se.llem) şöyle buyurdu, demiştir :

«İnsanlar iftar etmekte acele ettikleri müddetçe hayır ile yaşarlar. İftar etmekte acele ediniz. Çünkü yahûdîler, (iftarlarını) gecik&shy;tirirler.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı Buhâri ve Müslim'in şartı üzerine sahihtir. Bu hadisi Buhâri, Müslim ve başkaları Sehl bin Sa'd'ın rivâye-tiyle zikretmişlerdir. [89]



İzahı





Sehl (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Buhâri, Müslim ve T i r m i z i de rivayet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre [Radıyallâhü anh)'in hadîsini Zevâid ya&shy;zarı Zevâid türünden saymıştır. Hâkim de bunu rivayet etmiş&shy;tir. Ebû Dâvûd ile Nesaî de Ebû Hüreyre (Ra&shy;dıyallâhü anhl'ın hadisini merfû olarak;

= «İnsanlar iftar etmekte acele ettikleri müddetçe İslâmiyet galebe çalmakta devam edecektir. Çünkü yahûdîler ve hıristiyanlar iftarla&shy;rını geciktirirler.» metniyle rivayet etmişlerdir.

Hadîsler, iftarı geciktirmeden açmanın müstehaplığına delâlet ediyorlar. Tabii güneşin battığının tahakkuk etmesi şarttır, Şafiî, el-Ümm'de : İftar açmakta acele etmek müstehabtır, Geciktirilmesin&shy;de fazilet olduğu kanısıyla kasden geciktirmek mekruhtur. Böyle bir kasıt olmaksızın geciktirilmesinde kerahet yoktur, demiştir,

îkinci hadis, yahûdîlerin ve hıristiyanlann iftarı geciktirdikleri&shy;ne delâlet ediyor. İbn-i Hibbân ve Hâkim'in rivayet ettikleri Sehl CRadıyallâhü anh)'ın hadîsinden Ehl-i Kitab'ın yıl&shy;dızlar görülünceye kadar iftarlarını geciktirdikleri anlaşılıyor. Şiî&shy;ler de bu şekilde iftarı geciktirirler. Hadîsler bu davranışı redde&shy;derler.

Müslümanların iftar açmada acele ettikleri müddetçe hayır ile yaşamaya devam edecekleri ve İslâmiyet'in diğer dinlere galebe çal&shy;mayı sürdürmesi mes'elesine gelince; El-Menhel yazarı bu hususta şöyle diyor : Yâni Müslümanlar, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-Iem)'in sünnetine bağlı kalarak ve İslâmiyet'in getirmiş olduğu sa&shy;bit kanunları kendi kafalarına göre değiştirmeyip olduğu gibi mu&shy;hafaza ettikleri müddetçe hayır ile yaşarlar ve düşmanlarını yener-îer. Islâmi prensiplere aykırı hareket ettikleri zaman bunların bu muhalefeti, şer içine düşeceklerine alâmet olur. [90]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




ORUÇ BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: ORUÇ BÖLÜMÜ   ORUÇ BÖLÜMÜ Icon_minitimeSalı Mayıs 04, 2010 1:09 pm

25 - İftarı Ne İle Açmanın Müstehab Olduğuna Dâir Gelen Hadisler Babı





1699) Selnıân bin Amir (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine gö&shy;re; Resûlullah (Sailailahü Aleyhi ve Sellf.m) şöyle buyurdu, demiştir :

«Biriniz iftarını açacağı /aman hurmayla açsın. Eğer (hurn-a) bulamazsa suyla iftar etsin. Çünkü su, temizleyicidir. [91]



İzahı





Ahmed, Tırmizî, Ebû Dâvıjd, Dârimi ve Hâkim de bunu rivayet etmişlerdir.

Hadîsteki emir mendupluk içindir. El-Menhel yazarı, hurma ile iftar açmanın hikmeti hakkında şöyle diyor:

"Çünkü hurma tatlıdır. Oruç tutmayla zayıflanan gözler, tatlı, ye&shy;mekle kuvvet bulur. Hurma yemek, îman tatlılığına ve günah acı&shy;lığının giderilmesine işarettir. Çünkü oruç, ibâdetlerin en büyükle-rindendir ve ibâdetler kötülükleri giderir.

İbn-i Hacer el-Mekkî: Hurmanın özelliklerinden birisi şudur : Hurma, mideye ulaştığı zaman Onu boş bulursa gıda görevini yapar. Midede yemek artığını bulursa, onu barsaklara sü&shy;rükler, demiştir. Tabibler hurmanın gözü zayıflattığım söylemişler-se de onların sözü, çok hurma yemeye aittir.

Hurma bulunmadığı takdirde su ile iftar açılması emredilerek su&shy;yun çok temizleyici olduğu bildirilmiştir. Su, susuzluğu giderir, vü&shy;cudun maddi ve mânevi yönlerden temizlenmesi yorumuna vesile olur." [92]


26 - Geceden Oruca Niyet Etmek Ve Nafile Orucu Bozma Serbestliği Hakkında Gelen Hadisler Babı





1700) Hafsa (Raıhyallâkü anAû/dân rivayet edildiğine göre; Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Setlrm) şöyle buyurdu, demiştir :

«Geceden oruca niyet etmiyene (sahih) oruç yoktur.»" [93]



İzahı





Ahmed, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesaİ, Dâre-kutnî, İbn-i Huzeyme ve İbn-i Hibbân da bu&shy;nu rivayet etmişlerdir.

Hadis, oruca geceleyin niyet etmenin vâcibliğine delâlet ediyor. El-Menhel yazarı, âlimlerin bu husustaki görüşlerini izah etmiştir. Bu cümleden olarak şöyle demiştir :

1 - İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh), C â b i r bin Yezîd, Mâlik, el-Leys ve İbn-i Ebi Zi'b bu hadisin zahirini tutarak, farz ve nafile orucu ayırdetmeden geceleyin oruca niyet etmenin şart olduğunu söylemişlerdir.

2 - Şafiî ve Ahmed: Farz oruçta geceleyin niyet farz&shy;dır. (1701 nolu) Â i ş e (Radıyallâhü anhâl'nin hadisi gereğince nafile oruca gündüz de niyet, edilebilir, demişlerdir.

Selmân bin Âmir R.A.)'ın Hâl Tercemesi

Selmân bin Âmir bin Evs bin Hacer bin Amr ed-Dıbbi'dir. Ondan başka Dıbbi bir sahâbi yoktur. Peygamber (S.A.V.)'den hadîs rivayet etmiş, kendisinden da1 Rebâb, Muhammed bin Şirin, Hafsa bin Şirin ve Abdülaziz bin Bişr rivayet et&shy;mişlerdir. Cemel vak'asında yüz yaşındayken katledilmiştir. Kütüb-i Sitte sahip&shy;leri Onun rivayetlerini almışlardır. (El-Menhel : Cild 10, Sahife 78)

3 - Ebû Hanif e ve arkadaşları: Ramazan, be&shy;lirli adak ve nafile oruçlar için geceleyin ve gündüz öğleye kadar ni&shy;yet edilebilir. Bunların delili «Fecir doğuncaya kadar yiyiniz içiniz.[94] mealindeki oruçla ilgili âyettir. Şöyle ki: Allah Teâlâ fecre ka&shy;dar yiyip içmeyi mubah kılmış, sonra orucu emretmiştir. Şu halde oruca niyet, fecirden sonra bir şey yemeyip içmemeye karar vermek&shy;tir. İkinci delilleri, Â işe (Radıyallâhü anhâ)'nin 1701 nolu hadi&shy;sidir. Hanefi âlimleri, H a f s a (Radıyallâhü anhâ)'nin bu hadisini, faziletin olmayışı anlamına yorumlamışlardır. Yâni gece&shy;leyin niyet etmiyenin orucu, faziletli ve mükemmel bir oruç değildir, demektir. Veyahut hadisten maksad, akşam olmadan yarınki oruca niyet etmenin yasaklanmasıdır. Şöyle de yorumlanabilir: Bu hadîs, kaza ve kefaret oruçları gibi muayyen olmayan oruçlara mahsus&shy;tur.

El-Menhel yazan bu yorumlara karşı Ş â f i i 1 e r ' in cevapla&shy;rını zikretmişse de buraya aktarmaya gerek görmüyorum.

4 - Ata, Mücâhid, Züfer ve Zühri'ye göre mukim ve sıhhati olan kimse için Ramazan orucuna niyet et&shy;mek farz değildir. Çünkü zaman, yâni Ramazan ayında bulun&shy;muş olmak Ramazan orucunu gerektirir.

Bu hadis, Ram azan'in her günü için ayrı ayrı niyetin farziyetine delâlet ediyor. Ömer, tbn-i Ömer, Hasan-ı Basrî, Ebû Hanif e, Şafii, en sahih rivayete göre A h m e d (Radıyallâhü anhüm) ve âlimlerin cumhuru böyle hük&shy;metmişlerdir.

Mâlik ile arkadaşları ve îshak; Ramazan1 m ilk gecesi bayrama kadar bir niyet kâfidir. Her gün için ayrı ayrı niyete gerek yoktur. Yapılması müstehabtır.



1701) Aişe (Radıyallâhü anhâ)'dan: Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yanıma girerek: «Yanınızda (yiyecek) bir şey var mı?» diye sorar; Biz de; Hayır, deriz. O da:

-O halde ben oruçluyum* buyurarak orucu üzerinde durur. Son&shy;ra bize yiyecek bir şey hediye edilir, O da orucunu bozar (di) Âişe (Radıyallâhü anhâ) : O (böylece) bazen nafile oruç tutmuş ve boz&shy;muştur, dedi. (Râvi Mücâhid demiştir ki Smile Ben, Âişe (Radıyallâhü anhâ) ya bu nasıl olur? diye sordum. Dedi ki: Bunun durumu, bir sa&shy;daka ile çıktıktan sonra bir kısmını verip bir kısmını tutan kimsenin durumu gibidir." [95]



İzahı





Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesaî, Üârekutni, Beyhakî ve Tirmizî'de de Âişe (Radıyallâhü anhâ) '-nin hadîsini kısa ve uzun metinler hâlinde ve benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Hadîs, nafile oruca gündüz niyet etmenin câizliğine delâlet edi&shy;yor. Ebû Hanîfe ve Şafiî bununla hükmetmişlerdir. Bu hüküm; Al i, Ebû Eyyub-i Ensâri, Huzeyfe, İbn-i Mes'ud, Ebû Talha, Said bin Cübeyr ve Nehaî (Radıyallâhü anhüm)'den de rivayet edilmiştir. Bu gruptaki âlimlere göre nafile oruca öğleden önce niyet edilebilir, Ada&shy;mın fecirden itibaren oruç bozucu bir şey yapmamış olması şarttır.

Ahmed ve Saîd bin el-Müseyyeb'e göre na&shy;file oruca öğleden sonra da niyet edilebilir.

M â I i k' e göre nafile oruç için gece niyet etmek gerekir. An&shy;cak devamlı oruç tutan için geceden niyet etmek şart değildir.

Züfer, el-Müzenî ve bâzı âlimlere göre nafile oruca da farz oruç gibi geceden niyet etmek farz değildir.

Hadis, nafile oruca niyetlenen kimsenin orucunu bozmasını^ caiz ligine de delâlet ediyor. Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir:

Hadis, nafile oruca niyetlenen kimsenin orucunu bozmasının câiz&shy;liğine de delâlet ediyor. Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir:

1 - Ömer, Ali, İbn-i Mes'ud, İbn-i Ömer, İbn-i Abbâs, Câbir, Huzeyfe, Ebü'd-Derdâ, Sevri, Ş'âfii, Ahmed ve İshak (Radıyallâhü an-hüm)'e göre nafile oruca niyetlenen bir kimse, orucunu bozabilir. Ve kaza etmesi gerekmez. Bir özür yokken bozmak mekruhtur. Bunun&shy;la beraber nafile orucu bozduğu takdirde kaza etmesi müstehabtır.

2 - Zâhirü'r-Rivâye'de Ebû Hanife ve Mâlik'e göre başlanan nafile orucu tamamlamak vâcibtir. Bir özür yokken bozmak caiz değildir. Özürsüz bozduğu takdirde günah işlemiş olur. Ve kaza etmesi gerekir. Nafile orucunu bozması İçin babası, annesi vöyâ hocası şefkat dolayısıyla emretmeleri gibi bir özür dolayısıyla orucunu bozarsa günah bozmuş olmaz. Mâ1iki1er'e göre ka&shy;za etmesi gerekmez, fakat Hanei'iler'e göre kaza etmesi ge&shy;rekir. Çünkü Mâlik, Ebû Dâvûd ve Nesâi' nin  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettikleri bir hadise göre Âişe (Radıyallâhü anhâ) ile Hafsa (Radıyallâhü anhâ) nafile oruç&shy;larını özürsüz bozmuşlar, sonra durumu Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem)'e anlatmışlar; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):

«Boynunuza vebal girmiş değildir. O gün yerine bir gün oruç tu&shy;tunuz.» buyurmuştur.

Hanefi âlimlerinden el-Müntekâ sahibi ile e 1 - K e m â 1 bin el-Hümâm ve Tâcü's-Şeria nafile orucu özürsüz bile olsa bozmanın mübahhğı hükmünü tercih etmişlerdir. Çünkü bu ko&shy;nuda hadîsler sabittir.

Nafile oruca niyetlenip bir kaç saat oruç tuttuktan sonra bozan bir kimsenin, oruçlu durduğu saatler için sevap kazandığı, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin M ü c â h i d'e verdiği cevaptan anlaşı&shy;lıyor. [96]



27 - Oruç Tutmak İstediği Halde Cünüb Olarak Sabahlıyan Adam Hakkında Gelen Hadisler Babı





1702) Ebû Hüreyre (Radıyallûhü anh)\\tw\ Şöyle demiştir:

Hayır. Kabe Rabbine yemin ederim ki! «Cünüb olarak sabahlayan kinişe, orucunu bozsun (bozmuş olur)» sözünü ben söylemiş değilim. Bu sözü Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) söylemiştir."

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahihtir. İmam Ahmed bu&shy;nu bu yolla rivayet etmiştir. Buhâri de ta'liken zikretmiştir. Ebû Hüreyre (R.A.)'-nin bu hadîsi el-Padl (R.A.)'den işittiği, Buhâri ve Müslim'de bildirilmiştir. Müslim Ebû Hüreyre (R.A.)'in : «Ve ben bu hadîsi Peygamber (S.A.V.)'den işitmedim» sö zünü ilâve etmiştir. [97]



İzahı





Bu hadîsin zahirine göre oruca niyetlenen ve cünüb olarak fecir&shy;den sonraya kadar boy abdesti almıyanın orucu bozulur. E 1 - F a d 1 bin A b b â s (Radıyallâhü anh), Üsâme bin Zeyd (Ra-dıyallâhü anh) ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) : Bilerek veya unutarak boy abdestini fecir doğuncaya kadar almayan cünü-bün orucu bozulmuş olur, demişlerdir. Tavus, Urve bin Zübeyr ve ibrahim Nehaî'ye göre bile bile guslünü fecir doğuncaya kadar geciktiren cünübün orucu bozulur.

Hasan ı Basrî ve bir rivayete göre İbrahim Nehaî : Farz oruç bozulur, nafile oruç bozulmaz, demişlerdir.

Cumhurun görüşünü, bundan sonra gelen  i ş e (Radıyallâ&shy;hü anhâ) ve Ümmü Seleme (Ri?dıyallâhü anhâ)'nin hadîs&shy;leri bahsinde anlatacağım. Şimdi Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in bu hadisi hakkında alimlerin görüşlerini nakledelim :

Sindi: Şeyhimiz Ebü'1-Fadl {Radıyallâhü anh) 'in ha&shy;dîsi ya mensuhtur veya Buharı ile M ü s 1 i m ' de rivâyel olunan  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve Ümmü Seleme (Ra-dıyallâhü anhâ)'nin (bundan sonra gelen) hadisleri karşısında kuv&shy;vetsiz kalır. Çünkü o hadîslerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in. eşlerine yaklaşmasından dolayı cünüb olarak sabahladığı ve fecirden sonra boy abdestini aldığı, orucuna da devam ettiği belir&shy;tilmiştir.  i ş e (Radıyallâhü anhâ J nin Müslim' deki hadî&shy;sinde bu durumun Peygamber (Sallailahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsus hükümlerden olmadığı belirtilmiştir. M ü s 1 i m ' in bildirdiği&shy;ne göre  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ile Ümmü Seleme (Ra-dıyallâhü anhâ)'nin hadîsleri Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'a ulaşınca kendi hadîsinden rücu' etmiştir, demiştir.

El-Menhel yazan da Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsi ile ilgili olarak özetle şöyle der:

"Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadisi, Â i ş e (Ra&shy;dıyallâhü anhâ) ve Ümmü Geleme (Radıyallâhü anhâJ'nin hadîsleri ile mensuhtur:

= «Ramazan gecesi eşlerinize yaklaşmanız, size helâl kılındı.[98]

âyeti de onun mensuhluğunu te'yid eder. Çünkü âyet, Ramazan gecesinin tümünde cinsî münâsebetinin mübahlığını gerektirir. Şa: fağın doğmasına bitişik olan gecenin son anı da gecenin bir parça&shy;sıdır. O kısa anda ailesine yaklaşan kişi bizzarure cünüb olarak sa&shy;bahlamış olur. Diğer tareftan Beyhakî ve Tahavî' nin bir senedle Ebû Bekir bin Abdirrahman (Radıyallâ&shy;hü anh)'dan rivayet ettiklerine göre Ebû Hüreyre (Radıyal&shy;lâhü anh) kendi hadîsinden rücu' etmiştir. Ebû Bekir bin Abdirrahman (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir : Ben babam&shy;la beraber Medine emîri Mervân bin el-Hakem (Radıyallâhü anh)'in yanındaydık, Ebû Hüreyre (Radıyal&shy;lâhü anh)'in mezkûr hadisi emîre anlatıldı. Bunun üzerine Mer&shy;vân, babama : Sana yemin ederim. Sen behemehal  i ş e (Ra-dıyallâhü anhâ) ve* Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin yanlarına giderek bu mes'eleyi onlardan soracaksın dedi. Ebû B e -k i r (Radıyallâhü anh) diyor ki : Bunun üzerine babam gitti, ben de beraberinde gittim. Nihayet  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin ya&shy;nına vardık. Babam :

Ey Mü'minlerin annesi! Biz Mervân (Radıyallâhü anh) in yanın&shy;daydık. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) in «Cünüb olarak sabahlı yanın orucu bozulur.» dediği Mervân (Radıyallâhü anh) a anlatıldı, dedi. Âişe (Radıyallâhü anhâ) : Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in dediği fenadır. Ey Abdurrahman! Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVın yapageldiğinden vaz geçer misin? dedi. Bunun üzerine ba&shy;bam: Hayır vallahi! dedi. Âişe (Radıyallâhü anhâ) : Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında şahitlik ediyorum ki ihtilâm değil, eşine yaklaşmaktan dolayı cünüb olarak sabahladı. Sonra ogün oruçlu olurdu, dedi. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) demiştir ki ı Sonra biz oradan çıkarak Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâl'nin ya&shy;nına girdik. Babam aynı meseleyi ona sordu, o da Âişe (Radıyallâhü anhâl'nin dediği gibi cevap verdi. Bunun üzerine biz çıkıp Mervân (Radıyallâhü anh}'in yanına vardık ve babam Âişe (Radıyallâhü anhâ) ile Ümmü Seleme ^Radıyallâhü anhâl'nin söylediklerini Mer&shy;vân (Radıyallâhü anh) a anlattı. Bunun üzerine Mervân (Radıyal&shy;lâhü anh) babama:

Ey Ebâ Muhammedi Yemin ederim. Sen benim bineğime bine&shy;ceksin. Çünkü bineğim kapıdadır. Ve Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'a gideceksin. Kendisi el-Akîk'deki yerindedir. Ve bu durumu ona haber vereceksin, dedi. Bunun üzerine babam bindi, ben de onunla beraber bindim. Nihayet Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) in yanına vardık. Babam bir süre onunla sohbet ettikten sonra durumu ken&shy;disine anlattı. Bunun üzerine Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) :

Bu mesele hakkında benim kesin bilgim yoktur. Birisi bana söyle&shy;miştir, dedi.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadisinin mensuh ol&shy;madığı farzedildiği takdirde Âişe (Radıyallâhü anhâ) ile Üm&shy;mü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsleri tercih edilir. Çün&shy;kü iki sahâbînin rivâyetiyle sabittir. Ebû Hüreyre (Radıyal&shy;lâhü anh)'in hadîsi ise bir sahâbînin rivayetidir. Bilhassa bu iki sa-hâbî Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in eşleridir. Onlar onun ahvâlini herkesten daha iyi bilirler. Sonra onların rivayeti, yu karıdaki âyete muvafıktır. Makul olanı da budur. Çünkü oruçlu gün&shy;düz ihtilâm olur. Ve orucun bozulmachğı hakkında icmâ' vardır. İki rivayetin eşit olduğu farzedilse, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadîsi efdal olana işarettir diye yorum yapılır. Çünkü efdal olan, cünübün fecirden önce gusletmesidir. Âişe (Radıyallâhü anhâ) ile Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'rıin hadîsi, gus-lün fecirden sonraya bırakılmasının câizliğini bildirir, diye yorum yapılır.



1703) Âişe (Radıyallâhü anhâ)\\an; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (eşine yaklaşmaktan dolayı) cünüb olarak gecelerdi. Sonra Bilâl (Radıyallâhü anh) gele&shy;rek sabah namazı vaktinin geldiğini Ona haber verirdi. O da kalkıp guslederdi. Ben de Onun başından gusül suyunun inmesine bakardım. Sonra O, Mescide çıkardı da. Onun sabah namazındaki sesini işitir-dim.

Râvi Mutarrif demiştir ki. Ben, râvi Âmir (eş-Şa'bî)ye : (Bu du&shy;rum) Ramazan'da mı? diye sordum. Dedi ki: Ramazan ve başkası mü&shy;savidir."



1704) \âfi' (Radıyallâhü u»//)'den: Şöyle demiştir:

Oruç tutmak isteyip cünüb olarak sabahlayan adamın durumunu (Efendimizin eşi) Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'ya sordum. De&shy;di ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ihtilâmdan değil, eşi&shy;ne yaklaşmaktan dolayı cünüb olarak sabahlardı, sonra boy abdestini alır ve orucunu tamamlardı." [99]



İzahı





 i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve Ümmü Seleme (Radı&shy;yallâhü anhâ)'nin hadîslerini Buhâri, Müslim, Mâlik, Ebû Dâvûd, Nesai ve Tahavi, mânâyı etkilemiyen benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Hadîsler, cünüb olarak sabahhyanın orucunun sahih olduğuna ve kaza etmenin gerekmediğine delâlet ediyorlar. Gece vuku bulan cünüblük hâli, ister aileye yaklaşmaktan olsun, ister başka şekilde olsun farketmez. Bu hususta farz oruç ile nafile oruç aynıdır. Guslün, kasden veya unutarak şafaktan sonraya bırakılması neticeyi değiş&shy;tirmez. Ancak fecirden önce gusletmek efdaldir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fecirden sonraya bırakılabileceğini açıklamak için geciktirmiştir. Bir çok sahâbî ve tabiî ile dört mezheb imamı ve diğer âlimler böyle hükmetmişlerdir. Hattâ Nevevi: Bu husus&shy;ta icma' oluşmuştur, demiştir. Cumhurun görüşüne aykırı görüş be&shy;yan edenlerin görüşlerini E b û Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi bahsinde izah etmiştim. Tekrarlamaya gerek görmüyorum.

Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsindeki "İhti-lâmdan değil, eşine yaklaşmaktan dolayı..." ifâdesini Ümmü Se&shy;leme (Radıyallâhü anhâ) durumun iyice aydınlatılması için kul&shy;lanmıştır. Çünkü ihtilâm, şeytandandır. Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) ise Şeytanın etkisinden korunmuştur. Mamafih uyku&shy;da birşey görmeden meninin gelmesine de ihtilâm denilir. Ki bu ne&shy;vî ihtilâm, Peygamberler hakkında caizdir. [100]


28 - Devamlı (Yıl Boyunca) Oruç Tutmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1705) Abdullah biti eş-Şıhhîr (Radıyatlâhü anh)[101]'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, de&shy;miştir :

«Kim dâima oruç tutarsa, ne oruç tutmuş, ne de tutmamış (sayı&shy;lır.)»"



1706) Abdullah bin Amr (RadıyaUûhü anhümâ)'dan rivayet edildiği&shy;ne göre; Resûlullah (Saltallahii Aleyhi ve Sellem) :

«Dâima oruç tutan kimse oruç tutmamış (sayılır.)» buyurdu." [102]



İzahı





İlk hadîsi Nesai, Ahmed ve İbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir. Bunun mislini Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî, Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet etmişlerdir.

Hadîsin açıklama bahsinde el Menhel yazan şöyle der:

'Yâni dâima oruç tutan kimse, tam faziletli oruç tutmamış olur. Bu adam, oruç tutmamış sayılmaz. Çünkü aç ve susuz kalmıştır. Ha&shy;dîs, yıl boyunca oruç tutan kimseye oruç faziletinin hâsıl olmadığını bildiriyor. Çünkü aç kalmayı alışkanlık hâline getirmekle açlık me&shy;şakkatini duymaz. Bu sebeple uzun boylu sevap kazanmaz. Bu kim&shy;se yemekten ve içmekten kendini tuttuğu için oruçsuz olanların ra&shy;hatlığını ve lezzetini duymaz. Bu yönden oruç tutmamış sayılmaz.

îshak, Zahiriye mezhebi mensupları ve Ma1iki&shy;ler1 den İbnü'l-Arabî, hadisin zahirini tutarak devamlı oruç tutmanın mekruhluğuna hükmetmişlerdir. Bir rivayete göre A h -m e d de böyle demiştir.

ilim ehlinin ekserisi, Ramazan bayramının ilk ve Kurban bayramının dört günü gibi oruç tutulması yasak olan günler hariç, yıl boyunca oruç tutmayı caiz görmüşlerdir. Ömer bin e 1 -H a 11 â b , oğlu Abdullah, Âişe (Radıyallâhü anhüm) ve Sahâbilerden birçok zâttan bu görüş nakledilmiştir. Ashabtan Ebû Talha e 1 - E n <• â r î ve Hamza bin Amr el-Eslemî (Radıyallâhü anhümâ)'nın, yasak günler hâriç bütün yıl oruç tut&shy;tukları ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellerrO'in onlara itiraz etmediği sabittir. Bu âlimler, bu ve benzerî hadîslere şöyle cevap ver&shy;mişlerdir :

Hadîslerden maksad, bayram günleri gibi yasak günler dâhil, yı&shy;lın tamamını oruçla geçirenlerdir. Veya yasak günlerin dışında ka&shy;lan, yılın tamamını oruçla geçirmek hâlinde zarara uğrayan yahut boynundaki vâcib görevi yapamıyan kimselere mahsustur.

İkinci hadîsi Buharı, Müslim ve Nesaî de riva&shy;yet etmişlerdir. [103]



29 - Her Aydan Üç Gün Oruç Tutmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1707) El-Minhal (Radîyaliâhü anh)'den; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerinin orucunu emreder ve:

«O (oruç) dâima oruç tutmak gibi veya dâima oruç tutmak va&shy;ziyeti gibidir.» buyururdu.

... Katâde bin Melhân el-Kaysî'den rivayet edildiğine göre, Pey&shy;gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunun mislim buyurmuştur.

İbn-i Mâcete demiştir ki: Şu'be yanılmıştır. Hemmâm isabetli ri&shy;vayet etmiştir." [104]


İzahı





Müellif, bu hadîsi iki senedle rivayet etmiştir, Birinci senedde Şu'be; Enes bin Şîrîn'in Abdül-Melik bin el-Mi n h â 1' dan, Onun da e 1 - M i n h â 1' dan merfu' ola&shy;rak rivayette bulunduğunu bildirmiştir.

İkinci senedde ise Hemmâm, Enes bin Şîrîn'in, A b d ü 1 - Me lik bin Katâde bin Melhân' dan, Onun da, Katâde' den merfu' olarak rivayet ettiğini bildirmiştir.

Müellif; Şu'be' nin yanıldığını söylemiştir. Yâni Abdül-Melik' in babası ve hadîsin ilk râvisi e 1 - M i n h â 1 değildir. H e m m â m ' in kendi senedinde belirttiği gibi Abdül'1-Me-1 i k' in babası ve hadîsin ilk râvisi Katâde bin Melhân'-dır.

Ebû Dâvûd, Ah me d ve B e y h a k î de bu hadîsi H e m m â m' in senediyle Katâde' den rivayet etmişler&shy;dir.[105]

Hadîsin açıklamasıyla ilgili olarak el-Menhel yazarı şöyle der : Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her kameri ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerinin orucunu müstehab olmak üze&shy;re bize emrederdi. Bu üç günün gecelerine "Beyaz geceler" ismi ve&shy;rilmiştir. Çünkü bu üç gecede ay ışığı akşam namazı vaktinden sa&shy;baha kadar bulunur. Ve bütün gece aydınlık olur.

Hadîs, her ayın mezkûr günlerinde tutulan orucun sevabının yı&shy;lın tamamını oruçla geçirme sevabı gibi olduğunu bildiriyor. Çünkü her hasene on misli artar. Üç günlük oruç sevabı, otuz günlük oruca tekabül eder.

Hanefî, Şafiî ve Han beli âlimleri, bu hadîsle hükmederek mezkûr günleri oruçla geçirmeyi müstehab saymışlardır. Mâlikîler ise Ebû Zerr (Radıyallâhü anhJ'ın 1708 ve  i ş e (Radıyallâhü anhâl'nin 1709 nolu hadîslerini tutarak her ayın üç gününü oruçla geçirmeyi müstehab saymışlar, fakat mezkûr günleri seçmeyi mekruh görmüşlerdir. Bununla beraber t m a m Mâli k'in, mezkûr günleri oruçla geçirdiği ve halîfe H â r ü-nü'r-Reşî d'i bu günlerin orucuna teşvik ettiği rivayet olun&shy;muştur, îbn-i Rüşd, Mâlik'in mezkûr günlerde oruç, tutmayı mekruh saymasının sebebi, halkın, Onun fetvasına düşkün&shy;lüğü ve câhillerin bu orucun vâcibliğini zannetmeleri endişesidir.



1708) Ebû Zerr (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resû-tullah (SaUaUahü Afcyhi ve Sellem) :

«Bir kimse her aydan üç gün oruç tutarsa, işte o, devamlı oruç&shy;tur.» buyurdu.

Allah tAzze ve Celle) Kitabındaki:

— «Kim bir iyilik işlerse Ona o iyiliğin on katı verilir.[106] âyeti ile bunun tasdikini indirmiştir. Şu halde her gün (orucu) on gün (oru&shy;cun) a denktir."



1709) Muâza el-Adeviyye (Radıyallâhü anhâ)'dnn rivayet edildiğine göre: Âişe (Radıyallâhü anhâ) :

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her aydan üç gün.oruç tutardı, dedi. Ben: Ayın hangi kısmından (tutardı?) dîye sordum. Âişe (Radıyallâhü anhâ) ;

O, ayın hangi kısmından olduğuna önem vermezdi, diye cevap verdi." [107]



İzahı





Ebû Zerr (Radıyallâhü anh)'in hadisini T i r m i z i de rivayet etmiştir.

M u â z a (Radıyallâhü anhâ)'nın hadîsini Müslim, E b û Dâvûd, Tirmizi ve Beyhakı de rivayet etmişlerdir.

E b û Z e r r (Radıyallâhü anh)'in hadîsine göre her ayın ba&shy;şından .ortalarından veya sonundan üç gün oruç tutan bir kimse, bütün yıl oruç tutmuş gibi olur. Tutulan bu üç günlük orucun, bun&shy;dan önceki K a t â d e (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinde anılan gün&shy;lerde olması kaydı yoktur. Her iyiliğin on kat arttırılacağı, hadîste anılan âyetle sabit olduğundan, her aydan üç gün oruç tutulursa, bü&shy;tün ay oruçla geçirilmiş gibi sevap olur.

M u â z a (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisinde; Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem)'in her aydan üç gün oruç tuttuğu ve bu günlerin, ayın belirli bir bölümüne bağlı olmadığı belirtilmektedir.

Bu hadisler; tutulacak üç günlük orucun, ayın belirli günlerine tahsis edilmesinin mekruhluğuna hükmeden M â 1 i k i 1 e r ' in de-lillerindendir.

El-Menhel yazarı: Bu hadisler ile bundan önceki hadisin arasını bulmak için şöyle söylemek mümkün, demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Kat âde (Radı&shy;yallâhü anlı)'in hadîsindeki günlere bağlı kalmıyarak şâir günlerde de oruç tutardı, ki böyle yapmakla da sünnetin yerine getirilmesinin mümkün olduğu bilinsin. Veyahut Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bâzı meşguliyetleri çıkardı. Bu yüzden üç günlük orucu&shy;nu, ayın başka günlerinde tutardı.

Hulâsa tüm rivayetlerden çıkarılan sonuç şudur ki: Her ayın onüç, ondört ve onbeşinci günlerinde oruç tutmak müstehabtır ve her ayın başlarından olsun, ortalarından olsun, sonlarından olsun, üç gün oruç tutmak müstehabtır. [108]


30 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi Vesellemkin Orucu Hakkında Gelen Hadisler Babı





1710) Ebû Seleme (hin Abdirrahman) (Radtyallâhü ankâ)'dan; Şöy&shy;le demiştir :

Ben, Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin (nafile) orucunu sordum. Dedi ki:

O, (bâzı aylarda) o kadar (çok oruç tutardı ki, biz: Hep oruç tut&shy;tu, derdik. Ve bâzı aylarda) o kadar oruçsuz olurdu ki, biz:

Oruç tutmayı bıraktı, derdik. Ve Onu hiç bir ayda Şâban'dakin-den daha çok (nafile) oruç tutmuş olarak katiyyen görmedim. Şaban ayının tümüne yakın çoğunu oruçla geçirirdi."



1711) îbn-i Abbâs (Radıyallâhü an kü mâ) dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bâzı aylarda o kadar oruç tutardı ki biz:

Oruç tutmayı bırakmıyacak, derdik. Ve bâzı aylarda oruç tut&shy;mayı o kadar bırakırdı ki, biz:

Oruç tutmayacak derdik. Medine'ye teşrif ettiği zamandan beri Ramazan hâriç hiç bir ayı devamlı oruçla geçirmemiştir." [109]


İzahı





Ebû Seleme (Radıyallâhü anhJ'ın hadîsini Kütüb-i Sitte sahipleri ve Beyhaki rivayet etmişlerdir.

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Buhâri, Müslim, Tirmizî ve Nesaî de rivayet etmişlerdir.

Bu hadislerden anlaşılıyor ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ramazan hâriç yılın bütün aylarından Ş â ban ' da çok oruç tutardı. Tamamına yakın çoğunu oruçla geçirirdi. Ve Ra&shy;mazan' dan başka hiç bir ayın tamamını oruçla geçirmezdi. Ş â -ban ayının tamamını oruçla geçirdiğine dâir  i ş e (Radıyal-lâh üanhâJ'nın Şaban orucu babında geçen 1649 nolu hadîsiy-le Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'nin 1648 nolu hadîsi, Şaban ayının tamamına yakın, çoğu anlamına yorumlanır.

Bu bâbtaki hadislerin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) Ramazan ve Şaban' dan başka aylarda bazen ardarda oruç tutardı. Fakat e I - H â f i z el-Fetih'te şöyle der: Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in nafile oruç tutma hususundaki hâli değişikti. Bazen ayın ilk günlerinde, ba&shy;zen ayın ortalarında, bazen de ayın sonlarında oruç tutardı. Artık ayın muhtelif zamanlarında O'nu oruçlu görmek mümkündür. Mak-sad, Onun ardarda oruç tuttuğunu ifâde etmek değildir. [110]


31 - Dâvüd (Aleyhisselam)'In Orucu Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1712) Abdullah bin Amr bin el-As (Radıyallâhü anhümâ)'d&n rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiş&shy;tir :

«Allah'a en sevimli oruç, Dâvûd (Aleyhisselâm)'in orucudur. Çünkü o bir gün oruç tutar, bir gün iftar ederdi. Ve Allah'a en se&shy;vimli (nafile) namaz Dâvûd (Aleyhisselâm)'in namazıdır. O, gecenin yarısı uyurdu. Üçte birisini namazla geçirirdi ve (son) altıda biri&shy;sini uyurdu.» '



1713) Ebû Katâde (Radtyallâhü anh)'den\ Şöyle demiştir:

Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) :

— Yâ Resûlallah! (Sürekli) iki gün oruç tutan ve bir gün orucu bırakan kimsenin durumu nasıldır? diye sordu. Efendimiz:

— «Buna kimsenin gücü yeter (mi?)» buyurdu. Ömer;

— Yâ Resûlallah! (Sürekli) bir gün oruç tutup bir gün bırakanın durumu nasıldır? diye sordu. Efendimiz i

— «Bu Dâvûd (Aleyhisselâm) in orucudur.» buyurdu. Ömer:

— (Sürekli) bir gün oruç tutup iki gün tutmıyanın durumu na&shy;sıldır? diye sordu. Efendimiz:

— «Bunun gücümün dâhilinde kılınmış olmasını temenni ede&shy;rim.» buyurdu." [111]



İzahı





Abdullah (Rachyallâhü anh) 'in hadisini Buhâri, Müs&shy;lim, Ebû Dâvüd ve Nesai de rivayet etmişlerdir.

Bu hadis, nafile orucun faziletçe en üstününün, yıl boyunca gün aşırı tutulan oruç olduğuna delâlet ediyor. Keza gece namazının en faziletlisinin, geceyi altı bölüme ayırıp dördüncü ve beşinci bölümün&shy;de kılınan namaz olduğuna delâlet ediyor. Son altıncı bölümü istira&shy;hatla geçirmelidir. Ta ki neşeyle sabah namazına durulabilsin.

E b û Kat âd e (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Müslim, E bu Dâvûd, Nesai ve Beyhakî de rivayet etmişler&shy;dir. Bâzı rivayetler çok uzundur.

Hadis, yıl boyunca iki günü oruçla ve bir günü oruçsuz geçirme&shy;nin sevap olduğuna ancak bunun güç olduğuna ve bu nedenle en mak&shy;bul oruç şeklinin, gün aşın oruç tutmak olduğuna delâlet ediyor. Bu tür oruç, yıl boyunca aralıksız oruç tutmaktan efdaldır. Çünkü de&shy;vamlı oruç tutulduğu takdirde alışkanlık hâli olur. Ve açlığın zorlu&shy;ğu pek duyulmaz. Fakat gün aşırı tutulunca alışkanlık durumu ol&shy;maz.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün oruç tutup iki gün tutmamaya takati olmadığını bildirmiştir. El-Menhel yazarının dediğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ümmetinin durumu itibariyle bu cümleyi buyurmuştur. Yoksa kendisinin gücü buna fazlasıyla yeterdi. El-Menhel yazarı der ki:

Bana öyle geliyor ki ümmetine zorluk olmasın diye böyle oruç tutmayı usûl ittihaz etmemiştir. Çünkü kendisi yapsaydı, sünnetine uymak üzere ümmeti de yapardı. Bu sebeple Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), oruç ve namaz bakımından orta yolu seçmiştir. Bazen oruç tutar, bazen iftar ederdi. Keza gecenin bir kısmını ibâ&shy;det, bir kısmını da uykuyla geçirirdi. [112]


32 - Nuh (Aleyhisselâm)'In Orucu Hakkında Gelen Hadîs Babı





1714) Abdullah bin Amr bin eUÂs (Radıyallâhü anhümâ)'dan riva&shy;yet edildiğine göre şöyle demiştir :

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den işittim. Bu&shy;yurdu ki:

-Nuh (Aleyhisselâm) Ramazan bayramının ilk günüyle Kurban bayramının ilk günü müstesna bütün yıl oruç tutmuştur.Bunun isnadında, zayıf olan İbn-i Lehlâ'nm bulunduğu Zevâid'de bil&shy;dirilmiştir. [113]


33 - Şevval Ayından Altı Gün Oruç Tutmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1715) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'m mevlâsı Sevbân (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kim Ramazan (orucunu tutar ve) bayramdan sonra altı gün oruç tutarsa, onun tutmuş olduğu oruç, yılın tamamının orucu olmuş olur. Kim iyilik işlerse, ona o iyiliğin on misli verilir.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisi İbn-İ Hibbân kendi sahihinde rivayet etmiştir. Sindi : Zevâid yazarı bu hadisin sahih olduğunu söylemek iste&shy;miş ve : Bu hadisi te'yid eden şahit vardır, demiştir, der,



1716) Ebû Eyyûb(-i Ensârİ) (Radtyadâhii atık)'den rivayet edildi&shy;ğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

-Kim Ramazan orucunu tutar, sonra bunun arkasında Şevval'dan altı gün oruç tutarsa, onun tutmuş olduğu oruç, yıl boyunca tutulan oruç gibidir.»" [114]



İzahı





Sevbân (Radıyallâhü anh);ın hadîsi Zevâid türünden olup, notta belirtildiği gibi, îbn-i Hibbân'ın sahihinde de riva&shy;yet edilmiştir. D â r i m i de bunun benzerini rivayet etmiştir. El-Menhel yazarının beyânına göre bu hadisin benzeri Ebû H ü -reyre, C â bir, Berâ' bin Âzib, İbn-i Abbâs ve  i ş e (Radıyallâhü anhüml'den de rivayet edilmiştir.

Ebû Eyyüb (Radıyallâhü anhî'ın hadisini A h m e d, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Beyhakî ve D â r i mi de rivayet etmişlerdir. Ebû Eyyûb (Radıyallâhü anhî'ın hadîsine göre Ramazan orucundan sonra Şevval ayından altı gün oruç tutan kimse, bütün yıl oruç tutmuş gibi sevap kazanır. Çünkü Ramazan ayı orucu, on kat artmakla on aylık oruca tekabül eder. Şevval altı günlük orucu da altmış günlük oruca denk gelir.

S e v b â n (Radıyallâhü anh)'ın hadîsinin zahirine göre R a-m a z a n' dan sonraki altı günlük orucun Şevval ayı içinde olması şart değildir. Bu hadîste anılan âyet-i kerime, her iyiliğin on katının verileceğini hükme bağlamıştır. Ramazan orucundan ayrı olarak Ş e v v â 1' in dışında bile altı gün oruç tutulunca, bu âyetin hükmü gereğince onun orucu, bütün yılın orucuna tekabül eder. Fakat hadisteki: «...bayramdan sonra...» tâbiri, Şevval ayını hatırlatır. Ebû Eyyûb (Radıyallâhü anh)'ın hadisinde de "Şevval" kaydı mevcuttur. Şu halde bir an önce yıllık orucun seva&shy;bını elde etmek için R a m a z a n ' ı tâkib eden Şevval ayın&shy;da bu altı günlük oruç tutulmalıdır.

El-Menhel yazarı, Ebû Eyyûb (Radıyallâhü anh)'m ha&shy;disini açıklarken özetle şöyle der:

"Hadisin mânâsı şudur: Her yıl Ramazan orucuna ve Ş e v v â 1' in altı günlük orucuna devam eden kimse, ömür boyun&shy;ca oruç tutmuş gibi olur. Ve bir yıl Ramazan orucunu ve Ş e v v â 1' in altı günlük orucunu tutan bir kimse, o yıl boyunca oruç tutmuş gibidir.

Bu hadîs, Ş e v v â 1' in altı günlük orucunun müstehablığına delâlet ediyor. Şafiî, Ahmed, Dâvûd ve bir cemâat böy&shy;le hükmetmişlerdir. Şevval orucunun meşrûiyetindeki hikmet şudur: Bu oruç, farz namazlara bağlı sünnetlere benzer. Sünnet na&shy;mazlar, farz namazdaki bâzı noksanlıkları tamir ettiği gibi, Ş e v-v â 1 orucu. Ramazan orucundaki bâzı kusurları onarır. Ş â -f i î 1 e r' e göre bayramın ikinci günü ve aralıksız olarak tutulma&shy;sı daha sevabtır. Şayet aralıklı veya Şev vâl'm diğer bölüm&shy;lerinde tutulursa yine sünnet hâsıl olur. A h m e d' e göre fazilet yönünden aralıklı veya aralıksız tutulması farketmsz.

Ebü Hanîfe, Mâlik ve Ebû Yûsuf, Şev&shy;val ' in altı günlük orucunu, mekruh saymışlardır. Tâ ki halk, bu nun vâcibliğine inanmasın. Mâlik, el-Muvatta'da : ilim ve Fıkıh ehlinden, Ş e v v â 1' in altı günlük orucunu tutan hiç kimseyi görmedim. Seleften kimsenin tuttuğuna dâir herhangi bir bilgiye rastlamadım. İlim ehli, câhillerin Ramazan' dan olmayan orucu Ramazan'a ekliyerek bid'at çıkarmalarından korkarak bu orucu mekruh saymışlar, demiştir. Lâkin Hanefî ve Mâli-k î mezhebîerine mensub Fıkıhçılar, Ş e v v â 1' in bu orucunu aralıklı tutmayı mendup saymışlar ve aralıksız tutulmasının mekruh olmadığı görüşünü seçmişlerdir. Ancak Ebû Yûsuf bunda muhalif kalmıştır. Bu fıkıhçılar, Ebû Hanîfe ile M â 1 i k' in yukardaki kerahet sözlerini Şevval orucuna bayramın ikinci günü başlayıp ara vermeden tutma hâline yorumlamışlardır. Şu hal&shy;de eğer bayramın ikinci gününden sonra ve aralıklı olarak tutulursa kerahet yoktur. Veya bu hadîsler, bu iki imama ulaşmamış yahut ulaşmış ama onlarca sabit görülmemiştir. [115]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




ORUÇ BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: ORUÇ BÖLÜMÜ   ORUÇ BÖLÜMÜ Icon_minitimeSalı Mayıs 04, 2010 1:16 pm

34 - Allah Yolunda Bir Gün Oruç Tutmak Hakkında Gelen Hadisler Bâbi





1717) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine gö&shy;re: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa Allah o günün orucu ile Cehennem ateşini onun vücûdundan yetmiş yıl uzaklaştırır.»"



1718) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (SallaUakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim Allah yolunda bir gün oruç tutarsa, Allah Onun vücûdunu cehennem ateşinden yetmiş yıl uzaklaştırır.-" [116]



İzahı





Ebû Saîd (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Buhârî, Müs&shy;lim ve Nesaî de rivayet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsini, Nesaî de rivayet etmiştir.

Hadislerdeki «... Allah yolunda...» ifâdesinden maksad, cihad hâ&shy;li kastedilmiş olabilir. Ancak şu varki savaşta düşmana karşı daha güçlü olmak için oruç tutmamak daha efdaldir. Eğer bu ifâde bu mâ&shy;nâda yorumlanırsa şöyle cevap verilecek.- Oruç tutmayla zayıf düşen gazinin oruç tutmaması ve oruçtan etkilenmiyen gazinin tutması ef&shy;daldir.

«... Allah yolunda...» ifadesi, sırf Allah rızası ve ihlâsh anlamında yorumlanabilir.

Harîf! Bu kelimenin asıl mânâsı güz mev ;midir. Burada yıl mâ&shy;nâsında kullanılmıştır. Yâni yetmiş yıllık mesabe Cehennemden uzak&shy;laştırılır. Bu ifâde, çok uzaklaştırmadan kinayedir. [117]


35 - Teşrik Günlerinin Orucundan Nehiy Hakkında Gelen Hadîsler Bâbî





Kurban bayramının iki, üç ve dördüncü günlerine teşrik günleri denilir. Teşrîk'in lügat mânâsı; eti enlice kesip güneşe sermek ve kurutmaktır. Teşrik günlerinde kurban etleri güneşte kurutulduğu için bu ismi almıştır.

Teşrik, güneşin etrafı aydınlatması mânâsına da gelir. Güneş et&shy;rafı aydınlatmadıkça kurbanlar kesilmediği için bu günlere teşrik isminin verildiğini söyliyenler de vardır. Bir kavle göre teşrik, her na&shy;mazdan sonra açıktan tekbir almaktır.



1719) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Minâ günleri (teşrik günleri), yiyip içmek günleridir.Bu hadisin isnadının, Buhârî ve Müslim'in şartı üzerine sahih olduğu Zevâid'de bildirilmiştir.



1720) Hişr hin Suhaym (Radıyallâhü auh)'den; Şöyle demiştir:

Resûlultah ( lallahü Aleyhi ve Sellem) teşrik günlerinde hita&shy;bede bulunarak:

«Cennete müslüman kişiden başkası giremiyecektir? Ve şüphe&shy;siz bu günler, yeme ve içme günleridir.» buyurdu.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadîsi îbn-i Huzeyme kendi sahihinde rivayet etmiştir. Sindi : Yâni hadis sahihtir, demiştir. [118]



İzahı





İki hadîs de Zevâid türündendir.

Bu hadîsler, teşrik günlerinde oruç tutmanın yasaklığına delâlet ediyorlar. Bu günlerde oruç tutmanın yasaklığı hakkında Mâli k , Ebû Dâvûd, îbn-i Huzeyme, Hâkim, Nesâİ, Tirmizî, Beyhaki ve başkalarının rivayet ettikleri mütead&shy;dit hadîsler de vardır.

Teşrik günlerine M i n â günleri denilmesinin sebebi, hacıların bu günleri M i n â ' da geçirmeleridir.

Teşrîk günlerinde oruç tutma hakkında âlimlerin görüşlerini el-Menhel yazan şöyle nakleder :

1 - Ali bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh), el-Ha-san, Ata', el-Leys, Ebû Hani t'e, Onun arkadaş&shy;ları, İbnü'l-Münzir ve Şafiî mezhebinin meşhur kav&shy;line göre teşrik günlerinde hiç kimse oruç tutamaz.

2 - Mâlik, Evzâî, îshâk ve Kadîm kavline göre Şafiî: Temettü'[119] haccını yapıp kurban kesemiyen ve Z i 1 h i c-c e ' nin Kurban bayramından önceki günlerinde temettü' dolayısıy&shy;la üç günlük orucu tutamıyan kişi, teşrîk günlerinde oruç tutabilir. Bundan başkası tutamaz, demişlerdir. Âişe, Abdullah bin Ömer ve Urve bin Zübeyr (Radıyallâhü anhümJ'ün kavli de budur."

El-Menhel yazarı, bunların delillerini zikretmiştir. îstiyenler ora&shy;ya müracaat edebilirler. [120]


36 - Ramazan Ve Kurban Bayramı Günü Oruç Tutmaktan Nehiy HakkındaGelen Hadîsler Babı





1721) Ebıı Saîd-i Hudrî (Radtyaliâhü anh)\\en. Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) fıtır günü (Ramazan bayramının ilk günü) ve Kurban bayramı günü oruç tutmaktan ne-hiy buyurmuştur."



1722) Ebû Ubeyd (Sa'd bin Ubeyd) (Radtyaliâhü an/ı)'den: Şöyle demiştir :

Ben, Kurban bayramında Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh) 'in beraberindeydim.önce bayram namazını kıldı, sonra (oku&shy;duğu hutbede) :

Şüphesiz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), şu fıtır gü&shy;nü ve Kurban günü orucundan nehiy buyurmuştur, Fıtır günü, Ra&shy;mazan orucunuzu bıraktığınız gündür. Kurban günü de kurbanları&shy;nızın etini yediğiniz gündür, dedi." [121]


İzahı





Ebû Saîd (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini,Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.

Ebû Ubeyd (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini de Kütüb-i Sitte sahipleri ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.

Ebû Ubeyd (Radıyallâhü anhl'ın hadîsi, bayram namazı&shy;nın hutbeden önce kılınmasının meşruluğuna delâlet ediyor. Bu ko&shy;nu, bayram namazı bahsinde geçmiştir. Her iki hadîs, iki bayram gün&shy;lerinde oruç tutmanın yasaklığına delâlet ederler. Bu iki günde adak, kaza, kefaret ve nafile oruçların hiç birisi tutulamaz. Herhangi bir niyetle tutmanın haramhğı hususunda icmâ' vardır. [122]



37 - Cuma Günü Oruç Tutmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı





1723) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü orucundan nehiy etmiştir. Fakat bir gün öncesi veya bir gün sonrasıyla beraber Cuma günü orucundan nehiy etmemiştir."



1724) Muhammed bin Abbâd bin Ca'fer (Radtyallâkü anh)'âer\\ Şöy&shy;le demiştir:

Ben, Ka'be'yi tavaf ederken Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü an-hümâ)'ya: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Cuma günü orucundan nehiy etmiş mi? diye sordum. Dedi ki: Bu Beyt'in Rabbi ne yemin ederim ki, evet. (nehiy etmiştir.)"



1725) Abdullah bin Mes'ud (Radtyallâhü aı»A)'den; Şöyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i Cuma günü oruç-suz olarak az gördüm. [123]



İzahı





Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini N e s a i hâriç Kütüb-i Sitte sahipleri, Ahmed, Hâkim ve Beyha-k î de rivayet etmişlerdir.

Muhammed (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Buhâri, Dârimî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.

îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizi, Nesai ve îbn-i Hibbân da rivayet etmişlerdir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ile Muhammed (Radıyallâhü anh)'in hadîsleri, haftanın yalnız Cuma günü oruç tut&shy;manın haram olduğuna, fakat Perşembe ile veya Cumartesi ile be&shy;raber oruç tutmanın haram olmadığına delâlet ediyorlar.

Müslim ile Beyhaki' nin Ebû Hüreyre (Radı&shy;yallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet ettikleri bir hadîse göre oruç tutmayı âdet edinen bir kimsenin âdeti Cuma gününe tesadüf eder&shy;se o gün oruç tutmak caizdir. [124]



Âlimlerin Yalnız Cuma Günü Oruç Tutmak Hakkındaki Görüşleri





El-Menhel yazarı bu görüşleri özetle şöyle anlatır:

1 - Alî, Ebû Zerr, Ebû Hüreyre ve Sel-m â n-ı Fârisî {Radıyallâhü anhüm)'e göre yalnız Cuma gü-

nü oruç tutmak haramdır. Delilleri, mezkûr iki hadis ile benzen ha&shy;dîslerdir.

2 - Şâfiîler, Hanbelîler, Zührî, Muham-med bin Şirin ve Tâvûs'a göre mekruhtur. Bunlar, mezkûr hadîslerdeki yasaklamayı kerahet mânâsına yorumlamışlar&shy;dır.

3 - Ebû Hanife, Mâlik ve Muhammed bin e 1-H a s a n'a göre mekruh değildir. Onların delili (1725 nolu) İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'ın hadisi ve benzerî hadis&shy;lerdir. Lâkin bu hadîs tam delil olamıyor. Çünkü Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve SellemJ'in Cuma günüyle beraber Perşembe veya Cumartesi günü de oruç tutmuş olması muhtemeldir. E 1 - A y n i böyle demiştir.

Hanefî Fıkhına âit et-Tecnîs'te; Ebû Yûsuf demiştir ki: Perşembe veya Cumartesi' yle beraber olmadıkça Cuma günü orucunun mekruhluğu hakkında hadîs vardır. C u -m a gününe bir gün eklemek, ihtiyatlı olandır, denilmiştir.

Tahavî de: Cuma günü oruç tutmak ve tutmamak, ha&shy;dîsle sabittir. Son hadîs, tutmamak hakkındadır. Çünkü Cuma günü bir takım görevler vardır. Kişinin oruç tuttuğu zaman o görevi tam yapamaması beklenebilir, demiştir.

Cuma günü oruç tutmanın yasaklığı hikmeti hususunda muh&shy;telif şeyler söylenmiştir. En açık olan hikmet şudur ki; Cuma gü&shy;nü bir bayram günüdür. Bayram günü oruç tutulmaz. Çünkü A h -med ve Hâkim'in Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'-den merfu' olarak rivayet ettikleri bir hadîste :

"Cuma günü bir bayram günüdür. Bayram gününüzü oruç gü&shy;nü yapmayın. Meğer ki bir gün önce veya sonra oruç tutarsınız." bu-yurulmuştur. [125]


38 - Cumartesi Günü Orucu Hakkında Geı.En Hadîs Babı





1726) Abdullah bin Büsr (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildi&shy;ğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm) şöyle buyurdu, demiştir:

«Üzerinize farz olan oruç müstesna. Cumartesi günü oruç tutma&shy;yınız. Eğer her hangi biriniz (o gün) bir üzüm çubuğu veya bir ağaç kabuğundan başka (yiyecek veya içecek) bir şey bulamazsa, onu emsin.»

Humeyd bin Mes'ade ... senediyle Abdullah bin Büsr'ün kardeşi (es-Sammâ') (Radıyallâhü anhüm)'den rivayetle tahdîs ettiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, diyerek bu hadisin mislini anlatmıştır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : İbn-i Hibbân kendi sahihinde bunu riva&shy;yet etmiştir.

Sindi : Yâni bu hadîs sahihtir. Hadîs metni, Ebû Dâvûd ve başka yerde diğer bir senedle mevcuddur, demiştir. [126]



İzahı





Zevâid'in notuna göre bu hadis Zevâid türündendir. Halbuki mü&shy;ellifin ikinci senedinin aynısı ile bir kelime hâriç aynı metinle Ebû Dâvûd, Ahmed.Nesaî ve el-Hâk im tarafından rivayet edilmiştir. Ebû Dâvûd1 un rivayetinde;cümlesi yerine «Onu çiğnesin.» cümlesi bulunur.

Hadîs, Ramazan, adak ve kefaret gibi farz oruçlar müs&shy;tesna, Cumartesi günü oruç tutmanın yasaklığına delâlet ediyor. Lâkin, Nesaî, Bey haki, Hâkim ve İbn-i Hibbân'ın Küreyb (Radıyallâhü anhi'den rivayet ettikle&shy;rine göre ashâbtan bir cemâat, Küreyb (RadıyaUâhü anh)'ı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hanımlarından Ü m-mü Seleme (Radıyallâhü anhâî'ya göndererek Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in en çok hangi günlerde oruç tuttugunu sordurmuşlar; Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) da: Cumartesi ve Pazar günleri diye cevap vermiştir. Bu&shy;nun üzerine o cemâat, bu cevapla tatmin olmamış gibi topluca Üm&shy;mü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'ya gidip tekrar sormuşlar ve aynı cevabı almışlardır. Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) bu arada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in:

«Cumartesi ve Pazar günleri, müşriklerin bayram günleridir. Ben onlara muhalefet etmek isterim» buyurduğunu söylemiştir.

Bu hadîs ile Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'mn hadîsi arasında muhalefet yoktur. Çünkü bu hadîs, yalnız Cumar&shy;tesi günü oruç tutmanın yasaklığı mânâsına yorumlanır. Cuma günü veya Pazar günüyle birlikte Cumartesi günü oruç tutulursa caizdir.

Hanefi, Şafiî ve Hanbeli âlimleri, yalnız Cu&shy;martesi günü oruç tutmayı mekruh saymışlardır. Fakat M â -1 i k ve bir cemâat bunu mekruh saymışlar ve bu hadisin mensuh olduğunu söylemişlerdir. Fakat mensuh olduğuna dâir bir delil yok&shy;tur. [127]



39 - (Zilhiccenin İlk) On Gün Orucu (Hakkındaki Hadisler) Babı





1727) Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ/dan; Şöyle de&shy;miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

-İçinde bulunduğumuz şu günler (yâni Zilhicce'nin ilk on günün) deki sâlih amelden Allah katında daha sevimli (sâlih amelin bulunacağı) başka günler hiç yoktur.» buyurdu.

(Sahâbiler .) Yâ Resûlallah! Allah yolunda cihad da mı (daha sevimli değildir)? diye sordular. O:

«(Evet.) Allah yolunda cihad da. Meğer ki bir adam nefsiyle ve mâliyle cihâda çıkıp da kendisine âit mal ve nefisten hiç bir şeyi geri getiremez olursa. (İşte onun ameli bu on gündeki amelden efdaldır)» buyurdu."



1728) Ebû Hüreyre (Radtyallahü an/0'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

Şu on günde Allah Sübhânehu'ya yapılan ibâdetten Ona daha sevimli ibâdetin yapılacağı günler, dünya günleri içerisinde yoktur. Ve şüphesiz o günlerdeki bir günün orucu, bir yılın orucuna ve on&shy;lardaki bir gece, kadir gecesine muhakkak denk gelir.

Abdullah bin Büsr ve kır kardeşi Samına (R.A.)'ın Hâl Tercemeleri

Abdullah bin Büsr es-Selemî, Humus'ta yerleşen sahâbilerdendir. Babası da sahâbidir. Peygamber (S.A.V.) mübarek elini Onun başına koymuş ve : «Bu genç, bir asır yasıyacak» buyurmuş, gerçekten yüz yıl yaşamıştır. Bir kaç hadisi vardır, Buhâri ve Müslim onun hadîsini rivayet etmişlerdir. Kendisi Peygamber (S.A.V.)'. den ve babasından hadis rivayet etmiştir. Râvileri, Ebü'z-Zâhirîye. Hâlid bin Ma* dan, Yezİd bin Humeyr, Safvân bin Amr ve başkalarıdır. Kütüb-i Sitte sahipleri Onun hadislerini rivayet etmişlerdir. Hicretin 88 veya 96'ncı yılı vefat etmiştir Şam'daki sahâbîlerin en son vefat edenidir. (Hulâsa : 292. El-Menhel C : 6, Sahf. : 286 ve C : 10, Sahf. : 170)

Sammâ' lakabıyla meşhur olan, Abdullah (R.A.)'ın kız kardeşinin ismi Nehl-me veya Behmiyye'dir. Büsr (R.A.)'m kızıdır. Peygamber (S.A.V. )'den hadis ri&shy;vayet etmiştir. Kendisinden de kardeşi Abdullah bin Büsr (R.A.) ve Ubeydullah bin Ziyâd rivayet etmişlerdir. Dört sünen sahipleri, Onun rivayetlerini almışlar&shy;dır. (El-Menhel : Cild 10 Sahife 170) [128]



İzahı





1 b n - i Abby s (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini B u h â r i, Ebû Dâvüd, Tirmizî ve Beyhakî de rivayet et&shy;mişlerdir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'm hadisini Tirmizî de rivayet etmiştir

Zilhicce' nin ilk on gününden maksad. ilk dokuz gündür. Çünkü onuncu gün Kurban bayramıdır. Kurban bayramı günü oruç tutmanın haram olduğu 36'ncı bâbta anlatılmıştır.

Bu iki hadis, bu on günde yapılan her türlü ibâdetin, yılın diğer günlerinde yapılan ibâdetlerden daha faziletli olduğuna delâlet edi&shy;yorlar. Oruç da bir ibâdet olduğu için, bu günlerdeki orucun üstün faziletine de delâlet etmiş olur.

İkinci hadis, bu günlerdeki bir günlük orucun, bir yıllık oruca ve bir gecesindeki ibâdetin, kadir gecesindeki ibâdete eşit olduğuna delâlet ediyor.

El-MenheJ yazan, ilk hadisin açıklaması ile ilgili olarak özetle şöyle der :

"Hadisten maksad, bu günlerde işlenen sâlih ameller öyle yüce ecir kazandırır ki o ameller başka günlerde işlenirse bu kadar sevab kazandıramaz. Başka günlerde işlenecek amel cihad bile olsa durum aynıdır. Ancak bir adam, nefsiyle ve malıyla Allah yolunda savaşs? çıkıp şehit olur v« malı Allah yolunda harcanmış olduğu takdirde onun sevabı daha çoktur.

Muhtemelen hadisten maksad şudur: Bu günlerde işlenen sâlih amel az bile olsa sair zamanlarda işlenen çok amelden efdaldir.

Tuhfe yazan ikinci hadisin açıklaması bahsinde şöyle der: Yâ&shy;ni bu günlerde tutulan bir günlük nafile oruç, içinde bu günlerin bu&shy;lunmadığı bir yıllık oruca denk gelir. İçinde Ramazan ayının bulunmadığı bir yıl demeye gerek yoktur. Çünkü onun orucu farz&shy;dır.

Sindi de : Hadisteki «... on gün orucu...» ifâdesinden maksad dokuz gündür. Çünkü onuncu gün Kurban bayramıdır. Ve onda oruç tutulamaz, demiştir.

Tuhfe yazarı e 1 - M i r k â t' tan naklen şöyle der : Alimler, bu on gün ile Ramazan ayının son on gününden hangisinin efdal olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir. Bâzıları bu hadîse daya&shy;narak bu günlerin, R a m & z a n ' in son on gününden daha fa&shy;ziletli olduğunu söylemişlerdir. Bâzıları da R a m a z a n' in son on gününün bu günlerden daha faziletli olduğunu söylemişlerdir. Seçkin görüş bu on günün gündüzünün, R a m a z a n ' m son on gününün gündüzünden daha faziletli olmasıdır. Çünkü bu günlerin içinde A r e f e günü vardır. Gecelere gelince; R a m a z a n ' in son on gecesi, bu günlerin gecelerinden daha efdaldir. Çünkü içlsrinda Kadir gecesi vardır. A r e f e günü, yılın en faziletli günüdür. Kadir gecesi de yılın en faziletli gecesidir.



1729) Aişf (Radtyal/nf/N anlın) dan : Söyle demiştir:

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellenı)'i Zilhicce'nin on gününün orucunu tutmuş olarak hiç görmedim." [129]



İzahı





Bu hadisi Mü slim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Ne-sâî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.

El-Menhel yy/yn, bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der:

" Â i ş e (Radıyallâhü yaba) bilebildiğini bildirmiştir. Kendisi&shy;nin görmemiş olması. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, bu günlerin orucunu tutmamış olduğunu gerektirmez. A h m e d , Nesaî ve Ebû Dâvûd'un Hü neyde (Radıyallâhü anh)'ın hanımından rivayet ettikleri bir hadîste Peygamber (Sallal&shy;lahü Aleyhi ve Selleın)'in muhterem hanımlarından bâzısı, Peygam&shy;ber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin Zilhicce ayının ilk do&shy;kuz günü orucunu, Aşure orucunu ve her aydan üç gün oruç tut&shy;tuğunu rivayet etmişlerdir Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in oruç tuttuğunu rivayet edenin sözü, onun oruç tuttuğunu gör&shy;mediğini rivayet edenin sözüne lakdim edilir.

Şöyle de söylenebilir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bazen bu günlerin orucunu tutardı, bazen de tutmazdı, Her hanım bil&shy;diği durumdan haber vermiştir.

S i n d î ise şöyle bir yorum yapıyor: Hadîs, Peygamber tSal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'in, bu günlerin tümünü oruçla geçirmedi&shy;ğini ifâde ediyor. Bu ifâde; Onun, bu günlerin bir kısmını oruçla ge&shy;çirdiğine ters düşmez.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi, «...on gün orucu...» ifâdesinden maksad, ilk dokuz gündür. [130]



40 - Arefe [131] Günü Orucu Babı





1730) Ebû Katâde (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Allah'ın, Arefe günü orucunu ondan önceki yıla ve ondan son&shy;raki yıla kefaret kılmasını umarım.»"



1731) Katâde bin N'u'mân (Radıyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre :

Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim. Bu&shy;yurdu ki:

«Kim Arefe günü oruç tutarsa onun önündeki yıl ve onun arka&shy;sındaki yıl (günahları) mağfiret olunur.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun isnadı zayıftır. Çünkü âlimler, râvi İshak bin AbcUllah bin Ebî Ferve'nin zayıflığı üzerinde ittifak etmişlerdir Evet bu hadisin sahih bir şahidi gelmiştir. [132]


İzahı





Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesaî rivayet etmişlerdir. Katâde (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi Zevâid türündendir. Onun notunda işa&shy;ret edilen sahih şâhid, mezkûr Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)'ın hadîsidir.

El-Menhel yazarı, Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)'ın ha-dlsiyle ilgili olarak şöyle der;

"Yâni: Arefe günü orucuyla geçmiş bir senelik günahların ba&shy;ğışlanmasını Allah'tan ümit ederim ve Allah'ın o gün oruç tutanı gelecek yıl günahtan koruyacağını umarım buyurulmak istenmiştir.

Nihâye'de : Salih ameller hakkındaki ihtisâb, ümit edilen seva&shy;bı istemek için çeşitli hayırlar işlemeye ve ibâdetleri lâyıkı veçhiyle yapmaya koşmaktır, denilmiştir.

Arefe günü orucuyla bağışlanacak günahlar, ilim ehlinin ekseri&shy;sinin dediği gibi, küçük günahlardır. Büyük günahlar ise; ya ciddi tevbe ile bağışlanır veya Allah'ın lütfuyla bağışlanır. Arefe günü orucunu tutanın küçük günahları yoksa; büyük günahları varsa, on&shy;lar hafifletilir. Yoksa dereceleri yükseltilir,

Bâzı âlimler, hadîsin zahirini tutarak : Büyük, küçük tüm günah&shy;lar bağışlanır, demilşerdir.



1732) Ikrime (Radtyallâhü anh)'den\ Şöyle demiştir:

Ben, Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'ın yanına evinde girdim ve Arafat dağında Arefe günü oruç tutmanın hükmünü ona sordum. De&shy;di ki;

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) Arafat'ta Arefe günü oruç tutmaktan nehiy buyurdu." [133]


İzahı





Ebû Dâvûd, N e s a î. Hâkim ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir.

El-Menhel yazarı, bu hadisin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle der :

Yâni Peygamber (SallaJlahü Aleyhi ve Sellem) hac niyetiyle Arafat dağına çıkanı Arefe günü orucundan men etmiştir. Çün&shy;kü oruç onu o gün işlenmesi matlub olan duâ, zikir ve şâir sahih amellerden gevşetebilir. Diğer taraftan Arefe günü hacılar için bir bayram günüdür.

Ebû Hanife, Mâlik, Şâ, filler ve âlimlerin cum&shy;huru hacının Arefe günü oruç tutmamasını müstehab saymışlardır. Ebû Bekir, Ömer, Osman ve tbn-i Ömer (Ra-dıyallâhü anhüm)'ün kavli de budur. Bunlara göre hadisteki yasak&shy;lama, kerahet mânâsına yorumlanır.

A h m e d : Eğer hacı o gün oruç tutabilirce tutsun. Eğer tut&shy;mazsa bir beis yoktur, demiştir.

İbn-i Zübeyr, Âişe ve. Osman bin Ebü'l-Âs (Radıyallâhü anhüml'ün hacının Arefe günü oruç tutmasını müs&shy;tehab saydıklarını Ibnü'l-M ü n zir nakletmiştir. Herhalde bunlar, hadîsteki nehyi oruç tutmayla zayıf düşenler için yorumla&shy;mışlardır.

E 1-H â f ı z, el-Fetih'te : Cumhurun mezhebine göre hacının Arefe günü oruç tutması müstehabtır. Ancak Arafat' taki dini hizmetleri gevşetirse, tutmamak müstehabtır, demiştir. [134]



41 - Aşure [135] Günü Orucu Babı





1733) A'şt: (Radtyallâbi' anhâ)\\an: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Aşure günü oruç tutar ve o gün oruç tutmayı emrederdi."

İbn-i Abbâs (Raâıyallâhü anhümâ)'<\m\\ Şöyle demiştir:

Peygamber, (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine'ye hicret bu&shy;yurduktan sonra oradaki yahûdîleri (aşure günü) oruçlu olarak bul&shy;du. Ve =

«Bu ne oruçtur?» diye sordu. Yahudiler t Bu gün Allah'ın Musa'yı (düşmanlarından) kurtardığı ve Firavun'u boğdurduğu gündür. Mû-sâ (Aleyhisselâm) (Allah'ın bu lütfuna) şükür olarak bu gün oruç tutmuştur, dediler. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) :

*Biz Mûsâ'fnın sünnetini ihya) ya sizden ziyâde yakın ve hak sahibiyiz» buyurdu. Ve o gün oruç tuttu. O gün oruç tutmayı da em&shy;retti." [136]



İzahı





 i ş e (Radıyallâhü anha)'nin hadîslerini Kütüb-i Sitte sahip&shy;leri, Beyhakî ve Dârirnî de uzun ve kısa metinler hâlin&shy;de rivayet etmişlerdir. Uzun olan rivayetlerde  i ş e (Radıyallâ-hü anhâ) meâlen şöyle diyor :

"Aşure günü; Kureyşin, câhiliyyet devrinde oruçla geçirdiği bir gündür. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de câhiliyyet dev&shy;rinde (yâni Peygamberlikten veya hicretten önce) o gün oruç tutar&shy;dı. Medine'ye hicret buyurunca A^ûre günü orucuna devam etti. Ve o gün oruç tutmayı umretti. Ramazan oncu farz kılınınca artık farz oruç Ramazan orucu oldu. Ve Aşureyi bıraktı. Artık dileyen Aşure orucunu tuttu, dileyen tutmadı."

El-Menhel ya/an bu hadisin açıkltmıusı bahsinde özetle r^oyle der:

Bu hadisin zahiri, Aşure £ünıi orucunun, ilk zamanlarda vâcib olduğuna, sonra Ramazan orucunun farz kılınmasıyla onun vâcibliğinin nesh edildiğine delalet ediyor.

Ebû Hanîfe ve Şafiî' nin arkadaşlarından bir cemâat bununla hükmetmişlerdir.

Bir kısım Şafiî âlimleri: Aşure orucu meşru kılındığı gün&shy;den beri sünnettir. Bu ümmete hiç vâcib kılınmamıştır. Lâkin ilk za&shy;manlarda çok önemli müstehab idi. Ramazan orucu farz kılının&shy;ca o müstehab oldu, demişlerdir.

Birinci görüş, daha kuvvetlidir. Bu durumu 1735 nolu hadîs bah&shy;sinde anlatacağız.

îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizî'-den başka Kütüb-i Sitte sahipleri ve B e y h a k î benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rebiülevvel ayında M e d î n e' ye hicret buyurmuş ve hicretin ikinci yılı Aşu&shy;re günü yahûdîlerin oruç tuttuğunu görmüştür.

Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) M û s â (Aleyhisse-lâm)'a yahûdîlere nisbeten çok daha yakın olduklarını, M û s â (Aleyhisselâm)'ın sünnetini ihya etmenin, öncelikle kendilerinin hak&shy;kı olduğunu bildirmiştir. Çünkü biz müslümanlar, M û s â (Aley-hisselâmJ'ın kitabına inanırız. Ve dînin temel hükümlerinde bizim kitabımız ile M û s â (Aleyhisselâm)'ın asıl kitabı arasında bir aykırılık yoktur. Onun içindir ki Allah Teâlâ Peygamberimize :

«Kendilerine kitabı hüküm ve peygamberlik verdiğimiz o kimseler, Allah'ın hidâyet et&shy;tiği zâtlardır. Sen de onların bu hidâyet yolunu tâkib et.[137] bu&shy;yurmuştur.

Şöyle bir soru hatıra gelebilir: Yahudiler kâfir oldukları için verdikleri haberler reddedilmeye mahkûmdur. Bununla beraber Pey&shy;gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların verdiği haberi doğru&shy;lamış olmuyor mu? Buna şöyle cevap verilebilir: Yahudilerin ver&shy;dikleri haberin doğruluğu, gelen bir vahiy ile bildirilmiş olabilir. Ve&shy;ya onlardan müslümanlığı kabul eden Abdullah bin S e -1 â m (Radıyallâhü anh) gibi zâtlar tarafından haber verilmiş ola&shy;bilir. Yahut bu haber en ufak bir şüpheye mahal bırakmıyacak tarz&shy;da tevatür haddine ulaşmış çok kimse tarafından bildirilmiş olabilir.



1735) Muhammed bin Sayfî[138] (Radtyallâhü anh)'âen; Şöyle de&shy;miştir : Rcsûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Aşure günü bize:

— «Sizden bugün bir şey yiyen var mı?» diye sordu. Biz î

— Bizden yiyen de var, yemiyen de var, diye cevap verdik. O:

— «Artık (bir şey) yemiş olan ve (bir şey) yememiş olan hepi&shy;niz, bu gününüzün kalan kısmını (oruçla) tamamlayınız ve Arûd hal&shy;kına haber gönderin. Onlar da günün kalan kısmını (oruçla) tamam&shy;lasınlar.» buyurdu. Râvi demiştir ki: Medine dolaylarındaki Arûd eh&shy;lini kasdetmiştir.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı, Buhârİ ve Müslim'in şartı üzerine sahîh - garibtir. Şa"bî'den başka Kimse Muhammed bin Sayfî (R.A.)'den rivayet etmemiştir. Buhârî ve Müslim'de Seleme bin el-Ekvâ' (R.A.) ve er-Rubeyyi binti Muavviz (R.A,) hadisinden bu hadîsin şahidi vardır. El-Müzzî, Nesaî'nin de bu hadîsi rivayet ettiğini söylemiş ve İbnü's-Senİ'nİn rivayetinde yoktur. [139]



İzahı





Bu hadîs Zevâid türündendir. Ancak notta işaret edildiği gibi e 1-M i z z i, bunun N e s a i tarafından da rivayet edildiğini söylemiştir. Buhârî ile Müslim'in rivayet ettikleri Se1eme (Radıyallâhü anh) ve er-Rubeyyi (Radıyallâhü anh)'in hadîsleri bu hadîsi te'yid ederler.Seleme (Radıyallâhü anh)'ın hadisi meâlen şöyledir :

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Aşure günü gündüz Hind bin Esmâ'yı halka :

«Bu gün kim yemek yedi İse (günün kalan kısmını da bir şey yiyip içmeden) gününü tamamlasın! Veya oruç tutsun! Bir şey ye&shy;memiş olanlar da artık (akşama kadar) bir şey yemelin.» diye ilan yapmak üzere kabilesine gönderdi.

Er-Rubeyyi (Radıyallâhü anh)'ın hadisi de meâlen şöyle&shy;dir: "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Aşure günü sabahı Medine çevresindeki köylere şu emri gönderdi:

«Oruçlu olarak sabahhyatılar oı uçlarını tamamlasınlar. Oruç-suz olarak sabahlıyanlar da günün kalan kısmını oruçla tamam&shy;lasın.-"

Arûd Ehli: Mekke, Medine ve bunların etrafına veri&shy;len isimdir. Aşure günü orucu ile ilgili emir Medine dolayların&shy;daki köylere gönderilmiştir. Mekke tarafına gönderilmemiştir. Çünkü o gün tatbik edilmesi gereken bu emrin 500 kilometre uzak&shy;lıktaki Mekke çevresine ulaştırılması maddeten mümkün de&shy;ğildi.

Sindi, Bu ve bundan önceki hadîsler, Aşure günü oru&shy;cunun ilk zamanlar farz olduğuna delâlet ediyor. Ancak bu farzi-yetin sonradan kaldırıldığı hususunda âlimler ittifak halindedir. Bu hadis farz oruca gündüz niyet etmenin câizliğine hükmedenler için bir delil sayılmıştır. Ancak gecu niyet etmenin şart olduğunu öne sürenler şöyle derler : Ü gün oruç tutmanın farz kılındığı, geceden bi&shy;linmiyordu. Gündüz bilinebildi Bu sebeple halkın, o günkü oruca gündüz niyet etmeleri zorunluydu. Nasıl ki şek günü Ramazan hilâlinin görüldüğü sabit olunca akşama kadar oruç bozucu şeyler&shy;den sakınılır. Bu İtibarla hadis, lar/ oruca gündüz niyet etmenin câiz&shy;liğine delâlet etmez, diyu bilgi vermiştir



1736) İbn-i Abbâs (Radıycıllâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine gö&shy;re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«(And olsun) Eğer ben gelecek yıla kadar sağ kalacak olursam. Muharrem ayının dokuzuncu günü oruç tutacağım.» buyurdu.

Ebû Alî demiştir ki: Ahmed bin Yunus bu hadîsi İbn-i Ebi Zi'b' den rivayet ederek şu İlâveyi yapmıştır: Aşure gününü kaçırmak kor&shy;kusuyla (Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle buyurmuş&shy;tur.)" [140]



İzahı





Bu hadisi Müslim, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. Müslim ve Ebû Dâvûd'un riva&shy;yetlerinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in işaret buyur&shy;duğu gelecek yıla varılmadan vefat ettiği ilâvesi vardır. Fakat A h -med bin Yûnus* un ilâvesi yoktur.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Gelecek yıl (Muhar-rem'in) dokuzuncu günü oruç tutarız» buyururken; Aşure olan onun&shy;cu gün yerine dokuzuncu gün oruç tutarız demek istemiş olabilir, Ve&shy;ya Aşure günü ile beraber dokuzuncu günü de oruçla geçiririz, de&shy;mek istemiş olabilir. Çünkü Ahmed'in İbn-i Abbâs (Ra-dıyallâhü anhJ'dan merfu' olarak rivayet ettiği bir hadîste Peygam ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

= «Aşure günü oruç tutunuz ve yahûdilere muhalefet ediniz. Aşûre'den bir gün önce veya bîr gün sonra oruç tutunuz.»

Her iki yorumda da yahûdilere ve hıristiyanlara muhalefet var dır.

Ahmed bin Yûnus'un rivâyetindeki ilâveye göre Pey gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Aşure günü fa/île'ini kaçıl&shy;mamak maksadı ile ve ihtiyatlı davranmak üzere Aşure gününden bir gün önce oruç tutmaya başlamak istemiştir Yâni hilâlin tesbilinde bir yanılma olabilir ve Aşure günü sanılan gün, Muharrem'in onbi rinci günü olabilir. Bu durumda asıl Aşure günü kaçırılmış olur. Bir gün önceden oruca başlamak ihtiyat olur.



1737) Abdullah bin Ömer (bin el-Hattab) (Radıyallâhü anhümâ)'-rian : Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in yanında Aşure gü&shy;nünden bahsedildi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

«Aşure günü, câhiliyyet ehlinin oruç tuttuğu bir gündür. Artık sizden o gün oruç tutmak isteyen tutsun ve o gün oruç tutmak iste-miyen de o günün orucunu terketsin.»" [141]



İzahı





Müslim, Ebû Dâvûd, Tahavi ve îbn-i Huzeyme de bunu benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.

Bu hadîsten maksad şudur : Aşure günü orucu vâcib değildir. Maksad bu olunca bu hadîs, Aşure günü orucunun faziletine âit olup, bundan sonra gelen Ebû Katâde (Radıyallâhü anh)ın ha&shy;dîsine ve benzerî hadîslere ters düşmez.

E 1 - H â f ı z , el-Fetih'te : Aşure günü orucu hakkında gelen ha&shy;dîslerin tümünden alınan sonuç şudur : Bu günün orucu için emir verildiğinde ilk zaman vâcib idi. Sonra bu emir te'kid edildi. Daha sonra ilân yapılmak suretiyle verilen emir daha da kuvvetlendirildi. Daha sonra verilen bir emirle o gün oruç tutmamış olanların, günün kalan kısmını oruçlu geçirmeleri ve emzikli kadınların çocuklarını o gün akşama kadar emzirmemeleri buyurulmakla Önemi daha da arttırıldı. En son Ramazan orucu farz kılınınca Aşure günü orucu terkedüdi Ama müstehablığının terkedilmediği biliniyordu Şu halde terkedilen şey, Aşure orucunun vâcibliğıdir, şiddetli müstehab lığı değildir. Bâzı âlimler : Onun şiddetli müstehablığı terkedilmiş, normal müstehablığı kalmış, demişlerse de bu görüşün zayıflığı açık&shy;tır. Bilâkis müstehablığının şiddeti bakidir. Hele Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin vefatına kadar bu oruca verilen önemin devanı etmesi ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in :

*Eğer yaşayacak olursam gelecek yıl dokuzuncu ve onuncu gün oruç tutacağım.» buyurması ve Aşure orucunun bir yıllık günahlara kefaret olduğunu bildirmekle müslümanları teşvik buyurması, bu&shy;nun müstehablığının şiddet derecesinin devamına açık delildir, de&shy;miştir.



1738) Ebû Kaîâde (Radtyaliâhü anh)*fen rivayet edildiğine yöre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Allah'ın, Aşure günü orucuyla ondan önceki yi!(in günahların) ı bağışlamasını şüphesiz umarım.»" [142]



İzahı





Müslim, Tirmizi, Nesai ve Ahmed de bunu rivayet etmişlerdir.

Tuhfe yazarı şöyle der: Nevevi : Hadisten maksad, küçük günahların bağışlanmasıdır. Eğer küçük günahlar yoksa, büyük gü&shy;nahların hafifletilmesi umulur. O da yoksa dereceler yükseltilir, de&shy;miştir. Kadı Iyâz da: Ehl-i Sünnetin mezhebi budur. Büyük günahlara gelince; Onlar ya makbul tevbe ile veya Allah'ın rahmeti ile bağışlanır, demiştir. [143]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




ORUÇ BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: ORUÇ BÖLÜMÜ   ORUÇ BÖLÜMÜ Icon_minitimeSalı Mayıs 04, 2010 1:19 pm

42 - Pazartesi Ve Perşembe Günleri Orucu Babı





1749) Rebîa bin el-Gaz[144]'dan rivayet edildiğine göre:

Kendisi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in (nafile) oruç durumunu Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya sormuş, Âişe Cradıyallâhü anhâ) da :

O, Pazartesi ve Perşembe (günleri) orucunu öncelikle arzulardı.demiştir."



1740) Ebû Hureyre (Rud/yal/âftii anh)\\cn; Şöyle demiştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Pazartesi ve Perşembe (günleri) oruç tutardı. Kendisine:

Yâ Resûlallsh! Sen Pazartesi ve Perşembe oruç tutarsın, diye hik­meti soruldu. O buyurdu ki:

Pazartesi ve Perşembe günleri Allah İeâlâ her müslümum mağ­firet eyler. Kttfl olanlar müstesna. Allah : 'Küs olan bu iki kişi barıya kadar onları bırak' buyurur.Zevâid'e» şöyle denilmiştir: Bunun senedi sahih - garibtir. Rövi Mu-hammed bin Rtftft'yı Ibn-i Hibbân sikalar arasında zikretmiştir. Ondan yalnız Dahhâk bin Mahltd rivayet etmiştir. Senedin kalan râvileri Buharı ve Müslim'in şartı üzerinedirler. Ebû Dâvûd ve Nesai'nin rivayet ettikleri Üsâme bin Zeyd'in hadisi, bu hadis İçin sâhid durumundadır. Tirmizî de bu hadisin bir parçasını ken­di süneninde rivayet ederek hasen - ş>arib olduğunu söylemiştir. [145]



İzahı





Pazartesi ve Perşembe günleri orucunun faziletine ait ilk hadîsi T i r m i zi de rivayet, etmiştir.

Bu hadîste geçen Taharri -. En liyakatlisini ve en uygununu t.aleb etmektir. Bir kavle göre sevap istemek ve bir şeyi normalin üstünde bir iştiyakla taleb etmektir.

İkinci hadis, Zevâid türünden olup D â r i m i tarafından da rivayet edilmiştir. Notta işaret edildiği gibi T i r m i z i de bunun bir kısmını rivayet etmiştir. Tirmizi' deki merfu* rivayet şöy­ledir :

— «Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «Ameller, Pazartesi ve Perşembe günleri (Allah'a) arzedilir. Ben, oruçlu iken amelimin arzedilmesini severim.»

Sindi; Amellerin bu iki günde Allah'a arzedıldıgı hadislerle sabittir. Bana öyle geliyor ki; Ameller arzedildiği zaman Allah müs-lümanlara mağfiret eyler. Bu mağfiretten, meşru' bir neden yokken birbirine küs olan kişiler istifâde edemezler. Din uğrunda veya aile fertlerinin te'dibi için küs kalmak caizdir. Böyle bir nedene dayalı olarak başkasına küsenler o mağfiretten yararlanırlar

Küs olanlar hakkında Allah Teâlâ : «Bunları banşincaya kadar bırak» buyurur. Allah'ın muhatabı amelleri arz eden melek olabilir. Bu takdirde «... bırak» emrinden maksad, onların amellerini arzetmo-mektir. Şöyle de olabilir: Allah birisine mağfiret eylediği zaman me­lek Onun hatâlarını örter veya defterinden siler. Bu ihtimâle göre «...bırak» emrinden maksad, böylelerin günahlarını örtme veya sil me işini bırak demektir, demiştir.

Bu hadîs için şahit durumunda olan ve E bu D â v û d ile N e s a î' nin rivayet ettikleri Üsâme bin Zeyd'in hadisi meâlen şöyledir:

"Bir yolculukta Üsâme bin Zeyd, Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı. Beraberinde yolculuk eden mevlâsi kendisine ; Sen çok yaşlı olduğun halde niye Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutu­yorsun, demiş; kendisi de: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı. Kendisine bunun sebebi soruldu. O buyurdu ki:

«Kulların amelleri Pazartesi ve Perşembe günleri Allah'a arzedi-lir.» demiştir."

Mezkûr hadîsler, amellerin sabah akşam yükseltildiğine dâir ha­dîse ters düşmez. Çünkü yükseltilmek ve arzedilmek ayrı şeylerdir. Keza amellerin Şaban ayında yükseltildiğine veya arzedildiğine dâir hadîslere de ters düşmez. Çünkü haftalık amellerin mezkûr gün­lerde ve yıllık amellerin Şaban ayında toplu halde arzedilmesi mümkündür. [146]


43- Eşhür-İ Hurûm Orucu Babı





Hurûm: "HarânTın çoğuludur. Yılın dört ayına 'Haram aylar* veya "Eşhür-i Hurûm" denilir. Bu aylar, Receb, Z i 1 k a'de. Zilhicce ve Muharrem aylarıdır. Son üç ay ard ardadır. Z i 1 k â' de ayı, Ramazan' dan sonra gelen Şevval ayı­nı izleyen aydır. Recep ayı ise Ramazan' dan bir önce­ki ay olan Ş aban' dan evvelki aydır. Bu aylara hürmet gös­terildiği ve câhiliyyet devri ve islâmiyet'in ilk yıllarında bu aylar­da savaş haram olduğu için bu isim verilmiştir. İlim ehlinin ekseri­sine göre savaş yasakhğı neshedilmiştir.



1741) Ebû Mücîbe el-Bâhilî'nin babasından veya amcası (Radiyajlâ-kü anhiim)'den; Şöyle demiştir :

Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına vararak : Ey Allah'ın Nebisi! Ben geçen yıl senin yanına gelen adamım, de­dim. O :

«Ne oldu? Ben senin vücûdunu zayıf görüyorum.» buyurdu. (Ra-vi demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muha­tabı Smile

— Yâ Resûlallah! (Geçen yıl seninle görüştüğüm günden bugüne kadar) gündüz hiç yemek yemedim. Yalnız gece yemek yedim, diye cevap verdi. Efendimiz ;

— «Kim sana kendi nefsini (aç bırakmakla) ta'zib etmeni em­retti?» buyurdu. (Adam demiştir ki:) Ben;

— Yâ Resûlallah! Ben güçlüyüm, dedim. O:

— «Sabır (Ramazan) ayı ve ondan sonra bir gün oruç tut- bu­yurdu. Ben :

— Şüphesiz benim gücüm (bundan da fazlasına) yeter, dedim. O:

— «Sabır ayı ve ondan sonra iki gün oruç tut.» buyurdu. Ben:

— Şübhesiz benim gücüm (bundan da fazlasına) yeter dedim. O :

— «Sabır ayı, ondan sonra üç gün oruç tut ve haram ayların oru­cunu tut.» buyurdu." [147]



İzahı





Ebû Dâvûd, Nesaî ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler daha uzundur. Parentez içi ifâdeler, o ri­vayetlerden alınmadır

Ramazan ayında oruç tutanlar, nefislerini oruç bozan şey­lerden tuttukları için, tutuklama mânâsına gelen 'Sabır* kelimesi isim olarak Ramazan ayına, verilmiştir.

Müellifin rivâyetindeki metnin zahirine göre Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) bu adama Ramazan' dan başka önce bir gün oruç tutmayı; adam daha fazla tutabileceğini belirtince iki gün oruç tutmayı ve adam bundan fazlasına gücünün yeteceğini be­lirtince Ramazan' dan sonra üç gün ve ayrıca eşhür-i hurûm orucunu emretmiştir. Fakat Ebû Dâvûd'un rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama Ramazan orucundan başka, evvelâ her aydan bir gün; adam fazlasını isteyin­ce her aydan iki gün; daha fazlasını isteyince her aydan üç gün oruç tutmasını emretmiştir. Adam daha fazla oruç tutmak istediğini söy­leyince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üç parmağını yum­mak ve açmakla işaret ederek :

«Haram aylarda oruç tut ve bırak, haram aylarda oruç tut ve bı­rak, haram aylarda oruç tut ve bırak.» buyurmuştur.

Ebû Davud'un rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) adama Ramazan ayından başka yılın her ayından önce birer gün, sonra ikişer gün, daha sonra üçer gün oruç tutmasını emretmiş; adam daha çok oruç tutmak iznini isteyince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) haram aylarda oruç tut­masına izin vermiştir. Ancak haram aylarda ard arda tutacağı gün­lerin üç günü geçmemesini emretmiş ve parmağıyla yaptığı işaret­le şunu söylemek istemiştir: Üç gün oruç tut, sonra üç gün oruç tut­ma, yine üç gün tut, sonra üç gün bırak...

Ebû Davud'un rivayetinde haram ayların bir kısmının orucu emredilmiştir. Müellifimizin rivayeti ise bu mânâya muhte­mel olduğu gibi haram ayların tümünü oruçla geçirme mânâsına da muhtemeldir.

Hadisin ilk râvisinin Ebû Mucibe' nin babası veya amca­sı olduğu hususunda râvinin tereddüdü vardır. Ebû M ü c î be' -nin babası Abdullah bin Haris el-Ensârİ el-Bâ-hili Ebû Cehm veya Ebû Mucibe' dir. îbn-i Hib-b â n onu sahâbiler arasında zikretmiştir. Kütüb-i Sitte sahipleri onun rivayetlerini almışlardır. Ebü Mucibe1 nin amcasının ismine rastlamadık.[148]

1742) Ebû Hüreyre (Radtyaİlâhü anh)'Ğen: Şöyle demiştir:

Bir adam Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e gelerek: Ramazan ayından sonra hangi oruç efdaldir? diye sordu. O:

-Muharrem dediğimiz Şehrullah (orucu)» buyurdu." [149]



İzahı





Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Beyhaki ve D â r i m i de bunu rivayet etmişlerdir.

Hadîsin zahirine göre Muharrem ayının tamamı kastedil­miştir. T i r m i z i' nin A 1 î (Radıyallâhü anh)'den rivayet et­tiği şu mealdeki hadis de bunu te'yid eder:

Alî (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)'in yanında oturmuşken bir adam Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)'e:

Yâ Resûlallah! Ramazan ayından sonra hangi ay oruç tutmamı emredersin? diye sormuş; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) de i

«Eğer Ramazan ayından sonra oruç tutaç aksan Muharrem'i tut. Çünkü o, Allah'ın ayıdır.» buyurmuştur.

El-Menhel yazarının dediğine göre hadîsten maksad. Muhar­rem ayı içinde yâni bir kısmında oruç tutmak veya bu ayda bulu­nan Aşure günü oruç tutmak olabilir.



1743) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü ankümâ)'âan; Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Recep (ayı) orucundan nehiy buyurmuştur."

Not: Bunun senedindeki Dâvûd bin Atâ'nın zayıflığı' üzerinde ittifak vardır. [150]



İzahı





Bu hadîsin Zevâid türünden olduğuna dâir eldeki nüshalarda ve Sindi haşiyesinde bir işaret bulunmamakla beraber, bu türden olması muhtemeldir.

R e c e b ayı, yukarıda da anlattığım gibi haram aylardandır. Bu aylarda oruç tutmak ise müstehabtır. Bu sebeple bu hadîsin sa­hih olması hâlinde yılın onbir ayında yalnız R e c e b ayının tamamini oruçla geçirme anlamında yorumlanması gerekir. Nitekim A h -med bin Hanbel: Yılın onbir ayından yalnız R e c e b ayinin tamamını oruçla geçirmek mekruhtur. Eğer bir adam bayram ve teşrîk günleri müstesna bütün yılı oruçla geçirirse bu meyanda Receb ayının tamamını oruçla geçirmekte bir beis yoktur. Şayet yalnız Receb ayını oruçla geçirmek isterse bir veya birkaç gün oruç tutmayı bıraksın ki Ramazan ayına benzemesin, demiş­tir.



1744) Muhammed bin İbrahim'den rivayet edildiğine göre: Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhü anhümâ) haram aylar orucunu tu-tarmış. Sonra Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ona;

«Şevval ayı oruç tut.» buyurmuş. Bunun üzerine Üsâme (Radıyal­lâhü anh) haram aylar orucunu bırakarak vefat edinceye kadar, dâi­ma Şevval ayı oruç tutmuştur."

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir. Bunun isnadı sahihtir. Ancak Üsâme bin Zeyd ile Muhammed bin İbrahim bin el-Hâris et-Teymi arasında inkıta vardır. (Şevval orucu İle ilgili bilgi 33'ncü bâbta geçmiştir.) [151]



44- Oruç Bedenin Zekâtıdır' Hakkındaki Bâb





1745) Kbû Hüreyre (Radıyallâhü anh)<\en rivâyel .edildiğine »ine: ResûIuDah (Sallallahü Aleyhi ve Scllcm) ^öylf buyurdu, demiştir :

Her şeyin bir zekâtı vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur.» Râvi Muhriz kendi rivayetinde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in :

«Oruç sabrın yarısıdır.» buyurduğunu da ilâve etmiştir."

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : İbn-i Mâceh'in bu hadis için zikrettiği her iki yolun isnadı zayıftır. Çünkü isnadda Musa bin Ubeyde ez-Zeyrî bulunur. Her iki yolun dönüm noktası bu râvidir. Bunun zayıflığı üzerinde ittifak vardır. [152]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîsi Taberâni, Sehl bin S a'd CRadıyallâhü anhJ'dan rivayet etmiştir.

Sindi bu hadîsin açıklaması bahsinde şöyle der: Yâni insan her şeyden bir miktarını Allah için çıkarmalıdır. Çıkarılan miktar, o şeyin zekâtı olur. Bedenin zekâtı da oruçtur. Çünkü beden, Allah yolunda tutulan oruçla noksanlaşır. Artık bedenden eksilen miktar sanki bedenin zekâtı olmak üzere Allah rızası için bedenden çıkarıl­mıştır.

El-H af ni de CâmiüVSağir haşiyesinde : Yâni zekât, malı temizlediği gibi oruç da bedeni temizler. Görünüşte noksanlık vermek mânâda bereket ve fazlalık sağlamak bakımından oruç, zekâta ben­zer, demiştir. [153]



45- Bir Oruçluya İftar (Yemeğini) Verenin Sevabı Hakkındaki Bâb





1746) Zeyd bin Hâlirl el-Cühcnî (Radtyaltâhü anh)\ien rivayet edil­diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcm) $öyle buyurdu, demiştir :

«Oruçlulara iftar (yemeğini) veren kimseye o oruçluların sevab-larından hiç bir şey eksi İtme ksizin onların sevabının bir misli olmuş olur.»" [154]


İzahı





Tirmizî, Nesaî, İbn-i Huzeyme ve İbn-i H i b b â n da bu hadisi rivayet etmişlerdir.

Tuhfe yazarı bu hadîsin açıklamasıyla ilgili olarak şöyle der;

"İbnü'l-Melik: İftâr'dan maksad, oruçluya yemek yedir­mektir, demiştir. E1 - K a â r i de : Hadîsteki iftardan maksad, oruç­lunun akşam iftarını açacağı zaman yemek yedirmektir, demiştir.

Selmân-ı Fârisi (Radıyallâhü anbJ'ın merfu' hadisin­de oruçluya yemek yedirmeye gücü yetmiyenlerin, oruçluya bir yu­dum süt veya bir tane hurma, yahut bir yudum su vererek iftar aç­tırmaları hâlinde aynı sevabı kazanacakları müjdelenmiştir.

Hadîsteki oruçluya âit zamir, çoğul için gelmiştir. Çünkü Arab dilinde malumu olduğu üzere şart edatının arkasında kullanılan ne-kire kelime tekil bile olsa umumîlik ifâde eder."



1747) Abdullah bin ZüUeyr (Radıyaltâhü anhümâ)\\m\: Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sa'd bin Muâz (Radı­yallâhü anh)''n yanında iftarını açtı. Sonra:

buyurdu."

Not : Zevaıd'de şöyle denilmiştir : Bu senedde Abdullah bin Zübeyr (R.A.)'-den rivayet eden Mus'ab bin Sabit zayıftır. [155]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîste Peygamberimizin buyurduğu cümleler, Sa ' d (Radıyallâhü anh)'ın ev halkı için dua mâhiyetin­de olabilir. Bu takdirde cümlelerin meali şöyle olur:

«Yanınızda oruçlular iftar yemeğini yesin. Yemeğinizi iyi ve sâlih kimseler yesin. Ve sizlere melekler duâ ve istiğfar etsin.»

Mezkûr cümleler, ev halkının kazanmış oldukları sevabı müjde­lemek mâhiyetinde olabilir. Buna göre cümlelerin mânâsı şöyle olur :

«Yanınızda oruçlular iftar açtı. Yemeğinizi iyi ve sâlih insanlar yedi ve melekler size duâ ve istiğfar etti.»

Sindi: Hadiste «Oruçlular» diye çoğul kelimesi kullanılmış­tır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin beraberinde sahâbi-lerden de iftar açanların bulunmuş olması muhtemeldir. Yahut bu kelimenin başındaki ta'rif harfi cins içindir. Bu takdirde çoğulluk mâ­nası muattal olmuş olur. demiştir. [156]



46- Yanında Yemek Yiyilen Oruçlu Hakkındaki Bâb





1748) Ümmü Ümâre[157] (Radıyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize geldi. Biz Ona ye­mek sunduk. Onun yanında bulunanlardan birisi oruçluydu. Resûlul­lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:

«Oruçlunun yanında yemek yenildiği zaman melekler ona duâ ve istiğfar ederler.»"



1749) Büreyde (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Bilâl (Radtyallâhü anh)'a :

— «Yâ Bilâl! Öğle yemeğine (otur.)» buyurdu. Bilâl (Radıyallâ­hü anh) :

— Ben oruçluyum, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü

Aleyhi ve Sellem) :

— Biz rızıklanmızı yiyoruz. Bilâl'in rızkının fazlı cennettedir. Yâ Bilâl! Oruçlunun yanında yemek yiyildiği sürece Onun kemikle­rinin U&bîh ettiğini ve meleklerin onun için mağfiret dilediklerini bi­lir misin?» buyurdu."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki Muhammed bin Abdur-ral-rrr;n?n zayıflığı hususunda ittifak vırdır. İbn-i #£,tim ve el-Ezdi Onu yalanla­mışlardır. [158]



İzahı





ilk hadîsi Tirmizî, Nesaî ve Ahmed de rivayet et­mişlerdir. İkinci hadîs Zevâid türündendir. Hadîsler, oruçlunun ya­nında gündüz yemek yinildiği zaman oruçlu için meleklerin duâ ve istiğfar ettiklerini ve o yemek karşılığında oruçlunun Cennet'teki rız­kının üstünlüğünü ifâde ediyorlar. [159]



47- Oruçluyken Yemeğe Davet Edilenin Babı





1750) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anJt)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) şöyle buyurdu, demiştir :

-Biriniz oruçluyken yemeğe davet edildiği zaman : Ben oruçlu­yum, desin.-"



1751) Oâbir (Rathyıtllâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlul­lah (Sallallahü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir :

«Bir kimse oruçlu olduğu halde yemeğe davet edilirse (davete) icabet etsin. Artık dilerse yemek yiyer, dilerse yemek yemeyi bırakır.»" [160]



İzahı





ilk hadîsi Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, N e -s a î ve D â r i m î de rivayet etmişlerdir.

Nafile orucu gizlemek müstehab ise de davet sahibinin kırılma­sına veya kızmasına meydan vermemek için nafile oruç tutan davet­lilerin, oruçlu olduklarını davet sahibine açıklamaları meşru kılın­mıştır. Oruçlu bu özrünü açıklayınca davet sahibi onun mazeretini kabul ederek davete icabet etme isteğinden vazgeçerse davete icabet sorumluluğu kalkmış olur. Aksi takdirde oruçlu davete icabet etmek­le mükelleftir. Çünkü oruç, davete icabet etmemek için mazeret sayıl­maz. Oruçlu davet yerinde hazır bulununca orucunu bozması gerek­mez. Ancak davet sahibi onun yemek yememesiyle eziyet duyarsa, oruçlunun nafile orucunu bozması efdaldir. Tutulan oruç farz bir oruç ise bozdurulamaz.

Nafile orucu bozup bozmamak hakkında âlimlerin görüşleri 26'ncj bâbta geçen 1700- 1701 nolu hadisin izahı bölümünde geçmiştir.

C â b i r (Radıyallâhü anh)'ın hadisini Müslim de rivayet etmiştir. Fakat oradaki rivayette: «Davetli oruçluy­ken...» kaydı yoktur.

Bu hadîs de davete icabet etmenin gerekliliğine davetlinin oru­cunu bozmaya mecbur olmadığına delâlet ediyor. N e v e v î, M ü s 1 i m ' in şerhinde : Davet edilen oruçlunun orucunu bozma­sının vâcib olmadığı hususunda âlimler arasında ihtilâf yoktur. Eğer davetlinin tuttuğu oruç farz bir oruç ise, yemek yemesi caiz değil­dir. Şayet tuttuğu oruç nafile ise bozmak caizdir. Artık yemek'ye­memesi davet sahibine ağır gelecekse; efdal olan, orucu bozmasıdır. Aksi takdirde orucu lamamlamak pl'dftlriir, demiştir[161]



48- Oruçlunun Duası Reddedilmez (Hakkındaki) Bâb





1752) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saİlalhıhü Aleyhi ve Seli em) şöyle buyurdu, demiştir :

«Üç sınıf insan vardır ki duası Allah katında reddolunmaz : Âdil devlet reisi, iftar edinceye kadar oruçlu ve mazlumun duası. Allah mazlumun duasını, kıyamet günkü bulutun üstüne yükseltir, gök ka­pıları Ona açılır ve Allah Teâlâ ı

«İzzetime yemin ederim ki ey mazlum! Bir süre sonra bile olsa behemahal sana yardım edeceğim» buyurur.-" [162]



İzahı





Bu hadîsi Tirmizî ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Câmiü's-Sağîr şerhinde el-Azîzî'nin dediğine göre bâzı rivayetlerde : «iftarını açıncaya kadar...» ifâdesi yerine:

«iftarını açtığı zaman...» ifâdesi mevcuttur.

îlk ifâdeye göre oruçlunun gündüzün hangi vaktinde olursa ol­sun makbuldür. İkinci ifâdeye göre oruçlu iftarını bilfiil açtığı za­man veya iftar açma vakti girdiği zaman yapacağı dua makbuldür.

Sindi ise ilk ifâdenin râvilerden birisinin yanılgısı olduğu­nu ve ikinci ifâdenin doğru olduğunu savunarak bundan sonra gele­cek hadisi buna gerekçe olarak göstermiştir.

E 1 - A 1 k a m î' nin nakline göre ed-Demîyrî: Oruçlu­nun dünya ve âhiret mutluluğu için kendisine, sevdiklerine ve müs-lümanlara dua etmesi müstehabtır. Çünkü bu hadîs ve (bundan son­ra gelen) Abdullah (Radıyallâhü anh)'m hadîsi, oruçlunun özellikle iftar vaktindeki duasının makbul olduğuna delâlet ediyor, demiştir.

Mazlumun duası, zulümden kurtulmak veya zâlim aleyhinde ola­bilir. Hadîsin sonu bunu gösteriyor.

Sindi' nin dediğine göre hadîsteki "el-Ğamâm = bulut" ke­limesiyle F u r k a n sûresinin :

-Ve o günki, gök be­yaz bulutlar hâlinde parçalanacak ve melekler bölük bölük indirile­cektir.» 25'nci âyetindeki "ğamâm" kastedilmiştir.

Müellifin rivayetinde : «Kıyamet günü» kaydı bulunduğu için S i n d î' nin bu yorumda bulunduğunu sanıyorum. T i r m i z i' nin rivayetinde ise bu kayıt yoktur. Ve hadîsteki ğa­mâm ile dünyadaki bulutun kastedilmesine bir engel yoktur.

Hadîs, mazlumun duası jçin gök kapılarının açıldığını haber ve­riyor. Gök kapıları duanın arşa yükseltilmesi için açılır. Bu açılış duayı taşıyan melek için olabilir. Veya duanın geçişi için olabilir.

Hadîs, Allah'ın mazlum kimseye mutlaka yardımcı olduğunu, onu ihmal etmiyeceğini, ancak bir hikmet için yardımını geciktirmesinin muhtemel olduğunu bildiriyor. Buna işaret olmak üzere : Allah, zâli­mi ihmâl etmez, irnhâl (mühletlendirme) eder" derler.



1753) Abdullah bin Amr bin el-As (Radtyallâhü anhümâydan riva­yet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) $oyle buyurdu, de-mistir :

.Şüphesiz her oruçlu için iftarını açtığında reddedilmeyen bir duâ vardır.»

ibn-i Ebi Müleyke demiştir ki. Abdullah bin Amr bin el-As (Ra­dıyallâhü anhümâ) n.n iftarın, açtığı zaman şu duây. okuduğunu ken­disinden işittim

.AUahım! Herşeyi kaphyan rahmetin hakkı için bana mağfiret et meni Senden dilerim. [163]



İzahı





Bu hadis Zevâid türündendir. Oruçlunun ^ nm makbul olduğuna, delâlet ediyor. Cârmu's-e I - H a f n i ■ Yâni farz veya nafile orucun her gunu iftar de oruçlunun yapacağ* duâ makbuldür. Ya dil *'l^ veya ona başka mükâfat verilir. Artık oruçlu: Dua ettim de olmadı dememelidir, demiştir.

E 1 - M u n â \ î de : Oruçlunun iftar vaktindeki duasının ka-bılü bu ümmete mahsustur, demiştir.

3 i n d î de Suyûtî' den naklen beyan ettiğine göre 1 irm izi: Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmeti, bütün ümmetler içerisinden seçilerek duası makbul kılın­mıştır. Allah Teâlâ bu ümmete hitaben :

«... Bana dilekte bulununuz ki duanızı kabul edeyim.[164] bu­yurmuştur Bu vaid, eski ümmetlerde yalnız peygamberlere vardı. Bu ümmete de verildi. Fakat şehvetler onların kalplerine hâkim olup iş­ler karmakarışık olunca durum değişti. Oruç ise nefsi şehvani duy­gu ve hareketlerden alıkoyar. Şehvet kalpten çıkarılınca gönül pâk olur. Ve duâ kabule şayan olur. Oruçlunun dilediği şey onun için mukadder ise süratle verilir, değilse âhiret azığı olarak onun için sak!an:r, demiştir. [165]


49- Ramazan Bayramı Günü (Bayram Namazına) Çıkmadan Öncf Bir Şey Yemek Hakkındaki Bâb





1754) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü ani f'âen: Şnyle demiştir:

Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) birkaç hurma yemedik­çe Ramazan bayramı günü (bayram namazına) çıkmazdı.



1755) İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâyâan; Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ashabına fıtır sadaka­sından yedirmedikçe Ramazan bayramı günü (bayram namazına) çıkmazdı."

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi zayıftır. Zayıf râviler peş-peşe gelmişlerdir. Çünkü Ömer bin Sahbân ve ondan aşağı olanların hepsi zayıftır.



1756) Büreyde bin Husayb (Radıyallâhü anhyden; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ramazan bayramı gü­nü (bir şey) yemedikçe (bayram namazına) çıkmazdı ve kurban bay­ramı günü bayram namazından dönmedikçe (bir şey) yemezdi." [166]



İzahı





îlk hadîsi Buhârİ ile T i r m i 2 i de rivayet etmişlerdir.

İkinci hadîs Zevâid türündendir.

Üçüncü hadisi Tirmizî, Ahmed, Ibn-i Hibbân, Dârekutnî, Hâkim ve Beyhakî de rivayet etmiş­lerdir.

Tirmizî bu hadîsleri rivayet ettikten sonra : ilim ehlinden bir cemâat Ramazan bayramı namazına çıkmadan önce bir şey yemeyi ve varsa hurma yemeği müstehab saymışlar; Kurban bayramı günü de namazdan dönmedikçe bir şey yememeyi müste­hab saymışlardır, der.

Tuhf e yazan da: Ramazan bayramı sabahı bayram nama­zından önce hurmayla iftar etmek müstehabtır. Bulamıyanlar bal gi­bi başka bir tatlıyı yemelidirler. Hiç bir şey bulamıyanlar su içmeli-dirler. Kurban bayramı günü ise kurban etinden yemek için bayram namazından dönünceye kadar bir şey yememek müstehabtır. A h-med bin Hanbel müstehablık hükmünü kurban keseceklere tahsis etmiştir, demiştir. [167]



50- Ölüp De Boynunda Özürsüz Olarak Tutmadığı Ramazan Orucu Bulunanların Babı





1757) İbn-i Ömer (Radtyallâhü ankümu)'âan rivayet edildiğine göre: Resul ul la h (S ali ali ahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kim ki üzerinde bir ayın oruç (borc)u varken ölürse, ondan be­del olarak her gün yerine bir yoksula (yemek) yedirüsin.»"

Not: El-Mİzzî el-Etrafta : Müellifin; «Muhammed bin Sİrîn'den» sözü bir vehimdir. Çünkü Tirmizî bunu rivayet etmiş de Muhammed'in kimin oğlu olduğu­nu belirtmemiş, sonra : Bence bu zât, Muhammed. bin Abdfrrahman bin Ebl Leylâ'­dır, demiştir, diye bilgi vermiştir.

Tlrmlzl bu hadisi tahric ettikten sonra : Biz bu hadisi merfu' olarak yalnız bu yoldan tanırız. Sıhhatli olan durum, bunun mevkuf olmasıdır, demiştir. [168]



51- Ölüp De Üzerinde Adak Borcu Bulunanın (Beyânı) Babı





1758) İbn-İ Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan: Şöyle demiştir:

Bir kadın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek: Yâ Resûlallaht Kız kardeşim boynunda aralıksız iki ay (kefaret) oruç (borcu) bulunduğu halde Öldü. dedi. Efendimiz:

— «Söyle bakayım. Eğer senin kızkardeşinin boynunda bir borç bulunmuş olsaydı sen o borcu ödiyecek miydin?» diye sordu. Kadın »

— Evet ödiyecektim, dedi. Efendimiz i

— «O halde Allah'ın hakkı, öncelikle ödenmesi gereken bir hak­tır.» buyurdu."



1759) Biireyrle bin Husayb (Radtyallâhü a«A)'den; Şöyle demiştir:

Bir kadın Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e gelerek ı

— Yâ Resûlallah! Annem üzerinde oruç borcu olduğu halde öldü. Ben ona bedel olarak oruç tutayım mı? diye sordu. Efendimiz;

— Evet» buyurdu. [169]



Bu Ve Bundan Önceki Bâblarda Geçen Hadislerin İzahı





Bundan önceki bâbta geçen İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın hadisini T i r m i z i de rivayet etmiştir. Oradaki rivaye­tin senedinde bulunan râviler sırayla şöyledir: Kuteybe, A b -ser, Esas, Muhammed, Nâfi', İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) ... görüldüğü gibi bu senedde anılan M u h a m -med'in İbn-i Şirin olan Muhammed mi, Abdur-rahman oğlu Muhammed mi olduğu belirtilmemiştir. Hadis zikredildikten sonra Tirmizi: Seneddeki Muham­med, Abdurrahman bin Ebî Leylâ" nın oğlu olan Muhammed' dir, demiştir. Tirmizi bu hadîsi merfu' olarak rivayet etmiş olmakla beraber : îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den sahîh olan rivayet mevkuftur, demiştir.

Bu hadisin zahirine göre üzerinde oruç borcu olup da kaza etme­den ölen kimsenin oruç borcuna bedel olarak her gün için bir yok­sulu yedirmek meşrudur. Bu oruç borcu, hadîsin zahirine göre umu­midir. Yâni Ramazan borcu olabildiği gibi kefaret ve adak orucu gibi borç olmuş olabilir. Fakat müellifin bu hadîs için açtığı bâb başlığına bakılırsa hadîsten maksad, özürsüz olarak tutulmayan Ramazan orucu borcuna mahsustur. Sindi de: Hadisteki «bir ay orucu» tâbiri umumi olmakla beraber, örf ve âdet bu tâbirin Ramazan ayma tahsisini gerektirir. Bizim Hanefî âlim­lerimiz bu hadîsle hükmetmişler, ancak ölünün fidye ödemeyi vasi­yet etmesini şart koşmuşlar, vasiyet yokken fidye ödenmesinin gerek­mediğini söylemişlerdir.

Âlimlerin bu husustaki görüşlerini ayrıntılı olarak aşağıda vere­ceğim.

îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini B u h â r i, Müslim ve Tirmizi de rivayet etmişlerdir.

Tuhfe yazarının beyânına göre Buharı' nin bir rivayetinde : "Bir erkek, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKe müracâat etti." deniliyor. Başka bir rivayetinde: "Müracaatçı j "Annem öldü ve..." diye geçer. Buhârî ve Müslim'in bir rivayetinde "...ve ölen kadının üzerinde adak borcu vardır." denilmiştir. B u-h â r i' nin bir rivayetinde : "... ve ölen kadın üzerinde bir ay oruç borcu vardır"; başka bir rivayetinde: "... ve ölen kadın üzerinde on beş gün oruç borcu vardır" denilmektedir.

E 1 - H â f ı z, el-Fetih'te yukarıdaki değişik rivayetlerle ilgili olarak: Bâzıları bu değişikliğin, râvilerin kararsızlıklarından ileri geldiğini iddia etmişlerse de, bence bu değişiklik, olayların mütead­dit olmasından ileri gelmiştir. Diğer taraftan müracaatçının erkek ve­ya kadın oluşu ve ölmüş olan kadının anne veya kardeş oluşu, hadi­sin delîl sayılmasını olumsuz yönde etkilemez, demiştir.

Bu hadis, üzerinde oruç borcu olduğu halde kaza etmeden ölen kimseye bedel olarak yakınları tarafından oruç tutulmasının meş­ruluğuna delâlet eder. Hadîsçilerin kavli budur.

B ü r e y d e (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Ahmed, Müs­lim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Buhârİ de bunun bir benzerini tbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'dan mer-fu' olarak rivayet etmiştir. Onun rivâyetindeki müracaatçı, bir er­kektir. [170]


Oruç Borçlusu Olarak Ölen Yerine Oruç Tutmak Veya Fidye Ödemek Meselesi





El-Menhel yazarı, âlimlerin bu husustaki görüşlerim özetle şöyle açıklar : .

1- Ebû Hanîfe, Mâlik, el-Leys, Evzâi, S e v r i ve yeni kavlinde Şafiî: Ölü yerine oruç tutulmaz, de­mişlerdir. Ebû Hanîfe ve arkadaşlarına göre tutmadığı R a -m a z a n orucuna kaza etmeye muktedir olduğu halde kaza etme den ölen kişi, fidye çıkarılmasını vasiyyet etmişse, tutmadığı her gün •için bir fitre miktarı olarak yakınları tarafından çıkarılır.

M â 1 i k' e göre her gün için bir müd yâni bir fitrenin dörtte biri çıkarılır.

Bunların delili (1757 nolu) îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi ve N e s a î' nin Sünen-i Kübrâ'smda İbn-i Ab­bâs (Radıyallâhü anh) 'dan rivayet ettiği:

-Hiç kimse hiç kimse yerine namaz kılamaz ve hiç kimse hiç kimse yerine oruç tutamaz.»

hadisidir. Üçüncü ithl. Mâlik'in îbn-i Ömer (Radıyal-tehü anh)'den rivây-; ettiği İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) in bu hadîsimn benzeridir.

2- Hadis âlimleri: Üzerinde Ramazan, adak ve kefaret gibi oruç borcu jldu^j haîde kaza etmeden ölen kimsenin yakınla­rı onun yerine oruç tutabilirler, demişlerdir. Ebû Sevr, Tâ-vûs, el-Hasan, Zührî, Katâde, Hammâd ve eski kavlinde Şafii, böyle hükmedenlerdendirler.

Nevevî, Müslim1 in şerhinde : Biz bu kavlin sahîh ve seçkin olduğuna inanıyoruz. Fıkıh ve hadîs ilimlerini iyi bilen arka­daşlarımızın tahkikçileri bu kavli sıhhatli bulmuşlardır. Çünkü bu kavli te'yid eden apaçık ve sahih hadîsler kuvvetlidir, demiştir.

Bunların delilleri 1758 ve 1759 nolu hadisler ile Buhârİ, Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesai ve başka­ları tarafından  i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'dan merfu' olarak rivâ-

yet ettikleri: «Üzerinde oruç bor­cu olduğu halde ölen kimsenin velisi (yakım) onun yerine oruç tu­tar.» hadîsidir.

3- Ahmed, İs hak ve Ebû Ubeyd'e göre ölü­nün adak oruç borcu yerine yakını oruç tutar. Ve Ramazan oruç borcu yerine her gün için bir fitrenin dörtte birini fidye olarak çıkarır.

Bu gruptaki âlimler, İ bn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'ın 1757 nolu hadîsini. Ramazan orucu borcuna yorumlarlar. 1758 ve 1759 nolu hadisleri Ramazan orucundan başka oruç borç­larına yorumlarlar.

Müellifin bu hadislere ait açtığı bâbların başlığına bakılırsa, ken­disinin de hadîsleri bu şekilde yorumladığı kanısına varılır.

Bu orubun başka delilleri de vardır. Buraya aktarmaya gerek duy­madım. [171]


52- Ramazan Ayında Müslüman Olan Hakkındaki Bâb





1760) Atiyye bin Süfyân (Radıyallâhü ank)'âen; Şüyle demiştir.

Sâjüf kabilesinin müslümanlığı kabul etmesi konusu için Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanma giden heyetimizin bi­ze anlattığına göre; heyet Ramazan ayı içinde Onun yanına (Medine'­ye) varmışlar. O, hey'et için Mescid-i Nebevî'de bir çadır kurmuş; heyet müslüman olunca Ramazan ayının kalan kısmı oruç tutmuş lardır."

Höt: Zevftid'de Şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki Muhammed bin İshale tedlisçidir ve bunu îsfl bin Abdillah'tan an'ane İle rivayet etmiştir. İbnü'l-Medinl: Ve İsa'dan yalnız kendisi rivayet etmiş. İsa bin Abdlllah da meçhuldür, dâmiştir. [172]


İzahı





Zevâid türünden olan bu hadis, Ramazan ayı içerisinde müslümanlığı kabul eden bir kimsenin müslümanhğı kabullendikten sonraki günlerin orucunu tutmakla mükellef olduğuna delâlet edi­yor.

Sakif: Tâif'te bir kabiledir. Bu kabilenin A h 1 â f ko­lundan iki ve Beni Mâlik kolundan üç erkek olmak üzere kurulan beş kişilik hey'et, T â i f' ten M e d î n e ' ye Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî ile görüşmek üzere gelmişler. Ebû D â v û d ' un bu heyette bulunan Evs bin Huzeyfe (Ra­dıyallâhü anh)'den olan rivayetine göre A h 1 â f kolundan olan­lar, Muğire bin Şu'be (Radıyallâhü anh)'a misafir ol­muşlar. Benî Mâlik kolundan olanlar ise Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından misafir edilmişler. Ve Mes­cid-i Nebevi'de kurulan bir çadıra yerleştirilmişler. Bu hey'et, T e b ü k seferinden sonra ve Ramazan ayında Medine' ye varmışlar. [173]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




ORUÇ BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: ORUÇ BÖLÜMÜ   ORUÇ BÖLÜMÜ Icon_minitimeSalı Mayıs 04, 2010 1:24 pm

53- Kocasının İzni Olmaksızın Oruç Tutan Hakkındaki Bâb





1761) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhy<\en rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellrm) şöyle buyurdu, demiştir :

«Eşi hazırken izni olmadan kadın. Ramazan ayı orucundan başka gün oruç tutamaz.»"



1762) Ebû Saîd(-i Hudıî) (Radtyaüâhü ank)'den; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ eşlerinin izni olmaksı­zın kadınları (nafile) oruç tutmaktan nehiy buyurmuştur."

Not : Bunun isnadının Buhâri'nin şartı üzerine sahih olduğu Zevâid'de bil­dirilmiştir. [174]



İzahı





İlk hadîsi Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Bey-haki ve Dârimi de rivayet etmişlerdir.

El-Menhel yazarı şöyle der:

Yâni eşi, kadının bulunduğu şehir veya köyde hazırken kadın nafile oruç tutamaz. Ancak kocası açıkça veya zımnen izin verirse, meselâ, onun razı olduğunu bilirse oruç tutabilir. Hadis, kadının ko­casının izni olmaksızın nafile oruç tutmasının haram olduğuna delâlet ediyor. Çünkü kocanın ailevî ve beşerî hakkı kadına vâ-cibtir. Nafile oruç, bu hakkı gölgeler. Cumhurun görüşü budur. N e v e v i, el Mühezzeb şerhinde : Arkadaşlarımızdan bir cemâat, kadının kocasından izin almadan nafile oruç tutmasının mekruh ol­duğunu söylem." şse de sahih olan kavil, bunun haram âğıdır. Eğer eşinin izni olmadan kadın nafile oruç tutarsa, tuıtuğu oruç sahih ise de haram işlemiş olur. Bu oruç, gasb edilmiş evde namaz kılmak gi­bidir., demiştir.

Hadîsten anlaşılıyor ki, eşi hazır olmayan kadın nafile oruç tu­tabilir. Bu hususta ihtilâf yoktur.

Ramazan orucuna gelince, eşinin iznini alruddan kadın oruç tutar. Çünkü vaktinde tutulması farz olan bir oruçtur. Diğer taraf­tan Ramazan'da kocası da oruçlu olduğu için beşeri hak ve ihtiyacının gölgelenmesi söz konusu değildir. Belirli günlerde tutul­ması adanan adak oruç da Ramazan orucu hükmündedir. Çünkü o oruç günlüdür, vaktinde tutulması gerekir. [175]



54- Bir Kavme Misafirliğe Giden Kişi Onların İzni Olmadan Oruç Tutamaz, Babı





1763) Âtşe (Radtyaüâhü an/râ/dan rivayet edildiğine göre Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Adam bir kavme misafirliğe gittiği zaman, ancak onların izniyle

oruç tutabilir.»"

Not: Bu hadîsi Tirmizî de rivayet etmiştir. Tİrmizİ'nin senedi notta göste­rilmiştir. Tirmizî : Bu hadîs münkerdir. Bunu Hişâm'dan herhangi bir sıkanın ri­vayet ettiğini bilemiyoruz. Musa bin Dâvûd, Ebû Bekir el-Medinî'den, o da Hişam'-dan rivayet etmiştir. Bu Ebû Bekir, hadis ehli yanında zayıftır, demiştir. [176]



İzahı





Notta belirtildiği gibi T i r m i z İ de bu hadîsi başka bir se-nedle rivayet etmiştir.

Tuhfe yazan şöyle der: Misafirliğe giden kişi, ev sahibinden izin almadan nafile oruç tutamaz. Buradaki yasaklama tenzihen mekruh-luk içindir. Lv sahibinin gönlünü almak iç'.n oruç iznini almak ge­reklidir. Ebü't-Tayyib ise yasaklama hikmetini şöyle aç:k-lar : Misafir oruç tuttuğu takdirde ev halkına sıkıntı vermiş olabilir. Çünkü oruçlu için yemek hazırlamaya Önem vermek gerekir. îftar ve sahur yemeğini tam vaktinde hazırlama külfeti doğar. Fakat misa­fir oruç tutmazsa ev halkının yediği yemekten yiyer ve mezkûr sı­kıntılar söz konusu olmaz. Bir de şu var: Misafirin ev sahibine itaat etmesi misafirliğin âdâb ve usulündendir. Ev sahibine muhale­fet edince, âdaba aykırı hareket etmiş olur. [177]



55- Şükür Eden Oruçsuz, Sabreden Nafile Oruçlu Gibidir Diyen Hakkındaki Bâb





1764) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'c\en rivayet edildiğine göre; Peygamber (Saîlallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Şükür eden oruçsuz, sabreden nafile oruçlu mevkiindedir.»"



1765) Peygamber (Şaliallahü Aleyhi ve Sellcm)'h\ ashabından Sinan bin Senne el-Eslemî (Radıyallâhü anh)'<\z\\ rivayet edildiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Setİcyt) şöyle buyurdu, demiştir :

«Şükreden oruçsuz*. sabreden nafile oruçlunun sevabının misil vardır.»"

Not : Zevâid'de şöyle denmiştir : Bunun isnadı sahih olup ricali mevsuk zât­lardır, îbn-i Mâceh yanında Sinan bin Senne (R.A.)'m bundan başka hadisi yok­tur. Müellifin süneni müstesna. Kütüb-i Sitte de Sinan (R.A.)'m hiç bir hadisi yoktur. [178]



İzahı





Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m hadisini A h m e d , Tirmizi ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.

Zevâid türünden olan Sinan (Radıyallâhü anh)'in* hadisini A h m e d de rivayet etmiştir.

Sindi: Yâni nafile oruç tutmayıp gıdasını alan ve gücünü Allah'a itaat yolunda harcayan mümin, açlığa ve susuzluğa taham­mül ederek nafile oruç tutan gibidir. Çünkü ikisi de insan oğlunun yaratılış gayesi olan Allah Teâlâ'ya itaat, yolundadırlar. İkin­ci hadîsin zahirine göre ikisinin sevabı aynıdır. Lâkin maksat şu ola­bilir : Sabreden oruçlu sevap kazandığı gibi itaat ve İbâdete güçlü olarak yönelmek maksadı ile nafile oruç tutmayan da sevap kazanır, demiştir.

Cftmiü's-Sagîr Sârini el-Azizi de: Gazali demiş ki: Sabır ile şükürden hangisinin efdal olduğu hususunda âlimler ihti­laf etmişlerdir. Bâzılarına göre şükür, sabırdan efdaldır. Bâzıları bu­nun aksini söylemiştir. Bâzılarına göre sabır ile şükür fazilet bakı­mından eşittir, demiştir[179]



56- Kadir Gecesi (Nin Hangi Gece Olduğu) Hakkındaki Bâb





1766) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü t/«/f>'den; Şöyle demiştir: Bir yıl (Kadir gecesini aramak için) Resûlullah (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) ile beraber Ramazan'ın ortasındaki on gece (gündüz­leri ile beraber) îtikaf ettik. Resûlullah (Yirminci günün sabahı itikâf yerinden çıkarak bize) :

«(Uykuda) bana Kadir gecesi (nin tüm alâmetleri) gösterildi. Son­ra unutturuldu. Sizler Kadir gecesini Ramazan'ın son on gününün tek gecelerinde arayınız.» buyurdu." [180]



İzahı





Buhârî, Müslim, Mâlik, Ebû Dftvûd ve Ne-sal de bunu rivayet etmişlerdir.

Parentez içindeki ifadeler diğer rivayetlerden istifâde edilerek ilâ­ve edilmiştir.

Kadir kelimesi çeşitli mânâlara gelir. Bunlardan birisi kıy­met ve şereftir. Bu gecede yapılan ibâdetlerin sevabı bir aylık ibâ­detin sevabından üstün olduğu için bu geceye "Kadiı" ismi verilmiş­tir. Veya bu gece ibâdet işliyen mü'min, üstün kıymet ve şeref ka­zandığı için geceye bu isim verilmiştir.

Kadir kelimesinin ikinci mânâsı takdir ve tâyin etmektir. Ge­ceye bu ismin verilmesinin sebebi şudur : Bu geceden itibaren bir yıla kadar olan zamanda insanların karşılaşacağı Ölüm, rızık gibi tüm olaylar Allah tarafından ilgili meleklere bildirilir. Ve her me­leğe, yapacağı iş için emir verilir.

Sözü muteber olan tüm âlimler Kadir gecesinin varlığın? ve kıyamete kadar her yıl tekrarlandığına icmâ' etmişlerdir.

El-Menhel yazarının müteaddit-hadislere dayanarak verdiği bil­giye göre Kadir gecesinin şu alâmetleri vardır :

1- Kadir gecesinin sabahı güneş doğarken bembeyaz ve göz kamaştırmayacak tarzda pâk ve bir leğen şeklinde görülür. Sebebi de o gece sabaha kadar çok sayıda melek yere iner ve göklere çıkarlar. Meleklerin izdihamı dolayısıyla güneşin şiddetli ışığı âdeta gölgelen­miş gibi olur.

2- Kadir gecesi çok sakin olur. Ne fazla soğuk ne de fazla sıcak olur.

3- Kadir gecesinde sabaha kadar yıldız kayması görülmez.

4- Herşey o gece secde eder. T a b e r î' nin bir cemaattan rivayet ettiğine göre o gece ağaçlar secde edercesine yere eğilir ve doğrulur.

Müslim'in Ebû Said iRadıyallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kadir ge­cesini aramak üzere R a m a z a n ' in ilk on günü itikâf etmiş, sonra ikinci on günü itikâf etmiş, daha sonra :

"Kadir gecesinin Ramazan'ın son on gününde olduğu bana söy­lendi. Bu son on günde itikâf etmek isteyenlere itikâfa girsinler." bu­yurdu. Bunun üzerine sahâbîler Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber itikâfa girdiler.

Hadîste belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) rüyasında Kadir gecesinin hangi gece olduğunu ve alâmetlerini görmüş, sonra hangi gece olduğu Allah tarafından unutturulmuştur. Unutturulma sebebini Bu h â r İ' nin rivayet ettiği bir hadîste Ubâde bin es-Sâmit (Radıyallâhü anh) şöyle anlatmıştır:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bize haber vermek için çıktı da iki müslüman adamın kavga ettiğini gördü ve,

«Ben Kadir gecesini size haber vermek için çıktım da fatan ve falan adam kavga etti. Bunun üzerine Kadir gecesi (bildirilmesi) kal­dırıldı. Kaldırılmasının sizin için daha hayırlı olduğu umulur. Artık siz o geceyi Ramazan'ın 29, 27 ve 25'nci gecelerinde arayınız.» bu­yurdu.

Kadir gecesinin tâyin edilmemesinin hikmeti şu olabilir : Mü'-miraler o geceyi tanısaydılar yalnız o geceyi ihya etmekle yetinip di­ğer gecelerin ihyasını bırakabilirlerdi.

Hadîs, Kadir gecesinin, Ramazan'ın son on gününün tek gecelerinde aranmasını emretmiştir.

Kadir gecesinin. Ramazan'm hangi gecesinde oldu­ğuna dâir değişik rivayetler vardır. 17, 21, 23, 25, 27, 29 gecelerine âit rivayetler olduğu gibi, 22, 24 ve 26. gecelerine âit rivayetler de vardır. El-Menhel yazarının dediği gibi bâzı âlimler bu rivayetlerin sayısını 44'e çıkarmışlardır. En kuvvetli rivayet, 27'nci geceye âit olan rivayettir. [181]


57- Ramazan Ayının Son On Gününün Fazileti Hakkındaki Bâb







1767) Âişe (Radtyallâhü ankâ)'ûnn: Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ramazan'ın son on gününde ibâdetler hususunda başka zaman göstermediği ciddî bir çalışma (ve üstün gayreti) gösterirdi."

1768) Aîşe (Radıyallâhü anhây&vm\ Şöyle demiştir:

Ramazan'in son on günü girince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seli e m) gecesini ihya eder, (ibâdet hususunda) ciddi bir çalışma­ya girer ve aile fertlerini (ibâdet için) uyandırırdı." [182]



İzahı





ilk hadisi Müslim, Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.

ikinci hadisi Tirmizi hâriç Kütüb-İ Sitte sahipleri ve Bey haki de rivayet etmişlerdir.

Hadisler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Kadir gecesini aramak için veya fazla ibâdet etmek için Ramazan'in son on günü ciddî bir çalışmaya girdiğine ve başka zaman gösterme­diği gayreti gösterdiğine delâlet ediyorlar

El-Menhel yazarı ikinci hadisin açıklaması bahsinde şöyle der.

"Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) R a m a z a n'm son on gününde gecenin çoğunu ibâdetle geçirirdi. Çünkü gece na­mazı bahsinde rivayet edilen bir hadîste «Âişe (Radıyallâhü anhâ) Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hiç bir geceyi sabaha kadar ibâdetle geçirmemiştir.»" demiştir.

Nevevî de: Âişe (Radıyallâhü nnhâl'nin "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceyi ihya ederdi" sözünün mânâsı; gecenin tamamını namaz ve şâir ibâdetle geçirirdi, demektir. Arka­daşlarımızın, gecenin tamamını ibâdetle geçirmenin mekruhluğuna dâir sözüne gelince; Bu sözün mânâsı; Yıl boyunca böyle yapmak­tır. Arkadaşlarımız, bir iki gece veya on geceyi sabaha kadar ibâ­detle geçirmenin mekruh olduğunu söylememişlerdir. Bunun içindir ki, her iki bayram gecesinin tamamını ve başka geceleri ibâdetle ih­ya etmenin müstehablıgı üzerinde ittifak etmişlerdir, demiştir.

Mi'zer: Belden aşağı giyilen elbiseye denilir. Bunun diğer bir is mi de 'İzâr'dır. Hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem )'in bu on gün girdiği zaman izârını sıktığı bildiriliyor. Bu cümle şâir zamanlardaki âdetinden fazla ibâdet hususunda ciddi çalışmasından kinayedir. Veya hanımlarından uzak kalmasından kinayedir. Hat tabî' nin dediği gibi mezkûr iki anlamdan kinaye olabilir Bu nun yanında cümlenin hakiki mânâsı da kastedilmiş olabilir.

Hadîsin "aile efradım da uyandırırdı." cümlesinden maksad; aile efradından gece ibâdetine kalkmaya gücü yeten aile fertlerini uyan­dırmaktır, Muhammed bin Nasr'ın Zeyneb bint-i Ümmü Seleme CRadıyallâhü anhâ) dan olan bir rivayetinde "güç yetmesi" kaydı vardır. [183]



58- İtikâf Hakkında Gelen Hadîsler Babı





İtikâf: Bu kelimenin sözlük mânâsı, br yerde kalmak, bir şeye bağlanmak ve ayrılmamaktır. Şer'i Şerifte ise ibâdete açık bulunan bir camide ibâdet maksadı ile kalmaktır. Kadınlar ise evlerinde na­maza ayırdıkları odada itikâf ederler. Cemaatın girip çıktığı mescit­lerde itikâf etmeleri mekruhtur

ttikâfın meşruluğu hususunda âlimler müttefiktirler. Fakat hü­küm ve süresi hususunda ihtilâf etmişlerdir. El-Menhel yazan bu ihtilâfı şöyle anlatır:

1- Hanefî âlimlerine göre itikâf vacip, Sünnet-i Müekkede ve müstehap olmak üzere üç kısma ayrılır.

a) îti kafa girmeyi adayan için itikâf etmek vâcibtir. Adak iti kaf "Allah için şu kadar zaman itikâf etmeyi adadım" şeklinde mut­lak yan bir şarta bağlı olmadan olabilir. Bir de "Allah falan adama şifâ verirse şu kadar süre itikâf edeceğim" şeklinde şarta bağlı olabi lir. Şart gerçekleşince itikâf vacip olur.

b) Ramazan ayının son on gününde itikâf etmek Sünneti Müekkededir.

c) Şâir zamanlarda itikâf etmek müstehabtır.

2- Şafiî ve Ahmed'e göre itikâf sünnettir. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buna devam etmiştir. A hm e d : İtikâfın sünnet oluşuna muhalif kalan kimseyi bilmiyorum, demiştir. Adak olan itikâf ise âlimlerin ittifakıyla vâcibtir.

3- Mâlik ve arkadaşlarına göre itikâf müstehabtır. M â -1 i k î mezhebindeki bir kavle göre sünnettir[184]



İtikâfın Asgarî Süresi





1- Hanefîler'e göre nafile itikâfm en az süresi bir saat­tir. Bir kavle göre bir gündür. Vacip olan itikâfm asgari süresi bir gündür.

2- Şafii ve arkadaşlarına göre itikâfm en az süresi bir lahzadır. Bir günden az olmaması müstehabtır. Ahmed'in meş­hur kavli ve Dâvûd-i Zahiri' nin kavli de budur.

3- M â 1 i k' in meşhur kavline göre itikâfın en az süresi bir gündür. Zayıf bir kavle göre üç gündür Başka kaviller de vardır.



1769) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)\\en: Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) her yıl (Ramazan ayın­da) on gün itikâf ederdi. Vefat edeceği yıl olunca (Ramazan ayında) yirmi gün itikâf etti ve her yıl (Ramazan ayınca Cebrail aleyhisss-lâm tarafından) O'na Kur'an bir defa arzedilirdi. Vefat edeceği yıl olunca O'na iki defa arzedildi."



1770) Übeyy bin Ka'b (Radıyollûhü anh)'(\en. Şöyle demiştir:

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (her yıl) Ramazan'ın son on günü itikâf ederdi. Bir yıl (Ramazan'da) sefere çıktı. Gelecek yıl olunca (Ramazan'da) yirmi gün itikâf etti." [185]



İzahı





Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh)'ın hadisini T i r m i z i hâriç Kütüb-i Sitte sahipleri, Dârimi ve Beyhakî riva­yet etmişlerdir. Bâzı rivayetlerde Kur'an'm Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sunuluşu ile ilgili kısım yoktur. Ancak bu kısım Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in vefatıyla ilgili bölümde 1621 nolu A i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hadisinde de geçmiştir.

Hadîsteki: «Her yıl» ifâdesi yerine Müslim de: «Heı Ramazan'da» ifâdesi vardır.

Her yıl on gün itikâf ettiği halde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in son yıl yirmi gün itikâf etmesinin sebebi hakkında el-Menhel yazarı şöyle der:

Sebep şu olabilir: Cebrail (Aleyhisselâm) her yıl Peygam­ber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) ile bir defa Kur'an müzâkere eder­di. Son yıl iki defa müzâkere etti. Bu nedenle itikâf süresi de iki ka­tına çıkarıldı. Sebebin şu olması da muhtemeldir: Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) ömrünün sonuna ermek üzere olduğunu bilmişti. Ümmetine örnek olmak üzere ömrünün sonunda fazla ha­yır yapmak istedi. Ta ki ümmetide ömürlerinin sonuna doğru hayra­tım çoğaltarak ciddî çalışmayla en hayırlı durumda Allah'a kavuş­sunlar.

İbnü'l-Arabi: Sebebin şu olması muhtemeldir: (1771 no­lu hadîste anlatıldığı gibi) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "in hanımlarının bir birine adetâ kıskanarak mescidde çadır kurdurup itikâfa girmeleri yüzünden Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o yıl Ram azan1 m son on günündeki itikâfı terkederek o yıl bunun yerine Şevval ayında on gün itikâf etmişti. Ertesi yıl geçen yılın Ramazan itikAfım kaza etmek niyetiyle itikâfını on gün uzatmıştır, demiştir.

Bir başka ihtimal; 1770 nolu hadîste belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir yıl R a m a z a n' da yolculuk ettiği için itikâf etmemişti. Buna karşılık ertesi yıl yirmi gün itikâf etti.

Übeyy- (Radıyallâhü anh)"in hadisini Ebû Dâvûd, Ne-sal ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir. T i r m i z i de bu­nun benzerini E n e s (Radıyallâhü anh) 'den rivayet etmiştir. Ebû D â v û d' un rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)'in itikâf etmediği yıl "yola çıktığı" ifâdesi yoktur.

El-Menhel yazan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in er­tesi yıl yirmi gece itikâf etmesi ile ilgili olarak şöyle der:

"Yâni on günlük itikâf, bir yıl önce yapılmayan itikâfa karşılık ve on günlüğü de o yılki itikâf olarak yapılmıştır. Bu duruma göre itikâf, ya Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e vâcibti ya da çok önemli bir sünnetti.

Bu hadisten anlaşılıyor ki; belirli günler itikâfı âdet edinmiş bir kimse o İtikâfı zamanında yapma imkânını bulamadığı takdirde oznı kaza edebilir.

îtikâfa giren kişi, niyet ettiği süreyi doldurmadan itikâfa ara verdiği takdirde bâzı âlimlere göre itikâfını kaza etmesi gerekir. On­ların delili, (1771 nolu) hadîstir. Hanefi ve Mâliki mez heblerinin kavli de budur.

Bâzı âlimler de: O itikâf adak gibi vâcib nevinden olmayıp sün­net bir itikâf ise kaza etmesi gerekmez, demişlerdir. Şafii' nin kavli de budur. Şafiî: Yapmaya mecbur olmadığın her hangi bir ibâdete başladıktan sonra yarıda bırakırsan bilâhere kaza etmen vacip değildir. Bundan hac ve umre müstesnadır, demiştir. [186]



59- İtikâfa Başlıyan Ve İtîkâfı Kaza Etmek Hakkında Gelen Hadîs Babı





1771) Âişe (Radıyallâkü anhâ)'dan; Şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) itikâf etmek İstediği zaman sabah namazını kılar, sonra itikâf etmek istediği (Mesciddeki yere) giderdi. (Bir yıl) Ramazanın son on günü İtikâf etmek istedi. Emir buyurdu. Kendisi için (Mescid içinde) bir çadır kuruldu. Son­ra Âişe (Radıyallâhü anhâ) bir çadır getirilmesini emretti. Ona da bir çadır kuruldu. Hafsa (Radıyallâhü anhâ) da bir çadırın getiril­mesini emretti. Onun için de bir çadır kuruldu. Zeyneb (Radıyallâ­hü anhâ), Âişe İle Hafsa (Radıyallâhü anhümâVnm çadırlarını görün­ce O da bir çadırın kurulmasını emretti. Onun için de kuruldu. Son­ra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu durumu görünce (muhterem üç hanımına hitaben) :

«Siz hayır ve takva mı istiyorsunuz?» buyurdu. Ve (O yıl) Ra­mazan" da itikâf etmedi. Şevvâl'de on gün itikâf etti." [187]



İzahı





T i r m i z i hâriç Kütüb-i Sitte sahipleri ve Beyhakİ de bunu rivayet etmişlerdir.

Hadis, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in itikâf ettiği yere sabah namazından sonra girmeyi itiyad hâline getirdiğine delâ­let eder.

Bir gün veya daha fazla sürece itikâf etmek isteyenin itikâf ede­ceği yere ne zaman gireceği hususunda âlimler ihtilâf etmişlerdir.

Evzâî, Sevri ve Leys bin Sa'd'a göre sabah namazından sonra itikâf yerine girilir.

Dört mezheb imamlarının dâhil olduğu bir cemaata göre güne­şin gurubundan biraz önce itikâf yerine girilir. Bunların delili B u -h â r î' nin rivayet ettiği Ebû Said-i Hudri (Radıyal­lâhü anh) in :

"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (Ramazan ayının) aşr-ı evsat (yâni ortasındaki on gece) m d a itikâf ederdi. (Bir defa­sında) yirmi birinci gece olunca, ki bu geceyi izleyen sabah itikattan çıkardı. O gece buyurdu ki i

«Benimle beraber itikâf ta olanlar son on günde itikâf etsinler.» mealindeki hadisidir. Bu grubtaki âlimler: Hadîste "Aşr" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime "On gece" anlamını ifâde eder. "Aşret" ke­limesi olsaydı "on gün" mânâsını ifâde edecekti. Nitekim Allah Teâlâ:

= «Zilhicce'nin on gecesine andolsun."[188] buyurmuş­tur Yâni gece sayısını belirten kelime "Aşr" olarak Kur'an'da kulla-nıin../tır. Aşr-i ahirin ilk gecesi yirmi birinci gecesidir.

Bu grubtaki âlimler bu bâbtaki  i ş e (Radıyallâhü anhâ)nın hadisine şöyle cevap verirler: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) akşama doğru itikâf niyetiyle mescide girmiş, gece tenha oldu­ğu için geceyi orada geçirmiş ve sabah namazından sonra kendisi için nıescid içinde kurulan çadıra girmiştir.

Bu hadise başka cevaplar da verilmiştir. [189]



İtiraftan Çıkma Vakti





l- Ebû Hani f e ve Şafii'ye göre bayram akşamı yâni Ram azan'm son günü güneş battıktan sonra itikâftan çıkılır.

2- M â 1 i k ' e göre ise bu şekil yapmak caiz olmakla beraber, müstehab olan şekil bayram namazından sonra itikâftan çıkmadır. [190]



İtirafın Kaza Edilmesi





Hadis, itikâfa başlayan bir kimsenin bir maslahat için itikâfını yarıda bırakmasının câizliğine delâlet eder. Çünkü Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) itikâfını tamamlamadan çıkmıştır.

Yarıda bırakılan itikâfın kaza edilip edilmiyeceği hususunda ih­tilâf vardır:

Mâlike göre kaza edilmesi gerekir. İster adak olan itikâf olsun, ister sünnet olan itikâf olsun. Ramazan' daki itikâf olsun. Başka aylardaki itikâf olsun. Hüküm budur.

Diğer üç mezheb imamlarına göre eğer girilen itikâf vacip bir itikâf ise kazası gerekir, değilse gerekmez. Çünkü Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) itikâfını yanda kesen eşlerine, kaza etme­lerini emretmemiştir. Kendisinin o yıl S e v v â 1 ayında itikâf et­mesine gelince, o itikâf kendisine vâcib olduğu için değildir. Bir ibâ­det yapmak istediği zaman onu tamamlamak iştiyakından dolayıdır. Ramazan'da yapmadığı itikâfı Ş e v v â 1' de nafile olarak kaza etmiştir. Kaza etmeye mecbur olduğu için yapmamıştır. Nitekim bir gün meşguliyeti dolayısıyla kaçırdığı öğlenin son sünnetini ikindi namazından sonra kaza etmiştir.

Buhar i' nin rivayetinde  iş e (Radıyallâhü anhâVnın itikâf için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den müsaade al­dıktan sonra kendi itikâfı için Mescid'de çadır kurdurduğu belirtil­miştir. H af s a (Radıyallâhüanhâî'nınkinin de böyle olduğu Ne-s a i' nin rivayetinde belirtilmiştir. Fakat efendimizin diğer hanı­mı Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ)'nın müsaade aldığına dâir bir kayda rastlamadım.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), hanımlarının üçünün çadırlarım görünce: «(Bununla siz hanımlar!) hayır ve takva mı istiyorsunuz?» buyurmuştur. Yâni hayır ve takva istemi­yorsunuz.

Ebû Davud'un rivayetinde : Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem)'in hem kendi çadırını hem de (muhterem) eşlerinin çadırlarını yıktırdığı belirtilmiştir.

Hanımların çadırlarını şu sebeple yıktırmış olması muhtemeldir: Hanımları, O'na düşkünlükleri dolayısıyla bir kıskançlık duygusuy­la itikâf yarışma koyulmaları endişesi Peygamber (Sallallahü Aley­hi ve Sellem) de belirmiş olabilir, veya Mescid-i Nebevi içinde çadır­ların çokluğu cemata izdiham ve sıkıntı veriyordu.

Hanımların itikâflarını yarıda kesmelerine gönüllerinin yatışma­sı için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kendi çadırını yık­tırmış olması muhtemeldir. [191]



Hadisin Fıkıh Yönü





1. İtikâfa girme zamanı sabah namazından sonradır. Bu husus için yukarıda gerekli izah verildi.

2. İbâdet ihtiyacı için mescidde çadır kurmak caizdir.

3. Kadınlar mescidde itikâf edebilirler.

4. Kadın, kocasının izniyle bile itikâfa başlamış iken kocası ona mâni olabilir ve yarıda bıraktırabilir. Cumhur'un kavli budur. M â -1 i k ' e göre izin veren koca mâni olamaz.

5. îtikâfa başlayan kimse bir yarar düşüncesiyle itikâfını yan­da bırakabilir.

6. itikâf kaza edilebilir. Bu husus yukarda izah edildi. [192]


60- Bir Gün Veya Bir Gece İtikâf Etmek Hakkındaki Bâb





1772) Ömer bin el-Hattâb (Radtyaliâkü ank)'den rivayet edildiğine göre:

Üzerinde, câhiliyyet (zamanın) da nezretmiş olduğu bir gecelik itikâf borcu vardı. (Bu durumu) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e sormuş ve Peygamber, itikâf (borcunun) ifâsını O'na em­retmiştir." [193]



İzahı





Buhar i. Müslim ve Ebû Dâvûd da bunu rivayet etmişlerdir.

Ömer (Radıyallâhü anh)ın Mescid-i Haramda itikâf etmeyi adadığı B u b â r i' nin rivayetinde belirtilmiştir.

Bir kimse kâfir iken dinimizce meşru sayılan bir şey adayıp son­ra müslüman olursa, o adağı ifa etmesinin gerekliliği bu hadîsten an­laşılıyor.

H a t t â b ı : Bu hadis, kâfir bir kimsenin yemin ettikten son­ra müslünıanlığı kabul eder ve sonra o yemini bozarsa, yemin kefa­retini ödemesinin gerekliliğine delâlet eder. Şafii böyle hükmet­miştir. Ebü Hanife, onun arkadaşları ve Mâlik demiş­ler ki : Kefaret gerekmez. Çünkü Müslümanlığa girmekle küfür za­manında i$lenmiş olan tüm günahlar bağışlanır, demiştir.

Bu hadîs, Ömer (Radıyallâhü anh)'ın boynundaki itikâf bor­cunun bir gecelik olduğuna delâlet eder. Buhâri ve Müs­lim' deki rivayet de böyledir. Ebü Dâvûd'un rivayetinde ise "Bir gün veya bir gece" ifâdesi vardır. M ü s 1 i m ' in bir riva­yetinde "Bir gün" ifâdesi bulunur.

Ibn-i Hibbân, bu rivayetlerin arasını şöyle bulmuştur : Ömer (Radıyallâhü anh) bir gün ve bir gece itikâf etmeyi nezret-nıiştiı. Artık bütün rivayetler buna göre yorumlanır. Yâni bir gece-duıı maksad gündüzü ile beraber bir gecedir. Keza bir günden mak­sat gecö ve gündüzün ikisidir.

Müellifimiz, galiba bu değişik rivayetleri dikkate aldığı için bâb'ın başlığında "Bir gün veya bir gece" demiştir. [194]


61- 'Mutekîf (Îtikâfta Olan) Mescidin Belirli Bir Yerinde Devamlı Durur Babı





1775) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'6an: Şöyle demiştir: Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ramazan'ın son on ge­cesi itikâf ederdi.

(Râvi) Nâfi' demiştir ki: Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü an-hümâî Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in itikâf ettiği (Mes-ciddeki yeri bana gösterdi."



1774) (Abdullah) bin Ömer (Radtyaliâkü ankümâydan. Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) itikâf edeceği zaman Onun yaygısı (Mescid'deki) tevbe sütununun arkasına atılırdı veya yatağı oraya koyulurdu."

Not : Zevaid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahih ve ricali sıka zatlardır. [195]



İzahı





Müslim, Ebü Dâvûd ve Beyhaki de bunu ri­vayet etmişlerdir. Bu hadis. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)'in Mescidi Nebevi'nin belirli bir yerinde itikâf ettiğine delâlet eder. Zevâid türünden olan ikinci hadis de o belirli yerin tevbe sü­tununun arkasında olduğunu bildirir. Beyhaki de ikinci hadîsi rivayet etmiştir. Ordaki rivayette: ilâvesi vardır. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tevbe sütu­nunun kıble yönüne düşen tarafında itikâf eder ve sütuna dayanırdı.

Hadis, Peygamber (Sattallahü Aleyhi ve Sellem)'in mescidde iti­kâf ettiğinin delilidir. O'nun mescidden başka bir yerde itikâf ettiği sabit olmamıştır. Bu nedenle âlimler itikâfm mescidde yapılmasını şart koşmuşlardır. Ancak itikâfın yapılabileceği mescid nev'i husu­sunda ihtilâf vardır. Şöyle ki:

1- Ebû Hanife, Ahmed ve Ebü Sevr'e göre itikâf, cemaatla namaz kılınan mescidlerde edilir. Cemaat olmayan mescidlerde edilemez. Çünkü namazı cemaatla kılmak A h m e d ' e göre vacip, Ebû Hanife'ye göre Sünnet-i Müekkededir. Ce­mâat olmayan mescidde itikâf eden kimse, namaz vakitlerinde ora­dan çıkıp başka camilere giderse, Onun iki de bir itikâf yerinden çıkması itikâf amacına ters düşer. Bulunduğu mescidde namazını cemaatsız kılarsa vacip veya Sünnet-i Müekkede olan cemâati ter-ketmiş olur.

Ebû Yûsuf tan gelen bir rivayete göre vacip itikâfın hük­mü budur. Fakat vacip olmayan itikâf mescidde ve başka yerde de edilebilir.

2- Şâfiîler'e göre itikâf yalnız mescidlerde yapılır. Beş vakit cemaatla namaz kılınan cami ve mescidlerde itikâf etmek ef-daldır.

3- Mâlike göre itikâf halka açık olan her mescid'de ya­pılabilir. Evlerde ibâdete tahsis edilen odada olmaz.

Yukardaki izah erkekler hakkındadır. Kadınlara gelince, Ebû H a n i f e ' ye göre mescidlerde itikâf edebilirler. Fakat kendi ev­lerinde ibâdete ayırdıkları odada itikâf etmeleri efdaldır.

Diğer üç mezhep imamına göre kadınlar evlerindeki ibâdet oda­sında itikâf edemezler. Mescidlerde edebilirler.

Kadının mescidde itikâf etmesinde bir fitne tehlikesi varsa itikâf etmesi âlimlerin ittifakıyla caiz değildir. [196]
62- Mesciddekî Çadırda İtikâf Etmek Babı





1775) Kbix Saîrl-î Hurin (RadtyaUâhü ank)\\tv\\ Şöyle demiştir :

ResûlulJah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (Mescid'de keçeden mamul) bir Türk çadırında itikâf etti. Çadırın kapı yerinde bir ha­sır parçası vardı. Ebû Saîd demiştir ki: Resûlullah bu hasırı eliyle aldı ve çadırın bir tarafına koydu. Sonra başını çadırdan dışarı çı­kardı ve (Mescidde bulunan) cemaata hitap etti." [197]



İzahı





Müslim bu hadisi uzun bir metin hâlinde rivayet etmiştir. Oradaki rivayette Ebû S a i d (Radıyallâhü anh) daha önceki cümlelerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in R a m a-z a n ' in ilk on gecesi itikâf ettiğini rivayet etmiştir. Ve ikinci on gece itikâfından sonra Mesciddeki cemaata yaptığı hitabede şöyle bu­yurduğunu belirtmiştir:

«Ben şu (Kadir) gecesini arayarak ilk on gece itikâf ettim. Son­ra ikinci on gece itikâf ettim. Sonra bana gelindi ve Kadir gecesinin son on gecede olduğu bana söylendi. Artık (Bu on gece) itikâf etm^k isteyenler itikâf etsinler.» Cemâat da O'nunla beraber itikâf ettiler. Buyurdu ki; «Bana Kadir gecesi tek gecede gösterildi.» [198]


63- 'Mutekif (İtikâf Eden) Hastayı Ziyaret Eder Ve Cenazelere Katılır' Hakkındaki Bâb





1776) Aişe (R adı yalla hu ankâyâan; Şöyle demiştir:

Ben (Mescid'de itikâfta iken) odamda hasta bulunduğu hâlde (kaza-ı) hacet için girerdim de hastanın hâlini sadece yanından ge­çerek sorardım. Aişe (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki:

Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (ev halkı ile beraber) itikâfta oldukları zaman odasına yalnız (kaza-ı hacet) için girerdi."



1777) Enes bin Mâlik (Radtyallâkü a»*;'den rivayet edildiğine göre: Resülullah (SaUaliahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Mutekif, cenazeyi takip eder ve hastayı ziyaret eder.-

Not : Zevâid'de şöyle söylenmiştir : Bunun senedi zayıftır. Çünkü râvilerden Abdülhalık, Anbese ve el-Heyyaç zayıftırlar. Ayrıca bu hadis, kendisinden daha kuvvetli olan :

«Peygamber

mealindeki < 1776 nolu> hadise ters dusmus durumdadır. [199]


İzahı





 i ş e (Radıyallâhü anhâ>'nm. hadîsini Müslim, E b û Dâvûd, Tirmizi ve Mâlik'de rivayet etmişlerdir. An­cak oralardaki rivayetlerde  i ş e (Radıyallâhü anhâl'nın kendi durumunu belirten hadîsin baş kısmına rastlamadım.

Hadîsin baş kısmından çıkarılan sonuç: Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'nın yalnız dışarı çıkma ihtiyacım-defetmek için Mescid'den oda­sına geçtiği, başka ihtiyaçlar için odasına girmediği, kendisi itikâfta iken odasında bir hastanın bulunduğu, hastayı normal ziyaret etme­diği ve ancak mezkûr ihtiyacı için odasına girdiği zaman hastanın yanından geçerken hâlini sorduğudur.

Ebü Dâvûd'un Âişe (Radıyallâhü anhft)'dan rivayet ettiği bir hadiste Âişe {Radıyallâhü anhâ) :

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İtikâfta İken hasta­nın yanından geçerken hâlini sorardı. Fakat onun yanında durmay­dı." demiştir.

Ebü Davud'un başka bir rivayetinde Âişe (Hadıyal-lâhü anhâ) :

"Mutekifin hastayı ziyaret etmemesi, cenazeye katılmaması, bir kadına şehvetle dokunmaması, onunla cinsel münâsebette bulunma­ması, dışarı çıkma ihtiyacı hâriç başka bir ihtiyaç için mescidden dı­şarı çıkmaması sünnet (Peygamber'in yolun) dandır." demiştir.

Hulâsa bütün bu rivayetlerden çıkan sonuç şudur ki:

Mutekif hasta ziyaretine çıkamaz. Ancak abdest bozmak ihtiya­cı için dışarı çıkarken bir hastanın yanından geçtiği zaman onun ya­nında durmadan hâlini sorabilir. Mutekif abdest bozmak ihtiyacı için dışarı çıkabilir. Mutekif cenazeyi takip etmek için de çıkamaz.

Mutekifin cenazeyi takip edebileceği ve hastayı ziyaret edebile­ceği Enes (Radıyallâhü anhl'ın hadîsinin zahirinden anlaşılıyor ise de notta belirtildiği gibi senedi zayıftır. Sonra kuvvetli hadîslere muarızdır. Çünkü Âişe (Radıyallâhü anhâ) nın yukardaki ha­disi ve Müslim, Tirmizi ile Ebû Davud'un riva­yet ettikleri benzeri hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel­lem)'in abdest bozmak ihtiyacından başka hiç bir maksatla odasına girmediği bildirilmiştir. [200]


Mutekifin Hasta Ziyareti Ve Cenaze Takibi Hakkındaki Âlimlerin Görüşleri





1. Hanefi âlimleri: Vacip, sünnet ve müstehab itikâflar arasında fark vardır. Vacip ve sünnet itikâflara başlamış olan bir kimse. Cuma ve Bayram namazlarını kılmak gibi şer'î bir mazeret ve­ya abdest bozmak, necaseti gidermek, boy abdesti almak "e a bel es t yenilemek gibi tabiî bir özür olmadan ne gece ne de gündüz itikâf yerinden mescidin dışına çıkamaz, çıkması haramdır. Bir de mesci­din yıkılması, bir zâlimin cebren onu çıkarması ve can veya mal em­niyetinin olmaması gibi zaruretler karşısında çıkabilir.

Yukarda anlatılan şer'î, tabii veya zarurî mazeretler dolayısıyla itikâf yerinden dışarı çıkan bir kimsenin itikâfı bozulmaz. Ve çıkma­sı caizdir.

Vacip veya sünnet itikâfa başlayan kimse, hasta ziyareti, cenaze­yi teşyi', sel veya yangında hayatî tehlikede olanı kurtarmak niye­ti ile itikâf yerinden dışarı çıkarsa itikâfı bozulur. Fakat günah işle­miş olmaz.

Müstehab itikâf ise bunun belirli bir süresi yoktur. İtikaf niyetini getirerek mescide giren kimse orada kaldığı sürece itikâfta sayılır. Mescidden çıkınca itikâfı sona ermiş oîur, demişlerdir.

2. Şâf i i ler : Adak itikâf ile adak olmayan itikâfı ayıra­rak adak itikâfa başlayan kimse, yemek ve abdest bozmak zaruri ih­tiyaçlar hâriç başka maksat ve ihtiyaçlar için çıkamaz. Şu halde has­ta ziyaretine ve cenaze uğurlamaya çıkamaz. Ancak cenazenin teç­hiz ve tekfini için hizmet edecek başka kimse yoksa çıkar. Mezkûr zarurî ihtiyaçları görmek için dışarıya çıkmış iken bir hastanın ya­nından geçtiği zaman orada beklememek kaydı ile hastanın hâlini sorabilir.

Adak olmayan itikâfa giren kimse ise hasta ziyareti gibi maksat­larla çıkabilir, demişlerdir.

3. M â 1 i k ' e göre mutekif, hasta ziyaretine, cenazeyi uğurla­maya veya cenaze namazını kılmaya çıkamaz Çıkarsa itikâfı bozu­lur.

Mutekif, babası veya annesi veyahut ikisi hastalandığı zaman çı­kabilir ve itikâfı bozulmuş olur. Fpkat günah işlemiş olmaz. Çünkü çıkmazsa baba ve anasının hakkına riâyet etmemiş sayılır.

Babası ve anası beraber öldükleri takdirde onların cenazesine katılmak için mezkûr kavle göre çıkamaz. Fakat bunlardan birisi ölürse onun cenazesine çıkar. Çünkü çıkmazsa hayatta kalan babasını veya anasını incitmiş olur.

Zühri, Atâ', Urve ve Mücâhid de böyle hük­metmişlerdir.

4. Hanbelîler'e göre itikâf, vacip nev'inden ise ne hasta ziyaretine, ne cenaze uğurlamaya ne de başka maksatla çıkamaz. Ancak itikâfı nezr edeıken mezkûr işler için çıkmayı şart koşmuş ise çıkabilir.

Vacip olmayan itikâfta ise çıkabilir. Fakat çıkmaması daha iyidir.

Vacip olan itikâfta iker abdest bozmak gibi zarurî ihtiyaçlar için çıktığında bir hastanın yanından geçerken orada durmamak şartı ile hâlini sorabilir. [201]


64- Mutekif, Başını Yıkar Ve Saçını Tarar' Hakkında Gelen Hadis Babı







1778) Aişe (Radtyallâhii anhâ)Vtan : Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) itikâfta iken (hücremin kapısından) başını bana yaklaştırırdı. Ben de hücrem içinde ve ha-yızh iken O da mescid içinde olduğu halde (bana yaklaştırdığı) ba­şını yıkardım, saçını da tarardım." [202]



İzahı





Kütüb-i Sitte sahipleri, Ahmed ve Beyhakî bunu bir birine yakın sözlerle rivayet etmişlerdir. [203]



Hadîsten Çıkarılan Hükümler:





1. Mutekif mescidden ayrılmamalıdır.

2. Mûtekifin vücûdunun bir kısmı mescidin dışına çıksa zarar vermez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeJlem) Mescid-i Nebevi'yeye açılan  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nın hücresinin kapısı­nın yanında durup mübarek başını kapıdan hücreye doğru uzatmıştır. 3. Mûtekif başını yıkar, saçlarını tarar ve bu işleri başkasına gördürebilir.

El-Menhel yazarı: Tıraş olmak, koltuk altı kıllarını yolmak, tır­nak kesmek ve bedeni temizlemek hükmü de budur, demiştir.

H a t t a b î : Hayız hâlindeki kadının bedeninin temiz olduğu ve bir eve girmemek için yemin eden bir kimsenin, vücûdu dışarıda olduğu halde yalnız başını o eve sokmakla yeminini bozmuş olmadığı bu hadîsten anlaşılır, demiştir. [204]



65- Mutekifi Mescid İçinde Eşî Ziyaret Eder' Babı





1779) Peygamber (SaltaUakü Aieyki ve Sellem)' in zevcesi Safiyebint-i Huyey (Radtyallâfıü onAdJ dan rivayet edildiğine göre :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ramazan ayının son on gecesinde Mescidi Nebevide itikâfta iken kendisi Resûlullah (Sal­lallahü Aleyhi ve SeİlemJ'i ziyaret etmek üzere yanına gelmiş ve yanında yatsıdan sonra bir saat kadar konuştuktan sonra evine dön­mek üzere ayağa kalkmış. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seliem) de Onu evine geçirmek için Onunla beraber kalkmış. Peygamber {Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem)'in zevcesi Ümmü Seleme (Radıyallâhü an-hât'nın odasının yanındaki Mescid kapısının yanına ulaştığı zaman Ensar'dan iki adam onların yanından geçmişler ve Resûlullah (Sal tallahü Aleyhi ve Sellem) *e selâm verdikten sonra hızlı geçmişler. Re­sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara:

«Hızlı gitmeyiniz. Demin yürüdüğünüz gibi yürüyün. Yanımdaki kadın (zevcem) Safiyye bint-i Huyey'dir.» buyurmuş. Adamlar:

Yâ Resûlallah! Biz Allah'ı (Resulünün uygunsuz bir harekette bulunmasından) tenzih ederiz, dediler. Ve Peygamber'in yanındaki kadının kimliğini açıklamak ihtiyacını duyması onlara ağır geldi. Bu­nun üzerine Resûlullah (Salfalahü Aleyhi ve Seltem) :

«Şeytan, Âdem oğlun (un vücûdun) dan kanın dolaştığı her yerde dolaşır. Ben (temiz kalplerinize) şeytanın (kötü) bir şüphe atmasın­dan korktum.» buyurdu. [205]



İzahı





Buhâri, Müslim, Ebü Dâvûd, Nesai, Ah-med ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir.

Buradaki rivayetin zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in hanımlarından yalnız Safiyye (Radıyallâhü an-hâ) O'nun ziyaretine gitmiştir. FakaL Buhâri' nin bir rivayeti­ne göre:

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in zevceleri O'nun ya­nında idiler. Kalkıp gittiler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Safiyye (Radıyallâhü anhâ) 'ya :

«Acele etme ben seni göt üreyim- buyurdu.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hanımlarının odaları Mescid-i Nebevî'nin bitişiğinde idi. Ebû Dâvûd'un rivaye­tinde belirtildiği gibi Safiyye (Radıyallâhü anhât'nın evi Ü s â m e bin Zeyd (Radıyallâhü anh)'ın evinin olduğu yerde idi. Bunun için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onu evine geçirmek istemiştir.

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) S a f i y y e (Radıyal-lâhü anhâKyı geçirirken yanlarından geçen iki zâtın Ü s e y d bin Hudayr ve Abbas bin Bişr olduğu söylenmiştir.

«Şeytan, Âdem oğlun (un vücûdun) dan kanın dolaştığı her yerde dolaşır.» fıkrası ile ilgili olarak el-Menhel yazarı şöyle der:

Bâzıları bu fıkrayı zahirine göre mânâlandırarak: Allah Teâlâ Şeytana bu gücü vermiştir, derler.

Bu ifâde benzetme anlamına yorumlanabilir. Yâni kan insandan ayrılmadığı gibi Şeytan dk insanı saptırmak için dâima didinip ves­vese verdiği için sanki ondan hiç ayrılmaz.

Hadîsin «Ben (temiz) kalplerinize şeytanın (kötü) bir şüphe...»

cümlesinin mânâsı şudur: Yâni Ben sizin kötü bir şey düşündüğü­nüzü sanmadım. Lâkin sizi helake götürecek bir kanaati kalbinize şeytanın vesvese etmesinden korktum.

Hulâsa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların kötü bir zan sahibi olduklarını söylemek istememiştir. Çünkü onların sa­dık mü'min olduklarını biliyordu. Fakat şeytanın onların kalplerine bir vesvese sokmasından korkmuştur. Çünkü onlar, şeytanın vesve­sesinden emin kılınmış değillerdi. Böyle bir vesvese onları kötü bir zanna sürükleseydi helak olurlardı. Bu nedenle Peygamber (Sallal­lahü Aleyhi ve Sellem) onları uyarmış ve onlardan sonra gelecek mü'-m inlere eğitici bir ders vermiştir: Nitekim H â k i m ' in rivayeti­ne göre Şafii, îbn-i Uyeyne' nin meclisinde oturuyordu. îbn-i Uyeyne, Şafiî'ye bu hadîsi sorunca Şafii şöy­le cevap vermiştir:

Eğer o iki zât Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) itham et-seydiler, küfre giderlerdi. Onların kalblerine şeytan henüz bu teh­likeli vesveseyi sokmadan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nasihat için onları uyarmıştır. [206]



Hadîsin Fıkıh Yönü





1. Mûtkif, ziyaretçisi ile konuşabilir ve onu uğurlayabilir.

2. Kadın, itikâfta olan eşini gece ziyaret edebilir ve onunla yal­nız kalâlfflîr

3. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ümmetine müşfik davranıp onları günahlardan ve tehlikeli şeylerden korumuştur.

4. Kötü zanlara meydan vermemek, aydınlatıcı bilgi vermek meşrudur.

İbn-i Dakîkü'1-îyd: Bilhassa âlimler ve örnek duru­munda olan zâtlar bu hususta çok dikkatli olmalıdır. Haklarında kö­tü zanlara yol açabilecek durumlardan sakınmalıdırlar. Çünkü böy­le bir töhmet altında kaldıkları takdirde onların bilgisinden halk is­tifade edemez, demiştir.

H a t t a b î : Bu hadis, S a f i y y e (Radıyatlâhü anhâ)'yı evine geçirmek için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Mes-cidden çıktığına delâlet ediyor. Ve bir vacibin ifâsı için mûtekif Mes-cidden çıktığı zaman onun itikâfı bozulmaz, diyen âlimler için bir de­lildir, demiştir. [207]



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




ORUÇ BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: ORUÇ BÖLÜMÜ   ORUÇ BÖLÜMÜ Icon_minitimeSalı Mayıs 04, 2010 1:33 pm

66- Müstehaza [208] Kadın İtikâf Eder' Babı



Safİyye (R.A.)'mn Hâl Tercemesi

Safiyye bint-i Hüyey b. Ahtab (R.A.) Beni Nadir kabilesinin en büyük hane­danından ve Harun

Hulâsamın 492. sahtfesinde bildirildiğine göre bir kaç hadisi vardır. Buhârİ ve Müslim Onun bir hadîsini rivayet etmişlerdir. Kendisinden Ali bin Huseyn ve tshak bin Abdillah bin el-Haris rivayet etmişlerdir. Vakidi'nin dadiğine göre hic­retin 50. yılı Muâviye (R.A.Vın hilâfeti devrinde vefat etmiştir. Bâzılarının dsdigina göre Ali (R.A.)*ın halifeliği devrinde hicretin 35. yılı vefat etmiştir.



1780) Âişe (Radıyallâhü anhâ>Vlan; Şöy!e demiştir:

Bir defa Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in zevcelerin­den birisi Onunla beraber itikâf etti ve (hayız günlerinden başka günlerdeki bu itikâfı esnasında akan kanında) kırmızılık ve sarılık görürdü. Bazen (kanının akmasından dolayı) altına leğen koyardı." [209]



İzahı





Buhârî, Ebû Dâvûd, Nesai ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir.

Müstehâza iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile be­raber itikâf eden zevcesinin Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) olduğu Saîd bin Mansûr'un Hâlid el-Hazzâ aracılığı ile I k r i m e' den yaptığı bir rivayette bildirilmiştir.

Bilindiği gibi kadın aybaşı âdeti veya lohusalık kanını gördüğü sürece ibâdet edemez. Bu sürelerin dışında kadından kim akması hâ­line istihâza hâli denir. Kadın bu durumda iken ibâdetini yapar.

Hadis, müstehâza kadının itikâf etmesinin ve mescidde durması­nın câizliğine delâlet eder. Ancak mescidi kirletmekten emin olmak şarttır.

Hadîs, istihâza hâlinde iken itikâf eden hanımın gördüğü kanın renginin beyaz, kırmızı bazen de sarı olduğunu ifâde eder. Yâni kan az aktığı zaman san ve çok aktığı zaman kırmızı idi. [210]



67- İtikâfın Sevabının Babı





1781) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mutekif hakkında şöyle buyurdu, de­miştir :

İtikâf (veya mutekif) günahları hapseder (= engeller) ve tüm iyilikleri işleyen gibi Ona iyilikler yazılır.»"

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir. 'Bunun senedi zayıftır. Çünkü râvi Ferkad bin Yâkup es-Sabahi el-Basrî el-Hâik zayıftır.'

Sindi de, Yahya bin Said'in Parkad es-Sabahi hakkında konuştuğunun ve hal­kın ondan rivayette bulunduğunun Tirmizi'nin sünenindeki Hac kitabının sonunda bildirildiğini söylemiştir. [211]



İzahı





Zevâid türünden olan ve Bey haki tarafından da rivayet edilen bu hadisin açıklamasıyla ilgili olarak Sindi şöyle der;cümlesindeki zamir itikâfa râci olabilir. Bu takdirde cümlenin mânâsı şöyledir:

«İtikâf günahlara mâni olur. İtikâf süresince günah işlenmez.»

Eğer maksat itikâfın yalnız itikâf süresince değil de bu süreden sonra da günah işlemeye m4ni olması ise bu da mümkündür. Çünkü makbul bir itikâf sayesinde Allah Teâlâ'nın itikâf sahibini günahlar­dan koruması mümkündür.

Mezkûr zamirin mûtekife râci olması da mümkündür. Bu takdir­de cümlesinin mânâsı şöyle olur:

«Mutekif günahlara mâni olur, onları nefsinden defeder.»

İlk ihtimal daha kuvvetlidir.

Hadîsin ikinci cümlesine göre itikâf edip bu esnada günah işle­mekten kendisini tutan bir mümin tüm iyilikleri işlemiş gibi sevap kazanır. Bu cümleden gaye itikâfa teşviktir. [212]



68- Ramazan Ve Kurban Bayramının İki Gecesini İhya Eden Hakkındaki Bâb





1782) Ebû Ümâme (Radtyallâkü ankyâtn rivayet edildiğine göre; Peygamber (Saliallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kim sevabını Allah'tan umarak (ve sırf O'nun rızası için) Ra­mazan ve Kurban bayramının iki gecesini ibâdetle ihya ederse kalb-lerin öldüğü gün Onun kalbi ölmiyecektir.-"

Not: Râvi Bakiyye tedlis ettiği için bu hadisin senedinin zayıf olduğu Zevâid*. de bildirilmiştir. [213]



İzahı





Zevâıd türünden olan bu hadisin açıklaması bahsinde Sindi: Hadis'in zahirine göre iki bayram gecesinin tamamını ibâdetle ge­çirenler, mezkûr mükâfata kavuşurlar. Bu iki gecenin tamamım de­ğil de bir kısmını teheccüdie yâni gece ibadetiyle geçirenlerin de bu mükâfata kavuşmaları umulur. Kalbler çok günah işlemekle ölürler. Bayram gecelerini ihya edenlerin kalbleri ise ölmez, demiştir.

Câmiü's-Sağîr şerhi e 1 - A -ı i z i bu hadîsin açıklaması bah­sinde şöyle der:

E 1 - A 1 k a m i: "Kalbler öldüğü gün O'nun kalbi Ölmiyecektir." cümlesi çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Bâzılarına göre bundan maksad bu geceleri ihya edenlerin kalbleri dünya sevgisine boğul­maz. Çünkü gönülleri dünya sevgisine boğulanlar ölü sayılırlar. Nitekim (Aleyhi. s-Selâm) Efendimiz; -Şu ölülerin yanma gitmeyiniz.» buyurmuş. Kendisine bunların kimler ol­duğu sorulunca (Gönülleri dünya sevgisine boğulmuş) zenginler.» buyurmuştur.

Bâzılarına göre cümleden maksad bu iki geceyi ihya edenlerin akıbetlerinin hayır olacağıdır. Yâni İmanla öleceklerdir. Çünkü:

«Kâfir iken hidâyete erdirdiğimiz kim­se[214] âyetinde kâfire ölü denmiştir.

Hadisteki mükâfat bu gecelerin çoğunu ibâdetle geçirmek sure­tiyle de hâsıl olur. Hattâ İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhVdan rivayet edildiğine göre bu gecelerin yatsı ve sabah namazlarını ce­maatla kılanlar da bu mükâfatı kazanırlar, demiştir.

Câmiüs-Sagir haşiyesinde e 1 - H a f n î de : "Hadîs, bu gece­leri ibâdetle ihya edenlerin kıyamet günü kurtuluşa erenlerden ola­caklarından kinayedir. Yâni kalblerin helak olacakları kıyamet günü bu geceleri ihya edenlerin kalbleri helak olmıyacaktır. Hadis, bun­ların îmanla öleceklerinden de kinaye olabilir, demiştir.

Hadisteki bayram gecelerinden maksad, Ramazan ayının son gününü bayrama bağlıyan gece ve Arefe gününü Kurban bay­ramına bağlıyan gecedir. [215]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
ORUÇ BÖLÜMÜ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Tirmizi Sünen-Oruç Bölümü
» Rehabilitasyon Bölümü ( Spastik, obsesif ... vs ) Hastası Bulunanlara Daimi Destek Bölümü
» Bugün Oruc Tuttunuz Mu
» Recep Ayında Oruç Tutmak
» AV BÖLÜMÜ...

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( SAV) Hakkında Herşey

 :: Hz. Peygamber Efendimiz'in Hadisi Şerifleri Hakkındaki Eserler :: İbni Mace
-
Buraya geçin: