iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Cenazeler Bölümü

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Cenazeler Bölümü Empty
MesajKonu: Cenazeler Bölümü   Cenazeler Bölümü Icon_minitimeC.tesi Şub. 06, 2010 7:21 pm

6 - CENÂİZ (CENAZELER) KİTABI

Cenâiz: Cenazenin veya cînâzenin çoğuludur. Ölü demektir. Yâ hut ciriâze ölüye denir. Cenaze de na'şa denir. Bunun tersi de olabi¬lir. Ölü ile tabut ve benzerinin toplamına da denilir. Kamus sahibi bu mânâların tümünü bildirmiştir. [1]

1 - Hasta Ziyareti Hakkında Gelen Hadîsler Babı


1433) Alî (Radtyallahü anh)'âen rivayet edildiğine göre. Resûlullah (Saflaahii Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Müslüman için müslüman üzerine örf ve âdet veçhiyle (yerine getireceği) altı (hak) vardır. Ona rastladığı zaman selâm verir. Onu davet ettiği zaman dâvetine icabet eder Aksırdığı (ve aksırmca Al¬lah'a hamd ettiği) zaman teşmit eder. (Ona rahmet diler) Hastalan¬dığı zaman onu ziyaret eder. Öldüğü zaman cenazesine gider. Kendi nefsi için arzuladığını onun için de arzular.-" [2]

İzahı

T i r m i z i ve A h m e d de bunu rivayet etmişlerdir.
Ma'ruf : Şer'an ve dînen güzel sayılan şeydir Bâzıları buradaki "Ma'ruf'u öyle yorumlamışlardır. Câmiü's-Sağîr sârini el-Azîzî, böy
le yorumlayanlardandır. Hadîste zikredilen altı hak bu mânâda ma' ruftur Yâni şer'an ve aklen güzel şeylerdir
S i n d î ise ma'rufu örf ve âdet veçhiyle yerine getirilmesi bek lenen şeydir, diye yoi nmlamıştır.
Hadisin zahirine göre bu haklan ifâ etmek vâcibtir" Fakat âlim¬ler bunu vâcib ve menduba şümullü, geniş kapsamlı bir mânâya yo rumlamışlardır. Hadîsin ifâde tarzı, bu altı şeyin, müslümanlığın ve¬cîbelerinden olduğuna delâlet eder. Bunun içindir ki bu haklar ba kımından sâlihiyle, fâsıkıyla tüm müslümanlar eşittir. Ancak sâlih kimselere fazla saygı duymak ve ikram etmek gerekir. Müslümanh ğın gereği olan hakların sayısı rivayetlerde muhteliftir. Nitekim bu hadiste altı hak, bunu ta'kip eden hadîste dört hak. ondan sonra ge len hadîste beş haktan bahsedilir. Şu halde belirtilen sayı, tahdit için değildir. Yâni haklar bu kadardır. Başka hak yoktur demek değil dir.
Birinci hak, müslümanm müslümana selâm vermesidir. Bu konu 33. kitabın 11 - 14'üncü bâblarında rivayet olunacak 3692-3701 nolu hadîsler bahsinde inşâallah izah edilecektir.
İkinci hak, müslümanm dâvetine icabet etmektir. Bu davet, ziya¬fet, yardıma davet ve evlenme münâsabetiyle verilen ve velîme de¬nilen yemeğe davet olabilir. Dîne aykırı bir hareket, meselâ içki, saz, kadın oynatmak gibi bir münker yok ise velîme dâvetine icabet et¬mek vâcibtir. Diğer davetlerin hükmü, genellikle sünnettir. Önemine göre icâbında vâcib olabilir.
Üçüncü hak, aksıran ve aksınrken "Elhamdülillah" diyen müslü-mânâ Teşmît etmek, yâni ona "Yerhamükellah = Allah sana rahmet eylesin." demektir. Bu husus, 33. kitabın 20'nci babında zikredilecek 3713-3715 nolu hadîsler bahsinde anlatılacaktır.
Dördüncü hak, hastalanan, müslümam ziyârel etmektir. Hasta ziyareti, Cumhura göre sünneti müekkededir. Ancak ziyaret etme m ek; hastanın tehlikeye düşmesine ve zaruri ihtiyaçlarının ihmâli ne yol açacak olursa ziyaret ve bakım- vâcib olur.
Beşinci hak, müslüman öldüğü zaman onun cenazesine gitmek¬tir Bu, cenaze namazına katılmak veya mezarlığa kadar cenazeyle gitmekle gerçekleşir. Cenaze namazı Ve ölüyü defnetmek, bilindiği gibi farzı kifâyedir. Bir köy veya belde halkının bir kısmı bunu ifâ edince sorumluluk diğerlerinden kalkar Aksi takdirde bütün mükel¬lefler mes'ul kalır.
Altıncı hak, kendi şahsı için dilediği hayırlı şeyleri müslüman için de dilemektir. Kendi nefsi için dilediği belirli bir hayrın aynısı¬nı her müslüman için dilemek mânâsı kastedilmemiştir. Çünkü o iş: başkası için hayır olmayabilir Maksad, herkes için hayır ârzulamak.

1434) Ebû Mes'ud (Radıyuliâkü anh)'den rivayet edildiğine ^üre: Peygamber (SaUullahü Aleyhi ve Sel/en?) şöyle buyurdu, demiştir:
«Müslüman için müslüman üzerinde dört haslet vardır: Aksır-dığı (ve Elhamdülillah dediği) zaman onu Teşmît eder. (Yerhamü-kellah der.) Davet ettiği zaman dâvetine icabet eder. Öldüğü zaman cenazesinde hazır bulunur. Hastalandığı zaman onu ziyaret eder.Zevâid'de şöyle denmiştir : Ebû Mes'ud (R.A.)'ın hadisinin isnadı sa¬hihtir "Hadîsin aslı Buhârî, Müslim ve başka kitablarda Ebû Mes'ud (R.A.)'dan başka sahâbilerden rivayet olunmuş olarak vardır.

1435) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh )'c\en rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurdu, demiştir :
«(Şu) beş şey müslümamn müslüman üzerindeki hakkındandır •. Selâmı reddetmek (= Selâmı selâmla karşılamak), davete icabet et¬mek, cenazede hazır bulunmak, hastayı ziyaret etmek, aksıranı Al¬lah'a hamd ettiği zaman teşmît etmek (ona rahmet dilemek).Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahih ve ricah sıka zâtlar¬dır. Hadîs, Buhâri ve Müslim'de mevcuttur. Lâkin ifâdesi değişiktir. [3]

İzahı

Notta belirtildiği gibi Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinin benzeri Buhârî ve Müslim1 de mevcuttur. Müslim" deki metin şöyledir :
= «Bey şey müslüman için din kardeşi üzerinde vâcibtir. Selâmı reddetmek, aksıranı teşmît etmek, davete icabet etmek, hastayı zi¬yaret etmek ve cenazelere gitmek.»
Bu hadîste anılan haklardan selâmı reddetmek, yâni selâm vere¬ne : "Aleykümü's-Selâm" diye cevap vermek vâcibtir. Diğerlerinin hükmü yukarıda anlatıldı.

1436) c'âbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)\\aı\: Söyle demiştir :
Ben, Beni Selime kabilesinde iken Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yaya olarak ve Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) beni zivârat ettiler." [4]

İzahı

Buhâri, Tırmizi, Ebû Dâvûd ve Hâkim bu¬nun benzerini rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd'un rivayetini ı zahirine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) defâlarjr yaya olarak C â b i r (Radıyallâhü anh)'in ziyaretine siniştir. Bu ziyaretin hasta ziyareti kabilinden olması haseb yle. haste ziyareti¬ne yaya olarak gitmenin efdâliyeti anlaşılıyor.

1437) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh )'den; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (hastalık üzerinden) üç gün geçmeden hiç bir hastayı ziyaret etmezdi.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Mesleme bin Üleyy bu¬lunur. Buhâri, Ebû Hatim ve Ebû Zur'a : Mesleme'nin hadisleri münkerdir. Onun münker hadislerinden birisi bu hadistir, demişlerdir. Ebû Hatim : Bu hadis, mün-ker ve bâtıldır, demiştir. İbn-i Adiyy de : Mesleme'nin hadisleri mahfuz değildir. Âlimler onu zayıf saymak üzere ittifak etmişlerdir, demiştir.
Sindi: Ben derim ki; Ama Mesleme' nin hadisleri e s - Sehâvi, "el-Mekâsıdü'1-Hasene" adlı kitabında zikretmiş ve : Bu hadîsler birbiriyle kuvvetlenir, demiştir. Bâzı tabiîler de bu hadîs¬le hükmetmiştir, demiştir. [5]

İzahı

Sindi: Ben derim ki; Ama Mesleme nin hadîslerini kişiyi hastalığın ilk üç gününde ziyaret etmeyip, bundan sonra ziya¬ret etmek meşrudur. Eğer hadîs sahih ise bunun hikmeti şu olabi¬lir : Müslümamn hastalandığı kesinlik kazanjncaya kadar ziyareti geciktirmektir. Üç günlük bir zaman yatan bir kimsenin hastalandığı anlaşılabilir. Bunun üzerine ziyaret edilir. Sindi bu hikmeti be¬lirtmiştir.
Âcizane hatırıma şu hikmet geliyor. Bu da muhtemeldir. Basit rahatsızlıklar dolayısıyla bir iki gün yatılabilir. Bu çeşit yatışlar, zi¬yaretçi ve ilgi ister hastalıklardan sayılmaz. Üç günden fazla yatan bir kimse, genellikle hasta sayılır. Bunun için bu süre konulmuş ola¬bilir.

1438) Ebû Saîd-i Hudri (Radıyallâhü anh)'<\en rivayet edildiğine go-re; Resûluilab (SallaHahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir:
«Hastanın yanına girdiğiniz zaman Ömrünün uzunluğu hususun¬da onu umutlandırıp kederini dağıtınız. Çünkü bu umut hiçbir şeyi geri çevirmez. Ve hastanın gönlünü hoş eder.»" [6]

İzahı

Tirmizi ve B ey haki de bunu rivayet etmişlerdir.
Tenfis: Gam ve kederi gidermektir. Burada bu mânâ kastedil¬mekle beraber ecel hususunda umutlandırmak mânası da düşünü¬lebilir. Yâni ziyaret edilen hasta için şifâ dilenir. İyileşeceği, çok ya¬şayacağı umudu verilir. Bu sözler, eceli gelmiş ise geciktirmeye yara¬maz. Ama hastanın kederini gidermeye ve gönlünün hoş olmasına ve¬sile olur.

1439) (Abdullah) -İbn-i Ahi kıs (Ra/hyallâhü anhümâ /dan ; Şöyle demiştir :
.Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hasta bir adamı ziyaret ederek:
«Canın ne çeker?» diye sordu. Adam : Buğday ekmeğine iştahım var dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kimin yanında buğday ekmeği varsa, kardeşine göndersin» bu¬yurdu. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Birinizin hastasının canı bir şey çektiği zaman, hastasına onu yedirsin» buyurdu."
Not : Zevâid'de şöyle denmiştir : Bunun senedinde Safvârı bin Hubsyre var¬dır. İbn-i Hibbân onu sikalardan saymıştır. En~NufeyIi de : Onun hadîsini te'yid eden mütâba yoktur, denmiştir. Ben diyorum ki : Takribü't-Tehzîb'te yazar : Onun hadisi gevşektir, demiştir. [7]

İzahı

Bu hadis Zevâid türündendir. Hadis, hastanın hâlinin ve ihtiyaç¬larının sorulmasının uygunluğuna delâlet eder. Ayrıca hastayı ve muhtaç kimseyi tercih ederek ihtiyaçlarının giderilmesinin meşrulu¬ğuna delâlet ediyor. Çünkü burada Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kimin yanında buğday ekmeği varsa kardeşine göndersin» bu¬yurmuştur. Ekmek sahibinin veya aile fertlerinin ihtiyaç fazlası kay¬dı koşulmamıştır. Ancak eğer bu kayıt varsa kişinin hastayı ve muh¬taç kimseyi kendi nefsine ve aile fertlerinin tercih etmesi hükmü çı¬karılmaz.
Hadîs, hastaya canının çektiğini vermeyi emrediyor. Bundan maksad, hastalığına zarar vermiyen şeylerdir. Sind İ' nin dediğine göre bu hüküm umumî olabilir. Yâni hastalığa zarar vereceği muhtemel olsa bile verilmesi emrolunmuştur. Çoğu zaman Cenâb-ı Allah şifâyı hastanın canının çektiği şeyde kılar.
Hadîs, hastaya canının çektiğinden yedirmeyi emreder. Zararlı olduğu muhtemel olan yiyecek ve içecek maddeleri bol ve defalarca verildiği takdirde zararlı olur. Az verilirse pek zararlı olmaz. Hat¬tâ hiç zarar vermez, denilebilir. Hadîs, bol ve defalarca verilmesini emretmem iş tir. Hastanın canının çektiğinden yedirme emri verilmiş¬tir. Az yedirmeyle bu emir yerine getirilmiş olur. Ve hastanın arzu¬su gerçekleşmiş olur.

1440) Enes bin .Mâlik (RadıyaUâhü anh)'den: Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir hastanın yanına gi¬derek onu ziyaret etti. Ve :
«Bir şeyi iştihâ eder misin? Çörek iştihâ eder misin?» diye sor¬du. Adam : Evet, dedi. Oradakiler onun için çörek taleb ettiler.Râvi Yezid bin Ebân er-Rakkâşî'nin zayıflığı nedeniyle isnadının zayıf¬lığı Zevâid'de bildirilmiştir.

1441) Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bana buyurdu ki: «Bir hastanın yanına girdiğin zaman sana duâ etmesini kendi¬sinden iste. Çünkü onun duası, meleklerin duası gibi (makbul) dir.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih ve ricali sıka zâtlar¬dır. Ancak hadis munkati'dir. El-Alâmî, EI-Merâsil'de ve elMizzi' : Meymun bin Mihrân'ın Ömer (R.A.)'den olan rivayetinde kesiklik var demişlerdir.Nevevî'nin el-Ezkâr adlı kitabında: Meymun Ömer (R.A.)'e yetişmemiş, den¬miştir. [8]

2 - Bir Hastayı Ziyaret Edenin Sevabı Hakkında Gelen Hadisler Babı


1442) Alî (bin Ebt Tâlİb) (RadıyaUâhü anh)'den: Şöyle demiştir: Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim. Bu¬yurdu ki:
«Hasta ziyaretçisi olarak müslüman kardeşinin yanına varan bir kimse, hastanın yanında oturuncaya kadar Cennet meyvelerini ko¬para kopara (veya Cennet meyveleri içinde) yürümüş olur. Oturdu¬ğu zaman rahmet onu kaplar. Eğer ziyareti sabahleyin olursa gece-leyinceye kadar yetmiş bin melek ona duâ ve istiğfar eder. Ziyareti akşam olursa sabahlayıncaya kadar yetmiş bin melek ona duâ ve is¬tiğfar eder.»" [9]

İzahı

Tirmizi, Ahmed ve Beyhaki de bunu rivayet et¬mişlerdir.
Hırâfet ve Harâfet, Nihaye'de meyveleri koparmak diye tarif edil¬miştir. Kamusta ise bu kelime koparılan meyve diye tarif edilmiştir. Kamusun tarifine göre hasta ziyaretine giden kişi onun yanında ptu-runcaya kadar Cennet meyveleri içinde yürümüş olur, diye hadis yo¬rumlanır. Sindi' nin beyânına göre ifâdesi ye-rine bâzı rivayetlerde; ifâdesi bulunur.
Hurfet koparılan hurma meyvesıdir.
Ebû Bekir bin elEnbâri: Resûluilalı (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tarafından hasta ziyaretine giden kimsenin elde et¬tiği sevab; bahçecinin koparıp topladığı meyvelere benzetilmiştir. Hı-râfe veya Hurfe kelimesiyle yol mânâsının kastedildiğini söyliyenler de vardır. Buna göre cümlenin mânâsı: 'Hasta ziyaretine giden kişi hastanın yanında oturuncaya kadar Cennet yolunda yürümüş sayılır' olur. Yâni Cennet'e götürücü bir yol izlemiş olur.
Ebû Dâvûd da Alâ (Radiyallâhü anh) den mevkuf ola¬rak bynun bir benzerini rivayet etmiştir
El-Menhel yazarı hadîsteki 'Sabah' ve Mesâ' kelimelerini şöyle yorumlamıştır:
Sabah: Gece yansından gündüzün ortasına kadardır.
Mesâ: Gündüzün ortasından yâni öğle vaktinden gece yansına kadar olan süredir.
El-Menhel yazarının beyânına göre bu mükâfat müslüman has¬tanın ziyaretine âit olup ziyaretçinin Allah rızâsı için ziyaret etme¬si hâline mahsustur. Çünkü Ebû Dâvûd'un E n e s (Radı-yaljâhü anh)'den merfü olarak rivayet ettiği bir hadiste:
«Güzelce abdest alıp Allah rızası için müslüman kardeşine has ta ziyareti niyetiyle giden kişi Cehennem'den yetmiş yıl mesafe uzak¬laştırılmış olur» buyurulmuştur. Zenginlere, etiket sahiplerine ve nü¬fuzlu kimselere yapılan hasta ziyaretinde zaman zaman görüldüğü gibi riya ve gösteriş gibi mülâhazalarla yapılan ziyaretler bu mükâ¬fatlara vesile olmaz.

1443) Ebû Hüreyre (Radıyalıâkü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim hastayı ziyaret ederse gökten bir melek: Güzel ve hayırlı bir iş yaptın. Yürüyüşün güzel vs hayırlı oldu. Kendine Cennet'ten bir köşk hazırladın, diye nida eder.»" [10]

İzahı

Tirmizî ve İbn-i Hibbân da bunu rivayet etmiş¬lerdir.
Sindi' nin beyânına göre T ı y b î hadîsteki cümleleri şöy¬le yorumlamıştır:
cümlesi ziyaretçinin dünya hayatında mes'ud olması için bir duadır. Yâni dünyada mes'ud yaşayasın.
cümlesi yapılan yürüyüşün Cennet yolunda yapılan yürüyüşten olduğuna kinayedir. Yâni yaptığı yürüyüş Cennete gö¬türücü hayırlı bir yolculuktur cümlesi âhiret hayatında mes'ud olması için bir duadır. Yâni: Âhirette mes'ud yaşayasın.Bu duaların kabul buyurulması yolunda duyulan büyük ümid ve beslenen kuvvetli hırs dolayısıyla bu duâ bâzı fiilleriyle yapılmıştır. [11]

3 - Ölüye (Ölüm Döşeğinde Olana) Tevhîd Kelimesini Telkin Etmek Hakkında Gelen Hadîslee Babı

1444) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyâen rivayet edildiğine söre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Ölülerinize (ölüm döşeğinde olanlarınıza) Lâilâhe illallah'ı tel kîn ediniz.»"

1445) Ebû Said-i Hudrî (RadıyaUâhü unh)'dtn rivayet edildiğine gö¬re; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Ölülerinize (ölüm döşeğinde olanlarınıza) Lâilâhe illallah'ı tel¬kin ediniz.»" [12]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadisini M aslim de rivayet etmiştir.
Ebû S a î d (RadıyaUâhü anh) 'in hadîsini Ahmed, Müs¬lim, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Telkin: Hatırlatmaktır. Hadîsteki mevta kelimesi ölüm döşeğin¬de olanlar diye yorumlanmıştır. Kelimenin asıl mânâsının ölüler ol¬duğu ma'lumdur. Bu kelime, meyyit'in çoğuludur.
El-Menhel yazan hadisin açıklamasında şöyle der: "Yâni ölüm döşeğine giren hastalarınıza tevhîd kelimesini ha¬tırlatın. Bu kelimeleri söylemeleri için emir vermeyin, açıkça isteme¬yin ve İsrarda bulunmayın. Çünkü o saat sıkıntı ve keder saatidir. Bu hususta yapılacak ısrar Allah korusun ölünün durumunun değiş¬mesine sebebiyet verebilir."
Yâni hastalığın şiddeti ve sıkıntının ızdırabı yanında tevhîd ke¬limesi için ısrar yapılırsa icâbında hasta : Benden ne istiyorsunuz, veyâ : Söylediğinizi söylemem gibi sakat bir lâf edebilir ki, bunun îman bakımından tehlikesi büyüktür.
Telkin ve hatırlatma şöyle olur: Hastanın başında bulunanlar¬dan bir münâsibi açık sesle kendi kendine tevhid kelimesini okur. Hasta onun sesini işitince bu kelimeyi getirir. Böylece maksad hâ¬sıl olmuş olur.
Yukarıda belirtildiği gibi mevtadan maksad, ölüm döşeğine gi¬renlerdir. İbn-i Hibbân ve başkaları bu bâbta rivayet edi¬len hadisleri delil göstererek böyle yorum yapmışlardır. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet edilen şu me¬aldeki hadis de bu yorumu te'yid eder:
«Ölülerinize tevhîd kelimesini telkin ediniz. Çünkü öleceği zaman bunu söyleyen hiç bir müslüman yoktur ki, Allah onu cehennem ate¬şinden kurtarmasın.»
Bütün imamlar ölüm döşeğindekîne bu telkinin yapılmasına hük¬metmişlerdir. Nevevî, Müslim'in şerhinde : Bu telkine âit emir mendubluk içindir. Âlimler bu telkinin meşruluğu üzerinde ittifak etmişlerdir ve hastaya bu kelimeyi çokça ve ardarda söylet¬mekten kerahet duymuşlardır. Çünkü hastalığın şiddeti dolayısıyla hasta yapılan ısrardan hoşlanmayabilir. Veya uygunsuz bir söz ağ¬zından çıkabilir. Alimler demişler ki : Hasta bu kelimeyi söyledikten sonra başka bir konuşma yapmadıkça ikinci kez tekrarlaması için telkin yapılmamalıdır, demiştir.
T i r m i z i ' de beyân edildiğine göre Abdullah bin Mübârek (RadıyaUâhü anh.) sekerata girdiği zaman bir adam ona tevhid kelimesini telkin etmiş ve telkini defalarca tekrar¬lamıştır. Bunun üzerine Abdullah bin el-Mübârek (RadıyaUâhü anh) : Ben tevhid kelimesini bir defa söyleyince konuş¬madığım müddetçe tevhid kelimesi üzerindeyim, demiştir.
Cumhura göre bu telkin mendubtur. Hadisin zahiri telkinin vâ-cibliğini gerektirir. Âlimlerden küçük bir cemâat vücûbuna hükmet¬mişlerdir. El-Kâari' nin dediğine göre bâzı M â 1 i k i 1 e r bu telkinin vücûbu hususunda âlimlerin ittifakını nakletmiştir. [13]

Definden Sonraki Telkînin Hükmü

El-Fikh Ala'l-Mezâhibi'l-Arbaada beyân edildiğine göre Şafiî ve H a n b e 1 I mezheblerine göre bu telkin müstehabtır.Hanefi âlimleri : Bu telkinin yapılması için emredilmez ve yapanlar menedilmez, demişlerdir. Mâliki] er ' e göre definden sonraki telkin mekruhtur.
Delinden sonraki telkin şu sö/.lerle olabilir

1446) Abdullah bin Cafer'in babasından (Radıyallâhü anh)\\en ri¬vayet edildiğine göre ; Resûkıllah (Sallailahü Alevli! ve Selhm) şöyle buyurdu, demiştir :
«Mevtanıza (ölüm döşeğinde olanların)zikrini telkin ediniz.»
Sahâbîler: Yâ Resûlallah! (Bu telkin) diriler için nasıldır? diye mordular. Buyurdu ki:
«Daha güzeldir; daha güzeldir.»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki râvi İshak'ı sıka sa¬van veya cerh eden kimseyi «örmedim. Râvi Kesir bin Yezîd hakkında Ahmed : Ben onun rivayetinde bir beis görmüyorum, demiştir. İbn-i Muin isa : Bir şey de¬ğildir, demiş; Başka bir defa da : Onun rivayetinde beis yoktur, demiş; Bir başka defa da : Kuvvetli olmamakla beraber işe yarar, demiştir. Nesâi : Zayıftır, demiş¬tir Sıka olduğunu süyliycnlpr rtr vıml'r Senedin kalan râvilori sıka zâtlardır. [14]

4 - Hasta Ölüm Döşeğine Düştüğü Zaman Onun Yanında Ne Konuşulacağı Hakkında Gelen Hadisler Babı

1447) (Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Seilem)"m "eşi) t'nımü St*-leme (Radıyallâhü an hû /dan rivayet edildiğine ^öre; Kesûlullah (Sulial/ahii Aleyhi ve Seltem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Hasta veya ölünün yanında hazır bulunduğunuz zaman hayır söyleyiniz. Çünkü şüphesiz melekler söylediklerinize : Âmîn! derler.»
Ebû Seleme (Radıyallâhü anh) vefat ettiği zaman ben. Peygamber
(Sallailahü Aleyhi ve SellemTin yanına vararak:
Yâ Resûlallah! Ebû Seleme (Radıyallâh'ü anh) öldü, dedim. Buyurdu ki:

İzahı

Müslim, Ti rmizi, Ebû Dâvûd, Nesâî ve B e y h a k i de bunu rivayet etmişlerdir.
Hadis, ölüm döşeğine giren hasta ziyaretine giden veya cenazeye giden kimselerin; hasta ve ölü için hayır duası yapmalarını emret¬miştir. Şu halde hadîsin «... hayır söyleyiniz.» emrinden maksad, ha¬yırla dua etmektir. Zira bunu tâkib eden :
«Çünkü şüphesiz melekler sizin söylediklerinize : Âmin! derler.»
cümlesi, bir duanın yapıldığına delâlet eder.
Meleklerin; Âmin demesi, duanın makbul olmasına delâlet eder.
«... Hayır söyleyiniz» cümlesinden maksad : 'Hasta ve ölü hakkın¬da iyi konuşun, kötü konuşmayın' olabilir. Çünkü îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhi'in rivayet ettiği bir hadîste Peygamber (Sallalla¬hü Aleyhi ve Sellem) :
«Ölülerinizin iyiliklerini anlatınız, kötülüklerini anlatmaktan sa¬kınınız.» buyurmuştur.
Cümle böyle yorumlanınca meleklerin âmin demesinden maksad, meleklerin anlatılan iyilikleri tasdik etmeleridir.
Ebû Seleme (Radıyallâhü ann), Ümmü Seleme HRadıyaİlâhü anhâ)'nin kocası idi. Vefat edince muhterem eşi Üm¬mü Seleme (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem)'e müracaat ederek durumu haber vermiştir. Peygam¬ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de yapılması meşru olan duayı öğ¬retmiştir. Bu duada Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) hem kendine, hem de merhum eşine duâ etmiştir. Yaptığı duâ neti¬cesinde Cenâb-ı Allah Ona büyük bir ikramda bulunarak Resûl-i Ek¬rem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile evlenmeyi nasib eylemiştir. [16] Ümmü Seleme (Rachyallâhü anhâ) yaptığı duanın makbul olduğunu ve bu şerefin kendisine nasib olduğunu dile getirmiştir. [17]

Hadîsin Fıkıh Yönü

Ölüm döşeğine giren hastayı ziyaret eden veya cenazeye giden kimsenin, onlara mağfiret için yakınlarına sonucun hayırlı olması için duâ etmesi matlubtur.

1448) Ma'kİl bin Yesâr (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine gü¬re; ResûluHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir:
«O sûreyi (yâni 'Yâsîn' sûresini) mevtanızın yanında okuyu¬nuz.»" [18]

İzahı

Ebû Dâvüd, Beyhakî, İbn-i Hibbân ve Hâ¬kim de bunu rivayet etmişlerdir. Ahmed ve Nesâi de bu¬nu daha uzun bir metin hâlinde rivayet etmişlerdir.
Mevta : Meyyit'in çoğuludur. Burada ölüm döşeğine düşen ağır hastalar kastedilmiştir. Çünkü D e y 1 e m i ve başkalarının Ebü'd-Derd â1 dan merfu' olarak rivayet ettikleri bir hadîste meâlen :
-Ölüm döşeğinde olan hiç bir hasta yoktur ki üzerinde Yâsîn okunsun da Allah onun sekerâtını hafifletmesin» buyuruluyor.
El-Menhel yazarı, sekerâte giren hastanın yanında Yâsîn sûresi¬nin okunmasındaki hikmet ile ilgili olarak şöyle der: Hasta, o esna¬da kuvvetten düşer, gönlü Allah'a yönelir. Yâsîn sûresi onun yanın¬da okununca kalbi kuvvetlenir. Dîne inancı şiddetlenir. Ve o sûrede anlatılan kıyamet hallerini duymaktan hoşlanır. T ı y b î bu ko¬nuda şöyle der: 'Yâsîn sûresinde îman esasları, din temelleri, îmana davet, geçmiş ümmetlerin halleri, kaderin isbatı, kulların fiillerinin Allah'a dayandığı, Allah'ın varlığı ve birliğinin isbatı, kıyametin alâ¬metleri, öldükten sonra dirilme, âhiretteki hesap, ceza gibi gerçekler beyan edilmektedir. Bu nedenle hastanın başında okunması meşru kı¬lınmıştır.'
Müteahhirînin bâzı âlimleri,' hadîsin zahirini tutarak ; Yasin sü¬resi cenaze üzerinde definden önce okunur, demişlerdir. Bâzdan da : Definden önce de sonra da okunur diyerek İbn-i Adiyy'in Ebû Bekir (Radıyallâhü anhl'den rivayet ettiği şu mealdeki hadimi de¬lil göstermişlerdir:
*Kim haba.sının ve annesinin veya bunlardan birisinin kabrini Cuma günü ziyaret ederek orada Yasin sûresini okursa. Allan kabir sahibini mağfiret eder.» [19]

Hadisin Fıkıh Yönü

Hadis, Yâsîn sûresinin okunmasının faziletine, ölüm döşeğine dü¬şen hastanın başında okunmasının, matlub olduğuna; ikinci yoruma göre definden önce ve sonra ölünün yanında okunmasının matlub olduğuna ve gerek hasta gerek ölünün okunan Yasin sûresinden ya¬rarlandıklarına delâlet eder.
Ölünün duâ ve sadakadan da faydalandığı hususundu âlimlerin ittifakı vardır. Cumhura göre kişinin yaptığı nafile ibâdetin sevabı nı bir ölüye veya diriye vermesi caizdir. Yapılan ibâdet; namaz, oruç, hac, sadaka, Kur'an okumak ve başka ibâdetler olabilir, İbadeti ya¬pan kişinin sevabından hiç bir şey noksan olmaksızın ölü bundan ya¬rarlanır. İmam Ebû Hani f e ve Ahmed de bununla hükmeden âlimlerdendirler.
Cumhurun delillerinden birisi, îaberânî ve Beyha-k i' nin İ bn-i Ömer (Radıyallâhü anhJ'den merfu' olarak rivayet ettikleri şu mealdeki hadistir: «Sizden birisi, nafile bir sada¬ka vereceği zaman, sevabını baba ve annesine bağışlasın. Çünkü bu takdirde onlara sevap verilir. Kendisinin sevabından bir şey eksil¬mez.»
Diğer bir delil; Ahmed, Müslim, Nesâi ve İbn-i Mâceh'in Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîstir :
"Bir adam Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem)'e: Babam Öldü. Vasiyet de etmedi. Onun yerine benim sadaka vermem ona ya¬rar sağlar mı? diye sordu. Efendimiz (Sallall&hü Aleyhi ve Sellem) : «Evet» buyurdu."
Allah: [20] ayetinde baba ve anneye duâ etmeyi emretmiş ve : [21] âyetinde meleklerin müminler için istiğfar etliklerini haber vermiştir. Keza : [22] âyeti Hameie-i Arş Meleklerinin müminlere istiğfar ettiklerini bildirir.
Bir kısmı yukarıya alınan deliller, başkasının amelinden yarar sağlanabildiğini kesinlikle bildirirler.
«Ve şüphesiz insan ancak çalıştığına erişir. [23] âyeti, yukarıdaki delillere aykırı değildir. Çünkü mü'min, hayırlı bir amel işleyip sevabını bir mü'min kardeşine bağışladığı za¬man, sevap bağışlanana ulaşır. Artık kendisi işlemiş gibi olur. Diğer taraftan bu âyet, bir kısmı yukarıda zikredilen deliller muvacehe¬sinde husûsîleşmiştir. İ k r i m e' den rivayet edildiğine göre bu âyet Musa (Aleyhisselâm) ve İbrahim (Aleyhisselâm)'in kavimlerine mahsustur. Ümmet-i Muhammediye ise birbirinin amelinden yararlanır. Çünkü mezkûr deliller bunu gerek¬tirir. Ayrıca Buharı ve Müslim'in İbn-i Abbâs (Radiyallâhü anh)'dan rivayet ettikleri bir hadîste meâlen şöyle bu-yuruluyor :
"Bir adam Peygamber tSallallahü Aleyhi ve Sellem)'e: Kiz kardeşim Hacc yapmayı adadı. Ve adağını yerine getirme¬den öldü, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Eğer kardeşinin boynunda bir borç olsaydı sen onun yerine bor¬cunu odiyecek miydin?» diye sordu.
Adam: Evet, diye cevap verdi. Efendimiz:
«O halde kardeşinin Allah Teâlâ'ya âit borcunu Öde. O, ödenme¬ye daha lâyıktır.» buyurdu."
Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâi ve İbn-i Mâceh'in rivayet ettikleri şu mealdeki hadis de ayrı bir delildir :
-İnsan öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak üç şeyden kesilmez: Sadaka i Câriye, yararlı ilim ve ona dua eden sâlih bir evlât.»
Bâzıları: Mezkûr delillere ters düştüğü sanılan mezkûr âyetteki insan kelimesi ile kâfir kişi kastedilmiştir, demişlerdir. Buna göre âye¬tin yorumu şudur : Kâfir kişi için amelinden başka hiçbir hayır yok¬tur. O, işlediği hayra karşılık dünyada bol rızık ve sağlık gibi nimet¬lere kavuşturulur. Âhirette onun için hiç bir hayır yoktur. [24]

Okunan Kurandan Ölü Yararlanır Mı?

El-Menhel yazarı, yukarıdaki bilgileri verdikten sonra bu husus¬ta şöyle der:
"Okunan Kuranın sevabının ölüye ulaşması hakkında âlimler arasında ihtilâf olmuştur. Şöyle ki :
1 - Eğer ücretsiz olarak okunursa îmam Ebû Hanîfe, arkadaşları ve A h m e d ' e göre ölü yararlanır. Z e y 1 â î, el-Kenz'in şerhinde 'başkasının yerine hac yapmak' babında: Ehl-i Sünnet mezhebine göre namaz, oruç, hac, sadaka, Kur'an oku¬mak, zikirler gibi her türlü nafile hayırların sevabının başkasına ba¬ğışlanması caizdir. Bu sevap ölüye ulaşır ve ölü ondan yararlanır, de¬miştir.
M u ' t e z i 1 e mezhebine göre kişi, amelinin sevabını başkası¬na bağışlayamaz. Bağışlasa bile ilgiliye ulaşmaz. Ve menfaat sağla¬maz. Delilleri de : âyetidir. Bu âyetin delil olmadığı yukarda belirtildi.
Mâlik ve Şafii1 den meşhur rivayete göre Kur'an oku¬manın sevabı ölüye ulaşmaz. Fakat Mâlik ve Şafii' nin bâ¬zı arkadaşlarının seçtikleri kavle göre kıraatin sevabı ölüye ulaşır. Ancak okuyucunun kıraatini bir duâ ile ölüye bağışlaması gerekir. N e v e v i de el-Ezkâr'da: Âlimler duanın ölülere yararlı olduğuna ve sevabının onlara ulaştığına icmâ' etmişlerdir. Bunların delilleri, bu hükmü ifâde eden meşhur âyetler ve meşhur hadislerdir. Bunlar¬dan birisi :
= «Ve onlardan sonra gelenler: Ey Rabbimiz! Bize ve bizden ön¬ce îman eden kardeşlerimize mağfiret eyle, derler.» âyetidir. [25] Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in;
-Allah'ım! Bakîü'l-Ğarkad (mezarlığı) halkına mağfiret eyle» hadîsi ile;
= -Allah'ım! Bizim dirimize ve ölümüze mağfiret eyle.» hadîsi de bu konudaki delillerdendirler. Âlimler, Kur'an okuma sevabının baş¬kasına ulaşması hususunda ihtilâf etmişlerdir. Ş â f i İ' nin meş¬hur kavli ile bir cemâatin kavline göre ulaşmaz. Ahmed bin H a n b e 1, âlimlerden bir cemâat ve Şafiî' nin arkadaşların¬dan bir cemâat: Ulaşır, demişlerdir. En iyisi okuyucu kıraatini biti¬rince : Allah'ım! Okuduğum Kur'an'ın sevabını falan kişiye ulaştır, şeklinde duâ etmesidir.
2 - Ücret karşılığında okumaya gelince Hanefi ve Ha n -beli âlimlerine göre bunda sevâb yoktur. Ücret alan da veren de günah işlemiş olur.
Şafiî ve Mâliki âlimlerine göre Kur"an okumak kar¬şılığında ücret almak caizdir. Bunların delili, B u h â r i' nin İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği Peygamber (Sallal¬lahü Aleyhi ve Sellem)'in şu hadîsidir:
«Karşılığında ücret aldığınız şeylerin ücret almaya en liyakatli olanı, Allah'ın kitabıdır.»
Ma'kıl bin Yesâr (R.A.)'ın Hâl Tercemesî :
Ma'kil bin Yesâr bin Abdillah Ebû Alî el-Basri el-Müzeni (R.A.) sahâbidir Bîatü'r-Rıdvan'a katılanlardandır. Peygamber (S.A.V.)'den ve Nu'man bin Muk-rîm'den rivayet etmiş, kendisinden de İmrân bin Husayn, Muâviye bin Kurre, el-Hakem bin el-A'rec, Hasan-ı Basri (R.A.) ve bir cemâat rivayet etmiştir. Ahmed ve K^itüb-İ Sitte sahibleri onun rivayetlerini almışlardır. Muâviye (R.A.)'in hilâ¬fetinin son zamanlarında Basra'da vefat etmiştir. Yezİd bin Muâviye'nin zama¬nında vefat ettiğini söyliyenler de vardır. (El-Menhel, C : 8, Sah. 258)

1449) Abdurrahman bin Ka'b bin Mâlik ('Radtyattâhü ankiinıâ/dan; Oda babası (Ka'b bin Mâlik) (Radıyallâkü a«A)'dan rivayet ettiğine göre :
Ka'b (Radryallâhü anh) vefat edeceği zaman yanına gelen el-Be-râ bin Ma'rur'un kızı Ümmü Bişr (Radıyallâhü anhâ) :
Ey Ebâ Abdurrahman! (Öldükten sonra) faîan adama rastlarsan benden ona selâm söyle, demiş. Ka'b (Radıyallâhü anlı) de :
Allah seni bağışlasın ey Ümmü Bişr! Biz (şu anda) başka şey¬lerle çok meşgulüz, demiş. Ümmü Bişr (Radıyallâhü anhâ) :
Ey Ebâ Abdurrahman! Sen Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'den şöyle buyururken işitmedin mi?:
«Şüphesiz mü'minlerin ruhları, yeşil kuşların içindedir. Cennetin ağaçlarından rızıklamrlar.» Ka'b (Radıyallâhü anh) :
Evet, (işittim) diye cevap verdi. Ümmü Bişr (Radıyallâhü an¬hâ) da : İşte bu odur, dedi." [26]

İzahı

Bu hadisin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e âit met¬ninin bir benzerini Tirmizi ve Ahmed de rivayet etmiş¬lerdir.
Sindi: Benim gördüğüm müellifin sünen nüshalarının tü¬münde hadisin ilk râvisi Ka'b (Radıyallâhü anh)'dır. Hadîs Ka'b (Radıyallâhü anh)'in ölüm döşeğinde iken olan bir durumdan bah¬settiğine göre ilk râvinin Ka'b (Radıyallâhü anh) değil, onun oğlu Abdurrahman (Radıyallâhü anh) olması zahirdir. Ve olay Abdurrahman (Radıyallâhü anh> tarafından anlatılmış gibidir. Çünkü olaya şahit olan odur. Rivayet eden de odur. Halbuki ilk râvi Ka'b (Radıyallâhü anh) olunca olayı anlatan Ka'b (Radıyallâhü anh) olmuş olur. Oğlu Abdurrahman (Radı¬yallâhü anh) da kendisinden rivayet etmiş olur. Bu da mümkündür.
Şöyle ki: Muhtemelen : Abdurrahman (Radıyallâhü anh), Ümmü Bişr {Radıyallâhü anhâ) ile K a'b (Radıyallâhü anh) arasında cereyan eden konuşmada hazır bulunmamış, bilâhere gelince babası yapılan konuşmayı kendisine nakletmiştir, demiştir.
T i r m i z i' nın rivayetinde Peygamber (Sailallahü Aleyhi vu Sellem)'e âit hadis metninin baş kısmi: «Şehitlerin ruhları yeşil kuşlardadır...» şeklindedir.
Ümmü Bişr (Radıyallâhü anhâ), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in o hadisini rivayet etmekle mü'minlerin ölümden sonra Allah katında yaşamaya devam ettiklerini ve dolayısıyla on¬lara selâm göndermenin mümkün olduğunu anlatmak istemiştir.
Müellifin rivayetinin zahirine göre bütün mü'minlerin ruhları, anılan durumdadır. Ka'b (Hadiyallâhü anh) şehit olmadığı hal¬de Ü mm ü Bişr (Radıyallâhü anhâi'nin bu hadîsi ona da şü¬mullü olduğu mânâda zikretmesi, ilâhî mağfirete mazhar olan tüm mü'minlerin ruhlarının böyle olduğuna delâlet eder. T i r m i z î' nin rivayetine bakılırsa müellifin rivâyetindeki mü'minler kelimesi, şehit¬ler mânâsına yorumlanır.
Müslim1 in İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'den olan rivayetinde :
«Şehitlerin ruhları, yeşil kuşların içlerindedir. Onlar için arşa ası¬lı kandiller vardır. Onlar cennetten diledikeri yerlerde serbestçe do¬laşırlar. Sonra o kandillere dönerler," mealinde bir hadîs vardır.
Tuhfe yazarı el-Mirkat'ta şöyle demiştir: 'Ruhların tenâsuhuna ve ruhların ceset değiştirdiğine inanan bâzı kimseler, bu hadisi delil göstermeye çalışmışlardır. Bu sapık akidede olanlara göre ruhlar gü¬zel cesetlere girerek nimetlenir. Ve müreffeh yaşar. Çirkin cesetle¬re sokulmakla ta'zib edilirler. Mükâfat ve ceza bundan ibarettir. Yâ¬ni hakikî cennet ve cehennem yoktur. Ruhlar iyi cesetlere yerleştiril¬mekle Cennete kavuşturulmuş olur. Çirkin cesetlere yerleştirilmekle Cehenneme sevk edilmiş olur. Bu akide bâtıldır. Çünkü şer'î Şerifin getirmiş olduğu ölümden sonra dirilmek, hesaba çekilmek, Cennet ve Cehennemin varlığı gibi etinin esaslarına ters düşer. Şerhü'1-Akâ-id'in bâzı haşiyelerinde deniliyor ki: Tenasüh akidesinde olanlara göre tenasüh, ruhların âhirette değil, yaşadığımız âlem içinde bâzı bedenlerden çıkıp başka bedenlere geçmesidir. Çünkü onlar âhireti.
Cenneti ve Cehennemi inkâr ederler. Bunun için de kâfir olmuşlardır.'
Tuhfe yazarı: Tenasühün bâtıl olduğuna apaçık delâlet eden bir çok âyet ve hadis vardır. Onlardan birisi, Allah Teâlâ'nın buyurduğu şu âyettir:
= «Onlardan birine ölüm gelince "Rabbim! Beni geri çevir, uma¬rım ki geride bıraktığım (dünya) da iyi iş işlerim." der. Hayır, bu söz sadece kendi lâfıdır. Tekrar diriltecekleri güne kadar arkalarında ge¬riye dönmekten onları alıkoyan bir engel vardır. [27]

1450) Muhammerl bin el-Münkedîr (Radıyallâhü anh) [28] den; Şöy¬le demiştir :
Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anh} ölüm döşeğinde iken ya¬nma girdim ve ona: Hesülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e se¬lâm söyle dedim.Bunun senedinin sahih ve ricalinin sıka oldukları, fakat mevkuf olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [29]

5 - Mü'min Can Çekişirken Ecir Kazanır Hakkında Gelen Hadisler Babı

1451) Aişe (Radıyallâhü anhâ)'dar\ rivayet edildiğine göre;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir gün Onun odasına girmiş, o sırada Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin yanında bulunan bir yakınının nefesini ölüm tıkamıştı. (Can çekişiyordu.) Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem) Âişe (Radıyallâhü anhâJ'daki üzüntü hâli¬ni görünce Ona -.
" (Şu) yakının için üzülme. Çünkü şu (ıstırap) onun hasenâtındandır.» buyurdu."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu isnad sahihtir. Ricali de sıka zâtlar¬dır. Râvi el-Velid bin Müslim tedlisçi ise de burada tahdis etmiştir. (Yâni an'ane ile rivayet etmemiştir.) Artık endişe yoktur.

1452) Büreyde (bin el-Husayb) (Radıyallâhü anh) [30]'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, de¬miştir :
«Mümin, alın teriyle ölür.»" [31]

İzahı

Tirmizî, Nesâi ve Hâkim de bunu rivayet etmiş¬lerdir.
Hadis, muhtelif şekillerde yoiun;.emiştir. Bu konuda Tuht'e'de şöyle denilmiştir :
Hadis, ölümün şiddetini ifâde eder, diyenler olmuştur. Yâni se-kei'âtla duyulan ıstırabın şiddetiyle, hastanın alnı terler.
Bazıları.- Sekerâtta alınn terlemesi hayra alâmettir, diye yorum¬lamışlardır.
îbnu'l-Melik: Yâni mü'nıinin günahlardan arınması ve¬ya derecesinin yükseltilmesi için sekerâti öyle şiddetli olur ki, alnı terler, demiştir.
Turb.eşti : Hadis, iki şekilde yorumlanabilir: Birincisi olu mün şiddetidir. İkincisi mü'min helâl rızık talebi yolunda ve namaz, oruç gibi ibâdetlerin ifası uğrunda alın teri döker. Tâ ki, ak bir yüzle Allah'a kavuşsun. Birinci yorum daha açıktır, demiştir.
El-Irâki de: Hadîsin mânâsında ihtilâf edilmiştir. Bâzıla n sekerâtm şiddetinden dolayı alın terler demişlerdir. Bâzıları da ; Mü'min sekerâtta Allah Teâlâ'dan haya ettiğinden dolayı terler. Se¬bebi de şudur: Mü'min günahkâr olmakla beraber sekerâtta mağfi¬ret ve nimetle müjdelenince mahcup kalır ve bunun için alnı terle**

1453) Ebû Musa (Radıyallâkü anh)\\e\\\ Şöyle demiştir:
(Ölüm döşeğine giren) kulun insanları tanımasının ne zaman ke¬sildiğini Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve 3eilem)'e sordum. Buyur¬du ki:
«(Ruh almakla görevli melekleri ve berzah âlemi ile ilgili şeyleri) müşahede ettiği zaman.»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Nasr bin Hammâd var¬dır ki; Yahya bin Main ve başkaları onun yalancı olduğunu söylemişlerdir. Ebü'l-Peth eJ-Ezdî de onun hadîs uydurduğunu söylemiştir. [32]

6 - Ölünün Gözlerinı Kapatmak Hakkında Gelen Hadisler Bâbi

1454) t'mnıü Seleme (Radıyatlâhü anhâ)'frd\\: Şöyle demişiir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Seieme (Radıyal-lâhü anh)'ın (cenazesinin) yanına girdi. Ebû Seleme (Radıyaliânü anh)ın gözü açık (kalmış) idi. Efendimiz Onun gözünü kapadı. Son¬ra buyurdu ki j
-Şüphesiz ruh alındığı zaman göz onu tâkib eder.»' [33]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd ve Bevhaki de bunu rivayet, etmişlerdir.
Hadîs, ölünün gözlerinin açık kalmasının sebebini belirtmekte ve ölünün gözlerinin kapatılmasını meşru kılmaktadır. Ölünün gözle¬rini kapatmanın faydası, bakıldığı zaman çirkin görülmemesidir.
Gözlerin ruhu ta'kip etmesine gelince; Sindi şöyle der : Ruh cesedden çıktığı zaman göz de gitmiş olur. Artık açık kalmasında bir fayda yoktur. Şöyle de olabilir : Kişi sekerâta girdiği zaman ru¬hunu almakla görevli melek ona görünür. Artık kişi hep ona bakar. Gözü ona dikilir ve ruh ayrılıncaya kadar göz dikili kalır. Ruh alın¬dıktan sonra da gözler öyle durur.

1455) Şeddad bin Evs (Radıyallâhü anh)\\ttn rivayet edildiğine gö¬re; Resûlullah (Sallaiiahü Aleyhi ve Sclle.m) şöyle buyurdu, demiştir:
«Mevtanızın (ölüm döşeğine düşenlerinizin) yanında hazır bu¬lunduğunuz zaman, (öldüğünde) gözünü kapatınız. Çünkü göz ruhu izler. Ve hayır söyleyiniz. Çünkü melekler ölünün ev halkının söyle¬diklerine ; Âmin, derler.»"
Not : Zevâid'de şöyle denmiştir : Bunun senedi hasendir. Çünkü Kazâa bin Süveyd'in sikalığı ihtilaflıdır. Diğer râviler sıkadır. [34]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadisi Ahmed ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Hadîs, ölünün gözlerini kapatmayı ve onun hakkında iyi konuş¬mayı emreder. Veya ölüye hayırla dua etmeyi emreder.
ölünün gözlerini kapatma ile İlgili emrin ve gösterilen gerekçe¬nin izahı bundan önceki hadîs bahsinde geçmiştir.
Hadîsin «Ve hayır söyleyiniz.» cümlesi ile ilgili gerekli bilgi ise 1447 nolu hadis bahsinde geçmiştir. [35]

7 - Ölüyü Öpmek Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1456) Aişe (Radtyallâhü a«Aû>'dan; Şöyle demiştir :
Osman bin Maz'un (Radıyallâhü anh) ölmüş iken Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) onu öptü de öperken yanaklarına akan göz yaşlarına (şu anda) bakıyor gibiyim. [36]

İzahı

Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de bunu riva¬yet etmişlerdir.
Hadîs, ölüyü öpmenin meşruluğuna ve sessizce ağlamanın caiz ligine delâlet eder. Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin:
"Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) in yanakları üzerine akan, göz yaşlarına..." sözü Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sel¬lem)'in Osman (Radıyallâhü anh) üzerine çok ağladığından ki¬nayedir.
Osman bin Maz'ûn bin Habîb, onüç adamdan sonra müslümanhğı kabul etmiş ve oğlu S â i b ile birlikte H a -b e ş i s t a n ' a ilk hicret eden kafile içinde oraya göç etmiştir. K u r e y ş' in müslümanhğı kabul ettiği haberini alınca geri gel¬miştir. Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem)'in süt kardeşidir. Bedir savaşına katıldıktan sonra M e d İ n e' de vefat etmiş¬tir. Muhâcirîn-i Kirâm'dan M e d i n e ' de vefat eden ve B a k î' a defnedilen ilk zâttır. Hicretten otuz ay sonra Şa'ban ayında vs-fât etmiştir. (El-Menhel : C. 8, Sah. 325)

1457) İbn-i Abbâs ve Aişe (Radıyallâhü anküm)'âen rivayet edildiği¬ne göre :
Peygamber (Sallaiiahü Aleyhi ve Sellem) vefat etmiş iken Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) onu öptü." [37]

İzahı

Bühârî ve Tirmizî de bunu rivayet etmişlerdir. Tir¬mizî bu hadîsi mezkûr iki sahâbiyle birlikte C â b i r (Radıyal¬lâhü anh)'den de pivâyet etmiş, fakat senedini zikretmem işti r.
Ş e v k â n î : Bu hadîs, ölüyü ta'zim etmek için ve teberrüken öpmenin meşruluğuna delâlet eder. Çünkü E b û Bekir (Ra-dıyallâhü anh)'in bu hareketine her hangi bir sahâbînin karşı çıktığı nakledilmemiştir. Şu halde bu hususta İcmâ' vardır, demiştir. [38]

8 - Ölüyü Yıkamak Hakkında Gelen Hadisler Babı

1458) İ'nınıü Atiyye (RadıyaUâhü anh«Onu su ve sidr ile üç veya beş (defa) hattâ gerekirse daha faz¬la yıkayınız. Son defasında Kâfur yahut Kâfur nevinden bir koku kullanınız. Yıkama işini bitirdiğiniz zaman bana bildiriniz.» buyurdu. Biz yıkamayı bitirince Ona haber verdik. Resûlullah (Sallallahü (Aley¬hi ve Sellem) bize 'Hakv' denilen kendi izârını verdi ve :
«Bunu kızıma iç gömleği yapınız.- buyurdu. [39]

İzahı

A h m e d , Kütüb-i Sitte sahipleri ve Beyhaki de bunu rivayet, etmişlerdir.ağacının yaprağıdır. Kâmus'ta şöyle tarif ediliyor.
Nebk ağacının adıdır ki, Arabistan kirazı denilir Trab¬zon hurması o nevidendir. îki çeşittir. Birisinin yemişi hoştur Yap-ragıyla yıkanılır Diğc»i kekrek olur.
Hadisin zahirine göre Sidr, her defasında suya karıştırılır. Hanbelîler ve Hanefiler böyle hükmetmişlerdir. Şöyle ki; Hanbeliler'e göre Sidr veya benzeri bir şey suya karış¬tırılarak köpürtülür. Köpük kısmıyla cenazenin başı ve sakalı yıka¬nır. Bedeni de tortu kısmıyla yıkanır. Sonra temiz su bütün vücûda dökülür. Bu bir yıkama sayılır. Her defasında böyle yapılır. Son defasında Sidr ile beraber Kâfur da suya katılır.
Hanefiler'e göre ilk iki yıkama sidr ile yapılır. Üçüncüsü Kâfûr'un katıldığı suyla yıkanır. El-Feth sahibi, bu yıkama tarzını zikrettikten sonra : Şeyhülislâm demiştir ki: Birinci defa sâde suy¬la yıkanır. İkinci defa Sidr'in karıştırılıp kaynatıldığı suyla yıkanır. Üçüncü defa Kâfûr'un karıştırıldığı suyla yıkanır, demiştir.
M â 1 i k i 1 e r' e göre birinci defa sâde suyla, ikinci defa Sidr'in karıştırıldığı suyla veya bunun aksi, üçüncü defa Kâfûr'un katıldığı suyla yıkanır.
Ş â f i i 1 e r' e göre ilk defa Sidr'in karıştırıldığı suyla, ikinci defa sâde suyla ve üçüncü defa bir parça Kâfûr'un karıştırıldığı suy¬la yıkanır.
Sidr veya benzeri bir şeyin karışmasıyla değişen suyla yapılan yıkamanın, farz olan yıkama yerine geçip geçmediği ihtilaflıdır. Sa¬hih kavle göre kâfi değildir. Sâde suyla yıkatılması gerekir. Far* olan yıkama, meyyit'in üstündeki necaset giderildikten sonra bütün vücûdu ıslatan bir yıkamadır. Dört mezheb imamının kavli budur. Küfe âlimleri Zahiriye mezhebi âlimleri ve el-Müze-n i, üç defa yıkamanın farz olduğuna hükmetmişlerdir.
Sabun gibi temizleyici olan her temiz madde Sidr hükmündedir.
Yıkamanın son defasında suya Kâfûr'un katmanın hikmeti, Kâ¬fûr'un cesedi kuvvetlendirip sertleştirmesi ve Kâfur kokusundan ha-şerâtın nefret etmesidir. Bir de Kâfur kullanmada meleklere ikram ve saygı vardır. Çünkü kokusu güzeldir. Melekler de o sıralarda cenazenin yanında hazır bulunurlar. Kâfur kullanmak müstahabtır.
Cenazeyi yıkamak, kefenlemek, üzerinde namaz kılmak, taşımak ve defnetmek far?.-1 kifâyedir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in üç veya beş defa yi kamayı emretmesinden maksat, yıkama sayısının tek tutulmasının meşruluğunu bildirmektir. Şu halde birinci veya ikinci defa yıka¬makla ceset temizlenmiş olsa dâhi yıkama sayısını ıîçlemek mendubtur. Keza dördüncü defa ile temizlik hâsıl olursa, tekleştirmek için beşinci defa yıkanmalıdır. Bundan sonraki sayılarda da aynı usul tat¬bik edilir,
'Hakv' veya 'Hikv' kelimesinden maksat, belden yukarı giyilen ve izâr adı verilen elbisedir. Asıl mânâsı izârın bağlandığı bel kıs¬mıdır. [40]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Cenazeler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Cenazeler Bölümü   Cenazeler Bölümü Icon_minitimeC.tesi Şub. 06, 2010 7:22 pm

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 - ölüyü yıkamak vâcibtir.
2 - Yıkama sayısını tekleştirmek müstehabtır.
3 - Ölüyü yıkarken suya Sidr veya benzeri temizleyici ve temiz bir maddeyi karıştırmak müstehabtır.
4 - Son yıkamada suya bir parça Kâfur veya benzeri güzel ko¬kuyu karıştırmak müstehabtır.
5 - Sâlihlerin elbiselerinden teberrük için ölüye kefen yapmak meşrudur. Nitekim hadiste belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi izarını vererek kızına iç kefen yapılmasını emretmiştir. Bunu iç kefen yapmanın hikmeti, mübarek izarın doğ¬rudan doğruya cesede sarılmasıdır.

1459) Muhamnıed bin Şîrîn Ümmü Atiyye (Radıyallâkü anhâ)'ûan rivayet ettiği hadîsin mislini Hafsa rivayet etmiştir. Hafsa'nın hadisinde Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e âit :
-Onu (kızımı, çift değil) tek yıkayınız.» buyruğu vardır. Yine Hafsa'nın hadîsinde:
-Onu üç veya beş defa yıkayınız.» buyruğu bulunur. (Keza) Hafsa'nın hadîsinde:
-Onu yıkamaya sağ tarafından ve abdest uzuvlarından başlayı¬nız.» buyruğu vardır. Yine Hafsa'nın hadisinde Ümmü Atiyye (Radı-yallâhü anhâ) şöyle demiştir: Ve biz Ümmü Gülsüm (Radıyallâhü anhâ)'nın saçını taradık, üç örgü yaptık.'' [41]

İzahı

Kütüb-i Sitte sahipleri ve A h m e d bu hadîsi rivayet etmiş¬lerdir.
Bundan önceki hadîsi Ümmü Atiyye (Radıyallâhü an¬hâ)'den Muhammed bin Şîrîn rivâye't etmiştir. M u -h a m m e d ' in râvisi de E y y û b ' tur. Bu hadîste ise Ümmü Atiyye (Radıyallâhü anhâ)'nin râvisi H a f s a' dır. H a f -s a ' nın râvisi yine E y y û b ' tur. Eyyûb'un Hafs a'dan rivayet ettiği Ümmü Atiyye (Radıyallâhü anhâ)'nin hadî¬sinde bulunan ilâveler, tercemede işaret edildiği gibi şunlardır: /:.;
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e âit olarak .rivayet edilen ilâvelerin birincisi, Ümmü Gülsüm, anhâ)'nin çift değil tek sayıyla yıkanması emridir. Yâni 2, 4, sayıyla yıkama değil 3.5,7... defa gibi tek sayıyla yıkama ^mn,,ve¬rilmiştir.
«Onu üç veya beş defa yıkayınız.» emri, M u h a m tîi e;d;'4rı hadîsinde : «Onu üç, beş defa, hattâ gerekirse daha fazla yıkayınız.»şeklinde buyrulmuştur,
Hafs a' nın hadîsindeki diğer bir ilâve :
«Onu yıkamaya sağ tarafından ve abdest uzuvlarından başlayı¬nız.* emridir.
Bu emre göre cenazeyi yıkamaya başlarken abdest uzuvlarından ve sağ tarafından başlamak müstehabtır.
Cenazenin abdestini aldırmanın hikmeti, mü'minlerin alâmeti olan abdesti tekrarlamaktır.
Cenazeyi yıkarken abdesti aldırıldığında ağzına ve burnuna su vermenin müstehablığına hükmeden Şafii ve Mâ 1 i fc ,î 'âlim¬leri, bu hadîsi delil göstermişlerdir. Bir de ölünün abdestini dirinin abdestine kıyaslamalardır. Bu âlimlere göre ölünün burnuna su verirken suyun midesine girmemesi için usulü dâiresinde Ölünün başını eğmek müstehabtır Hanefî ve Hanbelî âlimlerine göre ölünün ağzına ve burnuna su verilmez. Onlara göre hadîsteki abdest uzuvlarından maksad, Kur'an'da anılan uzuvlardır ki, mazmaza ve istinşak buna girmez. Bir de ölünün ağzından ve bur¬nundan suyu çıkarmak imkânsızdır.
Hülâsa vâcib olan yıkama, ölünün üzerindeki necaset giderildik¬ten sonra bedenin her tarafını temiz su ile bir defa yıkamaktır. Yı¬kama sayısının 3,5,7... gibi tek olması, suya Sidr ve benzeri sabun gibi bir şeyi karıştırmak, son yıkamada suya Kâfur veya benzerini katmak, yıkamaya başlarken ölünün avret mahallini yıkamak, sonra abdest aldırmak, daha sonra sağ tarafından yıkamaya başlamak müs¬tehabtır.
H a f s a ' nın hadîsinde Ümmü Atiyye (Radıyallâhü anhâl'ye âit olan ilâve şudur: "Biz onun saçını taradık. Üç örgü yap¬tık."
Buharı' nin rivâyetindeki ilâve şöyledir :
"Yıkayıcı kadınlar. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'iiî kızının saçını çözdüler, sonra saçını yıkadılar. Daha sonra üç örgü yaptılar."
Ölünün saçını taramanın faydası, saçı temizlemek ve suyu saç¬ların dibine ulaştırmaktır.
Bu ilâve, ölen kadının saçını taramanın ve üç örgü hâlinde ör menin müstehablığına delâlet eder. Mâliki, Şafiî ve Han b e 1 î âlimleri bununla hükmetmişlerdir.
Evzâî ve Hanefî âlimleri: Saç salınmaz, iki örgü hâlin¬de ölünün göğsüne ve gömleğin üstüne konulur, demişlerdir. H a -n'ef i âlimlerine göre saçın taranması ve üç örgü hâlinde arkaya salınması hakkında Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in bir emir veya işareti bu hadîste görülmüyor. Hadîste görülen durum, Ümmü Atiyye (Radıyallâhü anhâ)'nin kendi yaptığını bil¬dirmesinden ibarettir.

1460) Alî bin Ebî Tâlib (Radıyallûhü anh)âen rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Uyluğunu açma. Ne dirinin ne de öiünün uyluğuna bakma.»" [42]

İzahı

Ahmed, Ebû Dâvüd, Tahavî ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir. Bilindiği gibi diz kapağından göbeğe kadar olan erkeğin vücûdu avrettir. Örtülmesi gerekir. Erkeğin eşinden başkasının buralara bakması haramdır. Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem) A 1 î (Radıyallâhü anh)'a uyluk kısmının avret ol¬duğunu, örtülmesinin gerekliliğini bildirmek istemiş ve helâlından başkasının yanında burayı açmamasını emretmiştir. Keza ölü olsun diri olsun her hangi bir kimsenin buralarına bakmasını menetmiştir. Avret mahalline bakması helâl olan eşler, bu yasaktan müstesna¬dır.
Hadîs, ölünün avret mahalline bakmanın, dirinin avret mahalli¬ne bakmak gibi haram olduğuna delâlet eder.
Ebû Hanife, Mâlik, Şafii ve Ahmed, bu¬nunla hükmetmişlerdir

1461) Abdullah bin Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'ûa.n rivayet edildi¬ğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Ölülerinizi güvendiğiniz kimseler yıkasın.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Râvi Bakiyye tedlisçidir. Ve bunu an'ane ile rivayet etmiştir. Diğer râvi Mübeşşir bin Ubeyd hakkında Ahmed : Onun hadîsleri yalan ve mevzu' hadislerdir, demiştir. Buhârî de : Hadîsleri münkerdir, demiş; Dârekutni de : O. uydurma hadîs rivayet eder, yalan söyler, demiştir: [43]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîs, güvenilir kimselere ölüleri yıkat-tırmayı emreder. Güvenilirlikten maksad, yıkama esnasında ölünün vücûdunun kararması gibi kötü alâmetleri görürse bunu halka anlat-mıyaeak ve gizliyecek karekterde olmaktır. Hadîsin senedinin zayıf olduğu notta belirtilmiştir. Mamafih ölünün kusurlarını gizlemek, ge¬nel hükümler muvacehesinde emredilmiş bir keyfiyettir. Bundan son¬raki hadîste de buna âit hüküm vardır.

1462) Ali bin Ebi Tâlib (Radıyaltâhü anh)'den rivayet edildiğine gü-re: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve ScUem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim bir ölüyü yıkar, onu kefenler, kefenine güzel koku saçar, cenazesini taşır, üzerinde namaz kılar ve (kötü belirtilerden) gördü¬ğünü ölü aleyhinde yaymazsa, anasından doğduğu gün gibi hatâla¬rından çıkmış olur.»"
" Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi zayıftır. Çünkü ondaki râvi Ömer bin Hâlid'i Ahmed ve İbn-i Muîn yalanlamışlardır.

1463) Ebû Hüreyre -(Radıyallâhü anhj'dşn rîyâyet edildiğine göre: Resûlullafr (SaUallakii Aleyhi ve .SeMept) şöyle kyyurdı&! demiştir : «Bir ölüyü yıkayan kimse (yıkadıktan sonra) gusletsin.-" [44]

İzahı

Ebû Dâvûd ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir.
Ebû Dâvûd'un rivayetinde : «... Ve ölüyü taşıyan kimse, sonra abdest alsın.» ilâvesi vardır.
El-Menhel yazarı, bu hadîsin açıklamasında şöyle der: Hadîsin zahirine göre ölüyü yıkamaktan dolayı gusletmek ve onu taşımak¬tan dolayı abdest almak vâcibtir. Ali ve Ebû Hürey "t "e (Radıyallâhû anhümâ)'mn böyle hükmettikleri rivayet edilmiştir.
Mâlik, Ahmed ve Şafii âlimleri mezkûr gusül ve abdestin müstehablıgına hükmederek, bu hadisteki emri müstehab-lık mânâsına yorumlamışlardır. Delilleri, Dârekutnî ve Hâ¬kim'in Ibn-i Abbâs (Radıyallâhû anh)'dan rivayet ettik¬leri şu mealdeki hadistir:
«Ölünüzü yıkadığınız zaman bundan dolayı size gusletmek ge¬rekli değildir. Sizin ölünüz necis değildir. (Gusülden sonra) ellerinizi yıkamanız kâfidir.»
El-Menhel yazarı bu arada guslün vâcib olmadığına âit bir kaç hadîsi zikrettikten sonra H a t t â b i' nin : 'Ben, ölüyü yıkamaktan dolayı guslün ve ölüyü taşımaktan dolayı abdest almanın vâcibliği-ne hükmeden bir fıkıhçı bilmiyorum. Hadîsteki emir müstehablık için olmaya benzer. Hadisin mânâsı şu olabilir: Ölüyü yıkayan kim¬senin vücûduna ve elbisesine yerden su sıçramasından veya ölünün bedeni üzerinde bulunabilen bir necasete su dökülürken ve yıkayı¬cının üstüne başına pis suyun sıçramasından emin olunamaz. Piş su¬yun nereye sıçradığını tesbit etmek mümkün olmayabilir. Bu durum¬da yıkayıcı bütün vücûdunu yıkamak ve böylece pislenen yeri temiz¬lemiş olmak zorunda kalır. Abdest alma emri de cenaze namazını kılmak için hazırlıklı olmak amacını taşımış olabilir.' dediğini nak¬leder.
El-Menhel yazarı: H a t t â b i yukardaki sözünde: Guslün vücûbuna hükmeden bir fıkıhçıyı bilmiyorum, demiş ise de guslün vücûbuna hükmedenleri yukarıda zikrettim, demiştir. [45]


9 - Erkeğin Kendi Hanımını Ve Kadının Kendi Kocasını Yıkaması Hakkında Gelen Hadisler Babı

1464) Âişe (Radıyallâhü anhü)^an: Şöyle demiştir:
Bana şimdi beliren görüş, daha önce belirseydi Peygamber {Sal¬lallahü Aleyhive SelIemJ'ifn cenazesini) hanımlarından başkası yıka-mıyacaktı."
Not : Sindi şöyle demiştir : Bu hadisi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir, Bu¬nunla beraber Zevâid sahibi bunu zikrederek : İsnadı sahih, ricali sıkadır. Çün¬kü râvi Muhammed bin İshak tedlisçi ise de Hâkim ve başkasının rivayetinde bu hadîsi an'ane ile değil, tahdis ile rivayet etmiştir, demiştir. [46]

İzahı

Ahmed, Ebü Dâvûd, Beyhakî, İbn-i Hibbân ve Hâkim bunu uzun bir metin hâlinde Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet etmişlerdir.
Âişe (Radiyalîâhü anhâ) galiba Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve SellemJ'in mübarek cenazesi yıkandıktan sonra, ölen erkeğin eşlerinin iddet süresince nikâh hükmü bakımından kocalarına bağ¬lılıklarını bilmiş ve bu bilgisi daha önce ©️lmuş olsaydı kendisi ve ar¬kadaşlarından başkasının Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellemî'i yıkamayacaklarını söylemek istemiştir. Veyahut bu hükmü bundan sonra gelecek hadîsten kıyas, yoluyla çıkarmıştır.
Hadis, kadının vefat eden kocasını yıkamasının ve bunun aksinin câizliğine delâlet eder.
Âlimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:
1 - Mâlik, Şafiî ve arkadaşları, eşlerin birbirinin cena¬zesini yıkamalarını caiz görmüşlerdir. A h m e d' in meşhur kavli de budur. Erkeğin, hanımının cenazesini yıkamasının delili, bundan sonra gelen hadîstir. Kadının, eşinin cenazesini yıkamasının delili de bu hadîstir.
Beyhaki ve Dârekutni' nin Esma bint Umeys (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet ettiklerine göre Peygamber (Sallal¬lahü Aleyhi ve Selleml'in kızı F â t ı m a (Radıyallâhü anhâ) va¬siyet ederek; kocası A I i (RadıyaJlâhü anh) tarafından yıkatılma-sını istemiş ve Alî (Radıyallâhü anh) ile Esma (Radıyallâhü anhâ) onu yıkamışlardır.
Keza Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet edildiğine göre Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) vefat edeceği zaman hanımı Esma binti Umeys (Radıyallâhü anhâ) tarafından yıka-tılmasını vasiyet etmiş, Esma (Radıyallâhü anhâ) zayıf olduğu için Abdurrahraan (Radıyallâhü anh) ona yardım etmiştir.
2 - Ahmed'den bir rivayete göre eşlerin, birbirlerinin ce¬nazelerini yıkamaları yasaktır. Kendisinden yapılan diğer bir riva¬yete göre kadının eşinin cenazesini yıkaması caizdir. Fakat erkeğin, hanımının cenazesini yıkaması caiz değildir. Ebû Hanîfe ve S e v r i' nin kavli de budur. Onların gösterdikleri gerekçe şudur: Kadının ölümü, kız kardeşi ile evlenmeyi mubah kılan bir ayrılıktır. Keza, ölümü ile kocası, ondan başka dört kadınla evlenebilir. Bal¬dız ile veya dört kadınla evlenmesi için erkeğin, eşinin ölümünden sonra bir süre beklemesi mecburiyeti yoktur. Bütün bu durumlar, er¬keğin, ölen hanımıyla irtibatının kesildiğini gösterir. Artık erkeğin ölen eşine bakması ve elini dokundurması haramdır. Fakat kocası ölen kadının iddeti bitmedikçe, kocası ile olan evlilik bağı tamamen kopmuş sayılmaz. Bunun için yıkayabilir.
Bu âlimler, bundan sonra gelen Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsini Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e mahsus olarak yorumlamışlar veyahut Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Âişe (Radıyallâhü anhâ)'yi bizzat yıkamayı kasdetmemiş, yıka¬ma tedbirini yüklenmesini kastetmiştir.
A 1 î (Radıyallâhü anh)'nin F â t ı m a (Radıyallâhü anhâ)'yi yıkamasına gelince, İbn-i M e s' u d (Radıyallâhü anh) buna karşı çıkmıştır.

1465) Âişe (Radtyallâhü anhâ)'âan; Şöyle demiştir:
Resûlullah {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Baki'den döndü, beni basımdaki ağrıdan hasta olarak buldu. Ben o esnada: Vay başım! diyordum. O:
«Yâ Âişe! Bil'akis ben vay başım demeliyim.» buyurdu. Sonra : *(Yâ Âişe!) Eğer sen benden önce ölmüş olsan da senin başında durup seni yıkasam, seni kefenlesem ve senin cenaze namazını kıl¬dırıp seni defnetsem, sana hiç bir şey zarar vermez.» buyurdu.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Seneddeki râviler sıkadır. Buhârî bunu başka bir şekilde kısaca rivayet etmiştir. [47]

İzahı

Âhmed ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. B u -h â r i' nin rivayeti meâlen şöyledir :
'Âişe (Radıyallâhü anhâ) bir defa şiddetli baş ağrısına tutula¬rak) . Vay başım, dedi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : •Ben hayattayken sen ölürsen sana istiğfar ve duâ ederim.» buyurdu. Bunun üzerine Âişe (Radıyallâhü anhâ) : Vay başıma gelen! Valla¬hi Öyle sanıyorum ki, gerçekten sen benim ölümümü istiyorsun. Eğer ben ölürsem sen cidden o günün-akşamı bâzı hanımlarınla gerdeğe gireceksin, dedi. Bunun üzerine efendimiz şöyle buyurdu:
-Yâ Âişe! Bilâkis ben vay başım demeliyim
başkasının halîfe olmasını men ederler. Yahut Allah (başkasını ha¬life kabuletmekten) imtina ederler.»"
Sindi1 nin beyânına göre hadîsteki- olay, Peygamber (Sallal¬lahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatına yakın günlere rastlar. Hastanın hastalığını açığa vurmasının câizliği hadisten çıkarılıyor. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ye şu¬nu bildirmek istemiştir: Senin hastalığın geçicidir. Sağlığa kavuşa¬caksın. Fakat benim hastalığım geçici değildir. Yakında öleceğim. Hastalığın şiddetinden dolayı vay başım! denecekse senden önce ben demeliyim.
Hadîs, erkeğin vefat eden hanımını yıkamasının meşruluğuna de¬lâlet eder. Bu konuyla ilgili gerekli bilgi, bundan önceki hadîste bil¬dirilmiştir. [48]

10 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem)'În (Cenazesini) Yıkamak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1466) Büreyde (Radıyallâhü anh)'den: Şöyle demiştir: (Vefat eden) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i yıka¬maya başlamak istedikleri zaman, dâhilden seslenen birisi onlara: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gömleğini soymayınız! diye seslendi. [49]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadis, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat edince sahâbîleriu, onun gömleğini çıkarmadan müba¬rek vücûdunu yıkadıklarına delâlet eder.
Notta belirtildiği gibi hadîsin senedi zayıf ise de Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem)'in gömleği çıkarılmadan yıkatıldığı, A h-med, E b û Dâvûd, İbn-i Hibbân ve el-Hâkim'in  i ş e (Badıyallâhü anhâ)'den rivayet ettikleri şu mealdeki hadîs¬le sabittir.
'Âişe (Radıyallâhü anhâ) şöyle demiştir: Sahâbîler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i yıkamak istedikleri zaman dediler ki;
Bilmiyoruz, ölülerimizin elbisesini tamamen soyduğumuz gibi Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bütün elbisesini soyacak mıyız? Yoksa üzerinde elbise olduğu halde mi yıkayacağız? Bunlar ihtilâfa düşünce Allah Teâlâ onlara bir uyku verdi. Herkesin çenesi göğsüne dayandı. Sonra evin bir köşesinden kim olduğunu bileme¬dikleri bir kimse onlara: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İ üzerinde elbise bulunduğu halde yıkayınız, diye seslendi. Bunun üze¬rine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in gömleği üstünde ol¬duğu halde yıkamaya başladılar. Suyu gömleğin üzerine döküyorlar ve gömleği ile beraber vücûdunu ovuyorlardı.'
A h m e d ' in rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'i yıkayanlar Alî bin Ebî Tâlib, Abbâs bin Abdülmuttalib, Fadl bin Abbâs, Üsâme bin Zeyd, Kasım ve efendimizin mevlâsı Salih (Radıyallâhü anhüm)'dür. Abbâs, Fadl ve Kasım (Radıyalâhü an-hüm), A 1 î (Radıyallâhü anh)'a yardım ederek Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem)'i sağa sola döndürürlerdi. Üsâme (Ra¬dıyallâhü anh) ve Salih (Radıyallâhü anh) da su dökerlerdi. A I î (Radıyallâhü anh) de yıkardı.
Bezzâr ve Beyhaki1 nin rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)' A 1 î {Radıyallâhü anh)'a.- «Senden başkası beni yıkamasın. Çünkü kim benim avretimi görürse gözleri kör olur.» buyurmuştur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in A I i (Radıyallâhü anh)'i'bu işe tahsis etmesinin sebebi, A 1İ (Ra¬dıyallâhü anh)'in avret yerine bakmaktan çok sakındığını bildiğinden dolayı olabilir.

1467) Alî bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre:
Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i yıkadığı zaman ölü¬de aradığı (idrar ve gaitayı) onda aradı da aradığını bulamadı ve: Babam sana feda olsun. Sen çok temizsin. Diri iken temizdin, ölü iken de temizsin, dedi.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahih olup ricali de sıkadır. Çünkü Yahya bin Hızâm'ı îbn-i Hibbân sikalar arasında zikretmiş, Safvân bin İsa'yı da Müslim hüccet saymıştır. Kalan râviler de meşhur râvilerdir. [50]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vücûdu yıkatılırken avret mahallinde bir necasete rastlan¬madığına delâlet eder. Hadîs, ölü yıkatılırken avret mahallinde bir necasetin bulunup bulunmadığının araştırılmasının ve varsa gideril¬mesinin gerekliliğine delâlet eder.

1468) Alî (bin Ebt Tâlib) (Radıyallâhü anh)Wen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Öldüğün zaman beni Ğars adlı kuyumdan yedi kırba suyla yı¬kayınız.»"Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu isnad zayıftır. Çünkü İbn-i Hibbân : Râvi Abbad bin Yâkub açık râfiziydî. Bununla beraber meşhur râvilerden mün-ker hadisleri rivayet ederdi. Bu sebeple terkedilmeyi haketmiş, demiştir. İbn-i Tâ-hir de : O, râfizüerin aşırılanndandır. Terkedilmeye müsthaktır. Çünkü münker hadisleri meşhur hadîsler arasında zikreder. Buhârî ondan tek bir hadîs rivayet etmiş ise de muasırı olan imamlar onun bu rivayetine karşı çıkmışlardır. Hadis hafızlarından bir cemâat, ondan rivayeti terketmişlerdir, demiştir. Zehebi de : Bu¬hârî ondan yaptığı rivayeti başkasından olan bir rivayetle birlikte almıştır, demiş¬tir. Abbâd'ın şeyhi (Hüseyin bin ZeydVin sıkalığı ihtilaflıdır. [51]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadis Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, vefat ettiği zaman C a r s kuyusundan alınacak yedi kırba su ile yıkatılmasını vasiyet ettiğine delâlet eder.
Ğars: Küba köyünde bulunan ve Sa'd bin Hayse-m e (Radıyallâhü anh)'a âit kuyunun adıdır. Peygamber (Sallal¬lahü Aleyhi ve Sellem) o kuyudan su içerdi. Bu kuyuya O u r s di¬yenler de vardır. [52]

11 - Peygamber (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem'in Kefeni Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1469) Aişe (radiyallahu anha)dan :şöyle demiştir:
'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Yemen ma'mulü be¬yaz üç parça bez içinde kefenlendi. Bunlar içinde gömlek ve sarık yoktu.* Âişe (Radıyallâhü anhâ)ya: Diyorlar ki: Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem) hibere (çizgili hırka) içinde kefenlenmiş, denildi. Bunun üzerine Âişe (Radıyallâhü anhâ) : Hibere hırkasını ge¬lirdiler de onu kefen yapmadılar, dedi." [53]

İzahı

Kütüb-i Sitte sahipleri ve A h m e d bunu rivayet etmişlerdir. Hibere : Yemen ma'mulü bir hırka çeşididir. Pamuk veya ketenden yapılmadır. Çizgili olur.
Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in üç parça be¬yaz Yemen bezi içinde kefenlendiğine delâlet eder.
Hadîsin : "Bunlar içinde gömlek ve sarık yoktu." cümlesi iki şe¬kilde yorumlanabilir. Birinci ihtimâl; Bu üç parçanın yanında göm¬lek ve sarık yoktu. İkinci ihtimâl; Üç parça bezden birisi sarık di¬ğeri gömlek değildi. Yâni üç parçanın her birisi bütün vücûdu örten birer sargı idi.
1. Ş â f i i 1 e r bu hadîsi delil göstererek erkek için sünnet olan kefen, her birisi bütün vücûdu örten üç sargıdır. Bunların dı¬şında gömlek ve sarığın bulunmaması efdaldır. Şayet bunlara bir gömlek ve bir sarık ilâve edilirse mekruh olmaz. Ş â f i i 1 e r ha¬dîsi birinci ihtimâle göre yorumlamışlardır. Mezkûr beş parçadan fazla kefen yapmak mekruhtur.
2. H a n b e 1 i 1 e r de bu hadisin zahirini tutarak: Erkeğin müstehab olan kefeni, her birisi bütün vücûdu örtecek üç sargıdır. Buna bir şey ilâve etmek mekruhtur, demişlerdir.
3. M â 1 i k i 1 e r, mendub olan kefen; bir izâr, yâni belden ışağı vücûdu örten peştemal, bir gömlek, bir sarık ve bütün vü cûdu örten iki sargıdır.
4. Hanefîler'e göre sünnet olan kefen, bir izâr, bir göm¬lek ve bütün vücûdu örten bir sargıdır. Gömlek, omuzlardan ayak¬lara kadar uzun olmalıdır. îzâr, baştan ayağa kadar vücûdu örtecek durumda olmalıdır. Kefenin üç parçadan fazla olması mekruhtur. Bir kavle göre beş parçaya kadar ilâve yapmakta beis yoktur.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hibre denilen çizgi¬li hırka içinde kefenlendiği, Âişe (Radıyallâhü
miş, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) hibrenin getirildiğini, fakat kefen yapılmadığını bildirmiştir.
El-Menhel yazarı : Sahâbîlerin hibereyi kefen yapmamalarının hikmeti, bunu münâsip görmemeleri olabilir. E 1 - A y n i demiş¬tir ki: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yıkanması işi bi¬tince getirilen hibere hırkası ile mübarek vücûdu kurulanmış ola¬bilir. Sonra bu hırka geri verilerek üç parça beyaz Yemen bezi¬ne sarılmıştır.' [54]

Kadının Kefeni

Erkeğin müstehab olan kefçni hakkındaki âlimlerin görüşünü yukarda zikrettik. Burada kadınların kefen durumuna da bir göz ata¬lım :
1 - Hanefiler'e göre müstehab olan kadın kefeni beş parçadan ibarettir: İzâr, gömlek, baş örtüsü, bir sargı ve memeleri üzerine bağlanan bir parça.
2 - Şafiî ve Hanbelî mezheblerine göre de müste¬hab olan beş parçadır : İzâr, baş örtüsü ve iki sargı. Sargıların, bü¬tün vücûdu örtecek durumda olması ma'lumdur.
3 - Mâlikiler'e göre müstehab olan kefen yedi parça¬dır : İzâr, gömlek, baş örtüsü ve dört sargı.

1470) Abdullah bin Ömer (Radtyallâkü anhümâ)'dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sehuliyye (denilen) üç parça beyaz ve ince bez içinde kefenlenmiştir."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadîsin aslı Buharı ve Müslim'de Âİşe (R.A.) ve îbn-i Abbas (R.A.)'dan rivayet olunmuş olarak vardır. İbn-i Ömer (R.A.)'in hadîsinin senedi hasendir. Çünkü râvilerinden Süleyman bin Musa ve Hafs bin öaylan, hıfz, zapt ve itkan ehlinin derecesinden aşağıdır
Sehuliyye: Y e m e n ' de bez dokunan bir köyün adıdır. Bu köyde dokunan beze de denilir. Bu kelime Suhûliyye diye de okuna¬bilir. E z h e r î' nin dediğine göre Sehûliyye köyün adıdır. Suhû¬liyye ise bu köyde dokunan bezdir.
Riyâd Ritâ'nın çoğuludur. Ritâ, tek parçadan ibaret çarşaftır. Bir kavle göre ince ve yumuşak bezdir. Burada iki mânâya da yo¬rumlanabilir.
Notta belirtildiği gibi hadîsin aslı Buhârî ve Müslim'de  i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'den rivayet edilmiştir. Buhârî'de Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den rivayet edilen hadîs, meâlen şöyledir:
"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) pamuktan (ma'mul) sehâliyye (denilen) üç parça beyaz Yemen bezi içinde kefenlendi. Bun¬lar içinde gömlek ve sarık yoktu.'
Bu hadîs de erkeğin müstehab olan kefeninin üç sargı olduğuna ve bunların beyaz olmasının müstehablığına delâlet eder.

1471) îbn-i Abbâs (Raâıyallûhü anhiimâ)'dan: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (şu) üç parçada kefen¬lenmiştir : İçinde vefat ettiği gömlek ve Necrân ma'mulü hülle."
Not : Nevevî : Bu hadîs zayıftır. Delil sayılması sahih değildir. Çünkü râ-visi Yezîd bin Ebî Ziyâd'ın zayıflığı hususunda ittifak vardır. Bilhassa onun bu rivayeti sıka zararın rivayetine muhaliftir, demiştir. [55]

İzahı

Bu hadîsi Ebû Dâvûd, Ahmed ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Hülle: İki parçadan ibaret bir takım elbisedir. Aynı kumaştan olmayan takıma veya bir parçadan ibaret elbiseye Hülle denilmez.
Necrân: Arap yarımadasının doğusunda bir şehirdir. O beldenin ma'mulü olan elbiseye Necrâniyye denilir.
Bu hadise göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ke¬feni; İki parçadan ibaret hülle ve içinde vefat ettiği gömleğidir.
El-Menhel yazan bu hadîsle ilgili olarak şöyle der:
"Kefenlerden bir parçanın gömlek olduğuna hükmeden Hane¬fî ve Mâliki âlimleri için bu hadîs bir delildir. Kefende gömle¬ğin bulunmasının müstehab olmadığına hükmeden âlimler şöyle de¬mişlerdir : Bu hadîs zayıftır. Çünkü râvisi Yezîd bin Ebİ Z i y â d aleyhinde konuşulmuştur. Üstelik Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, içinde vefat ettiği ve yıkanırken soyulmayan gömleği içinde kefenlenmesi örf ve âdet yönünden uzak bir ihtimaldir. Diğer taraftan Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in hülle için¬de kefenlenmesi sözü galattır. Çünkü M ü s 1 i m ' in rivayetinde  i ş e (Radıyallâhü anhâ) :
"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) pamuktan ma'mul Se-hûliyye demlen üç parça beyaz Yemen bezi içinde kefenlendi ve bun¬ların içinde gömlek ve sarık yoktu." demiştir. (Buhârî'de de aynı ha dis mevcuttur.)
Hülleye gelince; Hülle, kefen yapılmak üzere satın alındığı için halk bunun kefen yapılıp yapılmadığını bilmediler. Satın alınan hül¬le terkedildi ve  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsinde belirtil¬diği gibi üç parça beyaz Yemen bezi kefen yapıldı. Bunun üze¬rine Abdullah bin Ebî Bekir (Radıyallâhü anh) bu hülleyi alarak : Ben kendime kefen yapmak için saklıyacağım, de¬di. Sonra: Eğer Allah Teâlâ bu hüllenin Peygamberine kefen v yapıl¬masına razı olsaydı, ona kefen ettirirdi, diyerek niyetini değiştirdi
ve satıp bedelini sadaka olarak dağıttı.
T i r m i z i : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "in kefe¬ni hakkında vârid olan hadîslerin en sahihi, A i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsidir. Sahâbîlerin ve onlardan sonra gelen âlimlerin ekserisinin arneji  i ş e radıyallâhü/^nhâ):nirı^ad,îsin^ göredir, demiştir. [56]

12 - Müstehab Olan Kefen Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1472) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâydan rivayet edildiğine gö¬re: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
-Elbiselerinizin en hayırlısı beyaz olanıdır. Bunun için ölülerinizi beyaz elbise içinde kefenleyiniz ve beyaz elbise giyiniz.»" [57]

İzahı

Tuhfe'de naklen beyan edildiğine göre N e s â i hâriç KÜtüb-i Sittede bu hadîs rivayet edilmiştir. T i r m i z i bunu rivayet et¬tikten sonra: Bu hadis hasen - sahihtir. İlim ehlinin müstehab say¬dığı elbise beyaz olanıdır. Ahmed ve İshak demişler ki: Kefen için en sevimli elbise beyaz olanıdır." diye bilgi vermiştir.

1473) Ubâde bin es-Sâmit (RadıyaUâhü anh)'den rivayet edildiğine re: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) $üyle buyurdu, demiştir : •Kefenin hayırlısı hülledir.»" [58]

İzahı

Ebü Dâvûd ve Beyhakî de bunu rivayet etmişler¬dir. T i r m i z î ise bunu Ebû Ümâme (Radiyallâhü anhâ)'-den rivayet etmiştir.
. EI-Menhel yazarı şöyle der:
"Yâni hülle kefenin hayırlı kısmından sayılır. Hülle, Yemen nıa'mulü elbisedir. Aynı maldan iki parçadan ibaret takıma denilir. Hülle, iki parçadan ibaret olduğu için bir parçadan ibaret kefenden hayırlı sayılır. Şu halde hüllenin hayırlı oluşu, bir parçadan ibaret kefene nazarandır. Çünkü üç parçalık kefenin hülleden efdal oldu¬ğu ma'lumdur. Hadîsten şu mânânın kastedildiği umulur: Zaruret olmadıkça bir parçalık kefenle yetinmek uygun değildir.
Bâzı âlimler bu hadîsi delil göstererek : Yemen ma'mulü hırkaları kefen yapmak efdaldır, demişler ise de yukarıda belirtildi¬ği gibi efdal olan kefen beyaz bezdir. Muhtemelen o gün için halkın temini kolay olan kefenlik hülle olduğu için Peygamber îSallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle buyurmuştur.

1474) Ebû Katâde (Radtyallâhü an k)'den rivayet edildiğine göre; KfsûUıllah (Salt al I ahit Aleyhi ve Seİtem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Sizden birisi (ölen) din kardeşinin teçhiz ve tekfini işini üzeri¬ne aldığı zaman onun tekfinini güzelce yapsın. [59]

İzahı

Tirmizi de bunu rivayet etmiştir.
Tekfinin yâni kefenleme işinin güzelce yapılmasından maksad, kefen olarak kullanılacak bezin temiz, pâk ve ölünün deri rengini gösterecek kadar ince olmaması, ölünün bütün vücûdunu iyice ört¬mesi ve ölünün hayatta iken giydiği bez nevinden olmasıdır.Maksad kefenin lüzumundan fazla olması, pahalı olması değildir. Çün¬kü Ebû Dâvûd'un Ali (Radıyallâhü anh)'den rivayet et¬tiği merfu' bir hadîste pahalı kefen kullanılması yasaklanmıştır.
Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi ve B e y h ak i de bu hadîsin bir benzerini Câbir bin Abdillah (Radıyal¬lâhü anhi'den rivayet el mislerdir. Oralardaki hadis uzuncadır. Ben-
zer cümlesi şöyledir: «Biriniz ölen din kardeşini kefenlemek istediği zaman onun kefenini güzel yapsın veya güzelce kefenlesin.»
El-Menhel yazarı şöyle der: Hadîsin manâsı şudur : Kefen ıçjn elbiselerin en temizini, beyazını ve normal olarak yetecek miktarını tercih etsin ve hayatta iken giymesi mubah olan cinsten olsun. Ke¬fen; pamuk, yün, keten, kıl gibi diri için kullanması müstehab olan maddelerden ma'mul cinsten olabilir. Erkek için kullanılması haram olan ipekten kefen yapılamaz. Kadın için ipekten kefen yapmanın mekruh olduğunu söyliyenler olduğu gibi haram olduğunu söyliyen-ler de vardır.
Nevevi : Mubah kefen hususunda ölünün maddi durumuna itibar edilir. Eğer malı çok ise, elbisesinin iyisinden kefen yapılır. Eğer orta halli ise, ona göre kefen yapılır. Maddî durumu düşük işe hâli¬ne göre kefeni yapılır, demiştir. [60]

13 - Ölüye Kefenlerine Dâhil Edildiği Zaman Bakmak Hakkinda Gelen Hadis Babı

1475) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in oğlu vefat edince Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sahâbilere:
«Ben ona (oğluma) bakmadıkça onu kefenlerinin içine dâhil et¬meyiniz» buyurdu. (Yıkama işi bitip kefenlerine sarılacağı zaman) Efendimiz onun yanına geldi ve üzerine eğilip durdu ve ağladı.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi zayıftır, îbn-i Hibbân : Se-neddeki râvi Ebû Şeybe Enes (R.A.)'in hadisinden olmıyan şeyleri ondan rivayet et-mistir. Ebû Şeybe'den rivayet etmek helâl değildir, demiştir. Buhârî de ; O. aeâip sahâbldir, demiştir Ebû Hatim de ; Onun hadisleri zayıftır, münkerdir, ondan acâip şeyler rivayet edilmiş, demiştir. [61]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîsle ilgili olarak Sindi şöyle der.
'Hadîs, ölüye bakmak istiyen kimsenin, ölü kefenlenmeden önce bakmasının uygun olduğuna delâlet eder. Dolayısıyla kefenlendik¬ten sonra açıp bakmanın iyi olmadığı anlaşılır. Kefene sarıldıktan sonra açmak külfetine ihtiyaç duyulacağından dolayı Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem)'in bu emri vermiş olması muhtemeldir.'
Hadîs, ölüye kefenlenmeden önce bakmanın meşruluğuna delâlet eder. Tabi ölünün avret mahalline bakmak yasaktır. Buradaki bak¬maktan maksad, bakılması mubah olan yüz, el gibi yerlere bakmak¬tır. Ayrıca sessiz olarak ağlamanın câizliğine delâlet eder.
Mâriye-i Kıbtiyye (Radıyallâhü anhâ)'den doğma, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in oğlu İbrahim, hicretin sekizinci yılı Zilhicce ayında doğmuş ve hicretin onun¬cu yılı Rebiü'l-Evvel- ayının onuncu gecesi vefat etmiştir. V â k ı d i böyle demiştir. îbn-i H a z m ' in dediğine göre ise İbrahim, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in ve¬fatından üç ay önce vefat etmiştir, t b r â h î m, onsekiz veya onaltı aylık iken vefat etmiş ve Baki'a defnedilmiştir. [62]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Cenazeler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Cenazeler Bölümü   Cenazeler Bölümü Icon_minitimeC.tesi Şub. 06, 2010 7:23 pm

14 - Nai (Ölümü Câhiliyyet Devrine Göre İlân Etmekjden Nehiy Hakkında Gelen Hadis Babı

1476) Hilâl hin Yahya (RadıyaUâhü atıh)'âen; Şöyle demiştir :
Huzeyfe (bin el Yernân) (Radıyallâhü anh), bir cenazesi olduğu zaman şöyle derdi: Ölümünü kimseye ilân etmeyiniz. Bunun nai ol¬masından cidden korkarım. Ben şu iki kulağımla Resûlullah (Sallal¬lahü Aleyhi ve Sellem) den işittim. Naiden nehiy etti." [63]

İzahı

Tirmizi, Huzeyfe (Radıyallâhü anh) den bunun ben¬zerini rivayet etmiştir. Oradaki rivayette Huzeyfe (Radıyal¬lâhü anhî şöyle demiştir:
"Ben öldüğüm zaman öldüğümü kimseye ilan etmeyiniz. Bunun nai..."
Tirmizi' nin Abdullah bin Mes'ud (Radıyallâhü anh) "dan rivayet ettiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem) meâlen şöyle buyurmuştur:
-Npiden şiddetle sakının. Çünkü nai, câhiliyyet devrinin işidir.»
Abdullah (Radıyallâhü anh) : "Nai, Ölümü ilân etmektir" de¬miştir.
Nai: Lügat kitaplarında belirtildiği gibi lügat mânâsı, ölünün ölümünden haber vermektir.
Tuhfe yazarı şöyle der : Huzeyfe (Radıyallâhü anh) "in ha¬disinin zahirine göre kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in-yasakladığı NaiYien.. lügat mânâsını kastederek genel mâ¬nâda ölümden haber vermenin yasakladığı hükmünü çıkarmıştır. On¬dan başka ilim ehli : Hadîsteki yasak naiden maksad. câhiliyyet dev¬rinde meşhur olan naidir, demişlerdir. A s m â î : Bir kişi öldüğü zaman Araplar bir adamı ata bindirirlerdi. Binici, halk arasında do¬laşır ve ölenin vefatını etrafa ilân ederdi, demiştir. Alimlerin yasak olan/haiyi câhiliyyet devri usulünce yapılan naiye tahsis etmeleri¬nin nedeni şudur : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin N e -c â ş i (Radıyallâhü anh)'nin ölümünü ilân ettiği sabittir. Keza Mû'te savaşında şehit edilen Zeyd bin Harise, Câfer b i ,n E b i Tâlib ve Abdullah bin R e -vaha (Radıyallâhü anhüm)"ün vefatlarını aynı anda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin M e d i n e ' de ashabına haber verdiği sabittir. Bunlar gösteriyor ki, ölümü ilân etmek, yasak olan naiye girmez. Halbuki lügat mânâsı itibariyle bu da nai mânâsına dâ¬hildir.'Bu sebeple âlimler, mevcud hadîslerin tümünün işlerliğini ko¬rumak içiiryasak olan naiyi, câhiliyyet devri usulünce yapılan naiye tahsis etmişlerdir.
İbnü'l-Arabî : 'Hadislerin tümünden üç hâl alınır:
Eirinci hâl, yakınların, arkadaşların ve sâlih kimselerin haberdar edilmesidir. Bu ilân sünnettir.
İkinci hâl, iftihar vesilesi edilmek üzere halkı davet etmektir. Bu ise mekruhtur.
Üçüncü hâl, sesle ağlamak gibi yollarla ölümü çevreye duyur¬maktır. Bu ise haramdır.' demiştir.
Cumhura göre ölümü câhiliyyet, devri usullerine başvurmadan usûlü dâiresinde ilân etmek caizdir. Hattâ sünnettir, denilebilir. Çün¬kü B u h â r î' nin rivâyetiyle sabit olduğu gibi Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem) Habeşistan kralı N e c â ş i' nin ölümünü ilân etmiştir.
E 1 - H â f ı z , Fethü'l-Bâri'de : Velhâsıl, sırf ilân etmekte kera¬het yoktur..Eğer buna bif şey ilâve edilirse hüküm değişir. Huzey-f e {Radıyallâhü anh) gibi bâzı selef âlimleri bu konuda çok titiz davranarak ölümden başkasını haberdar etmekten kaçınmışlar ve yasak.olan nai sayılmasından kfitfjjtmuşlardır. [64]

15 - Cenazelerde Hazır Bulunmak Hakkında Gelen Hadisler Babı

1477) Ebû Hüreyre (Radıyallâkü ank)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Saiallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
-Cenazeyi sür'atle naklediniz. Eğer ölü iyi bir kimse ise Önünde hayır vardır, onu bir an önce o hayra ulaştırmış olursunuz. Eğer cenaze iyi bir kişi değilse bu bir serdir, (Bir an önce) omuzlarınız¬dan indirmiş olursunuz.»" [65]

İzahı

A h m e d , Kütüb-i Sitte sahipleri ve B e y h a k î bu hadîsi rivayet etmişlerdir.
Hadisin : «Cenazeyi sür'atle naklediniz» emrinden maksad, cena¬ze kabire götürülürken normal yürüyüşten biraz hızlı yürümektir, Cenazeyi taşıyanlara veya cenazeye katılanlara zorluk verecek ya¬hut cenazeden kan akmak, pislik çıkmak gibi bir sakınca doğuracak hızla yürümek kastedilmemiştir.
Bâzı âlimler : Bu cümleden maksad; kişinin öldüğü tahakkuk edin¬ce teçhiz ve defni için acele etmektir, demişlerdir.
En iyisi ölünün kaldırılması ve kabre taşınması işini içine ala¬cak geniş mânâda yorum yapmaktır. Buna göre cenazeyi sür'atle nakletmek emri hem cenazenin kaldırılması için çabuk davranmak hem de kabre götürülürken normal yürüyüşten biraz farklı bir hız¬la yürümek işine şümullüdür.
Hadîsin bundan sonraki cümlelerinde acele etmenin sebebi şöy¬le anlatılıyor : Eğer cenaze sâlih ve iyi bir kişi ise önünde yâni kab¬rinde hayır vardır, bir an önce ölüyü o hayra ulaştırmış olursunuz. Hayırdan maksad, âmellerinin sevabıdır. Şayet ölü iyi bir kimse de¬ğilse, yâni fâsık ise, o bir serdir. Acele etmekle bir an önce omuz¬larınızdan indirmiş olursunuz. Çünkü böyle bir cenaze rahmetten uzak olur ve onunla birlikte olmaktan dolayı sizin için bir hayır yok¬tur. [66]

Hadisin Fıkıh Yönü

Ölünün kaldırılması için acele etmek ve mezara götürülürken bir sakıncaya yol açmıyacak ölçüde hızlı yürümek müstehabtır. Bu emrin müstehabhk için olduğu hususunda âlimler arasında bir ih¬tilâf yoktur. Yalnız İ b n - i H a z m , bu emrin vücûbuna hük-mekmekle âlimlerden ayrılmıştır.

1478) Abdullah bin Mes'ud (Radıyallâhü an/t)'den: Şöyle demiştir:
Cenazeyi takip eden kimse, na'şın bütün taraflarını (sırayla) tu¬tarak taşısın. Çünkü böyle yapmak sünnettendir. Sonra dilerse (tek¬rar taşımakla) nafile yapsın. Dilerse taşımayı bıraksın.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Senedin râvileri sıka zâtlardır. Lâkin ha¬dis mevkuf olup merfu" hükmündedir. Keza sened munkatı'dır. Çünkü râvi Ebû Ubeyde'nin babasından hadis işitmediğini Ebû Hatim, Ebû Zur'a ve başkaları söy¬lemiştir. [67]

İzahı

Hadis, Zevâid türündendir. Cenazeyi taşırken na'şın sag, sol ve ön, arka taraflarını sırayla tutmak suretiyle taşımanın faziletine delâlet eder. t b n - i Mes'ud (Radıyallâhü anh) : "Böyle yapmak sünnettendir" demiştir. Sahâbînin böyle sözü, Peygamber (Sallalla-hü Aleyhi ve SellemJ'in sünneti mânâsında yorumlanır. Na'şın her tarafını tutup bir miktar taşıyan kimse sünneti yerine getirmiş olur. Artık dilerse taşıma işini bırakır, daha çok sevap kazanmak isterse tekrar taşımaya başlar.
Notta belirtildiği gibi hadîs mevkuftur. Yâni î b n - i Mes'ud (Radtyallâhü anh) un sözüdür. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lemi'in sözü olarak rivayet edilmemiştir. Fakat merfu' hükmünde¬dir. Çünkü Sahâbi, seri hüküm ifâde eden bu gibi sözleri kendi gö¬rüşü olarak söylemez.

1479) Ebû Mûsa (el-Eşarî) (Radtyallâhü ank)'<\en rivayet edildi¬ğine göre :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sahâbilerin bir cena¬zeyi hızlı olarak götürdüklerini görmüş ve -.
«Gidişiniz vakarlı olsun.» buyurmuştur.Zevaid'de şöyle denilmiştir : Râvi Leys, İbn-i Selim'dir ki, zayıftır. Yahya bin Kattan, İbn-i Muin ve İbn-i Mehdi onu terketmişler. Zayıf olmakla bs-raber bu hadis, Buhâri ve Müslim'deki «Cenazeyi sür'atle naklediniz.» hadîsine muhaliftir. [68]

İzahı

Notta belirtildiği gibi Zevâid türünden olan bu hadisin zahiri, Kütüb-i Sitte'nin tümünde mevcut 1477 nolu hadise muhaliftir. Çün¬kü cenazenin sür'atle nakledilmesi o hadîste emredilmiştir. Bu ha¬dîs aşın hızla götürme mânâsına yorumlansa ve Peygamber (Sallal¬lahü Aleyhi ve Sellem)'in yasaklaması aşırı hıza âit olsa diğer hadise
muhalif olmaz. Çünkü diğer hadîsin açıklamasında belirtildiği gibi ölü veya cenazeye katılanlar için sakınca doğuracak tarzda hızlı git¬mek meşru değildir

1480) Resûluilah (Sallnllahü Aleyhi ve Setlem)"m mevlâsı Sevbân (Radtyallâhü an/r)\]en; Şöyle demiştir:
Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), bâzı kimselerin binek hayvanlarına binerek bir cenazeye katıldıklarını gördü ve (onlara) :
«Sizler binici olduğunuz halde Allah'ın meleklerinin ayakları üze¬rinde yürümelerinden haya etmiyor musunuz?» buyurdu." [69]

İzahı

Tirmizi de bunu rivayet etmiştir. Tuhfe yazarı şöyle der: Bu hadîs, binerek cenazeye katılmanın mekruhluğuna delâlet eder. Bu hadis, e 1 - M u ğ i r e (Radıyallâ¬hü anh)'in(i481 nolu hadîsine muhaliftir. Çünkü o hadîste binicile¬rin, cenazenin arkasında gitmeleri emredilmiştir. Çeşitli yönlerden bu iki hadisin arasım bulmak mümkündür. Şöyle ki: M u ğ î r e (Radıyallâhü anh)'in hadîsi, hastalık ve sakatlık gibi özür sahiple¬rine aittir. Bu hadîs özrü olmıyana hâkimdir, denilebilir. Keza bu ha¬dîs, cenazenin önünde veya yanlarında binici olarak gidenler hak¬kındadır. Böyle gitmek yasaklanmıştır. M u ğ i r e (Radıyallâhü anh)'in hadîsi, arkadan binici olarak cenazeyi tâkib edenlere aittir ki, bu meşru sayılmıştır. Şöyle d& denilebilir. M u ğ î r e (Radıyal¬lâhü anh)'in hadisi, binici olarak gitmenin câizliğine delâlet eder. Fakat mekruh olmadıkına delâlet etmez. Hâl böyle olunca binmek, mekruh olmakla beraber caizdir. .
Hadîsin tercemesini verirken; ifâdesindeki;harfi, meftuh ola"rak düşünülmüştür. Eldeki nüsha da öyle harekeli¬dir. Fakat Tuhfe yazarının beyânına göre e 1 - K a a r i' bu harfin meksur olduğunu söylemiştir. Buna göre hadîsin meali şöyle olur:
«Utanmıyor musunuz? Şüphesiz Allah'ın melekleri ayakları üze¬rinde yürüyorlar, siz binicisiniz.»

1481) El-Muğire bin Şu'be (Radtyallâhü a»///den rivayet edildiğine göre, şöyle demiştir : '
Ben, Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den işittim. Buyur¬du ki:
«Binici cenazenin arkasında gider. Yaya, cenazenin dilediği ta¬rafında yürür.»" [70]

İzahı

Ti rnnzi, Ahmed, E bu D â v û d , N e s â i, İbn i Hibbân, Hâkim ve Bey haki de bunu rivayet etmiş¬lerdir.
El-Menhel yazarı, bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der:
Bu hadis, cenazeyi uğurlarken binmenin câizliğine delâlet eder. Ancak bu hüküm, binmeye ihtiyaç duyulması hâline mahsustur. Ha¬dis, böyle yorumlanınca Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâi, T i r m i z i ve başkalarının S e v b â n (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet ettikleri ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e bir ce¬nazede binek hayvanı getirilerek binmesi arzulanmış. Fakat binmek¬ten imtina' etmiş. Ancak kabristandan dönüşte binmiş olduğunu bil¬diren hadise muhalif olmaz.
Mâlikiler, Şâfiiler ve Hanijeiiler: Cenaze götürülürken özür olmaksızın binmek mekruhtur, yaya yürümek müstehabtır, demişlerdir.
Hanefi âlimleri: Cenazenin önünde binerek gitmek mekruh¬tur. Arkasında mekruh değildir, demişlerdir
Bu hadîs, binicinin cenazenin arkasında gitmesinin efdal oldu¬ğuna delâlet eder. Mâ likîler, Hanefîler, Hanbelîler ve âlimlerin cumhuru böyle hükmetmiştir.
Ş â f i i 1 e r, binicinin yaya gibi cenazenin önünde gitmesinin efdal olduğunu söylemişlerdir. Lâkin bu hadisin zahiri, onların gö¬rüşünü reddeder.
Hadis, yayaların cenazenin her tarafında gitmelerinin meşrulu¬ğuna delâlet eder. Sevri, bunun zahirini tutarak böyle hükmet¬miştir.
Yayaların cenazenin hangi tarafında gitmelerinin müstehablığı hakkındaki âlimlerin görüşlerini bundan sonraki bâbta zikredeceğiz. [71]

16 - Cenazenin Önünde Yaya Yürümek Hakkında Gelen Hadisler Babı

1482) Salimin babası (Abdullah bin Ömer) (Radtya'iâhü anhumâ)'-dan; Şöyle demiştir ;
Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i; Ebû Bekir ve Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'yı cenazenin Önünde yaya olarak yürürlerken gördüm."

1483) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anhy&en; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Ebû Bekir, Ömer ve Osman (Radıyallâhü anhüm) cenazenin önünde yaya yürürlerdi." [72]

İzahı

î b n-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadîsini A h m e d, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâî, Dârekutnî, îbn-i Hibbân, Beyhaki ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Enes (Radıyallâhü anh)'in hadisini Tirmizi de rivayet etmiştir.
Bu hadisler, yayaların cenazenin önünde gitmelerinin müstehab-lığına delâlet ederler. İbn-i Ömer, Hasan bin Alî, Ebü Katâde, Ebû Hüreyre, İbn-i Zübeyr, Kasım bin Muhammed, Salim, İbn-i Ebi Ley¬lâ, Zühri, Şafii, Mâlik ve Ahmed (Radıyallâhü anhüm) böyle hükmetmişlerdir. Delilleri bu hadîslerdir. Bir de: Ce¬nazeye katılan şefaatçidir. Şefaatçi kendisine şefaat edeceği kimse: nin önünde gider, demişlerdir.
Ebû Hanîfe, arkadaşları, Evzâî ve İshak, ya¬yaların, cenazenin arkasında gitmelerinin efdal olduğunu söylemiş¬lerdir. A 1 i (Radıyallâhü anhKden rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Cenazenin arkasında yürüyenin, cenazenin önünde yürü¬yene üstünlüğü, farz namazın nafileye üstünlüğü gibidir.' Bu âlim¬ler, bu bâbta rivayet edilen hadisleri, cenazenin önünde yürümenin câizliğini açıklamak ve halka kolaylık göstermek mânâsına yorum¬lamışlardır.
T a h a v i' nin rivayet ettiğine göre A 1 İ (Radıyallâhü anh) cenazenin arkasında yürüdü. Kendisine Ebû Bekir (Radıyal¬lâhü anh) ve Ömer (Radıyallâhü anh) in cenazenin önünde yü¬rüdükleri söylenmiş, bunun üzerine şöyle cevap vermiştir: Onlar, ce¬nazenin arkasında yürümenin, önünde yürümeden efdal olduğunu bilirler. Bu üstünlük cemaatla kılınan namazın tek başına kılınan namaza üstünlüğü gibidir. Lâkin bunlar, halka kolaylık gösterirler.

1484) Abdullah hin Mes'ûd (Radıyallûkü anhj'den rivayet edildiği¬ne göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Setlem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Cenaze, metbû (uyulan)dur. Tabi (uyan) değildir. Cenazenin önünde gidenler cenazeye katılmış olmazlar.»"
Not : Sindi şöyle demiştir : Tirmizî ve başkaları bu hadîsi râvi Ebû Mâeide'-nin hâlinden dolayı zayıf saymışlardır. Ebû Davud'un bâzı nüshalarında bu hadî¬sin aynı sebeple zayıf gösterildiği kaydedilmiştir.
Tirmizî : Ben Muhammed bin İsmail'den bu Ebû Mâcide'yi zayıf saydığını işit¬tim. Muhammed'de el-Humeydi'nin şöyle dediğini söylemiştir : îbn-i Uyeyne bu Ebû Mâcide'nin kim olduğunu Yahya'ya sormuş? Yahya da : Bir kuştur. Uçtu da bize hadîs rivayet etti, diye cevap vermiş, diye bilçi vermiştir. [73]

İzahı

Notta belirtildiği gibi Tirmizî ve Ebû D â v û d da bu hadîsi rivayet etmişlerdir. Oralardaki rivayet daha uzundur. Bu¬rada metnin son kısmı rivayet edilmiştir. T i r m i z i ve Ebû D â v û d ' un rivâye! indeki hadîsin bu kısmı şöyledir:
Bu hadîse göre cenazenin önünde yürüyenler, cenazeye katılmış olmazlar. Yâni katılma sevabını tam olarak almaya müstahak olmaz¬lar. Bu hadîs, cenazenin arkasında yürümenin efdal olduğunu söy-liyenler için bir delildir Ancak notta belirtildiği gibi zayıftır. [74]

17 - Cenazeye Katılmak Üzere Bâzı Elbiseleri Soymaktan Nehiy Hakkında Gelen Hadis Babı

1485) İnırân bin el-Hıısayn ve Ebû Herze (RadıyaİlıVtii anhümâ)'-tlan ; Şöyle demişlerdir :
Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in beraberinde bir cenazeyi teşyie çıktık. Efendimiz ridâlarım atıp gömlekle yürüyen bâzı kimseleri gördü. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (onlara) :
«Sizler câhiHyyet devrinin fiilini mi tutuyorsunuz? Yoksa câhi-liyyet devrinin işinin benzerim yapmakla onlara benzemeye mi çalı¬şıyorsunuz? Şu suretinizden başka bir surette (kabristandan) dön¬meniz için aleyhinizde beddua etmeyi cidden arzuladım.» buyurdu. Bunun üzerine adamlar ridâlarım aldılar ve bir daha böyle yapma¬dılar.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu sened zayıftır. Râvi Nüfey' bin el-Kâ-ris Ebû Dâvûd el-A'ma'yı terkedenlsr bir değildir. Yahya bin Muin ve başkaları onun hadîs uydurduğunu söylemişlerdir. Diğer râvi Alî bin el-Hazevver'in de ha¬dîsleri mekruhtur. Buhâri : Onun hadisi münkerdir. Yanında acâip şeyler vardır, demiştir. [75]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîs, cenazeye katılan kimselerin, üzüntülerini ifâde etmek için elbise değiştirmelerinin yasaklığına ve câhiliyyet devrinin âdetlerinden olduğuna delâlet eder. Câhiliyyet devri adamları bu hususta çok aşırı giderlerdi. Asr-i Saadette ridâ (omuza atılan elbise)larını atıp gömlekle cenazeye katılanlar, yâni matem elbisesini giyenler, pek aşırı gitmedikleri için câhiliyyet dev¬ri adamlarına benzetilmişlerdir. Bu hâlin Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem)'in öfkesine sebebiyet verdiği hadiste belirtilmiştir. [76]
18 - Cenaze Hazırlandığı Zaman Tehir Edilmemesi Ve Arkasında Ateş Götürülmemesi Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1486) Alî bin Kbî Tâlib (RadıyaUâhü anh)'den rivayet edildiğine ffö-re. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, (lemistir:
«Cenaze hazırlandığı zaman onu te'hir etmeyiniz.»" [77]

İzahı

Tirmizî, Hâkim ve f bn-i Hibbân da bunu ri¬vayet etmişlerdir. Tirmizî' nin rivayeti şöyledir :
«Yâ AH! Üç şey vardır ki, onları geciktirme : Namaz, vakti gel¬diği zaman; cenaze, hazırlandığı zaman; kocasız kadın, ona denk bir eş bulunduğu zaman.»
"Tuhfe" yazarının el-Mirkât tan naklen beyân ettiğine göre e 1 - E ş r e f şöyle demiştir: Bu hadîs, mekruh vakitlerde cenaze namazının kılınmasının mekruh olmadığına delâlet eder. T ı y b i de bunu nakletmiştir. Bizce de böyledir Yâni güneş doğarken, batarken ve semânın ortasında iken cenaze namazı kıhnabilir. Ama da¬ha önce hazırlandığı halde namazı kılınmayıp bu vakitlerde kılınır-sa mekruhtur. Sabah namazından Önce ve sonra ve ikindiden sonra kılınmasında kerahet yoktur.
El-Menhel yazarı da bu konuda şöyle der:
Âlimler bu hususta ihtilâf etmişlerdir:
1 - Ahmed, İshak, Sevri, Atâ, Nehai ve E v z â i, güneş doğarken, batarken ve istiva (göğün ortasında) iken cenaze namazını kılmanın mekruh olduğuna hükmetmişlerdir. İ b n - i Ömer (RadıyaUâhü anh)'in de böyle dediği rivayet edil¬miştir. Hanefi âlimleri de böyle hükmetmişlerdir. Hanefî âlimlerine göre cenaze bu vakitlerde hazırlanırsa hemen namazı kı¬hnabilir. Bunda kerahet yoktur. Fakat daha önce hazırlanmış ise bu vakitlerde kılmak mekruhtur.
2 - M âli kile r'e göre güneş doğarken, batarken ve Cu¬ma hutbeleri vaktinde cenaze namazını kılmak haramdır. Sabah na¬mazından sonra gün doğmasına yakın bir zamana kadar caizdir. Bun¬dan sonra güneş doğuncaya kadar mekruhtur. Doğduktan sonra ve ikindi namazından sonra güneş sararıncaya kadar mekruhtur.,
3 - Şâfiiler'e göre kerahet vakitlerinde cenaze namazı kıl¬mak mekruh değildir. Ancak mahsus bu vakitler seçilirse mekruh¬tur. Hadislerdeki yasaklama, bu vakitleri bile bile seçmeye mahsus-îur.

1487) Kim Hürde (Radıyailâhü anh)\\en, Şöyle demiştir: Ebû Musa el-Eş'arî (Radıyallâhü anh) vefat edeceği zaman : Ce¬nazenin arkasında micmer (ateş) götürmeyiniz, diye vasiyet etti. Ora¬dakiler kendisine : Sen bu hususta bir şey işitmiş misin diye sordu¬lar. Dedi ki: Evet, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemi'den (işit tim.Zevâid'de şöyle denilmiştir. Bunun senedi hasendir. Çünkü Abdullah bin Huseyn (Ebû Harîz) ihtilaflıdır. Ebû Zur'â : Sıkadır, demiş, İbn-i Hibbân onu sikalar arasında zikretmiş; Ebû Hatim : Hadîsi hasendir, münker değildir. Yazılır, demiştir. Ahmed de : Hadîsi münkerdir, demiş; Nesâî de : Zayıftır, de¬miştir. İbn-i Adiyy de : Onun rivayet ettiği hadîslerin mütâbaı yoktur, demiştir. Onun hakkındaki İbn-i Müin'in sözü değişiktir. Bir defa : Sıkadır, demiş; bir başka defa : Zayıftır, demiştir.
Bu hadîsin bir şahidi vardır ki, o da Mâlik'in el-Muvatta'da ve Ebû Davud'un kendi süneninde rivayet ettikleri Ebû Hüreyre (RA.)'in hadîsidir. [78]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîs, cenazenin arkasında ateş götür menin yasaklığına delâlet eder.
Micmer: Asıl mânâsı ateş konan buhurdanlık ve benzeri şeyıer-dir. Burada ateş mânâsı kastedilmiştir.
Notta sö£ konusu edilen Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadisi, Ebû Davud'un süneninde şu lafızlarla rivayet edilmiştir:
= «Cenazenin arkasında ses yükseltilmez ve ateş götürülmez.»
El-Menhel'in beyânına göre Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) : Cenazenin beraberinde micmeri taşımayın diye vasiyet et¬miştir.
Bunun hikmeti, ehl-i Kitabın böyle yapmasıdır. Onlara benze mek mekruhtur. Diğer taraftan ateş bulundurmanın bir faydası yok¬tur. Bilâkis kötü ycruma yol açabilir. Sanki ölü ateşliktir. Daha bil mediğimiz hikmetler de bulunabilir. Hâsılı ateşperestlerin ve gayri müslimlerin âdetlerine uymamak ve onlara benzememek için cenâ zenin arkasında ateş götürmenin meşru olmadığı anlaşılıyor. Halef ve selef âlimleri bu hususta müttefiktirler. [79]

19 - Üzerinde Müslümanlardan Bir Cemâatin Namaz Kıldığı Cenaze Hakkında Gelen Hadisler Babı

1488) Ebû Hüreyre ( Rudiyal/âhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallattahü Aleyhi w Sellcm) şuyle buyurdu, demiştir :
«Üzerinde müslümanlardan yüz kişinin namaz kıldığı cenaze, mağfiret olunur.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Tirmizi ve Nesâi de bunun misli Âişe (R.A i'den gelmiştir Bu hadîsin isnadı sahih olup ricali Buhârî ve Müslim'in ricalidir [80]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadis, yüz kişilik müslüman cemâatin namazını kıldığı mü'min cenazenin ilâhî mağfirete mazhar olacağını müjdeler.
Notta işaret edilen Âişe (Radıyallâhü anhâJ'nin Tirmizî' deki merfu' hadisi meâlen şöyledir : "Müslümanlardan bir kim¬se ölüp üzerinde sayıları yüz kişiyi bulan bir müslüman cemâat na¬maz kılıp ölüye şefaat ederse (dua ederse) behemehal Allah Teâlâ onların ölü hakkındaki şefaatini kabul eder "

1489) Abdullah bin Abbâs'ın mevlâsı Küreyb (Radtyallâhü anbüm)'-den; Şöyle demiştir :
Abdullah bin Abbâs (Radıyaljâhü anhümâ)'nın bir oğlu öldü. Sonra Abdullah (Radıyallâhü anh) bana:
Yâ. Küreyb! Kalk da bak, oğlum (un cenazesi) için kimse toplan¬mış mı? dedi.
Ben de (baktım ve) Evet, dedim. Bunun üzerine:
Vah sana! Toplananları kaç kişi sanıyorsun? Kırk (kişi var) mı? diye sordu. Ben:
Hayır, onlar daha fazladır, dedim. Bunun üzerine dedi ki:
O halde oğlumun cenazesini çıkarın. Ben şehadet ederim ki Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den şöyle buyururken işittim :
«Allah Teâlâ bir mü'mine şefaat eden kırk kişilik mü'min cemâa¬tin şefaatim behemehal kabul buyurur.»" [81]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd, Ahmed ve Beyhaki de Küreyb (Radıyallâhü anh)'in hadisini benzer lafızlarla ri¬vayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd'un rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e âit hadîsin meali şöyledir:
«Hiç bir müslüman yoktur ki, ölür, Allah'a hiçbir şeyi ortak et-miyen kırk kişi onun cenaze namazına durur da Allah onları o ölü hakkında şefaatçi etmez.» (Yâni: eder, demektir.)
Cemâatin ölüye şefaat etmesinden maksad.ihlâsla ölüye dua et¬meleridir. Bu hadîse göre bir müslüman cenazenin önünde kırk kişi¬lik bir mü'min cemâat ihlâsla namaz kılıp, ölüye duâ ederse Allah Teâlâ bu cemâatin şefaatim y&iji duasını kabul buyurur.

1490) Mersed bin Abdillah el-Vezenî (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöylfe demiştir :
Mâlik bin Hubeyre [82]eş-Şâmî (Radıyallâhü anh)'a—Bu zât sahâ-bî idi. — bir cenaze getirildiği zaman cenazeyle gelenleri az gördü¬ğünde onları üç saffa ayırırdı. Sonra cenaze namazını kıldırırdı. Ve şöyle derdi: Şüphesiz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî bu¬yurdu ki:
«Müslümanlar üç saf hâlinde dizilip bir cenaze üzerinde namaz kıldığında onların dizilişi, behemahal (ölünün mağfiretini veya Cen¬netlik olmasını) vâcib (= sabit) kılar.» [83]

İzahı

Ahmed, Tirmizi, Ebû Dâvûd ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir.. ,
Bu hâdise göre cenaze namazına duran cemâat, en az üç saf ol¬malıdır ve üç saf olarak namaza durmaları hâlinde Allah Teâlâ ölü¬yü mağfiret eyler veya onu Cennetlik eder. Hadîsteki vâciblikten mak-sad, Âİlah'â bunun vâcib olması değildir. Allah hiç bir şeye hâşâ mecbur değildir. Vâciblikten maksad, sabit olmaktır. Yâni bu husus¬ta Allah'ın va'di vardır. Allah, va'dinden caymaz.
Bu bâbta rivayet edilen ilk hadîse göre yüz kişilik cemâat, ikin¬ci hadîse göre kırk kişilik cemâat, üçüncü hadise göre üç saflık ce¬mâat, bir cenaze üzerinde ihlâsla namaza durup, ölüye duâ ederler¬se Allah Teâlâ,ölüyü mağfiret eder.
Nevevi, M üs li m 'in şerhinde şöyle der: Kadı Iyâz: Denildiğine göre bu hadisler, muhtelif zamanlarda Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Seltem)'e sorulan sorulara, zamanında verilen cevaplar mâhiyetinde buyrulmuş, demiştir. Nevevi sözüne devam¬la : 'Muhtemelen Peygamber (Sallallahü Aleyhive Sellem)'e önce yüz mü'minin şefaatinin makbul olduğu Allah tarafından bildirilmiş, Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bunu haber vermiştir. Son¬ra kırk kişilik cemâatin şefaatinin kabul buyurulacağı daha sonra sayıları az bile olsa üç saflık cemâatin şefaatinin makbul olduğu bil¬dirilmiş; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de bunu haber vermiştir. Şöyle bir ihtimalde vardır: Usûl âlimlerinin cumhuru, sa¬yıların mefhûmunu dâhil saymazlar. Burada da sayıların mefhum¬ları vardır. Hâl böyle olunca yüz kişilik cemâatin şefaatinin mak¬bul olduğunun bildirilmesi, daha az cemâatin şefaatinin makbul ol¬mamasını gerektirmez. Aynı söz, kırk kişilik cemâat hakkında da söylenebilir. Hadîsler, yukarıda anlatılan şekillerde yorumlanınca hepsi işlerliğini korumuş olui ve şefaat kırk kişilik cemaatla hâsıl olduğu gibi bundan az olan üç saflık cemaatla da hâsıl olur.1 de¬miştir.
Tur b e şt.i de : Bu üç hadîs arasında tezat yoktur. Bu gibi meselelerde izlenen yol şudur: İki sayıdan az olanı çok olandan son¬ra buyurulmuş olarak kabul edilir. Çünkü Allah Teâlâ bir sayıya mağfiretini bağladığı ve va'd buyurduğu zaman, buyurulan va'dı nok-sanlaştırmak. Onun sünnetinden değildir. Bilâkis, fazl ve keremini ziyâdeleştirir, demiştir.
T u r b e ş t i şunu demek istemiştir: Meselâ Allah Teâlâ kırk kişilik bir cemâatin şefaatini kabul buyuracağını va'd ettikten sonra bu va'dini değiştirip : Ben kırk kişilik cemâatin şefaatini kabul et¬mem. Cemâatin sayısı yüze ulaşırsa o zaman kabul ederim, buyur¬maz. Çünkü kullarına fazl ve keremi sonsuzdur. Ama bunun aksini buyurur. Çünkü böyle bir değişiklik, kulların aleyhinde değil lehin¬de olur. Meselâ önce yüz kişilik cemâatin şefaatini kabul buyuraca¬ğını va'd eder. Daha sonra bu sayıyı azaltarak kırk kişilik cemâatin şefaatim kabul buyuracağını va'deder. Bu tasarruf, mü'min kulların lehinde olan bir tasarruftur. [84]

20 - Ölüyü Övmek Hakkında Gelen Hadisler Babı

1491) Enes hin Mâlik (Radtyallâhü tw//)\\en: Şİnle (lemistir: (Bir defa) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ile bâzı sa¬hâbiler) in yanından bir cenaze geçirildi. (Orada bulunan sahâbiler tarafından) cenaze hayır ile anıldı. Efendimiz:
«Vâcib (sabit) oldu.» buyurdu. Sonra başka bir cenaze oradan geçirildi. Orada bulunan sahâbiler tarafından o cenaze şer ile anıl¬dı. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de (yine) :
«Vâcib (sabit) oldu.» buyurdu. Bunun üzerine Ömer bin el-Hat tâb (Radıyallâhü anh) tarafından: Yâ Resûlallah! O (ilk) cenaze için : "Vâcib oldu." buyurdun. Bu (son) cenaze için de : "Vâcib oldu.' buyurdun. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Kavmin şahitliği veya gereği (vâcib ve sabit oldu ) Mü'minleı yeryüzünde Allah'ın şahitleridir.» buyurdu.»"

1492) Ebû Hüreyre (Radiyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
(Bir defa) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ile bâzı sa-hâbîlerHn yanından bir cenaze geçirildi. (Orada bulunan sahâbiler tarafından) cenaze hayır hasletlerinden sayılan bir iyilik ile anıldı. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
* Vâcib (= Sabit) oldu» buyurdu. Sonra Onun yanından başka bir cenaze geçirdiler. (Oradaki sahâbiler tarafından) bu cenaze şer fiillerden sayılan bir kötülükle anıldı. Efendimiz:
«Vâcib (= sabit) oldu. Şüphesiz sizler yeryüzünde Allah'ın şa¬hitlerisiniz» buyurdu.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Nesâi :kelimeleri hâriç bu hadîsi rivayet etmiştir. Hadîsin aslı Buhâri ve Müslim'de Enes (R.A.)'den rivayet olunmuştur. Tirmizi ve Nesâi'nin ri¬vayet ettikleri Ömer (R.A.)'in hadisine de muvafıktır. İbn-i Mâceh'in senedi sahîh olup ricali de Buhâri ve Müslim'in ricalidir. [85]

İzahı

Enes (Radiyallâhü anh)'in hadîsini Buhâri ve Müs1im benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir. Buhâri "nin riva¬yetinde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'a: Sen o cenaze¬ye de bu cenazeye de : "Vâcib oldu." dedin!: diyen sahâbînin Ömer bin el-Hattâb (Radiyallâhü anhümâJ olduğu belirtilmiştir. Tirmizi de bu hadisi kısaca rivayet etmiştir.
Ebû Hüreyre (Radiyallâhü anh)'in hadîsini notta belir¬tilen kelimeler hâriç N e s a i de rivayet etmiştir.
E bû Dâvûd da Ebû Hüreyre (Radiyallâhü anh) '-den bunun benzerini rivayet etmiştir. Zetfâid yazarının buna niçin eğilmediğini bilemiyorum. Ebû Hüreyre (Radiyallâhü anh)'in oradaki rivayeti meâlen şöyledir:
"Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanından bir cena¬ze geçirdiler de (Efendimizin yanında bulunan sahâbiler) O cenaze¬yi hayır ile andılar. Efendimiz de: «Vâcib oldu.» buyurdu.
Sonra başka bir cenaze geçirdiler de oradakiler onu şer ile an¬dılar. Bunun üzerine efendimiz (yine) : «Vâcib oldu.» buyurdu. Sonra s -Şüphesiz bâzınız, bâzınız hakkında şahitsiniz.» buyurdu."
Geçirilen cenazeler hakkında anılan hayırların ve serlerin mâ¬hiyetleri Hâ k i m'in Enes (Radiyallâhü anh)'den olan ri¬vayetinde açıklanmıştır. Oradaki rivayette Enes (Radiyallâhü anh) meâlen şöyle demiştir:
"Ben Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanında otu¬ruyordum. Bir cenaze geçirildi. Efendimiz: «Bu cenaze nedir?» bu¬yurdu.
Sahâbiler: Falanca kişiye aittir. O kişi Allah'ı ve Resulünü se¬ver. Allah'a itaat eder ve bu yolda çalışırdı, dediler... Sonra başka bir cenaze geçirildi. Sahâbiler: Falanca şahsın cenâzesidir. Bu cena¬ze Allah'a ve Resulüne buğzeder, Allah'a isyan eder ve bu yolda ça¬lışırdı dediler..."
Her iki hadiste şer bölümünde: "Sena" kelimesi kullanılmıştır. Halbuki "sena" övmektir. Bir şahsın kötülüğü anılırken buna "sena*' denmez. Burada hayır bölümünde "sena" kelimesi kullanılmış oldu¬ğu için edebî sanat olarak müşâkele için şer bölümünde de aynı ke¬lime kullanılmıştır.
Burada şöyle bir soru hatıra gelebilir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müteaddit hadîslerle ölülerin iyiliklerinin anlatıl¬masını ve kötülüklerinin anlatılmasından sakınılmasını emretmiştir.
Bu hadîste, söz konusu ikinci cenazenin kötülüklerini anlatan sa-hâbîleri niçin Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) men et¬memiştir?
Bu soruya şöyle cevap verilebilir : ölülerin kötülüklerini anlat¬manın yasaklığı münafık, kâfir ve açıkça fısk ve bid'at işliyenlerin dışında kalan mü'minler hakkındadır. Bu itibarla münafıkların, kâ¬firlerin, aleni bid'atçıların ve açıkça fâsıklığı gerektiren günahları iş¬liyenlerin kötülüklerini anlatmak ve toplumun, onların yolundan sa¬kınmasını sağlamaya çalışmak caizdir. Şu halde bu bâbtaki hadisler, yasaklığa âit hadîslerin hükmünü hususîleştirmiş olur.
El-Menhel'in beyânına göre, bâzı âlimlere göre yalnız kâfirİQr rin ve münafıkların kötülüklerini anmak caizdir. Ölen mü'min fâ-sık dahi olsa onun kötülüklerini anmak caiz değildir. Hayatta iken halkın ondan kaçınması için kötülüklerinin anlatılması caizdir. Adam öldükten sonra kötülüklerini anmakta fayda yoktur. Bilhassa tevbe ederek ölmüş olması muhtemeldir. Bunun içindir ki, cumhura göre M u â v i y e (Radiyallâhü anh) 'nin oğlu Yezid'e ve H a c -c â c-ı S a k a f i' ye la'net okumak caiz değildir. Sahâbîleriri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVin huzurunda kötülükle yâd ettikleri cenaze, münafıklardan idi. Nitekim H â k i m ' in E n e s (Radıyallâhü anh)'den olan rivayetinde açıklanan kötülük¬leri arasında Onun Allah'a ve Resulüne buğzetmesi vardır.
Hadîslerdeki: "Vâcib oldu." cümlelerinin mânâsı iyilikleri anılan cenazeye Cennet sabit oldu. Kötülükleri anılan cenazeye Cehennem sabit oldu. İki hadisin sonunda mü'minlerin yeryüzünde Allah'ın şa¬hitleri olduğu bildiriliyor. Hadislerden anlaşıldığına göre mü'rainler, Ölen bir mü'mini hayır ile anarlarsa, Cennetlik olur; kötülüğü aleni olanları kötülükle anarlarsa, Cehennemlik olur. Bu etkili şahitliğin sahâbilere mahsus olması muhtemeldir. Çünkü onlar âdetleri dolayı¬sıyla dâima doğru ve hikmetle konuşurlardı. Onların izini ta'kib eden takva sahibi sâlih müminler de onlar gibidir. Şu halde hadislerde-ki hükümlerin dönüm noktası fazilet, salâhat, doğruluk ve emniyet ehlinin şahitliğidir. Fâsıkların şahitliğinin bir değeri yoktur. Çünkü onlar bazen fâsıklan iyilikle ve fazilet ehlini kötülükle anarlar.
Nevevi, Müslim'in şerhinde şöyle der : Salih ve seç¬kin görüş, bu hadislerdeki şahitliğin umumi olmasıdır. Bir mü'min öldüğü zaman Allah müslümanların tümüne veya çoğuna ilham ve¬rip Ölüyü iyilikle anarlarsa bu durum, ölünün Cennetlik olduğuna delâlet eder. Onun geçmişteki ef'ali ister Cennetlik olmasını gerek¬tirsin, ister gerektirmesin. Çünkü ef'ali Cennetlik olmasını gerektir-meşe bile mutlaka Cehenneme girmesi mecburiyeti yoktur. O kimse, Allah'ın dilemesi hükmü altındadır. Artık Allah insanlara onu övme¬yi ilham edince biz bu keyfiyetten delil çıkararak Allah'ın onu ba¬ğışladığı neticesine varabiliriz. Hayırla anmanın faydası böylece be¬lirgin olur.'
E 1 - H â f ı z , El-Fetih'te : Nevevi nin bu görüşü hayır bölümünde açıktır. Ahmed, tbn-i Hibbân ve Hâ¬ki m ' in E n e s (Radıyallâhü anhJ'den merfu' olarak rivayet et¬tikleri şu mealdeki hadîs, Nevevi' nin sözünü te'ykl eder:
-Herhangi bir müslüman ölüp de en yakın komşularından dört kişi onun hayrından başka bir şeyini bilemiyeceklerini şehâdet eder¬lerse Allah Teâlâ: Ben sizin sözünüzü kabul ettim. Ve bilmediğiniz günahlarım bağışladım, buyuracaktır.»
Şer bölümüne gelince, hadislerin zahirine göre bu da hayır bö¬lümü gibidir. Yâni toplumun tümü veya çoğu bir ölüyü kötülükle anarsa onun Cehennemlik olması delili belirir. Bilindiği gibi bu du¬rum şerri hayrına galebe çalan Jçimse hakkında vâki olur. der. [86]

Hadisin Fıkıh Yönü

1 - Ölüyü, taşıdığı iyilik •eyâ kötülükle anmak caizdir. Bu ko¬nudaki ayrıntılı bilgi yukarıda geçti.
2 - Takva sahibi sâlihlerin hayırla andığı ölü cennetliktir. Bu hüküm kesin bilgiye dayanılarak ve ölünün durumunun zahirine gö¬re şahitlik edilmesi şartına bağlıdır. Bizim zamanımızdaki bilir bil¬mez insanlar tarafından cenaze namazı münâsebetiyle birisi tarafın¬dan yöneltilen cenazeyle ilgili soruya cevap olmak üzere yapılan tez¬kiye bu hükme dâhil değildir.
3 - Salâhat ve takva sahiplerinin kötülükle andığı bir cenazenin cehennemlik olduğu sanılır. Ölünün kötülükle anılması, haram olan gıybete girmez. Bilâkis halkın kötü yollardan sakındınlması için ölü¬nün kötülüklerini anlatmak mubahtır. Bu hususta geniş bilgi yuka¬rıda verilmiştir. [87]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Cenazeler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Cenazeler Bölümü   Cenazeler Bölümü Icon_minitimeC.tesi Şub. 06, 2010 7:23 pm

21 - İmâmın Cenaze Namazını Kıldıracağı Zaman Nerede Duracağı Hakkında Gelen Hadisler Babı

1493) Semûre bin Cündüh el-Fezârî (Radıyalluhu <ınh)'(\en: Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) lohusalık hâlinde ölen (Ensar'dan Ümmü Ka'b adlı) bir kadının cenaze namazım kıldırdı. (Namazda) Cenazenin tam ortası hizasına doğru durdu."

1494) Ebû Galip (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Ben, Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'ı şöyle yaparken gördüm : (Abdullah bin Umeyr adlı) bir erkeğin cenaze namazını kıldırırken cenazenin başının hizasına doğru durdu, sonra (Ensâr'dan) bir ka¬dına âit başka bir cenaze getirildi. Cemâat Enes bin Mâlik (Radıyal-lâhü anh)'a: Yâ Ebâ Hanıza! Bunun namazını kıldır, dediler. Enes (Radıyallâhü anh) na'şın (tam) ortasının hizasına doğru namaza durdu. Sonra el-Alâ' bin Ziyâd (Radıyallâhü anh) ona:
Yâ Ebâ Hamza! Resûlulİah (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin er¬keğin cenaze namazım kıldırırken şenin durduğun yerde durduğu¬nu, kadının cenaze namazım kıldırırken senin durduğun yerde dur¬duğunu ve senin yaptığın gibi yaptığını gördün (mü) dedi. Enes (Ra¬dıyallâhü anh) :
Evet, dedi. Bunun üzerine el-Alâ' (Radıyallâhü anh) bize dönerek: (Bunu) Belleyiniz, dedi." [88]

İzahı

Semûre (Radıyallâhü anhâl'nin hadîsini Kütüb-i Sîtte sa¬hipleri ve Beyhaki rivayet etmişler; T i r m i z î hadîsin ha-sen - sahih olduğunu söylemiştir. Kadının isminin Ü m m ü K a ' b olduğu N e s â i' de belirtilmiştir.
Hadis, lohusaljk hâlinde ölen kadının cenaze namazının kıldırıl-masının meşruluğuna ve cenaze namazında imamın kadının tam or¬tasının, yâni kalçasının hizasına doğru na,maza durmasının müsto-habhğma delâlet ediyor.
Ebû Galip (Radıyallâhü anh)'in hadîsini A İr ra.ed, Tirmizî, Ebû Dâvûd, T a h a v i ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Ti r m izi hadîsin hasen olduğunu söylenıiş-tir. Ebû Dâvûd ve Beyhaki' nin rivâyetlerindeki hadîs metni çok uzundur.
Ölen erkeğin AbdulUh bin Umeyr (Radıyallâhü anh) olduğu ve ölen kadının Ensâr'dan olduğu Ebû Dâvûd'un rivayetinde belirtilmiştir. T i r_m i z i 'nin rivayetinde kadının K u -r e y ş ' ten olduğu bildirilmiştir.
El-Menhel yazarının dediği gibi bu iki rivayet arasında ihtilâf yoktur. Çünkü kadının aslen Kur'ey ş" ten olup, Ensâr'dan bi¬risiyle evli olması muhtemeldir.
Ebû Hamza, Enes (Radıyallâhü anh) 'in künyesidir.
Sıka tabiîlerin meşhur âbidlerinden olan Basra'h el-Alâ' bin Ziyâd, Enes (Radıyallâhü anh)'in erkek cenazenin başının hizasına ve kadın cenazenin kalçasının hizasına doğru dur¬duğunu görünce Peygamber (Sallallahü Aleyhive SellemJ'in mi böy¬le yaptığını Enes (Radıyallâhü anh)'e sormuş. Enes. ^Radı¬yallâhü anh) de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in böyle yaptığım gördüğünü bildirmiştir. [89]

Bu Hususta Âlimlerin Görüşleri

Bu hadîsler, imamın, cenaze namazını kıldırırken erkek cenaze¬nin başının ve kadın cenazenin kalçasının hizasına doğru durması¬nın müstehablığına delâlet ediyorlar. Âlimler bu hususta değişik gö¬rüşler beyan etmişlerdir. Şöyle ki:
1 - Şâfiîler, Dâvûd, îbn-i Hazm ve hadîs eh¬li, mezkûr hadîslere göre hükmetmişlerdir.
2 - Hanbelîler'e göre erkeğin göğsünün hizasına doğ¬ru durulur. Kadımnki birinci görüşe göredir.
3 - Hanefî âlimlerine göre imam, erkeğin ve kadının gö¬ğüslerinin hizasına doğru durur. Ebû Hanîfe ve Ebû Yû¬suf tan bir rivayete göre erkeğin başının ve kadının kalçasının hizasına doğru durulur. Tahavİ bu kavli seçmiştir. Bu görüş, birinci görüşün aynısıdır.
4 - Mâli kîler'e göre imam, erkeğin kalçasının hizasına ve kadının omuzlan hizasına doğru durur.
Yukarıdaki ihtilâf, efdâliyet ile ilgilidir. Aslında imam erkek ve¬ya kadın cenazenin her hangi bir parçasının hizasına doğru namaz Kîldırırsa sahihtir. [90]

22 - Cenaze Namazındaki Kıraat Hakkında Gelen Hadisler Babı

1495) İbn-i Abbâs (Radıyallahü anhümâyâan; Şöyle demiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cenaze üzerinde (na¬maz kıldırırken) Kur'an-ı Kerîmin Fatiha (sûre)sini okudu."

1496) Ümmü Şerîk el-Knsûriyr (Rtidıytitlahii unhâ)'dan: Şöyle de¬miştir :
Resûlullah (SallaJlahü Aleyhi ve Sellem) cenaze üzerinde (na¬maz kıldığımızda) Kuranı Kerîm'in Fatiha (sûre) sini okumamızı em¬retti.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Senedindeki râvi Şehr bin Havşeb'i Ah-med, İbn-i Muin ve başkaları sıka saymışlar, İbn-i Avf onu bırakmış, Beyhakî onu zayıf saymış, Nesâi, Hammâd ve başkaları onu gevsek görmüşlerdir. [91]

İzahı

İbn-i Abbâs (Radıyallahü anh)'ın hadîsini Tirmizi de rivayet etmiş ve özetle şöyle demiştir: î b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın bu hadîsinin senedi pek kuvvetli değildir. İbn i Abbâs (Radıyallahü anh)'den rivayet olunan sahih hadîs :
«Cenaze üzerinde (namaz kılınırken) Fatiha okumak sünnettendir.» kavlidir. (Onun bu hadî¬sini Buhârî, Nesai ve Ebû Dâvûd da rivayet etmiş¬lerdir.)
Bu hadisler, cenaze namazında Fatiha okumanın meşruluğuna delâlet ediyorlar. Fâtiha'nm ilk tekbirden sonra okunacağı, H â -k i m ' in C â b i r (Radıyallahü anhl'den ve Şafii' nin Ebû Ü m â m e (Radıyallahü aııhJ'den rivâyei ettikleri hadislerde be¬lirtilmiştir. [92]

Âlimlerin, Cenaze Namazında Fatiha Okumak Hakkında Görüşleri

1 - Şafii âlimleri : Cenaze namazında Fatiha okumak farz¬dır. Efdal elanı, ilk tekbirden sonra okunmasıdır, demişlerdir. Bun¬lara göre ikinci tekbirden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e salavâl getirmek ve üçüncü tekbirden sonra ölüye dua et¬mek de farzdır. Dördüncü lekbirden sonra kısa bir duâ yapılıp se Jâm verilir.
2 - Hanbe1iler de Şâfiî1er gibi söylemişlerdir. Şu farkla ki : Hanbel İlor'e göre-, Fatihanın ilk tekbirden son¬ra okunması farzdır.
İbn-i M u s' u d , İbn-i Zübeyr, Ubeyd bin Omeyr, İshak ve Dâvûd (Radıyallâhü anhüm) ile M i s -ved bin Mahreme' nin de Fâtiha'yı okumanın farziyetine hükmettikleri rivayet olunmuştur
Ebü Hüreyre, Ebü Derdâ, İbn-i Mes'ud ve E n e s (Radıyallahü anhüm) dan rivayet edildiğine göre kendile¬ri cenaze namazının ilk üç tekbirinden sonra Fatiha okurlar, duâ ve istiğfer ederlerdi. Dördüncü lekbirden sonra bir şey okumadan se¬lâm verirlerdi.
3 - Tâvûs, A t â ' , İbn-i Şîrîn, İbn-i Cüboyr, Şa'bi, Mücâhi d, Hammâd ve Sevri, cenaze na mazında Fatiha okumanın olmadığını söylemişler, î b n - i Ömer (Radıyallahü anhJ'den de bu hüküm rivayet edilmiştir.Hanefî1er' in mezhebi de budur. Bunlara göre cenâ?.e namazı dört tekbirdir. Birinci tekbirden sonra Allah'a sena edilir. İkinci tekbirden sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'e salavât getirilir. Üçüncü tekbirden sonra duâ edilir. Dördüncü tekbirden sonra iki tarafa selâm verilir. Fatiha okunmaz. Ancak sena niyetiyle Fatiha okunabilir.
4 - Mâlikil er'e göre cenaze namazında Fatiha okumak mekruhtur. Bunlara göre her tekbirden sonra Allah'a sena etmek. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e salavât getirmek müste-habtır. Ve duâ etmek vâcibtir.
Bunların delili, Mâli k ' in el-Muvatta'da N â f i, (Radı-yallâhü anhJ'den rivayetle İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhl'in, cenaze namazında Fatiha okumadığına dâir verdiği bilgidir.
Cenaze namazında Fatiha okumanın vâcibliğine hükmeden âlim¬lerin görüşlerine muhalif kalmamak niyetiyle Fatiha okumakta ke¬rahet yoktur. Bilâkis bu niyetle okunması menduptur. Hattâ diğer âlimlerin de görüşlerine hürmeten her tekbirden sonra biraz duâ oku¬mak ve birinci tekbirden sonra Fatiha okumak daha evlâdır. Çünkü böyle yapılınca bütün âlimlerin görüşlerine riâyet edilmiş olur.
Mâliki ler'in yukarıdaki görüşünden sonraki bilgiler, Mâliki mezhebine âit e t - T a r r â z ' dan naklen el-Menhel'-de verilen ma'lumattan özetlenerek alınmıştır.
Cenaze namazında Fatiha gizli okunur. [93]

23 - Cenaze Namazındaki Duâ Hakkında Gelen Hadisler Bâb1

1497) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim Bu¬yurdular ki :
«Ölü üzerinde namaz kıldığınız zaman ihlâsla ona duâ ediniz.»" [94]

İzahı

Ebü Dâvûd. Beyhakı ve İbn-i H i b ban da bunu rivayet etmişlerdir. El-Menhel yazan, hadisi şöyle açıklar :
Yâni ölü iyi olsun, tenâ olsun, siz Allah rızâsı için ve halisane ona duâ ediniz. Çünkü günahkâr Ölü. müslüman kardeşlerinin duâ ve şefâatına daha çok muhtaçtır. Bunun içindir ki müslümanlar duâ etsin diye ölü onların önüne konulur. Halisane duâ, dünya meşga¬lelerini hatırdan çıkarmakla ve gönül alçaklığıyle huşu içinde Allah'a yalvarmakla gerçekleşebilir.
Hadîsin mânâsı şöyle de olabilir : Duanızı ölüye tahsis ediniz. Yâni ölünün şahsına özellikle duâ ediniz. Ş âf ii I e r'in cumhû ru böyle hükmetmişlerdir. Fakat fıkıhçıların ekserisi, duanın umu¬mî yapılmasının câizliğine hükmetmiştir. Bu hadîs, Ş â f i î 1 e r'in görüşünü kesin olarak yansıtmaz. Bu sebeple, bu hadîs onlar için lam delil sayılamaz.

1498) Khû Hüreyre (Radıyallâhü anh)\\ca\ Söyle elemiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir cenaze üzerinde na¬maz kıldığı zaman şu duayı okurdu :
«Allah'ım! Dirimizi ve ölümüzü burada hazır olanlarımızı ve olmayanlarımızı, küçüğümüzü ve büyüğümüzü, erkeğimizi ve kadı¬nımızı mağfiret eyleî
Allah'ım! Bizden yaşattığın kimseleri İslâm dînî üzere yaşat! Biz¬den öldüreceklerim de îman üzere öldür!
Allah'ım! Bu cenazenin ecrinden bizi mahrum etme ve ondan son¬ra bizi dalâlete götürme.»" [95]

İzahı

Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesâî, Hâkim ve İbn-i H i b b â n da bunu rivayet etmişlerdir.
Duadaki küçük ve büyük kelimelerinden maksad, gençler ve yaş¬lılardır. Durum böyle olunca küçüklerin günahı yoktur ki, ona duâ edilsin diye bir soruya lüzum kalmaz. Mamafih ergenlik çağına gel¬memiş olan çocuklara da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in duâ ederek bunları mağfiretle derecelerini yükseltmeyi kasdetmiş ol¬ması muhtemeldir.
Ölünün ecrinden maksad, onun ölüm musibetine karşı sabretme¬nin sevabı ve ölüm vukuatı dolayısıyla yapılan hizmetlerin sevabı¬dır. Cenaze namazını kılan kimseler, ölünün yakınlarından olmasa¬lar bile duanın bu son kısmını okuyacaklardır. Çünkü mü'minler kar¬deştir. Birisinin musibeti, diğerleri için de musibettir.
"Ondan sonra bizi dalâlete götürme!" cümlesinden maksad şu¬dur : Onun ölümünden sonra bizi hak yoldan sapanlardan eyleme ve bizleri îman üzere sabit eyle. [96]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 - Cenaze namazında duâ etmek meşrudur.
2 - Yapılacak duayı umumîleştirmek caizdir.
3 - Cenaze namazında açıktan duâ etmek caizdir. Çünkü eğer Peygamber (Sallallahü Aleyhi v6 Sellem) duayı açıktan yapmamış olsaydı Ebû Hüreyre (Radiyallâhü anh) işitmiyecekti. Cum¬hura göre duayı gizli yapmak müstehabtır. Çünkü A h m e d ' in rivayetine göre C â b i r tRadıyallâhü anh) : Cenaze duasını ne ResuM Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ne Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ne Ömer (Radıyallâhü cnh) bize açıktan okumadılar, demiştir. Cumhura göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in açıktan duâ okuduğuna dâir bu ve benzeri hadîsler şöy¬le yorumlanmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öğret¬mek için bazen açıktan okumuştur.
1499) Vasile bin el-Eskâ' [97] (Radıyallâhü anh)'den ; Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) müslümanlardan bir adam üzerinde cenaze namazı kıldırdı.Ben onun şöyle duâ ettiğini kendisinden işitiyordum :
= «Allah'ım! Falan oğlu falan senin hıfz-u himâyendedir. Senin selâmetine götürücü kitabına bağlıdır. Artık onu kabir fitnesinden ve ateş azabından koru. Sen (ahde) vefa edicisin ve hakkı gerçekleş¬tiricisin. Ona mağfiret eyle, ona rahmet eyle. Şüphesiz Sensin Gafur. Sensin Rahim.»" [98]

İzahı

Bu hadîsi Ebû Dâvûd da rivayet etmiştir.
Hadîsteki "Zimmet" kelimesi emniyet, hıfz ve himaye anlamına yorumlanmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hadiste belirtildiği gibi cenazeye duâ ederken şunu demek istemiştir : Al¬lah'ım! Falan oğlu falan Sana iman ettiği için Senin himâyendedir.
Habl'den maksad Kur'ân-ı Kerîmdir Çünkü H â k i m ' in ri¬vayet ettiği bir hadiste :
"Kuran, Allah'ın sağlam habli lipi)dir." buyurulmuştur.
Civar : Emniyet ve selâmet demektir. Bu kelimelerle kasdedilen mânâ şudur : Bu ölü senin o kitabına yapışmıştır. Ki ona yapışan em niyet ve selâmette olur.
Bâzılarına göre Habl' kelimesi 'ahit' mânâsına istiare yoluyla kul¬lanılmıştır.
"Civar" kelimesi komşuluk demektir. Mübalağa için "Habl" ke¬limesi "Civar" kelimesine izafe edilmiştir. Asıl mânâ : "Falan oğlu fa¬lan senin ahdindedir " olur. Bu kavle fiöre bu kelimeler bir önceki kelimenin açıklaması durumundadır.
Nihâye'de şöyle denilmiştir; 'Arap kabilesi arasında düşmanlık, savaş ve tehlike eksik olmazdı Bir kabile reisinden ahitname alma dan o kabile hudutları içerisinde yolculuk etmek tehlikeli idi. Adam yolculuğa çıkmak istediği zaman kabile reisinden kendisine doku nulmaması için ahitname alırdı. Bu belgeyi üzerinde taşıdıktan son¬ra güven içerisinde o kabilenin mıntıkasında serbestçe dolaşırdı. Başka bir kabilenin mıntıkasına varınca, onun reisinden de benzer belge alır ve böylece yolculuğunu güven içinde sürdürürdü. İşte bu¬na "Hablül Civar" denilirdi "
Burada bu mânâ kastedilmiş olabilir Yâni bu mıi'min kulun, se nın -İman ahitnameni" laşıyor.
"Sen (ahde) vefa edicisin" cümlesinden maksad şudur; Sen ver d ğin sözü yorine t^eriı inisin Sözünden caymazsın. [99]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 - Öğretmek maksadıyla cpnfv/o nmna/mrİH duayı açık sesle okumak caizdir
2 - Cenaze erkek olsun, kadın olsun, bilindiği takdirde kendi¬sinin ve babasının isimleriyle duada anılması müstehabtır. Bilinmez¬se : "Allah'ım! Bu senin kulundur ve senin kulunun oğludur' veya : 'Allah'ım! Bu senin cûrivendir ve cariyenin kızıdır' diye anılır.

1500) Avf hin Mâlik el-Kşcaî [100] (Radıyailâhü titıfı)'<\en; Şöyle de¬miştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in Ensârdan (ölen) bir adam üzerinde cenaze namazını kıldığına şahit oldum. Ve (cenaze namazında) şu duayı okuduğunu (kulağımla) işittim:
= «Allah'ım! Ona selat Onu mağfiret eyle. Ona rahm eyle. Onu belâlardan koru. Onu afv eyle. Su, kar ve dolu me-sâbesindeki rahmet çeşitleriyle onu (günahlardan) pak eyle. Beyaz elbisesinin kirden temizletildiği gibi onu günahlardan ve hatâlardan teiniz eyle. (Dünyada bıraktığı) evine karşılık olmak üzere (ona) evinden daha hayırlı bir ev ver, (Ona) ailesinden daha hayırlı bir aile ver, onu kabir fitnesinden ve ateş azabından koru.»
Avf (Radıyalâhü anh) demiştir ki: Andolsun ki ben orada du¬rurken kendimi (vefat eden) o adamm yerinde olmamı temenni eder durumda gördüm."

1501) Câbİr (Radtyallâhü ank)'âen; Şöyle demiştir: Ne Rcsûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ne Ebü Bekir ve ne de Ömer (Radıyallâhü anhümâ) cenaze namazı hakkında cevaz ver¬dikleri kadar hiç bir şey hakkında bize cevaz vermediler. Yâni (cena¬ze namazını) bir vakte bağlamadılar.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Râvi Haccâc bin Ertât çok tedlisçi idi. Tedlisçilikle meşhurdu. Bu hadîsi de an'ane ile rivayet etmiştir. [101]

İzahı

Avf (Radıyallâhü anh)'in hadisini Müslim ve Bey¬ti aki de rivayet etmişlerdir. Duanın bâzı kelimelerinde mânâyı etkilemiyen az bir fark vardır.
Câ b i r (Radıyallâhü anh)'in hadîsi zevâid türündendir. Sin-d i bu hadîsle ilgili olarak şöyle der:
Yâni cenaze namazının her vakitte kılınması hakkında verilen cevaz hiç bir şey hakkında verilmemiştir. Hadîs, böyle yorumlanın¬ca cenaze namazının mekruh vakitler dâhil her vakitte kılınabilece¬ğine ve cenaze namazı için hiç mekruh vakit olmadığına delâlet eder. Halbuki bu mânâ hadîslerin ifâde ettikleri hükme muhalif olmak¬la beraber, müellifin açtığı bu bâbla münâsebeti de yoktur. Bunun içindir ki; bâzıları: Hadîsten maksad şu olabilir demişlerdir: Cena¬ze namazında belli bir duanın okunması tahdidi konulmamıştır. Her¬hangi bir duâ okunabilir.
S i n d î' nin zikrettiği son yoruma göre hadîsin son cümlesi¬nin; değil, olması gerekir. Bu iki cümlenin son
harfinin yazılışı birbirine yakındır. Yâni bir kalem hatâsı ihtimâli üzerinde duruluyor.
Birinci cümlenin mânâsı: Tevkît etmemiş. Yâni belli bir vakte bağlamamıştır.
İkinci cümlenin mânâsı: Tevkif etmemiştir. Yâni duayı belirli bir sınırda durdurmamıştır."
Bence hadisteki ibâha'dan maksad; cevaz vermek değil, açıktan okumaktır. Ve hadîsten maksad şudur : 'Resûlullah (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem) olsun, Ebü Bekir (Radıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyallâhü anh) olsun, bunlar cenaze namazında bize açıktan duâ okudukları kadar, hiçbir şeyde bize açıktan duâ okumamışlardır.' Zâten bu bâbtaki hadîsler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem) in cenaze namazındaki duaları açıktan okuduğuna delâlet edi¬yorlar. Bu hadîs, böyle yorumlanınca bu bâbla olan münâsebeti açık¬tır. Hadisin sonundaki; :ümlesinin mânâsı da şu olabilir:
Cenaze namazındaki duayı açıktan okumayı herhangi bir vakte bağ¬lamamıştır. Yâni cenaze namazı, gece kıldırılsın, gündüz kıldırılsın, duâ açıktan okunmuştur. Bilindiği gibi sair namazlarda durum de¬ğişiktir. Akşam, yatsı ve sabah namazlarında açıktan kıraat edilir. Gece kılınan sair namazlarda da açıktan okumak meşrudur. Gündüz kılınan öğle, ikindi farzları ve şâir nafilelerde kıraat gizli yapılır.
Miftâhü'l-Hâce'de nakledildiğine göre Hafız İbn-i H a -c e r : Benim muttali1 olduğum şey, buradaki ibâhanın cehren yâni açıktan okumak mânâsında olmasıdır. Zahir budur ki; Cenaze duası açıktan da okunabilir, gizli de okunabilir, demiştir.
Yukarıda âcizane açıkladığımız muhtemel yorum, A h m e d ' in C â b i r (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği ve el-Menhel yaza¬rının "Ölüye duâ bâbı"nda zikrettiği şu hadîse aykırıdır:
= -Câbir tRadıyallâhü anh) den şöyle demiştir: Ne Resûllulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ne Ebû Bekir ne de Ömer (Radıyallâhü anhümâ) cenaze duasını bize açıktan okumadı¬lar.»
Yukarıdaki durum muvacehesinde hadîsin asıl mânâsını Allah'a ve Resulüne havale etmek en ihtiyatlı olanıdır. [102]

24 - Cenaze Üzerinde (Kılınan Namazda) Dört Tekbir Almak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1502) Osman bin Attan [103] (RadıyathıliH atıh)\\e\ı\ Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Osman bin Maz'ûn (Radıyallâhü anh)'ın (cenazesi) üzerinde namaz kıldı. Ve (namaz¬da) cenaze üzerine dört defa tekbir aldı.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin isnadında Halid bin Ilyas var¬dır. Alimler onu zayıf görmekte ittifak etmişlerdir.

1503) EI-Hecerî (Radıyaltâhü anh) [104]'den: Şöyle demiştir :
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ashabından Ab¬dullah bin Ebi Evfâ el-Eslemi (Radıyallâhü anh) ile beraber kızının cenaze namazını kıldım. Abdullah (Radıyallâhü anh) onun cenaze¬si üzerinde (namazda) dört defa tekbir aldı. Dördüncü tekbirden sonra (hemen selâm vermeyip) biraz durdu. Ben safların müteaddit yerlerinden cemâatin imamı uyarmak için 'Sübhânallah' seslerini işittim. Sonra selâm verdi. Daha sonra : Siz benim beş defa tekbir alacağımı mı sanıyordunuz? dedi. Cemâat: Bundan endişelendik, de¬diler. Kendisi: Ben (beş defa tekbir) alacak değilim. Lâkin Resûlul¬lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dört defa tekbir alırdı, sonra bir süre durup demesini Allah'ın dilediği (kelimeleri) söyledikten sonra selâm verirdi."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir. Senedindeki râvi el-Heceri'nin adı ibrahim
bin Müsilm el-Kûfi'dir. Süfyân bin Uyeyne, Yahya bin Muin. Nesai ve başkaları Onu zayıf saymışlardır.

1504) Abdullah bin Abbas (R<ı<hynllâhU ıivhüuw)\ldn: Şiıyk1 du-ıniştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cenaze namazında dön defa tekbir aldı." [105]

İzahı

İlk iki hadis zevâid türündendir. İkinci hadîsi Ahmed de rivayet etmiştir.
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) in hadîsini E b û Dâ-vûd ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Ebû Davud'un rivayeti meâlen şöyledir:
"Ebû Jshakın Şa'bî'den rivayet ettiğine göre Şa'bî: 'Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yeni bir kabrin yanın¬dan geçmiş ve cemâat kabir üzerinde saf olmuşlar- Peygamber (Sal-iallahü Aleyhi ve Sellem) kabir üzerinde (kıldırdığı namazda) dört defa tekbir almış,' dedi. Ben Şa'bî'ye: Kim sana t alı d is etti? diye sor¬dum. Dedi ki: Sıka bir zât. Orada bulunan Abdullah bin Abbâs (Ra-dıyallâhü anhümâ) (bana tahdis etti.)"
Bu bâbta rivayet edilen hadîsler, cenaze namazındaki tekbir sa¬yısının dört olduğuna delâlet ediyorlar.*
Dört mezheb imamları ile Sevri, İbnü'l -Mübarek, İshak, İbn-i Ebî Evfâ, Ata', Hanef iler' den Muhammed ve Evzâî (Radıyallâhü anhüm) bununla hük¬metmişlerdir. Sahâbilerden de Ömer bin el Hattâb, oğ¬lu Abdullah, Zeyd bin Sabit, Hasan bin Alî, Berâ' bin Âzib ve Ebû Hür ey re (Radıyallâhü anhüm) böyle hükmetmişlerdir. Tirmizi: Sahâbilerden ve başkaların¬dan olan ilim ehlinin tatbikatı böyledir, demiştir.
K a d ı I y â z : Muhtelif memleketlerdeki fetva ehli ve Fıkıh-çılar bunda ittifak etmişlerdir. Çünkü buna dâir sahih hadîsler var¬dır. Bu kavlin dışındaki görüşlere iltifat edilmemelidir. Memleket¬lerin fıkıhçılarından t bn-i Ebî Leylâ hâriç, hiç birisinin tekbirleri beş yaptığını bilmiyoruz, demiştir.
Sevri, Ebû Hanîfe, Şafiî ve bir rivayete göre A h m e d : îmam, tekbir sayısını* dörtten fazlalaştırırsa cemâat bu hususta imama uymaz. Bununla beraber imam selâm vermeden önce cemâat selâm vermez. Onun selâm vermesini bekler. [106]

25 - (Cenaze Namazında) Eeş Defa Tekbîr Alan Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1505) Abdurrahman bin Ebî Leylâ (Radıyallâhü anh)}den; Şöyle de¬miştir :
Zeyd bin Er kam (Radıyallâhü anh) cenazelerimiz üzerinde dört defa tekbir alırdı. (Bir defa) bir cenaze üzerinde beş defa tekbir aldı. Bunu kendisine sordum. Dedi ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) beş defa tekbir alırdı." [107]

İzahı

Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesai ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir.
Hadîs, onların cenaze namazında dört defa tekbir almalarının yaygın ve çok olduğuna, fakat beş defa tekbir almanın nâdir oldu¬ğuna delâlet eder. Bunun içindir ki Zeyd (Radıyallâhü anh) beş defa tekbir alınca hemen sebebi sorulmuştur.
Dâvûd-i Zahiri, bu hadîsi tutarak cenaze namazında dört veya beş defa tekbir alınmasının meşruluğuna hükmetmiştir.
Cumhur, bu hadîsi şöyle yorumlar: Yâni Peygamber (Sallalla¬hü Aleyhi ve Sellem) ilk zamanlarda beş defa tekbir alırdı. Son zamanlarda dört tekbir ile kıldırırdı. Ve iş, buna göre sâbitleşti.
Cenaze namazındaki tekbir sayısının beş olduğunu söyliyenlerin başında Zeyd bin Erkam (Radıyallâhü anh), H u z e y f e bin el-Yemân (Radıyallâhü anh) ve Şii mezhebi âlim¬lerinin bulunduğunu el-Menhel yazarı bildirmiştir.
Tekbir sayısının altı, yedi ve sekiz olduğunu söyliyenler var ise de bunu söyliyenlerin delillerini zikretmek uzun sürer. Zâten dört mezheb âlimlerinin görüşlerine göre tekbir sayısının dört olduğunu bundan önceki bâbta zikrettim ve en sahih kavlin bu olduğunu be¬lirttim. Bu sebeple diğer görüşleri zikretmeye gerek görmüyorum. [108]

Tekbirlerde Eller Kaldırılır Mı ?

Bu hususta âlimler arasında ihtilâf vardır. El-Menhel yazarı bu konuda özetle şöyle der:
Îbnüi-Münzir: İlk tekbirde ellerin kaldırılması husû sunda âlimler icmâ' etmişlerdir, demiştir. Diğer tekbirlere gelince :
1 - İbn-i Ömer, Ömer bin Abdülaziz, Ata', Evzâi, Şafiî, Ahmed, İshak ve İbnü'l-Münzir (Radıyallâhü anhüm) : Her tekbirde elJer kaldırılır, demişlerdir.
2 - Ebû Hanife, Sevri, Salim, Zühri ve Kays bin Ebi Hazım: Eller yalnız ilk tekbirle kaldırılır, demişlerdir
3 - Mâli k' ten, her tekbirde ellerin kaldırılması ve yainız ilk tekbirde kaldırılması diye iki rivayet vardır. Mezhebinin meşhur rivayetine göre yalnız ilk tekbirde kaldırılır.

1506) Kesir bin Abdillah'ın dedesi (Amr bin Avf el Yeşkuri) [109] (Raıhyallâhü anhüm)'dvn rivayet edildiğine göre:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selleri]) (cenaze namazında) beş defa tekbir almıştır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Kesir bin Abdillah hakkında Şafii : O. yalancılık temellerinden birisidir, demiştir. İbn-i Hibbân da : O, babası aracılı ğıyla dedesinden, mevzu' hadislerden bir nüsha rivayet etmiş, demiştir. İbn-i Abdi'I-Berr ve Nevevi: Onun zayıflığı hakkında ittifak var, demişlerdir. Ben de rim ki : Bu, böyledir. Ancak Tirmizi Onun : Müslümanlar arasında sulh caizdir, mealindeki hadîsi ile bayram namazıpdaki tekbirlere âit hadisini sahih saymıştır. Onun râvisi İbrahim bin Ali'yi de Buhâri ve İbn-i Hibbân zayıf saymışlar, bâzı¬ları da Ona yalancılık isnad etmişlerdir. [110]

26 - Çocuk Üzerinde Cenaze Namazı Kılmak Hakkında Gelen Hadisler Babı

1507) El-Muğîre bin Şu'be (Raâtyailâhü anh)\\en: Şöyle demiştir: Ben, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellernl'den işittim. Bu¬yurdu ki :
-Tıfıl üzerinde cenaze namazı kılınır.

1508) Câbir bin Abdİllah (Radıyallıihiı onhümâ)'(\an rivayet edildi¬ğine yöre; Resûhıllah (Suttal/ahü Aleyhi ve Sr/lenı) şöyle buyurdu, demiştir'
«Çocuk doğarken istihlal ettiği (- hayat belirtisi gösterdiği) /a man üzerinde cenaze namazı kılınır. Ve mirasçı olur »" [111]

İzahı

Muğire (Radıyallâhü anhl'in hadîsini Ahmed, E bu Dâvûd, Nesaî, İbn-i Hibbân, Hâkim ve Bey haki de rivayet etmişlerdir.
T i r m i z î ve E b û D a v ı'ı d ' ıın u/.uncH nlan rivayetle-rindeki hadîs, meâlen şöyledir :
«Einici, cenazenin arkasında gider, yaya cenazenin her hangi bir tarafında yürüyebilir. Tıfıl üzerinde namaz kılınır.» E b û Da vııd' un rivayetinde, "Tıfıl" kelimesi yerine "Sıkt" kelimesi vardır.
Kâmus'ta : "Tıfıl", herşeyin küçüğüne ve doğan çocuğa denilir. "Sıkt", ana rahminde asgarî bekleme süresi dolmadan önce doğan çocuğa denilir, diye tarif yapılmıştır.
Bu hadis düşük çocuk doğarken ses çıkarsın, çıkarmasın, yâni hayat belirtisi bulunsun, bulunmasın üzerinde namaz kılmanın meş¬ruluğuna delâlet eder. El-Menhel yazarının beyânına göre A h m e d ve D â v û d böyle hükmetmişlerdir. İ b n - i Ömer (Radıyal-lâhü anhJ, İbnü'l-Müseyyeb ve t bn-i Şîrîn' den rivayet olunan da budur.
C â b i r (Radıyallâhü anh)'in hadîsini T i r m i z î ve Ne-s a î de rivayet etmişlerdir.
İstihlâl: Çocuğun doğarken çıkardığı sestir. Tuhfe yazarının nak¬line göre Nihâye'de : Çocuğun istihlâlinden maksad, ses çıkarmak ve¬ya hareket etmek veyahut aksırmak yahut da nefes alıp vermek gi¬bi hayat belirtisidir, denilmiştir. İbnü'l-Hümâm da istihlâli böyle tarif etmiştir. EI-Menhel yazarı da aynı şeyi söylemiştir.
Bu hadîse göre doğarken hayat belirtisi bulunan çocuk üzerinde cenaze namazı kılınır, aksi takdirde kılınmaz. EI-Menhel'de bildiril¬diğine göre Ebû Hanif e, arkadaşları, Mâlik, Şafiî ve E v z â î böyle hükmetmişlerdir.
Hadisin mirasla ilgili son kısmı T i r m i z i' de şöyledir : istihlâl etmedikçe sabi mirasçı olmaz ve kendisinden mîras alınmaz.»
Mirasla ilgili fıkıh yönü "Ferâiz" bölümündeki 2750 - 2751 nolu hadîsler bahsinde inşaaliah anlatılacaktır.

1509) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü ««A/'den rivayet edildiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seiiem) şöyle buyurdu demiştir
«Tıfıllarınız üzerinde cenaze namazını kılınız. Çünkü şüphesiz onlar, sizin farat (= öncüHarınızdandırlar. [112]
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan el-Buhterî bin Ubeyd hakkında Ebû Naîm el-Isbahânî, Hâkim ve Nakkaş : O, babasından mevzu' hadîsler rivayet etmiş, demişlerdir. E'oü Hatim, tbn-i Adiyy, İbn-i Hibbân ve Dâ-rekutnî onu zayıf görmüşler. El-Ezdi de onu yalanlamıştır. Yâkub bin Şeybe de : O meçhuldür, demiştir. [113]

27 - Resûlullah (Sallallahü Aleyhi Ve Sellemj'in Oğlu Üzerinde Cenaze Namazını Kılmak Ve Ölümünü Anlatmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1510) İsmail bin Ebî Hâl id (Radıyallâhü anhümâ)\}an; Şöyle demistir :
Ben, Abdullah bin Ebî Evfâ (Radıyallâhü anhümâ)'ya:
Sen Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'İn oğlu İbrahim'i gördün (mü?) dedim.
Dedi ki = Küçük iken öldü. Eğer Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'den sonra bir peygamber'in olmasına ilâhî hüküm olmuş olsaydı Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in oğlu yaşıyacak-tı. Lâkin Efendimizden sonra hiç bir peygamber yoktur.Buhârî El-Edeb bölümünün 'Peygamberlerin isimleriyle isimlendirilen¬ler' bâbmda bu hadisi aynı senedle rivayet etmiştir.

1511) Abdullah hin Ahhâs (Radıyallâhü anhümâ)\h\n: Şöyle der:
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) "in oğlu İbrahim vefat edince Resûlullah (Sallailahü Aleyhi ve Sellem) cenaze namazını kıl¬dırdı. Ve şöyle buyurdu :
«Şüphesiz Cennette onu emziren vardır. Eğer yaşamış olsaydı, sıddîk bir nebî olacaktı. Eğer yaşamış olsaydı kıbtî dayıları azat ola çaktı. Ve hiç bir kıbtî köle olarak kullanılmıyacaktı.»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki İbrahim bin Osman Ebû Şeybe Vâsıt kadısıdır. Buhâri onun hakkında : Âlimler onun sıka veya za¬yıflığı konusunda susmuşlar, demiştir. İbnü'l-Mübârek : Onun hakkında susarım, demiştir. İbn-i Muin : Sıka değil, demiştir. Ahmeri : Hadîsi münkerdir, demiş Ncsâi de: Hadisi metruktür, demiştir

1512) Hüse\in hin Alî hin Khî Talih (Rtuh\allâhü anhiinuıJdan ; Şöyle demişi ir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in oğlu Kasım vefat edince (annesi) Hatice (Radıyallâhü anhâ) :
— Yâ Resûlallah! Kâsım'ın az sütü taştı. Süt ça^mı ikmâl edin¬ceye kadar keşke Allah onu yaşatsaydı, dedi. Resüiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— Onun, sütünü tamamlaması Cennettedir.» buyurdu. Hatice
(Radıyallâhü anhâ) :
— Yâ Rtsûiallah: Eğer ben bunu bılebı'sem bu bilgi, onun (ve¬fat) işini bana kolaylaştıracak, dedi. ftesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Dilersen ben Allah Teâlâ'ya dua edeysm de onun sesini sa¬na duyurayım» bayurdu. Hatice (Radıyallâhü anhâ) :
— Hayır Ben Allah'ı ve Resulünü tasdik ederim, dedi."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Râvi Hisâm bin Ebi'l-Velîd'i sıka sayanı veya cerh edeni görmedim.
Sindi : Ben derim ki : Hayır. T&krib yazarının Onun terkedilmiş olduğunu söylediği nakledilmiştir Râvi Abdullah bin İmrân'a gelince, Ebû Hatim : O, Sâ-lihtir, demiş; Ibn-i Hibbân da Onu sikalar arasında zikretmiştir. Senedin kalan râvileri şıkadır, demiştir. [114]

İzahı

İlk hadîs, Buharî' de rivayet edilmiştir. Sindi, bunun izahında şöyle der:
"Eğer efendimizden sonra bir peygamberin olmasma ilâhi hüküm olmuş olsaydı..." cümlesi, muhtemelen İ b r â h i m ' in ölüm se¬bebini açıklamak içindir. Cümlenin dönüm noktası şu olur : İbra¬him'in nebi olması, yaşamasına bağlanmıştır. Bu yorum, mezkûr yorumun efendimiz tarafından bilinmesi esasına bağlıdır. Bunun ben /.erleri, bâzı zayıf yollarla Peygamber (Sallallahü Aleyhi vh Setlem)'den rivayet edildiği gibi, sahâbîlerden de bunun misli gelmiştir. Bu¬na göre hadîsin mânâsı şöyle olur:
"Eğer efendimizden sonra Peygamberliğin herhangi bir kimseye verilmesi takdir edilmiş olsaydı İ b r â h i m ' in yaşaması mümkün olurdu." Lâkin yaşadığı takdirde İ b r â h i m ' in nebi olması tak¬dir edildiği halde bir peygamberin gelmesi hükmü olmayınca İbrâ-h i m ' in yaşamaması gerekir.
Hadîsteki mezkûr cümlenin, İ b r â h i m ' in faziletini beyan için olması muhtemeldir. Buna göre şöyle yorum yapılır : Eğer efen¬dimizden sonra bir nebinin gelmesi mukadder olsaydı, buna en lâ¬yık olanı İbrahim olacaktı. Ve nebi olmak üzere yaşıyacaktı. Lâkin bir nebinin gelmesi mukadder değildir. Dolayısıyla yaşaması gereği yoktur.
Her iki ihtimâle göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in erkek çocuğunun nebî olması lüzumu, hadîsten çıkarılamaz. Dolayı¬sıyla şöyle bir soru yöneltilemez: Peygamberlerin çocuklarının pey¬gamber olması gerekmez. Eğer gerekseydi tüm insanların peygam¬ber olması gerekirdi. Çünkü bütün insanlar, Âdem (Sallall&hü Aleyhi ve Sellem) ve N û h (Aleyhisselâm)'un çocuklarıdır.
Zevâid türünden olan ikinci hadîse göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), vefat eden oğlu İ b r â h i m ' in cenaze nama¬zını kılmıştır. İ b r â h i m ' in 16 veya 18 aylık iken vefat ettiği rivayetleri vardır. Ebû Davud'un Âişe (Radıyallâhü anhâ)'den olan bir rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'in, İ b r â h i m ' in cenaze namazını kılmadığı bildirilmiştir. El-Menhel yazarı: Bundan maksadın, cemaata kıldırmamış olması muhtemeldir, demiştir. Ebû Davud'un A tâ' (Radıyallâ¬hü anh)'dan olan mürsel bir rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem) in, İ b r â h i m ' in cenaze namazını kıldırdığı belir¬tilmiştir.
Bu hadîsteki «Cennet'te onu emziren vardır.» cümlesi, İ b r â -h i m ' in şeref ve değerini beyan etmek içindir. Sindi böyle demiştir. Çünkü Cennet, herhangi bir şeye ihtiyaç duyma yeri de¬ğildir.
İ b r â h i m ' in annesi M â r i y e (Radıyallâhü anhâ) kıp-tîlerden olduğu için, hadîste; kiptiler, İ b r â h i m ' in dayıları olarak gösterilmiştir. Tüm kıptı kölelerin âzât edilmesi ve köle edi¬nilmemesi ile ilgili cümle de î b r â h i m ' in Allah katındaki kıy¬met ve yüceliğini açıklamak içindir.
Son hadîs de Zevâid türündendir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in oğlu Kasım, Hatice (Radıyallâhü anhâ)'den doğmadır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in en büyük ço¬cuğudur. Onun ismine izafeten Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem) 'e Ebü'l-Kâsım künyesi verilmiştir. Kaç yaşında iken ve¬fat ettiği hususunda kesin bilgi edinilemedi. Bir kavle göre iki yıl, başka bir kavle göre ayakta yürüyebilecek yaşa kadar yaşamıştır. Di¬ğer bir kavle göre, bineğe binebilecek yaşa kadar yaşamıştır. Onun, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e risâlet gelmeden önce ve¬fat ettiğini söyliyenler olduğu gibi, daha sonra vefat ettiğini söyli-yenler de vardır. Bu hadîs, efendimize risâlet görevi verildikten son¬ra K â s ı m ' in vefat ettiğine delâlet eder.
K â s ı m ' in Cennette sütünü tamamlaması ile ilgili cümle, bir önceki hadisteki cümleye benzer ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in çocuğunun yüceliğini beyan içindir.
Hatice (Radıyallâhü anhâ)'nin ölen K â s ı m ' in sesini işitmesi için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in teklifine verdiği karşılığın, Hatice (Radıyallâhü anhât'nin yüksek ze¬kâ ve üstün îmanını yansıttığının e s - S ü h e y 1 î tarafından belirtildiği S i n d î' de anlatılmıştır. Şöyle ki : Hatice (Ra¬dıyallâhü anhâ) berzahla ilgili bu olayı müşâhade etmekle inanmak¬tan hoşlanmayıp gaybe îman sevabını almayı tercih etmiştir. [115]

28 - Şehitler Üzerinde Namaz Kılmak Ve Onları Defnetmek Hakkında Gelen Hadîsler Babı

Âlimler, şehidin tarifi hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki: El-Menhel yazarının beyânına göre :
1 - Hanefî âlimleri; Şehit, savaş esnasında düşmanların doğrudan doğruya veya dolaylı yoldan öldürdükleri erginlik çağına ermiş ve deli olmayan müslümana denilir. Âsilerin veya yol kesici¬lerin öldürdükleri mezkûr müslümana da şehit denilir. Öldürülen müslüman, yaralayıcı olmıyan bir âletle de öldürülmüş olsa veya sa¬vaş meydanında ölü bulunup üzerinde bir yara eseri bulunsa yine şehittir. Göz ve kulak gibi mutad olmıyan yollardan kanın çıkması, bir yara eseri olarak kabul edilir, demişlerdir.
2 - Şâfiîler'e göre; Kâfirlerle savaşma sebebiyle savaş esnasında ölen müslümana şehit denilir. İster bir kâfir onu öldürmüş olsun, ister bir müslümamn silahıyla yanlışlıkla öldürülmüş ol¬sun, ister kendi silâhının kendisine dönmesiyle öldürülsün veya attan düşmek, atın tekmesiyle yahut ayakları altında çiğnenmekle öldürül¬sün, şehit sayılır. Keza savaş aralığında Ölü olarak bulunup ölüm sebebi bilinmiyen kimsenin üzerinde kan eseri bulunsun, bulunma¬sın; derhal ölmüş olsun veya bir süre kaldıktan sonra henüz savaş neticelenmemiş iken aynı sebeple ölmüş olsun şehit sayılır. Mezkûr şahıslar bu arada bir şey yiyip, içsin, vasiyet etsin veya bunları yap¬masın, farketmez. Şehit sayılmak hususunda erkek, kadın, köle, ço cuk, sâlih ve fâstk eşittir. Savaş esnasında yaralanıp, savaş bittik¬ten sonra yaşaması kuvvetle umulan kimse, bilâhere ölürse ihtilafsız olarak şehit değildir.
MaIikiIer ve HanbeIiIer de Ş â f i i 1 e r gibi söylemişlerdir. Şu farkla ki; Ha n bel i ler'e göre savaş mın¬tıkasında kendi kendine ölen veya silâhının geri tepmesiyle ölen, ya¬hut ölü bulunup üzerinde yara eseri bulunmayan veyahut yaralan¬dıktan sonra geri taşınan ve yemek, içmek, uyumak, idrar etmek, ko nuşmak, aksırmak gibi fiillerden birisini işleyen, yahut uzun süre yaşayan kimsenin cenazesi yıkanır. Ve cenaze namazı kılınır.
Bu konuda geniş malumat almak için Fıkıh kitablarına mürâcaal etmek gerekir.

1513) Abdullah bin Abbâs (Radıvallâhü anhiimû)\\-dn; Şöyle de¬miştir :
Uhud (savaşı) günü şehidlerin cenazeleri Resülullah (SalIaJIahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına getirildi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sırayla onar cenaze grubu üzerinde namaz kıldırmaya başladı. Hamza [116] (Radıyallâhü anhJ'ın cenazesi olduğu gibiydi. Diğer cenazeler (namaz bitiminde) kaldırılıyor (ve yerlerine başka cenâ zeler konuluyordu ) Hamza (Radıyallâhü anh)'ın cenazesi, konuldu ğu gibiydi.Sindi demiştir ki : Bunun senedinin hasen olduğu Zevâid'den anla¬şılıyor. [117]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadisi H â kim, Tabarâni ve Beyhaki de rivayet, etmişlerdir. Uhud şehitlerinin yetmiş kişi olduğu ma'lumdur. Bu hadîse göre şehitlerin cenazeleri, Peygam¬ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bulunduğu semte getirilmiş, Re¬sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunların namazını kıldırmış-tır. Her defasında on cenaze üzerinde namaz kılmış. Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve SellemJ'in amcası H z . H a m z a (Radıyallâhü anhî'ın cenazesinin namazı ilk grubun içinde kılınmış, namaz bit¬tikten sonra Hz. Hamza 'Radıyallâhü anhl'ın cenazesi hâ¬riç, diğer cenazeler kıldırılarak yerlerine dokuz cenaze getirilmiş, bu defa Hz. Hamza (Radıyallâhü anlı) dâhil bu grubun cenaze namazı kılınmış. Her defasında gruplar değişmiş, fakat Hamza (Radıyallâhü anhJ'ın canâzesi kaldırılmadığı için her grupla birlik¬te tekrar tekrar onun namazı kılınmıştır. [118]

Hadisin Fıkıh Yönü

1 - Bu hadîse göre şehidler üzerinde cenaze namazını kılmak meşrudur. Bu husustaki âlimlerin görüşleri, bundan sonra gelecek ha¬disin izahı bölümünde anlatılacaktır.
2 - Bir cenaze üzerinde bir kaç defa namaz kılınabilir.
3 - Birkaç cenaze üzerinde bir defa namaz kılmak meşrudur.

1514) Câbir bin Abdillah (Radıyaflâhü anhümâ) 'dan ; Şöyle demiştir: Resûhıllah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud (savaşı) şehid-lerinden ikişer ve üçer kişiyi bir kabirde yerleştiriyordu. Ve (bize) :
«Eunlarin hangisi Kuranı daha çok öğrenip hıfzetmiş?» diye so¬ruyordu.
Bu ikişer ve üçer şehidlerden birisine işaret edilince, onu kabre önce (ve kıble tarafına) koyuyordu ve :
- (Kıyamet günü) Ben bunların hayatlarım feda ettiklerinin şa¬hidiyim.» buyuruyordu. Ve şehitlerin yıkatılmadan, üzerlerinde na¬maz kılmadan kanları içinde defnedilmelerini emrediyordu." [119]

İzahı

Ahmed, Buharı, Tirmizi, Ebû Dâvûd, Nesa i ve B e y h a k i de bu hadisi rivayet etmişler; Tirmizi hadîsin hasen - sahih olduğunu bildirmiştir.
Hadisin : ifâdesinin zahiri, iki veya üç şehidin bir kefene konulmasını ifâde ederse de, S indî' nin naklen beyâ¬nına göre Mesâbih şerhinde el-Muzhir: Burada bir sevbden maksad bir kabirdir. Çünkü iki veya üç şehidin çıplak vücudları bir¬birine değecek tarzda elbiselerini soymak ve bir kefene sarmak caiz değildir, demiştir. Mezkûr ifâdeyi böyle yorumlayanlar çoktur. Di¬ğer âlimler de bu yoruma karşı çıkmamışlardır. Lâkin hadîsin zahiri iki veya üç şehidin bir tek kefene sarılmasıdır. Diğer taraftan hatıra şu gelebilir:
Bundan sonra gelen hadiste şehidlerin elbiseleriyle ve kanları içinde defnedildikleri bildirilmektedir. Hâl böyle olunca şehidi kefen¬lemenin mânâsı nedir? Sindi bu konuda şöyle der:
Bana öyle geliyor ki, kefenleme işi savaş esnasında elbisesi par¬çalanmış ve bedenini örtecek kadar elbisesi kalmamış olanlara tat¬bik edilmiştir. Şehidin elbisesi kısmen de kalmış olsa iki şehidi bir kefene sarmakta mahzur kalmaz. Çünkü çıplak vücudları bir birine değmemiş olur.
Yukarıdaki ifâdeyi, bir kefene konmak mânâsına yorumlayan bâzı âlimler; Her şehid için ayrı bir kefen te'mini mümkün olmadı¬ğından dolayı iki şehidin bir kefene konulmuş olması bir zaruret icâ¬bı olabilir, demişlerdir.
Bir kısım âlimler de Bir kefene konulmanın mânâsı, bir kefen¬liğin iki parçaya bölünerek iki şehidin bunlara sarılması şeklinde ola¬bilir, demişlerdir.
Sindi yukardaki ihtimalleri zikretmiştir. El-Menhel yazan da: İki veya üç şehidin bir tek kefenin içine konulması, çıplak vü¬cutlarının birbirine değmesi sakıncasını gerektirmez. Çünkü ceset¬ler arasına ot ve benzeri şeylerin konulmuş olması muhtemeldir, de¬miştir.
Hadîsin : fiili, meçhul sığasıyladır. Mânâsı: «Şehid-ler yıkatılmamış olarak, .»dır.
Hadîsin fiili, meçhul ve ma'lum olabilir. Meçhul
sığası ise-, «ve şehidler üzerinde namaz kılınmadan» olur. Ma'lum ise : «ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şehitler üzerinde namaz kılmadan...» olur. [120]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Cenazeler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Cenazeler Bölümü   Cenazeler Bölümü Icon_minitimeC.tesi Şub. 06, 2010 7:24 pm

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 - Zaruret hâlinde iki veya üç cenazeyi bir kabre defnetmek caizdir.
2 - Yine zaruret hâlinde iki cenazeyi bir kefene koymak caiz¬dir. Zaruret olmadıkça caiz değildir.
3 - Şehidler, yıkatılmadan defnedilirler.
4 - Şehidler üzerinde cenaze namazı kılınmaz. [121]

Şehidlerin Yıkatılması Ve Namazlarının Kılınması Hakkında Âlimlerin Görüşleri

El~Menhel yazarı bu konuda şöyle der:
Savaşta şehid olanlar cünüp bile olsalar yıkatılmıyacaklarına ve namazlarının kıhnmıyacağına Ebû Dâvûd'un Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anhî'den rivayet ettiği:
"Uhud şehitleri yıkatılmadılar vt; ü/erlerinde namaz Kılınmadan kanlarıyla defnedildiler" mealindeki hadîs ve benzerî hadisler delâ¬let ederler. Alimlerin görüşleri şöyledir:
1 - Mâlikiler, yukarıya meali alınan Enes (Radı-yallâhü anh)'in hadîsi ve benzer hadîslerle hükmetmişlerdir. Ş â-f i i 1 e r ' in bir kısmı, A t â' Nehai, Süleyman bin Musa. el-Leys, Yahya el-Ensâri, İbnü'1-Mün-zir ve Ebû Sevr de böyle demişlerdir. Delillerinden birisi de C â bir (Radıyallâhü anh)'in (15)4 nolu) hadisidir.
2 - Hanbeliler'e göre şehid cünüp ise yıkatılır, değilse yıkatılmaz. Bâzı Ş â f İ i 1 e r de böyle demişlerdir. Cünübün yı-katılması hükmünün delili, İbn-i İshak (Radıyallâhü anh)'ın el-Meğâzi'de rivayet ettiği :
"Hanzala bin er-Râhib (Radıyallâhü anh), Uhud savaşında şehid edildi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem):
"Hanzala ya ne oldu? Çünkü meleklerin onu yıkadıklarını gör düm.» buyurdu.
Sahâbîler: Hanzala (Radıyallâhü anh), eşiyle cinsi temas yaptık¬tan hemen sonra savaş işi çıkınca, boy abdestini almadan savaşa çık¬tı, dediler." mealindeki hadîstir.
A h m e d ' den edilen iki rivayetin en sıhhatli olanına göre şehidin cenaze namazı kılınmaz, diğerine göre kılınır.
3 - Ebû Hanife, arkadaşları, Sevr i, e I Müze¬ni, Hasan ı Basri ve İbnü'lMüseyyeb'e göro şehid üzerinde cenaze namazı kılınmaz. Ve yıkatılmaz. E b ü H a -n i f e ' ye göre şehid cünüp veya çocuk yahut deli ise yıkatılır. Bun¬ların delili, İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh)'ın (1513 nolu) hadîsi ve B e yh a k i' nin Ebû Mâlik el-Gıf âri (Radı¬yallâhü anh)'den rivayet ettiği benzer hadistir. Bu hadîse göre de Uhud şehidleri, onar kişilik gruplar hâlinde getirilerek namazla¬rı kılınmış, H a m z a (Radıyallâhü anh) her grupta bulundurul¬muştur. Bu hadîste H a m z a (Radıyallâhü anh) üzerinde yetmiş defa namaz kılındığı kaydedilmiştir. Fakat Şafiî, bu hadisi ma¬lul sayarak : Şehidlerin tümü yetmiş idi. Onar kişilik gruplar hâlin¬de namazları kılındığına göre H a m z a (Radıyallâhü anh) üze¬rinde yedi defa kılınmış olur. Nasıl yetmiş defa olur? Eğer Ebû Mâlik (Radıyallâhü anh) tekbir sayısını kasdetmiş ise, tekbir¬ler yirmi sekiz olur, demiştir.
El Menhel ya/an, e I Umm ' dım naklen.Saf i i ' um : Ha¬disler, mütevâtir yollarla gelerek Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Uhud şehidleri üzerinde nama/, kılmadığını tesbıt et¬mişlerdir Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in onlar üzerin¬de namaz kıldığına ve H a m z a (Radıyallâhü anh) üzerinde yet¬miş tekbir aldığına dâir rivayet sahih değildir. Bunca sahih hadis¬ler karşısında sahih olmayan rivayeti göstermek istiyen kimse utan¬malıdır.Ukbe bin Âm i r (Radıyallâhü anh)'in hadîsine ge¬lince Uhud savaşından sekiz yıl sonra bu namazın kılındığı Ukbe (Radıyallâhü anh) in hadîsinde belirtilmiştir. Muhalifimiz; Ölü¬nün defni üzerinden uzun zaman geçince kabir üzerinde namaz kı¬lınmaz, der. Bana öyle geliyor ki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ecelinin yaklaştığını bilince Uhud şehidleriyle bir nevi vedalaşmak üzere, onların kabristanına giderek onlara dua ve istiğ¬far etmiştir. Cenaze namazını kılmamıştır. Bu ziyaret, sahih hadîs¬lerle sabit olan, şehidlerin cenaze namazının kılınmarnası hükmünün neshedildiğine delâlet etmez, dediğini anlatmıştır.
El-Menhel yazarı, bu hususla ilgili olarak bir çok nakilleri yapa rak delilleri karşılaştırdıktan sonra : Hulâsa sehidler üzerinde namaz kıhnmamasına delâlet eden hadisler, namaz kılındığına dâir hadîs¬lerden daha râcihtir. Zahir olan kavil namazın kılınmasıdır. İbn-i H a z m demiş ki; Şehidin üzerinde namaz kılınırsa iyi olur, kılın mazsa da iyi olur.

1515) İbn-i Abbâs (Radtyallâlıü anhümâ )\\an: Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud şehidlerinin üzer¬lerindeki demir ve deri aksamının soyulmasını ve onların, elbiseleri içerisinde, kanlarıyla defnedilmelerini emretti." [122]

İzahı

Ebû Dâvûd ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. Şehidlerin üzerlerinde bulunan demir aksamından maksad, silâh ve zırh gibi kısımlardır. Derilerden maksad, soğuktan korunmak veya savaş için giyilen eşyadır.
Hadîs, şehidin elbiseleriyle ve kanlarıyla defnedilmesinin, dola¬yısıyla yıkatılmamasının meşruluğuna delâlet eder. Demir ve deri aksamı, diğer elbise gibi kefen cinsinden olmadığı için soyulmuştur.

1516) Câbir bin Abdillah (Radıyallâhü anhümâ)'da.n; Şöyle demiştir: Uhud şehitleri, Medine'ye nakledilmiş oldukları halde Reaûlul-lah (Sallalahü Aleyhi ve Sellem), onların şehid edildikleri yerlere geri götürülmelerini emretti." [123]

İzahı

Tirmizi, Ahmed, Ebû Dâvud, Nesai ve B e y -haki de buna benzer lafızlarla rivayet etmişlerdir.
Hadis; şehidlerin, şehid edildikleri yerlere defnedilmelerinin ge¬rektiğine ve başka yere nakledilmelerinin caiz olmadığına delâlet eder. Âlimler böyle hükmetmişlerdir.
Şehidlerin şehid edildikleri yerlere defnedilmeleri emri vücub için yorumlanmıştır.
Bu emrin, şehidlere mahsus olup, Uhud savaşının başlangı¬cına âit olduğu zahirdir. Daha sonraya şümulü yoktur. Çünkü Uhud savaşında şehid edilen Abdullah (Radıyallâhü anh)'ın cena¬zesinin, oğlu Câbir (Radıyallâhü anh) tarafından ve savaştan altı ay sonra Bakî'a nakledildiği rivayet olunmuştur. Tıy bî: Zahir şudur ki; nakle zaruret varsa nakledilir, yoksa nakledilemez, demiştir. [124]

Diğer Cenazelerin Bir Şehirden Başka Bir Şehre Nakledilmeleri

1 - M âl iki 1 e r'e göre cenaze, definden önce bir beldeden başka bir beldeye nekledilebilir. Ancak bozulması veya kanaması korkusu varsa nakledilemez. Definden sonra ise; cesedin yırtıcı hay¬vanlar tarafından çıkarılması, suların cesedi alıp götürmesi, nakle¬dileceği yerin bereketinden ölünün yararlanması ve yakınlarının zi¬yaretine imkân verilmesi gibi bir maslahat için nakil caizdir. Ancak bozulmuş olması gibi bir sakınca endişesi varsa caiz değildir. M â -1 i k' in delili Sa'd bin Ebi Vakkâs (Radıyallâhü anh} 'in ve S a i d b. Z e y d (Radıyallâhü anh) 'in el-Aklk1-te ölmeleri ve oradan M e d. i n e' ye nakledilip burada defnedil¬meleridir.
2 - Hanefiler'e göre definden önce nakilde beis yok¬tur. Bir kavle göre namazın kısaltılması için gerekli mesafeden da¬ha az bir mesafeye nakledilmesi kaydı vardır. Bu mesafe doksan ki¬lometre civarındadır. Diğer bir kavle göre daha uzak mesafelere de götürülebilir. Definden sonra nakil caiz değildir. Ancak ölünün def¬nedildiği yerin gasp edilmiş bir yer olması veya o yerin Şuf'a hak¬kıyla alınmak istenmesi, yahut defin esnasında para, elbise ve ben¬zeri malların kabirde unutulması gibi bir mazeret dolayısıyla kabrin
açılması caizdir.
3 - Ş afi i 1 e r'e göre definden önce cenazenin başka bir beldeye nakledilmesi caiz değildir. Çünkü nakil, defnin gecikmesine sebep olur, bir kavle göre mekruhtur. Ancak Mekke, Medine ve Mescid-i Aksa yakınında ölenin buralara nakledilmesi caizdir. Bâzı Şafiî âlimleri : Büyük zâtların yâni velî ve âlim¬lerin bulunduğu yerin yakınına defnedilmek üzere ölülerin nakli caizdir, demişlerdir. Definden sonra nakil haramdır.
4 - Hanbeliler'e göre bir sâlihin yanına defnedilmek ve¬ya mübarek bir mıntıkaya götürülmek gibi meşru bir gaye için ölü¬nün definden önce ve sonra naklinde beis yoktur. Ancak cenazenin bozulmaması emniyeti şarttır. Kokma, bozulma gibi sakınca korku¬su varsa, nakil caiz değildir. [125]

29 - Mescidde Cenazeler Üzerinde Namaz Kılmak Hakkında Gelen Hadisler Babı

1517) Ebu Hüreyre(Raıhyullâhü tn/h)\\en rivayet edildiğine göre: Kesûlullah (Sallallahü Aleyhi w ScUcm) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim bir cenaze üzerinde mescidde namaz kılarsa, ona bir şey yoktur.»" [126]

İzahı

Ebu Davud, Beyhaki ve İbni E b i Şeybe ' de bunu rivayet etmişlerdir.
Ebü Davud'un rivayetinde : «Ona bir şey yoktur.» ifâdesi bulunur.
El-Menhel yazarının dediğine göre Ebü Davud'un su-neninin nüshalarının ekserisi böyledir. H a t i b bu ifâdenin mah tuz olduğunu söylemiştir.
İbn ı Kbi Ş e y b c ' nin ı ivîiyrlinde nıo/kür ifâde yorıno :
-Ona namaz yoktur.* ifâdesi vardır.
Bu uç ifâdeye göre hadisten çıkarılan hüküm, o adama sevab-tan bir şey olmamasıdır. Ve hadis, cenaze namazının mescidde kılın¬masının mekruhluğuna hükmeden âlimlerin delillerinden olur.
Ebû Dâvud un süneninin bâzı nüshalarında bu ifâde yerine : «O adam üzerinde bir şey yoktur." ifâdesi bu lunur. Iîun« roi c hadisin mânası, cunâ/.c namazını nıescidde kılan Kimse aleyhinde hiç bir günahın bulunmaması demektir. Bu takdir de hadis, cenaze namazının mescidde kılınmasında kerahet olmadı¬ğını hükmeden âlimler için delil olur.
Nevevi : Ebü Dâvûd'un süneninden tahkik edilerek râviler tarafından dinlenmiş olan meşhur nüshalanndaki ifâde, bu son ifâdedir. Ve hadis, cenaze namazının mescidde kılınmasının meş¬ruluğuna hükmeden âlimlerin* delillerindendir. Hadislerin tümünün işlerliğini muhafaza için diğer nüshalardaki; İJ kelimesini; <uU. kelimesine yorumlamak gerekir. Yâni ehlinin ma'lumu olduğu üze¬re cer harfi olan "Lâm"ı, yine. cer harfi olan "Alâ" mânâsına almak gerekir, demiştir.
Ei-Ayni'de izah edildiğine göre bu hadîsin senedindeki râ-vi S a 1 i h ' in zayıflığı, müteaddit âlimierce ifâde edilmiştir.

1518) Âişe (Rıuiıynttîhü anhâ)'(\nn: Şöyle demiştir :
Vallahi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Süheyl bin Bey-da (RadıyaUâhü anh) üzerinde mescidden başka hiç bir yerde namaz kılmadı.
İbn-i Mâceh demiştir ki: Âişe (Radıyallâhü anhâJ'mn hadîsi da¬ha kuvvetlidir." [127]

İzahı

Müslim. Tirmizi, Ebû Dâvûd. Nesaî ve Bey h a k î de bunu rivayet etmişlerdir.
EI-Menhel'de belirtildiğine göre Âişe (Radıyallâhü anhâ), vefat eden S a ' ti bin F. b i Vakkâs (RadıyallAhü anhJ'ın cenazesini Mescidin içine ithal edince sahâbiler Âişe (Radıyal lâhüanhâ)'nın bu hareketine karşı çıkmışlar. Bunun üzerine Âişe (Radıyallâhü anhâ) Allah'a yemin ederek bu hadîsi söylemiştir. Ni¬tekim Müslim'in Abbâd bin Abdi İlah bin Zü b e y r (Radıyallâhü anhl'den Onun <1n  i *j p (Kadıyallâhü anhâ)'dan rivayetine Köre;
Âişe (Radıyallâhü anhâ) Sa'd (Radıyallâhü anh)'in üzerinde na¬maz kılmak için cenazenin mescidin içinden geçirilmesini emretmiş, halk buna itiruse edince Âişe IRadıyallâhü anhâ)
Halk ne çabuk unutuyor? Hesûlullah iSallallahü Aleyhi ve Sel lem) Süheyl bin BeydıV (Kadıynliâhü anh) ü/erimie anı.-ak mesciHde namaz kıldı, demiştir.'
Süheyl bin Beydâ (Radıyallâhü anh) 'in babası V e -heb bin Rabia' dır. Annesi de D a' d ' dır. Beydâ, an¬nesinin vasfıdır. Süheyl (Radıyallâhü anh) ilk müslümanlar-dan olup Habeşistan'a hicret etmiş, sonra M e k k e ' ye dönmüş, daha sonra M e d î n e ' ye hicret etmiş. Bedir ve başka savaşlara katılmıştır. Hicretin 9, yılı vefat etmiştir. [128]

Cenaze Namazının Mescidde Kılınması Hakkında Âlimlerin Görüşleri

l - Ebü Hanîfe, meşhur rivayete göre Mâlik ve İbn-i Ebî Zi'b'e göre cenaze namazını mescidde kılmak mekruhtur. Bunların delili 1517 nolu Ebû Hüreyre (Radı¬yallâhü anhJ 'in hadîsidir. Bu hadîs hakkında gerekli bilgi yukarı¬da verilmiştir. İkinci delilleri şudur: Mescid; Farz namazlar, bunla¬ra bağlı nafileler, zikir ve ilim öğretmek için yapılmıştır. Cenazenin mescidin içine sokulması, mescidin cenazeden çıkacak kan ve ben¬zerî pislikle kirletilmesine yol açabilir.
Bunlar  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsine şöyle cevap ve¬rirler: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, Süheyl (Radıyallâhü anh)'in cenaze namazını mescidde kılması, özel bir olaydır. Umumî hüküm ifâde etmez. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, o esnada itikâfta olması veya bunun câizliğini beyan için böyle yapmış olması muhtemeldir. Bunun câizliği, kera¬heti gidermez. Eğer mescidde kılmak, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellemî'in âdeti olmuş olsaydı durum sahâbilerce bilinecekti ve  i ş e (Radıyalâhü anhâ)'nin, S a'd (Radıyallâhü anh)'in ce¬nazesini mescide almasına karşı çıkmıyacaklardı.  i ş e (Radı¬yallâhü anhâ) de karşı çıkanlara cevap verirken hadîsteki ifâde ye¬rine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in cenazeler üzerinde namaz kıldığını söyliyecekti.
Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyallâhü anh)'in cenazeleri üzerinde mescidde namaz kılındığına dâir rivayet¬lere de şöyle cevap vermişlerdir: Bu iki zâtın cenazelerinin mescidin içine alındıkları serâhaten bildirilmemiştir. Bu itibarla cenazelerin mescidin dışına konulması ve cemâatin mescidin içinde namaza dur¬muş olmaları muhtemeldir.-Yahut S â'd (Radıyallâhü anh)'in cenâzesinde olduğu gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hanımları cenaze namazını kılsınlar diye bu iki halîfenin cenazele¬rinin mescide alınmış olmaları muhtemeldir.
2 - Şafiî, Ahmed, îshak, bir rivayete göre M â -1 i k ve başkalarına göre cenaze namazının mescidde kılınmasına kerahet yoktur. İbnü'l-Münzir, Bu kavli Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyallâhü anh)'den nakletmiştir. Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in diğer hanımlarının mezhebi ile Fukahadan çok zâtların mezhebi budur.
Bunların delilleri, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin mezkûr ha¬dîsidir. Ayrıca Saîd bin Mansur'un kendi süneninde Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyallâhü anh)'in cenaze namazlarının mescidde kılındığına dâir rivayetler¬dir. Üçüncü delil, Ömer (Radıyallâhü anh)'in Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) üzerinde ve S u h a y b (Radıyallâhü anh)'in Ömer (Radıyallâhü anh) üzerinde mescidde namaz kıldıklarına dâir İbn-i Ebî Şeybe' nin rivayet ettiği hadîstir.
1517 nolu hadîsin izahında belirttiğim gibi N e v e v i bu ha¬disi de bu gruptaki âlimlerin delillerinden saymıştır.
î b n - i R ü ş d : Sahâbîlerin Â İ ş e (Radıyallâhü anhâl'yş itiraz etmeleri, cenaze namazının mescid dışında kılınmasının yay¬gınlığına delâlet eder. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, N e c â ş i (Radıyallâhü anh)'nin gıyabî cenaze namazını kıldır¬mak üzere musallaya çıkması bunun şahididir. [129]

30 - Ölü Üzerinde Namaz Kılmanın Ve Ölüyü Defnetmenin Yasak Olduğu Vakitler Hakkında Gelen Hadisler Babı

1519) Ukbe hin Amir cl-Ciihenî (Rndıynltâhü av/ifden: ŞÖvle rle-
mistir :
Üç saat vardır ki, Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) o saatlerde ölülerimiz üzerinde namaz kılmamızdan veya o saatlerde Ölülerimizi defnetmemizden bizi menederek : (Bu saatler) Güneş tam doğduğu zaman (dan göz ayarıyla bir mızrak boyu yükselinceye ka¬dar), istiva [130] gölgesinin (görünüşte) durduğu zaman (dan), gü neş batıya kayıncaya kadar ve güneş batmaya eğildiği zaman (dan) hatun ay a. kadardır." [131]

İzahı

Müslim, Ahmed, Tirmizi, Ebû Dâvüd, Ne-sai ve Bey h a ki de bunu rivayet etmişlerdir.
Hadîsin ; «Veya o saatlerde Ölülerimizi def netmemizden...» cümlesi, âlimlerin ekserisince zahirine göre mânâ-landırılmıştır. Buna göre hadîste anılan zamanlarda ölüleri gömmek yasaktır. î bn-i H a z m bunun zahiriyle amel ederek : Bu va kitlerde ölüleri defnetmek haramdır, demiştir. Han bel i Iıt'ü göre mekruhtur.
Ibnü'l-Mübârek, Hanefi âlimleri ve Ş â f i İ 1 e r, hadîsin mezkûr cümlesini ölüler üzerinde namaz kılmak mânasına yorumlamışlardır. Çünkü ibn-i D a k î k ü ' 1 T y d ' in rivâyel İPtiiıde Ukbfi (Ftadıyallâhü
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) güneş doğarken Ölü¬lerimiz üzerinde namaz kılmamızdan bizi menettî..." demiştir, deni lerek bu hadîs sonuna kadar zikredilmiştir Yâni oradaki rivayette yukarıdaki cümle yoklur.
Namaz kılmanın yasak edildiği üç vaktin birincisi, Güneş'in do¬ğuşundan göz ayarıyla bir mızrak boyu yükselinceye kadar geçen süredir. İkincisi, Güneş semânın-tam ortasına vardığı zamandan, Gü¬neş'in batıya kaydığı âna kadardır. Güneş, semânın ortasına vardı fiinda görünüşte gölge durmuş gibidir Aslında güneş durmadığı gi bi gölgesi di; durmaz Kakal tföltfenhı hareketi çok yavaşladığı için durmuş zannedilir. Görülen bu duruşa Arap dilinde 'Kaimü'z-Zahîre', yâni gündüzün tam ortasındaki gölgenin duruşu, denir.
Hadîsin "Güneş batıya kayıncaya..." ifadesiyle zeval vakti, yâni öğle namazı vaktinin girdiği ilk an kastedilmiştir. Üçüncüsü Güneş'in gruba yaklaştığı andan tam battığı âna kadar olan süredir. [132]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 - Mezkûr vakitlerde cenaze namazı kılmak yasaktır. Bu hu¬sustaki âlimlerin görüşleri 1486 nolu hadisin izahında geçmiştir.
2 - Hadîsin zahirine göre bu vakitlerde ölüyü defnetmek ya¬saktır. Yukarıda da işaret edildiği gibi, mezkûr vakitlerde ölüyü def¬netmek, H an beli 1 er'e göre mekruhtur.
Hanefî ve Şafiî âlimlerine göre bu vakitlerde Ölüyü defnetmek mekruh değildir. Ancak mahsus bu vakitleri defin işi için seçmek mekruhtur.
Gerek cenaze namazını kılmak ve gerekse ölüleri defnetmek ile ilgili âlimler arasında bulunan ihtilâf, cesedin değişmesi korkusunun bulunmaması hâline mahsustur. Böyle bir korku varsa, anılan vakit¬lerde de namaz kılmakta ve ölüyü gömmekte hiç bir sakınca yoktur.

1520) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü antrii mâ )'dnn; Şöyle demiştir: Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), ölen bir adamı gecele¬yin kabre bizzat dâhil etti ve kabirde (defin işinde aydınlık olsun diye) lâmba yakıldı." [133]

İzahı

T i r m i z i de bu hadîsi rivayet etmiştir. T i r m i z î' deki ha¬dîsin meali şöyledir :
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) geceleyin bir kabrin içine girdi. Onun için bir lâmba yakıldı. Efendimiz, cenazeyi kabrin kıble tarafından aldı (kabre indirdi) ve cenazeye hitaben:
Allah sana rahmet eylesin. Sen (Allah korkusundan) çok âh çe¬kici idin. Çok Kur'an okuyucu idin.» buyurdu. Ve cenaze üzerinde dört tekbir aldı."
Bu hadîs, cenazeyi geceleyin defnetmenin ve defin esnasında ka¬bir ve çevresinde lâmba ve benzerini bulundurmanın câizliğine delâ¬let eder. Hadîs, ölüleri geceleyin defnetmenin caiz olduğunu söyliyen-ler için bir delildir. Caiz olmadığını söyliyenler, bu hadîsi zaruret hâ¬line yorumlamışlardır.

1521) Câbir bin Abdillah (Radtyaîâhü anhümâ)'âan rivayet edildi¬ğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Sizler bir zaruret ile karşılaşmadığınız müddetçe Ölülerinizi ge¬celeyin defnetmeyiniz.-" [134]

İzahı

N e s â i de bunu benzer lâfızlarla rivayet etmiştir.
Hadîs, geceleyin defnetmenin caiz olmadığına delâlet eder. Câiz¬liğine hükmeden âlimler bu hadîsi şöyle yorumlamışlardır: Peygam¬ber fSallallahü Aleyhi ve Sellem) bütün müslümanların ölüleri üze¬rinde namaz kılmak istediği için, sahâbîlerini geceleyin ölüleri def¬netmekten men etmiştir. Bir kavle göre bâzı kimseler, gecenin ka¬ranlığından faydalanarak Ölülerini iyi olmıyan kefenlerin içine ko¬yuyorlardı. Bunun önlenmesi için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gece defin işini nehyetti.

1522) Câbir bin Abdillah (Radtyailâhü anhümâ)'dan rivayet edildi¬ğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Gece ve gündüz Ölüleriniz üzerinde namaz kılınız (kılabilirsi¬niz.)Râvi İbn-i Lahia'nın zayıf olduğu ve el-Velîd'in tedlisçi olduğu ZevâicT-de bildirilmiştir. [135]

31 - Kıble Ehli Üzerinde Namaz Kılmak Hakkında Bir Bâb

1523) İbn-i Ömer (Radtyailâhü anhümâ)\\ax\\ Şöyle demiştir : Abdullah bin Übeyy öldüğü zaman oğlu (Abdullah) (Radıyallâ-hü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek:
Yâ Resûlallah! (Mübarek) gömleğini bana ver. Bab amı onunla kefenleyim, dedi (Efendimiz gömleğini verdi). Sonra Resûlallah tSal-lallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Cenaze hazırlanınca bana haber veriniz (namazını kılayım.) Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onun cenaze na¬mazım kılmak isteyince Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh), efen¬dimize (anladığımız kadarıyla) :
Bunun namazını kılmaman gerekir, dedi. Sonra Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem) namazını kıldı. Sonra Peygambar (Sallal¬lahü Aleyhi ve Sellem) Ömer (Radıyallâhü anh)'a:
«Ben şu iki şey arasında muhayyerim : (Allah Teâlâ buyurmuş ki:) Münafıklara sen ister istiğfar et, ister istiğfar etme. [136] bu¬yurdu. Bunun üzerine Allah Sübhâneh :
-O münafıklardan ölenlerin hiç birisinin üzerinde namaz kılma. Mezarı üstünde de durma. [137] âyetini indirdi."

1524) Tâbir (Radtyallâhü ««///den; Şıİyie demİMİr ; Medine'deki münafıkların reisi (Abdullah bin Übeyy) öldü ve Peygamber (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem)'in kendi gömleğini ona ke¬fen yapmasını vasiyet etti. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun cenaze namazını kıldı. Kendi gömleğiyle onu kefenledi ve kabri başında durdu. Bunun üzerine Allah Teâlâ :
«Münafıklardan ölen hiç birisinin üzerinde namaz kılma, meza¬rı basında da durma.» âyetini indirdi-" [138]

İzahı

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in hadisini Buharı, Müslim ve N e s a i de rivayet etmişlerdir.
Buhâri ve Müslim'in İ b n-i Ömer (Radıyallâ¬hü anh)'den olan rivayetleri meâlen şöyledir
"Abdullah bin Übeyy öldüğü zaman oğlu (Abdullah) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in yanına gelerek : Yâ Resûlalİah! Göm¬leğini bana ver. Babamı onunla kefenliyeyim. Onun üzerine namaz kıl ve ona istiğfar et, diye ricada bulundu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gömleğini verdi ve :
«(Cenaze hazırlanınca) bana haber ver. Üzerinde namaz kıla¬yım.» Buyurdu. Abdullah (Radıyallâhü anh) efendimize haber verdi. Efendimiz cenaze namazını kılmak üzere iken Ömer (Radıyallâ¬hü anh) efendimiz (in arkasından ridâsınlı çekti ve:
Yâ ResûlaHah! Allah sizi münafıklar üzerinde namaz kılmaktan menetmedi mi? dedi. Resûl-i Ekrem (Sallaİlahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben istiğfar etmekte ve etmemekte muhayyer kılındım. Allah Teâlâ: 'Bu münafıklara sen ister istiğfar et, ister istiğfar etme (far-ketmez.) Bunlar için yetmiş defa istiğfar etsen Allah asla onları mağ¬firet etmiyecektir.' buyurmuştur.» diye cevap verdi. Ve Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) İbn-i Übeyy'in cenazesini kıldı. Bunun üzerine:
«Bu münafıklardan ölenlerin hiç birisinin üzerinde namaz kıl¬ma...» âyeti indi."
Bâzı rivayetlerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: «Ve ben yetmiş defadan daha fazla münafık¬lar için istiğfar edeceğim.» buyurduğu ilâvesi vardır.
Ömer (Radıyallâhü anh)'in ilk hadîste söylediği: "Onun namazını kılmaman gerekir." sözüne gelince; Ömer (Radıyallâhü anh)'in maksadı, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'e itiraz etmek değil, münafıklar hakkında gelen ve meali yuka¬rıda geçen Tevbe sûresinin 80 .âyetinden münafıkların üzerin¬de namaz kılmamanın gerektiğini anladığını sövlemektir, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu âyetin hükmünü Ömer (Ra¬dıyallâhü anh)'e açıklayarak, münafıklar için istiğfar edip etmemfek hususunda serbest bırakıldığını bildirmiştir. Hattâ yukarda işaret et¬tiğim gibi bâzı rivâyetlerdeki ilâveyi de göz önünde bulundurduğu¬muzda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ömer (Ra¬dıyallâhü anh)'e cevâbı ve âyettin hükmünü açıklaması şöyle olur: Allah Teâlâ buyurmuş ki:
"Sen ister münafıklara istiğfar et, ister istiğfar etme. Eğer on¬lar için yetmiş defa istiğfar etsen, Allah onları mağfiret etmiyecek¬tir." Ben istiğfar sayısını yetmişden fazla yapmakla onların mağfi¬retini dileyeceğim.
Hulâsa Ömer (Radıyaliâhü anh) mezkûr sözüyle durumun hakikatinin açıklamasını ve âyetten anladıklarının doğru olup olma¬dığını öğrenmek istemiştir. Ömer (Radıyallâhü anh)'in niyeti Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hâşa hatalı hareket et¬tiğini söylemek değildir. Çünkü Ömer (Radıyallâhü anh) 'in böyle bir şey söylemeye hak ve yetkisi yoktur. Çünkü Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) 'in fiil ve hareketleri teşri mahiyetindedir. Ancak şöyle denilebilir: Ömer (Radıyallâhü anh). Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mezkûr âyeti o an için hatırlama¬dığı ihtimâli üzerine âyeti hatırlatmak istemiş olabilir. Hatırlatma, itiraz demek değildir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de verdiği cevapta bu âyetin hükmünü belirtmiş namaz kılmaya mâni olmadığını bildirmiş ve münafıklara istiğfar etmek hususunda mu¬hayyer olduğunu belirtmiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kendi gömleğini ver¬mesi mes'elesine gelince; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) îbn-i Übeyy'in münafık olduğunu, yâni zahiren müslüman görünmekle beraber kalben kâfir olduğunu bilmekle beraber göm¬leğini vermiştir. Çünkü İslâm'ın hükümleri dış görünüşe göre icra edilir. Bir de İbn-i Übeyy'in oğlu, samîmi bir müslüman idi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onun dileğini yerine getirmekle ona ikramda bulunmak istemiştir. Ölen münafık, kavmi¬nin reisi olduğu için kavminden bir çok kimse hakiki müslüman du¬rumunda idi. Bu kavmin arasında bir kargaşılığın çıkmaması da önemli idi. Münafık adama Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'in gömleğinin bir yarar sağlıyamıyacağı bilinmekle beraber, yu¬karıdaki nedenle Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gömleği¬ni vermiştir.
Bâzıları demişler ki : Bedir savaşında esir düşen Peygam¬ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in amcası Abbâ.s (Radıyallâ¬hü anh)'ın üzerinde elbise yoktu. İbn-i Übeyy o gün göm¬leğini A b b â s (Radıyalâhü anh)'a vermişti. Onun bu iyiliğine karşılık olmak üzere öldüğünde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de kendi gömleğini ona kefen yaptırmıştır.
Abdullah bin Übeyy bin Selûl ve oğlu Abdullah (R.A.)'m Hâl Tercemeleri :
Abdullah bin Übeyy bin Selûl, Medine münafıklarının reisidir. Selûl, Huzâa kabilesinden bir kadındır. Abdullah, câhiliyyet devrinde Hazreç kabilesinin reisi idi. Hicretten sonra zahiren müslüman olmuş, fakat kalben kâfirdi. Kurduğu mü¬nafık bir grubu idare ederek gizli ve açık bozgunculuktan geri kalmazdı. Müslü¬manların kritik zamanlarını fırsat bilerek her defasında bozgunculuktan kaçın-mazdı. Onun bozgunculuğunun iki üç örneğini vermekle yetmeyim :
Uhud savaşma sözde Peygamber (S.A.V.)'in maiyetinde katıldığı halde sa¬vaşın en şiddetli bir ânında ordunun üçte birini teşkil eden Önemli bir kuvveti iğfal ederek savaştan çekmiş ve.bu kuvvetle birlikte Medine'ye geri çekilmişti. Benî Mustalik savaşından dönüldüğünde bir su başında izdiham vuku' bulu¬yor ve su yüzünden muhacirlerden bir zât ile ensâr'dan bir zât arasında kavga çıkıyor. Muhacirden olan zât, muhacirlerden yardım istiyor. Ensârdan olan da ensârîlerden yardım istiyor. Muhacirlerin fakirlerinden birisi kavga eden muha¬cirden yana çıkarak ensâri'ye bir tokat atıyor. Olay büyümeden yatıştırılıyor. Fa¬kat münafıkların reisi İbn-i Übeyy fitne ve fesadını sürdürerek ensârîlsri tah¬rikten geri kalmıyarak : Biz Muhammed'e ancak yüzlerimize yumruklar indirilsin, diye arkadaşlık ettik. Vallahi bizim durumumuzla muhacirlerin durumu; 'köpeğini besle ki seni yesin* sözünü söyliyen adamın dediğine benzer. Vallahi biz Medine'ye dönecek olursak en azizler (bu sözle münafıkları kastediyor.) hakirleri (bu sözle muhacirleri kastediyor) Medine'den dışarı atacaklar, dedikten sonra kavmine hi¬taben : Sizler kendinize ne yaptınız? Bu Mekkelileri memleketinize yerleştirdiniz, mallarınızı onlarla bölüştünüz. Vallahi eğer yiyecek maddelerinin ihtiyaç fazlasını tutup onlara vermezseniz yanınızdan dağılıp gidecekler. Bu itibarla onlara yiye¬cek maddelerini vermeyiniz ki, Muhammed'in etrafından dağılıp gitsinler, diyerek kötü hezeyanları savurmuştur. Zeyd bin Erkâm (R.A.) bu sözleri işitmiş ve du¬rumu Peygamber (S.A.V.)'e ulaştırmıştır. Peygamber (S.A.V.) orduya Medine'ye hareket etme emri vermiştir, Ömer bin el-Hattâb (R.A.) İbn-i Übeyy'in bu sözlerini işitince :
— Yâ Resûlaüah! Müsâade et de bu herifin boynunu vurayım, demiş. Fakat Peygamber (S.A.V.) müsâade etmemiş ve :
— «Hayır, olmaz, bu defa da mes'elenin mâhiyetini bilmiyen halk, Peygamber (S.A.V.) arkadaşlarını öldürmeye başladı, der.» buyurmuştur. İbn-i Übeyy'in ve münafık arkadaşlarının olumsuz tutumlarının bir nebzesinin anlatıldığı Münâfİkûn sûresinin 7, ve 8. âyetlerinde İbn-i Übeyy'in bu sözlerinden haber veriliyor :
«Bu münafıklar : Allah'ın Resûlü'nün yanında bulunanlar için bir şey sarfet-meyin de dağılıp gitsinler diyen kimselerdir. Halbuki göklerin ve yerin hazîneleri Allah'ındır. Ama münafıklar bu gerçeği anlamazlar. Eğer bu savaştan Medine'ye dönersek şerefli kimseler alçakları and olsun kî oradan çıkaracaktır, diyorlardı. Oysa şeref ve izzet, Allah'ın, Peygamberinin ve inananlarındır. Fakat münafıklar bu gerçeği bilmezler.» [139]

Bu Hadîslerden Çıkarılan Fıkıh Hükümleri

1 - Gömleğin cenazeye kefen yapılması caizdir.
2 - Kâfirin ve münâfıkm cenaze namazı kılınmaz.
3 - Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in üstün şefkatine ve merhametine delâlet eder.
4 - Sâlihlerin eserlerinden bereket almaya çalışmak meşrudur.
5 - Ölünün ölüm haberini vermek meşrudur.

1525) Vasile bin el-Eskâ (Radıyallâhü anh)'dex\ rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Her müslüman Ölü üzerinde namaz kılınız ve her emîrle bera¬ber cihâd ediniz.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Utbe bin Yek zân zayıftır. Haris bin Nebhân'in zayıflığı üzerinde ittifak vardır. Ebû Said el-Mat-lut kezzâbtır. [140]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadise göre, kıble ehlinden olan, yâni zahiren tevhid kelimesini söyliyen herkesin üzerinde cenaze nama¬zını kılmak meşrudur. Hadîsteki ölüden maksad, müslüman ölüşü¬dür. Bundan şehidler müstesnadır. Şehitler üstünde de cenaze na¬mazının kılındığını söyliyen âlimlere göre şehidler müstesna değildir. Hadisten maksad, cenaze namazı yalnız ibâdetine bağlı ölülere mah¬sus değildir. İbâdet bakımından kusurlu olan mü'minlerin de cenaze namazı kılınır.
tbn-i Tbeyy'in oçlu Abdullah (tt.A.)'ın Hâl Tercemesi :
Abdullah bin Übeyy, münafıkların reisi olmasına rağmen oğlu Abdullah, sa¬mimi ve ihlâslı bir müslüman idi. Sahâbilerin en hayırlı ve çok faziletli simaların¬dan birisi idi. Önceden adı Hübâb idi. Peygamber (S.A.V.) Ona Abdullah ismini taktı. Abdullah (R.A.) bütün savaşlara katılarak Peygamber (S.A.V.)'in yanından hiç ayrılmamıştır. Ebû Bekir (R.A.)'in hilâfetinde Yemâme savaşına katılmış ve orada şehid olmuştur. Abdullah (R.A.) babasının münafıkça hareketlerinden hiç memnun değildi. Hattâ yukarıda bir parçasını anlattığım babasının bozgunculuğu olayını duymuş, buna çok üzülmüş ve babasına çok kızmış, Peygamber (S.A.V.)'e müracaatla babasının kendisi tarafından Öldürülmesi için müsâade istemiş, fakat Peygamber (S.A.V.) buna müsâade etmemiştir.

1526) Câbir bin Semûre (Radtyallâkü ank)'den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) in ashabından bir adam yaralandı. Yara ona eziyet verdi. Bunun üzerine yaralı, okların de¬mir kısımlarının bulunduğu yere yavaş yavaş giderek bunlarla ken¬dini boğazladı. Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Seilem) onun üze¬rinde namaz kılmadı. Câbir (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Peygam¬ber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'in namaz kılmayışı bir te/dib idi." [141]

İzahı

Ahmed, Müslim, Tirmizİ, Ebû Dâvûd, Ne-saî ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir. Bâzı rivayetler uzundur.
Meşâkıs: "Mişkâs"ın çoğuludur. Mişkâs: Okun geniş ve uzun olan demir kısmıdır. Okun ucuna takılan bu demir parça; geniş ve uzun olmadığı zaman ona mışkas denilmez. Mişkas ile kendini bo-ğazhyan adamın ismi bilinemiyor. Ebû Dâvûd'un rivayetine göre adamın komşusu olan bir zât, yaralının kendini boğazladığını görmüş ve durumu Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem)'e bildir¬miştir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) de : «Sen bizzat gör¬dün mü?» diye sormuş. Haberci: Evet, deyince Peygamber (Sallalla¬hü Aleyhi ve Seilem) :
«O halde ben Onun üzerinde namaz kılmam.» buyurmuştur.
El-Menhel yazarı, bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der: Ha¬dis, intihar eden adamın cenaze namazının kılınmamasına delâlet eder. Ömer bin Abdülaziz ve Evzâi böyle hük¬metmişlerdir.
A h m e d ' e göre imam onun namazını kılmaz. Başkası kılar.
Ebû Hanîfe, Mâlik, Şafiî ve âlimlerin cumhu¬runa göre namazı kılınır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) intihar eden adama bir nevî ceza olarak ve bu günahın işlenmesin¬den halkı menetmek gayesiyle onun namazını kılmamıştır. Nasıl ki, N e s a î' nin rivayetinde belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) borçlu ölenin namazını kıldırmazdı. Bunun sebebi de halkın borçlarım ödemede ihmalkâr davranmalarını önlemekti. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seilem) intihar eden o adamın üze¬rinde namaz kılmaktan kimseyi menetmemiştir. Nitekim Nesai’nin rivayetinde;-Bana gelince; ben şahsen onun üzerinde namaz kılmam.» buyrulmuştur.
Bütün fâsıklar, intihar eden gibidir. Yâni cenaze namazları kılı¬nır. Çünkü Dârekutnî' nin müteaddit yollardan rivayet et¬tiği bir hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Lâilâhe illallah diyenin arkasında namaz kılınız ve Jâ ilahe il¬lallah diyenin (cenazesi) üzerinde namaz kılınız.» buyurmuştur.
Ebû Hanîfe, îslâm devletine karşz isyan ederleri ve yol kesenleri istisna ederek bunların üzerinde namaz kılınmamasına hük¬metmiştir. [142]

32 - Kabir Üzerinde Namaz Kılmak Hakkında Gelen Hadisler Babı

1527) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Siyah bir kadın Mescidi Nebevî'yi süpürüyordu. Resûlullah (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem) onu geremedi. Bir kaç gün sonra kadını sordu. Denildi ki: O kadın öldü. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem} :
«Neden bana haber vermediniz?» buyurdu. Sonra Onun kabri¬ne giderek üzerinde namaz kıldı."

1528) Zeyd bin Sâbit'in büyük kardeşi Yezîd bin Sabit [143] (Radt¬yallâhü ankümâ)'dan ; Şöyle demiştir :
(Bir gün) Biz, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile be¬raber (dışarı) çıktık. Efendimiz Baki'a varınca yeni bir kabirle kar¬şılaştı ve kime ait olduğunu sordu. Dediler ki: Falan kadınındır. Efendimiz, o kadını tanıdı ve:
«Neden onun cenazesinden bana haber vermediniz?» buyurdu. Dediler ki: Sen gündüzün ortasında uyuyordun. Oruçlu idin. Bu se¬beple sana haber vermekten hoşlanmadık. Efendimiz:
«Yapmayınız (bir daha böyle bir şey) bilmiyeyim. Ben aranızda olduğum müddetçe sizden herhangi bir kimse öldüğünde mutlaka Onu bana haber veriniz. Çünkü üzerinde kıldığım namaz, onun için rahmettir." buyurdu. Sonra kc.brin yanına vardı. Biz de Onun arka¬sında saf olduk. Kabir üzerinde dört tekbir aldı (namaz kıldı.)»
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Cenazeler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Cenazeler Bölümü   Cenazeler Bölümü Icon_minitimeC.tesi Şub. 06, 2010 7:25 pm

1529) Âmir bin Rabîa (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Siyah bir kadın öldü. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e haber verilmedi. Definden sonra haberdar edildi. Bunun üzerine:
«Niçin bunu bana haber vermediniz?» buyurdu. Sonra ashabına -.
«Kadınlın kabri) üzerinde saf olunuz.» buyurdu ve üzerinde na¬maz kıldırdı."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin aslını başkası rivâyst etmiş¬tir. Bu isnad hasendir. Çünkü râvi Ya'kub bin Hümeyd'in sıkalığı ihtilaflıdır.

1530) Abdullah bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan \ Şöyle de¬miştir :
Bir adam öldü. (Hasta iken) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) onu ziyaret ediyordu. Onu gece defnettiler. Sabah olunca ölü¬münü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e haber verdiler. Efendimiz:
Bana (geceleyin) haber vermenizden sizi alıkoyan ne idi?» bu¬yurdu. Dediler ki: Gece idi, karanlık vardı. Sana meşakkat etmek is¬temedik. Bunun üzerine Efendimiz, adamın kabrine vararak üzerin¬de namaz kıldı."

1531) Enes (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir : Bir ölü defnedildikten sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabir üzerinde cenaze namazını kıldı."

1532) Büreyde (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir ölü üzerinde defin¬den sonra cenaze namazını kıldı.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı hasendir. Ebû Sinan ve on¬dan aşağı râvilerin sıkahğı ihtilaflıdır.

1533) Ebû Saîd (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Siyah bir kadın. Mescidi Nebevî'yi süpürüyordu. Geceleyin ve¬fat etti. Sabahleyin Resûlullah (Sallallahü Aieyhi ve Sellem)'e kadı¬nın ölümü haber verildi. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
Niçin (geceleyin) bana haber vermediniz?* buyurdu. Sonra as-habıyla beraber çıkıp, kadının kabri üzerinde durdu. Cemâat onun arkasında olduğu halde kadın üzerinde tekbir aldı (cenaze namazını kıldırdı). Ona dua etti, sonra dönüp geldi.Bunun senedindeki râvi İbn-i Lahia'nın zayıflığı Zevâid'de bildirilmiştir. [144]

İzahı

Bu bâbta rivayet edilen Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, İbn-i Hibbân, Hâkim ve Beyhakİ de rivayet etmişlerdir. Bu hadîste siyah kadın diye tâbir edilen kadının ismi, Beyhaki'-nin rivayet ettiği Büreyde (Radıyallâhü anh)'in hadîsinde Ümmü Mihcen olarak geçmiştir. İbn-i Mende sa-hâbileri anlatırken : Harkaa' isminde bir kadın Mescid-i Nebevi ' yi süpürüyordu, demiştir. Bu itibarla kadının adının Harkaa' olması ve Ümmü Mihcen'in de onun künyesi olması mümkündür. Kadının öldüğünü Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem)'in sorusuna cevaben söyliyen zâtın Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) olduğu, B e y h a k î' nin rivayetinde belirtil¬miştir.
Y e z î d (Radıyalâhü anh)'in hadîsini Ahmed, Nesaî ve İ b n - i H i b b â n da rivayet etmişlerdir.
Âmir bin Rabîa (Radıyallâhü anh), B ü r e y d e (Ra-dıyallâhü anh) ve E b û S a î d (Radıyallâhü anh)'in hadîsleri Zevâid türündendir.
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'in hadîsinin benzerini Buharı ve T i r m i zî de rivayet etmişlerdir.
E n e s (Radıyallâhü anh)'in hadîsini B e z z â r da rivayet etmiştir. Diğer Kütüb-i Sitte'de rastlamadım. [145]

Hadislerin Fıkıh Yönü

Bu hadisler, cenaze namazını kılmamış olanların kabir üzerinde namaz kılmasının meşruluğuna delâlet ederler.
Tirmizî, İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh} 'in hadîsini zikrettikten sonra : İbn-i Abbâs (Radjyallâhü anh) 'in ha¬dîsini hasen - sahihtir. Sahâbilerin ve diğerlerinin âlimlerinin ekse¬risine göre kabir üzerinde cenaze namazı kılmak meşrudur. Şafiî, Ahmed ve İshak'ın kavli budur. İlim ehlinin bâzısı: Kabir üzerinde namaz kılınmaz, demiştir. M â 1 i k' in kavli budur. İbnü'1-Mü bâ rek : Ölü, üzerinde namaz kılınmadan defne-dilmişse kabir üzerinde kılınır, demiştir. Ahmed ve İshak'a göre definden sonra bir aya kadar kabir üzerinde kılınabilir. Delille¬ri, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Ümmü S a'd bin Ubâde (Radıyallâhü anh)'nin kabri üzerinde ölümünden bir ay sonra namaz kıldığına dâir İbnü'I-Müseyyeb (Ra-dıyallâhü anh)'den işittikleri hadîstir.
El-Menhel yazarı da âlimlerin görüşleri hakkında özetle şöyle der:
1 - Hanefî ler'e göre namazı kılınmadan defnedilen ölü¬nün henüz bozulmadığı kuvvetle sanılıyorsa kabir üzerinde cenaze namazı kılınır, aksi takdirde kılınamaz. Ebû Yûsuf: Defin¬den İtibaren üç güne kadar kılınabilir, demiştir. Definden önce na¬mazı kılınmış olan cenazenin kabri üzerinde namaz kılınamaz. An¬cak ölünün velîsi cenaze namazını kıldırmak durumunda iken başka¬sı haksız yere cenaze namazını kıldırsa ve Ölünün velîsi ona tâbi ol¬mazsa, bilâhere kabir üzerinde kılınabilir.
2 - Mâlikîler'e göre namazı kılınmadan defnedilen ce¬sedin bozulması korkusu yoksa kabirden çıkarılarak namazı kılınır. Bu korku varsa cesed tamamen çürümedikçe kabri üzerinde namaz kılmak vâcibtir. Definden önce namazı kılınmış olanın kabri üzerin¬de namaz kılmak ise, mekruhtur.Nehaî : Kabir üzerinde hiç bir surette namaz kılınamaz, demiştir. M â li k' ten bir rivayet de böyledir.
3 - İbn-i Şîrîn ve Şâfiîler'e göre definden önce namazı kılınmamış olanın kabri üzerinde namaz kılınır. Âlimler, de¬finden sonra ne zamana kadar namazın kılınabileceği hususunda ih¬tilâf etmişlerdir. Bir kavle göre bu süre bir aydır. Hanbe1î1er de bu görüştedirler. Diğer bir kavle göre ceset tamamen çürümedik¬çe kılınabilir. Başka bir kavle göre ilelebed kılınabilir. Çünkü namaz¬dan maksad, ölüye duadır. Dua her vakit caizdir.
El-Menhel yazarı, âlimlerin görüşlerini yukarıda zikrettiğimiz gi¬bi beyan ettikten sonra her grubun delillerini ve karşılıklı cevapları¬nı zikretmiştir. Bu arada el-Hedy'den naklen şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir cenaze üzerin de namaz kılmayı kaçırdığı zaman, kabir üzerinde namaz kıldığı sa¬bittir. Bir defasında definden bir gece sonra, başka bir defasında de¬finden üç gün sonra ve diğer bir ölü vukuatında definden bir ay son¬ra kabir üzerinde namaz kıldığı sabittir. Bu hususta belli bir süre tah¬dit etmemiştir.
Bu bâbtaki hadîsler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in tevâzuunun kemâline, ümmetine olan şefkatine; dünya ve âhireti ile ilgili maslahatlarına ve haklarına verdiği öneme; mescidlerin temiz¬lik işlerine ve bununla meşgul olanlara gösterdiği itinâya; iyi adam¬ların cenazelerinde bulunmak için yaptığı teşvike; ölüm haberini ver¬menin meşruluğuna ve definden önce cenaze üzerinde namaz kılma¬yı kaçıran kimsenin kabir üzerinde namaz kılmasının meşruluğuna delâlet ederler. [146]

33 - Necâşî (Radıyallâhü Anh) Üzerinde (Kılınan) Namaz Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1534) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiğine göre; Resûlüllah (SaUaUahü Aleyhi ve Sellem) :
«Şüphesiz Necâşî Öldü» buyurdu. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve ashabı Bakî'a çıktılar. Efendimiz bizi arkasın¬da saf dizdi ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önümüze geçerek (namaza durdu) dört tekbir aldı." [147]

İzahı

A h m e d ve Kütüb-i Sitte sahipleri bunu rivayet etmişlerdir. Ebû Davud'un rivayetinde:
'Necâşî (Radıyallâhü anh)'nin öldüğü gün Peygamber (Sallal¬lahü Aleyhi ve Sellem) Onun Ölümünü ashabına bildirdi.' ifâdesi vardır.
Necâşî (Radıyallâhü anh) Habeşistan kralının lâ¬kabıdır. Adı Ashama bin Ebhâr' dır. Necâşî keli¬mesinin mânâsı, hediye demektir. Bu zât; sâlih, zekî, akıllı, âdil ve bilgili idi.
İbn-i Cerîr ve bir cemâatin dediğine göre N e c â ş i (Radıyallâhü anh)'in ölümü hicretin 9. yılı R e c e b ayına rast¬lar. Bir kavle göre Mekke fethinden önce vefat etmiştir.
Buradaki rivayete göre Necâşî (Radıyallâhü anh)'in na¬mazı B a k i' de kıldırılrmştır. Ebû Davud'un rivayetine göre musallada kılınmıştır. Medîne' de iki musalla vardı. Ce¬nazelerin musallası B a k i ' de idi. Bayram namazları musallası Bathan ' da idi. Ona Bathan, Bak i'i de denilirdi. Bu gün Baki' adıyla meşhur olan Bakî'a Bakîü'1-Gar-kad da denilir. N e c â ş i' nin namazının B a t h a n ' da kıl¬dırılmış olması da muhtemeldir.
Hadîs; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, Necâşî (Radıyallâhü anh)'in cenaze namazını dört tekbirle kıldırdığına de¬lildir. Ve başka bir beldede ölen bir müslümanın gıyabî cenaze namazının kılınmasının câizliğine delâlet eder. Âlimlerin bu husustaki görüşlerini el-Menhel yazarı özetle şöyle anlatır:
1 - Hanef iler ile Mâlikiler : Gıyabî cenaze na¬mazının kılınması meşru değildir, demişlerdir. Bunlara göre cena¬zenin defnedildiği beldede namazı kılınmış olsun, olmasın; o belde namaz kılınmak istenen beldenin kıble yönünde olsun, olmasın far-ketmez. İbn-i Abdi'1-Berr, âlimlerin 'ekserisinin böyle hükmettiklerini söylemişlerdir. Bunlar bu hadîse şöyle cevap verir¬ler : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in, Necâşî (Ra¬dıyallâhü anh)'in namazını kıldırması Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsûs bir şeydir. Necâşî (Radıyallâhü anh)'in cenazesi Allah tarafından Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'in önüne getirilmiş veya aradaki mesafe kaldırılarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Necâşî (Radıyallâhü anh)'i gör¬müş ve ölüm haberini ashabına verdiği gibi, definden önce namazını kıldırmıştır. Nasıl ki M i' r a c olayını müteakip Mekke müş¬rikleri Mescidi Aksa' nın şeklini tarif etmeyi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e teklif edince Allah M e s c i d-i A k s â' yi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in göreceği şekle sokmuştur. Bu itibarla Necâşî (Radıyallâhü anh)'in na¬mazı, hazır olan cenazenin namazı gibidir. İmrân bin Hu¬şa y n (Radıyallâhü anh)'m (1535 nolu) hadîsi bunu te'yid eder.
Bu gruptaki âlimler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Necâşî (Radıyallâhü anh)'in namazını kıldırması ile ilgili baş¬ka cevaplar da vermişlerdir. El-Menhel'de bunlar izah edilmiştir.
2 - Şafiî Ahmed ve Selef in cumhuruna göre gıyabî cenaze namazını kılmak caizdir. Kişinin ölüp defnedildiği bel¬dede cenaze namazı kılınmış olsun, olmasın. Keza defnedildiği şehir, gıyabi namaz kılınacak şehrin kıble tarafında olsun, olmasın farketmez.
3 - İbn-i Hibbân: Cenazenin beldesi, namaz kılınacak şehrin kıble tarafında olduğu zaman gıyabi cenaze namazı kılına-bilir, aksi takdirde kılınmaz, demiştir.
Hattâbî: Necâşî (Radıyallâhü anh). Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem)'e inanan bir müslümandır. Fakat îmanını gizli tutuyordu. Kâfirler içerisinde öldüğünde cenaze namazını kıl¬dıracak kimse orada yoktu. Bu sebeple Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem), Onun namazını kıldırmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelIemKin Onun namazını kıldırmasının sebebi Allah bilir budur. Hâl böyle olunca bir müslüman öldüğünde cenaze namazı kı¬lındıktan sonra başka beldelerde bulunanlar Onun namazını kıldır¬mazlar. Ancak Onun namazının bir engel dolayısıyla kılınmadığı bi¬linirse, mesafe ne kadar uzun da olsa gıyabî namazını kılmak sünnet¬tir. Kılındığında kıbleye doğru durulur, demiştir. Takiyyü'd-Dîn de H a t t â b î gibi söylemiştir. El-Menhel yazarı, Onun da sözünü naklettikten sonra şöyle der: Bu söze itiraz edilir. Çünkü tarihçile¬rin zikrettiklerine göre Necâşi (Radıyallâhü anh), Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e altmış kişilik bir hey'et göndermiş; hey'etin içinde oğlu E z h â da vardı. Yola çıkan hey'et, Peygam¬ber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in yanına ulaşmadan denizde bo¬ğulmuşlardır. N e c â ş î (Radıyallâhü anh) altmış kişilik bir hey'et gönderir durumda iken öldüğü zaman yanında hiçbir müslümanın kalmamış olması, cidden akıldan uzaktır. Ölen kişinin bulunduğu bel¬dede namazı kılınmadığı bilindiği zaman başka beldedekiler onun gıyabî namazını kılarlar, diyerek hadîsin hükmünü mesnedsiz ola¬rak hususîleştirmek doğru bir hareket değildir. H a t t â b î ve Takiyyü'd-Dîn bu duruma düşmüşlerdir. [148]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 - ölüm haberini vermek meşrudur. Ancak haber verilişinin teçhiz, namaz, duâ, defin ve vasiyetleri yerine getirmek için olması gerekir. Ölüm ilanıyla ilgili geniş ma'lumat 1476 nolu hadîs bahsin¬de verilmiştir. Hangi ilânın haram, hangisinin caiz olduğunu öğren¬mek için oraya müracaat edilmesi tavsiye olunur.
2 - Gıyabî cenaze namazını kılmak meşrudur. Bu hususta âlim¬lerin görüşleri yukarıda anlatıldı.
3 - Cenaze namazını mescidin dışında kılmak efdaldir.
4 - Cenaze namazını dört tekbirle kılmak meşrudur. Bu husus¬taki geniş bilgi 1502 -1504 nolu hadîsler bahsinde geçmiştir.
Necâşî (R.A.) Hakkında Bir Kaç Söz
îsmi Ashama bin Ebhâr olan Necâşî, tabiilerin ileri gelenlerindendir. Efendi¬mizi görmeden müslüman olmuştur. Mekke'deki müslümanlar Habeşistan'a onun yanma iki defa hicret etmişlerdir. Habeşistan kralı olan Necâşî, henüz müslüman-hğı kabul etmemiş olmasına rağmen muhacir müslümanlara karşı çok iyi davran¬mış ve himaye etmiştir. Peygamber (S.A.V.) Amr bin Ümeyye (R.A.)'i iki mek¬tupla ona göndermiştir. Birinci mektupta onu İslama davet etmiş, ikinci mektupla Ümmü Habibe (R.A,) ile evlenmek istediğini bildirerek Necâşî (R.A.)'in yar¬dımcı olmasını teklif etmiştir. Necâşi (R.A.), Peygamber (S.A.V.)'in mektubunu alınca başına koyarak müslüman olmuş ve Peygamber (S.A.V.) Ümmü Habibe (R.A.) ile evlendirmiştir. Amr bin el-Âs (R.A.). Peygamber (S.A.V.)'i görmeden önce Necâşî (R.A.) aracılığıyla müslüman olmuştur. Bir bilmece mâhiyetinde : Ha¬dîsi çok olan bir sahâbî, bir tâbiîn'in eli üzerinde müslüman olmuş diye sorulur.
Tuhfe yazarının dediğine göre İran kralına Kisrâ, Roma kralına Kaysar de¬nildiği gibi Habeşistan kralına da Necâşî denilir.
Necâşi (R.A.), yukarıda da işaret edildiği gibi hicretin 9. yılı Receb ayında vefat etmiş ve Peygamber (S.A.V.) Medine'de aynı anda bir mucize mâhiyetinde ölümünü sahâbilere duyurmuş ve gıyabi cenaze namazını kıldırmıştır. (Tuhfe : Cild 2. Sah. 149)

1535) İmrân bin el-Husayn (Radtyallâhü ank)'den rivayet edildiği¬ne göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu demiştir:
«Şüphesiz kardeşiniz Necâşî öldü. Üzerinde namaz kılınız.» İm¬rân (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Efendimiz namaza kalktı. Biz de Onun arkasında namaz kıldık. Ben ikinci safta idim. İki saf hâlinde Onun namazını kıldırdı."

1536) Mücemmi' bin Câriye el-Ensârî [149] (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre: ResûluHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur¬du, demiştir :
«Şüphesiz kardeşiniz Necâşî öldü. Kalkın üzerinde namaz kılınız.» Efendimiz arkasına bizi iki saf hâlinde dizdi.İsnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid'de bildirilmiştir.

1537) Huzeyfe bin Esîd [150] (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiği ne göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sahâbîleri (dışarı) çıkararak :
«Yerinizden başka bir yerde ölen bir kardeşinizin üzerinde na¬maz kılınız.» buyurdu. Sahâbîler: Kim O? diye sordular. Efendimiz: «Necâşî!» buyurdu."

1538) İbn-i Ömer (Radtyallâhü anhümâ)'âan; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Necâşî (Radıyallâhü anh) üzerinde (gıyabî) cenaze namazı kıldı da (namazda) dört tek¬bir aldı.İsnadının sahih ve ricalinin sika oldukları Zevâid'de bildirilmiştir. [151]

İzahı

Imrân (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Tirmizi, Nesâî, İbn-i Hibbân ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
M ü c e m m i' (Radıyallâhü anh) ve İbn-i Ömer (Ra¬dıyallâhü anhümâ)'mn hadîsi Zevâid türündendir.
Huzeyfe bin Esid (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinin baş-' ka kimler tarafından rivayet edildiğini bilmediğini söyliyen Tuhfe yazarı: Buna bakılsın, demiştir. Ben de bakmama rağmen başka ki¬min tarafından rivayet edildiğini bulamadım.
Bu hadisler de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in N e -c â ş i (Radıyallâhü anh)'nin gıyabî namazını kıldırdığına delâlet ediyorlar. Cenaze namazında dört tekbir alındığı ve cemâatin iki saf hâlinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in arkasında namaza durdukları anlaşılıyor. [152]

34 - Cenaze Namazını Kılanın Ve Defnini (N Sonuna Kadar) Beküyenin Sevabı Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1539) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kim bir cenaze namazını kılarsa Ona bir kırat (sevap) vardır. Kim cenazenin defin işi bitinceye kadar beklerse Ona iki kırat (se¬vap) vardır.» Sahâbîler: İki kırat nedir? diye sordular. Buyurdu ki:
•İki dağ mislidir.»"

1540) Sevbân (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resû-lullah (Saİlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Bir cenaze üzerinde namaz kılana bir kırat (sevap) vardır ve cenazenin defninde (de) bulunana iki kırat (sevap) vardır.»
Sevbân (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Peygamber (Saİlallahü Aleyhi ve Sellem) e kıratın ne olduğu soruldu. Buyurdu ki:«Uhud (dağı) mislidir.»"

1541) Übey bip Ka'b (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; ResûluJIah (Sallallakü Aleyhi ve Sellem) ş'öyle buyurdu, demiştir:
«Bir cenaze üzerinde namaz kılana bir kırat (sevap) vardır. De¬fin işi bitinceye kadar cenazede hazır bulunana iki kırat (sevap) var¬dır. Muhammed'in nefsi kudret elinde olan (Allah) a yemin ederim ki kırat, şu Uhud dağından büyüktür.Bunun senedindeki râvi Haccâc bin Ertât'm tedlisçiliği nedeniyle se¬nedin zayıflığı Zevâid'de bildirilmiştir. [153]

İzahı

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini A h m e d ve Kütüb-i Sıtte sahipleri rivayet etmişlerdir.
Sevbân (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Müslim de ri¬vayet etmiştir.
Ü b e y y (Radıyallâhü anh)'in hadîsi Zevâid türündendir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'in hadisi Ebû Da¬vud'un söneninde meâleh şöyledir.
«Kim bir cenazenin beraberinde giderek üzerinde namaz kılarsa Ona bir kırat (sevap) vardır. Cenaze defninin sonuna kadar kim cenazede hazır bulunursa, ona iki kırat (sevap) vardır. Kıratlarm sn küçüğü Uhud mislidir. Veya birisi Uhud mislidir.»
Ebû Davud'un rivayetinde hadîsin baş kısmında;«Kim bir cenazenin beraberinde giderse...» ifâdesi vardır.
B u h â r i' nin bir rivayetinde bu kısım : «Kim bir cenazeyi teşyi ederse» şeklindedir. Diğer bir rivayetinde : «Kim bir cenazede hazır bulunursa...»
Müellifin rivayetinin zahirine göre cenazeyi takip etmeyip yal¬nız namazında bulunana bir kırat sevap vardır. B u h â r î ve Ebû Davud'un yukarıda anılan rivayetlerinin zahirine göre bir kırat sevap, cenazeyle bir miktar giden ve namazını kılan için hâsıl olur. İster cenazeyi evden itibaren takip etsin, ister başka bir semtte takip etsin, farketmez.
E 1-Hâf ı z, Buhârî' deki bu hadîs şerhinde : 'Bu riva¬yette adamın cenazeyi nereden itibaren takip edeceği beyan edilme¬miştir. Fakat Buhârî' deki Ebû Saîd-i Makburi (Radıyallâhü anh)'nin rivayetinde, Müslim' deki H a b b â b (Radıyallâhü anh) 'm rivayetinde ve Ahmed'in Ebû Saîd-i H u d r î (Radıyallâhü anh)'den olan rivayetinde:
«Cenazeyi evden itibaren takip edenler» kaydı vardır. Bu kay¬da göre cenaze, bulunduğu evden alınırken, oradan itibaren cena¬zeyle gidip, namazı kılınıncaya kadar ayrılmayana bir kırat hâsıl olur. Bence cenazeyi takip etmeyip sadece namazında bulunana kı¬rat sevabı vardır. Çünkü namazdan önceki teşyi' namaza vesile olur. Ama yalnız namazda bulunanın kıratı, evden itibaren veya başka yerden cenazeyi takip edip namazında bulunanın kıratından küçük olur,' demiştir.
Hadisin: «... defin işi bitinceye kadar bekliyene iki kırat vardır»' cümlesinin zahirine göre bu iki kırat, namaz kılmak için verilen kı¬rattan başkadır. Yâni cenazeyi defin sonuna kadar ta'kip eden kimse, iki kırat almış olur. Cenaze namazını da kılmışsa bunun için ayrı birj kırat alır. Toplam üç kırat almış olur.
El-Menhel yazarının bildirdiğine göre mütekaddimînin bâzı âlim¬leri, hadîsi böyle yorumlamışlardır. İbnü't-Tîn de bu yoru¬mu Ka di Ebü'l-Velîd' den nakletmiş tir. Lâkin B u h â -rî ve Müslim'in İbn-i Şîrîn aracılığıyla E b û H ü -r e y r e (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettikleri bir hadîse göre Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Kim inanarak ve karşılığım Allah'tan bekliyerek bir müslüma-nın cenazesini takip edip, cenaze namazı kılınarak defni bitinceye kadar cenazeye refakat ederse, her biri Uhud dağı misli olan iki kırat (sevabı) ile döner. Kim cenaze namazını kıldıktan sonra definden önce denerse bir kırat (sevabı) ile döner.»
Bu hadis, namaz ve definden dolayı yalnız iki kıratın hâsıl oldu¬ğunu açıkça bildiriyor. Bu duruma göre hadîsin mezkûr cümlesinde verileceği haber verilen iki kıratın birisi, namaz kıratıdır.
Yine bu cümlenin zahirine göre defin kıratı verilmesi, defnin bi¬timine kadar beklemeye bağlıdır.
Hadîste mezkûr ecrin hâsıl olması için cenazeye gidenin maksa¬dının Allah rızası olması şarttır. Riya veya karşılık olsun diye cena¬zeye gidene bu ecir yoktur.
Kırat: Bu kelimenin aslı "Kırrâftır. Çünkü çoğulu "Karârîftir. Kırat; yarım "dânık"tır. Dânık ise; dirhemin altıda biridir. Şu halde bir dirhem, altı dânıktir ve oniki kırata tekabül eder. Burada kırat kelimesi pay mânâsına kullanılmıştır. Halk arasında bilinen kırat, kıymetsiz bir ağırlık Ölçüsü olduğu için Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem) kastedilen mânânın büyük ecir olduğunu belirtmek için, büyük dağ kadar olduğunu ifâde etmiştir. Aslında sevab, manevîdir. Maddiyatla anlaşılmaz. Yahut Allah Teâlâ, verdiği sevabı, Uhud dağına, benziyen bir şekle sokar. Ve âhirette hayratın terazisine koy¬durur. [154]

Hadisin Fıkıh Yönü

1 - Müslümamn cenazesinin şanı yücedir. Bunun hizmeti ile meşgul olana veya cenazeye iştirak edene bol sevab verilir.
2 - Cenazeye iştirak etmeye, namazında bulunmaya ve defni¬nin sonuna kadar ayrılmamaya teşvik vardır. [155]

35 - Cenaze İçin Ayağa Kalkmak Hakkında Gelen Hadisler Babı

1542) Âmir bin Rabîa (Radıyallâhü anh)iden rivayet edildiğine gö¬re; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Cenazeyi gördüğünüz zaman, cenaze geçip sizi arkasında bira-kıncaya kadar veya (yere) indirilinceye kadar ayağa kalkınız. (Aya*k-ta durunuz.) [156]

İzahı

Kütüb-i Sitte sahipleri ve Beyhakî bunu rivayet etmişler¬dir. T i r m i z i, hadîsin hasen - sahih olduğunu söylemiştir. EI-Menhel yazarı, hadîsi şöyle açıklar:
Yâni; cenazeyi bulunduğunuz yerden geçerken gördüğünüz za¬man cenaze için ayağa kalkınız ve uzaklaşıp sizi arkasında bırakın-caya kadar veya sizi arkasında bırakmadan önce omuzlardan yere indirilinceye kadar, ayakta bekleyiniz.
Cenazenin geçmesi ve sizi arkasında bırakması ifâdeleri meca¬zîdir. Gaye cenazeyi taşıyanlardır.
Hadîs, otururken yakınından cenaze geçirilen adamın ayağa kalk¬masının meşruluğuna delâlet ediyor. Ayağa kalkış; ölüye saygı için değil, ölüm olayının dehşetli ve korkunç oluşu içindir.
Cenaze geçirilirken ayağa .kalkmanın meşruluğuna hükmeden âlimlerin başında îbn-i Ömer, İbn-i Meş'ud, Ebû Musa el-Eş'âri, Ebû Mes'ud el-Bedrî, Kays bin Sa'd, Seni bin Huneyf, Misver bin Mahreme, Hasan bin Ali. K a t â d e , İbn-i Şîrîn, Nehaî, Şa'bi, Salim bin Abdillah ve Mâli¬ki 1 er' den İbn-i Habîb ile İbnü'l-Mâcişûn (Ra-dıyallâhü anhüm'dür.
>»'. Hadisin «Veya indirilinceye kadar...» cümlesi ile,
omuzlardan yere indirilmesinin mi, mezara indirilmesi mi kastedil¬diği hususuna gelince; Ebû Davud'un zikrettiği senedlerden S e v r i' nin Süheyl aracılığıyla Ebû Hüreyre (Radı-
yallâhü anhî'den ettiği rivayette: «Yere indirilinceye kadar...» buyurmustur.Ebû Muâviye' nin Sühey1 aracılığıyla Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'de
ettiği rivayette : = «Kabre indirilinceye kadar...» buyurulmuştur.
Ebû Dâvûd; Süfyân-ı Sevri' nin, hıfzetmek yö¬nünden Ebû Muâviye' den kuvvetli olduğunu belirtmiştir.
El-Hâfız: Buhâri, yere indirmenin kastedildiği mâ¬nâsını tercih etmiştir, demiştir. Gerekçe de S ü h e y 1' in şeyhi Ebû S â 1 i h' in tatbikatıdır. Çünkü B e y h a k i' nin rivaye¬tinde Süheyl demiştir ki: Ben, Ebû Salih'i cenaze omuzlardan indirilinceye kadar oturmaz olarak gördüm.

1543) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'detı; Şöyle demiştir: Peygamber CSallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanından bir cena¬ze geçirildi. Kendisi ayağa kalktı ve (bize) :
«Ayağa kalkınız. Çünkü şüphesiz ölüm için korku ve dehşet var¬dır.» buyurdu.Bunun isnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid'de bildirilimistir. [157]

İzahı

Bu hadis Zevâid türündendir. Bu hadis de cenaze geçerken aya¬ğa kalkmanın meşruluğuna ve ayağa kalkmanın ölüye ta'zim için ol¬mayıp, ölümün dehşet ve korkunçluğunu ta'zim için olduğuna delâ¬let eder. Durum böyle olunca, cenaze kime âit olursa olsun ayağa kalkılmalıdır.

1544) Alî bin Ebî Tâlib (Radıyallûkü anhyûen; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir cenazenin geçmesi dolayısıyla ayağa kalktı, biz de kalktık. Nihayet ayağa kalkmayı ter-kedip oturdu. Artık biz de ayağa kalkmayı terkedip oturduk." [158]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Cenazeler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Cenazeler Bölümü   Cenazeler Bölümü Icon_minitimeC.tesi Şub. 06, 2010 7:26 pm

İzahı

Buhârî müstesna diğer Kütüb-i Sitte sahipleri, A h m e d, İbn-i Ebî Şeybe ve Beyhaki de bunu rivayet etmiş¬lerdir.
Âlimlerin çoğu, bu hadîsi terceme ettiğim şekilde açıklamıştır. Yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk zamanlarda cena¬ze için ayağa kalkardı. Sahâbîler de ona uyarak kalkarlardı. Bilâ-here cenazelerin geçişinde ayağa kalkmayı terketti. Sahâbîler de ter-kettiler. Hadîs böyle yorumlanınca, cenaze için ayağa kalkmanın mensuh olduğuna hükmeden âlimler için delîl olur. Ancak hadîsin bu şekilden başka bir tarzda mânâlandırılması mümkündür. Hadîsin zahirine göre mânâsı şöyledir:
"Resûlulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir cenaze için ayağa kalktı. Biz de ayağa kalktık. Nihayet O oturdu. Biz de oturduk." Bun¬dan maksad; 'Cenaze geçince O oturdu, biz de oturduk' olabilir. Böy¬le bir ihtimâl bulunduğu için, hadîs kalkmanın neshine kesin bir de¬lil değildir. Lâkin Tahavî nin A 1 i (Radıyallâhü anh)'den olan rivayeti kesindir.
El-Menhel'de zikredilen o hadîs meâlen şöyledir : "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Ssllem) cenaze ile beraber iken ayağa kalkardı. Cenaze indirilinceye kadar ayakta dururdu. Cemâatda Onunla beraber ayağa kalkardı. Bundan sonra efendimiz oturdu. Ve cemaata oturmayı emretti."
Şafii: Bu bâbta en sahih hadîs budur. Ve bu hadîs, ilk ha¬dîsi (1542 nolu) neshedicidir. A 1 î (Radiyallâhü anh)'in maksadı şudur.- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cenazeyi gördüğü zaman kalkardı, sonra kalkmayı terkettı. Artık cenazeyi gördüğü za¬man kalkmazdı, demiştir.
Cenaze için ayağa kalkmanın mensuh olduğuna hükmeden âlim¬lerin başında; Ebû Hanîfe, Mâlik ve Şafiî gelir. Bunların delilleri, A 1 i (Radıyallâhü anh)'in mezkûr hadîsi ile Ubâde bin es-Sâmit (Radıyallâhü anh) 'in T i r m i z i, T a h a v i, Müellifimiz, Ebû Dâvûd ve başkaları tarafın¬dan rivayet edilen ve Yahûdiler'e muhalefet etmek üzere cenaze için ayağa kalkmamayı ve oturmayı emreden hadisidir.
El-Menhel yazarı ayağa kalkmanın meşruluğuna taraftar çıkmış ve Nevevî' nin de kalkmanın mensuh olmaması şıkkını tercih ettiğini söylemiştir.
îbn-i Abdi'1-Berr ve İbn-i Hazm de aynı gö¬rüştedirler. Bunlara göre A 1 i (Radıyallâhü anh)'in hadîsinde bil¬dirilen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kalkmayışının sebebi, kalkmanın mendubluğunu ve oturmanın câizliğini beyan et¬mektir.
İbn-i Abbâs {Radıyallâhü anh), Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) ve İbnü'l-Müseyyeb de kalkmayanlar¬dandırlar. Ahmed bin Hanbel'e göre kişi dilerse kal¬kar, dilerse kalkmaz. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) önce kalkmış, sonra oturmuştur.

1545) Ubâde bin es-Sâmit (Radtyailâhü anh)'der\ Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir cenaze ile gittiği za¬man; cenaze kabre indirilinceye kadar oturmazdı. Sonra bir Yahudi âlimi Ona uğrayıp:
Yâ Muhammedi Biz böyle yaparız, dedi. Bundan sonra Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) oturdu ve (bize) :
«Yahudilere muhalefet ediniz. (Oturunuz.)» buyurdu.Sindî :Bunun senedinin zayıf olduğu söylenmiş, demiştir. [159]

İzahı

Ebû Dâvûd, Tirmizi Tahavî, Bezzâr ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir.
Ebû. Dâvûd'un rivayetinde Peygamberimize âit metin; «Oturunuz, onlara muhalefet ediniz.» şeklindedir.
Bu hadîse göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} bir ce¬nazeyi teşyi' ettiği zaman cenaze kabre indirilinceye kadar oturmaz¬dı. Sonra onunla görüşen bir Yahûdî âlimi: Biz cenazeyi teşyi' et¬tiğimiz zaman, cenaze kabre indirilinceye kadar oturmayız. Aynen sizin gibi yaparız, demiş. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem) artık oturmaya başlamış ve sahâbîlere oturmalarını, Yahudilere muhalefet etmelerini emretmiştir.
Hadîs, cenaze kabre indirilinceye kadar ayakta durmanın neshe-dildiğine hükmeden âlimler için bir delildir. Lâkin senedinin zayıf olduğu söylenmiştir. Çünkü râvi Abdullah bin Süley¬man ile babası Süleyman'in aleyhlerinde konuşulmuştur. [160]

Cenaze Mezarlığa Götürülünce Cemâat Ne Zaman Oturur ?

El-Menhel yazarı bu hususta şöyle der :
1 - İbn-i Ömer, Ebû Hüreyre, İbn-i Zübeyr, Ebû Said-i Hudrî, Ebû Musa el-Eş'âri, Ev-zâi, Ebû Hanîfe, arkadaşları, Ahmed ve İ. shak (Radıyallâhü anhümJ'e göre cenaze mezarlığa götürülünce omuz¬lardan indirilmedikçe veya kabre indirilmedikçe cemâat oturamaz.
2 - Urve bin Zübeyr, Saİd bin el-Müsey-yeb, el-Esved, Mâlik ve Şafiî' nin dâhil olduğu bir cemaata göre cenazeyi teşyi' edenler, cenazenin omuzlardan in dirilmesinden önce oturmak caizdir. [161]

36 - Mezarlığa Girildiği Zaman Ne Söyleneceği Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1546) Aişe (Radtyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir:
Ben bir defa Onu —yâni Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'i evde bulamadım da (aradım.) Baktım ki Bakî' mezarlığın-dadır. Şöyle buyurdu:
= «Selâm sizlere ey mü'mîn bir kavmin kabristan (halk)ı! Siz bizim için faratlarsınız [162] ve biz muhakkak size iltihak edicileriz. Allah'ım! Bizi onların sevabından mahrum etme. Ve bizi onlardan sonra hak yoldan saptırma.»

1547) Büreyde (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Rcsûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sahâbilerine, kabristana çıkacakları zaman (ne söyleyeceklerini) öğretirdi. (Onlardan mezar¬lığa gideni) şöyle derdi:
= «Selâm sizlere ey bu diyarın mü'min ve müslüman halkı! Biz de inşâallah sizlere iltihak edicileriz. Allah'tan kendimize ve sizlere afiyet dileriz.»" [163]

İzahı

Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisinin benzerini, Müslim daha uzun metin hâlinde rivayet etmiştir. Fakat buradaki;duasına., oradaki rivayette rasthya-madım.
Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin Müslim' deki rivayetinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Bakî' kabristanına vardığında Bakî' deki ölülere hitabı şöyledir :
Yine Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin M ü s 1 i m' deki bir rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona kab-ristandakilere şöyle hitab etmesini öğretmiştir :
B ü r e y d e (Radıyallâhü anh)'in hadisini de Müslim rivayet etmiştir.
Dâr kelimesinin asıl mânâsı evdir, "Diyâr"da onun çoğuludur. Hattâbî : Mezarlığa Dâr denilebileceği, hadîsten anlaşılıyor. Doğ¬rusu da budur. Çünkü Dâr, Arap dilinde meskene denildiği gibi; hara¬belere de Dâr denilir, demiştir.
El-Menhel yazan da : Kabirlere Dâr denilmiş. Çünkü kabirler, dirilerin meskenlerine benzer. Diriler, meskenlerde toplandıkları gibi, ölüler de kabirlerde toplanır, demiştir.
Hadîsler: Dirilere olduğu gibi ölülere de selâm vermenin meş¬ruluğuna delâlet ederler.
Hadîslerde «İnşâallah biz de sizlere iltihak edicileriz» buyurul-muştur. Ölülere iltihak etmek kesindir. Burada teberrüken veya sözü süslemek için inşâallah sözü kullanılmıştır. Şöyle bir ihtimal de var: îmanla ölmek kesin olmadığı için inşâallah denilmiştir. Veyahut Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabristana gittiği zaman be¬raberinde ihlâslı mü'minler bulunduğu gibi muhtemelen münafıklar da vardı. Münafıkların durumuna işaret olmak üzere : «İnşâallah» buyurulmuştur.
Hadîsler; kabir ziyaretine gidildiğinde bu kelimeleri söylemenin meşruluğuna delâlet ediyorlar. Hadîs kitaplarında söylenmesi meşru kılınan başka kelimeler de vardır.
El-Menhel yazarı, meşru kabir ziyaretinin âdabını Nevevî'-den naklen özetle şöyle ifâde eder:
"Kabir ziyaretçisi; alçak gönüllü, Allah'ın azametini düşünücü, kendisinden önce ölenlerden ibret alıcı olarak ve Allah rızası için mezarlığa gitmelidir. Kabrin yanma vardığı zaman sırtını kıbleye ve¬rip yüzünü kabre döndürerek selâm verir.-Ve duâ eder. Hadîslerde vârid olan selâm ve duâ şeklini tercih etmelidir. Peygamber (Sallal¬lahü Aleyhi ve Sellem) Bak î' a gittiği zaman ayakta durduğu gibi ziyaretçi ayakta durmalıdır. Ancak bir özür varsa oturmakta beis yoktur. Kabrin çevresinde tavaf yapmak, kabir sahibinden dilek¬te bulunmak sakıncalıdır." (Yâni ziyaretçi: Ey kabir sahibi! Bana evlâd ver, beni şu kazadan koru v.b. sözlerden sakınmalıdır. Çünkü veren koruyan ancak Allah'tır. Bile bile böyle söylemek küfürdür. Fa¬kat : Ey kabir sahibi! Allah katında bana şefaatçi ol. Veya: Ey Al¬lah'ım! Şu sevgili kulun hatırı için beni bağışla. Şu dileğimi kabul eyle, diye duâ etmekte sakınca yoktur.) Kabrin başında Kur'an okumaya gelince :
1 - Ebû Hanîfe, bu konuda sahih bir hadîs bulunma¬dığı gerekçesiyle mekruh görmüşse de Hanefî mezhebinin ter¬cih edilen kavline göre Kur'an okumak müstehabtır. Çünkü bu konu¬da eserler vardır. Ziyaretçi, bilhassa Yasin sûresini okumalıdır.Hanefî1er' in Dürrül-Muhtât" adlı fıkıh kitabında : Kabir ziya¬retinde Yâsîn sûresi okunur, denilmiştir.1bn-i Âbidînde bu sözle ilgili olarak : Çünkü «Kabristana girip Yâsîn sûresini oku¬yan olursa Allah o gün için azabtaki ölülerin azabını hafifletir ve okuyucu için Ölü sayısınca hasenat olur.» mealinde hadîs vârid olmuş¬tur, der.
Eİ-Lübâb şerhinde : Ziyaretçi Fatiha, Bakara* nın ilk sahif esini Ây e tü'l-K ü r s î'yi, Âmene'r-Resûlü, Yâsîn, Mülk, Tekâsür sûrelerini ve oniki, onbir, yedi veya üç defa İ h 1 a s sûresini okur; Sonra : Allah'ım! Şu okudu¬ğumun sevabını falana veya şunlara ulaştır diye duâ eder, denil¬miştir.
2 - Şâfiîler'e göre ziyaretçinin Kur'an okuması müste¬habtır.N e v e v i el-Mecmû'da : Ziyaretçinin kabristana selâm ver¬mesi, ziyaret ettiği Ölüye ve bütün kabristandakilere duâ etmesi, Kur'an okuması ve sonra ölülere duâ etmesi müstehabtır. Şafiî'-nin bu hususta nassı vardır. Arkadaşları da mütiefiken te'yid etmiş¬lerdir.
3 - Hanbelîler'e göre Kuran okunmalıdır. El-Muğnî de : A h m e d ' den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir : Kabristana gir¬diğin zaman üç defa Âyetü'l-Kürsî ve İhlâs sûresini oku. Sonra de ki: Allah'ım! Bunun sevabı şu kabristan ehlinedir.
Ölülere duâ, istiğfar, sadaka ve Hac gibi hayratın sevabının ba¬ğışlanmasında bir ihtilâf bilemiyoruz. A h m e d; Ölüye hayrın her çeşidi ulaşıl. Çünkü bu hususta vârid olan nasslar vardır', de¬miştir.
4 - Mâlikiler'e göre kabir üzerinde Kur'an okumak mek¬ruhtur. Çünkü Selefin böyle bir tatbikatı yoktur. Selefin yaptığı şey, sadaka ve duadır. M â 1 i k i 1 e r ' in bâzılarına göre Kur'an okuyup sevabını Ölüye bağışlamakta beis yoktur. İnşâallah Ölüye se-vâb hâsıl olur. [164]

37 - Mezarlıkta Oturmak Hakkında Gelen Hadisler Babı

1548) Berâ bin Âzib (Radtyailâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde bir cenazeye çıktık. Efendimiz mezarlıkta kıbleye doğru oturdu."

1549) Berâ' bin Âzib (Radtyailâhü anh)'âen; Şöyle demiştir: Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde bir cenazeye çıktık da kabrin yanma vardık. Efendimiz oturdu. Biz de sanki başlarımızın üstünde kuşlar konmuş gibi oturduk." [165]

İzahı

Berâ" (Radıyallâhü anh)'ın hadîsini Ebû Dâvûd ve N e s a i de rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd'un rivayetinde Berâ' (Radıyallâhü anh) meâlen şöyle demiştir: "Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in beraberinde Ensâr'dan bir adamın cenazesine çıktık da kabrin yanma vardık. Henüz kabrin kazılması tamamlanmamıştı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kıbleye doğru oturdu. Biz de Onunla beraber oturduk."
N e s a î' nin rivayetinde ise hadîsin son kısmı şöyledir :
"Biz de başlarımızın üstüne kuş¬lar konmuş gibi Onun etrafında oturduk."
Başlarımızın üstünde kuşlar varmış gibi oturmak sahâbilerin efendimizin huzurunda çok edebli, sakin ve mütevazı bir tarzda otur¬malarından kinayedir Bilindiği gibi kuş, hareketsiz olan şeylerin üze¬rine konar. Konduğu yerde hareket oldu mu kuş durmaz.
Si n d î' nin beyânına göre sahâbîler, efendimizin durum ve zamanlarına çok riâyet ederlerdi. Bazen Onun huzurunda konuşur¬lar, hattâ gülümserlerdi. Bazen de çok sakin ve sessiz otururlardı.
Hadîs, ölünün defninden önce kabrin yanında oturmanın meşru¬luğuna ve otururken kıbleye doğru oturmanın müstehablığına delâlet ediyor. Ayrıca sahâbîlerin edeb timsali olarak Peygamber (Sallalla¬hü Aleyhi ve Sellem)'e karşı davranışlarını yansıtıyor.
Büyüklerin huzurunda edebli, mütevâzi ve sakin oturmanın müs-tehablığı hükmü de çıkarılıyor. [166]

38 - Ölüyü Kabre Sokmak Hakkında Gelen Hadisler Babı

1550) Abdullah bin Ömer (Radıyallâhü anhümâydan: Şöyle de¬miştir :
Ölü kabre dâhil edildiği zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : buyururdu. Râvi Ebû HâHd bir defa
demiştir ki: İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) şöyle demiştir: Ölü, kabrine indirildiği zaman efendimiz: buyurdu. Hâvi Hişâm, kendi hadîsinde:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in şu kelimeleri buyur¬duğunu söylemiştir . [167]

İzahı

İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'in bu hadîsini müellif Hişâm bin Ammâr ile Abdullah bin Sâid' den iki ayrı senedle rivayet etmiştir. Abdullah bin Sâid'in şeyhi Ebû Halid, İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) 'mn hadîsini iki ayrı metin hâlinde rivayet etmiştir. Birinci metin meâlen şöyledir:
"Ölü kabre konulduğu zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem : buyurdu." Buyrulan bu cümle¬lerin mânâsı özetle şöyledir:
*Ey ölü! Seni Allah'ın adıyla indirdik. Ve Resûlullah'ın yol ve dîni üzerinde seni teslim ettik.»
Ebû Hâ1id ' in bir defa yaptığı rivayet meâlen şöyledir: "Ölü kabre konulduğu zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem: buyurdu." Buyrulan bu cümle- yukarıdaki cümlenin meali gibidir. Bu cümledeki «Sünnet»ten mak-sad, şeriat ve yoldur.
Müellifin Hişâm' dan rivayet ettiği sened ile zikredilen Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in buyruğu şöyledir:
Meali şöyledir: «Seni Allah'ın adıyla indirdik; Allah'ın yolunda ve Resûlullah'ın dini üzerin¬de seni teslim ettik.»
Bu hadîsi Ahmed, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de rivayet etmişlerdir.
Hadîs, ölünün kabre indirileceği zaman bu zikri okumanın müs-tehablığma delâlet eder. Tâ ki Allah'ın adı ve Resulünün sünneti; fitne ve korkulardan koruyucu kale gibi ölüyü korusun.

1551) Ebû Râfi' (RadtyaHâhü anh)'den; Şöyle demiştir;
(Ölen Sa'd (Radıyallâhü anhl'ın cesedi kabre indirileceği zaman) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Sa'd (Radıyallâhü anh)'ın cesedini yavaşça ve tedricen na'şın üzerinden çekip çıkardı. (Ve kab¬re indirdi) Kabrinin üstüne de su serpti.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki râvi Mendel bin Ali zayıftır. Muhammed bin Ubeydullah'ın zayıflığı husûşjunda İttifak vardır.

1552) Ebû Saîd (Radryallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (kabre indirileceği za¬man kabrin) kıble tarafından alınarak karşılandı ve na'şın üzerin¬den yavaşça çekip çıkarıldı.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun İsnadında bulunan Atiyye el-Avfî'yi imam Ahmed zayıf saymıştır. [168]

İzahı

Bu iki hadis de Zevâid türündendir. İlk hadiste geçen "Selle" fii¬linin masdarı olan "Sell"in mânâsı, yavaş yavaş ve tedricen bir şeyi çekip çıkarmaktır. Cenaze hakkında kullanıldığı zaman âlimler şöy¬le ta'rif etmişlerdir: Na'ş mezarlığa götürüldüğünde kabrin ayak ucu¬na ve kabrin hizasına konulur. Sonra cesed na'şın üstünden yavaşça çekilip çıkarılır ve önce baş kısmı kabre konulur. Sonra ayak kısmı kabre indirilir. Veyahut önce ayaklar kabre indirilir, sonra baş kıs¬mı kabre indirilir. İşte buna 'Seli" adı verilir. Bazen Seli ve İstilâl lügat, manâsıyla hadîslerde gelir. Nitekim müellifin süneninin bâzı nüshalarında buradaki ikinci hadîste mevcud İstilâl; yavaşça çekip çıkarma mânâsına gelmiştir.
E b û R â f i' (Radıyallâhü anh)'in hadîsinde Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından defnedildiği ye kabrine su sçr-pildiğı bildirilen S a'd (Radıyallâhü ann)'ın hangi S a'd ol¬duğu hususunda sarih bir şeye rastlamadım. Ancak Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem)'in Sa'd bin Muâz (Radıyallâhü anh) in cenazesine katıldığı sabittir. Hadîsteki Sa'd ile bu zâtın kastedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Onun hâl terçemesi, 407 nolu hadîs bahsinde geçmiştir. [169]

Bu Hadîsten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri

1 - ölü kabre indirilirken yukarıda tarifi geçen Seli usûlü meş¬rudur.
2 - Definden sonra kabrin üzerine su serpmek meşrudur.
E b û S a î d (Radıyallâhü anh)'in hadisine gelince; Zevâid türünden olan bu hadîs, sünen nüshalarının bâzılarında kısadır. El¬deki nüshada parentez içine alınan : cümlesi bâzı nüshalarda yoktur. Ve fıkıh kitaplarında delil olarak nakledilen bu ha¬disin metninde, mezkûr cümle yoktur.
Yukarıda Seli ve İstilâl kelimelerinin fıkıhçılar ve hadîsçilerce yapılan istilâhi mânâsına bakılırsa bu cümlenin olmaması gerekir. Çünkü hatırlanacağı gibi bu iki kelimenin istilâhi mânâsı kabrin ayak ucuna konmuş olan na'şın üzerinden ölüyü yavaşça çekip çıkarmak ve kabre indirmektir. Oysa bu hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek na'şının, kabrin ayak ucuna değil, kabrin kıb¬le tarafına konduğu ve kabre inen sahâbîlerin yüzleri kıbleye ve mü¬barek na'şa gelecek tarzda mübarek Efendimizi na'şm üzerinden alıp kabre indirdikleri bildirilmiştir.. Durum böyle olunca yukarıda an¬latılan Seli durumu söz konusu değildir. Bu cümlenin bulunduğu nüshalarda mezkûr kelimenin lügat mânâsına yâni yavaşça çekip çıkarma anlamına yorumlanması gerekir.
Bu hadîs, cenazenin kabre indirilirken kıble tarafından alınma¬sının meşruluğuna delâlet eder.
El-Menhel yazarı, ölünün kabrin kıble tarafından veya ayak ucu tarafından alınması konusunda âlimlerin ortaya attıkları görüşleri şöyle anlatır:
1 - Ebû Hanîfe' nin kavline göre, na'ş kabrin kıble ta¬rafına konulur. Ve ölü na'ştan hafifçe alınarak kabre indirilir. Bu kavil; Alî bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh) ve İ s h a k bin Râheveyh (Radıyallâhü anh)'den de rivayet edilmiştir. Delilleri, yukarıdaki Ebû S a i d (Radıyallâhü anh)'in hadîsi¬dir. Fakat notta belirtildiği gibi senedi zayıftır. İkinci delilleri; Ebû D â v û d ' un el-Merâsil'de İbrahim Nehaî' den riva¬yet ettiği şu mealdeki hadîstir:
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kıble tarafından alı¬narak kabre indirilmiş ve Seli usûlü île indirümemiştir." Üçüncü de¬lilleri B e y h a k i' nin İ b n-i A b b â s (Radıyallâhü anh), İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) ve Büreyde (Radıyal¬lâhü anh)'den rivayet ettiği : 'Sahâbîler Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem) *i kıble tarafından kabre indirdiler.' mealindeki hadîstir. B e y h a k i' nin belirttiği gibi bu rivayetlerin tümü zayıftır. Üstelik Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kıble tarafın¬dan alınması düşünülemez. Çünkü kabr-i şerifi odanın kıble tarafın¬daki duvarına iç taraftan bitişikti. Bu sebeple na'şın, kabrin kıble tarafına konulması mümkün değildir.
2 - Mâlik, Şafiî, Ahmed ve başkalarına göre Seli usûlü ile yâni kabrin ayak ucuna konulan na'şın üzerinden ölü, alınıp, baş ucundan ileri çekilerek önce baş kısmı kabre indirilir, sonra ayak kısmı indirilir. İbn-i Ömer, Enes, Abdul¬lah bin Yezid, Nehaî, Şâ'bî (Radıyallâhü anhüm) ve başkaları da böyle demişlerdir. Bunların delilleri, Ebû Dâvûd ve B e y h a k i' nin rivayet ettikleri Abdullah bin Ye-z î d (Radiyallâhü anh)'in hadîsi, Beyhakî ve Şafiî' nin î b n - i A b b â s (Radıyallâhü anh)'dan rivayet ettikleri: 'Resû¬lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) baş tarafından Seli usûlü ile kab¬re indirildi.' mealindeki hadisidir.
El-Menhel yazarı, bu grubun dayandığı başka delilleri de zikret¬miştir.
3 - Enes ve bir rivayete göre İbn-i Ömer (Radıyal lâhü anhümâ), Seli usûlüne hükmetmekle beraber: Ölü, na'şın üze rinden çekilip çıkarılırken önce ayak kısmı kabre indirilir, demiş lerdir.
El-Menhel yazarı, yukarıdaki görüşleri anlattıktan sonra : Mez¬kûr ihtilâf, hangi şeklin daha efdal olduğu hakkındadır. Aslında hep¬si caizdir. Delillerin kuvveti yönünden Seli usûlü ağırlık kazanır. Bu¬gün için böyle yapmak daha kolaydır, demiştir.

1553) Saîd bin el-Müseyyeb (Radıyallâhü fl«A>'den; Şöyle demiştir • Ben, Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ) ile beraber bir cenazede bulundum. Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ), cenazeyi kabre indirdi¬ği zaman. dedi
üzerinde kerpiçlerin dizilmesine başlanınca, İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhumâ) :
Bu cenazeyi Şeytandan ve kabir azabından koru. Allah im! Yeri onun yanlarından uzak tut, ruhunu yükselt, onu ka¬tından rızaya kavuştur.» dedi. Ben :
(Bu s°ylediklerin) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve bellem) den işittiğin bir şey midir? Yoksa kendi re'yinle mi,KendİSİ! ŞU haIde ben söz Eylemeye kadir (miy)im? Bilakis ResuluUah (Sallallahü Aleyhi ve SellemVden işittiğim bir şey-dır, dedi.»
Bunun senedindeki Hammâd bin Abdir-ranman'ın zayıflığı üzerinde ittifak vardır. [170]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîs, ölü kabre indirildiğinde 1550 nolu hadîste H i ş â m ' in rivayetinde mevcut olan duanın okunması¬nın müstehablığma delâlet eder. Ayrıca cesed, lahde konulup, üstü kerpiçlerle örtüldüğü zaman, hadiste geçen duanın okunmasının meş¬ruluğuna delâlet eder.
Hadis, şer'i bir mes'eleyi bilmiyenin bilenlere sormasının ve bi¬lenin, bildiğini sorana nakletmesinin meşruluğuna delâlet ediyor. [171]

39 - Lahdin Müstehablıg1 Hakkında Gelen Hadîsler Babı

Kabir, "Lahd" ve "Şak" olmak üzere iki şekilde yapılır.
Lahd şekli şöyledir: Kabir normal olarak kazılır. Sonra kabrin tabanının karşısındaki kıble duvarı, ölünün .yerleşebileceği kadar oyulur. Cesed o oyuğa ve yüzü kıbleye gelecek şekilde yerleştirilir. Arkasına kerpiçler veya ağaçlar dizilir. Aralarından toprağın sızma¬ması için de ot, çamur gibi bir şey konulur. Sonra toprakla doldu¬rulur.
Şak şekli şöyledir: Mezar normal olarak genişçe kazılır. Tabana inildikten sonra kıble tarafında 30 - 40 santim yüksekliğinde ince bir duvar örülür. Cesedin yerleşebileceği bir aralık bırakılarak o duva¬rın karşısında, yâni memleketimizdeki kıble istikâmetine göre kab¬rin kuzey tarafında da o duvara parelel bir duvar çekilir. Cesed iki duvarın arasındaki boşluğa, yüzü kıbleye gelecek tarzda konulur. Du¬varların üstü kerpiç, ağaç ve taş gibi maddelerle örtülür. Yine top¬rağın sızmaması için üstüne ot veya çamur gibi bir şey konulur. Son¬ra üstü toprakla örtülür.
Her iki şekilde de yapılan mezara ölü indirildiğinde, başının ba¬tıya ve ayaklarının doğuya gelecek tarzda ve sağ yanına yatırılaca¬ğı ma'lûmdur.

1554) İbn-i Abbâs (Radtyallâhü ankümâ)'dan rivayet edildiğine gö¬re; ResûlulJah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir ;
«Lahd (usûlü) bizedir, Şak (usûlü) başkalarmadir.»"

1555) Cerîr bin Abdillah el-Hecelî [172] (Radtyallahâ tınh)'<\en ; Şöy¬le demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellcııı) buyurdu ki:
-Lahd (usûlü) bizedir, şak (usûlü) başkalarinadır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi zayıftır. Çünkü âlimler Ebü'l-Yakzan künyeli Osman bin Umeyr'in zayıflığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Bu hadis, İbn-i Abbâs (R.A.)'m rivayetinden olmak üzere dört sünende vardır. Ve Sa'd bin Ebi Vakkâs (R.A.)'ın rivayetinden olarek Müslim'de ve başka kitablarda vardır.

1556) Âmir bin Sa'd [173] (Radtyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildi¬ğine göre, (babası) Sa'd (bin Ebî Vakkâs) (Radıyallâhü anh) (vefat edeceği zaman) :
Resûlullah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) e yapıldığı gibi bana da lahd kazınız ve üstüme kerpiçler dikiniz. (Üstümü kerpiçle örtünüz) dedi." [174]

İzahı

İbn-i Abbâs (Radıyailâhü anhümâ)'nın hadîsini Ti r-mizi, Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmişlerdir.
C e r i r (Radıyailâhü anh)'in hadîsi Zevâid türündendir. Amir (Radıyailâhü anh)'in hadîsini Müslim ve Ne-s a î de rivayet etmişlerdir.
Bu bâbta rivayet edilen hadîsler, mezarın lahid usûlü ile yapıl¬masının efdaliyetine delâlet eder.
İlk iki hadiste -Lahit bizedir, şak başkalarmadır.» buyurulmuş-tur. Bu cümleler, çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. EI-Menhel yazarı bu şekillen şöyle sıralamıştır:
Yâni lahit usûlü biz müslümanların ölülerine mahsustur. Şak usûlü de bizden olmıyan Ehl-i kitaba mahsustur. A h m e d ' in bir rivayetinde bu mânâ açıkça belirtilmiştir.
İbn-i Teymiye: Bu hadiste, Ehl-i kitabın şiarı olan tüm işlerde onlara muhalefet etmemiz için bir uyarı vardır. Öyle ki, ölü¬yü mezarın dibine indirmekte bile muhalefet etmemiz emredilmiş, demiştir.
Bir kavle göre hadisin mânâsı: 'Lahit usûlü, Peygamber (Sallal¬îahü Aleyhi ve Sellem)'in ümmetine mahsustur. Şak usûlü, geçmiş ümmetlere mahsustur.' Veyahut 'Lahit usûlü, Peygamberlere mah¬sustur. Şak usûlü peygamber olmıyanlara mahsustur.' olabilir.
Bu hadîsler, lahit usûlünün şak usûlünden daha faziletli olduğu¬na delâlet ederler. Şak usûlünün caiz olmadığı kastedilmemiştir. Bu¬na delil ise, 1557 nolu E n e s (Radıyailâhü anh)'in hadîsidir. Bun¬dan sonra o hadîse geçilecektir.
N e v e v î, -el-Mühezzeb şerhinde : Âlimler, lahit ve şak usul¬leri ile kazılan mezarlara ölüleri defnetmenin câizliği üzerinde icmâ' etmişlerdir, demiştir.
Toprak sert ve sık olduğu yerlerde lahit usulü efdaldır. Toprağı gevşek olan yerlerde ise şak usûlü efdaldır. Fıkıhçılarm ekserisinin kavli budur. [175]

40 - Şak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1557) "Enes bin Mâlik (Radtyallâhü ank)'den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat ettiği zaman Me¬dine'de lahit kazıcı bir adam ve şak kazıcı diğer bir adam vardı. Sa-hâbiler:
Biz Rahibimizden hayırlısını diliyerek ikisine de (haber) gönde¬relim. Hangisi sonra gelirse onu bırakırız, dediler. Ve ikisine de ha¬ber gönderildi. Lahit kazıcısı önce geldi. Bunun üzerine sahâbîler, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için lahit kazdırdılar."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Mübarek bin Fudâle'yi cumhur sıka saymıştır. Ve kendisi burada tahdisle rivayet etmiştir. Ar¬tık tedlis yapması imkânı zail olmuştur. Senedin kalan ricali sıka zâtlardır. Bu sebeple isnad sahihtir.

1558) Âişe (Radtyallâhü anhâ)ydan: Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat edince kabrin la¬hit veya şak usûlü ile kazılması hususunda sahâbîler arasında ihti¬lâf oldu. Hattâ bu hususta konuştular. Ve sesleri yükseldi. Bunun üze¬rine Ömer (Radıyallâhü anh) :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi4ve Sellem)'in yanında ne hayatta iken ne de vefat etmişken bağıramazsınız. Veya buna benzer bir söz söyledi. Şak kazıcısının ve lahit kazıcısının her ikisine de (ha¬ber) gönderiniz, dedi. (Haber gönderildi.) Lahit kazıcısı geldi ve Re¬sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için lahit kazdı. Sonra Resû¬lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) defnedidi.İsnadının sahîh ve ricalinin sıka olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [176]

İzahı

Zevâid türünden olan bu iki hadîsin birincisi A h m e d de ri¬vayet etmiştir.
Hadîsler; Özellikle birinci hadîs; lahitin şak'tan hayırlı olduğu¬na delâlet eder. Çünkü Peygamberi için Allah Teâlâ lahiti seçmiştir. Hadisler, şak usûlünün de câizliğine delâlet ederler. Çünkü M e d i -n e' de şak usûlü ile mezar kazıcısının bulunduğu hadîsten anla¬şılıyor. Eğer onun yaptığı usul caiz olmasaydı kendisi men edile¬cekti.
İkinci hadîsteki:fiili yerine bâzı nüshalarda :5 fiili bulunur. Yüksek sesle konuşmayınız demektir. [177]

41 - Kabri Kazmak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1559) El-Edra" es-Sülemî [178] (Radtyallâkü anh)'den ; Şöyle demiştir: Bir gece Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için nöbet tut¬maya gittim. Baktım ki bir adam yüksek sesle Kur'an okuyor. Biraz sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dışarı çıktı. Ben :
Yâ Resülallah! Bu adam riyakârdır, dedim. Edrâ' (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Sonra o adam Medine'de vefat etti. Teçhiz işi bit¬tikten sonra na'şım taşıyıp götürdüler. Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem) (oradakilere)
«Onu yavaş götürünüz. Allah onunla iyi muamele etti. Şüphesiz o, Allah'ı ve Resulünü seviyordu.» buyurdu.
Edrâ' (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Efendimiz onun kabrini kazdırdı ve buyurdu ki:
«Kabrini geniş tutun. Allah ona bolluk verdi.» Bunun üzerine ashabından bâzısı:
«Yâ Resûlallah! Sen cidden ona üzüldün, dediler. Efendimiz (Sal-Jallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Evet. Çünkü şüphesiz o, Allah'ı ve Resulünü seviyordu.» bu¬yurdu."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Kütüb-i Sitte'de Edrâ' es-Sülemi (R.A.)'ın bundan başka hadîsi yoktur. Bunun senedindeki râvi Musa bin Ubeyde hakkında : Hadisleri münker veya zayıftır, denilmiştir. Sıka olduğunu söyliyenler dz vardır. Hüccet değildir.

1560) Hişâm [179] bin Amir (Radtyallâkü anhümâ) dan rivayet edil¬diğine göre; Resûlullah (Sallcllahü Aleyhi ve Seilem) şöyle buyurdu, demiştir : «Mezarları kazınız. Geniş tutunuz ve iyi yapınız.»" [180]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Cenazeler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Cenazeler Bölümü   Cenazeler Bölümü Icon_minitimeC.tesi Şub. 06, 2010 7:27 pm

İzahı

İlk hadîs Zevâid türündendir.
Ebû Dâvûd, Bey haki ve Nesaî de Hişâm (Radıyallâhü anh)'m hadîsini rivayet etmişlerdir.
Ebû Dâvûd ve Nesaî' nin rivayetlerinden anlaşıldı¬ğına göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu hadîsi, U h u d savaşında şehid olan sahâbîlerin defni ile ilgili olarak buyurmuştur.
Beyhaki ve Nesâî' nin bir rivayetine göre Hişâm (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir:
"Biz Uhud günü müşkül durumumuzu Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve* Sellem)'e arzederek :
Yâ Resûlallah! Her şehid için bir mezar kazmak bize güç gelir dedik. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-(Mezarları) Kazınız, derinleştiriniz, iyi yapın ve iki üç kişiyi bir kabre defnediniz.» buyurdu.
Sahâbîler: (Aynı kabre defnedeceğimiz şehidlerden) hangisini kabrin ön tarafına defnedeceğiz? diye sordular. Buyurdu ki:
«Kur'an'ı daha çok hıfzedeni.»
Hişâm (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Babam (Âmir) (Radıyal¬lâhü anh) bir kabre defnedilen üç şehidin üçüncüsü idi."
Bu bâbtaki hadisler, kabrin geniş ve derin kazılmasını emredi¬yorlar. Kabrin derinliğinin miktarı hakkında âlimler ihtilâf etmiş¬lerdir. Şöyle ki:
1 - Mâlikiler'e göre en azı, ölünün kokusuna mâni ola¬cak ve yırtıcı hayvanlardan koruyabilecek derinliktir. Derinliğin âza¬misi için bir sınır yoktur. Bâzı Hanbeliler de böyle demiş¬lerdir.
2 - Şâfiîler'e ve Hanbelîler'in ekserisine göre derinliğin sınırı orta boylu bir adam kabirde ayakta durup kollarını havaya kaldırdığı zaman parmak uçları yer seviyesine denk gelecek miktardır. Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh)'den de bu kavil rivayet edilmiştir.
3 - Hanefî âlimleri ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre en az derinlik yarım boy kadardır. Bir kısmına göre ise göğüs hizasına kadardır. Daha derin olursa daha iyidir.
Kabrin uzunluğu, ölünün boyuna göre olmalıdır. Genişliği ise, uzunluğunun yansı kadar olmalıdır. [181]

42 - Mezarda İşaretin Bulunması Hakkında Gelen Hadis Babı

1561) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'âen; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir taşı Osman bin M az'un (Radıyallâhü anhO in kabrine işaret yaptı.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu isnad hasendir. Davud'un el-Muttalib bin Ebİ Vedâa (R.A.)'dan rivayet ettiği hadîs, bu hadis için bir şahittir.
Bu bâbtaki hadîsler, kabrin geniş ve derin kazılmasını emredi¬yorlar. Kabrin derinliğinin miktarı hakkında âlimler ihtilâf etmiş¬lerdir. Şöyle ki:
1 - Mâlikîler'e göre en azı, ölünün kokusuna mâni ola¬cak ve yırtıcı hayvanlardan koruyabilecek derinliktir. Derinliğin âza¬misi için bir sınır yoktur. Bâzı Hanbelîler de böyle demiş¬lerdir.
2 - Şâfiiler'e ve Hanbelîler'in ekserisine göre derinliğin sınırı orta boylu bir adam kabirde ayakta durup kollarını havaya kaldırdığı zaman parmak uçları yer seviyesine denk gelecek miktardır. Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh)'den de bu kavil rivayet edilmiştir.
3 - Hanefi âlimleri ihtilâf etmişlerdir. Bâzılarına göre en az derinlik yarım boy kadardır. Bir kısmına göre ise göğüs hizasına kadardır. Daha derin olursa daha iyidir.
Kabrin uzunluğu, ölünün boyuna göre olmalıdır. Genişliği ise, uzunluğunun yansı kadar olmalıdır. [182]

İzahı

Bu hadîs Zevâid türündendir. Notta belirtildiği gibi bunun şahidi durumunda olan bir hadîsi Ebû Dâvûd el-Muttalib (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiş. Ayrıca B e y h a k i ve İbn-i Ebî Şeybe'de el-Muttalib (Radıyallâhü anh) '-den rivayette bulunmuşlardır. Ebû Dâvûd'un rivayeti uzun¬dur. O rivayette :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'İn; Büyükçe bir taşı Osman (Radıyallâhü anh) in baş ucuna koyarak:
«Bu taşla kardeşimin kabrini tanırım. Ve ev halkımdan ölenleri onun yanına defnederim.- buyurduğu belirtilmiştir. Hâl tercemesi 1456 nolu hadîs bahsinde geçen, muhacirlerden M e d i n e' de ve¬fat eden ve Bakİ'a defnedilen ilk zât olan Osman bin M a z ' û n (Radıyallâhü anh), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'in süt kardeşi olduğu için veya onu şereflendirmek için Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona: «Kardeşim...» demiştir. Osman (Radıyallâhü anh)'dan sonra Peygamber (Sallallahü Aiey-hi ve Sellem)'in ev halkından vefat eden ilk zât, oğlu İbrahim'¬dir. Osman (Radıyallâhü anh)'in yanına defnedilmiştir. [183]

Hadîsin Fıkıh Yönü

Kabrin tanınması için taş gibi bir işaretin konulmasının müste-habhğı bu hadîsten anlaşılıyor. Konulacak alâmet, bugünkü halkın yaptığı gibi olmamalıdır. Bilindiği gibi çoğu kimseler, bu konuda is¬raf yaparak mezarları süslüyorlar. [184]

43 - Kabirler Üzerinde Bina Yapmak, Kabirleri Kireç İle Yapmak Ve Kabirler Üzerinde Yazı Yazmaktan Nehiy Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1562) C'âbir (Radıyallâhit anh)\\vn; Şöyle demiştir : Resûluüah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabirleri kireç ile yap¬maktan nehiy etti." [185]

İzahı

Ahmed, Müslim, Ebü Dâvûd ve Nesaî de bu hadisi rivayet etmişlerdir. Ebû Dâvûd' daki rivayet meâ-len şöyledir:
"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabir üzerinde otur¬maktan, kabrin kireçle yapılmasından ve üzerinde bina yapmaktan nehiy etti."
El-Menhel yazarı şöyle der : Hadisin zahirine göre kabrin kireçle yapılması haramdır. Fakat Hanefiler, Mâlikîler, $âfiiler, Ahmed, Dâvûd ve bir çok âlim, buradaki yasak¬lamayı mekruhluğuna hamlederek kabrin kireçle yapılması mekruh¬tur, demişlerdir.
Yasaklamanın hikmeti şu olabilir: Kabir geçicidir. Ebedi değil¬dir. Veyahut kireçle yaptırmak süs içindir. Ölünün süslemeye ihti¬yacı yoktur
Kabrin kireçle sıvanmasına gelince; Hasanı Basrî, Ş â f i i ve Ahmed, bunda beis görmemişlerdir.
Mâlike göre mekruhtur. Ancak kokunun Önlenmesi buna bağlı ise caizdir.
Ebû Hani f e ve arkadaşlarının seçkin kavline g,öre mek ruh değildir

1563) Câbir (Radtyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir ;
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabir üzerinde bir şey yazılmasını yasaklamıştır."
Not : Sindi şöyle demiştir : Hâkim bu hadîsi el-Müstedrek'te rivayet ettikten sonra bunun senedi sahihtir. Lâkin tatbikat buna göre değildir. Çünkü şarktan garba kadar müslümanların önder âlimleri, kabirler üzerinde yazılar yazdırırlar. Bu yazı işi halef âlimlerin selef âlimlerden aldıkları bir şeydir, demiştir. Zehebi ise; Muhtasar adlı kitabında Hâkim'in sözüne karşılık olarak : Söz konusu yazma işi sonradan icad edilmiştir. Yasaklama hadîsleri o âlimlere ulaşmamıştır, demiştir. [186]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîsi notta da belirtildiği gibi H âkim de rivayet etmiştir.
Hadisin zahirine göre kabir üzerinde yazı yazmak haramdır. Sindi, Tirmizi' nin şerhinde : Yasağın umumî olması muh¬temeldir. Kabir sahibinin adı, ölüm târihi veya Kur'an-ı Kerim ile Al¬lah'ın isimlerinden bir şeyin yazılmasının, bu yasağa girmesi muhte¬meldir. Çünkü bu yazıların yere düşmesi ve ayaklar altında kalması muhtemeldir, demiş; daha sonra nottaki Hâkim ve Zehebi'-nin sözlerini nakletmiştir.
Ş e v k â n i "en-Neyl"de : Kabirler üzerinde yazı yazmanın ya-saklığına dâir hadîsin zahirine göre ölünün ismini yazmak ile baş¬ka şeyleri yazmak arasında bir fark yoktur. Bâzı âlimler, süsleme olmaksızın ölünün isminin yazılmasını caiz görmüşlerdir. Bunu, Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in Osman bin Maz'ün (Radıyallâhü anh)'ın kabrine (1561 nolu hadîste belirtildiği gibi) işa¬ret olarak taş koymasına kıyaslamışlardır. Bu fetva, nassın hükmü¬nün kıyasla hususîleştirilmesi ile hâsıl olur. Cumhur nassın böyle husûsîleştirilmesine hükmetmiştir Bu fetva, nass karşısında kıyas yapmak değildir. Ancak bu kıyâsın sıhhatli olup olmaması mes'ele-si vardır, demiştir.
El-Menhel yazarı da şöyle demiştir : Dört mezheb imamı: Qlünün adı, ölüm târihi dâhil herhangi bir şeyin mezar üzerinde yazılması yasaktır, demişlerdir.
Bâzı Hanefî âlimleri: Kabrin tanınması için ölünün ismi¬nin yazılmasında bir beis yoktur, demişlerdir. Bu kavlin delili de Peygamber (Sallallahü Aleyhi.ve Sellem)'in (Osman bin M a z' û n (Radıyallâhü anh)'ın kabrine işaret olsun diye baş ucu¬na taş bırakmış olmasıdır.
Ha ne fi 1 e r ' in bâzı Fıkıh âlimleri ise : Kabre ihtiyaç duyul¬duğunda uygun yazıların yazılmasında beis yoktur, demişlerdir. Îbnü'l-Âbidîn: Kabre yazı yazılması nehiy edilmiş ise de ame¬lî icmâ' yazı yazılmasının câizliği hakkındadır, diyerek; e 1 - H â -k i m 'in notta yazılı sözünü nakletmiş ve bunun, (1561 nolu) E n e s b in Mâlik (Radıyallâhü anh)'ın hadîsi ile kuvvet bulduğunu belirtmiştir. İhtiyaç yokken yazı yazılması câîz görülmemiştir.
İhtiyaç hâlinde yazı yazılmasını caiz gören âlimlere göre hadis¬teki yasaklama, ihtiyaç duyulmayan hallere mahsustur.

1564) Ebû Saîd (Radıyallâhü arjh)\\en: Şöyle demiştir:
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabir üzerinde bina ya¬pılmasını men etmiştir.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahih ve ricali sıka 2âtlardır. [187]

İzahı

Müslim, Ebû Dâvûd, Ahmed ve Nesai' nin C â b i r (Radıyallâhü anhJ'den rivayet ettikleri ve yukarıda meali yazılan hadîste de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kabir üzerinde bina yapılmasını menettiği bildirilmiştir.
El-Menhel yazarı şöyle der :
Turbeşti ; Kabir üzerinde bina yapmak iki şekilde düşünü¬lebilir: Birincisi, kabrin taş ve benzeri malzemelerle yapılmasıdır. İkincisi'Üe, kabrin üstünde kubbe ve benzeri binaların yapılmasıdır. Bunların ikisi de bu hadîsle yasaklanmış, demiştir.
Hadisin zahirine göre kabir üzerinde binâı yapmak'hararndir. Fa¬kat Şafiî, arkadaşları ve en sahih kavle göre- ürta>ri;b eli âlim¬leri : Yapılacak'bina., yapanın mülkünde ise mekruhtur,Umumi nie-> zarlıkta ise haramdır, demişlerdir. Ne v e v î : Arkadaşlarımız demişler ki : Umumi mezarlıkta yapılan bina âlimlerin ittifakıyla'ylk-tırılır, demiştir.
Hanefî âlimleri; Bina, süs için ise horanıdır.; .Mfçıai'M}.sağ¬lamlığı için ise mekruhtur, demişlerdir. El-Ezhâr'da : Bina, eğer ya¬panın mülkünde ise hadîsteki nehiy mekruhlük içindir. Umüntef-âit mezarlıkta ise nehiy haramlık içindir. Ve yaptırılan bina mescid.bi¬le olsa yıktırılması vâcibtir, denilmiştir.
Mâ1iki1er' e göre ölünün mülkünde veya' mülk sâhîbiniri izniyle yahut sahipsiz bir arazide kabrin kendisinin taş ve malzeme¬lerle yaptırılması veya kubbesiz bile olsa duvarla çevrilmesi mekruh¬tur. Eğer iftihar,vesilesi yapılması niyetiyle olursa haramdır. Keza ölülerin defni için vakfedilmiş bir yer,işe haramdır. [188]

44 - Defin Esnasınua Kabre Toprak Atmak Hakkında Gelen Hadîs Babı

1565) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü a«A->'den; Şöyle demiştir :Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir cenaze üzerinde na¬maz kıldı. Sonra ölünün kabrinin yanına vararak ölünün baş tara¬fından kabre üç avuç toprak attı" [189]

İzahı

Bu hadisin Zevâid türünden olduğuna dâir .bir işaret, yoktur, Kü-tüb-i Şitte'nin diğerlerinde buna rastlamaktım,.. Bâz % Fıkıh .kijabları bu hadîsi İbn-i Mâceh1' ten, bâzıları'da B e y h a k' î' den rivayet etmişlerdir.
Dört mezhebin Fıkıh kitabından Abdurrahraan el-Ce-zeri. Definde hazır bulunanların, ölünün baş tarafından her iki elleri ile toprağı avuçlayıp kabre atmaları ve bunu üç defa tekrarla-
maları müstehabtır. Birinci avucu atarken «biz si¬zi ancak topraktan yarattık.-; İkinci avucu atarken ; «Biz sizi ancak toprağa döndürürüz. -; ve üçüncü avucu atarken : «Biz sizi tekrar topraktan çıkarırız. [190]
nazm-ı Celillerini okuması müstehabtır. Sonra kabir toprakla doldu¬rulur Mâliki ve Hanbeli âlimlerine göre avuçla toprak atılırken Kur'an'dan bir şey okunmaz, demiştir. [191]

45 - Kabirler Üzerinde Yürümek Ve Oturmanın Nehiyi Hakkında Gelen Hadisler Babı

1566) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'Ğvn rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Satlallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
-And olsun ki sizden birisinin vücûdunu yakıcı bir ateş parçası üzerinde oturması, onun bir kabir üzerinde oturmasından kendisi için daha iyidir.»" [192]

İzahı

Ahmed, Müslim; Ebû Dâvûd, Nesai ve B e y h a k i de bunu rivayet etmişlerdir.
Ebû Davud'un rivâyetindeki hadis, meâlen şöyledir: -Andolsun ki sizden birisinin elbisesini yakıp derisine bir ateş parçası üzerinde oturması; bir kabir üzerinde oturmasından kendi için daha iyidir.»
Kabir üzerinde oturmakları uzaklaştırmanın hikmeti, oturman ölü müslümanm hakkını hafife almak ve ona eziyet etmektir. Nit kim tbn-i Mes 'ud (Radıyallâhü anh)'a kabre basmanın hü mü sorulmuş, kendisi : Ben hayatta olan bir mü'mine eziyet etme ten nefret ettiğim gibi ölümünden sonra da ona eziyet etmekten ne ret duyarım, diye cevap vermiştir.
Bir kavle göre kabir üzerinde oturmaktan maksad, kabrin b şından uzun süre ayrıimayıp matem tutmak için olan oturmaktır.
Hadiste kabir umumi olarak zikredilmiştir. El-Menhel yazarın, dediğine göre gayri müslimlerin kabirleri de bu hükme girer. Ger müellifimizin bundan sonra gelen hadisinde «Müslümanın kabri» d ye kayıtlama var ise de o kayıt, müslümanın şerefinin yüceliğini b lirtmek içindir. Asıl ihtiram da onadır.
Hadisin zahirine göre kabir üzerinde oturmak haramdır. Fak; Fıkıhçıların cumhuru, hadisteki tehdidi, kerahet anlamına yoruml; mışlardır. Tabiidir ki küçük su dökmek veya büyük abdest bozma için kabir üzerinde oturmak haramdır. Âlimler bu hususta müttefi] tir. Bundan sonra gelecek hadiste belirtileceği gibi kabir üzerinde yi rümek de oturmak gibidir. Hattâ kabre dayanmak da oturmak gib dir. Çünkü A h m e d ' in rivayetine göre Peygamber efendimi Amr bin Hazm (Radıyallâhü anht'ı bir kabre yaslanm olarak görmüş ve Ona : «Bu kabrin sahibin eziyet etme.» buyurmuştur.
Zaruret hâlinde kabir üzerinde oturmakta sakınca yoktur.
Mâlikiler'e göre kabir üzerinde oturmak mekruiı değildi Çünkü M â 1 i k ' in rivayet ettiğine göre Alî bin E b i Tâ 1 i b (Radıyallâhü anhümâ) kabirlerin üzerine başını koyardı v üzerlerinde uzanırdı. T a h a v i de ricali sıka bir senedle bun rivayet etmiştir. Buhâri de Nâfi' (Radıyallâhü anh)'de rivayet ettiğine göre İ b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) kabirle üzerinde otururdu.
Bu grubtaki âlimlere göre yasaklanan oturmaktan maksad, abdeî bozmak için olan oturmaktır. El-Menhel yazarı bu yoruma mesne olan Muhammed bin Ka'b el-Karazi (Radıyallâh anhümâ) ile Ebû Ümâme (Radıyallâhü anhJ'in hadislerir zikretmiştir. Konunun uzamaması için buraya aktarmaktan vazgeç tim.

1567) Ukbe bin Amir [193] (Radtyattâhü ««A/den: Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: «And olsun ki bir ateş parçası veya bir kılıç üzerinde yürümem veyahut ayakkabımı ayağımla dikmem bir müslümanın kabri üze¬rinde yürümemden bana daha sevimlidir. Kabirlerin ortasında ab-destimi bozmuşum veya çarşının ortasında. Bence bunlar arasında (çirkinlik açısından) bir fark yoktur.»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahihtir. Çünkü İbn-i Mâce'-nin şeyhi Muhammed bin İsmail'i; Ebû Hatim. Nesaî ve İbn-i Hibbân sıka say¬mışlardır. Senedin kalan ricali, Buhârİ ve Müslim'in şartı üzerine sikadırlar. [194]

46 - Mezarlıkta Ayakkabıları Soymak Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1568) Beşîr bin el-Hasâsiyye (Radtyallâhü anh)'âen ; Şöyle demiştir :
Ben, bir gün Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in berabe¬rinde yürüdüğüm esnada Kendisi:
— «Yâ Îbne'l-Hasâsiyye! Hangi şey sebebiyle Allah'tan razı de¬ğilsin? Sen Allah'ın Resulü ile birlikte yürümek nimetine kavuştun:» buyurdu. Ben s
— Yâ Resûlallah! Allah'tan hiç bir şikâyetim yok. O, her hayrı bana vermiştir, dedim. Biraz sonra müslümanların mezarlığından geç¬ti ve (oradaki ölülere işaret ederek) : ,
— «Bunlar, çok hayra kavuştular.» buyurdu. Sonra müşriklerin mezarlığının yanından geçti ve (oradaki ölülere işaret ederek) :
— -Bunlar çok hayra sırt çevirip geçtiler.» buyurdu- Sonra dön¬dü de mezarlar arasında ayakkabı ile yürüyen bir adam gördü ve Ona:
— «Ey Sibt (~ tabaklanmış, sığır köselesin) den ma'mul ayakka¬bılar sahibi! Ayakkabılarını at.» buyurdu.
Müellif demiştir ki; Muhammed bin Beşşâr bize tahdis etti. (De¬di ki:) Bize Abdurrahman bin Mehdi tahdis etti. (Dedi ki:) Abdullah bin Osman : Bu hadîs iyidir. Râvisi, sıka bir adamdır, diyordu." [195]

İzahı

Ahmed, Ebû Dâvûd, Nesaî, Hâkim ve Beyhakî de bunu rivayet etmişlerdir.
Hadisin :cümlesini: «Hangi şey sebebiyle Allah'¬tan razı değilsin?» diye terceme ettik. Cümledeki fiilin asıl mânâsı kınamaktır. Buna göre cümlenin asıl-mânası: "Niçin Allah'ı .kınıyor¬sun?" şeklindedir. Bu mânâ sakattır. Hâşa bir mü'min Allah'ı, kina-maktan uzaktın Bu sebepledir ki Sindi bu cümleyi: «Hangi şöy-den dolayı Allah'tan razı değilsin? Halbuki Allah sana ne buyük ihsanda bulundu. Sen, Onun Resulü ile beraber yürümek nime¬tine kavuştun." diye yorumlamıştır.
Hadîsteki : "Sibtiyyeteyn11 kelimesinin tekili: "Sibtiyye"dir. Bu kelimenin mânâsı "Sibf'ten imâl edilmiş olan ayakkabıdır. "Sibt" ise selem ağacının meyvesi ile tabaklanmış olan sığır derişidir. Bu de¬riden ayakkabılar imâl edilir. Derinin kılları giderilmiş olduğu için veyahut tabaklanma İle deri yumaşadığı için ona "Sibt" adı veril¬miştir .
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mezarlığa saygılı olmak için adama, ayakkabılarını çıkarmasını emretmiştir. Âlimlerin bu hu¬sustaki görüşlerine gelince :
1 - Ahmed ve Şafii1er' den el-Hâvf sahibi: Mezar¬lıkta ayakkabı ile yürümek mekruhtur. Mezarlığa girildiği zaman ayakkabıyı çıkarmak sünnettir. Ancak pislik korkusu, diken batması veya yerin sıcaklığı gibi bir zaruret varsa, ayakkabı ile mezarlıkta yürümek mekruh değildir, demişlerdir.
2 - Cumhura göre ayakkabıyla mezarlıkta yürümek mekruh de¬ğildir. Çünkü Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve baş¬kalarının E n e s (Radıyallâhü anh)'den rivayet, ettikleri bir ha¬diste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
— «Şüphesiz kul, kabrine konulduğu ve arkadaşları geri döndük¬leri zaman gerçekten o kul, arkadaşlarının ayakkabılarının sesini mu¬hakkak duyar.» buyurmuştur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'İn bu hadiste geçen adama ayakkabılarını çıkarmasını emret¬mesi meselesine gelince; Cumhur bu hadise şöyle cevap vermişlerdir : Adamın ayakkabılarında necasetin bulunması muhtemeldir. Belki de adam, ayakkabıları ile iftihar ettiği için ona bu emir verilmiştir. Çünkü sibtten ma'mul ayakkabıları yalnız zevk ve safa ehli giyiyor¬du. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tevazu' ile mezarlığa gidilmesinden hoşlanırdı.
Eğer ayakkabı ile kabristanda yürümek mutlaka yasak olsaydı; bu yasak sahâbiler arasında yayılırdı je hiç bir sahâbi bundan ha¬bersiz kalmazdı. Çünkü herkesin başına gelen bir iştir. Delil yönün¬den cumhurun görüşü kuvvetlidir. Sibtten ma'mul ayakkabıların yal¬nız zevk ehli tarafından giyilmesi noktası, kabule şayan görülmemiş¬tir. Çünkü el-Hâf izin el-Fetih'te zikrettiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), keza Ibn-i Ömer (Radıyallâhü anh) bunu giyiyorlardı. [196]

47 - Kabirlerin Ziyareti Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1569) Elıû Hüreyre (Radtyallahü arık)'fan rivayet edildiğine göre: Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) şöyle buyurdu, demiştir :
«Kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü size âhireti hatırlatır.

1570) Aişe (Radtyallahü anhâ)'üan: Şöyle demiştir : Resûluilah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kabirlerin ziyareti hak¬kında ruhsat vermiştir.Zevâid'de söyle denilmiştir : Bunun senedinin râvileri sıkadır. Çünkü râvi Bistam bin Müslim'i İbn-i Muin, Ebü Zur'a, Ebû Dâvûd ve başkaları sıka saymışlardır. Senedin kalan râvileri, Müslim'in şartı üzerindedirler.
Beşir bin El-Basâsİyye (R.A.)'ın Hâl Tercemesi
Câhiüyyet devrinde bu zâtın adı Zahm bin MaT>ed idi. Peygamber (A.S.) Ona : «Adın nedir?» diye sorunca : Adım Zahm bin Ma'bed'dir, diye cevap vermiş; Pey¬gamber (S.A.V.) ona: «Sen Beşîr'sin» buyurmuştur. Peygamber (S.A.V.)'in âzad-lısı olan Beşîr (R.A.), İbnü'l-Hasâsiyye künyesiyle meşnur olmuştur. Hasâsiyye Onun büyük dedesi Dabbâb'ın annesinin adıdır. Bu zât. Peygamber (S.A.V.)'den hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de Beşîr bin Nehİk, Cerir bin Küleyb ve el-Ceh-deme adıyla bilinen karısı Leylâ rivayette bulunmuşlardır. Ebû Dâvûd. Nesaİ ve îbn-i Mâceh. onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (El-Menhel Cild : 9, Sahife : 86)

1571) İbn-i Mes'ud (Radtyallâhü anh) den rivayet edildiğine göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) şöyle buyurdu, demiştir :
«Ben, sizleri kabirleri ziyaret etmekten men etmiştim. Bundan sonra kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü şüphesiz kabirlerin ziyareti, dünyayı küçümsetir ve âhireti hatırlatır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı hasendir. Ibn-i Muin, bura¬daki râvi Eyyûb bin Hâni'İ zayıf görmüş; İbn-i Hatim ise işe yarar görmüştür. Ve lbn:İ Hibbân onu sikalar arasında zikretmiştir. [197]

İzahı

Ebü Hüreyre (Radryallâhü anh)'in hadisi daha uzun ola rak ve ayriı senedle bundan sonra gelecek olan bâbta 1572 numara ile gelecektir. Buradaki metinde bulunan âhiret kelimesi yerine orada mevt (= ölüm) kelimesi bulunur ki; mânâları birbirine yakındır. Ha¬dîsle ilgili gerekli izah orada yapılacaktır.
 i ş e (Radıyallâhü anhâ) ve İbn-i Mes'ud (Radıyallâ-hü anh)'in hadîsleri ise Zevâid türündendirler. îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'m hadîsinin bir benzerini Müslim, Tirmizi, Ebû Dâvûd, İbn-i Hibbân, Hâkim ve Beyhaki, Büreyde (Radıyallâhü anh)'den merfu' olarak rivayet etmişlerdir.
Ebû Dâvûd'un Büreyde (Radıyallâhü anh)'den olan rivayeti meâlen şöyledir;
«Ben sizi kabirlerin ziyaretinden men etmiştim. Bundan sonra kabirleri ziyaret ediniz* Çünkü onların ziyâcetindef tezkire (= nasi¬hat, ölümü hatırlamak ve kabir halkından ibret almak) vardır.»
Hadîsler, kabir ziyaretinin ilk zamanlarda yasak olduğuna de¬lâlet ediyorlar. Yasaklama sebebi hakkında el-Menhel yazan şöyle der:
İlk zamanlarda halk, câhiliyyet devrine yakın olduğu için, câhi^ liyyet devrindeki alışkanlıkların eseri olarak mezarlıkta uygunsuz konuşma yapmaları endişesiyle bu yasak konulmuş olabilir. îsIâTn kaideleri yerleşip, halk şer'î hükümlere intibak edince ve İslâmî âda¬ba alışılınca bu endişe kalkmış ve kabir ziyareti meşru kılınmıştır. Nitekim N e s a î' nin rivayetinde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meâlen şöyle buyurmuştur: «... Artık kim kabirleri ziya¬ret etmek isterse ziyaret etsin. Ve sakın kötü lâf etmeyiniz,-
Hadîsteki «Kabirleri ziyaret ediniz.» emri, cumhura göre mendup-luk içindir. Fakat  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin hadîsinin zahi¬rine göre kabir ziyaretine ruhsat vermiştir. Yâni ziyaret etmek câ-izdir.
îbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'in hadîsinin son kıs¬mında kabirleri ziyaret etmenin faydalarına işaret edilmiş, O da dün¬ya hırsının ve aşırı bağlılığın kırılması ile âhiretin hatırlanmâsıdır.
Bu hadîslerden çıkarılan netice; Kabir ziyaretinin meşruluğu ve buna teşviktir. Âlimler, kabir ziyaretinin erkekler için sünnet oldu¬ğunda ittifak etmişlerdir. Kadınların ziyaretiyle ilgili şer'î hüküm ise bundan sonra gelecek ikinci bâbtaki hadîsler bahsinde anlatıla¬caktır. [198]

48 - Müşriklerin Kabirlerini Ziyaret Etmek Hakkında Gelen Hadîsler Bâb1

1572) Ebû Hüreyre (RadıvallâhÜ anh)'c\et\: '^öyİe demiştir
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) annesinin kabrini ziya¬ret etti. Ve ağladı. Etrafındakiler! de ağlattı. Sonra :
-Annem için istiğfar etmem hakkında Rabbimden izin istedim de bana izin vermedi. Onun kabrini ziyaret etmem için Rabbimden izin istedim. Bana izin verdi. Siz kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü ka¬birlerin ziyareti, size Ölümü hatırlatır.» buyurdu." [199]

İzahı

Ahmed, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesai, Hâkim ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) annesi Âmine bint Veheb bin Abdi Menâf bin Zühre; Mek¬ke ile Medine arasında bulunan e 1 - E b v â ' da Peygam¬ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) altı yaşında iken, vefat etmiştir. Annesi Onunla beraber, dayıları olan Medine1 deki Beni Adiyy bin Neccâr'ın ziyaretine gitmişti. Medine' den M e k k e ' ye dönüşünde vefat etmiştir.
Peygamber fSallallahü Aleyhi ve Sellem) bilâhere annesinin kab¬rini ziyaret ederken âhireti hatırladığı için ve annesinin Onun pey¬gamberlik günlerine yetişmemesi için ağlamış ve oradakilerin ağla¬masına sebep olmuştur. Kadı I y a z : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ağlaması, annesinin azâb içinde olmasından do¬layı değildir. Yegâne sebep; annesinin, onun peygamberlik günlerine yetişmemesi ve Ona iman etme nimetine kavuşmaması üzüntüsüdür.
Hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in annesi için istiğfar etmek üzere Allah'tan müsâade istediği ve fakat ona izin ve¬rilmediği bildirilmiştir, tzin verilmeyişinin sebebi hakkında el-Menhel yazarı şöyle der:
Sebeb şu olabilir : İstiğfar bir günahtan dolayı muâhaza edilme¬meyi dilemektir. Peygamberlik haberi kendisine ulaşmıyan kişi, gü¬nâhından dolayı muâhaza edilmez. O halde muâhaza edilmemek için istiğfara hacet kalmaz
Diğer taraftan $öyle de denilebilir: İstiğfar İçin izin verilmemesi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in annesinin kâfir olduğu¬nu zorunlu kılmaz. Çünkü Allah Teâlâ hin başka bir sebeple Peygam ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i Ona istiğfar etmekten men etmiş olması mümkündür Nasıl ki borcunu karşılayacak bir mal bırakmaksızın ölen müslümamn cenaze namazını kılmaktan ve ona istiğfar etmekten Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ilk zamanlarda men edilmişti. Bunun sebebi de şöyle anlatılmıştır: Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem)'in istiğfarı derhal makbuldür. Kim için is¬tiğfar ederse derhal sevabı o kimsenin Cennet'teki makamına ulaşır ve hemen kişi ondan yararlanır. Halbuki borçlu ölenin borcu öden¬medikçe Cennet'teki makamından ahkonmuş durumdadır.
Yukarıda belirtilen izah nedeniyle : 'Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem)'in annesi küfür üzerinde Öldüğü ve kâfire istiğfar et¬mek caiz olmadığından, ona istiğfar etmek için Peygamber (Sallal¬lahü Aleyhi ve Sellem)'e izin verilmemiştir,' diyenlerin sözü, sıhhat¬li değildir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in baba ve an¬nesinin kurtulmuş olduklarını ispatlayıcı bir çok delili Ce1â1-i Süyûti zikretmiştir. Bunlardan bir kısmı şunlardır:
1 - B u h â r î' nin Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'den rivayet ettiğine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Bulunduğum asra gelinceye kadar ben Âdem oğullarının her asırdaki en hayırlı sülâlesinden gönderildim.» Mealini yazdığımız bu hadîste geçen "Kam", yüzyıl mânâsına geldiği gibi kişinin babaları ve efendi mânâlarına da gelir. Bu sebeple terceme ederken bu keli¬meyi sülâle mânâsına terceme etlim.
2 - T i r m i z i' nin Vasile bin el-Eskâ' (Radı¬yallâhü anh)'den rivayet ettiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
Allah İbrahim (Aleyhisselâm)in çocuklarından İslâmil (Aley hisselâm)'i seçti. İsmail (Aleyhisselâm)'in çocuklarından Benî Kinâ-ne'yi seçti. Benî Kinâne'den Kureyş'i seçti. Kureyş'ten Benî Hâşim'i seçti. Benî Hâşim'den de beni seçti.»
K a s t a 1 â n i : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in baba ve annesinin kurtuluş ehlinden olduklarına, yâni Cehennemlik olmadıklarına hükmeden âlimlerin delillerinden birisi şudur ki; Bu iki muhterem zât, fetret devrinde, yâni Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem)'e Peygamberlik görevi verilmeden önce vefat etmişler¬dir. Fetret devrinde ölenler için azâb yoktur. Çünkü Allah Teâlâ :
«Biz, Resul göndermedikçe azab verici değiliz. [200] buyurmuştur. Usûl âlimlerinden E ş ' â r i y e mez¬hebinin ileri gelen âlimleri ve Fıkıhçılardan Şafii âlimleri, Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gönderilişi kendisine ulaş¬madan ölen kimse ehl-i necattır. Yâni azabtan kurtulmuş olanların-dandır, demiştir.
S ü y û t î : Bu görüş Şafiî Fıkıhçıları ve Eş'âriyye mezhebine mensub usûl âlimlerinin ittifakla kabul ettikleri mezhep¬tir, demiştir.
Diğer taraftan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin baba ve annesinin mü'min olduklarına ve İbrahim (Aleyhisselâm)'in dînini kabul ettiklerine, keza Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Peygamber olarak gönderileceğine inandıklarına dâir kesin bilgi vardır. Bu inanç ise, îmanın ta kendisidir. Nitekim E b û N a î m . Delâilü'n-Nübüvve'de Z ü h r î tarîkinden Esma bin t-i Rehra aracılığıyla Esma' nın annesinden şöyle de¬diğini rivayet etmiştir : Ben, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) 'in annesi A m i n e ' yi son hastalığında gördüm. Muham¬med (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ beş yaşında idi. Annesinin baş uçundaydı. Annesi, Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i övücü şiirler söyledi. Bu şiirlerde ez cümle : Sen, hillde ve haremds bulunan beşeriyete gönderilmiş olacaksın. Sen, baban İbrahim (Sallallahü Aleyhi ve SellemTin dini olan İslâmiyet'le gönderilecek¬sin. Allah seni putlardan uzak tutmuştur, demiştir. Daha sonra şöy¬le demiştir: 'Her diri ölmeye mahkûmdur, her yeni eskir. Her büyük, yokluğa gider. Ben de öleceğim. İsmim baki kalacak. Çünkü ben, ha¬yırlı bir halef ve tertemiz bir evlâd bıraktım.'
Celâl-i Süyûtî' den şunu nakletmiştir : Âmi-ne'nin bu sözleri, onun tevhid ehli olduğuna kesinlikle delâlet eder. Çünkü İbrahim (Aleyhisselâm) 'in dînini ve kendi oğlunun Allah tarafından Peygamber olarak gönderildiğini, putlara karşı olduğunu anlatmıştır. Tevhid, bundan başka bir şey midir? Evet; Tevhîd Allah'ın varlığına ve birliğine inanmak, putların bâtıl olduğunu bilmek gibi mefhumlardan ibarettir. Câhiliyyet devrinde küfürden uzak kalmak için bu kadar kâfidir. Bunun ilerisi, ancak Peygamberlik görevi ve rildikten sonra şarttır. Câhiliyyet devrinde bulunan herkesi kâfir san mamak gerekir.Çünkü câhiliyyet devrinde Hanifler vardı. Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in annesi Haniflerden ol¬muş ise ne lâzım gelir. Zâten Haniflerin, Hanif dînini seçmeleri¬nin sebebi, yakında haremden bir Peygamberin gönderileceğine dâir Ehl-i kitâb ve kâhinlerden duydukları bilgilerdir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in annesi, efendimiz ile hâmile iken ve doğumundan öyle apaçık alâmetler müşahede etti ki, bunların her bi¬risi, Onu Hanif dinine ve tevhide yöneltmeye kâfidir. Onun gör¬düğü ve duyduğu gerçekleri hiç bir Hanif görmemiş ve duymamış¬tır. Kendisi anlatıyor: Ben kendimden öyle bir nurun çıktığım gör¬düm ki; Ş a m 'in saraylarını aydınlatıp bana gösterdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in süt annesi Halime, Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve SellemKin göğsünün melekler tarafından yarıl¬ması olayından sonra çocuğa bir şey olur korkusu ile Onu annesine geri getirdiği zaman annesi Ha1ime ' ye :
"Sen Şeytanın Ona bir şey yapacağından mı korktun? Hayır. Val¬lahi şeytan için Ona doğru hiç bir yol yoktur. Benim şu oğlum için yüce bir şan ve şeref mutlaka olacaktır" demiştir.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in babasından da îma¬nına ve tevhid akidesini taşıdığına delâlet eden sözler nakledilmiştir. Târih kitablarında bu konuda geniş malumat vardır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in dedesi A bdü 1-m u t t a 1 i b de tevhid ve Hanif dini üzerinde idi. M u h a m -m e d (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in Peygamberliğine delâlet eden delilleri müşâhade ettiği için, Onun bu yüce küçük torununun Pey¬gamber olacağını önceden anlamış ve tasdik etmişti. E s - S ü h e y -li: Abdülmuttalib'e bir Peygamberin daveti ulaşmadığı halde, bir çok delil onun Hanif ve Tevhid dini üzerinde olduğunu is¬patlar, demiştir.
El-Menhel yazarı; Ebü Davud'un sünenindeki "Kabirle¬rin ziyareti" babında, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in babası, annesi ve dedesi Abdülmutalib'in iman ehlinden olduklarına dâir zikrettiği yedi büyük sahîfeyi tutar. Bu sebeple bu¬nu terceme etmekten vazgeçtim. El-Menhel yazan, bu izahın bir bö¬lümünde özetle şöyle der:
Yukarıda verilen bilgiyi edindiğin zaman Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in babalarının ve annesinin necat (= kurtuluş) eh¬linden olduklarını anlıyacaksın. Çünkü Onlar İbrahim (Aley-hisselâm)'in dînine bağlıydılar. Onlara Hanîf dîni mensupları denili¬yordu. Şöyle de denilebilir: Onlar, her hangi bir hak dini değiştir-miyen Fetret ehlinden idiler. Çünkü Fetret ehli şu üç kısma ayrılır:
Birinci Kısım : Basireti ve aklıyla Allah'ı tanıyıp Ona inanan ve putlara tapmıyanlardır.
İkinci Kısım : Allah'a ortak koşmayan ve aklıyla Allah'ı tanıya-miyan, her hangi bir Peygamberin dînine girmiyen, kendi kendine bir din ve şeriat ihdas etmiyen kimselerdir. Bunlar, ömürleri boyunca gaflet içinde kalmışlardır.
Fetret ehlinin bu iki kısmı, ta'zib edilmiyenlerdir.
Üçüncü kısım : Bir peygamberin dînini değiştirerek Allah'a ortak koşan ve kendi kendine bir şeriat icad edip bâzı şeyleri helâl, bâzı şeyleri de haram kılan kimselerdir. Cehennem'de ta'zib edilenler bun¬lardır. B u h â r i ve M ü s 1 i m ' de rivayet edilen ve Fetret eh¬linin bir kısmının ta'zih edildiğine delâlet eden hadîsler, bu üçüncü kısma yorumlanmışlardır.
Maliki âlimlerinden İmam Ebü Bekir bin e 1 - A r a b i ' ye : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ba¬bası Cehennemliktir, diyen adamın durumu sorulmuş; şöyle cevap vermiştir: Böyle söyliyen kişi melundur. Çünkü Allah Teâlâ :
-Şüphesiz Allah'a ve Resulüne eziyel edenlere, Allah dünyada ve âhirette lanet eder [201]buyurmuştur. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in ba¬bası Cehennemliktir sözünden daha büyük bir eziyet yoktur.
Bunun içindir ki; E b û N a i m ' in zikrettiğine göre Ömer bin Abdülaziz, bir kâtibinin böyle söylediğini duyar duymaz şiddetle öfkelenmiş ve görevine son vermiş, bir daha da hiç görev vermemiştir.
t b n i Abbâs (Radıyallâhü anh) :
= «Ve muhakkak Allah sana öyle verecek ki, sen razı olacaksın. [202] âyeti bahsinde şöyle demiştir : Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in rızâsı cümlesinden birisi de Onun ev halkından hiç kim senin Cehenneırfe girmemesidir.
tbıı i S a ' d tahriç ettiği bir hadise göre Peygamber (Sallal lahü Aleyhi ve Sellem) :
«Ben, evimin halkından hic bir kimsenin Cehennem'e girmemesi¬ni Rabbim'den diledim Babhim de bu dileğimi bana verdi.» buyur muştur

1573) Salim "in babası (Abdullah bin Ömer) (Radtyailâhü anhiimâ)'-dan rİvâyel edildiğine göre şöyle demiştir :
Bir a'râbî. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e gelerek: Yâ Resûlallah! Babam gerçekten yakınlarıyla gerektiği gibi ilgi¬lenirdi. Şöyle idi, böyle idi (diyerek babasını övdü ve Smile Babam nere¬dedir? diye sordu. Efendimiz:
«Ateştedir.» buyurdu. Abdullah (Radıyallâhü anh) demiştir ki t
Bana Öyle geliyor kij Adam bu cevabtan dolayı içerlenerek ı Yâ Resûlallah! Senin baban nerededir? diye sordu. Resûllullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-Sen nerede bir müşrikin kabrine uğrarsan onu ateşle müjdele.» buyurdu. Abdullah (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Bu a'râbî. bilâ-here müslüman oldu ve dedi ki: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem) bana cidden yorucu bir görev yükledi. Ben yanından geçip de Onu Cehennemle müjdelemediğim hiç bir kâfirin kabri yoktur."
Not : Bu hadîsin isnadının sahih olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [203]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Cenazeler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Cenazeler Bölümü   Cenazeler Bölümü Icon_minitimeC.tesi Şub. 06, 2010 7:28 pm

İzahı

Bu hadîs, Zevâid türündendir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'in babasının Cehennemlik olduğu mânâsı, bu hadîsten çıkarılamaz. S ü y ü t i şöyle demiştir : A'rabî, babasının Cehennemlik olduğunu öğrenince içinden Öfkelenerek Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem)'e: Senin baban nerededir? diye sormuş, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona, gönlünü alıcı ve tüm müşriklere şümullü umumî bir cevap vermiş, kendi babasının durumunu belirt¬memiştir. Esasen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in baba¬sından müşriklik hâlinin bulunduğu bilinmemektedir. Küçük yaşta vefat etmiştir. Çünkü vefat ettiğinde onaltı yaşında idi. Ayrıca Al¬lah Teâlâ'nm Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hatırı için babasını ve annesini dirilttiği ve onların Peygamber (Sallallahü Aley hi Sellem)'e îman ettikleri rivayet edilmiştir. Kesinlikle verilen hü küm, ikisinin de Cennetlik oldukları yolundadır. Bunun en kuvvet¬li delillerinden birisi şudur ki: İkisi de Fetret ehlindendirler. Şafiî ve E ş ' a r î mezheblerinin imamları ve ileri gelen âlimleri, bir Peygamberin gönderilişi haberini alamıyanlann ta'zib edilmiyecek-leri ve Cennetlik oldukları hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü Al¬lah Teâlâ : [204] buyurmuştur. Hafız
îbn-i Hacer, el-İsâbe'de : Bunak fetret devrinde ölen, dilsiz, sağır ve kör doğan, bir de deli olarak doğan veya henüz erginlik ça¬ğına gelmeden deliren ve ölünceye kadar delilik hâli devam eden kimseler hakkında müteaddit yollardan rivayet edildiğine göre anı¬lan bu kişilerin her birisi, âhirette kendisine bir mazeret gösterip, kendisini savunacak ve: Aklım olsaydı, bana tebliğ edilseydi... iman edecektim, diyecektir. Bunun üzerine bunlar için ateş yükseltilecek ve bunlara : Şu ateşe giriniz! denilecektir. Verilen emre itaat ede¬rek girenlere, ateş serin ve selâmetlik olacak. Kmre karşı gelenler, zorla ithal edileceklerdir. Biz umuyoruz ki; Abdiilmuttalib ve ev halkı, verilen emre itaatla ateşe girenler cümlesinden olurlar. Yalnız Ebû Tâ1ib için bir umudumuz yoktur, demiştir.
Sindi, müellifimizin bu hadîsi bu bâbta zikretmesi ile ilgili olarak şöyle der: Kanımca; müellif, hadîsteki : «Nerede bir müşri¬kin kabrine uğrarsan...» cümlesini dikkate alarak bu babı : "Müşrik¬lerin kabirlerini ziyaret" başlığıyla açmıştır. Çünkü müşriklerin ka¬birlerinin yanından geçmek de bir nevî ziyarettir. Ama babın baş¬lığını böyle seçmesi tartışılabilir. [205]

49 - Kadınları, Mezarları Ziyaret Etmekten Nehiy Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1574) Hassan bin Sabit [206] (Radıyallâhü anh)'âen: Şöyle demiştir Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kabirleri ziyaret edeı kadınları lânetlemiştir.Hassan bin Sabit (R.A.)'in hadisine âit isnadın sahih ve ricalinin sık oldukları Zevâid'de bildirilmiştir.

1575) İbn-i Abbas (Radıyatlâkü anhünui)'ı\ıın\ Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kabirleri ziyaret eder kadınları lanetlemistir."

1576) Kbû Hüreyre (Radıyallâhii anh)\Wn; Şöyle demiştir:
Resul ullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kabirleri ziyaret eden kadınları lânetlemiştir." [207]

İzahı

ilk hadis Zevâid türündendir.
İbn -i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın hadisini E b û Da v ü d , N e s a i ve Hâkim de rivayet etmişlerdir.
Kbû Hüreyre (Radıyallâhü anhJ'ın hadîsini A h m e d , Tirmizi. Ibn i Hibbân ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir.
Lanetlemek, Allah'ın rahmetinden kovulmayı dilemektir. Kadın¬lar, ekseriyetle kabir ziyaretine gittikleri zaman bağırıp çağırırlar, yakalarını yırtarlar, yüzlerini döverler, kocalarının hakkını çiğnerler ve Islâmi örtünmeye riâyet etmeden, hattâ süslenerek giderler. Bu olumsuz davranışlarından dolayı, ilâhi rahmetten uzak kalmaları yo¬lunda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in bedduasına maruz kalmışlardır.
El Menhel yazarı bu hadisin açıklaması bahsinde şöyle der:
Hadis, kadınların kabir ziyaretine gitmelerinin haramlığına delâ¬let eder.
$ â f i i 1 e r' in. Mâliki le r'in ve Hanefiler'in bâ¬zısı böyle hükmetmişlerdir.
Ş â f i i 1 e r,' in ekserisi ile H a n e f i 1 e r ' in bir kısmı, bu hadisi delil göstererek, kadınların kabir ziyaretini mekruh görmüş¬lerdir. Han beli 1 e r' in mezhebinin meşhur kavli de budur. Haram olmadığına dâir gösterdikleri delil, Ümmü A t i y'y e (Radıyallâhü anhâ)'nin (1577 nolu) hadisidir
Hanefiler'in ekserisine göre kadınların ziyareti caizdir. M â I i k i I er'in bir kavli ve A h m e d ' in bir rivayeti de böy¬ledir. Bu guruptaki âlimlere göre kadınların ziyaretinin yasakhğı, ka¬bir ziyareti için ruhsat verilmeden önceki zamanda idi. Bilindiği gibi ilk zamanlarda erkeklere de yasaklanmıştı. Bilâhere kabir ziyaretine ruhsat verilince; verilen ruhsat, erkeklere mahsus değil, kadınlarada şümullüdür. Bunlara göre ruhsal veren hadislerdekı tamirler ür¬keklere âit ise de; erkeklerin kadınlara galip kılınması yoluyla böyle hitab edilmiştir. Aslında hitap, erkeklere münhasır değildir.
Hanefiler'in bir delili de İbn-i Abd i'1-Berr'in et-Temhid'de Abdullah bin E b i Müleyke (Radıyal-lâhü anhJ'den rivayet ettiği şu mealdeki haberdir ;
"Âişe (Radıyallâhü anhâ) bir gün me^arhktan döndü. Ben Ona-. Ey Mü'minlerin annesi! Nereden geliyorsun? diye sordum. Kendisi: Kardeşim Abdurrahman (Radıyallâhü anhî'ın kabrinden geliyorum, dedi. Ben-. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabirlerin ziya¬retini men etmemiş miydi? dedim. Kendisi: Evet, Efendimiz kabir zi yâretinden men ediyordu. Sonra ziyaretini emretti."
El-Menhel yazan, Hanefi 1 e r' in gösterdikleri başka de lilluri de zikrettikten sonra : Kadınların ziyaretiyle ilgili hadisler ile diğer hadislerin uzlaştırılması mümkündür Şöyle ki: Ziyaret hakkın¬da verilen izin; örtülü olarak çıkan, âhireti düşünen, kabir halkından ibret alan, bağırıp çağırmayı, yüzünü dövmeyi, yakalarını yırtmayı ve kötü lâf etmeyi terkeden kadınlar içindir, Konulan yasak da, anılan uygunsuz davranışlarda bulunan kadınlara mahsustur, demiştir.
Nevevi, el-Mühezzeb şerhinde el Müstezhar sahibinin şöyle dediğini nakletmiştir : Bence eğer kadınların ziyareti, üzüntüyü yeni¬lemek, ağlamak, bağırıp çağırmak ve benzen olumsuz hareketler için ise haramdır. Kadınların ziyaretini yasaklıyan hadisler, bunlara yo¬rumlanır. Eğer bu gibi olumsuz hareketler için değil de ibret almak için ziyaret etmek isterlerse, bu ziyaret mekruhtur. Ancak iştah çek¬mek hâlini yitirmiş bulunan ihtiyar kadınlar için caizdir, denilebilir. N e v e v i, bu nakli yaptıktan sonra, bunu benimsediğini ifâde ede¬rek : Bununla beraber hadîsin zahirini dikkate alarak ziyareti terk etmesi ihtiyatlı olanıdır, demiştir. [208]

50 - Kadınların Cenazeleri Takip Etmeleri Hakkında Gelen Hadisler Babı

1577) Ümmü Atiyye (Radıyallâhü anhâ)'dan; Şöyle demiştir:
Biz (kadınlar, Resül-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ta¬rafından) cenazeyi tâkîb etmekten men edildik. Bu yasak (a uymak) üzerimize vâcib kılınmadı (veya cenazeyi tâkib etmek bize vâcib kı¬lınmadı.) " [209]

İzahı

Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd ve Beyhaki de bunu rivayet etmişlerdir.
Hadisin : cümlesi, ıkı mânâya yorumlanmıştır:
Birinci yorum, konulan yasak, diğer yasaklar derecesinde şiddetlen¬dirilmedi, te'kid edilmedi.
Cümle böyle yorumlanınca, kadınların cenaze tâkib etmelerinin haram kılınmadığı, ancak mekruh kılındığı mânâsı çıkarılabilir. Her¬halde Ümmü Atiyye (Radıyallâhü anhâ) bu yasağın şid¬detli olmayışını bir belirtiden anlamıştır. Çünkü böyle bir alâmet yok¬sa; yasaklar aslında haramlik içindir.
Kurtubi: Ümmü Atiyye (Radıyallâhü anhâ)'nin hadisinin ifâde tarzı, yasağın tenzih için olduğunu gösterir. N e s a ı ve îbn-j Mâceh'in Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh) '-den rivayet ettiği (1587 nolu) hadîsi, bu görüşü te'yid eder. (Bu ha¬diste 'Bir cenazeyi takip eden bir kadın, Ömer (Radıyallâhü anh) tarafından kovulmak istenmiş, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) buna mâru.olmuştur,' diye bilgi vardır.)
Yukarıdaki cümlenin açık olan mânâsı mezkûr mânâdır.
Dâvûdî hadîsi şöyle yorumlamıştır: Yâni biz kadınlar cenazeleri takip edip kabristana gitmekten men edildik. (Yukarıda yazılı cüm¬lenin mânâsı da şudur demiştir:) Ölünün ev halkına taziyede bu¬lunmak ve ölülerine rahmet dilemek için onların yanma gitmemek üzerimize vacip kılınmadı.
Davudi' nin maksadı, kadınların kabristana kadar cenazele¬ri takip etmelerine ait yasak; asıl mânâsı olan haramlık içindir. Fa¬kat kadınların ta'ziyeye gitmejneleri hususunda sıkı bir yasaklama konulmamıştır.
El-Menlıel yazarı, yukarıdaki yorumlan anlattıktan sonra, şöyle der:
Bu hadîs, cenazenin kadınlar tarafından takip edilmesinin kera¬hetine delâlet eder. Âlimlerin bu husustaki görüşleri şöyledir :
1 - Hanefî âlimlerine göre kadınların cenaze takibi, tahri-men mekruhtur. Delilleri, İbn-i Mâceh'in ve Beyhaki'-nin rivayet ettikleri A 1 i (Radıyallâhü anh)'in (1578 nolu) hadî¬sidir.
2 - Şâfii âlimlerine göre mekruhtur.Ibnü'l-Münzır, bu kavli İb n-i Mes'ud, İbn-i Ömer, Ebû Ümâme, Âişe, Mesrûk, el-Hasan, Nahaî, E v -zâi, Ahmed, İshak ve Sevrî (Radıyallâhü anhüm)'-den nakletmiştir.
3 - İbn-i Hazm, Ebû Derdâ, Zührî ve Ra¬fa i a, cenazenin arkasında kadınların çıkmasının câizliğine tema¬yül etmişlerdir. M â I i k i 1 e r de yaşlı kadınlar için aynı hükmü vermişlerdir. Keza baba, anne, koca, evlât ve kardeş gibi yakın akra¬basının cenazesini genç kadın da takip edebilir. Ancak fitne tehlike¬sinin olmaması ve örtünmesi şarttır. Fitne korkusu olan kadının ce¬nazeyi takip etmesi ise, mutlaka haramdır.
Yukarıda anlatılan Fıkıhçüarın görüşleri, süslenmiyen, yüksek sesle aglamıyan ve İslâmi ölçülere göre örtünen kadınlar hakkında¬dır. Böyle olmayan kadınların cenaze takibi, âlimlerin ittifakıyla ha¬ramdır. Bu günkü kadınların ekserisi böyledir. Çünkü cenazeyi takip ederlerken yüksek sesle ağlarlar. Göğüsleri, boyunları ve bacakları açıktır. Bunun için bâzı âlimler; Cenazesi olan dâhil, kadınları kab¬ristana gitmekten men etmek, uygun olanıdır, demişlerdir.

1578) Alî CHafityaİiâhu atth)\in\: Şöyle demidir :
Hesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) çıktı. Baktı kî, bir grup kadın oturmuşlar. Onlara:
— «Sizi oturtan nedir?» diye sordu. Kadınlar:
— Cenazeyi bekliyoruz, dediler. Efendimiz:
— «(Cenazeyi) Siz yıkayacak mısınız?» buyurdu. Onlar: Hayır, dediler. Efendimiz i
(Cenazeyi) Siz taşıyacak mısınız?» buyurdu. Onlar:
— Hayır, dediler. Efendimiz:
— «Cenazeyi kabre indirenler meyânında siz indirecek misiniz?» buyurdu. Onlar:
— Hayır, dediler. Efendimiz:
— (O halde) Günah işlemiş olarak ve sevabsız olarak geri do nünüz.» buyurdu."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadında Dinar bin Ömer (Ebû Ömer) bulunur. Bunu Vekl' sıka saymış, İbn-i Hibbân da sikalar arasında zikret¬miş ise de Ebû Hatim : O, meşhur değildir, demiş. El-Ezdİ de : Metruktür, demiş. El-Hallli de el-îrşâd'da: Kezzâbtır, demiştir. Diğer râvi İsmail bin Süleyman hakkında Ebû Hatim : O salihtir, demiş. Lâkin İbn-i Hibban, Onu sikalar arasın¬da zikretmiş ve : Hata eder, demiştir. Senedin diğer râvileri sıka zâtlardır. [210]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadisi Beyhaki de rivayet etmiş tir. Hadîsin zahirine göre cenazeyi takip eden kadınlar günah işle¬miş olurlar. Bir önceki hadisin izahında belirttiğim gibi Hanefi âlimleri bu hadisi delil göstererek : Kadınların cenazeleri takip etme¬leri tahrimen mekruhtur, demişlerdir.
Hadisteki me'zûraat kelimesi, hadisteki me'cûraat kelimesine uyumlu olması için böyle gelmiştir. Gramere göre mevzûraat olması gerekir. Vizr kökünden gelmedir. 'Vizr': Günah demektir. Bunun ism-i mef'ulü : 'Mevzür' (= Günahkâr) dur. Kadın için 'Mevzûre'dir. Mevzûrenin çoğulu mevzûraattır. [211]

51 - Niyâhat (= Ölü İçin Yüksek Sesle Ağlamak) Tan Nehiy Hakkında Bir Bâb

1579) Ümmü Seleme (Ra'hya/lâhü anhâ)(\;ın rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
nazmı celili hakkında:
-Nevh (= ölü üzerinde yüksek sesle ağlamak) tır.» buyurmuştur. Bunun senedindeki Yezld bin AbdUlah'ın sıkalıgımn ihtilâf konusu oldugu Zevaid'de bildirilmiştir. [212]

İzahı

Hadiste geçen nazmı celil, Mümtehine sûresinin 12'nci âyetindedir. Bu âyet-i kerîmenin tamamının meali şöyledir:
«Ey Peygamber! Mümin kadınlar sana gelip; Allah'a hiçbir şe¬yi ortak koşmamaları, hırsızlık yapmamaları, zinada bulunmamala¬rı, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayaklan arasında uyduracak¬ları bir iftirayla gelmemeleri ve ma'ruf olan hiç bir hususta sana âsi olmamaları üzerine sana biatta bulunacakları zaman sen de onlarla bîatta bulun ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir.»
Ümmü Seleme (Radıyallahü anh); âyetin mezkûr cüm¬lesindeki Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e âsi olmanın; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tarafından nevh ile. yâni ölü için yüksek sesle ağlamakla tefsir edildiğini ifâde etmiştir.
Şöyle de denilebilir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellern) âyetteki ma'ruf kelimesini nevhi yasaklamakla tefsir etmiştir.
Nevh ve Niyâhat: ölü için yüksek sesle ağlamak şeklinde yorum¬lanmıştır. Bâzıları: Ağlamakla birlikte ölünün iyiliklerini saymaktır, demişlerdir. Niyâhat ve Nevh, dünya malının kaçırılması üzerine yüksek sesle ağlamaya da denilir, Nâiha : Anlatılan tarzda ağlıyan ka¬dın demektir. Hâl böyle olunca ölü için veya dünya malını kaybet¬mekten dolayı yüksek sesle ağlamak haramdır. Günah işlemekten dolayı yüksek sesle ağlamak ise ibâdettir.
Müslim'in Ümmü Atiyye (Radıyallâhü anh) 'den ri¬vayet ettiğine göre yukarıdaki âyet indiği zaman Ümmü Atiy ye (Radıyallâhü anh) bir ma'ruf hususunda : Peygamber (Sallal¬lahü Aleyhi ve SellemJ 'e isyan çeşitlerinden birisi de niyâhattır, de¬miştir.

1580) Cerir Mevlâ Muâviye (Radiyallâhü anhümâj'âan; Şöyle de¬miştir :
Muâviye (Radıyallâhü anh) Humusta hutbe okudu. Hutbede Re-sülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in nevhten nehiy buyurduğu¬nu anlattı.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Cerir vardır. Ona Ebû Cerir de denilir. Ben ne Onu cerh edeni, ne de sıka göstereni görmedim. Seneddeki Abdullah bin Dinar da Humus'Iu olandır. Ebû Hatim Onun hakkında : O, kuvvetli değildir, demiştir, İbn-i Muin de Onun zayıf olduğunu söylemiştir. Ebû Alî el-Hâfız da : O benim yanımda sıkadır, demiştir. İbn-i Hibbân da Onu sikalar arasında zik¬retmiştir.

1581) Ebû Mâlik el-Eş'arî [213] (Radıyallâhü anh)'den rivayet edil¬diğine «öre; Resûkılah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Niyâhat, câhiliyyet (devrin)in işindendir. Ve şüphesiz nâiha ka¬dın, ttvbe etmeden Öldüğü zaman Allah Onun için katrandan elbise ve ateşten bir gömlek kestirir.İsnadının sahih ve ricalinin sıka oldukları Zevâid'de bildirilmiştir.

1582) Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâj'dan rivayet edil¬diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir:
-Ölü üzerinde niyâhat, câhiliyyet (devrin) in işindendir. Şüphe siz ki nâiha kadın ölmeden önce tevbe etmezse, gerçekten üzerinde katrandan bir gömlek ve Onun üstünde de Ona giydirilmiş ateşten bir gömlek bulunduğu halde kıyamet günü diriltilir.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadında Ömer bin Râşit vardır. Onun hakkında İmam Ahmed : Hadisi zayıftır, doğru değildir, demiştir. İbn-i Muin de zayıflığını söylemiştir ve Buhâri : Onun Yahya bin Ebî Kesir'den rivayet et¬tiği hadts muzdariptir. doğru değildir, demiştir. îbn-i Hibbân da : O, hadîs uy durur. O*nu zikretmek helâl değildir. Meğer ki, aleyhinde konuşma yoluyla ola. demiştir. Darekutni de el-îlel'de : O. metruktür, demiştir

1583) Abdullah hin Ömer (Raıhyatİâhü anhümâyton; Şöyle de¬miştir :
Beraberinde yüksek sesle ağlı yan kadın bulunan bir cenazeyi ta¬kip etmeyi, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yasaklamıştır.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Ebû Yahya el-Kattât el-Kûfİ ZâzÂn vardır. Adının Dinar olduğu da söylenmiştir. İmam Ahmed : İsrâîl, ondan cidden münker olan bir çok hadis rivayet etmiş, demiştir. İbn-i Muin de : Onun hadisinde zaaf var, demiştir. Yâkub bin Süfyân ve el-Bezzâr da : Onda bais yok. demişlerdir. [214]

52 - Yanakları Dövmek Ve Yakaları Yırtmaktan Nehiy Hakkinda Gelen Hadîsler Babı

1584) Abdullah (bin Mes'ıul) (Radıyallâhü aw*,)'den; Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) «Öyle buyurdu, demiştir:
-Ölüler için (eliyle) yanaklarını (yüzünü) döven, yakalarını yır¬tan ve câhiliyyet âdeti üzere (münasebetsiz) duâ eden kimse biz (im ehli sünetimiz)den delildir.» buyurdu." [215]

İzahı

Buhâri, Müslim ve Tirmizt de bunu rivayet et¬mişlerdir.
Cüyüb: "Ceyb"in çoğuludur. Ceyb, yaka demektir.
Şak : Yarmak, ayırmak gibi mânâlara gelir Burada yırtmak di¬ye terceme ettik. El-Menhel yazarı ile Tuhfe yazarına göre burada ya¬kalan şak etmekten maksad, elbisenin yakasını tutup, aşağıya kadar açmak ve benzeri hareketlerdir.
Hudüd : "Had"in çoğuludur. Haddın asıl mânâsı yanaktır. Ölü için yüzünü dövenler ekseriyetle yanaklarını dövdükleri için bu ke¬lime zikredilmiştir. Esas maksad yüzdür. Çünkü yanaklarını değil de yüzünün herhangi bir tarafını dövmek de bu yasağa dâhildir.
«Câhiliyyet âdeti üzere duâ»dan maksad, ağlarken söylenmesi dinen caiz olmayan ve câhiliyyet devri insanlarının dedikleri: "öl¬düm, helak oldum, mahvoldum..." gibi sözleri söylemektir.
Bu hareketler. Allah'a karşı açık bir isyan ve hükmüne rızâ gös¬termemek mâhiyetini taşıdığı için yasaklanmıştır Hadîs, hu tür ha roketlerin haramlığına delâlet eder
Hadîste anılan hareketlerde bulunanlar için buyurulan; «... biz (im ehl-i sünnetimiz) den değildir.* ifâdesine gelince; Bundan maksad, böyle yapanlar, bizim sünnet ehlimizden ve mükemmel yo lumuzun yolcularından değildir. Câye, tehdit ve bu tür hareketlerin önlenmesidir. Nasıl ki çocuğunu a/.arlıyun baba : Ben senden değilim, sen de benden değilsin, der. Yâni; Sen benim yolumda değilsin demek ister. Hadisteki ifâdeden maksad; böyle yapanın dinden çıkarılması hükmü değildir. Ama bile bile bu hareketleri holâl göron veya kade re karşı çıkarak Allah'a kızan kimse (tinden <;ıkiir
Ibnü'l-Münzir: Mezkûr irâdeden maksad; Hu tür hare¬ketlerde bulunanları terk etmek, onlardan yüz çevirmek ve onlarla münâsebeti kesmektir. Tâki bu cezayla te'dib edilip, İslâm'ın çirkin gördüğü bu hareketleri bıraksınlar, demiştir.
Süfyân'dan nakledildiğine göre kendisi bu ifâdeyi te'vil et¬mekten hoşlanmazdı ve : Daha çok etkili olması için yorumdan sa¬kınmak uygun olur, derdi.

1585) Ebû Ümâme (Radıyatlâhü anh)\\en\ Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ölü için) yüzünü tır¬malayıp derisini yırtan kadına, yakasını yırtan kadına ve : Mahv ol¬dum, helak oldum diye bağırıp çağıran kadına lanet etmiştir."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahihtir. Çünki İbn-i Mâ-cehi'n şeyhi Muhammed bin Câbir'in sıkalığmı Muhammed bin Abdiüah el-Had-remi, Mesleme, el-Kâslfte Zehebî ifâde etmişlerdir. Senedin diğer rûvileri, Müs¬lim'in şartı üzere sıka Kâtlardır.

1586) Abdurrahman bin Yezîd ve Ebû Hürde (Radıyallâhü anhümâ)'-ılan; Şöyle demişlerdir:
Ebû Mûsa (el-Eş'ari) (Radıyallâhü anh) in hastalığı şiddetlenin¬ce hanımı Ümmü Abdillah (bint-i Ebİ Devme) (Radıyallâhü anhâ) ona yönelip, yüksek sesle ağlamaya başladı. (Baygın olan Ebû Mûsâ) (Radıyallâhü anh) biraz sonra ayıldı. Ve hanımına:
Resûllulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in uzak olduğu kimse¬den benim (dei uzak olduğumu bilmedin mi? dedi. Kendisi hanımına Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in şu hadisini daha önceden anlatırdı:
-Ben, musibet zamanında saçım yolan, yüksek sesle ağlıyan ve elbisesini yırtan kadınlardan uzağım.»" [216]

İzahı

Buhâri ve Ebû Müslim de bunu rivayet etmişler¬dir. Ebû Dâvûd ve Nesai de bunun benzerini rivayet etmişlerdir.
Ebû Mûsâ (Radıyallâhü anhJ'ın hanımı Ümmü Ab¬dullah (Radıyallâhü anhâJ'nin, Ebü Devme ' nin kızı olduğu, Nesai' nin süneninde belirtilmiştir. Ömer bin Şebbe ise Basra târihinde Ebû Mûsâ (Radıyallâhü anh)'m hanımının isminin S a f i y y e olduğunu, E b ü M ü s â (Radıyallâhü anhl'ın oğlu Ebû Bürd e ' nin annesi olduğunu ve bu hastalık olayının Ebû M ü s â (Radıyallâhü anh) B a s -r a da vali iken vuku' bulduğunu bildirmiştir
N e v e v i Aşağıdaki câhiliyyet devri âdetleri, sahâbilerin it¬tifakıyla haram sayılmıştır :
1 - Nüdbe : Ölünün iyiliklerini sayarak ağlamak.
2 - Niyâhat: Yüksek sesle ağlamak.
3 - Darb-ı Had = Yanaklarını, yüzünü, başını, dizlerini dövmek.
4 - Şakk-ı Oyb : Yaka ve elbiselerini yırtmak.
5 - Hamş-ı Vech . Yüzünü tırmalamak, yüz derisini yırtmak.
6 - Veyl ve Sübûr duası: Azâb ve helak ile duâ etmek, demiştir
El Fetih yazarı; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in: («Ben... uzağım.» diye terceme ettiğimiz) «Beriyim» ifâdesinin asıl mânâsı : Ayrıyım, demektir. Çünkü Beraatın asıl mânâsı, bir şeyden ayrılmaktır. Bana öyle geliyor ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle yapan kimsenin, onun şefâattna dâhil olmıyacağı gibi bir mânâyla tehdit etmiştir, demiştir.
Bâzı rivayetlerde kadına âit ifâdeler kullanıldığı için terceme ederken böyie hareket eden kadınlar dedim. Aslında gerek müellifin rivâyetindeki ve gerekse Ebû Dâvûd ile Nesaî' nin ri-vâyetlerindeki ifâdeler umumidir. Bu ifâdeler, kadını ve erkeği kap¬sar. Bu tür hareketler ekseriyetle kadınlarda görüldüğü için bâzı ri¬vayetlerde «Kadın» ifâdesi kullanılmıştır. Yasakhk bakımından ha¬dîsin hükmü erkeklere de şümullüdür. [217]

53 - Ölü Üzerinde Ağlamak Hakkında Gelen Hadisler Babı

1587) Ebû Hüreyre (Radryallâhü anh)'den; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir cenazede idi. Ömer (Radıyallâhü anh) ağlayan bir kadını gördü de susturmak için kadı r.a bağırdı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-Onu bırak yâ Ömer! Çünkü göz, yâş dökücüdür, kalbe musibet gelmiştir. Ölüm vukuatı yakında olmuştur.» buyurdu.Sindi, el-Fetih'te : Bu hadîsin ricali sıka zâtlardır, demiştir. [218]

İzahı

Nesai ve İbn-i Şeybe de bu hadîsi rivayet etmişler¬dir. N e s a i' nin rivâyetindeki hadîs meâlen şöyledir :
"Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) şöyle demiştir : Resülullah (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem)*in yakınlarından birisi öldü. Kadınlar top¬lanıp onun üzerinde ağladılar. Ömer (Radıyallâhü anh) kalkıp onla¬rı men etmeye ve kovmaya başladı. Bunun üzerine Resülullah (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Onları bırak yâ Ömer! Çünkü göz, yaş dökücüdür, kalbe musi¬bet gelmiştir. Ve ölüm vukuatı yakında olmuştur.» buyurdu."
Sindi: Hadîsteki «Çünkü göz, yaş dökücüdür.» cümlesi, anı¬lan kadının ağlamasının yüksek sesle olmayıp, göz yaşı dökmekle ol¬duğuna delâlet eder. Bunun içindir ki, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kadının o ağlayışına ruhsat vermiştir. Hadisin böyle yo-rumlanmasıyla ölü için ağlamak hakkında gelen hadîslerin arası böy¬le bulunmuş olur. Doğru olanını Allah bilir, demiştir.
Müellifimiz bu hadîsi iki senedle Ebû Hüreyre (Radı¬yallâhü anh)'den rivayet etmiştir

1588) Üsâme bin Zeyd (Radıyallâhü anhümâ)'dan: Şöyle demiştir:
Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in kızlarından birisinin oğlu Ölmek üzere idi. Oğlanın annesi. Efendimize haber göndererek yanına uğramasını istedi. Resülullah (Sallallahü Aleyhi ve Seflem) de ona :
«Allah'ın aldığı her şey Allah'a aittir. Ve verdiği her şey de Al¬lah'a aittir. Ve Allah'ın ilminde her şey belirli bir anda son bulur. Artık kızım sabretsin ve bu sabrın Allah indindeki sevabını bekle¬sin.» diye cevap yolladı. Bu cevaptan sonra oğlanın annesi Efendi¬mize and vererek yanına uğramasını istedi. Bunun üzerine Resülul¬lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (kızının evine gitmek üzere) aya¬ğa kalktı. Ben de Onunla beraber kalktım. Ve beraberinde Muaz bin Cebel, Übeyy bin Ka'b ve Ubâde bin es-Sâmıt (Radıyallâhü anhüm) vardı. (Çocuğun bulunduğu odaya) girdiğimiz zaman çocuğu Resû-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) e verdiler. Çocuğun ruhu göğsü¬ne gelmiş vaziyette ızdırapta idi. Râvı demiştir ki: Üsâme (Radıyal lâhü anh) in :
Çocuk (zayıflıktan dolayı) eski bir kırbaya benziyordu, dediğim zannediyorum. Üsâme (Radıyallâhü anh) demiştir ki :
Resülullah (Sallatlahü Aicyhi ve Sellrm) akladı. Ubâde bin f.s-Sâ mit (Radıyallâhü anh Ona)
Nedir bu (ağlama) yâ Resûlallah? dedi. efendimiz : «Âdem oğullarına Allah'ın verdiği rahmet (escri)dir. Allah, kul¬larından ancak merhametli olanlara rahmet eder.» buyurdu." [219]

İzahı

Ahmed, Buhâri, Müslim, Ebü Dâvûd, Ne s a i ve B e y h a k İ de bunu rivayet etmişlerdir.
Çocuğu hasta olan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kızının Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ) olduğu İ b n - i E b i Şey be' nin rivayetinde belirtilmiştir. Z e y n e b (Radıyallâhü anhâ) Ebü'l-Âs bin erRebt (Radıyallâhü anh)'in eşiydi.
El - Ayni nin naklen beyânına göre Dimyâti , bu ha dişin haşiyesinde çocuğun adının Ali bin Ebi'l-Âs bin e r-R e b i olduğunu kendi el yazısıyla bildirmiştir. Z e y n e b IRadıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in git-1 meşini istemiş, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ise önce git¬mekten imtina1 etmiştir. İmtinâın sebebinin Allah'a tam teslimiyet le bağlanmayı açıklaması veya bu tür davetlere icabet etmenin vâcib olmadığını açıklaması muhtemeldir Zeyneb (Radıyallâhü anhâ) ikinci defa Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i çağırt¬mış ve İsrarla gitmesini istemiştir. Çünkü Zeyneb (Radıyallâhü anhs) Peygamber (Salİallahü Aleyhi ve Sellem) in gitmesiyle duy¬duğu elemin dineceği ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in duasının bereketiylc çocuğun şifâ bulacağı kanâatindeydi.
Bâ^ı rivayetlerde cümlesi yerine; Csülülfoh ISallallahü Aleyhi ve Sellem)"in
gözleri yaşlarla dolup taştı." cümlesi bulunur. Bu rivayet, Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ağlayışının sessiz ve göz yaşlarını dökmek suretiyle olduğuna delâlet eder.
Ebû Dâvûd'un rivayetinde hasta çocuğun oğlan veya kız olduğu ifâdesi bulunur. Bu tereddüt Üsâme (Radıyallâhü anhü-mâJ'den olabildiği gibi, ondan sonra gelen herhangi bir râviye âit olması da muhtemeldir. El Fetihte hasta çocuğun Ü m â m e adlı kız olduğu rivayetinin isabetli olduğu söylenmiş ve Taba râni'-nin rivayeti delij gösterilmiştir.
El-Menhel yazarı şöyle der: Allah Teâlâ Peygamberine ikram ederek, ölmek üzere olan torunu Ü m â m e ' ye şifâ verdi. Ve ço¬cuk büyüdü. F â t ı m a (Radıyallâhü anhâ)'nin vefatından son¬ra Ali bin Eb i T â 1 i b (Radıyallâhü anh) ile evlendi. A 1 i (Radıyallâhü anh) şehit edildiğinde hayatta idi.
Bâzı rivayetlerde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e: -Nedir bu ağlama?» diye hayretini ifâde eden sahâbinin Sa'd bin Ubâde (Radıyallâhü anh) olduğu bildirilmiştir. Soru sahibi sa¬hâbinin hayret etmesinin sebebi şu olabilir: Kendisi ağlamanın her çeşidinin haram olduğunu ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'in bu hükmü unuttuğunu zannettiği için hatırlatma kabilinden sormuş olabilir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de sessiz ağlamanın caiz olduğunu haber vermiş ve : 'göz yaşlan Allah'ın di¬lediği kullarının kalblerine yerleştirdiği merhametin esendir. Kasten ve istiyerek yapılan bir hareket değildir' demek istemiştir. [220]

Hadîsin Fıkıh Yönü

1 - Ölüm döşeğine girenlerin yanına fazilet sahiplerinin gitme¬si meşrudur. Çünkü dualarının bereketi umulur.
2 - Fazilet sahiplerinin gitmesini sağlamak için yemin vermek caizdir. Bu yemine riâyet etmek de müstehabtır.
3 - Hasta sahiplerini ölüm vukuatından önce teselli etmek, on¬lara sabır vermek meşrudur.
4 - Hasta küçük çocuk bile olsa, ziyaret edilmesi meşrudur.
5 - Sessiz ağlamak caizdir.
6 - Şer'İ hükümlere zahiren aykırı görülen büyüklerin hareket¬lerinin sebebinin küçükler tarafından sorulması meşrudur.
7 - Allah Teâlâ'nın yaratıklarına karşı şefkatli ve merhametli olmaya, katı yürekli olmamaya hadiste teşvik vardır.

1589) Esnıâ binti Yezîd [221] (Radtyallâhü anhâ)'den Şöyle demiştir: ResûluIJah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in oğlu İbrahim vefat edince ResûluHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ağladı. (Gözlen ya¬şardı.) Onu ta'zîyet eden (ya Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) ya da Ömer) (Radıyallâhü anh) Ona t
Sen Allah hakkını tazim edenlerin en liyakati ısısın, dedi. Resü-lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Göz yaşarır, kalb mahzun olur. Biz Rabbimizin razı olmıyaca-ğı söz söylemeyiz. Eğer ölüm sâdık bir vaad, va'dedilen umumî bir şey olmasaydı ve sonraya kalan önce olana tâbi olmasaydı (o da ölmeşeydi); ey İbrahim! Şu anda duyduğumuz üzüntüden fazla şiddet¬li bir üzüntü duycaktık ve gerçekten biz, senin için cidden mahzu¬nuz.» buyurdu.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi hasendir. Buhâri, Müslim ve Ebû Dâvûd, bu hadîsi Enes (R.A.)'den rivayet etmişlerdir. [222]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Cenazeler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Cenazeler Bölümü   Cenazeler Bölümü Icon_minitimeC.tesi Şub. 06, 2010 7:29 pm

İzahı

Buhâri ve Ebû Dâvûd1 un Enes (Radıyallâhü anh) "den olan rivayetlerinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'in ağlamasını ifâde eden cümle:
"ResûluHah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in gözleri yaşardı." şeklindedir. Gerek bu cümle ve gerekse Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem) e âit metin cümleleri, Onun sesli ağlamadığını, sadece gözlerinden yaş aktığını belirtirler.
Mâriye-i Kıbtiye (Radıyallâhü anhâ)'den doğma olan İbrahim, hicretin sekizinci yılı Zilhicce ayında doğmuş, onuncu yıl Re biü'l-E w e 1 ayının onuncu gecesinde vefat etmiş ve B a k i' a detnedilmiştir.
îbn-i Battal: Bu hadîs, mubah ağlamayı ve caiz olan üzüntüyü açıklar. O da Allah Teâlâ'mn rızâsına aykırı davranmak-sızın gözünün yaşarması ve kalbin mahzun olmasıyla olan ağlama ve üzülmedir, demiştir.

1590) Hamne bint-i Cahş [223] (Radtyallâhü anhâ)'dan rivayet edil¬diğine göre kendisine :
Erkek kardeşin katledildi diye haber verilmiş; Kendisi: Allah Ona rahmet eylesin. İnnâ Lillâh ve İnnâ ileyhi râcîün, demiştir. (Bu defa) dediler ki:
Senin eşin öldürüldü. Kadın: Ah hüzün! dedi. Sonra Resûlullah
(Sallallahü Aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
«Şüphesiz kocasına karşı kadın tarafından öyle bir muhabbet ve ilgi nevî vardır ki, o (muhabbet ve ilgi) hiç bir şeye karşı olamaz.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Abdullah bin Ömer el Ömerİ zayıftır.

1591) İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ )\\an; Şöyle demiştir;
Abdü'l-Eşhel kadınları Uhud günündeki şehidleri için ağlarlar¬ken Resûullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onların yakınından geç¬ti ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Lâkin Hamza için ağlayıcı kadınlar yoktur.» buyurdu. Sonra En-sâr'ın kadınları gelip Hamza (Radıyallâhü anh) için ağlamaya baş¬ladılar. Bir süre sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uyan¬dı ve :
«Yazık o kadınlara. Hâlâ evlerine dönmemişler (mi?) Onlara em¬redin. Gitsinler ve bu günden sonra ölen kimse üzerinde ağlamasın¬lar.» buyurdu.Sindi şöyle demiştir ; Zevâid sahibinin, bu hadisi kitabına koyması, hadîsin Zevâid türünden olmasını gerektirir. Lâkin isnadının durumunu belirtme¬miştir. [224]

İzahı

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) -Hamza için ağlayıcı kadınlar yoktur.» sözünü, yüksek sesle ağlamanın yasaklanmasın¬dan önce buyurmuştur. Abdü'l-Eşhel kadınlarının ve En-sâr kadınlarının yüksek sesle ağladıkları, hadîsin sonundan anlaşı¬lıyor. Çünkü hadîsin sonunda kadınların ağlaması yasaklanmıştır. Yasaklanan ağlamanın sesli ağlamak olduğu ve sessiz ağlamanın ya¬sak olmadığı, müteaddit hadîslerle sabittir. Şu halde bu hadisle ya¬saklanan ağlama, sesli ağlamadır.

1592) ibn-i Ebi Evfâ (Radıyallâkü an/r,)'den; Şöyle demiştir ; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mersiyeler (ölünün iyi taraflarını sayıp dökerek ağlamak) dan men etmiştir. Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde el-Heceri vardır ki, o, cidden zayıftır. Onu zayıf sayanlar bir kişi değildir. [225]

İzahı

Hadisteki mersiye ifâdesinden maksadın nüdbe olduğu söylenmiş¬tir. Yâni ölünün iyiliklerini sayıp dökerek ağlamak diye yorumlanmış¬tır. H a t t â b î : Mersiyelerden yasak olan, câhiliyyet âdeti üze¬re niyâhat yâni sesli ağlayıp övmekle olanıdır. Nihayet olmaksızın, ölüyü övmek ve ona dua etmek ise mekruh değildir. Çünkü bâzı sa-hâbîler mersiyeler söylemişlerdir, demiştir.
Mersiyye; lügat itibariyle, sesli ağlıyarak ölünün iyi taraflarını anlatmak mânâsına geldiği gibi, ölü hakkında yazılan şiirlere de de¬nilir. H a t t â b i' nin yukarıdaki beyânına göre câhiliyyet âde¬tine gitmeden ölüyü övücü sözler söylemekte beis yoktur. [226]

54 - Üzerinde Edilen Niyâhatla Ta'zib Edilen Ölü Hakkında Gelen Hadisler Babı

1593) Ömer bin El-Hattâb (Radtyallâkü anhj'den rivayet edildiğine göre: Peygamber (SaUallahü Aleyhi ve Seilenı) şöyle buyurdu, demiştir:
-Ölü, üzerinde edilen niyâhat (sesli ağlamak) ile ta'zib edilir.»" [227]

İzahı

M u h â r İ, Müslim, Nesai ve T i r m i z i de bunu rivayet etmişlerdir.
Niyâhatın tarifi ve onunla ilgili gerekli izah, 51. bâbta geçti.
Hadisin zahirine göre ölü, dirilerin sesli ağlaması veya Ölünün iyi taraflarını anlatarak sesli ağlaması ile ta'zib edilir. Ömer (Ra-dıyallâhü anh) ve oğlu Abdullah (Radiyallâhü anh)'ın dâ¬hil olduğu bir cemâat böyle hükmetmişlerdir. Fakat âlimlerin cum¬huru; bu ve benzen hadisleri değişik şekillerde yorumlamışlardır. EI-Menhel yazarı, bu yorumlan şöyle sıralar:
1 - İbrahim el-Harbi, el-Müzenî ve Şafii mezhebine mensub başka âlimlere göre dirilerin ağlaması ile ölü¬nün ta'zib edilmesi; ölünün, diriler ağlasınlar diye vasiyyet etmesi ve bu vasiyyetin yerine getirilmesi hâline mahsustur. Ebü'1-Leys es-Semerkandî: Bu yo/um, tüm ilim ehlinin kavlidir, demiş¬tir. N e v e v i de bu kavlin cumhura âit olduğunu söyliyerek : Sahih olanı da budur, demiştir. Cumhur demiştir ki: Ölünün vasiy-yeti üzerine ağlamaya ölü sebep olmuş olur. Bu yüzden de ta'zib edi¬lir. Ama ölü vasiyyet etmediği halde ölümünden sonra yakınlarının ağlamasıyla ta'zib edilmez. Çünkü Allah Teâlâ:
«Hiç bir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. [228] buyur¬muştur.
2 - Dâvûd-u Zahiri ve âlimlerden bir grup; bu hadisi, ölünün ölmeden önce yakınlarını ağlamaktan men etmeyi ihmal et¬mesi hâline yorumlamışlardır. En-Neyl'den İbnü'l-Murâbît'in şöyle dediği nakledilmiştir: Kişi, sesli ağlamanın yasaklığım bildiği, yakınlarının ağlıyacaklarını anladığı halde bunun haramlığını öğret¬mediği ve onları men etmediği zaman yakınlarının ağlamasıyla ta'¬zib edilince kendi fiilinden dolayı ta'zib edilir. Başkasının fiilinden do¬layı ta'zib edilmez.
3 - İbn-i Hazm ve bir cemâat, hadîsi şöyle yorumlamış¬lardır : Ölü, yakınları ağlarken dile getirdikleri vasıflarından dolayı ta'zib edilir. Zulüm ve haksızlıkla geçirdiği mevkii, görevi; Allah'a is¬yan etmek yolunda kullandığı cesareti ve yerli yerince kullanmadığı cömertliği gibi.
4 - Bâzı âlimlere göre hadîsteki ta'zib'ten murad, dirilerin ses¬li ağlaması sebebiyle meleklerin ölüyü kınamalarıdır.
5 - Mütekaddim âlimlerden Ebû Câ'fer Taberi, I y â z ve müteahhirden bir cemâat, şu yorumu tercih etmişlerdir: Hadisteki ta'zibten maksad, dirilerin niyâhatından dolayı, ölünün elem duymasıdır.
El-Fetih yazarı: Bütün bu yorumları ölülerin durumlarına göre toplamak mümkündür. Meselâ âdeti niyâhat olan ölü, bu âdetinden dolayı azâb görür. Yakınlarının ağlaması için vasiyyet eden kişi, va-siyyetinden dolayı ta'zib edilir. Zâlim bir kimse ölünce, dile getirilen ef âli nedeniyle ta'zib edilir. Yakınlarının niyâhat edeceklerini bilip de onları men etmeyi ihmal eden kişi, eğer ağlamalarına razı değil¬se niçin ihmal etti diye kınanmakla ta'zib edilir. Eğer buna razı ise, rızâsından dolayı ta'zib edilir. Bütün bu durumlardan selâmette olup, ihtiyatan yakınlarını ağlamaktan men ettiği halde ölümünden sonra yakınları muhalefet ederek niyâhat ederlerse bu ölünün ta'zibi, on¬ların muhalefetinden ve Allah'a isyan etmelerinden dolayı duyduğu elem ve üzüntüden ibarettir, demiştir.

1594) Ebû Musa el-Kşari (Radtyalidhü un/t)'(len rivayet edildiğine jiöre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selle m) şöyle buyurdu, demiştir:
«Ölü, kabilesinin ve yakınlarının sesli ağlaması ile ta'zib edilir. (Ağlıyanlar:) Ey koruyucu! Ey giydirici! Ey yardımcı! Ey sığınak! ve bunların benzerini söyledikleri zaman. Ölü kıskıvrak tutulup çekilir ve (ona):
Sen böyle (mi)sin, sen şöyle (mi)sin? denilir.» Râvi Esid demiştir ki: (Bunu Ebû Mûsâ (Radıyallâhü anh)'ın oğlu Musa'dan dinlediğim zaman) : Sübhânallah! Şüphesiz Allah
Teâlâ: «Hiç bir günahkâr, başkasının güna hım yüklenmez. [229] buyuruyor, dedim. Mûsâ bin Ebî Mûsâ:
Yazık sana! Ben Ebû Mûsâ (Radıyallâhü anh) m Resûlullah (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem)'den bana tahdis ettiğini sana haber veri¬yorum. Artık sen Ebû Mûsâ (Radıyallâhü anh) in Peygamber (Sallal¬lahü Aleyhi ve Sellem)'e iftira ettiğini sanıyor (mu)sun? veya be¬nim Ebû Mûsâ (Radıyallâhü anh) a iftira ettiğimi sanıyor (mu)sun? dedi.Râvi Yâkub bin Humeyd'in sıkalığı ihtilaflı olduğu İçin isnadın basen olduğu Zevâid'de bildirilmiştir. [230]

İzahı

Hadîs, Zevâid türündendir. Hadîsteki bâzı kelimeleri açıklayalım : Hayy = Kabile ve kişinin yakınları demektir. Bu kelimeden sonra gelen ve buna râci olan "Kaâlû" zamiri, çoğul için olduğundan dola¬yı Hayy kelimesini ölünün kabilesi ve yakınları diye terceme ettim. Bu kelime ile, diri mânâsı kastedilmiş olabilir.
Adud : Pazı demektir. Burada "Koruyucu" mânâsı kastedilmiştir. Çünkü kollar insanı korur. Ve : Falan adam kolumdur" denilirken; "Beni korur"' mânâsı kastedilebilir.
Kâsî: Giydirici demektir.
Cebel: Dağ demektir. Burada melce' ve sığınak mânâsı kastedil¬miştir.
Bu kelimelerin başında gelen "Vaa" harfleri nüdbe ve çağrı eda¬tıdır.
Dirilerin ağlaması ile Ölünün ta'zibi hakkında gereken bilgi, bun¬dan Önceki hadîs izahında geçmiştir

1595) Âişe (RudiyaUûhiİ anhâ)\\'A\\\ Şöyle demiştir:
Yahudi bir kadın ölmüştü. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel lem) yahûdilerinonun üzerinde ağlama seslerini işitti. Ve şöyle bu¬yurdu r
-O kadının yakınları onun üzerinde ağlıyorlar. O da kabrinde ta'¬zib ediliyor.»" [231]

İzahı

Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Nesai ve Tirm i z i de bu hadisi kısa ve uzun metinler hâlinde rivayet etmiş lerdir.
Tirmizi ' nin rivayeti meAlen şöyledir :
"Amrete (Radıyallâhü anhâ)dan rivayet edildiğine göre Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya denildi ki;
îbn-i Ömer (RadıyalJâhü anhümâ) :
Ölü, yakınlarının ağlamasıyla ta'zib edilir, diyor. Bunun üzerine Âişe (Radıyallâhü anhâ) :
Allah Ebû Abdirrahman (yâni İbn-i ÖmerJ'e mağfiret eylesin. O, şüphesiz yalan söylemiyor. Lâkin unutmuş, veya yanılmış, (Mesele şudur:) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) üzerinde ağlanan bir Yahudi kadının kabrinin yakınından geçti de şöyle buyurdu:
Yahudiler, bu kadın üzerinde ağlıyorlar ve şüphesiz bu kadın (küfründen dolayı) ta'zib edilmektedir.»
Bâzı rivayetler Âişe (Radıyallâhü anhâ) bu sözünden sonra : «Hiç bir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez.» mealindekiâyeti, İ b n i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'nin hadîsini redetmek üzere okumuştur.
Bu hadîsten anlaşılıyor ki Âişe iRadıyallâhü anhâ) ölünün yakınlarının ağlaması ile ta'zib edilmesi hükmüne karşıdır. Yâni bu görüşte değildir. Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) Ebû Hâmid ve Şâfiîler' den bir cemâat  i şe (Radıyallâ¬hü anhâ)'nin görüşündedirler.
El-Menhel yazarı: "Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin bu görü¬şü ve İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'nin yanıldığına ve¬ya unuttuğuna hükmetmesi kabul edilmez. Çünkü yakınlarının ağla¬ması ile ölünün ta'zibine âit hadîsler, İbn-i Ömer (Radıyallâ¬hü anhümâ)'den başka sahâbîlerden de rivayet edilmiştir. Sahâbîler, bunu kesinlikle ifâde etmişlerdir. Bu hadîslerin sıhhatli bir şekilde te'vili mümkün iken, bunu kabul etmemek için hiç bir sebep yoktur.
îbnü'I-Kayyım da: Sıka râvilerin rivayetlerinden sonra Âişe (Radıyallâhü anhâ) nin itirazına göre hüküm verilmez. Çün¬kü Âişe (Radıyallâhü anhâ) nin bulunmadığı meclislerde sahâ¬bîler bulunur ve Onun görmediği bâzı durumları sahâbîler görür, îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'nin unutmuş veya yanıl mış olması ihtimâli, cidden uzaktır, demiştir
İbn ü'1-Kayyım'in işaret ettiği sikalar üzerinde Ömer bin el-Hattâb, Ebû Mûsâ el-Eş'ârî ve el-Mıı-ği re bin Şu'be (Radıyallâhü anhüm) bulunur. Çünkü ölü¬nün ta'zibine .âit hadîs, İbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)'-den sâhit olduğu gibi bunlardan da sabittir, demiştir. [232]

55 - Musîbet Üzerinde Sabretmek Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1596) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûiullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Sabrın kemâli, musibetin ilk darbesi sırasında (tahammül ede bilmek)dir.»" [233]

İzahı

Kütüb-İ Sitte sahipleri, Taberânî ve Beyhakî de bu hadîsi rivayet etmişlerdir. O rivayetler uzundur. Buhâri1 nin rivayeti meâlen şöyledir: "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), çocuğunun kabri yanında sesle ağlayan bir kadının yanından geçmiş ve ona
«Allah'tan kork ve sabret (bağırıp çağırma).» buyurmuş.
Kadın : Haydi uzaklaş. Benim musibetim senin başına gelmemiş¬tir, demiş. Kadın, Peygamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem)'i tanıma¬mış. Sonra kadına : Bu zât Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)) -dir, denilmiş. Bunun üzerine kadın. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kapısına gelmiş, orada (saray kapıları gibi) kapıcılar bul¬mamış ve Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e:
Ben seni tanıyamadım. (Beni afvediniz) demiş. Peygamber (Sal lallahü Aleyhi ve Sellem) de bu hadisi emretmiştir."
Hadisin mânâsı şöyledir: Çok sevaba vesile olan mükemmel sa¬bır, ancak musibetin başlangıcındaki sabırdır Çünkü o esnada sab¬retmek, cidden zordur.
Sadme : Bunun asıl mânâsı, sert bir şeye vurmaktır. Burada kal be musibetin gelişi mânâsında kullanılmıştır.
E1-Ha11âbî:Hadîsin mânâsı; övgüye lâyık sabır, musibetle karşılaşıldığı ilk zamandaki sabırdır, zaman ilerledikçe musibet ağır¬lığını yitirir ve sabretmek de kolaylaşır, demiştir.

1597) EbÛ fmâme (Radtyallâhü a»*;"den rivayet edildiğine "öre teysamber (Saltallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir : ~ '
-Allah Sübhâne buyuruyor ki: 'Ey Adem oğlu! Musibetin ilk dar besi sırasında sabredip, sevabım (benden) istersen, ben senin için (doğrudan doğruya) Cennet'e girmekten başka bir sevaba razı olm,-yacağım.»"
Ebü Ümûme (R.A.)'nin hadisine âit senedin sahih ve ricalinin sıka ol dukları Zevâid'de bildirilmiştir

1598) Ümmü Seleme (Raihyaılâkü tı/ı/jây(hm rivayet edildiğine uö kocası,Kbu Seleme (Ra<hyallâhü anh), kendisine şu hadîsi" Resûh.llah (Sallahu Aleyhi ve Sellem) den işittiğini anlatmıştır.
Hiç bir müslüman yoktur ki, başına bir musibet gelir ve söyle meşini Allah'ın emrettiği :
= -Hepimiz Allah'ın mülkü ve yaratıklarıyız. Ve hepimiz ancak Ona dönücüleriz. Allah'ım! Bu musibetimin ecrini ancak senin katın¬dan dilerim. Artık o musibet hususunda bana ecir ver. Ve bu musi¬betten dolayı (kaybettiğim nimetin daha hayırlısını) ondan bedel ola¬rak bana ver.» duasını hemen okusun da Allah o musibet üzerinde Ona ecir vermesin. Ve o musibet dolayısıyla kaçırdığı nimetten da¬ha iyisini bedel olarak vermesin."
Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki:
(Kocam) Ebû Seleme (Radıyallâhü anh) ölünce bana anlattığı Re-sûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in hadisini hatırladım ve;
= -Şüphesiz biz Allah'ın mülkü ve yaratıklarıyız. Ve şüphesiz hepi¬miz Ona dönücüleriz. Allah'ım! Bu musibetimin ecrini senin katın¬dan dilerim. Artık bu musibetim üzerine bana ecir ver.» dedim ve:
= «Ve bu musibetten dolayı kaçırdığım kocamdan
bedel olarak daha iyi bir koca ver.» demek istediğim zaman, içimde ; Ebû Seleme (Radıyallâhü anh) den daha iyi bir koca bedel olarak ba¬na verilecek (mi?) dedim. Sonra O (duâ)nın mezkûr cümlesini oku¬dum. Bilâhere Allah, Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i - Ebû Seleme (Radıyallâhü anh)'den— bedel olarak bana nasib et¬ti. Ve musibetim hususunda benim ecrimi verdi." [234]

İzahı

Bu hadisi benzer lafızlarla Müslim de müteaddit senedlerle rivayet etmiştir. Hadîs bir müslümanın başına bir musibet geldiği za-rnan, hadîsteki duayı derhal okumasını tavsiye ediyor. Ve bunu ih-lâslı olarak okuduğu zaman Allah Teâlâ'nın Ona o musibetin ecrini vereceğini ve o musibet dolayısıyla kaçırdığı nimet yerine daha iyi¬sini vereceğini müjdeler. Ümmü Seleme (Radıyallâhü an¬hâ), Ebû Seleme (Radıyallâhü anh)'nin eşiydi. Ebû Seleme (Radıyallâhü anh)'in vefatından sonra yaptığı bu duâ bereketiyle Allah Teâlâ Ona Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) ile evlenme şerefini nasîp eyledi. 1447 nolu hadiste bu konu ile ilgili kısa bilgi vardır.
Hadîsteki; cümlesi, Bakara sûresinin 156. âyetine işarettir. Aynı cümle bu âyette geçmektedir. Tam âye¬tin ve ondan önceki âyet ile onu takip eden âyetlerin meali şöyledir: «Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, nefislerden, ürünlerden biraz eksiltmek ile deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar ki, başlarına bir musibet geldiği zaman :
"Biz Allah'ın mülküyüz ve şüphesiz ancak Ona dönücüleriz." der¬ler. Rabblerinin mağfiret ve rahmeti onlaradır. Hidâyete erenler de onlardır. [235]

1599) Âişe (Radtyallâkü anhâ)'dan. Şöyle demiştir:
Resûlullah CSallallahü Aleyhi ve Sellem) (vefat edeceği gün) kendisiyle cemâat arasında bir kapı açtı veya aradaki bir örtüyü kal¬dırdı. Baktı ki, cemâat Ebû Bekir (Radıyallâhü anhVm arkasında na¬maz kılıyor. Cemâatin bu iyi hâlini görmesinden dolayı ve gördüğü bu hâlin kendisinden sonra da devam etmesi hususunda kendisine Allah Teâlâ'mn halîfe olması ümidiyle.Allah'a hamd etti. Sonra bu¬yurdu ki:
«Ey İnsanlar! İnsanlardan veya mü'minlerden her hangi birisinin başına bir musibet geldiğinde benim ölümüm ile onun başına gelen musibeti düşünmekle başına gelen başka musibeti hafifletsin. Çün¬kü benim ümmetimden hiç bir kimse, benden sonra benim musibetim¬den daha şiddetli bir musibetle karşılaşmıyacaktır.»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin isnadında bulunan Musa bin Ubeyde er-Rabdî zayıftır. [236]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîsin açıklaması bahsinde Sindi şöyle der: "Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatıyla il¬gili bâzı hadislerde belirtildiği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat edeceği gün Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin odası ile mescid arasındaki kapıyı açmış veya aradaki perdeyi açmış ve ce¬maata bakmış. Cemâat, Ebû Bekir (Radıyallâhü anhJ'ın ar¬kasında namaza durmuştu. Cemâatin imamla beraber toplu halde namaza duruşlarından hoşlanan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hemcemâtın bu iyi hâlinden dolayı Allah'a hamd etmiş hem de ölümünden sonra ümmetinin bu iyi hâlinin devamı iÇin Allah'u Teâlâ'mn Onun yerine yardımcı olacağını umduğundan hamd etmiş¬tir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisinden sonra üm¬metinin başına gelecek musibetlerden dolayı dağılmalarından kork¬tuğu için, gelecek musibetlere karşı sabırlı olmalarını tavsiye etmiş ve ümmetin başına gelen en büyük musibetin, Allah'ın Resulünün ve¬fat etmesi musibeti olduğunu hatırlatmış, mü'minlerin başına bun¬dan daha çetin bir musibetin gelmiyeceğini bildirmiş ve en çetin olan bu musibetin hatırlanması için mü'minin başına gelen her hangi bir musibetin hafifletilmesi yolunu göstermiştir. Zira küçük musibet, büyük musibet yanında yok olmaya mahkûmdur. Büyük musibete karşı sabreden mü'minin, küçük musibet karşısında sabırsızlık et¬mesi yakışmaz."
Gerçek mânâda Allah'ın Resulünü tanıyan ve seven bir mü'min, sahih hadîslerle sabit olduğu gibi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i babasından, annesinden, evlâdından, malından ve kendi ca¬nından daha fazla sever. Hâl böyle olunca Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatı musibetini en büyük musibet olarak gö¬rür ve tüm musibetler, bu musibet yanında onun gözünde küçülür. Allah bizi ve okuyucularımı gerçek mânâda Resûl-i Ekrem (Sallal¬lahü Aleyhi ve Sellem)'i seven ve şefâatma kavuşanlardan eylesin.

1600) Kl-Hüseyin hin Alî bin Ebî Talih ( Raıiıyallâhü t/ııJıünitİ)\\ıın rivayet edildi&iıu' yöre; I'eyt^ımber (Satlaltuhii M< xhi ve Sellrm) şöyle buyurdu, demiştir :
«Başına bir musibet gelen bir kimse, büâhere o musibeti hatırla¬yıp da 'İnnâ Lİllâh ve innâ ileyhi râciûn1 sözünü yenilerse, o musibet eskimiş olsa bile Allah Teâlâ ona başına o musibetin geldiği günkü ecrin bir mislini yazar,""
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir. Bunun senedinde zayıflık vardır. Çünkü râ-vi Hişâm bin Ziyâd zayıftır. Bunu babasından mı, annesinden mi rivayet ettiği hususunda da ihtilaf vardır. Babasının ve annesinin hâli bilinmemektedir. Denil¬diğine göre İmam Ahmed, Hişam'ı zayıf saymıştır İbr,-i Hibbân da : O, mevzu1 hadîsleri sıka zâtlardan rivayet etmiş, demiştir. [237]

56 - Başına Musibet Gelene Ta'ziyette Bulunanın Sevabı Hakkında Gelen Hadisler Babı

1601) Abdullah bin Kbi Bekir bin Muhaınıned bin Anır bin Ha/mın
dedesi [238] (Rutltyallâhİi anhiiın)''den rivâ\el edildiğine f^üre: IVyı^umber f.S«;/-faliahîi Alrvfti vr Srlituı) ijöylt1 Ijuyurdu. demiştir:
-Bir musibet nedeniyle tün kardeşine ta'ziyette bulunan hiç bir mümin yoktur ki, Allah Sübhânehu Kıyamet günü Ona keramet el¬biselerinden bir takım elbise giydirmesin.»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadında Kays Ebû Ümâre vardır. Ibn-i Hibbân onu sikalar arasında zikretmiştir. Zehcb' de el-Kâşif'îe sıka o'.duğunu söylemiştir Buhârİ : Durumuna bakılmalıdır, demiştir. Kalan rûviler Müslim'in şartı üzerinedir

1602) Abdullah (bin Mo-'ud) (Rnılıyallnlıu <nı//)'t\vn n\âyet alilcii-ğine jföre: Kesûlulhdı (SalluUnhü Aleyhi vr Silleni) şöyle buyurdu, demiştir:
«Başına musibet gelen kimseye ta'ziyette bulunana musibet sahi¬binin sevabının misli vardır.-" [239]

İzahı

İlk hadib Zevâıd turündendir. T i r m ı z i E b u B e r z e (Radıyallâhü anh)'den buna yakın bir merfu' hadis rivayet etmiştir. O hadis şöyledir:
-Çocuğu ölen bir kadına ta'zi-yette bulunana Cennet'te kıymetli bir elbise giydirilir.»
Tuhfe yazarı bu hadîsin izahında Câmiü's-Sağîr şerhinde genç yaştaki kadına kocasından ve mahremi olan erkeklerden başkası ta'ziyette bulunamaz, denildiğini söylemiştir. T i r m i z i de : Bu hadis garibtir, isnadı kuvvetli değildir, demiştir.
İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z î de rivayet ederek garib olduğunu söylemiş ve Alî bin Âsim'-dan başka bir râviden merfu' olarak rivayet edildiğini bilmediklerini ifâde etmiştir.
Ta'ziyet: Başına bir musibet gelen kimseye sabır tavsiye etmek ve teselli vermektir. Meselâ: Allah senin ecrini yükseltsin, sana sa¬bır versin. Ta ki, Kur'an'da övülen sabırlılardan olasın, gibi sözler söylemektir.
Bu bâbtaki hadisler ve benzeri hadîsler, başına musibet gelene ta'ziyette bulunmanın meşruluğuna ve faziletine delâlet ederler. Ta'¬ziyet için söylenecek sözleri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir sınırla tahdit etmemiştir. Değişik sözlerle ta'ziyet edildiği riva¬yetleri vardır. Fıkıhçılar ta'ziyet için bâzı ifâdeler zikretmişlerdir. Bunlardan birkaç tanesinin mealini zikredelim :
1 - Bu musibetiniz dolayısıyla Allah size ecir versin. Musibe¬tinizde kaybettiğiniz nimetin yerine, Allah daha iyisini versin. Hepi¬miz Allah'ın mülküyüz, mahlûkuyuz. Ve hepimiz Ona dönücüleriz.
2 - Allah senin ecrini büyütsün, âkibetini güzel eylesin ve ölü¬ne mağfiret eylesin.
3 - Allah bu musibetin üzerine sana büyük ecir versin. Musi¬betine karşı iyi sabır versin. Senin âkibetini hayreylesin. Ölüne rah¬met ve mağfiret eylesin. Gittiği yeri terkettiği yerden daha hayırlı etsin. [240]

Ta'ziyet Zamanı Hususunda Alimlerin Görüşleri

Hanefîler, Mâlikîl er, Şâfiîler'in cumhuru ye A h m e d' e göre ta'ziyet definden önce ve definden sonra üç güne kadar müstehabtır. Daha sonra ta'ziyet mekruhtur. Çünkü ta'-ziyetten gaye, musibet sahibini teskin etmektir. Üç gün sonra ekse¬riyetle acı ve keder hızını kesmiş okur. Ta'ziyet, üzüntüyü yeniletir.
Âlimler, ta'ziyet edenin veya ta'ziyet edilenin hazır olmadığı za¬manı üç günlük süreden istisna etmişlerdir .Ne zaman hazır olursa, o zaman ta'ziyet işi yapılır, demişlerdir. Taberî: Hazır olma¬yan için geldiği andan itibaren üç günlük süre vardır. Hastalık ve ölüm haberini duymamak mazeretleri de hazır olmamak özürü gi¬bidir. Ş â f i î 1 e r' in bir kısmına göre ta'ziyet için sınırlı bir süre yoktur.
Âlimler, ta'ziyet için oturup beklemek hususunda ihtilâf etmiş¬lerdir. Âlimlerin bu husustaki görüşleri özetle şöyledir:
1 - Hanef iler'e göre erkeklerin mescidden başka bir yerde ta'ziyet için üç gün oturmaları caizdir. Kadınların oturması caiz değildir. Hanefîler' den bir cemaata göre ta'ziyeti için oturmak mekruhtur.
2 - Şâfiîler ile Hanbeliler'e göre gerek erkekle¬rin ve gerekse kadınların ta'ziyet için oturmaları mekruhtur. Makbul olanı,ölü yakınlarının işlerine gitmeleri ve onlara rastlıyanm, rast¬ladıkları yerde ta'ziyette bulunmalarıdır.
3 - Mâlikiler'e göre ta'ziyet için oturmak caizdir.Fakat kaç güne kadar oturulacağı hususunda bir bilgi edinilememiştir.
Yukarıdaki ihtilâf, oturulan yerde münker, yâni dînen yasak olan bir şeyin bulunmaması ve yapılmaması hâline mahsustur. Bu¬rada dîne aykırı bir şey yapıldığı takdirde oturmak ve ta'ziyet et¬mek haram olur. [241]

57 - Evlâdının Ölümü Musibetini Görenin Sevabı Hakkında Gelen Hadîsler Babı

1603) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
-Üç çocuğu ölen adam, Allah'ın andı yerini bulacak kadarlık sü¬re hâriç Cehennem ateşine girmez.»" [242]

İzahı

Buhâri, Müslim, Tirmizi ve Nesai de bunu rivayet etmişlerdir.
Bâzı rivayetlerde «Cehennem ateşine girmez.» cümlesi yerine «Ce¬hennem ateşi ona dokunmaz.» cümlesi bulunur
Hadisteki «...adam...» tâbirinden maksad, yalnız erkeklerin bu musibetten yararlanıp, kadınların yararlanmaması değildir. Hüküm umumidir. Nitekim Buhâri ve Tirmizî' nin rivayetlerin¬de bu kelime yerine: «Müslümanlardan her hangi bir kimse...» ifâ¬desi bulunur. Kadınların üzüntüsü daha çok ve kalbleri daha zayıf olduğuna göre erkekler mezkûr mükâfata kavuşurken kadınların mü¬kâfatının daha az olması düşünülmez.
Hadisin metnindeki: «Yeminin çözülmesi.» ifâde siyle;Vallahi) Sizden hiç kimse yoktur ki illâ Cehennem ateşine uğrayacaktır. Bu, Rab bin tarafından hüküm ve kaza buyurulmuş bir şeydir. [243] âyetinin hükmü olan, herkesin Cehennem'e uğraması kastedilmiştir.
Bu ve bunu takıp eden âyetler; bütün insanların kıyamet günün de Cehennemin müthiş manzarasını göreceklerini, muttaki olanla¬rın selâmete kavuşacaklarını ve zâlimlerin Cehennem'e atılacakları¬nı bildirir. Âyetteki uğrayış, geçerken yol uğrayışı şeklinde olabilir.
Tuhfe yazarının beyânına göre e 1 - C e z e r i en-Nihâye de şöyle demiştir : 'Hadisteki kasemden maksad, Allah Teâlâ'nın :kavlidir. Araplar bir işin az sürdüğünü ifâde etmek için : Şu iş yemin tahlili (— çözülmesi) kadar sürdü, der¬ler. Meselâ : Falan eve uğrayacağına yemin eden kişi, o yere en ha¬fif bir uğrayışla uğramakla yeminini çözmüş olur. Onun o kısa uğ-rayışına kasem tahlili veya tahillesi denilir. Hâl böyle olunca hadi¬sin mânâsı: Üç evlâdı ölen erkek veya kadının Cehennem'e girmesi, bir yeminin yerine getirilmesi kadar çok kısa sürer. Cehennem'e uğ¬ramak ile Cehennem'in üzerinden geçmek kastedilmiş olabilir.
El-Hâf iz, el-Fetih'te şöyle der : Cumhur; hadisteki «Tahille-tü'1-kasem» ile mezkûr âyet kastedilmiş, demiştir. H a t t â b i de : Hadisin mânâsı şudur: Üç çocuğu ölen kimse, ta'zib edilmek için Ce¬hennem'e girmiyecek. Cehennem'in üstünden geçmek suretiyle Ce¬hennem'e girmiş olacaktır. Bu geçiş süresi de, bir adamın yeminini çözeceği süre kadar kısa olacak, daha uzun olmıyacaktır, demiştir.'
Tuhfe yazarının belirttiğine göre hadiste va'dedilen mükâfat, sab¬reden kadın ve erkeğe mahsustur. Çocukların ölümü dolayısıyla sab-retmeyip niyâhat eden veya yakasını yırtmak, yüzünü, dizini döv¬mek ve saçını yolmak gibi yasaklanan hareketleri işleyene bu sevab yoktur.
Şu hususu da belirtelim : Hadisteki müjde, çocuklarının sağlığı konusunda gerekli tedbirleri aldıkları, hayatı üstünde titredikleri hal¬de çocuklarını kurtaramayan baba ve anneye mahsustur. Bu itibar¬la çocuklarının sağlığına önem vermiyerek ölümlerine sebebiyet ve¬renler veya seyirci kalanlar, mükâfat almıyacaklan gibi âhiret günü mes'ul olacaklardır.

1604) Utbe bin Abd es-Sülenıî [244] (Radıyallâhü anft)'<\çn rivayet edildiğine göre; Hen. Resûlullah (SalUıllahü Aleyhi vr Setfem/den şöyle buyu¬rurken işittim, demiştir :
«Günah işleme çağma ulaşmayan üç çocuğu ölen hiç bir müslü-man yoktur ki, o çocuklar onu Cennet'in sekiz kapısından karşılama¬sınlar. O, bu kapılardan dilediğinden Cennet'e girer.»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadında Şurahbil bin Şuf'a bulu¬nur, tbn-i Hibbân, onu sikalar arasında zikretmiştir. Ebû Dâvûd : Şurahbil ve Cerîr sikadırlar, demiştir. Kalan râviler, Buhârî'nin şartı üzerine sened adamları¬dırlar.

1605) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)yden rivayet edildiğine göre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Henüz günah işleme çağına gelmiyen üç çocuğu ölen müslüman her hangi bir baba ve anne yoktur ki, Allah Teâlâ o çocuklara olan rahmetinin fadlı ile hepisini Cennet'e dâhil etmez.»" [245]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Cenazeler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Cenazeler Bölümü   Cenazeler Bölümü Icon_minitimeC.tesi Şub. 06, 2010 7:30 pm

İzahı

Utbe (Radıyallâhü anh)'ın hadisi Zevâid türündendir. Enes (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Buhâri ve Nesai de rivayet etmişlerdir.
Hıns: Günah demektir. Burada erginlik çağı kastedilmiştir.
Bu hadisler, erginlik çağma varmadan üç çocuğu ölen baba ve annenin Allah'ın çocuklara olan fazla rahmet ve keremiyle doğru¬dan doğruya yâni azâb çekmeden Cennet'e gireceklerine delâlet edi¬yor. Ancak baba ve annenin müslüman olması şartı koşulmuştur. Bir de bundan önceki hadisin izahında belirttiğim gibi evlâd acısına ta¬hammül ederek sabretmeleri, niyâhat ve benzeri yasak hareketler¬de bulunmamaları Şarttır.
Sindi şöyle der: Hadisin zahirine göre bu ikram, evlâdı kü¬çük yaşta ölen baba ve anneye mahsustur. Bâzıları: Bu mükâfat, ba¬ba ve annesine yük durumunda olan küçük yaştaki çocuklar için var¬ken, büyüyüp baba ve annesi ile beraber çalışacak ve onlara hizmet edecek yaşa gelmiş evlât için olmaz mı? demişler ise de; Ben derim ki: Hadîsin : -Çocuklar babasını (veya annesini) Cennet'in kapısından karşılarlar.» cümlesi, bu söze mânidir. Çünkü bu cümle, çocukların Cennetlik olduklarına delâlet ediyor. Halbuki erginlik çağını aşmış olan evlâdın müslüman olması ve Cen¬netlik olması kesin değildir. Bu kesin değil iken Onun babasını ve¬ya annesini Cennet'in sekiz kapısından karşılaması kesin olur mu? Keza hadisin: «Allah Teâlâ, çocuklara olan rahmetinin fadlı ile...» ifâdesi buna mânidir. Çünkü büyük yaşta ölen evlâdın ilâhî rah¬mete kavuşması kesin değil ki, Allah Ona olan üstün rahmeti ile babasına rahmet eylesin. Evet, müslüman kişinin yakınlarının ölü¬müne karşı sabretmesi sayesinde Cennetlik olduğuna dâir hadîsler vardır. Bu hadîslerde ölen yakının büyük veya küçük olması kaydı yoktur.

1606) Abdullah bin Mes'ud (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:
«Kim, günah işleme çağına henüz gelmemiş olan üç çocuğu ken¬disinden önce ölür (de sabreder) se o çocuklar, onun için Cehennem ateşinden koruyucu kale (perde) olurlar.» Bunun üzerine Ebû Zerr (Radıyallâhü anh) iki çocuğu gönderdim, dedi. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«İki çocuk da» buyurdu. Bunun üzerine Kur'an okuyucularının büyüğü Übeyy bin Ka'b (Radıyallâhü anh) :
Ben bir çocuk gönderdim, dedi. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :-Bir çocuk da» buyurdu." [246]

İzahı

Tirmizi de bu hadisi rivayet etmiştir.Tirmizi' nin ri vayetinde hadisin sonunda şu ilâve vardır:
«Lâkin bu mükâfat ancak mu¬sibetin ilk darbesi anında sabretmekle hâsı) olur.»
Hadis, erginlik çağına henüz varmamış olan üç çocuğu ölen bir baba veya anne, çocuklarının ölümleri musibetinin ilk darbesinde sabrettikleri takdirde bu çocukların kendisini Cehennem ateşinden bir kale gibi koruyacaklarını müjdeliyor. Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem) bu hadisi buyururken E b û Z e r r (Radıyallâhü anh) küçük yaşta iki çocuğunun öldüğünü haber vererek bunun se¬vabını öğrenmek istemiş, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki çocuğu ölenin de bu mükâfata kavuşacağını bildirmiştir. Bu defa Übeyy bin Ka'b (Radıyallâhü anh) bir çocuğunun öldü¬ğünü bildirmiş, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir çocu ğu ölene de bu mükâfatın verileceğini belirtmiştir. Ti rm izi1 nin yukarıdaki ilâvesinde belirtildiği gibi bu sevaba erişebilmek için ço cuklarının ölüm musibetinin ilk darbesinde sabretmek şartı mevcut¬tur. Hadîste Übeyy bin Ka'b (Radıyallâhü anh) için; "Kur'an okuyucularının büyüğü'1 vasfı verilmiştir. Çünkü Peygam-
ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); «En iyi okuyanınız Übeyy'dir,» buyurmuştur.Bu bâbta rivayet edilen hadisler, Müslümanların küçük yaşta ölen çocuklarının Cennetlik olduklarına delâlet ediyorlar. Bu husus¬ta icma1 vardır.
Müşriklerin küçük yaşta ölen çocuklarına gelince; bunlar hak¬kında ihtilâf vardır:
Ebû Hanife bunların Cennetlik veya Cehennemlik olduk¬larına hükme t mey ip, bu hususta bir şey söylememeyi seçmiştir. îbnü'l'Mübârek, Ammâr ve îshak bin Raha-v e y h ' in mezhebleri de bu'dur.
Nevevi : Sahih olanı, bunların Cennetlik olmalarıdır, de¬miştir.
Bunların Cennet ehlinin hizmetçisi oldukları hakkında rivayet vardır.
Celâleddi n-i Devvâni ise, bunların Cehennemlik olduklarını söylemiştir. [247]

58 - Sıkt (= Düşük Çocuk) Musibeti Başına (Gelen Hakkındaki Hadisler Babı

l607) Kbû Hüreyrt* (Radıyullâhü anh)\\ç\\ rivayet edildiğine yöre: Resûlullah (Suilalhıhü Mty/ıİ vr Stiİrm) şöyle buyurdu, demiştir:
«Önümde göndereceğim bir düşük çocuk, arkamda bırakacağım bir atlıdan şüphesiz bana daha sevimlidir.»"
Zevâid'de şöyle denilmiştir : Ben derim ki : Râvi Yezid'in Ebü Hürsyre (R.A.)'e yetişmediğini el-Müzzi, Tehzib'te ve Etrafta söylemiştir. Diğer râvi olan Yezid bin AbdülmeHk'i İbn-i Sa'd sıka saymış ise de Ahmed, İbn-i Muin ve halef, onu zayıf saymışlardır.

1608) Ali Bin Ebi Tâlib (Rtuiıva/ltİhii unh)\Wn rivayet edildiğine : Resûlullah (SnUallakü Alrvhi Srihm) ^iiyle buyurdu, demiştir.
«Allah Sıkt (düşük çocuk) un baba ve annesini cehennem ateşi¬ne sokacağı zaman, sıkt şüphesiz Rabbiyle cidden münâkaşa ve mü¬câdele eder (cidden onlar için şefaat eder.) Nihayet denilir ki: Ey Rabbiyle münâkaşa ve mücâdele eden sıkt! Babanı ve anneni Cen¬net'e dâhil et. Bunun üzerine sıkt, serer (ebenin çocuğun göbeğinden kestiği parça) ile onları çekerek Cennet'e dâhil eder.»"
Ebû Alî: cümlesinin mânâsı: «Sıkt Rabbine kızar.»dır, demiştir.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı zayıftır. Çünkü âlimler, râvi Mendel bin Ali'nin zayıflığı üzerinde ittifak etmişlerdir.

1609) Muâz bin Cebel (Radıyailâhü anh)\\en rivayet edildiğine gö¬re: Peygamber (Sallgllahü Aleyhi ve Scîlem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Nefsim, kudret elinde olan (Allah)a yemin ederim ki, sıkt'ın annesi ecir talebiyle düşük çocuğun musibetine sabrettiği zaman; şüphesiz sıkt, annesini kendi sereriyle Cennet'e çeker (götürür.)»"
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Yahya bin Ubeydillah bin Mevhîb bulunur. Âlimler, onun zayıflığı üzerinde ittifak etmişlerdir. [248]

İzahı

Bu bâbta rivayet edilen hadîsler Zevâid türündendirler.
Sıkt: Düşük çocuk, demektir. Asgarî doğum süresi olan altı ayı doldurmadan doğan çocuğa sıkt denilir. Hadîs, bu durumda doğan çocukların baba ve annelerinin başlarına gelen bu musibete sabret¬tikleri takdirde sıkt'ın onlara şefaatçi olacağını bildiriyor.
Serer: Doğumdan sonra ebenin göbekten kestiği parçadır. Mürağama : Mücâdele ve münâkaşa demektir. Ebû Alî' nin beyânına göre çekişme ve kızışma denir. Sıkt'ın Allah ile çekişmesi,kızışması ve mücâdele etmesinden maksad, baba ve annesinin cehen¬nemden kurtarılarak cennetlik olmaları için Allah katında İsrarla şefaat etmesidir.
Sıkt'ın baba ve annesini göbeğinden kesilen parça ile çekip gö¬türmesi mecâzîdL1. Manevî bir bağ ile aralarında kurulacak irtibat¬la ve sıkt'ın öncülüğünde baba ve annesinin cennete götürülmesi kastedilmiş olabilir. Veyahut Allah Teâlâ, serere başka bir şekil ve¬rir ve yeni şekil alacak serer ile sıkt, baba ve annesini Cennet'e gö tiîrür. [249]

59 - Ölünün Ev Halkına Gönderilen Yemek Hakkında Gelen Hadisler Babı

1610) Abdullah bin Ca'fer bin Ebî Tâlib [250] (Radtyallâhü anhü-mâ)'dan; Şöyle demiştir:
Câ'fer (bin Ebî Tâlib) (Radıyailâhü anh)'ın şehâdet haberi ge¬lince Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
«Câ'fer'in ev halkı için yemek yapınız. Çünkü onları meşgul eden bir şey onların başına gelmiştir.»"

1611)Esma' hinti I'ıım'vs [251] (kudıvuHâhii tinfıâ)'(\;ın; Şöyle de¬niştir :
Ca'fer-(bin Ebî Tâlib) (Radıyallâhü anh) şehid edilince Resûlul lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendi ev halkının yanma döndü ve :
-Ca'fer'in ev halkı, ölülerinin durumu ile cidden meşguldürler. Bunun için onlara yemek yapınız.» buyurdu."
Abdullah demiştir ki: Ölünün ev halkına yemek yapmak hadîs emri oluncaya kadar devam edegelen bir âdet idi. Sonra terkedildi.Sindi şöyle demiştir : Bunun senedinde ümmü Isâ bulunur. Bu kadın meçhuldür. İsmi anılmamıştır. Râvi Ümmü Avn da böyledir. [252]

İzahı

Abdullah (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Şafiî, A h -med, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesaî ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. Tirmizi, hadisin hasen olduğunu; İ h n üs S e k ü n de sahih olduğunu söylemiştir.
Esma' (Radıyallâhü anhâJ'nin hadisi Zevâid türünden olup, Ahmed ve Tabarâni tarafından rivayet edilmiştir.
Ebû T â 1 i b ' in oğlu ve Uz. Ali (Radıyallâhü anh) in kardeşi C a'f o r (Radıyallâhü anh) M u t e savaşında hicre¬tin 8. yılı Abdullah bin Ravûha ve Zeyd bin Harise (Radıyallâhü anhümâ) ile beraber şehid edilince bir mıı-cize olarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Medine ' de ynı anda durumu sahâbîlere duyurmuştur. Bu hadisi de o sırada emretmiştir.
Hadîs; ölünün ev halkının ölüm üzüntüsü ile meşgul oldukları için onlara yemek yapılmasının matlub olduğuna delâlet ediyor. Dört mezhebin bu husustaki görüşlerini el-Menhel'den özetliyerek buraya alıyorum :
1 - Hanefi Fıkıh kitaplarından Fethü'I-Kadir'de : Ölünün ev halkı komşularının ve ölünün uzak akrabalarının; ölünün ev hal¬kı için bir gün ve bir gece yetecek kadar yemek hazırlamaları müs-tehaptır. (Bu arada bu hadis zikredilmiştir.) Ölünün ev halkının zi¬yafet vermeleri mekruhtur. Çünkü ziyafet, sevinç hâlinde meşrudur. Bu gibi hallerde meşru değildir, çirkin bir bid'attır. Buna delil,C e -r i r (Radıyallâhü anh)'in (1612 nolu) hadîsidir, denilmiştir.
2 - Mâlikîler'e göre ölünün ev halkına yemek hediye etmek mendubtur. Çünkü yemek yapmakla meşgul olamazlar. An¬cak ölünün ev halkı yüksek sesle ağlamak veya çirkin bir söz söyle¬mekle meşgul olurlarsa onlara yemek göndermek haramdır. Çün¬kü sürdürdükleri haram hareketlerine yardım edilmiş olur.
3 - Şâfiiler'e göre ölünün ev halkının komşuları ve ak-rablarmın onlara bir gün ve bir gece yetecek kadar yemek yapma¬ları ve yemek yemeleri için onlara İsrar etmeleri müstehabtır. Niyâ-hat edenlere yemek yapmak haramdır. Çünkü günah işlemeye yar¬dım etmektir. Ölünün ev halkının yemek yapıp, halkı yemeğe çağır¬maları mekruhtur. Bunların delili de Cerir (Radıyallâhü anh)'in 1612 nolu hadisidir.Şâfii1er' den Zekeriyya el-Ensâ-r i : Cerir (Radıyallâhü anh)'in hadîsi kerahetin ötesinde ha-ramlığa delâlet eder, demiştir.
4 - Hanbelîler'e göre üç güne kadar ölünün ev halkı¬na yemek yapıp göndermek sünnettir. Onların yanında toplanan halk için yemek yapılmaz. Hattâ mekruhtur. Çünkü halkın orada toplan¬ması mekruhtur. Onlara yemek yedirmek, mekruh bir işe yardımcı olmak demektir.Ahmed: Toplanan halka yemek yapmak câ-hiliyyet devrinin işidir, demiş ve şiddetle buna karşı çıkmıştır. [253]

Hadîslerin Fıkıh Yönü

Ölünün ev halkına ziyadesiyle şefkat etmek ve onlara yemek yap¬mak meşru ve matlubtur. [254]

60 - Ölünün Ev Halkının Yanında Toplanmaktan Ve (Ölünün Ev Halkı Tarafından) Toplanan Halka Yemek Yapmaktan Nehîy Hakkında Gelen Hadîs Bâki

1612) Cerîr bin Abdillah el-Iîeceli (Rudıyallâhü anh)'den, Şöyle de¬miştir :
Biz ölünün ev halkının yanında toplanmayı ve onların (toplanan lar için) yemek yapmalarını niyâhattan (bir çeşit) görürdük.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahihtir. İlk tarîkin râvi-leri, Buhârî'nin şartı üzerinedirler. îkinci tarîkin râvileri, Müslim'in şartı üzerine-dirler. [255]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîsi A h m e d de rivayet etmiş¬tir. Bu hadîs, ölünün ev halkının yanında halkın toplanmasını ve top¬lanan halk için ev halkının yemek yapmasının yasaklığına delâlet ediyor. Âlimler bu yasağı kerahet mânâsına yorumlamışlardır. An¬cak bundan önceki hadîsler bölümünde anlattığım gibi Zekeriy-ya el-Ensâri; Bu hadisin zahirine göre ev halkının yemek yapması haramdır, demiştir.
Âlimlerin bu husustaki görüşlerini bundan önceki bâbta zikret¬miştik. El-Menhel yazarı şöyle der: Ta'ziyet için gelenlere ölünün ev halkının yemek yapmasının caiz olmaması, buna ihtiyaç ve zaru¬ret olmaması şartına bağlıdır İhtiyaç ve zaruret olduğunda meşelâ ta'ziyet için uzak bir yerden bir adam gelip, geceleyin orada yat mak ihtiyacını duyarsa, ona yemek yapmak caizdir. Ancak yetim¬lerin malından ona yemek yedirilemez. Eğer Ölünün malı yetimlere kalırsa, uzak yerden gelenleri ağırlamak, köy halkına aittir. [256]

61 - Gurbette Ölen Kimse Hakkında Gelen (Hadîsler) Babı

1613) İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'dan rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallal-lahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir : «Gurbet ölümü şehidliktir.»
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu isnadda el-Hüzeyl bin el-Hakem bulu¬nur. Buharı Onun hadîsinin münker olduğunu, İbn-i Adiyy Onun hadisinin doğru olmadığını. İbn-i Hibbân da Onun hadisini cidden münker olduğunu söylemişlerdir. İbn-i Muin de : Bu hadîs münker olup bir şey değildir. Ben el-Hüzeyl'den hadîs yazmışımdır. Onun hadîsinde beis yoktur, demiştir. [257]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîsi Dârekutni, İbn-i Ömer {Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir. Oradaki rivaye¬tin senedinde el-Hüzeyl A b d ülaziz1 den. Oda N â f i' -den, O da İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir.
S i n d î şöyle demiştir : Suyûti; İbnü'l-Cevzî bu hadîsi başka bir yoldan A b d ü 1 a z i z * den rivayetle mevzu' hadîsler arasında zikretmiş ise de bunda isabet etmemiştir. Ben, el-Leâli'İ-Maslûa'da bu hadis için çok tarîk sevketmişimdir, demiştir. El-Hâf iz İbn-i Hâcer'de et-Tercîh'te : İ b n - i M â -c e h ' in senedi zayıftır. Çünkü e 1 Hüzey1' in hadîsi mün-kerdir, demiştir. Dârekutni'de el-İle]'de el-Hüzeyl' den dolayı seneddeki ihtilâfı zikretmiş ve e 1 - H ü z e y I ' in Abdül-a z i z aracılığıyla N â f i ' den ve N â f i ' in de İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den olan senedin sahih olduğunu anlatmıştır.
Hadîs : Gurbet diyarında Ölen bir mü'minin âhiret sevabı açı sından şehid olduğuna delâlet ediyor.

1614) Abdullah bin Amr (Raâtyalıâhü anfmmâ)'di\n; Şöyle demiştir:
Medine doğumlulardan bir adam Medine'de vefat etti. Peygam¬ber fSallallahü Aleyhi ve Sellem) onun cenaze namazını kıldırdık¬tan sonra :
— «Keşke doğduğu yerden başka bir yerde ölseydi.» buyurdu. Cemaattan bir adam :
— Niye yâ Resülallah! dedi. Efendimiz:
— «Şüphesiz adam doğduğu yerden başka bir yerde öldüğü za¬man cennette onun için, doğduğu yerden ecelinin kesildiği yere ka dar bîr mesafe ölçülür.» buyurdu." [258]

İzahı

Nesai de bunu rivayet etmiştir. Hadîs, gurbet diyarında öl¬menin faziletine delâlet eder. Hadisin zahirine göre gurbette ölen adama, Öldüğü yer ile memleketi arasındaki mesafe kadar cennet te yer verilir. Bu yer, gurbette öldüğü için verilir. Başka iyiliklerden dolayı fazla yer verilmesine bu hadîs mâni değildir. Sindi' nin beyânına göre bâzı âlimler: Bu hadîs, gurbette ölen kimsenin kab¬rinin bu kadar genişletileceğine dâirdir, demişler ise de hadîs bu mâ¬nâya pek delâlet etmez.
Medîne ' de ölmenin fazileti hakkında hadisler varken Medîne' de ölen adam için Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem) 'in :
«Keşke doğduğu yerden başka bir yerde ölseydi.» temennisinden maksad, M e d i n e ' de ölmemesini dilemek değildir. S i n d i' -nin dediği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in maksa¬dı şu olabilir: Keşke bu adam M e d î n e ' ye hicret etmiş bir yabancı olsaydı. Veya buna benzer bir temenni olabilir. Zâten ha¬dîsteki ifâdeye dikkat edilirse gayenin; Medine' den başka bir yerde ölmesi değil, doğduğu yerden başka bir yerde ölmek temenni¬si olduğu görülür. [259]

62 - Hasta İken Ölen Kimse Hakkında Gelen Hadisler Babı

1615) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü awA>'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Hasta iken ölen bir kimse, (âhiret sevabı bakımından) şehid ola¬rak Ölmüş olur. Kabir fitnesinden korunur. Sabah, akşam cennetten nzıklandırıhr.»"
Not: Zevâid yazarı şöyle demiştir : Mâlik, Yahya bin Saîd, el-Kattan ve İbn-i Muin bu seneddeki râvi İbrahim bin Muhammedi tekzib etmişlerdir. [260]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadisin isnadı zayıftır. Sindi: Bu hadis sahih olduğu takdirde ishal ve siroz hastalığı gibi özel bir has-talığa yorumlamak gerekir, demiştir. Çünkü bâzı hastalıklarla ölen kimselerin âhiret sevabı bakımından şehid gibi olduklarına dâir ha¬disler vardır. Müellifin 2804 nolu hadisinde şehid hükmünde olanlar¬dan birisi de karın hastalığı ile ölen kimsedir. Yâni ishal veya kar¬nında su birikmesi hastalığı ile ölenler şehid hükmündedir. Eğer bu hadis sahih ise; bundan maksad, bu nevi hastalıklardır. Yoksa her hangi bir hastalıkla ölen kimsenin şehid hükmünde olduğu kas-tedilmemiştir. Sindi' nin beyânına göre hadisteki kabir fitne¬sinden maksad, meleklerin sorularıdır. Çünkü bu sorular, bir nevi imtihandır. Fitne kelimesinin asıl mânâsı imtihandır.
Sindi, bu hadisin isnadı hakkında aşağıdaki bilgiyi vermiştir:
Suyuti: İbnü'1-Ce vzi bu hadîsi mevzu' hadîsler ara¬sında zikrederek nedeninin de râvi İbrahim bin Muham-med bin Ebî Yahya el-Eslemi olduğunu belirtmiş¬tir. Çünkü bu râvi terkedilmiş bir kimsedir. Ahmed bin Hanbe1 demiştir ki: Hadisin asli; «Düşmana karşı nöbet beklerken ölen bir kimse...» dır. Dârekutni' nin İbra¬him bin Ebi Yahya1 dan senedle naklettiğine göre î b -rahim şöyle demiştir: Ben, îbn-i Cüreyc'e; hadisini anlattım. Fakat kendisi benden; hadisini rivâyet etti. Halbuki ben Ona böyle hadis rivayetinde bulunamadım, demiştir.
Zevâid'de şöyle denilmiştir: Ben derim ki: Ebü'l-Hasan ed-Dârekutni şöyle demiştir: Bize Muhammed tah¬dis etti, Dedi ki : Bize Ahmed bin Âlî tahdis etti. O da dedi ki: Bize îbn-i Ebi Sekine el-Halebî tahdis etti ve dedi ki: Ben İbrahim bin Ebî Yahya' dan işit¬tim. Dedi ki: Allah, benim ile Mâlik arasında hükmedecektir. Mâlik beni Kaderiyye mezhebine mensub olarak isimlen¬dirmiştir. İbn-i Cüreyc'e gelince; Ben Ona Musa bin V e r d â n' dan tahdis ettim. Dedim ki: M û s â' mn İbra-h i m' den, Onun da Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den
rivayet ettiğine göre Düşmana karşı nöbet beklerken ölen kimse (âluret sevabı bakımından) şehid olarak ölmüş olur." buyurulmuştur. Fakat İbn-i Cüreyc beni annem ta¬rafımdan dedeme nisbet ederek benden, «Hasta iken ölen kimse şehid olarak ölmüş olur.» hadisini rivayet etti. Halbuki ben Ona böyle hadiste bulunmadım.
Zevâid y-Az.ni), yukarıdaki nakilleri yaptıktan sonra şöyle der: Bu hadisin isnadında bulunan İbrahim bin Muhammed'i Mâlik, Yahya bin Said el-Kattan ve îbn-i Muin yalanlamışlardır. İmam Ahmed bin Hanbel de: O, kadercidir. Mu'tezilİ'dir, cehmî'dir, her belâ onda vardır, de¬ Buhâri de O, cehmî'dir. İbnü'l-Mübârek ve herkes Onu terketmiştir. [261]

63 - Ölünün Kemiklerini Kırmaktan Nehiy Hakkında Bir Bâb

1616) Âişe (Radtyallâhü anhâyâan rivayet edildiğine göre; Peygam¬ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«ölünün kemiğini kırmak, diri iken kemiğini kırmak gibidir. [262]

İzahı

Ahmed, Ebû Dâvûd ve Beyhakî de bunu riva¬yet etmişlerdir. El-Menhel yazan, bu hadîsin izahında şöyle der : Ha¬dîsten maksad; kişinin hayatta iken eziyet duyduğu şeylerden ölü iken de eziyet duyduğunu beyan etmektir. Şu halde diri iken ona ihanet edilmediği gibi. Ölü iken de ihanet edemez. Nitekim İ b n - i E b i Ş e y b e ' nin tahriç ettiğine göre tbn-i M e s ' u d (Radıyal-lâhü anh) :
'Mü mine ölü iken eziyet etmek hayatta iken eziyet etmek gibi¬dir" demiştir. İbn-i Hacer de: Bu duruma göre dirinin lez¬zet duyduğu şeylerden ölü de lezzet duyar, demiştir.
Hadisten maksad, dirinin kemiğini kırmak haram olduğu gibi ölü¬nün kemiğini kırmak 4a haramdır.
Suyu ti, Ebû Dâvûd1 un haşiyesinde bu hadisin se¬bebini şöyle zikreder : C â b i r (Radıyallâhü anh)'den rivayet edil¬diğine göre şöyle demiştir: "Biz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem) ile beraber, bir cenazeye çıktık. Peygamber {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabrin kenarında oturdu. Biz de beraberinde oturduk. Me¬zar kazıcısı toprak altından bir bacak veya kol kemiğini çıkardı. Onu kırmak istedi. Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)
«Onu kırma! Senin onu ölü iken kırman, onu diri iken kırman gibidir. Lâkin onu kabrin kenarında toprağa göm.» buyurdu." [263]

Hadisin Fıkıh Yönü

1 - Kabir kazıcısı kazarken çıkacak ölülerin kemiklerini koru¬malı, kırmamah ve toprağa gömmelidir. Ehl-i kitabın kemikleri de bu hükme tâbidir.
2 - İnsana diri iken de, ölü iken de saygı gösterilmelidir.
3 - Dirinin eziyet duyduğu şeylerden ölü de eziyet duyar.

1617) Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ)'dan rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur :
«Günah hususunda ölünün kemiğini kırmak, dirinin kemiğini kır¬mak gibidir.Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadında Abdullah bin Ziy&d bu¬lunur. Bu adam meçhuldür. Bunun terkedilmişlerden olan Abdullah bin Ziyâd bin Sem'an el-Medenl olduğu'umulur. [264]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Cenazeler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Cenazeler Bölümü   Cenazeler Bölümü Icon_minitimeC.tesi Şub. 06, 2010 7:31 pm

64 - Resûlullah (Sallallahü Aleyhi Ve Sellem) İn (Son) Hastalığının Anlatılması Hakkında Gelen Hadîsler Babı

Bilindiği gibi Veda haccında inen M â i d e sûresinin üçüncü âyetiyle İslâm dininin kemâle erdiği bildirilmişti. Gerek bu âyet ge¬rekse N a s r sûresinin inişi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'in vefatı zamanının yaklaşmış olduğuna birer işaret idi. 1621 nolu hadîste ifâde edildiği gibi her yıl Ramazan ayında C i b -r i (Aleyhisselâm), Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemVe ge¬lerek bir defa Kur1 an mukabelesi edilirken bu yıl iki defa muka¬bele okunması da Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatı¬nın yaklaştığına bir işaretti. Yine her yıl Ramazan ayında Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 10 gün itikafta kalırken bu yıl yirmi gün itikafta kalmıştı. Zâten Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) meşhur Veda haccı hutbesinde vefatı zamanının yaklaş¬tığını cemaata hissettirmişti. M e d î n e' ye dönüşünde U h u d şehidlerini ziyaret ederek onların cenaze namazını kılmış veya on¬lara dua etmişti. Son hastalığından bir gün önce Baki1 mezar¬lığına gidip orada defnedilmiş mü'minler için istiğfar etmişti. Efendi¬miz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) âdeta dirilere ve ölülere veda edi¬yordu.
Baki' mezarlığından döndüğü gece M e y m û n e (Radı-yallâhü anhâ)'nin odasında idi. Ve o gece hastalandı. Vâki di1-nin anlattığına göre hastalığı Zeyneb b int-i Cahş (Ra-dıyallâhü anhâ)'nin odasında şiddetlendi.
Hadis ve Siyer âlimleri Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'in hastalığının başlangıcı, süresi ve vefat târihi hususunda mü-teaddid rivayetler nakletmelerdir. Bu rivayetleri buraya özelle nak iedelim :
Ahmüd bin Hanbelin  ı ^u (KadıyaJlâlıu anhâ)' don olan rivayetine göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir Pazartesi günü vefat edip Çarşam ba günü def-nedilmiştir.
U r v e (Kadıyallâhü aııhJ'den olan rivayete göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Rebiü'1-Ev vel ayının ilk gü¬nüne rastlayan Pazartesi günü öğleden sonra güneş batmaya yöneldiği sırada vefat etmiştir.
V a k i d I' nin Ebû M a ' ş e r ' den rivayet ettiğine göre hicretin 11. yılı S a f e r ayının 19. Çarşamba günü Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in hastalığı şiddetlenmiş, has¬talığı 13 gün sürmüş ve Rebiülevvel'in Pazartesi'ye rastlayan ikinci günü vefat etmiştir. Eğer S a f e r ayı 30 gün çekmiş ise, hastalığı 13 gün sürdüğüne göre vefatın, Rebiüle v-v e 1' in 1. gününe rastlaması gerekir. Rivayetleri inceleyenler, ve¬fatın ayın ilk gününe rastladığını bildiren rivayeti kuvvetli bulmuş¬lardır.
M ü s 1 i m ' in  i ş e (HacuyaJâJıü anhâ) dan olan rivayetine göre hastalık M e y m û n e (Radıyallâhü anhâ)'nin odasında başlamış, sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in muhte¬rem eşlerinin muvâfakatıyla  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'nin odası¬na götürülmüştür.
Hastalığın S a f e r' in 23'inci günü başladığı ve Rebİ ü I-evvel'in 12. Pazartesi günü vefatın vuku' bulduğu V â -k i d i' de rivayet edilmiştir.* Fakat bu rivayetler, ilk rivayet kadar kuvvetli görülmemiştir.
Hulâsa, kuvvetli rivayete göre Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hicretin 11. yılı S a f e r ayının 19. günü M e y m û n e (Radıyallâhü anhâ)'nin odasında hastalanmış, beş gün sonra Pazartesi günü Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin odasına geçmiş, 8 gün de burada yatmıştır. Rebiülevvel ayının Pazartesiye rastlayan birinci günü öğleden sonra ve güneş batmadan önce vefat etmiş, Çarşamba günü defnedilmiştir.

1618) Ubeydullah bin Abdillah (bin Utbe bin Mes'ud) (Radtyullâhü anhümâ) [265]'dan; Şöyle demiştir:
Ben, Âişe (Radıyallâhü anhâ)'ya:
Ey annem! Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in hastalı ğım bana anlatıver, diye dilekte bulundum. Dedi ki i Efendimiz has¬talandı, hastalığında üflemeye başladı. Biz Onun üfleyişini kuru üzüm yiyicisinin üfleyişine benzetiyorduk. O, sırayla eşlerinin odalarında dolaşıyordu. Hastalığı ağır lası nca Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin oda¬sında olması ve eşlerinin sırayla onun yanında kalmaları için eşle¬rinden müsâade istedi.
Âişe (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki: (Eşleri izin verince) Resü lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) iki adam arasında ve ayakları yerde sürüne sürüne benim odama girdi. O iki adamın birisi Abbâs {Radıyallâhü anh) idi.
Ubeydullah (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Ben, Âişe (RadıyaJ lâhü anhâ) nin bu hadîsini İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'ya an¬lattım. İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) : Âişe (Radıyallâhü an¬hâ) nin, ismini belirtmediği adamın kim olduğunu biliyor musun? O, Alî bin Ebî Tâlib (Radıyallâhü anh) dır, dedi."

16l9) Aişe (Radıyullâhü anhâ)'&dv\; Şöyle demiştir: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (şeytanlardan ve has¬talıklardan) şu kelimelerle Allah'a sığınırdı:
— -Ey insanların Rabbi! Şu hastanın hastalığım gider ve şifâ buyur. Ancak sen şifâ verirsin. Senin şifandan başka hiç bir şifâ yoktur. (Bu hastaya) öyle bir şifâ ver ki, O şifâ hiç bir hastalığın izini bırakmıyacak.» Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ve¬fat ettiği hastalığında ağırlaşınca Onun elini tuttum. Ve bu kelime¬leri okuyup, Onun mübarek vücûduna elimi sürmeye başladım. Son¬ra elini benim elimden çekip çıkardı. Daha sonra:
-Allah'ım bana mağfiret eyle ve beni refik i a'lâ'ya eriştir.» buyurdu.
Âişe (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den işittiğim son sözü bu idi." [266]

İzahı

B u h â r i de bu iki hadîsi rivayet etmiştir.
İlk hadîste Peygamber (Sallajlahü Aleyhi ve Sellem)'in hasta lığındaki üflemesi, kuru üzüm yiyenin üflemesine benzetilmiştir. Sindi: Yâni çekirdekli kuru üzüm yiyen kişinin, çekirdeği ağ¬zından atarken üflemesine benzetilmiş, diyor.
Miftâhü'1-Hâce yazarı da : Kuru üzüm yiyen kişinin, kuru üzü¬mün üstündeki hafif tozu ve toprağı gidermek için hafifçe üflediği gibi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hastalığın ve zayıflı¬ğın şiddetinden dolayı mübarek vücûduna üflerdi, diyor. Bu arada Sindi' nin yukarıdaki benzetme şeklini de tekrarlıyor.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sağlığında muhterem eşlerinin odalarında sırayla gecelerdi. Son hastalığının ilk günlerin¬de nöbet işini aynen tatbik ettiği; ağırlaşınca bütün eşlerinin muvâ-fakatıyla Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin odasında devamlı kal¬dığı ve eşlerinin sırayla Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin odasında Onun yanında kaldıkları, bu hadîsten anlaşılıyor.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ağırlaştığında Abbâs (Radıyallâhü anh) ile Alî bin Ebî Tâlib (Radıyal¬lâhü anh) Onun koltuklarına girmişler ve kendisi onlara dayanarak Âişe (Radıyallâhü anhâ)'nin odasına götürülmüş; hastalık nede¬niyle ayakta tutunamadığı için mübarek ayaklan yerde çizgi çizer-cesine sürtüne sürtüne götürülmüştür.
İkinci hadiste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selıem) : «Al¬lah'ım! Bana mağfiret eyle. Ve heni refiki a'lâ'ya eriştir.» buyur muştur.
Refiki a'ladan kasdedilen mânâ hususunda müteaddit beyanlar vardır.
İbni İshak ve Cevheri'ye göre -Refiki A'lâ» Cen net'tir. Hattâbi: «Refik-i A'lâ- Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek ruhu, yüksek makamlara yükselirken kendi sine refakat eden meleklerdir, demiştir.
Sarih K i r m â n î : Refik-i A'lâ, Nisa sûresi âyetinde : «Güzel refik» diye vasıflandırılan Peygamberler, sâdık kullar, şehidler ve sâlih insanlardır, demiştir. Bu yorum, bundan sonra gelecek hadise daha uygundur. İbn-i Hanbel'in rivayetine göre bu yorum  i ş e (Radıyallâhü anhâ)'den da nakledilmiştir.
K a s ta 1 â n î : Refîk-i A'Iâ ile yüksek makamdaki Peygamber Inr cenuU'.tı kastedilmiş olabilir,

1620) Aişe (Radıyallâhü anhâ)\\An\ Şöyle demiştir:
Ben, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den şöyle buyu¬rurken işittim :
-Hastalanıp da dünya (da kalmak) ile âhirette göçmek) arasın da muhayyer kılınmayan hiç bir Peygamber yoktur.»
Âişe (Radıyallâhü anhâ) demiştir ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat ettiği hastalığa tutulunca boğazı kısılıp se¬si değişerek kalınlaştı. Sonra: [267] âyetini okuduğunu işittim. Artık anladım ki, Resûlullah (Sallal¬lahü Aleyhi ve Sellem) bu iki dilek arasında muhayyer bırakıldı (O âhireti seçti.)" [268]

İzahı

B u h â r i de bu hadîsi rivayet etmiştir. Peygamber (Sallalla¬hü Aleyhi ve Sellem)'in sekerât hâlinde okuduğu bildirilen âyet, N i -s â sûresinin 69'uncu âyetinin bir parçasıdır. Âyetin tamamının meali şöyledir:
«Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse, onlar Allah'ın kendile rine nimet verdiği Peygamberler, siddıklar, şehidler ve sâlihlerle be raberdirler. Bunlar ne güzel arkadaşlardır.»

1621) Aişe (R ad t yuh ahit imhaydım; Şöyle demiştir :
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in eşleri Onun yanın¬da toplandı. Oraya gelmeyen kalmadı. Biraz sonra (Peygamber (Sal lallahü Aleyhi ve Sellem)'in kızı) Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) geldi. Onun yürüyüşü, sanki Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
yürüyüşü idi.
(Hasta yatan) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Merhaba kızım.- buyurdu. Sonra Onu soluna oturttu. Daha sonra Ona gizli bir şey söyledi Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) ağladı. Daha sonra (yine) Onunla gizli bir şey konuştu. Bu defa Fâtıma (Ra¬dıyallâhü anhâ) güldü. Ben Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) 'ya:
— Seni ağlatan nedir? diye sordum. O:
— Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in sırrını İfşa edemem diye cevap verdi. Ben :
— Bugün (gördüğüm) gibi hiç bir zaman bir üzüntüye çok ya¬kın bir sevinci görmedim, dedim. FâtımatRadıyallâhıı anhâ) ağladığı zaman ben Ona:
— Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bizden ayrı olarak sana özel bir şey mi söyledi ki bunun üzerine ağlıyorsun? dedim. Ve ne söylediğini Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'ya sordum. Fâtıma (Radı
yallâhü anhâ) :
— Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in sırrını ifşa edecek değilim, dedi. Nihayet Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem) vefat edince ve ne söylediğini Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) ya sordum. Dedi ki:
— O, her yıl Cebrail'in kendisiyle bir defa Kur'an'ı mukabele ettiğini bu yıl iki defa mukabele ettiğini bana anlatıyordu. Ve :
—« (Ey kızım!) Ecelimin yaklaştığını sanıyorum. Benim ev hal¬kımdan bana iltihak edecek ilk kişi sensin. Ben senin için ne güzel selefim.» buyurdu. Bunun üzerine ağladım. Sonra bana gizli olarak:
— «Sen mü'minlerin kadınlarının veya bu ümmetin kadınlarının büyüğü olmana razı olmaz mısın?» buyurdu. Ben bunun İçin gül düm."

1622) Âişe (Radıyallâhü anhâ)'dan: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den fazla hastalığı şid detli olan hiç bir kimse görmedim."

1623) Aişe (Radtyallahü attftâ)'dan; Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) i gördüm. Vefat ediyordu. Yanında bir kab su vardı. Elini kaba sokup yüzünü suyla meshediyordu. Sonra:
«Allah'ım! Ölümün şiddetleri karşısında bana yardımcı ol.» buyuruyordu."

1624) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anhy&en: Şöyle demiştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e baktığım son bakış, (vefat edeceği) Pazartesi günü (mescid ile Âişe (Radıyallâhü anhâ)'-nin odası arasındaki kapının üstündeki) perdenin kaldırılması (ile) oldu. Perde kaldırılınca mübarek yüzüne baktım. Sanki mushaf'ın yaprağıydı. Cemâat da Ebû Bekir (Radıyallâhü anhl'ın arkasında namazdaydı. Ebû Bekir (Radıyallâhü ahn) Onun geleceğini sanarak çekilmek istedi. Fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ona:
«Yerinde dur.» diye işaret buyurdu. Ve perdeyi indirdi. O günün sonunda vefat etti." [269]

İzahı

Âişe (Radıyallâhü anhâ) nın yukardaki hadîslerini B u h â r i de rivayet etmiştir
1621 nolu hadîste Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in kızı F â t ı m a ' ya :
-Benim ehli Beytimde ilk olarak sen benim yanıma geleceksin.»
buyurduğu belirtilmiştir. Bu haber, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in bir mucizesi idi. Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) Pey gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den sonra ancak altı ay yaşa¬mış ve Ehli Beyt'den ilk vefat eden O olmuştur. Enes (Radıyal¬lâhü anhJ'in hadîsinde Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in
mübarek yüzü E n e s (Radıyallâhü anh) tarafından mushaf yap¬rağına benzetilmiştir. N e v e v i : Bu benzetme ile Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek yüzünün güzelliği, nur-luluğu ifâde edilmek istenmiş, demiştir. Sindi: Nevevi' nin zikrettiği hususlara ilâveten Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'in mübarek yüzünün muhabbet ve azametinin, gönüllerde Mus¬haf yaprağına duyulan muhabbet ve saygı gibi kökleştiğini ifâde eder. Eğer ğönüllerdeki muhabbet ve saygı durumu olmamış olsaydı Mus¬haf yaprağının benzetmeye esas alınmasının hikmeti kalmazdı, demiş¬tir. .
B u h â r i' nin E n e s (Radıyallâhü anh)'den olan rivayetine göre E b û Bekir (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in yerine üç günde onyedi vakit namaz kıldırmış-tır. Bu onyedi vakit, Cuma gecesi yatsı namazından, vefat günü sa¬bah namazına kadar hesaplanmıştır. Bu hesaba göre Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem)'in son kıldırdığı namazın akşam namazı ol¬ması gerekir.

1625) İ'miYiü Seleme (Radıyatlâhü anhâ)'fran: Şöyle demiştir:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat ettiği hastalığında : «Namaza ve sağ ellerinin mâlik olduğu şeylere (önem veriniz, thmal etmeyiniz.)» buyuruyordu. Mübarek dili bu kelimeyi döndür¬meyecek hâle gelinceye kadar devamlı bunu söylüyordu.Bunun senedinin Buhftrl v« Müslim'in şartı üzerin» sahih olduju Ze-vâid'de bildirilmiştir. [270]

İzahı

Bu hadîsin Zevâid türünden olduğu notta belirtilmiştir.
«Eymân» kelimesi "Yemin"in çoğuludur. Yemin; Sağ el demektir. Eşya genellikle sağ elle mubayaa edildiği için hadiste: «... sağ elleri¬nizin mâlik olduğu ifâdesi kullanılmıştır Aslında mâlik, kişinin sağ eli değil, kendisidir. Burada bu ifâde ile mallar kastedilmiş ola¬bilir. Buna göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : -Sahip olduğunuz mallara Önem veriniz.» buyurmuş olur. Yâni malların ze¬kâtına önem veriniz, hakkıyla ve usûlüne uygun olarak ödenmesin¬de gevşeklik etmeyiniz. Hadîste bu ifâde namazla beraber zikredildi-ği için namaza en muvafık yorum budur. Çünkü genellikle şer'i Şe-rîf örfünde namaz ile zekât beraber zikredilir. Kur'an-ı Kerimde yir¬miden fazla yerde beraber zikredilmiştir.
«... Ellerinizin mâlik olduğu...» ifadesiyle köleler ve cariyeler kas¬tedilmiş olabilir. Bu yoruma göre Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bunların haklarının ödenmesini, onlara karşı iyi davranılma-sını ve onlara şefkatle bakılmasını tavsiye etmiş olur. Kur'an-ı Kerim örfünde bu ifâde ile kölelerin ve cariyelerin kastedilmesi öncelikle hatıra gelir. Ümmü Seleme (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in son hastalığında devamlı olarak bu tavsiyeyi tekrarladığını ve mübarek dili bu kelimeleri sö\ leyrmiyecek hâle gelinceye kadar, yâni son anlarına kadar bu tavsiyeyi tekrar¬ladığını söylemiştir.

1626) Eİ-Esved (bin Yezîd) (Radıyallâhü anh) [271]'den; Şöyle de¬miştir :
Ali (Radıyallâhü anh)'in Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem) i vâsisi olduğu Âi»e (R*dSyaU4hü anfiaTmn yanında anlattüar. Bunun üzerine Âişe (Radıyallâhü anha); Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem) ne zaman Alî (Radıyallâhü anh)'ı vasî tâyin etti?
And olsun ki ben. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i göğ¬süme veya kucağıma dayatmış idim. Bir leğen istedi. Hemen sonra kucağımda yığılıverdi. Ben farkına varmadan vefat etti. Artık efendi¬miz ne zaman vasiyyet etti? diye cevap verdi." [272]

İzahı

Buhâri, Müslim ve Nesaî de bu hadîsi rivayet et¬mişlerdir.
Hadîs, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seliem)'in A 1 î (Ra-dıyallâhü anh) veya başkasını vasî tâyin etmediğine delâlet ediyor.
M ü s 1 i m ' in bir rivayetinde  i ş e (Radıyallâhü anhâ) : "Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ne altın ne dirhem, ne koyun, keçi, ne de deve bıraktı. Ve nede bir şey vasiyyet etti.»
demiştir. Yine Müslim'in Talha bin Masrif ten olan rivayetine göre şöyle demiştir :
Ben, Abdullah bin Ebî Evfâ (Radıyallâhü anh) a Resûlullah (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem) vasiyyet etti mi? diye sordum. Hayır, dedi. Ben : O halde müslümanlara niçin vasiyyet yazıldı. Veyahut müslü-manlar niçin vasiyyet etmekle emrolundular? dedim. Dedi ki: Allah İAz7.e ve CelleJ'nin kitabıyla tavsiye edilmiştir.
Nevevî şöyle demiştir : Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'in vasiyyet etmemesinden maksat, malın üçte biriyle veya baş¬ka bir şeyle vasiyyette bulunmamış olmasıdır. Çünkü malı yoktu. İkin¬ci maksat, ne Alî (Radıyallâhü anh)'i ne de başkasını vasî tâ¬yin etmemiş olmasıdır. Bilindiği gibi Şiîler, Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem)'in A 1 i (Radıyallâhü anh)'ı vasi tâyin ettiğini iddia ediyorlar. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Hayber ve Fed ek' teki arazisine gelince; Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken onları müslümanlara tahsis ederek gelirini müslümanlara sadaka olarak dağıtmıştır. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Allah'ın kitabına sarılmayı, Ehl i Beyti ni sevmeyi ve müşrikleri Arap yarımadasından çıkarmayı va¬siyyet ettiğine dâir olan sahih hadîslere gelince; O hadîslerdeki va-siyyetler burada kastedilmemiştir. Kastedilen noktalar, yukardaki noktalardır. Soru sahibinin- sormak istediği şey de bu noktalarda¬dır. Bu itibarla hadisler arasında bir çelişki söz konusu değildir.

1627) Âişe (Ratltyallâhû anhây(\an, Şöyle demişin : Ebû Bekir (Radıyallâhü anh), AvâlHnin Sunh köyün)de oturan eşi bint-i Hârice (Radıyallâhü anhâVmn yanında iken Resûlullah k (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat edince sahâbüer: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ölmemiş, ancak vahiy geldiği zaman Onu tutan hâlin bir parçası onu tutmuş, demeye başladılar. Ebû Be¬kir (Radıyallâhü anh) biraz sonra geldi. (Mesciddeki kalabalığa bak-mıyarak ve kimseye bir şey söylemeden doğruca Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem)'in odasına girdi, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mübarek yüzünü açtı, iki gözünün arasını hür¬metle Öptü ve:
Yâ Resul ali ah! Babam, anam sana kurban olsun. Vallahi Allah senin üzerinde iki ölüm birleştirmiyecektir. Vallahi Resûlullah (Sallallahi Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ölmemiştir, mü¬nafıklardan çok insanların ellerini ve ayaklarını kesmedikçe öl m i-yecektir, diyordu. Biraz sonra Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) minbere çıkarak :
Kim Allah'a ibâdet ediyor idiyse şüphesiz Allah diridir, ölmemiş¬tir. Ve kim Muhammed'e ibâdet ediyor idiyse şüphesiz Muhammed ölmüştür, dedi. Ve :
= -Muhammed ancak bir Peygamber'dir. Ondan önce nice pey gamberler geçti. Eğer O ölürse yahut öldürülürse (küfre) geri mi döneceksiniz? Her kim gerisin geriye dönerse, Allah'a hiçbir zarar vermiş olamaz ve Allah şükredenlere mükâfat verecektir. âye¬tini okudu.
Ömer (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Ben, o âyeti sanki o güne kadar hiç okumamıştım." [273]

İzahı

B u har î de bunu rivayet etmiştir.
Avali: Medine civarında bulunan bir takım köylere veri¬len isimdir. Mescid-i Nebevi'ye bir mil mesafede bulu¬nan Sunh köyü de Avali' den birisi idi. Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) in eşi bint-i Hârice (Radıyallâhü anhâ) o köyde ikâmet ediyordu. K a s t a 1 â n i' nin beyânına göre Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekir (Radıyal¬lâhü anh)'e eşinin yanma gitmösi için izin vermiştir. B u h â r i' nin rivayetine göre :
Ebü Bekir (Radıyalâhü anh) atına binerek köyden doğruca Mes¬cid-i Nebevi*nin yanına geldi ve orada atından inerek mescide girdi. Hiç kimse ile konuşmadan Âişe (Radıyallâhü anhâ) nin odasına gir¬di. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in mübarek yüzünü aç¬tı, sonra üzerine kapanıp öptü ve ağladı. Sonra: Babam, anam sana feda olsun. Vallahi Cenâb-ı Hak senin üzerinde iki ölümü birleştir-miyecektir, dedi.
Kastalâni "İki ölümü bir leştir miyec ektir." ifâdesi ile ilgili olarak şöyle demiştir :
Bâzılarına göre bu ifâde hakiki mânâsında kullanılmıştır. Bâzı kimseler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Selleml'in bâzı adam¬ların ellerini keseceğini sanıyorlardı. Eğer onların dediği doğru olsay¬dı Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in ikinci kez vefat et¬mesi gerekirdi. E b û Bekir (Radıyallâhü anh) bu iddiayı; red¬detmeye işaret etmiş oluyor. Ve* Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-leml'in Allah katında çok yüce değeri bulunduğu için Allah, -Onu iki defa öldürmiyeceğini haber vermiştir. Eski ümmetler zamanında ise Allah bâzı kimseleri iki defa öldürmüş ve Kur'an bunlardan ha¬ber vermiştir- Bu olaylardan birisi .Bakara sûresinin 259'ncu âye¬tinde haber veriliyor* En açık ve uygun yorum budur.
Bâzılarına göre yukardaki ifâdenin mânâsı şudur: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) başkaları gibi kabirde ikinci defa öl-miyecektir. Çünkü diğer ölüler kabre gömüldükten sonra meleklerin sualleri için dirilir, sonra ölürler. Bu yorum, D â v û d î' hin yo¬rumudur.
Başka bir kavle göre ikinci ölümden maksad, üzüntü çekmektir. Çünkü ilk ölümün kederinden sonra O, herhangi bir ketlerle karşılaş¬ın ıyacak tır.
En garîb yorum, ikinci ölümden maksad, şeriatın ölmesidir, di¬yenlerin yorumudur. Yâni: Allah senin üzerinde senin ölümünü ve senin şeriatının ölümünü birleştirmiyecektir. E b û Bekir (Ra¬dıyallâhü anh)'in o gün minbere çıktığında yaptığı konuşmada söy¬lediği : . . ,
"Kim Allah'a ibâdet ettiyse şüphesiz Allah diridir, ölmemiştir. Ve kim Muhammed'e ibâdet ettiyse, Muhammed ölmüştür." sözü bu sön yorumu te'yid eder.
Buh'irl' nin bir rivayetinde İ b n - i A b b â s CRadıyal-lâhü anh) : Sahâbiler o derece şaşkına düşmüşlerdi ki, bu âyeti Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) okuyuncaya kadar Allah'ın bu âyeti indirdiğini sanki bilmiyorlardı da Ebû Bekir (Radıyallâhü anh)'den öğreniyorlardı, işiten her sahâbî bu âyeti okumaya başla¬mıştı, dĞmiştir.
B u h â r İ' nin Said bin el-Müseyyeb' den olan rivayetine göre Ömer (Radıyallâhü anh) o günkü hâlini şöyle anlatmıştır:
"Vallahi Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) Al-i İmrân âyetini oku-yuncaya kadar, Peygamber (Sâllallahü Aleyhi ve SellemJ'in vefat et¬tiği kanısında değilim. Ondan âyeti işitince dehşet içinde kaldım. Ayaklarım beni tutmaz olmuştu." [274]

Hadîsin Fıkıh Yönü

Ölünün yüzünü açıp bakmak ve öpmek meşrudur. [275]

1628) thn-i Ahbas (Rathyallâkü anJtiimö)'t\un: Şöyle iletiliştir: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için mezar kazmak iste¬dikleri zaman Ebû Ubeyde bin el-Cerrâh (Radıyallâhü anh) 'in arkası¬na adam gönderdiler. Kendisi Mekke halkı mezarı gibi şak şeklinde mezar kazıyordu. Ebû Talha (Radıyallâhü anh)'in arkasına da adam gönderdiler. O da Medine halkı için mezar kazıyordu. Kendisi me¬zarı lahit şeklinde kazıyordu. Bunların ikisine de iki haberci gön¬dererek : Allah'ım! Kendi Resulün için (şak ve lahitten) hayırlı olanı sen seç, dediler. Ebû Talha (Radıyallâhü anh)'i bulabildiler. O ge¬tirildi. Ebû Ubeyde (Radıyallâhü anh) bulunamadı. Bunun üzerine Ebû Talha (Radıyallâhü anh) Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem) için lahit kazdı.
İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Sahâbiler Salı gü nü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in teçhiz işini bitirince efendimiz kendi odasında naşı üzerine konuldu. Sonra erkek cemâat gruplar hâlinde Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına girip üzerinde namaz kıldılar. Erkekler bitince sahâbiler, kadınları gruplar hâlinde odaya dâhil ettiler. (Onlar da namazını kıldılar.) Kadınlar bitince erginlik çağına gelmiyen çocukları (yine gruplar hâlinde) odaya dâhil ettiler. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel¬lem)'in cenaze namazını cemaata imam olarak hiç kimse kıldırmadı. (Herkes kendi başına kıldı.)
Müslümanlar Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için ka¬zılacak mezar yeri hususunda ihtilâf ettiler. Bâzıları: Kendi mes¬cidinde defnedilsin, dediler. Bâzıları: Ashabı yanında (Baki'a) def¬nedilsin dediler. Sonra Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) :
Şüphesiz ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den İşit¬tim. Buyurdu ki;
«Ölen her peygamber, ancak öldüğü yere defhedilmiştir.» İbh-i Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) demiştir ki: Bundan sonra üzerinde Resûlullah (Saljallahü Aleyhi ve Şellem)'in vefat ettiği yatağı kal¬dırdılar ve (orada) ona mezar kazdılar. Sonra Çarşamba gecesi, ge¬ce yarısında Efendimiz defnedildi. Onun mezarına Alî bin Ebî Tâlib, El Fadl bin Abbâs, kardeşi Kuşem ve Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mevlâsı Şükran (Radıyallâhü anhüm) indiler. Ebû Ley¬lâ künyeli Evs bin Havli (Radıyallâhü anh), AH bin Ebî Tâlib (Ra¬dıyallâhü anh) 'e s
Allah Teâlâ hakkı için Resûllulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} -den bize payımızı vermeni senden diliyorum, dedi. (Kabre inip hiz¬met etmek istedi.) Alî (Radıyallâhü anh) Ona:
(Kabre) iri, diyerek izin verdi. Şukrân (Radıyallâhü anh), Resû¬lullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in hayatta iken zaman zaman giydiği bir hırkasını eline almış idi. Onu kabre defnetti ve: Vallahi bu elbiseyi senden sonra ilelebed hiç kimse ğiymiyecektir, dedi. Bu hırka Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber defnedildi."
Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedinde Hüseyin bin Abdil-lah bin Ubeydillah bin- Abbas el-Hâşimi bulunur. Ahmed bin Hanbel, Aİ1 bin el-Medenİ ve Nesai, bunu terketmişlerdir. Buhâri de : Zındıklıkla itham ediliyor¬du denildiğini söylemiştir. İbn-i Adiyy,, Onu kuvvetli görmüştür. İsnadın kalan ravileri sıka zatlardır. [276]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Cenazeler Bölümü Empty
MesajKonu: Geri: Cenazeler Bölümü   Cenazeler Bölümü Icon_minitimeC.tesi Şub. 06, 2010 7:31 pm

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîste zikredilen lahit ve şak şeklin¬de kazılan mezarla ilgili geniş bilgi 39 ve 40'ncı bâblarda geçen 1554 -1557 nolu hadîsler bahsinde anlatılmıştır.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'iri vefatından hemen sonra halife seçilmemiş olduğundan dolayı cenaze namazı cemaatla kılınmamış, herkes kendi kendine kılmıştır.
Defin işinin gecikmesi nedeni hakkında Si n d i şöyle der : Bâ¬zıları : Sahâbîler Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefat ettiği 'hususunda ittifak etmedikleri için defin işi gecikmiştir .demiş¬lerdir. Muhtemelen defnedileceği yeri bilmedikleri için bu gecikme ol¬muştur. NiHâyet Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sal?allahü Aleyhi ve SellemVden işittiği hadîsi zikredince mezar kazılmıştır. Gecikme şundan da olabilir: Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem)'in vefatım fırsat bilerek düşmanların M e d İn e' ye karşı saldırmaları endişesinden dolayı Sahâbiler hilâfet meselesini çözümlemek ve halîfeyi seçmekle meşgul idiler.
Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in mevlâsı Şükran (Radıyallâhü anh) hadiste sözü geçen hırkayı kendi kendine mezara koymuş ve hiç bir sahâbî ona muhalefet etmemiş, hattâ haberleri bi¬le olmamıştır. Meşhur olan rivayet böyledir. Sindi' nin dediği¬ne göre Şükran (Radıyallâhü anh), Peygamber -(Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den sonra herhangi bir adamın bu elbiseyi giyme¬sinden hoşlanmadığı için bu işi yapmıştır, t b n-i A b d i'1-B e r r' den nakledildiğine göre kendisi şöyle demiştir: Cenazenin üstüne kerpiçlerin konulması işi bitince Şükran (Radıyallâhü anh)'m koyduğu elbise kabirden çıkarılmıştır.
Zevâid yazan: Bâzı şeyhlerimiz, Şükran (Radıyallâhü anh) m koyduğu elbisenin kabirden çıkarıldığına dâir rivayeti sıh¬hatli görmüşlerdir. Ama bu hadisteki:
"O elbise Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber defnedildi." cümlesi buna mânidir, demiştir.
Süyûtî de Nesai' nin haşiyesinde anlattığına göre İbn-i S a ' d Tabakat ta rivayet ettiğine göre Veki': Elbise¬nin kabre defnedilmesi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e mahsus bir hükümdür, demiştir. E 1 - H a s a n ' dan olan rivaye¬tine göre de Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in giydiği kır¬mızı ve tüylü bir hırkanın mezarda Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in altına serildiği ve kabrin içinin rutubetli olduğu belirtilmiş¬tir. Ibn-i S a'd'ın e 1 - H a s a n' dan olan diğer bir riva¬yetine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
«Benim mezarımda benim için hırkamı seriniz. Çünkü yer, Peygamberlerin cesedlerine te’sir edemez.» buyurmuştur. Enes bin Mâlik (Radtyallâkü att/r/den; Şöyle demiştir : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (vefat edeceği gün) ölüm ızdırabını duyunca (kızı) Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) : Vay ba¬bamın ızdırabına! dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :
-Bu günden sonra babanın üzerinde hiç ızdırap olmayacaktır. Kı¬yamete kadar hiç bir canlıyı bırakmıyacak olan ölüm şüphesiz, ba¬bana yaklaşmıştır.» buyurdu."
Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadında Abdullah bin Zubeyr el-Bâhilİ Ebü'z-Zübeyr bulunur. Ona Ebû Ma'bed el-Mısri de denilir. İbn-i Hibbân Onu sikalar arasında zikretmiş; Ebû Hatim ise : O meçhuldür, demiş; Dârekutnİ de; Salih t ir, demiştir, isnadın kalan ricali, Buhar! ve Müslim'in şartı üzerine¬dir ler. [277]

İzahı

B u h â r i bu hadisin baş kısmını rivayet etmiştir.cümlesini rivayet etmemiştir.
Sindi şöyle demiştir: Hadîsteki Peygamber (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem)'in buyruğu, muhtemelen vefat ettiği gün söylenmiştir. Hadîsteki "Kerb"den maksad, ızdırabtır. Bunun için ölümle son bu¬lur, buyurulmuştur.

1630) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü «w/r)'den rivayet edildiğine gö¬re şöyle demiştir.
(Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seüem)'in kızı) Fâtıma (Ra-dıyallâhü anhâ) bana :
Yâ Enes! Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in üstüne top rak »açmaya gönülleriniz nasıl razı oldu? dedi.
Sabit (Radıyallâhü anh) in Enes (Radıyallâhü anh)den bize tan-dis ettiğine göre Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefat ettiği zaman Fâtıma (Radıyallâhü anhâ); Ey Cebrail'e vefatım ha¬ber verdiğimiz baba! Ey. şaşılacak derecede Rabbine yaklaşmış olan babam! Ey makamı Cennetü'l-Firdevs olan babam! Ey Rabbinin dâ¬vetine icabet eden babam, diye üzüntüsünü açıklamıştır.
Hammâd demiştir ki; ben Sabit (Radıyallâhü anh)'ı bu hadisi anlattığı zaman gördüm. O kadar ağladı ki kaburgalarının gidip gel¬diğini gördüm." [278]

İzahı

B u h â r i, Dârekutni ve T a b e r â n i de bunu rivayet etmişlerdir.
Enes (Radıyallâhü anh) Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)1 ya hürmeten ve teeddüben cevab vermeyip susmuştur. Ama hâl lisa¬nı ile Enes (Radıyallâhü anh) şöyle diyordu : Bizim gönlümüz buna razı değildi. Ancak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin emrine uymak üzere bunu yapmak zorundaydık.
Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'nın; 'Ey babam...* sözü niyâhat-tan sayılmaz. Çünkü Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) he¬nüz vefat etmemiş iken de; 'Vay babamın ıstırabına, demişti. Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Onun bu söyleyişine karşı çık¬mamış idi. Fâtıma (Radıyallâhü anhâ) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den sonra altı ay yaşamış, bu süre içinde hiç gül¬memiştir. Gülmemek Onun hakkı idi. K a s t a 1 â n i' nin nakline göre aşağıdaki beyitler Fâtıma (Radıyallâhü anhâ)'mn Pey¬gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hakkında söylediği mersiye-dendir.
Mânâsı: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in vefat etti¬ği gün gök yüzünün ufukları âdeta toz içinde kaldı. Gündüzün or¬tasında güneşin ışığı köreldi. Öğle ve ikindi zamanında kâinat ka¬ranlık içinde kaldı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefa¬tından sonra yer küresi üzüntüsünden ve şiddetli ıztırabından bir kum yığını oldu. Artık memleketlerin doğusu ve batısı ve tüm bel¬deler Onun için ağlasın. Mudar ve Yemen'in tüm kabi¬leleri Onun için ağlasın.
F â t ı m a (Radıyallâhü anhâJ'nm mersiyesinden olan şu iki beyit de meşhurdur:
Mânâsı: Benim üstüme Öyle musibetler döküldü ki bu musibetler gündüzler üzerine dökülseydi gündüzler kapkaranlık geceler olurdu.
Ahmed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in türbesini koklayan kimseye hayatı boyunca güzel kokulan koklamama.sından dolayı ne lâzım gelir?

1631) Enes bin .Mâlik (RadtyaUâhii anh)'ı\en; Şöyle demiştir ; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Medine'ye girdiği gün Medine'nin her şeyi parladı. Sonra Onun vefat ettiği gün olunca Me¬dine'nin her şeyi kapkaranlık oldu. Ve biz Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SellemKin defin işini henüz bitirmemiş iken gönüllerimizi eski durum üzerinde bulmadık."

1632) Abdullah bin Ömer (Radtyallâkii ankümâ)'dan; Şöyle de¬miştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken hakkı¬mızda Kur'an (âyeti) nin indirileceği korkusuyla biz, hanımlarımıza açılmaktan ve konuşmaktan sakınırdık. Resûlullah (Sallallahü Aley¬hi ve Sellem) vefat edince (onlarla serbestçe) konuştuk/'

1633) Übey bin Ka'b (RıuhyaUâhü unh)'ı\en; Şöyle demiştir : Biz, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber iken hedef ve gayemiz tek idi. O, vefat edince biz şöyle baktık, böyle bak¬tık. (Hedeflerimiz ayrıldı.)"
Zevâid'de şöyle denmiştir : Bunun isnadı Müslim'in şartı üzerine sa¬hihtir, Ancak el-Hasan ile Ubey bin Ka'b (R.A.)'nın arasında inkıta (kopukluk) vardır. Bunlar arasına Yahya bin Damre girer. [279]

İzahı

Enes (Radıyallâhü anh)'in hadîsini T i r m i z i ve Ah-m e d de rivayet etmişlerdir.
t b n - i Ö m e r' in hadîsinin Zevâid türünden olduğuna dâir bir kayda rastlamadım. Onunla beraber diğer, Kütüb-i Sitto'nin. hiç birinde bulamadım. Ahmed hin H a n h e T in müsriedinde rivayet, edilmiştir.
Bu hadiste 1 b n - i Ömer (Radıyallâhü anh) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in devrinde sahâbilerin zühd ve takva konusunda daha titiz davrandıklarını ifâde eder. Çünkü eşler ara¬sında vuku bulan özel bir söz veya fiil hakkında vahyin gelmesi ve Kur'an âyetinin gelmesi mümkündü. Sahâbiler böyle bir duruma mâruz kalmamak için çok dikkatli davranırlardı. Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem) in vefatından sonra bu korku kalmadığı için zühd ve takva konusunda eski titizlik kalmamıştır. Bu söz yan¬lış anlaşılmasın. Yâni sahâbîlerin Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i vefatından sonra hâşâ hatâ işlemeye cesaret ettikleri sa¬nılmasın. Böyle bir şey olmamıştır. Gaye şudur: Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatıyla din kemâle ermiştir. Helâl ve haram, sünnet ve mekruh ile mubahlar yerleşmişti. Meşru görülen her hangi bir hareketin haram kılınması ve bu konuda âyetin inme¬si durumu kalmamıştı. Sahâbiler meşru saydıkları ve bildikleri dav¬ranış ve hareketlerde bulunmaktan çekinmezlerdi. Bütün mes'ele bun¬dan ibarettir.
Übeyy bin Ka'b (Radıyallâhü anh)'m hadîsi Zevâid türündendir.
Übeyy (Radıyallâhü anh)'in maksadı şudur: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken hepimizin hedefi İslâmı ayakta tutmak ve yüceltmek idi. Hedef ve gayemiz bir idi. Birlikte hareket ediliyordu. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) vefat edince maksadlar, gayeler ve önemli tutulan meseleler dağıldı. Ki misi dünyevi maksatlara, kimisi başka gayelere eğildi

1634) Peygamber (Sallallahü Aleyfii ve Sellem)'in muhterem eşi İ'm-mü Selemi* binti Ebî t'meyye (Radıyallâhü anhâ)'ânn; Şöyle demiştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken insanlar namaza kalktıkları zaman hiç birisinin gözü kendi ayaklarının ol¬duğu yerden öteye geçmezdi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel lem> vefat edince insanlardan birisi namaza kalktığı zaman hiç bi¬risinin gözü (secdede) alnını koyduğu yerin ötesine geçmezdi. Son ra halife Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) vefat etti. Ve Ömer (Radıyal lâhü anh) (devri) oldu. Artık insanlardan birisi namaza durduğu za¬man hiç birisinin gözü kıble yönünden sapmazdı. Osman bin Affan (Radıyallâhü anh) (devri) oldu. (Bu devirde) fitne oldu. İnsanlar zi¬yadesiyle sağa, sola baktılar.Zevâid'de şöyle denilmiştir. Bunun isnadında Mus'ab bin Abdillah bu¬lunur. İbn-i Hibbân Onu sikalar arasında zikretmiş, el-İcH de sıka olduğunu söy¬lemiştir. Diğer râvi Musa bin Abdİllah'ı sıka sayan kimseyi görmedim. Râvi Mu-hammed bin İbrahim'i İbn-i Hibbân sikalar arasında zikretmiştir. [280]

İzahı

Zevâid türünden olan bu hadîsin açıklaması bahsinde Sindi şöyle diyor:
Ümmü Se1eme (Radıyallâhü anhaJ'nin: «Hiç birisinin gözü kendi ayaklarının olduğu yerden Öteye geçmezdi.» sözünden maksad, sahâbüerin o devirde son derece huşu içinde olduklarını ifâ¬de etmektir. Bu cümleye göre namaza duran kimsenin ayaklarının ilerisine bakmaması efdaldir. Lâkin fıkıhçıların çoğunun seçtikleri görüşe göre namaza duran kişi secde yerine bakar.
Ümmü Seleme (Ratüyallâhü unhâl'nin : "Resûlullah (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) vefat edince insanlardan birisi..." fıkra sından ve bunu takip eden diğer fıkralarından maksad, insanların üstün huşu hâlinin yuva* yavaş gitmeye başladığını belirtmektir.

1635) Enes (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre şöyle de¬miştir :
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatından sonra Ebû Bekir (Radıyalâhü anh), Ömer (Radıyallâhü anh)'a:
Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) nasıl Ümmü Eymen [281] (Radıyallâhü anhâJ'mn ziyaretine gidiyorduysa, gel beraberce biz de onun ziyaretine gidelim, dedi. Enes (Radıyallâhü anh) demiştir ki: Hepimiz O (Ümmü Eymen) (Radıyallâhü anhâ)'nın yanma var¬dığımız zaman Ümmü Eymen (Radıyallâhü anhâ) (Peygamber (Sal¬lallahü Aleyhi ve Sellem)'in vefatı üzüntüsüyle) ağladı. Ebû Bekir ve Ömer (Radıyallâhü anhümâ) Ona :
Niçin ağlıyorsun? Allah katındaki saadet, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) için (dünyadan) hayırlıdır, dediler. O:
Allah katındaki saadetin resulü için daha iyi olduğunu şüphesiz bilirim. Lâkin gökten vahyin kesilmiş olmasından dolayı ağlıyorum, dedi. Enes (Radıyallâhü anh) demiştir ki:
Ümmü Eymen (Radıyallâhü anhâ) Ebû Bekir ile Ömer (Radıyal-lâhü anhümâ) nın ağlamalarına sebep oldu. Onlar da kendisiyle be¬raber ağlamaya başladılar."
Not : Zev&id'de şöyle denilmiştir: Bunun senedi, Buhârî ve Müslim'in şart¬lan Üzerinde sahihtir. İkisi de bu isnadın bütün râvilerini hüccet saymışlardır.

1636) Evs bin Evs (es-Sakafî) (Radıyallâhü a«A)'den rivayet edil¬diğine göre, Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :
«Şüphesiz Cuma günü en faziletli günlerinizdendir. Âdem (Aley-hisselâm) onda yaratılmıştır. Nafha (ikinci sûr üfürülmesi) ondadır. Ve Sa'ka (birinci sûr üfürülmesi) ondadır. Artık onda benim üzeri¬me bol bol salâvat getiriniz. Çünkü (o günkü) salâvatınız bana su¬nulur.» Bir adam •.
— Yâ Resûlallah! Senin bedenin yer tarafından yenmişken (Şed-dâd (Radıyallâhü anh), dedi ki) yâni çürümüşken bizim s al a vatı m iz nasıl sana sunulur? diye sordu. O :
— «Allah, Peygamberlerin cesedlerini yemesini yere yasak etmiş¬tir.» buyurdu. [282]

1637) Ebü'd-Derdâ' (Radıyallâhü ınıh)\ier\ rivayet edildiğine göre: Resûhıllah (Sallallahü Aleyhi vı: StUem) şöyle buyurdu, demiştir :
-Cuma günü benim üzerime bol salavât getiriniz. Çünkü o sala-vatta melekler hazır buiunur. Ve şüphesiz, her hangi (mümin) bir kimse benim üzerime salavât getireceği zaman behemehal onun sa-lavâtı bitinceye kadar (aynı anda) bana sunulur.» Ebü'd-Derdâ* (Ra-dıyallâhü anh) demiştir ki: Ve ölümünüzden sonra da (böyle mi)? dedim. Efendimiz
-Ölümümden sonra da. Şüphesiz Allah Teâlâ, Peygamberlerin cesedlerini yemesini yere yasak etmiştir. Allah'ın peygamberi diridir, rızıklanır.» buyurdu.Zevâİd'de şöyle denilmiştir : Bu hadis sahihtir. Ancak iki yerde mun-katl'dir. Çünkü Ubâde'nin Ebü'd-Derdâ (R.A.)'den rivayeti mürseldir. El-Alâ' böy¬le demiştir. Zeyd bin Eymen'in Ubâde'den rivayeti de mürseldir. Bunu Buharı söy¬lemiştir. [283]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Cenazeler Bölümü
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Rehabilitasyon Bölümü ( Spastik, obsesif ... vs ) Hastası Bulunanlara Daimi Destek Bölümü
» TIB BÖLÜMÜ
» ŞUF’A BÖLÜMÜ
» Dua Bölümü
» AV BÖLÜMÜ...

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( SAV) Hakkında Herşey

 :: Hz. Peygamber Efendimiz'in Hadisi Şerifleri Hakkındaki Eserler :: İbni Mace
-
Buraya geçin: