iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Süleyman Mabedi (Kudüs Tapınağı, Templique Salomonis, Temple of Jerusalem)

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
jupiter
Aktif Üye
Aktif Üye
jupiter


Mesaj Sayısı : 487
Kayıt tarihi : 16/01/10

Süleyman Mabedi (Kudüs Tapınağı, Templique Salomonis, Temple of Jerusalem) Empty
MesajKonu: Süleyman Mabedi (Kudüs Tapınağı, Templique Salomonis, Temple of Jerusalem)   Süleyman Mabedi (Kudüs Tapınağı, Templique Salomonis, Temple of Jerusalem) Icon_minitimeÇarş. Şub. 03, 2010 12:46 am

Süleyman Mabedi ve Sirius Kültü


Tapınakçılar gizli örgütü içinde “Shemsu Hor” (Horus'un gözüne tapan kült/grup) diye bilinen bir grup vardı. Shemsu Hor, aslında Mısır'da bulunan eski bir İbrani kültünün adıydı. Bu kültün inancına göre, “Sirius'lular”, İbranileri yaratmış ve eski Mısır kültürünü geliştirmişlerdi.

Masonlar, tarikatlarının ve medeniyetin kökenleri hakkında çok ilginç bir hikaye anlatırlar. Onların inancına göre, Sümerlilere kadar uzanan mitolojik bir geçmişte, dünyadaki medeniyet, Sirius yıldız sisteminden gelen ilahi ziyaretçilerin balığa benzediği belirtilerek “Oannes” diye adlandırılır.

Mısır tanrıçası İsis de balık şeklinde bir başlık taşıyordu. Bu yabancı ziyaretçilerin evi, Sirius yıldızı, eski Mısırlılar için çok önemliydi. Bu sebeple hem takvimlerini, hem de tapınaklarının yönünü Sirius'a göre ayarlamışlardı.

Harry Leblson, “The Search for Ancient Astronauts” (Eski Astronotları Araştırma) adlı kitabında balığa benzer dünya-dışı varlıklardan bahseder.

Binlerce yıl önce dünyayı ziyaret ederek dünyaya medeniyet getiren dünya-dışı varlıklar, aynı zamanda getirdikleri inşaat ve geometri prensipleri ile Masonluğun kuruluş efsanelerini oluşturmuşlardır.

İlginçtir ki, 20. yüzyılda da “Oannes” efsanesine inananlar vardı. Afrika'daki “Dogon” kabilesi bununla ilgili ilginç bir gizli kozmolojik tradisyonu halen muhafaza etmektedir. Dogo gelenekteki asırlardan beri ağızdan ağıza nakledilmektedir. Bu gizli gelenek, bundan türeyen bazı dini inançların ve gizli örgütlerini (Illuminati) dogmalarını oluşturmaktadır.

Dogon mesajları da böyle bir dünya-dışı temasın olduğunu doğrulamaktadır.

Dogon'lar yalnız Sirius'u değil, küçük uydusu Sirius B'yi de biliyorlardı. Sorun şu ki, Sirius B çıplak gözle görülemiyordu ve ancak 20. yüzyılın güçlü teleskopu sayesinde keşfedilebilmiştir. Dogon'ların bildikleri yalnız Sirius'la sınırlı değildi. Onlar:

- Bir teleskop olmadan bu gerçeği öğrenme imkanları olmamasına rağmen, Satürn'ü çevresinde bir halka olduğunu biliyorlardı.

- Güneş sistemimizdeki gezegenleri ve Samanyolu'nu biliyorlardı.

- Dogon'lar, dünyanın uydusu Ay için “Bir ölünün kurumuş kanı kadar kuru ve ölü” diyorlardı.

- Jüpiter'in dört uydusu olduğunu biliyorlardı.

- Dünyanın ekseni etrafında döndüğünü biliyorlardı.

- Sirius B'nin Sirius A etrafındaki yörüngesel periyodunun 50 yıl olduğunu biliyorlardı. Teleskop olmadan böyle bir gerçeği nasıl tespit edebilmişlerdi? Bu bilgileri nereden almışlardı?

Dogon'lar, bu bilgileri “Nommo” dedikleri ve binlerce yıl önce disk şeklindeki araçlarla Sirius'tan gelen, zeki amfibik yaratıklardan aldıklarını söylüyorlardı. Dogon'lar Nommo'ya “Dünyayı Şekillendirenler” diyorlardı. Bu deyim masonik literatürde “Yapıcılar-İnşaatçılar” kavramına denk gelmektedir. (Mason kelimesinin “duvarcı” anlamına geldiğini hatırlatmak isterim.)

Dogon'ların kuzeni olan “Bozo” kabilesi, Sirius'a “Göz Yıldızı” demekteydi ki, bu kavram, bize “Üçgen içindeki göz”le sembolize edilen “İsis”i hatırlatmaktadır.

Sirius'un helezoni yükselişi, hem Mısır, hem de Dogon dinsel seremonilerinde çok önemli bir yer tutuyorud .Dogon'lar Sirius'un helezoni yükselişini, merkezinde çiçeğe benzer bir güneş ihtiva eden bir haçla sembolize ederlerdi ki, bu haç “Gül Haçlı”lar ve takipçileri Masonlar ve “Ordo Templi Orientis” (OTO) tarafından da kullanılmaktadır.

Michael A. Hoffman, “Secret Societies and Psychological Warfare” adlı kitabında, Sirius'un en üst okült çevrelerde “kozmoz”un gizli tanrısı” olarak nitelendirildiğindne bahseder.

Yazara göre, tamamlanmamış piramidin üzerindeki “her şeyi gören göz”(Bu sembol, bir dolarlık banknot üzerinde rahatlıkla görülebilmektedir.) Sirius'un gözünü ve onun gözetimini sembolize etmekteydi.

Masonik inançlar üzerine yapılan bir araştırmada, “kardeşliğin” binlerce yıllık Osiris/İsis/Güneş tanrısı/Ana tanrıça programının güncelleştirilmiş bir versiyonu olduğu ortaya çıkarılmıştır. Bu tip bir tapınç, yazılı tarihinin başlangıcına kadar izlenebilmektedir. Bu mitoloji, eski Mısır rahiplerinin İsis/Osiris, Güneş/Ay kült'ünde kristalize olmuştur.

Güneş/Ay programının üstatları (Masonluk bunun gönümüze kadar gelebilmiş önde gelen kolundan biridir.) kendilerine “Illuminati” diyorlardı. “Illuminati-Aydınlanmışlar”, güneş tanrısına tapan üstatlara verilen isimdi.

İsis/Osiris inancı, ilk çağ gizem dinlerinin ve bundan türeyen Mason ritüellerinin temelini teşkil etmiştir.

“Işık” sembolizmi, bütün Gizem dinlerini kaplamıştır. Üstatlar, “ışığı gördüklerini” ve “gözlerinin açıldığını” söylüyorlardı. Bütün bu ritüeller, geceleri mağaralarda yapılıyordu.

Işık=Aydınlanma=Illuminati.

Günümüzde Gizem inançlarını devam ettiren Avrupa mezhepleri içinde ne önemlisi, “Priory of Sion” (Siyon Manastırı)dır.

Gnostik mezheplerden Kathar'lara ait son zamanlarda ele geçen bir belgenin tercümesiyle onların doğrudan bir “İsis” kültü olduğu ortaya çıkarmıştır.

“Gül-Haçlı”lar ve “Tapınak Şövalyeleri” gibi gizli örgütlerin düşünce yapısını en çok etkileyen, Yahudi/Gnostik mistik pratiği olan “Kabala” olmuştur.

Kabbala'nın Hür-Masonlar üzerinde büyük felsefi etkisi olmuştur. Masonlar 1700'lü yılların ortalarında, Sirius yıldızının önemini belirten pratiklerinin yanı sıra, Güneş tanrısı/Ana tanrıça mitolojisine dönmüşlerdi.

Masonluk, Gnostik bir din olmanın ötesinde, dünya politikası ve dünya istihbarat örgütlerinin büyük etkisi ile, günümüzdeki en etkili ve her yere ulaşabilen en aktif “Illuminati” cephelerinden biri olmuştur.

Masonluk gibi gizli örgütlerin tarih boyunca, bugün UFO'lar diye adlandırdığımız, diğer dünyalardan gelen ziyaretçilerle hep bir şekilde bağlantıları olmuştur.

Tarih boyunca birçok okültist, dünya-dışı ziyaretçilerden kanal bilgisi aldıklarını iddia etmişlerdir. Illuminati mensubu olan Roger Bacon, Jerome Cardan ve ünlü Leonardo de Vinci başka dünyalardan varlıklarla temas kurduklarını iddia etmişlerdi.

Acaba ortaçağlarda Nommo'lar geri dönmüş olabilirler mi?

Masonların bizim inanmamızı istedikleri kutsal bir misyonu vardı; Sirius yıldız sisteminden gelen ölümsüz kan bağına dayanan eski bir tradsiyonun planlarının tamamlanabilmesi için (Süleyman Tapınağının yeniden inşası ve “Dünya Kralı”nın taçlandırılması) “TEK DÜNYA HÜKÜMETİ”'nin kurulması gerekiyordu.

Fransız UFO araştırmacısı Jacques Vallee, Paris'te ilginç bir UFO grubu ile temas kurmuştu. Bu gruba “Melkisedek Tarikatı” deniyordu ve amblemi “David Yıldızı” (6 Köşeli Yıldız) idi. Tarikatın programı “TEK BİR DÜNYA HÜKÜMETİ” kurmayı ve -UFO eğilimli kendi dinleri hariç- dünyadaki bütün dinlerin ortadan kaldırılmasını hedefliyordu.

Tarikat mistik pratiklerinde –OTO ve Hür-Masonlar gibi diğer okült grupların da kullandığı Yahudi mistik kozmolojisi Kabala'yı kullanıyordu.

Vellee, birçok örgütünün Melkisedek cephe örgütü olarak kullanıldığını fark etmişti. Bunlar arasında: “Hıristiyan Özgürlük Cephesi”, Jesus People Europe, Jesus Revolution, “Karizmatik Hıristiyan” Hıristiyan Sosyalist Partisi, Yahudi ve Arap hareketleri vardı.
Dünya-dışı klonlama kültü; Rael'ciler


Vallee'nin araştırdığı diğer bir UFO grubu da Rael kültü idi. Kurucusu Fransız Claude Vorilhon bir gün dağlarda gezinirken, yakınlarında bir UFO görmüştü. UFO'nun üstünde, içinde bir gamalı haç ihtiva eden “DAVİD YILDIZI” amblemi vardı.

Araçtan inen yaratık onunla konuşmaya ve ona “Rael” diye hitap etmeye başlamıştı. Vroilhon “Elohim” diye adlandırdığı yaratıklar ona bir misyon vermişlerdi.

Vorilhon'a verilen bilgilere göre, insanlar Elohim tarafından DNA değişiklikleri ve klonlama ile yaratılmışlardı. Rael ismini kullanan, Vorilhon taraftarlarına “YENİ BİR DÜNYA HÜKÜMETİ ve yeni bir para sistemi kurulmalıdır!” diyordu.

İşte dünyada ilk defa bir bebek klonlandığını bütün dünyaya duyuran bu Raelciler olmuştu.

Vorilhon, bütün dünyaya verdiği mesajda Allah olmadığını, insanların ancak klonlama yoluyla ölümsüzlüğe ulaşabileceğini söylüyordu (!)

13 Aralık 1973'de Vorilhon, Fransa'daki Clermont-Ferrand volkanik dağının eteklerinde gezerken, bir UFO'nun yakınlarında bir yere indiğini görmüştü. Donuk gri derili ve büyük siyah badem gözlü humanoid (insanımsı) yaratıklar, onu araçlarına alarak, insanlığa bir mesaj götürmesini istediler. Uzaylılar, ona ilk insanı 25.000 yıl önce klonlama yoluyla yarattıklarını söylediler. Gri'ler kendilerine İncil'deki gibi, “Elohim”ler diyorlardı. Küçük yeşil yaratıkların söylediklerine göre, Vorilhon'un kendisi de bir klondu.

Vorilhon, misyonunun Tanrı'ın olmadığını yaymak olduğunu söylüyordu. Uzaylı atalarımızın insanları fiziksel ve cinsel bakımdan özgürleştireceklerini ve insanların ebediyen yaşamasına yardımcı olacaklarını iddia diyordu.

Uzaylıların ilk ziyaretinden 2 yıl sonra, onlar yeniden geldiler ve Vorlihon'u başka bir gezegene götürdüler. Vorilhon, burada Hz. İsa ve Buda ile karşılaşmıştı. Vorilhon “Onlar klonlama yoluyla ölümsüzlüğe kavuştular” diyordu.

Rael'in iddiasına göre, kurucusu olduğu “Clonaid” şirketi, Rael, İskoçya'nın Sunday Herald gazetesi ile yaptığı özel bir röportajda, Eva'nın (Klonlandığı iddia edilen çocuğun ismi) 18 yaşına kadar dış dünya tarafından görülemeyeceğini söylüyordu. Clonaid, çocuğun bir klon olduğuna dair bilimsel delileri ortaya koyacağını iddia ediyordu.

Rael, klonlama deneylerini savunarak, “Biz barış ve sevgiden yanayız ama bakın Amerika ve İngiltere Irak'ta 100.000 sivili öldürmeye hazırlanıyor. (Bu yazının Irak savaşından önce yayınlandığın dikkat çekmek isterim.) Buna rağmen halk güzel bir küçük kızın klonlanma ile dünyaya gelmesine kızıyor!" diyordu.

Rael'in 55.000 takipçisi de insanların uzaylılar tarafından laboratuarlarda yaratıldığına inanıyordu. Rael'e göre klonlanmanın son hedefi, insanları ölüm anında klonlayarak, birkaç içinde büyüyen klona o, insanın hafızasını nakletmek olacaktı. İşte bu teknikle ebedi yaşam sağlanabilecekti.

Rael, Hıristiyanlığa ve özellikle Vatikan'a klonlamaya karşı olduğu için saldırıyordu. “Papa”nın karşı olduğu her şeyi destekliyorum, Katolik Kilisesi insan doğasının en büyük düşmanıdır!” diyordu.

Vorilhon'un öğretilerini kabul edenler, hem karşı cinsle, hem de aynı cinsle PASAKLI KIZ yapma özgürlüğüne sahiptiler. Rael'ciler, uzaylılar ve özgür metalin garip bir karışımına inanıyorlardı.

İşin en ilginç yanı ise, Rael'in uzaylıların dünyaya ineceği yer olan İsrail'de bir elçilik açma girişiminde bulunmasıdır.

29.01.2003 tarihli BBC'nin haberine göre, Clonaid firması temsilcileri, Florida'da bir mahkemede dünyanın ilk klonlanan çocuğunun İsrail'de yaşadığını ve dolayısıyla mahkemenin yetki alanı dışında olduğunu iddia etmişlerdi.

Herhangi bir DNA örneği olmadığı için, birçok bilim adamı klonlanmış bebek hikayesini inandırıcı bulmamaktaydı.

Okült araştırmacısı James Shelby Downard, “Sorcery, ben bir kımıl zararlısıyım, Assassination, and the Science of Symbolism” (Sihirbazlık, PASAKLI KIZ, Suikast ve Sembolizm Bilimi) adlı kitabında CIA'nın üst kademelerinde Sirius'a tapan bir kült olduğunu iddia eder. Bu CIA kültünün ayin yerlerinden biri, Kalifroniya'daki Palomar Gözlemevi'nin teleskop odasıydı. Downard'a göre, burada Sirius -askeri istihbarat kültü teleksopik olarak odaklandığı “Köpek Yıldızı”nın (Sirius) ışığının odaya gelmesi ile- eski Mısırlı rahipler gibi ritüellere başlamaktaydı.

Amerikan Askeri İstihbaratından Albay Michael Aquino (Satanik “Set Tapınağı”nın başı) oküktizmde Set'in Sirius'la eş değer bir tanrı olduğunu söylüyordu.

Anton La Vey'in (Asıl adı; Anton Lvey) “Şeytan Kilisesi”nin birçok üyesinin askeri çevrelerden geldiği bir sır değildir. Burada yeniden Sirius, okültizm ve askeri istihbaratın acayip birlikteliğini görüyoruz.

Bazı araştırmacılar UFO'ların ve mürettebatlarının giysileri üstünde, “Üçgen içindeki göz” amblemine dikkat çekmişlerdir. Bazı “Kara Elbiseli Adamlar” da aynı amblemi taşıyorlardı ve “Üçüncü göz halkından” olduklarını söylüyorlardı.

Son yıllarda Belçika'da çok görülen UFO'lar içinde, her köşesinde bir ışık yanan üçgen şeklindeki uçan araçlar çok gözlenmiştir. Bu belki de 1997'de Phoeinx/ Arizona'da görülen dev gemi ile aynıydı. Medya'da bu “uçan üçgenler” UFO olarak tanımlanmışlardı, ama gerçekte ABD Hava Kuvvetleri tarafından üretilen “çok gizli” bir uçaktı.

Köpek Yıldızı, Sirius-Işık Lordları-Üçgen İçindeki Göz-Illuminati-Set-Isis-Süleyman Tapınağı, David Yıldızı-Tanrının İsrail'le ahidi-Kabala ve Föniks, bütün bu semboller dünya kökenlidir.

Illuminati örgütü (Bunun görünen kolu olan Masonlar), kendi mitolojisinin eski Mısır'a dayandığını iddia eder.

1800'lerdeki İskoç Riti Masonluğunun başı olan Albert Pike, “Sirius'un parlak ışığı localarımızı aydınlatır” diyordu. Pike'ye göre Sirius, üçgen içindeki göz, ana tanrıça İsis ve Pentagram eş anlamlıydı.

Illuminati ve ilgili örgütlerin (Hür-Masonlar ve Siyon Manastırı) en gizli sırrı, KUDÜS'TEKİ YIKILAN SÜLEYMAN TAPINAĞINI YENİDEN İNŞA ETMEKTİR.

Sırrın içindeki sır, “Yeni Dünya Düzeni”nin amacında gizlidir. Yani Kral David soyundan gelen bir Mesih-Deccal'ın taç giymesidir.

Bu aynı zamanda Tapınak Şövalyeleri'nden bugüne, Yeni Dünya Düzeni'nin ve Illuminati'nin değişmeyen planıdır.

Son yıllardaki en yüksek seviyedeki manipülasyonlar, İncil kehanetlerinin gerçekleştirilmesi, Müslümanların kutsal mekanları olan Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra'nın yıkılarak, Masonların felsefesinin köşe taşı olan Kudüs'teki Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşası ve onun tahtına da David soyundan bir “DÜNYA KRALI”nın oturulması yönünde yapılmaktadır.

Yahudi ve Hıristiyanların “Tapınak Tepesi” adını verdikleri mevkîde yer alan bu iki İslam mabedini havaya uçurmak için birçok terörist örgüt (İsrail istihbaratlı ile bağlantılı) teşebbüste bulunmuştur. Böyle bir şey gerçekleştirdiği takdirde, Yahudiler ve Araplar – Museviler-Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında kutsal bir savaş çıkması kaçınılmazdır.

Mescid-i Aksa'nın yıkılmasıyla Ortadoğu'da III. Dünya Savaşı'nın çıkması, ne Yahudi fundamentalistlerinin, ne fundamentalist Hıristiyan mezheplerinin, ne de Masonların pek umurunda değildir.

İslam mabetlerini havaya uçuracak İsrailli terörist örgütlere, ABD'deki Hıristiyan örgütlerden milyonlarca dolar yardım akmaktadır. Yahudi ve Hıristiyan inançlarına göre, Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşası, Mesih-Deccal'ın gelişini hızlandıracağı gibi, Hz. İsa'nın ikinci gelişine de neden olacaktır.[15]
Süleyman'ın Mabedi ve İsrail'in Harem-i Şerif Politikası


Süleyman Mabedi,Yahudilerin kutsal tapınağıdır ve bu mabet Yahudilerin Filistin'e geri dönme inançlarını pekiştiren bir unsur olarak kullanılmıştır. Mescid-i Aksa'nın Süleyman Mabedi üzerinde kurulmuş olmasından dolayı Yahudiler bölgeye özel bir anlam yüklemişlerdir. Filistin topraklarına 1881'de başlayan göçle birlikte Yahudiler bölgeye yerleşmeye başlamışlardır. Siyonistlerin Filistin'e göçleri, bu kutsal mekana ulaşma ve orada bir devlet olma amacını hedeflemektedir. Bu nedenle bölgede hakimiyet kurabilmek için Filistin'deki nüfuslarını arttırmaya çalışmışlardır.[38]
Filistin'e beş büyük Yahudi Göçü olmuştur. 1881-1903, 1904-1919, 1919-1923, 1923-1929 ve 1929-1940 yılları arasında gerçekleşen bu Siyonist göçlerle Filistin'deki Yahudi nüfusu arttırılmıştır. Bu dönemde her ne kadar Filistin'de çoğunluğu elde edemeseler de Yahudiler, Batı'dan aldıkları destekle “Süleyman Mabedi” mitini gerçekleştirmek için harekete geçmişlerdir. Aslında 1920'lerde Filistinliler Siyonistlerin Mescid-i Aksa politikalarının farkına varmış ve Müslümanlarla Siyonistler arasında ilk ciddi çatışmalar o dönemde başlamıştır. İngilizlerin desteği ve 1942 yılından sonra da ABD'nin bölgedeki nüfuzunu artırmasıyla birlikte Siyonistler daha güçlü bir şekilde hareket ederek Filistinliler üzerinde terör estirmişlerdir.

Kurulduğu 1948 yılından bugüne değin İsrail, Süleyman Mabedi'nin bulunduğu yeri yeniden inşa etmenin yollarını aramaktadır. İsrail'in bütün çabalarına rağmen Kudüs ancak 1967 Haziran'ındaki Altı Gün Savaşları'nda işgal edilebilmiştir. Bugün gelinen noktada, Filistinlilerin top yekun maruz kaldıkları baskı ve şiddet bir yana, İslâmî Hareket Konseyi Lideri Şeyh Raid Salah'ın ifadesiyle, “Sadece Kudüs ve çevresinde İsrail tarafından tahrip edilen, yıkılan, kumarhane ve gece kulübüne çevrilen camilerin sayısı 1200 civarındadır.”. Bütün bunlara rağmen İsrail bugün nihai hedefine ulaşamadığını düşünmektedir.

1967 işgalinden sonra 1980 yılında Kudüs, “İsrail'in ebedi başkenti” ilan edilmiştir. Bütün bu çabaların ana hedefi, 20 yüzyıldır yıkık olan Süleyman Mabedi'nin bir an önce yeniden inşa edilmesidir. Ancak bu alanda iki İslam mabedi bulunmaktadır: Mescid-i Aksa ve Kubbetü's-Sahra. Bazı Yahudilerin görüşüne göre, Mabed'in yapılabilmesi için iki Müslüman mabedinin yani Mescid-i Aksa ve Kubbetü's-Sahra'nın yıkılması gerekmektedir. Bunun önündeki en büyük engel ise Filistinliler başta olmak üzere, tüm dünya Müslümanlarıdır. Onlar var oldukları sürece, İsraillilerin bu iki mescidi yıkmalarına asla müsaade edilmeyecektir. İşte son dönemlerde yaşanan ve Kudüs sokaklarını kana bulayan çatışmaların anlamı da burada gizlidir.

Kudüs'ün işgalinden sonra gerek bireysel olarak İsrail'in Siyonist vatandaşları, gerekse devlet olarak İsrail, İslam mabetlerini ortadan kaldırmak için çeşitli girişimlerde bulunmuştur. 21 Ağustos 1969'da Mescid-i Aksa'ya yapılan kundaklama ilk defa uluslararası kamuoyunun tepkisini çekmiş ve aynı yıl İsrail'in kutsal topraklara karşı tutumuna tepki olarak İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) kurulmuştur. Bu gelişmelerin ardından İsrail, dünya devletlerinin ve Müslümanların tepkilerinden çekindiği için eylemlerini, siyasi boyuta çekmiş ve yeraltı kazılarına yoğunlaştırmıştır. Bunu da “Yahudilerin kendi tarihlerine ulaşmak ve bilgilenmek için yapılan arkeolojik kazılar” diye tarif etmiştir. Siyasi baskılardan çekinen İsrail, çeşitli örgütlere göz yumarak, örgütler vasıtasıyla bu işi bitirmeye çalışmaktadır. 1984 yılında hem Mescid-i Aksa hem de Kubbetü's-Sahra'yı havaya uçuracak bir örgüt çökertilmişti. Bu iki mabet var olduğu müddetçe İsrail'in varlığı burada sürekli tartışma konusu olacaktır. İsrail mahkemesi, kanunlara göre suç oluşturan bu eylemi doğal olarak cezalandırdı ama mahkeme kararından bir gün sonra, Başbakan İzak Şamir, Machteret Yehudit üyeleri için şöyle diyebilmişti: “Hepsi harika insanlar ama bir hata yaptılar.” İsrail'in eli kanlı en radikal örgütü olan Gush Emunim Hareketi'nin önde gelen ismi Haham Moşe Levinger de eylemin teorik olarak doğru ama zamanlama yönünden yanlış olduğu yönünde görüş bildirmişti.

İsrail'in başlattığı ve İslam dünyasının tepkilerini çeken Şubat 2007 tarihli Harem-i Şerif kazıları göstermiştir ki Mescid-i Aksa'ya yönelik tahripkar çalışmalar bugün de devam etmektedir. Siyonist işgalciler son birkaç yıldır Mescid-i Aksa'yı yıkabilmek için farklı bir metot izlemektedir. Eski Yahudi eserlerini ortaya çıkarmaya çalıştıkları gerekçesiyle Mescid-i Aksa çevresinde ve altında kazılar yapmaktadırlar. Bu kazıların asıl amacı ise mescidin temellerinin altında boşluklar oluşturulması, temellerinin dayandığı kayaların tahrip edilmesi ve böylece mescidin kendiliğinden yıkılmasına yol açmaktır.

İsrail Devleti'nin, genelde Filistin, özelde Kudüs politikası buradan Müslümanların top yekun çıkarılması üzerine kurulmuştur. Kudüs'te yaşayan Filistinlilerin evlerini onarmalarına izin verilmediği gibi, iş bulmaları da engellenerek burayı terk etmeleri sağlanmaya çalışılmaktadır. Bugün farklı söylemlerle burayı koruduklarını belirten yetkililerin bu tarihi mekanda değişikliklere giderek İslam kültür mirasını yok etmeye çalıştıkları, 1967'den beri bu mekanlarda yapılan değişiklikler izlendiğinde açıkça görülmektedir.

Harem-i Şerif'in sadece Filistinlilerin değil tüm Müslümanların mekanı olduğu bilinci geliştirilmediği müddetçe bu mekanların İsrail tarafından yok edilmemesinin hiçbir garantisi yoktur.[38]
İsrail 1967 yılından itibaren El-Mağaribe Mahallesi'ni işgal etti. Çünkü bu mahalle, Burak Duvarı'na bakmaktadır. Yahudiler bu duvara, “Ağlama Duvarı” diyorlar ve sözde Süleyman Tapınağı'nın batı duvarının bir parçası olduğunu öne sürüyorlar. O zamandan beri Müslümanların bu duvara yaklaşması ve El-Mağaribe Kapısı'nı kullanması yasaklandı.
Son çalışmalar, 1976'dan beri Mescid-i Aksa'ya yönelen en büyük tehdit olarak biliniyor. Geçit ve toprak tepe, Mescid-i Aksa'nın ayrılmaz bir parçası olmanın ötesinde, batı duvarına payanda teşkil ediyor. Yani yıkılması, Mescid-i Aksa'nın temellerine zarar verecek.[39]
Yahudiler 1967 yılındaki O devirde îmanın heybet ve heyecanı ve bu şaha kalkış savaş sonucunda Kudüs'e tamamen hakim olmalarına rağmen Mescid-i Aksa'yı yıkıp yerine Süleyman Mabedi'ni tekrar inşa etmemişlerdir. Bunun iki nedeni vardır. Bunlardan biri Müslümanların tepkisi diğeri ve en önemlisi Yahudiliğin mesihçi karakteridir. İsrail devleti İslam dünyasının tepkisinden çekindiği için şimdiye kadar bunu plânlamamıştır. İsrail devletinin bu tutumunda dinin de önemli katkısı vardır. Çünkü Ortodoks Yahudiliğe göre Süleyman Mabedi'nin yeniden inşa edilmesi Mesih'in gelmesine bağlıdır. Mesih'in gelmesinden önce girişilecek böyle bir faaliyet dinî otoritelerin tepkisini çekecek din ile devlet karşı karşıya gelecektir.Bu nedenle Yahudiler Süleyman Mabedi'ni yeniden inşa etme teşebbüsünde bulunmamaktadırlar.[40] Hahambaşı Mordehay Elyahu: "Biz bu camiyi yıkmak, onu buradan tamamen silmek ve yerine Süleyman Heykeli'ni inşa etmek istiyoruz." diyerek bu konudaki düşüncelerini net bir şekilde ortaya koymuştur. Haham Meir Kahane de İsrail parlamentosu üyeliğine seçildiğinde, Süleyman Mabedi tepesinde Yahudilerin ibadetlerine eşlik etmek ve Mescidi Aksa ile Kubbetu's-Sahra'nın yıkılması için mümkün olan her yola başvurmak için yemin etmiştir. Haham Şalom Harokohin de: "Diasporadaki Yahudilerin bir araya gelmelerinin en önemli sebebi Siyon mabedinin yeniden inşasıdır" demiştir.

Siyon Mabedi'nin ihyası sadece fanatik Yahudilerin hayali olarak algılanmamalı. Sağcısından solcusuna, hahamından, laik olanına varıncaya kadar tüm İsrailli'nin arzuladığı bir düştür aslında. “Kudüs'süz bir İsrail, Siyon Mabed'siz bir Kudüs olamaz” ifadesi, bugün tüm İsrailliler için vazgeçilmez bir slogan haline gelmiştir çünkü. Barış güvercini lakaplı ünlü İsrailli entellektüel Yuşa Belin bile diyor ki:

“Mekke ve Kabe, Müslümanlar için ne anlam ifade ediyorsa Kudüs ve Siyon Mabedi de bütün Yahudiler için onu ifade etmektedir.” [5]
Yahudiler, Kudüs'teki mescid-i Aksa'yı yıkıp, yeniden Süleyman tapınağı'nı inşa etmek için uğraşmaktadırlar. çünkü bu tapınağın yeniden yapılması, Yahudilerin, Hz. Süleyman dönemindeki güç ve ihtişamlarına kavuşacakları anlamına gelir. Kudüs bu yüzden sürekli bombalanmaktadır.[2]
Son günlerde -özellikle Yahudilerin 68'li yıllardan beri pek cesaret edemedikleri- Mescid-i Aksa'yı yıkıp yerine yeniden geçmişte Mescid-i Aksa'nın yerinde bulunan Süleyman Tapınağı'nı inşâ etme etme girişimlerini hızlandırdıklarına tanık olmaktayız. Burada sorulması gereken o bölgedeki İslam ülkeleriyle kıyaslandığında pek de güçlü olmayan İsrail gibi bir ülkeye son günlerde Mescid-i Aksa'nın etrafını kazacak cesareti neyin verdiğidir.Bu bağlamda, bu sorunun cevabını Grace Hallsell'in "Tanrıyı Kıyamete Zorlamak" adlı eseri gayet güzel vermektedir: "Siyonist" Yahudiler ile Evanjelist,Dispensasyonalist,Fundamentalist vb.birtakım Hristiyanlar arasındaki dini ittifak.

Bu noktada Armageddon, Deccal [ing.AntiChrist], Ye'cüc ve Me'cüc [ing.Gog and Magog], Semaya Yükselmek[ing.Rapture] gibi bazı kavramların bilinmesinde fayda vardır. Hristiyanlıkta İncil'de de yazdığı üzere

İsa Mesih'in ölümünden sonra ikinci kere dünyaya döneceği ve inançlıları yani Hristiyanları zaten günahlı olan dünyanın acılarından kurtaracağı inancı mevcuttur.Fakat, Kurtarıcı İsa Mesih'in yeniden dünyaya dönebilmesi için birtakım olayların gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu olaylar arasında Fırat Nehri'nin bütün sularının kuruması, Yahudilerin vaat edilmiş topraklarında bir İsrail devleti kurmaları, bugün yerinde Mescid-i Aksa'nın bulunduğu geçmişte ise Süleyman Tapınağı'nın olduğu yerde Müslümanların kutsal mekanı olan Mescid-i Aksa'nın yıkılıp yerine geçmişte olduğu gibi Süleyman Tapınağı'nın yeniden inşâ edilmesi, yeniden inşâ edilen Süleyman Tapınağı'nda geçmişte olduğu gibi Yahudilerin Tanrıları Yahve'ye/Yehova'ya Kızıl Düveler yani kızıl danalar kurban etmeleri vb. bulunmaktadır.

İsa Mesih'in yeniden dünyaya dönüp inananları(Hristiyanları) kurtarabilmesinin önkoşulları olan bu nedenlerden dolayı birçok Amerikalı "Protestan" kendilerinden geçmişçesine aslında pek de sevmedikleri Yahudilerin Kudüs'teki Mescid-i Aksa'yı yıkmaları ve o bölgeye tamamıyla hakim olmaları için ellerinden gelen her türlü yardımı(ekonomik,askeri,teknolojik vs.) yapmaktadırlar.Tabii ki bu durum da Ortadoğu'da İsrail'in emperyalist bir siyaset izlemesine sebep olmaktadır.

Peki İsa Mesih, bütün bu dünyaya yeniden dönüş alametleri gerçekleştikten ve kendisi de dünyaya döndükten sonra ne olacak? İşte bu noktada da İncil'in Vahiy kısmında geçen Armageddon kavramı ile başka bir kavram olan Deccal [ing.AntiChrist] kavramı çok önem taşımaktadırlar. Armageddon [ibr.Har-Meggido] aslen İbranice'den gelme bir sözcük olup Meggido Dağı anlamına gelmektedir. Meggido Dağı ise Ortadoğu'da bulunan büyük bir dağ olmaktadır. Bu insanların inancına göre Yahudiler yeniden Süleyman Tapınağı'nı inşâ edip orada Tanrılarına Kızıl Düveler kurban etmeye başladıklarından ve Fırat Nehri de kuruduktan sonra Deccal ortaya çıkacak ve kendisine içlerinde çoğu Yahudi ile birlikte geriye kalan bütün uluslardan insanların da (Müslüman Araplar,Farslar,Türkler,Budist Çinliler, Hindular vs.) bulunduğu bir ordu kurduktan sonra kurumuş olan bu Fırat Nehri'ni aşarak ordularıyla İsa Mesih'e karşı savaşacak. İsa Mesih ve onun inananlarından oluşan ordu Deccal'in ordularını Meggido Dağında yenecek ve bu savaşta insanlığın yarısından fazlası yok olacak. Bu da kimi günümüz yorumcularına göre o bölgede gerçekleşecek bir nükleer savaşla mümkün olacak.Bu savaşın sonunda hayatta kalan çok az bir Yahudi grubu ise Hristiyan olup kurtuluşa erişme fırsatı bulacaklar.Savaş bittiğinde İsa ve bütün inananları (Hristiyanlar) artık Adem ve Havva'nın işlediği ilk günah'ın cezasını çekmekten kurtulacak ve günahlarından arınıp Tanrı'ya ulaşmaya ve cennette hiçbir kötülüğün bulunmadığı sonsuz bir yaşama kavuşmaya hak kazanacaklar. Bütün bu nedenlerden dolayı Ortadoğu hatta Mezopotamya'nın kuzeyinde bile inançsız kabul ettikleri Müslümanların ortadan kaldırılması, yok edilmesi hem "Protestan Hristiyan"lar hem de "Yahudi"ler için son derece önemlidir.[41]

"Üç kötü ruh, kralları İbranice Armagedon denilen yere topladılar." [42]
Tapınağın avlusu ağaçlar, çiçekler ve çeşmelerle kaplıydı çünkü Tapınak Cennet Bahçesi'nin bir modeli ve yeniden yaratılması anlamına geliyordu.[45]

"Onu salgın hastalıkla, kanla cezalandıracağım; onun ordusunun ondan yana olan birçok ulusun üzerine sağanak yağmur, dolu, ateşli kükürt yağdıracağım." [43]

"Güney Afrika için başlıca "para kaynağı" ülkesinden çıkan ve hemen hemen tamamiyle İsrail'e gönderilen uranyum madenidir. Bu madeni kullanan İsrail daha 1976 yılında Hiroşima'ya atılmış olan bomba tipinde on üç yahut yirmi atom bombasına sahip bulunuyordu." [44]
2004 Tartışmaları


27 Aralık 2004 tarihinde Toronto-çıkışlı The Globe and Mail gazetesi, Kudüs'teki İsrail Müzesi'nin herkesin bir zamanlar Süleyman Mabedinin baş rahibine ait asanın süsü olduğuna inandığı fildişi nar'ın sahte olduğu sonucuna vardığını yazdı. Bu eser, Kitabı Mukaddes'in eski eserler koleksiyonundaki en önemli parçaydı ve 2003 yılında Kanada Medeniyetler Müzesindeki gezici bir sergide sergilenmişti. Uzmanlar bu keşfin uluslararası bir eski eser dolandırıcılığının parçası olmasından korkuyorlardı. Başparmak büyüklüğündeki nar, yalnızca 44 mm yüksekliğindeydi ve üzerinde Eski İbranice alfabesinde yazılmış bir yazıt kazınmıştı. Sadece 9 yazı karakteri tam olarak okunabiliyordu ve eğer yazıyla bir düşünce anlatılmak istenmişse anlaşıldığı kadarıyla bir kaç tane daha karakter kayıptı. Yazıtın günümüze ulaşan kısmının transkripsiyonu şu şekildedir "לבי...ה קדש כהנם (sadece yod kelimesinin alçak yatay hattı ve ה he'nin yüksek yatay hattı kalmıştır.)

Kayıp harflerin restarosyanı ile ilgili öneri şu şekildedir: לבית יהוה קדש כהנם

Bu yeniden kurma, araştırmacıların çoğu tarafından kabul gören şu transliterasyon (başka alfabe ile yazma) ile sonuçlandı: "lby[t yhw]h kdş khnm, anlamı: "Yahuda'nın tapınağının kutsal rahibine aittir."

Eserin sahte olduğunu iddia edilmesinin nedeni, bu parçanın Demir Çağı'ndan ziyade Bronz Çağı'na ait olduğu hakkındaki tartışmalardır. Her halükârda Süleyman Mabedinin Bronz çağında yapıldığına dair teoriler vardır. Eğer bu teoriler doğruysa, nar'ın sahte olup olmadığını tartışmak için bir neden yoktur.[6]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Süleyman Mabedi (Kudüs Tapınağı, Templique Salomonis, Temple of Jerusalem)
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Süleyman Mabedi (Kudüs Tapınağı, Templique Salomonis, Temple of Jerusalem)
» Güneş Tapınağı (Solar Temple)
» israil, D.Kudüs’ü Yahudileştiriyor!
» Kudüs’te Son Osmanlı Alayı…
» İSRaiL'e BiR TaŞ, KuDüS'e BiR Dua GöNDeR!

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Reddiye Kitabı Ve İslama Davet ( Nasıl Müslüman Olurum )

 :: İnsanları İmanlar 'ından Ederek, Dünyayı zulme ve Kötülüğe Boğan hırıstiyan ve yahudi kökenli akım ve görüşlere Reddiye :: Gizemli Kültler, Örgütler ve Cemiyetler
-
Buraya geçin: