- Lamekan demiş ki:
- Hallac-ı Mansurda enel hak dediği için asılmış,buradaki enel hak gerçekte nedir acaba bilenlerden yardım beliyorum.
Allah c.c. Razı olsun kardeşim kısaca bahsedeyim ama en doğrusunu Allah c.c. bildirdikleri ve sitedeki hocalarımız bilir, Önce Hallac-ı Mansur k.s. yani (Hüseyin Mansur k.s) nasıl bu isimle anıldı bunu anlatayım.
Hüseyin Mansur k.s. bir gün tanıdığı bir hallacın dükkanına uğrar.
Hüseyin Mansur k.s bir müddet sohbetten sonra, hallac
arkadaşından rica da bulunur, arkadaşı kırmaz dükkanı ona emanet
eder nasılsa kısa bir müddet içinde geri dönerim diye ayrılır…..
Ayrılır da iş pek rast gitmez, dönmek de dönemez bayağı gecikir.
Darlanmasından dolayı biraz sitem ile Mansur’a:
- Hüseyin, senin işini halledeyim derken, kendi işimdende geri kaldım,
müşterilere ne diyeceğim şimdi der?
Mansur, gülümser, bunlar için mi üzülüyorsun der gibi parmağını henüz
atılmamış pamuklara doğru uzatınca pamuklar tel tel olup bir tarafa,
süprüntüsü, işe yaramazı bir tarafa ayrılır. Arkadaş hayret içinde kalır
ve bunu kısa zamanda işitmeyen kalmaz. Ve Hallaç diye anılmaya
başlar.
Mubareğin Enel Hak demesine gelince; Hallac-ı Mansur “Ene’l-Hak!.. Ene’l-Hak!.. Ene’l-Hak!..” (Ben Hakkım!) diye diye inlerdi.
Halk ikiye bölündü. Bir kısmı zâhire göre hükmetti, Hallac-ı Mansur’u inkâr etti ve sözüyle dinden çıktığını ileri sürdü. Bir kısmı da Hallac-ı Mansur’un bu sözüyle benliğini reddettiğini ve Hakkı dilediğini savundu.
Hallac-ı Mansur mahkemeye çıkarıldı, hapse atıldı, kendisine işkence edildi.
“Ene’l-Hak deme! Hüve’l-Hak (Hak Odur) de!” dediler.
Hallac, “Bizim için de Hak Odur!” dedi.
İbn-i Atâ haber gönderdi:
“Özür dile ki zindandan çıkarsınlar!”
Hallac, “Ben ne dedim ki özür dileyeyim? Ben Halık’ı bırakıp halka yalvarmam!” dedi. Bir yandan da “Ene’l-Hak! Ene’l-Hak!” diye feryat ediyordu.
Bağdat uleması Hallac’ın katledilmesi için fetva verdi. Nihayet fetva gereğince Hallac idam edildi.
Şiblî, Hallac-ı Mansur’u rüyasında gördü ve sordu:
“Sana azap eden ve seni asan halka Cenab-ı Hak nasıl muamele eyledi?”
Hallac:
“Benim hakkımda halk ikiye bölünmüştü. Bir kısmı benim hâlimi bilirdi. Bana şefkat ederdi. Bir kısmı da benim hâlimi bilmezdi. Şeriatı muhafaza ve Cenab-ı Hakk'ın emrini yerine getirmek için bana azap ederdi. Cenâb-ı Hak her iki bölüğe de rahmet eyledi. Çünkü her ikisi de masumdu!
Bir derviş rüyada gördü ki, şeytan Hallac-ı Mansur’u görünce şaşırdı ve şöyle dedi:
“Sen ‘Ene’l-Hak’ (Ben Hakkım!) dedin. Ben ‘Ene’l-Hayr’ (Ben hayırlıyım!) dedim. Sana rahmet olundu, bana lânet edildi. Bunun hikmeti nedir?”
Hallac-ı Mansur şu cevabı verdi:
“Sen enaniyetine güvendin ve benlik eyledin. Ben ise enaniyetimi inkâr ettim, benliği kendimden uzak eyledim. Benliğimi Hak'ta gördüm!” olarak anlatılır.
Mubarek, Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak dedi. Bu sözün anlamı, (Ben Hakkım) demek ise de, (Haktan başka hiç kimse yok) demek istemişti.
Kalbin masivadan arınarak Hakk'ın esma, sıfat ve zılâl nûrlarına ayna olması sonucu meydana gelen şiddetli sevgi ve aşk sebebiyle salik, akis ve gölgeleri Hakk'ın kendisi zanneder. Hallac'ın "Ene'l-Hakk" dediği makam burasıdır. Elini ateşe sokan kişinin yandığında can havliyle: "Yandım, ateş oldum." demesi nasıl mecazi bir hakikati ifade ediyorsa ve bu söz; söyleyenin gerçekten ateş olduğunu göstermiyorsa "Enel-Hak" sözü de böyle bir mecazi idraktir. Kulun kendi fiil ve davranışlarını görmez olup kendisinde olan fillerin Allah'a aid olduğunu idrak etmesidir.
"Sen çekilince aradan- Kalır seni Yaradan" bu anlamda söylenmiştir. Bu anlamda söylenmiş bir söz, elbette küfür değildir. Ancak iltibasa müsaid olduğundan bu tür sözleri, sadece beşerî sıfatlardan soyutlanıp ilahî sıfatlarla muttasıf olanlar söyleyebilir. "Ene'l-Hakk" sözünün söylendiği makam Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarıyla idrak olunduğu makamdır. "Hakk" ismi, esma ve sıfat tecellîsidir. Bu yüzden sûfîlerden "Ene'l-Hakk" diyenler çıktığı halde "Enallah" diyenler çıkmamıştır.
Hallâc-ı Mansûr'un idâmına sebeb olan "Enel-Hak" sözü, onun tasavvuf yolunda sâhib olduğu kendi hal ve derecesine uygun ve kendi aşk sarhoşluğu içinde söylediği doğru bir sözdür. Zâhiren kelime mânâsı; "Ben Hakk'ım" demek olan bu sözün hakîki mânâsı: "Ben yokum. Hak vardır." demektir. Nitekim İmâm-ı Rabbânî hazretleri Mektûbât kitabının 2. cild 44. mektûbunda bu husûsu şöyle açıklamaktadır: "O büyüklerin "Her şey O'dur" demeleri, hiçbir şey yoktur. Yalnız O vardır demektir. Meselâ, Hallâc-ı Mansûr Enel-Hak (Ben Hakk'ım) dedi. Böylece, ben Hakk'ım, Hakk teâlâ ile birleştim, demek istemedi. Böyle diyen kâfir olur ve öldürülmesi lâzım olur. Onun sözünün mânâsı "Ben yokum, Hakk teâlâ vardır." demektir. İşte sofiyye her şeyi Hakk teâlânın isimlerinin ve sıfatlarının görünüşü, onların aynası bilir. Zâtın (kendisinin) bunlarla birleştiğini, zâtında değişiklik olduğunu söylemez. Meselâ, bir insanın gölgesi, kendinden hâsıl oluyor. Gölge, o kimse ile birleşmiş, onun aynıdır veya o kimse o gölge şekline girmiştir, gibi şeyler söylenemez. O kimse, kendi kendinedir. Gölge, onun bir görünüşüdür. Bu kimseyi aşırı seven, gölgeyi filân görmez. Ondan başka bir şey görmez. Gölge, o kimsenin aynıdır, diyebilir. Yâni gölge yoktur, yalnız o insan vardır, der. Bundan anlaşıldı ki, sofiyye, eşyâya, Hakk teâlâdan meydana gelmiştir. Hakk teâlâ değildir, diyor. O halde, sofiyyenin; "Her şey O'dur." sözleri; "Her şey O'ndandır." demektir ki, âlimler de böyle söylemektedir. İki taraf arasında bir fark yoktur. Yalnız şu fark vardır ki, sofiyye, eşyâya, Hakk'ın görünüşü diyor. Âlimler bunu söylemekten çekiniyor. Eşyâ ile birleşmek, eşyânın içinde bulunmak anlaşılmasın diye, bu sözü söylemiyor."
Hadis-i Kudsi'de Allah Teâlâ "Kulumu sevince gören gözü, duyan kulağı, tutan eli olurum. Artık o benimle duyar, benimle görür, benimle tutar, benimle yürür." buyurmaktadır.
selamunaleyküm