iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI

Aşağa gitmek 
5 posters
YazarMesaj
islam73
Medaratör

Medaratör
islam73


Mesaj Sayısı : 3832
Kayıt tarihi : 04/03/10
Nerden : Türklügün Bekcisi ve islamin Kölesi

Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI Empty
MesajKonu: Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI   Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI Icon_minitimePerş. Mayıs 13, 2010 1:37 am

Bismillahirrahmanirrahim
Rabbi yessir hayren Rabbim! Hayrı Kolaylaştır
Sırlara mahsus ve zahirler üzerinde etkili olan vicdanların hamdı sırf Allah'a aittir.
Salât ve selam basiretler makamından davet eden Hz. Muhammed'in ve önceki ve sonraki
ehlibeytinin üzerine olsun.
Bu "YA" kitabıdır. Diğer adıyla "huve" kitabıdır. İşaret ehli ve hakkı engellerde ve
alakalarda gören hakikat ehli için yazdık. Allah sizi muvaffak kılsın, bilin ki, "huve=O"
teklikten kinayedir. Bu yüzden yüce Allah'ın nispeti ile ilgili olarak "Kul huvallahu. Ahad /De
ki: O Allah tektir." (İhlas, 1) denilmiştir. Teklik mutlak zattır ki, yüzler gözleriyle akıllar da fikirleriyle
Onu idrak edemezler. İdrakler tarafından algılanan bir şey dönüşüme uğrar ve
şekil alır. Hangi makamda "ena=ben", "inni=şüphesiz ben", "en-te=sen" ve
"..ke=...sen..."gibi tecellilerden bir tecelli gerçekleşse, mutlaka "O" bu tecellide gizlidir. Bu
makamlarda zuhur edenden haber verilir, ama mutlak zat ile ilgili olarak "O" ile tenzih
gerçekleştirilir. Dolayısıyla fehvanilik hiçbir zaman "O"dan ayrılmaz. Fehvaniden başkası
da "O"nu bilmez. Ancak "in-ni=şüphesiz ben", "ena=ben", "ente=sen" ve" ..ke=..sen"i
bilir. Allah'ı bilenler her zaman "hu-ve=O" ya bağlı olurlar. Demişlerdir ki: Sana yapılan
övgüleri sayamam. Burada "huve = O", kendini "..ke=sana" ile perdelemiştir. Sen, kendini
övdüğün gibisin. Burada da "O" "sen ve "kendini" ile perdelen-miştir.
Bir başkası da şöyle demiştir: İdraki derk etmekten acizlik idraktir. Yani bu sözü
söyleyen kimse, "O"nun idrak edilmediğini ve edilmeyeceğini idrak etmiştir. Eğer "O" idrak
edilse "O" olmaz. Aksine "O"nun dışındaki şeyler "O" ile idrak edilir.
Diğer biri de şöyle demiştir: Biz, seni salih biriyle överiz.
Burada "..ke=seni.." yi görmüştür. Sonra "övdüğümüz sensin." demiştir-burada da
"sen" görmüş ve onu övgünün kendisi kılmıştır. Sonra "övdüğümüzün üstünde..." demiştir.
Böylece "üstünde..." ifadesiyle "O"nu zahir etmiştir. Demek istiyor ki "ben", "sen" ve
benzerlerinin üstünde... Sonra ifadenin orijinalinde-ki "nusniy" sözünün sonundaki "ya" ile
kendisini ispat etmiştir. Böylece "O" her açıdan bilinmeyen, idrak edilmeyen ve işaret
edilemeyen olarak kalmıştır. "O"ndan başka "O" yoktur. "O"dan başkası da yoktur. O halde
"O" "ben" , "sen" ve benzerlerinin içindedir. Fehvaniliği "O" ile şereflendiren, onu bütün
idrakler arasında taşıyan münezzehtir. "O"ndan başka ilah yoktur. Bir de "O", bütün
mevcudata sirayet etmiştir. Çünkü onların varlığı "O"na bağlıdır, var olduktan sonra
varlıklarını sürdürmeleri de "O" ile mümkündür. Böylece "O"dan sonraki her şey, "O"dan
bedel hükmünde belirmiştir. Bir anlamda atf-ı beyan ma-hiyetindedirler (Ona açıklamaya
amacıyla atfedilmiş-lerdir). Demek istiyorum ki, "O"na ait mertebelerin açıklanması için
"O"na atfedilmişlerdir, "O"nu açıklamak için değil. Yine de "O" icmali ve izzeti ile baki
kalıyor. Nitekim yüce Allah bir çok yerde şöyle buyurmuştur: "Huvallahullezi la ilahe illa
hu/O, Allah'tır ki, Ondan başka ilah yoktur." (Haşr, 22) Cümlenin orijinali "O" ile başlıyor ve
"O" ile bitiyor. Uluhiyet mertebesi "O" ile izhar ediliyor.
Yine şöyle buyurmuştur: "La ilahe illa huverrah-manurrahim / İlahınız bir tek Allah'tır.
O'ndan başka ilah yoktur. O, Rahmandır, rahimdir." (Bakara, 163) "Huve'l Evvelu ve'I Ahiru
/ O ilktir, sondur." (Hadid,3) "La ilahe illa huve alimu'l Ğaybi / O'ndan başka ilah yoktur.
Görülmeyeni ve görüleni bilendir." (Haşr,22) "Huve'l meliku'l Kuddusu=O, mülkün sahibidir,
eksiklikten münezzehtir." (Haşr,23) "Huve'l Haliku'l Bari'u I O, yaratan, var edendir."
(Haşr,24) Bu ayetlerde görüldüğü gibi, "O"dan sonra yer alan isimler, "O"nu ve âlemde
özel olarak meydana getirilmesi istenen hadiseleri açıklamaktadırlar. Dolayısıyla isimlerin
tümü "O"nun tercümanlarıdır. "O" ise tekliğinde ve "O"luğunda yaklaşılmaz izzet perdesinin
gerisinde gizlidir. Bu yüzden "O"dan sonra yer alan ifadeleri mertebeye ilişkin atf-ı beyan
veya o mertebede Onun yerine geçen bedel olarak nitelendirdik. "O" teklikle mevsuf
mutlak zattan başkası için "O" ismi sahih değildir. Bu yüzden zatın hususiyeti mahiyetinde
tekliğe tahsis edilmiştir. Çünkü Allah'tan başka her şey, Allah tarafından ve de Allah'tan
başka bazı varlıklar tarafından idrak edilen varlıklardır. Bu varlıklar da "ente=sen"dedirler
"O"nda değil.
Öte yandan kinayeler içinde "YA"dan başka "hu-ve=O"ye yaklaşan bir zamir yoktur.
Özellikle "li=be-nim için" ifadesindeki "lam" veya "inni=şüphesiz ben" ifadesindeki "inne" ye
bitiştiği zaman. Dolayısıyla "YA"nm büyük bir hakimiyeti vardır ve hiçbir zamir ona
yaklaşamıyor, ona hükmedemiyor. Bu nedenle "inne" bir mertebede kal ıp etkilenmemek
istediği zaman koruma "nun"unu (nun-ı vikaye) alıyor, onu kendisiyle "ya" arasında bir
kalkan gibi kullanıyor. Böylece gelen etki koruma "nun"una yöneliyor ve "inneni"
ifadesindeki "inne" salim kalıyor. Şu halde ifadedeki ikinci "nun" koruma nunudur,
gerçek "nun" değildir.
Aynı durum "darebeni=bana vurdu", "yukrimu-ni=bana ikram ediyor" "ekremeni=bana
ikram etti."fiilleri için de geçerlidir. Eğer koruyucu "nun" almasaydı, "ya"fiiller üzerinde etki
edecekti. İşte bu "ya"nın hakimiyetinin gücünü göstermektedir, "ya" harfi "ena=ben" ve
"huve=O" arasında bir aracıdır. "Ena=ben", "ya"ya göre "Huve=O"den daha uzaktır. Çünkü
"ena=Ben"nin bir etkisi yoktur. Fakat "ena=ben", "ente=sen"ye ve "..ke=...sen..."ye göre
"huve=O"ye daha yakındır. Böylece "Huve=O"ye en uzak zamir "ente=sen"dir. Geride
"nahnu=biz" ve "inne", "ena=ben" ile birlikte "huve=O"ye göre mertebelerinin ayr ışması için
kalıyorlar.
"Ena" ve "inne" ise, "huve" ile birlikte "nah-nu"dan daha uzaktırlar. "Nahnu" ise, "ena"
ve "İnne "ye göre "huve"ye daha yakındır. Çünkü "nahnu" tıpkı "huve" gibi mücmeldir;
mertebeler onu tafsil eder. Böylece müzmer ifadelerde "nahnu", zahir ifadelerde "Allah"
lafzı gibidir. Özellikle özel mertebeyle kayıtlı olmadığı zaman. Diğeri, yani "nahnu" da öyledir.
"Ena" ise, üzerinde "ya"nın etkisinden dolayı "in-ne"den daha güçlüdür.
Bu nedenle Musa için, seçilme makamının şerefi irade edildiğinde "ena" ve "inne"
edatları izhar edildi ve ifadeye koruyucu "nun" yerleştirildi. Ki "inne", tıpkı "ena" gibi salim
kalsın. Bunun nedeni de makamın Musa'ya taalluk etmesidir. Bunun neticesinde hak onun
yanında yüceltilmiş oldu. Çünkü onun benliğinde (enaniyetinde) bir etki hasıl olmadı. Dolayısıyla
yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Ve ene'hter-kuke JestemV Uma yuha inni enallahu
/Ben seni seçtim. Şimdi vahyedilene kulak ver. Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım."
(Ta-ha, 13-14) Böylece ilk ve son "ena", yani onların gayeleriyle etkiden salim kalmış,
"nun" ile korunmuştur.
Ayrıca ona, onunla intisab etmek isteyen de ondan onunla korunur. Yani intisap
etmeyi ister ve etkilenmez, korunur. "Ve nahnu ekrabu ileyhi min hab-li'l veridi /Ve biz ona
şah damarından daha yakınız." (Kaf, 16) O halde "nahnu=biz"ya yakınlık, "Hu-ve=O"ye de
uzaklık vardır. Çünkü "Nahnu=biz"ya şah damarı naiblik ediyor. İfadenin orijinali olan "hablu'lverid"
sözündeki "habl" kelimesi "ulaşma" demektir. "Huve=O" ise bundan farklıdır.
Bunlar kinayelerin mertebeleridir ve açıklanmış oldular. Bu kinayeler mebnidirler, yani
sabittirler ve değişmezler. Bu nedenle bütün isimler içinde uluhiyet niteliğini en fazla onlar
hakkediyorlar. Zaten sabit demek olan "rab"da bu kinayelerin vasfıdır.
Zahir isimlere gelince, amaçların ve mertebelerin farklılığına göre değişime uğrarlar.
Kinayeler (zamirler) kendilerini korudukları gibi, isimler kendilerini korumazlar. Örneğin
"kalellahu=Allah dedi.", "Abed-tullahe=Allah'a ibadet ettim.", "Bismillahi=Allah'm adıyla"
denir. Görüldüğü gibi "Allah" lafzının sonu her defasında değişime uğruyor. Bu arada
"huve" dikkat çekici bir özelliğe sahiptir, o da değişmeden bir babda sabit olmasıdır.
Örneğin: "abedtuhu= Ona ibadet ettim." Ve "ukrimuhu= Ona ikram ediyorum" vs. dersin.
Bu mertebede varlıklar Ona taalluk ettiklerinde zail olmazlar, bu Onun bekasının,
sabitliğinin neticesidir. Varlıklar ona taalluk etmediklerinde ve talebleri de "O" olduğu
zaman, "O" tıpkı "ena" ve "ente" gibi yükseklik ve izzet makamında olur. Bununla beraber
"ena" ve "ente" gibi zamirlerin sahip olmadıkları hüviyet (O'luk) şerefini de korur. Fakat
"...na,...ni,...na...ke..." (bunlar bitişik zamirlerdir), "ena", "ente" ve "inne"ye göre "huve"ye
daha yakındırlar. Hatta "ena", "ente" ve "inne"de bunların varlığı söz konu olmasaydı,
hiçbir şekilde "huve"ye yaklaşmaları sahih olmazdı. Bu babın ayrıntıları uzundur, -müellif
şöyle der:- bu kinayelerde yer alan mahlukat mertebeleri ise, kinayelerin farklılığına bağlı
olarak farklılık arz eder. Mahlukatın en şereflisi, içinde yer aldığı kap "huve" olandır.
"Huve"nin şerefini ve suretlerin ve değişimin zatı ile mutlak zat arasındaki farkı bilmeyen
bazı insanlar, birleşme nedeniyle "ena"yi kinayelerin en şereflisi sayarlar. Fakat bunlar
birleşmenin kesinlikle imkansız olduğunu bilmezler. Kendisiyle bir olmak istediğin kimseyle
ilgili olarak sende hasıl olan anlam, "ben" diyen kimsedir. Bu takdirde birleşme olmaz.
Çünkü senden konuşan Odur, sen değil. Ben (ena) dediğin zaman, "sen"sin "O" değil.
Dolayısıyla sen, ya kendi benliğinle veya Onun benliğiyle "ben" demek zorundasın.
Eğer kendi benliğinle desen, bu sensin, O değil. Eğer Onun benliğiyle desen, diyen
sen değilsin, benliğiyle ben diyen Odur. Dolayısıyla ne anlam yoluyla ne de şekil yoluyla
kesinlikle birleşme olmaz. Bu nedenle alimler içinde "ben" diyenler, ya "O"yu biliyorlar, ya
da bilmiyorlar. Eğer "O"yu biliyorsa, aklı başında iken "ben" demesi caiz değildir. Eğer
"O"yu bilmiyorsa, ondan günahkarlar gibi "ben"den istiğfar etmesi istenir. "O", her açıdan
ve âlemin her makammda daha salimdir ve perdelenmiştir. "ente=sen"ye gelince, onun
durumu "ben"den daha zor ve perdesi de daha kalındır. Çünkü "ente" ancak ilim suretinde
tecelli eder.
Bu yüzden, ilim suretinde olmadan kendisine "sen" tecelli eden, onu inkar eder.
Burası tehlikeli bir makamdır. Çünkü bu makamda "ben" bakidir; o olmazsa "sen" sabit
olmaz. "Sen" "O"dan nefyedilir. Kim de "O"dan nefyedilirse, "O" ondan gizlenir. Dolayısıyla
"sen"in sahibi için, bir surete girmeyecek şekilde tenzihte bulunması zorunludur. Ayrıca
hayal derecesinden de yükselmesi gerekir. Sonra bütün kevni gaybm mertebelerini
gözlemler. "O"nun benzeri bir şey olmadığını anlar. İşte o zaman "sen" tecellisi onun için
salim olur. Çünkü Haşeviye, mücessi-me ve müşebbihe gibi grupların mensuplarının tecellileri
"sen"dir. Fakat muhakkiklerin amacı bu "sen" değildir. Burası, tuzak ve yavaş yavaş
helake sürüklenme zeminidir. Allah'tan kurtuluş diliyoruz.
Feelu fiilindeki "vav" kinayesi ise "nahnu"dur. Bu bakımdan onunla "huve"nin zatın
kinayesi olması arasında bir fark yoktur, "..na" kinayesi ise, tesir bakımından "ya"ya
yakındır. Ekremnakum= Size ikram ettik vb. ifadelerde tesir ona ait olunca, fiil üzerinde
etkili olur ve fiili üzerinde sabit olmak durumunda olduğu halden başka bir hale değiştirir.
Ama tesiri söz konusu olmadığında ve başkası onun üzerinde tesir ettiğinde gücünü
kullanamaz. O zaman da başkası ikram ettiğinde "ekremena=bize ikram etti."fiilinde olduğu
gibi "ente"ye benzer. Ancak "huve"ye benzemesi itibariyle gaib sigasmda kuvvetlidir. Mutlak
zatın şerefinden dolayı "huve"nin bütün zamirlerden daha şerefli olduğunu ispat
etmiştik. Aynı durum ona yakın olan zamirler için de geçerlidir. Bu kinayelerin her birinin
yükseliş yönleri ve iniş yönleri vardır. "Huve"ye benzerlikleri söz konusu olduğunda da
şerefleri yükselir.
Biliniz ki, "huve" bütün kinayeler içinde en çok "ya"yı ister. Çünkü "Huve"nin rakamsal
değeri on birdir ve tekliğin ismidir. Teklik teki ister. Geride rakamsal değer olarak on kalır.
"Huve" de on olmaz. Bu durumda "ya"nıri olması kaçınılmaz olur. Bu yüzden kendisini
ifade ederken "inni=şüphesiz ben" der, "O" demez. "İnne"nin bulunması "ya"nın
gerçekleşmesi içindir. "Huve" bizim için fehvanidir. "inne" başkasının istediği teyit edilmiş,
tahakkuk etmiş bir varlıktır. Bu başkası da "ya"dır. Sonra tecelli edilen kimsenin bilgisi
oranında "ena" tecelli ettiği zaman "huve" tekliğin fehvanisi olur. Nitekim yüce Allah şöyle
buyurmuştur: "Şehidallahu ennehu la ilahe illa hu /Allah şahidlik eder ki, kendisinden (O)
başka ilah yoktur." (Al-i İmran,18) Şahidlik burada "Allah'ındır. "Allah" ise bütün isimleri
cemeden bir isimdir, "ya" da mutlak teklik zatıdır. Böyle bir makamda "huve", yüce Allah'ın
fehvanisi olur. "ya" ise gerçek bir "benlik" (inniyyet)tir.
Tamamlama, Tekmil etme:
"Ha", "Huve", "Hiye"... "Huve"ye gelince, onun "O" olması bakımından "O" olduğu
yukarıda açıklığa kavuştu. Fakat o, "O" olması hasebiyle "ha" veya "hiye" değildir.
"Huve"nin "hiye" olması ise, ancak benzerlik suretinin icat edildiği durumlarda olur. Bu
durumda "Huve" fiil, "hiye" ise ehil, "ha" da "Huve" ile "Hiye"yi birleştiren emir olur. Sonuç
için ortaya atılan iki önermeyi birbirine bağlayan sebeb gibi. Çünkü iki öncül ve sonuç üç
unsur eder, dolayısıyla bunları birbirine bağlayan bir sebebin olması kaçınılmazdır. "Huve"
vardı ve beraberinde hiçbir şey yoktu. "Huve", "Huve" olarak ondan varlık olmaz. "Hiye"den
de "niye" olarak varlık olmaz. "Ha"dan da "ha" olarak varlık olmaz. "inni"deki "ya"da
varetmeyle ilgili ön bilgi, isimlerin hakikatlerinin zuhur etmesi için varoluşu gerektirdi. "Ha",
"Huve" ve "Hiye"yi harekete geçirdi. "Huve" "hiye" ile buluştu ve sonradan olma (hadis)
varlıklar meydana geldi. Bu yüzden bu buluşma iki harfle ifade edildi. Bu iki harf de
"KUN"dur. Yüce Allah şöyle buyuruyor: "İnnema kavluna li şey'in iza erednahu ennekule
lehu kunfe yekun / Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona sözümüz sadece "ol"
dememizdir. Hemen oluverir." (Nahl,40) İşte "şey" budur. Dolayısıyla objede zuhur eden
sebebiyet, sözün yöneldiği sebebiyet değildir. Çünkü "şey", "hiye"dir. Biz de onu "huve"
olarak irade ettik. Ona "ha" da diyebiliriz. "Ha" ise, iki olguyu birbirine bağlayan sebep
niteliğindeki "kun"dur. Dolayısıyla "kun" kelimesindeki "kaf" "Huve"dir. "Nun" ise "hiye"dir.
Böylece daire oluşmuş oldu. "Kaf" ile "nun" arasında takdir edilen bağ ise "ha"dır. Bu söz
mantıkçıların dilinde çok yaygındır. Diyorlar ki: Allah'ın emri "kaf" ile "nun" arasındadır. İşte
bu "Ha"nın mertebesidir. Birkaç beyitte "huve", "hiye" ve "ha"ya dikkat çekmiş, şöyle
nazmetmiştik:
Bak; "huve" veya "Ha" dediğinde
Uyanık ol; kendimi yıktım; dikkat et
Ve "ena-ben" ikisinden doğar "hiye=o" o ki
"ena"yı verir; bakarsın aşağıda olan ilahileşmiştir
"innl'deki "ya" "huve"deki "vav"dan başkası değildir ve o değildir
Onun zatı, letaif ve akıl nezdinde
Akıllar, kendileriyle akledilirler
Aynı şekilde nefisler de "huve" ve "hiye" ile "ha"yı akletmişlerdir
Sır onu karanlığın tam ortasında çağırdığında
"Ha"nın akdiyle ayne dönüştürmek için
Der ki: Ben sizin çağırmanızdan ötürü mahpusum
Cömertliğinizin başlangıcıyla son nokta arasında
"Elif, Kaf" kitabında, diğer adıyla "Ya" kitabında bu bölümü detaylı olarak ortaya
koyduk. Bu makamı gerçekleştirenler arasında efendimiz Hz. Muham-med(s.a.v.) de
vardır. Çünkü bu makama yerleştirilmiştir. Ayrıca bu tarikatın büyük sadatı da bu makamı
gerçekleştirmişlerdir. Ancak tarikat ehlinin ekserisi bu makamı görememiştir. Bu yüzden
bunun nefsin mertebelerinden biri olduğunu sanmışlardır. Heyhat! Varlık sırları her zaman
birbirine bağlıdır, böyle iken bu makamın önünde perdeler olabilir mi? olsa olsa aidiyetler
perdelenebilir. Aynı durum, nakıs parçaların surette ortaklıkları için de geçerlidir. Ayrıca bu
makamı, ancak suretin, hayvani şehvetin yanında duranlar inkar edebilir. Buna karşılık, var
etme hikmetinin, zatı ve menzillerini nurlardan, örneğin şimşekten gözlemlemek gibi bu
lezzetlerin çok çabuk zeval bulmaları yanında dursa, arzu ettiği ve peşinde olduğu şeyin
değerini bilir. Suretler âlemi kendi içinde kamildir. Alim ise, eşyaya, sadece amaçlarıyla ve
varlık geleneğinde karar kıldığı konumuyla bakmaz, aksine, eşyaya, üzerinde bulunduğu
hakikatler açısından bakar. Bu bakış, gerçekten önemlidir. Eşyaya amaçlarıyla bakmayan,
bizim söylediğimiz açıdan bakan birini görmeyi çok istedim; ama şu ana kadar böyle birini
göremedik. Bense, bana varit olan şeylerden yorgun düşmüşüm; bu güne kadar da bunları
koyacak yeri bulamadım. Ortada öteleri delip geçen bir anlayış, eksiksiz bir teslimiyet
yok. Ama bir kere nefes çıkmış oldu.
Sonra biliniz ki, bu gerçek mutlak zat, "huve"ye mahsustur. "Huve", yüksek ve şerefli
bir harftir, hareketi de yüksek ve şereflidir. Ahadiyet (teklik),' onu, harflerin sonuncusu olan
"vav'a gelinceye kadar bütün harflerin mertebelerine sirayet ettirmiştir. Ki "ha" harflerin
ilkidir. İlk ve son herfi vermiş, diğer bütün harflerin mertebelerini bu ikisine dercetmiş-tir.
Dolayısıyla her harfin kuvvetini mutlaka "ha" harfi bu sirayet sürecinde alıp onu bir bağış
olarak "vav"a vermiştir. Bu bağışla "vav" "ha"dan açılmış olur. Açılma cömertliğin pınarı ve
rahmetin kapısıdır. Bu yüzden şöyle buyurulmuştur: "Ma yeftehullahu linnasi min rahmetin
/ Allah'ın insanlara açacağı herhangi bir rahmetin..." (Fatır,2) Bu ayette rahmet, açma
(feth) ile birlikte zikredilmiştir.
Muhtemelen şöyle diyeceksin: Peki "Hatta iza Je-tehna aleyhim baben za azabin
şedidin iza hum fihi mublisun /En nihayet üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız
zaman, bir de bakarsın ki onlar orada şaşkın ve ümitsiz kalmışlardır." (Müminun,77) ayetini
nasıl yorumlayacaksın? Buna cevap olarak deriz ki: Mesele senin vehmettiğin gibi değildir.
Çünkü uzaklık anlamına gelen şeytanlık da feth (açma) ifadesiyle birlikte kullanılmıştır.
Dolayısıyla açmanın rahmeti, onlara, bu miktarda uzaklık bahsetmiştir. Onlar öyle bir
azaptadırlar ki, bir diğer azapla karşılaştırıldığında rahmet sayılır. İşte bu açmanın (fethin)
inayetidir. "Ve iza ulku minha mekanen dayyikan mukarrinine /Elleri boyunlarına bağlı
olarak onun dar bir yerine atıldıkları zaman..." (Furkan,13) ifadesinin şiddetine gelince,
burada "Ha", "Huve" ve "Hiye" harfleri, harflerin en şereflileri olan üç harfle birlikte
zikredilmiştir. Bunlar "Vav", "Elif" ve "Ya" harfleridir. Ki bunlar illet, teşbih ve tesir harfleridir.
Teklikten dolayı "Ya" harfi "Elife tahsis edilmiştir, çünkü teklik "Elifi ister. Bu yüzdendir ki
"ha" harfi "huve" ve "hiye" arasında bağ işlevini gören sebeptir, ki bu ikisi netice versin,
neticeden kasıt da ferttir. Biz "Elif Kitabı"nda, diğer adıyla ahadiyet (teklik) kitabında bu
konuyu zikrettik. Oraya bakılabilir.
"Vav" harfi yüksek ve yukarı olduğu için onu koca saydık, dolayısıyla "huve" kocadır,
"hiye" harfi yüksek, ama etkisi bakımından aşağı, yani kesre konumunda olduğu için, ona
"ya" harfini verdik ve zevce konumuna getirdik. Dolayısıyla "ha" risalet, "huve" gönderilen
rasul(elçi) Cebrail konumundadır. Bu mübarek ve yüce kaynaşmadan da hükümler, şeriatlar,
makamlar ve sırlar zuhur etti. Aynı durum "hemze" ve "nun" arasmadki "ena"nin elifi,
"hemze" ve "nun" arasındaki "inni"nin "ya"sı ve "ta" ve "hemze" arasındaki "ente"nin geniz
"nun"u için de geçerlidir. Çünkü bunlara katılmıştır ve bunu "huve" gibi kullanırsan, benzeri
sonuçlarla karşılaşırsın.
"Nun"un "vav" ve "ya"ya benzerliği, "elife benzerliğinden daha güçlüdür. Çünkü "elif"
sabittir ve ebediyen hareket etmez. "Vav" ve "ya" harfleri de illet harfi konumunda
değillerse sabitlikleri ortadan kalkar, değişime uğrarlar. Ama özellikle fetha harekesi almak
suretiyle değişirler. Çünkü kesra ve ref harekelerini kesinlikle kaldıramazlar. İşte "nun" bu
açıdan ve başka açılardan bu iki harfe benzer.
Çünkü "nun" harfi "vav"ın çapının yarısı kadardır, "ya" harfi ise "nun"un iki katıdır.
Yani "ya" harfi" " şeklinde yazıldığında "nun" "ya"nm yarısı kadardır, "vav" ise
"nun"dan dörtte üç oranında daha büyük olur. Sonra fehvanilikte de ona benzer. Çünkü
esintiler ve nefesler âlemindendir, bu yüzden yücelik ve yükseklikte "vav"a benzer. Bu
nedenle "elif", "vav" ve "ya" harflerine bitişir. Bu benzerliğin gücündendir ki fiillerin irabının
delili olmuştur. Buna şu fiilleri örnek gösterebiliriz: yefalune, tefalune, yefelani, te-felani ve
tefaline... Buradaki "nun" harfi "ebiyke" ifa-desindeki "ya", "ebuke"deki "vav" ve
"ebake"deki "elif" konumundadır. Muzaf isimlerin tümü, müzek-ker salim cem ve isimlerin
tesniyelerindeki "elifin de konumundadır. Sonra başlarına amil geldiğinde harekelerin
hazfedilmesi gibi, o da başına amil geldiğinde hazfedilir. Bu benzerlik yüzündendir ki "ente"
ye dahil olmuş ve böylece "ente", "huve"deki "vav"m, "ha"daki "elifin ve "hiye"deki
"ya"nın yerine geçmiştir.Bu kitabı iyice tahkik et. Çünkü gerisinde bir çok yüksek sırların
parıldadığını göreceksin. Bizim tarikatımızın ehli, keşif gayretlerinden dolayı bunları
izlemişlerdir. Biz ise, artık iyice bize galip geldiği için bu kadarını açıklamak zorunda kaldık.
"Huve"nin Münacatından Birkaç Nebze
Ey "O"! unsurlarımızı bizden saklayıp bir gaybe yerleştirdiğin için, biz de
kaybolduğumuz tarafa yöneldik, senden dolayı bizden kaybolan şeylere meylettik. Çünkü
senden dolayı bizden kaybolanlara "huve" dikkatimizi çekti. Bize seslendi: senden dolayı
senden kaybolan şeyin üzerinde dur. Bizden dolayı senden kaybolan şeyi görürsün.
Destek istedik; destekledin. Yardım istedik; yardım ettin. Buraya girmenin bilgisini istedik;
bize öğrettin. Sahili olmayan bir denizde Yesribli Muhammed'in gemisinde gözlerimizi
açtık. Denizin balıkları ve canlıları bize hayret ettiler. Çünkü yelkenlerimizi açmış, rüzgarla
doldurmuştuk. Sonu olmayanı istiyorduk, süresi olmayan sürenin peşindeydik. Bize
seslenildi: Ey Yesribliler! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün... Bunun
üzerine yelken açtığımız sahile gerisin geri döndük. Birden karşımıza bir deniz çıkmasın
mı! Geri dönüşümüz, yeni bir sefere çıkışımız olmuştu. Süresi, ebedi, eveli ve ahiri
olmayanı istiyorduk. Vazgeçtik; aktin feshedilmesini istedik. Baktık "Huve=O" sesleniyor:
Ey kullarım! Benden bir makam istediniz ki, orada beni benden başkası göremez.
Karanlıktaydım, benimle beraber hiçbir şey yoktu. Şimdi de öyleyim, senin varlığınla bir
şey yanımda olmuş değildir. İçinde bulunduğun deniz, içinde olduğun karanlıktır. Eğer
kendi karanlığını katetsen, benim karanlığıma ulaşırsın. Ama kendi karanlığını ebediyen
aşamaz ve bana ulaşamazsın. Sen, kendi karanlığındasın, hiçbir şey yoktur beraberinde.
Bu karanlık, sana ait olan "huve"dir. Çünkü suret, içinde bulunduğun durumu senin için
gerektirdi. Dedim ki: Ey huve! Ne yapayım huve'de? Dedi ki: Ona dalıp boğul. Bunun
üzerine kendimi gemiden, çıplak, geminin karanlığından sıyrılmış olarak attım. Boğuldum;
rahat ettim. Ben hep Onun içindeyim. Varlıkta ben, benden başkası değilim. Aramanın kederinden
kurtuldum. Birden "huve" bana seslendi: Ey her şey içinde olan! Şey olan, şeyle
ne yapsın! Şerefli bir ilham:
Hakk için bir hak insan için de bir insan
Varlığın nezdinde. Kur'an için de Kur'an
Açık olanın bir açıklığı var, müşahede anında tıpkı
Münacat anında kulakların kulakları olması gibi.
Bize cem gözleriyle bak, bizden yararlanırsın
Farklar zamanında. Ona sarıl; furkan ayırandır.
"Ena=Ben"nın Müncatından
Ey enaîdiye seslendim; bir cevap duymadım. Kovulmuş olmaktan endişe ettim.
Dedim ki: Ey ena! Niçin bana cevap vermiyorsun? Bana dedi ki: Ey hükümlerinde çelişkiye
düşen! Eğer beni çağırsaydın, sana cevap verirdim. Sen ancak kendi enaniyetini (benliğini)
çağırdın. O zaman kendine kendin cevap ver. Dedim ki: Ey ena! Ena (ben) dediysem, bu,
ena'nin ena içinde ena (ben'in ben içinde ben) olmasından dolayıdır. Birin bir içinde bir
olması gibi. Dedi ki: Doğru söyledin. O zaman benim adıma kendine cevap ver. Benden
cevap isteme. Benine (enaniyetine) söyle, sana cevap versin. Ben ise, ebediyen sana
"ena" içinde zuhur etmem; beni çağırma. Çünkü onunla yapılan çağrı deliliktir. Ve çünkü
çağrı, ayrılık ve çokluğu çağrıştırır, "ena" ise hepsinin cemini ve tekliğini çağrıştırır. Böyle
iken nasıl "ena" ile çağırırsın? Sana hikmetli olmanı ve hal sahibi olmanı da söylemedim.
Çünkü hikmetli kimse hakimdir, hal sahibi ise halinin mahkumudur. Niçin: "Ve kul rabbi
zidni ilmen / Ve 'Rabbim, benim ilmimi artır' de." (Taha,114) buyruğunu anlamıyorsun?
"İnne"nin Münacatından
Ey ben! Ben, seninle gerçekleşmiştir. Benden dolayı sabrım kalmadı. Çünkü bende
bana isabet ettin. Sanki sen sendensin. Beni benle talep etme. Ki benden bana zail
olmayasm, kaybolmayasm. Çünkü benim, seninle olan "na"(...biz)dan başka "inne"m yok.
Ben benimleyim, ben değil. Çünkü "inne" ve "li=be-nim için" seninle olur, benimle değil.
Dedi ki: Bir kısmını doğru söyledin, bir kısmında hata ettin. Sor bana, sana öğreteyim.
Dedim ki: Ey ben! Bana öğret. Dedi ki: Senin "inne"n bir hakikattir, benim "inne"m de bir
hakikattir. Ancak "inne" benim "benliğim" yanında sabit olmaz, tıpkı senin "inen" (benliğin)
zuhur ettiğinde benim "inne"mi (benliğimi) bilmemen gibi, Biz, iki "benliğin" zuhurunda bir
araya gelemeyiz. Eğer ben, senin "benliğinde" (inniyetinde) isem bu, yardım, destek
mahiyetindedir. Ben "benim'le sende olduğumda ve sen "seni" ortadan kaldırdığında, benden
zuhur eden, senden zuhur eder. Bakan biri, "senden" görüneni senden sanır, oysa
benim "benim-den"dir. Sana öğrettim; beni istediğin zaman, sende senin benliğinden bir
şey kalmamalı. Çünkü benim varlıklarla olmam imkansızdır.
"Ente"nin Münacatından
Ey sen! Enaniyet ve inniyet gerçekleşmişti. Biri "elif'iyle, öbürü ise içinde
katlanmasıyla. Böylece benliğin (inniyetin) geldi ve innayetin (bizliğin) ortadan kalktı.
Böylece güçlendin ve "bizliğin"in hakimiyeti zuhur etti. Ey sen! Dil açısından değil, ama hakikat
açısından bana sen demen sahih olur mu? Dedi ki: Hayret! Sen bana sen dediğin
zaman, bunun anlamı, içinde ben sendenim, demiş olman değil mi? Çünkü senin bizliğin,
benim benliğimin zuhurunda gizlidir. Bu yüzden benim ona hakikat olarak sen demem
gereklidir. Nitekim sen kendine sen dediğinde, benim bizliğim, senin benliğinin zuhurunda
gizli değil midir? Senin bizliğin bendendir ve bana sen diyorsun, geride yapmamın
içindekinden başka bir durum kalmadı. Sana gelince, varlık onu kaçınılmaz kılmaktadır. O
da senin bizliğinle doğrudur, tıpkı benim bizliğimle sahih olması gibi. O halde onun olması
zorunludur. Artık durum, ona izafe edilenle ilgilidir. "Ena" (ben)ya gelince, "inne" ona aittir
ve bu da sahihtir. Ama bu ikisinden başkasını sen istihraç et.
Çünkü onu sana öğretmem. Bunun üzerine coştum, sevindim. Bana dedi ki: Seni bu
şekilde sevindiren nedir? Dedim ki: Bana öğrettin. Nasıl? - herkesten daha iyi bildiği halde
- dedi. Dedim ki: Senin, istihraç et, sözünden öğrendim. Dedi ki: Benim tuzağımın
olduğunu bilmiyor musun? biliyorum, dedim. Dedi ki: Benim tuzağıma düşmekten sakın.
Bunun üzerine bütün sevincim, coşkum kayboldu. Dedim ki: Ey ena! Senin tuzağın hak
olduğuna göre, mecaza huzurda yer yoktur. Doğru söyledin, dedi, işte iş, durum budur.
Araştır; bulursun. Dedim ki: Eğer bahşedersen. Dedi ki: Sana öğretmeyeceğim, demedim
mi? Dedim ki: Ey sen! Bu değil, sana, bana öğret demedim, bana bahşet veya ver, dedim.
Dedi ki: " Tartışmaya en çok düşkün olan varlık insandır." Dedim ki: Ey sen! Sen kimde
sen olursan, onun benliği hücceti ile olur. Bana hakikatleri öğreten sensin... "..ke...sen"in
münacatı yoktur. Ancak "ente"nin içinde yer alır. Ona denk olmasa da. Tıpkı "nahnu=biz"
ve çoğul "vav"ının "ena=ben" ve "huve"nin içinde yer alması gibi. Kuşkusuz bunların her
birinin de mertebeleri vardır. Ne var ki, bu kitabı yazarken güttüğümüz amaç, yukarıda
açıklanan ve öz mahiyetinde olan kısa açıklamadır. Amacı gerçekleştirmiş olduk.
Velhamdulillâh /Allah'a hamdolsun.
ALINTIDIR
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
nisra
Administrator

Administrator
nisra


Mesaj Sayısı : 610
Kayıt tarihi : 16/01/10

Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI Empty
MesajKonu: Geri: Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI   Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI Icon_minitimePtsi Ağus. 02, 2010 8:52 pm

ARO emeğinize sağlık kardeşim
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
katip
Normal Üye

Normal Üye
katip


Mesaj Sayısı : 244
Kayıt tarihi : 15/01/10
Yaş : 59

Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI Empty
MesajKonu: Geri: Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI   Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI Icon_minitimePtsi Ağus. 02, 2010 9:22 pm

Emeğine sağlık...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
yaprak
Yeni Üye

Yeni Üye



Mesaj Sayısı : 71
Kayıt tarihi : 15/07/10

Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI Empty
MesajKonu: Geri: Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI   Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI Icon_minitimePtsi Ağus. 02, 2010 11:53 pm

Her zerreyi yaratıp vücuda getiren Yollar hep Ona Çıkar.
Bir kaç kez daha okursam daha iyi anlayacağım. Ama okudukca insan bir boşlukta uçuyor. Allah Razı Olsun.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
islam73
Medaratör

Medaratör
islam73


Mesaj Sayısı : 3832
Kayıt tarihi : 04/03/10
Nerden : Türklügün Bekcisi ve islamin Kölesi

Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI Empty
MesajKonu: Geri: Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI   Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI Icon_minitimeC.tesi Eyl. 11, 2010 11:17 pm

yaprak demiş ki:
Her zerreyi yaratıp vücuda getiren Yollar hep Ona Çıkar.
Bir kaç kez daha okursam daha iyi anlayacağım. Ama okudukca insan bir boşlukta uçuyor. Allah Razı Olsun.

sizdende aro
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lamekan
Aktif Üye
Aktif Üye
Lamekan


Mesaj Sayısı : 279
Kayıt tarihi : 15/08/10

Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI Empty
MesajKonu: Geri: Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI   Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI Icon_minitimePerş. Kas. 04, 2010 9:28 pm

insanı bilmedigi yolculuklara çıkarıyor ARO islam abim
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Muhyiddin ibn Arabi nin “YA” KİTABI
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» : Muhyiddin ibn Arabi nin MİM ve VAV ve NUN KİTABI
» Muhyiddin ibn Arabi nin EZEL KİTABI
» Muhyiddin ibn Arabi nin YAKINLIK KİTABI
» Muhyiddin ibn Arabi nin CELÂLET “KELİMETULLAH” KİTABI
» Muhyiddin ibn Arabi nin İŞ, DURUM GÜNLERİ KİTABI

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

İslamiyet ( Her Müslüman 'a Lazım Din 'i Bilgiler )

 :: Tarihi ve Dini Kişilerin Biyografileri
-
Buraya geçin: