iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ Empty
MesajKonu: İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ   İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:19 pm

İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ

İsrâ ve Mirac Kelimelerinin Mânâları

İsrâ; gece yürümek, yola gitmek, gece yolculuğu etmek, ettirilmek [1] demektir. Mirac da; yükseğe çıkış aracı demektir. [2]

İsrâ ve Mirac Hadisesinin Tarihi

İsrâ ve Mirac hadisesi nübüvvetin onikinci yılında, [3] Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinden onsekiz ay [4] veya onaltı ay [5] veya ondört ay, [6] ya da bir yıl önce vuku bulmuştur. [7] Bunun; Hicretten sekiz ay önce, [8] Recep ayında [9], Recep ayının yirmiyedinci gecesinde vuku bulduğu da rivayet edilir. [10] Daha başka rivayetler de vardır. [11]

İsrâ ve Miracın Ruhen mi, Bedenen mi Vuku Bulduğu Meselesi

İsrâ ve Miracın, her ne kadar ruhen vuku bulduğu da rivayet edilmekte ise de; [12] selef ve halefi [13] hadis ve kelam âlimleri [14] topluluğunun mezhebine göre, Peygamberimiz (a.s.) geceleyin Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksaya uykuda ve ruhen değil uyanık iken, bedeni ve ruhu ile birlikte, Burak üzerinde isra buyrulmuş, gece yolculuğu ettirilmiş; getirilen Miraç ile de, oradan ruhen değil-yine bedeni ve ruhu ile birlikte, uyanık iken, göklere uruc ettirilmiş, çıkarılmıştır. [15]
Hak ve gerçek olan budur.
Ashab-ı Kiram'dan:
1. Abdullah b. Abbas,
2. Cabirb. Abdullah,
3. Enes b. Malik,
4. Huzeyfe b. Yeman,
5. Hz. Ömer,
6. E bu Hureyre,
7. Malik b. Sa'saa,
8. E bu Habbetü'l-Bedrî,
9. Abdullah b. Mes'ud ile;
Tâbiîn'den:
10. Dahhâk,
11. Katâde,
12. Saîd b. Müseyyeb,
13. Saîd b. Cübeyr,
14.Zührî,

İbn Zeyd,
Hasan,
İbrahim,
Mücahid,
Mesrûk,
İkrime,
İbn Cüreyc de, bu görüştedirler.
Ahmed b. Hanbel, Taberî ve Müslümanlardan büyük bir cemaat; hatta, sonraki fakihlerden, muhaddislerden, kelamcılardan ve müfessirlerden pek çoğu da, bu görüştedirler. [16]
Bazı ilim adamlarınca; Peygamberimiz (a.s.)a peygamberliğin sâlih rüya ile başlangıcında olduğu gibi, kolaylaştırılmak ve alıştırılmak üzere, İsrâ ve Mirac'ın önce rüyada gösterilmiş, sonra da uyanıklık halinde yaptırılmış olabileceği de muhtemel görülerek, bu husustaki uyku ve uyanıklık rivayet¬leri bağdaştırılmak istenilmiştir. [17]
Peygamberin rüyalarının vahiy hükmünde bulunduğu, [18] kendilerinin gözleri uyuşa da kalblerinin uyumadığı mâlûmdur. [19]

İsrâ Hadisesinin Kur'an-ı Kerîm'de Açıklanışı

Yüce Allah, İsrâ hadisesini, Kur'ân-ı Kerîım'incie şöyle açıklar:
"Kulunu (Muhammed (a.s.)) bir gece Mescid-i Haram'dan (alıp) Mescid-i Aksa'ya kadar götüren (Allah'ın sânı, her türlü noksanlardan) münezzehtir. (O Mescid-i Aksâya ki) biz, onun etrafına, bereket verdik.
(Bu gece yolculuğunu) ona (o kulumuza), âyetlerimizden bazısını gösterelim diye (yaptırdık). Şüphesiz ki, O, (asıl) O, (herşeyi) hakkıyla işiten, (herşeyi) hakkıyla görendir!" [20]

İsrâ ve Mirac Mucizesi Hadisesini Rivayet Eden Erkek ve Kadın Sahabiler

1. Enes b. Malik,
2. Ebu Hureyre,
3. Abdullah b. Abbas,
4. Abdullah b. Mes'ud,
5. Ebu Saîd el-Hudrî,
6. Ümmü Hani binti Ebi Talib,
7. Malik b. Sa'saa,
8. Şeddad b. Evs,
9. Ebu Zerr el-Gıfârî,
10. Hz. Ümmü Seleme,
11. Hz.Âişe,
12. Esma binti Ebu Bekir,
13. Abdullah b. Ebi Sebre,
14. Übeyyb.Ka'b,
15. Büreyde b. Husayb,
16. Cabir b. Abdullah,
17. Huzeyfe b. Yeman,
18. Semûre b. Cündüb,
19. Sehl b.Sa'd,
20. Suheyb b. Sinan,
21. Abdullah b. Ömer,
22. Abdullah b. Es'ad b. Zürâre,
23. Abdurrahman b. Kurt,
24. Hz. Ömer,
25. Hz. Ali,
26. Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensarî
27. Abdullah b. Seddad,
28. Ebu'l-Hamrâ,
29. Ebu Leyla,
30. Ebu Ümâme,
31. Abdullah b. Amr b.Âs,
32. Ebu Habbetu'l-Bedrî. [21]

Peygamberimiz (a.s.)’ın Göğsünün Yarılıp Kalbine İman ve Hikmet Dolduruluşu:

Mekke’de, İsra ve Mirac gecesinde, Cebrail (a.s.) inip peygamberimiz (a.s.)ın göğsünü yardı ve kalbini çıkardı.
Kalbinin içini Zemzem suyu ile yıkadıktan sonra, içi hikmet ve imanla dolu altın bir tas getirip Peygamberimiz (a.s.)ın kalbinin içine boşalttı ve göğsünü kapadı. [22]

Burak'ın Getirilişi ve Peygamberimiz (a.s.)ın Ona Bindirilişi

Yatsıdan sonra, [23] Peygamberimiz (a.s.)ın binmesi için, katırdan küçük, merkepten büyük olan, [24] Cârud diye anılan, [25] katırla merkep arası, [26] beyaz, [27] uzun, [28] gemi vurulmuş ve eğerlenmiş olarak, [29] bir hayvan; Burak getirildi. [30]
Burak'a, Peygamberimiz (a.s.)dan önceki peygamberler de binmişlerdi. [31]
Nitekim, İbrahim (a.s.) da, ona binip; önüne Hz. İsmail'i, terkisine de Hz. Hacer'i bindirerek Mekke'ye getirmişti. [32]
İbrahim (a.s.), Beyt-i Haram'ı ziyaret için onun üzerinde gelir giderdi. [33]
Burak'a Burak isminin verilişi, ya renginin son derecede parlak oluşundan, ya da hızlı gidişinin berki, şimşeği andırışından dolayı idi. [34]
Burak'ın iki bacağında iki kanadı vardı ki, ayaklarını onlarla itip hızlandırırdı. [35]
Peygamberimiz (a.s.) Burak'a binmek üzere yaklaşınca, Burak, Peygamberimiz (a.s.)a karşı, nazlanırcasına, hırçınlaştı.
Cebrail (a.s.), elini onun yelesinin üzerine koyup:
"Ey Burak! Sen şu yaptığından utanmıyor musun?! [36]
Sen Muhammed'e mi bunu yapıyorsun?! [37]
Ey Burak! [38] Vallahi, [39] Allah'ın Muhammed'den önceki kullarından, [40] Allah katında bundan daha şerefli bir kimse senin üzerine binmemiştir! [41] Sakin ol!" deyince, [42] Burak utandı, [43] ter döktü. [44] Uysallaşıp sakinleşti.
Peygamberimiz (a.s.) Burak'ın üzerine bindi. [45]
Peygamberimiz (a.s.)la Cebrail (a.s.), birbirlerini bırakmaksızın, Mescid-i Aksa'ya doğru yollandılar.
Burak; ayağını, gözünün alabildiği yerin en son noktasına basıyordu. [46] Bir müddet gittikten sonra, Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)a:
"İn de, namaz kıl!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) indi ve orada namaz kıldı.
Cebrail (a.s.): "Sen nerede namaz kıldın, biliyor musun? Sen Tûr-u Sînâ'da namaz kıldın! Yüce Allah, Musa (a.s.)la orada konuşmuştu!" dedi. [47]
Nihayet, Beytü'l-Makdis'e ulaşıldı, Peygamberimiz (a.s.), orada Burak'ı kendisinden önceki peygamberlerin onu bağlayageldikleri halkaya bağladı. [48]

Peygamberimiz (a.s.)ın İmam Olup Peygamberlere Namaz Kıldırışı

Peygamberimiz (a.s.), Beytü'l-Makdis Mescidine (Mescid-i Aksa'ya) girdi. [49]
İçlerinde İbrahim, Musa ve İsa (a.s.)ların da bulunduğu [50] bazı peygamberler orada Peygamberimiz (a.s.) için toplanmış bulunuyorlardı.
Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)ı ileri sürdü. [51] Peygamberimiz (a.s.) onlara imam oldu. [52]
Orada iki rekat namaz kıldı, [53] kıldırdı. [54]
Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)a:
"Kureyşîler Allah'ın bir şeriki bulunduğunu, Hıristiyanlar da Allah'ın bir oğlu olduğunu iddia ediyor¬lar!
Sen, sor şu peygamberlere bakalım: Yüce Allah için, şerik veya oğul olur mu?!" dedi. [55]
Peygamberimiz (a.s.) onlara sordu.
Onlar; "Biz tevhid ile, Allah'ın bir oluşu inancını tebliğ etmek üzere gönderildik!" dediler. [56]
Yüce Allah'ın vahdaniyetini, birliğini ikrar ettiler. [57]

Peygamberimiz (a.s.)ın Sunulan İçeceklerden Sütü Tercih Edişi

Peygamberimiz (a.s.)a iki kap getirildi ki; kabın birisinde şarap, diğerinde süt vardı. [58]
"Bunlardan hangisini istersen, al!" denildi. [59]
Peygamberimiz (a.s.) onlara baktı. [60]
Şarabı bırakıp [61] sütü seçti, [62] aldı, [63] içti. [64]
Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)a:
"Sen fıtratı seçtin, [65] fıtrata isabet ettin! [66] Fıtrata yöneltildin! [67]
Hamdolsun Allah'a ki, seni fıtrata yöneltti. [68]
Eğer sen şarabı almış olsaydın, [69] senden sonra [70] ümmetin azardı. [71]
Sütü tercih etmekle sen de fıtratla yöneltildin, ümmetin de fıtrata yöneltildi. [72]
Şarap size haram kılındı!” dedi. [73]

Peygamberimiz (a.s.)ın Göklere Çıkarılışı ve Orada Bazı Peygamberlerle Karşılaşıp Selamlaşması

Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)ı Beytü'l-Makdis'teki Sahra'nın [Sahre'nin] üzer¬ine çıkardı.
Peygamberimiz (a.s.), bakınca, orada, tabanı Sahra'da, tepesi semada, meleklerin inip çık¬tıkları, bakanların ondan daha güzel birşey görmedikleri birMirac'ın kurulu olduğunu gördü! [74]
İbn İshak'ın (85-151 Hicrî), kendilerini herhangi bir kusurla kusurlayamayacağı kimselerin kendisine Ebu Saîd el-Hudrî'den rivayet ettiklerini açıklayarak bildirdiğine göre:
Peygamberimiz (a.s.) buyurmuştur ki:
"Beytü'l-Makdis'te olanlardan boşaldıktan sonra, Mirac'a götürüldüm.
Ben, şimdiye kadar, ondan daha güzel birşey görmedim.
O, öyle birşeydir ki; ölünüz, ölüm anında gözlerini ona diker! [75]
Âdem oğullarının ruhları, göklere onun üzerinde çıkarılır!" [76]
Sahibim Cebrail beni kanadının üstüne koydu, [77] ona yükseltti. [78]
Gök kapılarından, Hafaza diye anılan kapıya kadar çıkardı." [79]
Peygamberimiz (a.s.)ın, Sidretül-Müntehâya kadar, göklere yükselişi hep bu Miraç ile olmuştur. [80]
Dünya semasına varılınca, Cebrail (a.s.), [81] o göğün kapısını çaldı. [82] Bekçisi olan meleğe:
"Aç!" dedi.
"Kimdir o?" [83] "Kimsin sen?" denildi. [84]
Cebrail (a.s.):
"Cebrail'im!" dedi.
"Yanında kimse var mı?" diye soruldu.
Cebrail (a.s.):
"Yanımda Muhammed ((a.s.)) var!" dedi.
"O (Miraç için), gönderildi mi?" diye soruldu.
Cebrail (a.s.):
"Evet! Gönderildi" dedi. [85]
Kapı açılıp dünya semasının üstüne çıktıkları zaman, orada oturan, sağında ve solunda birtakım karaltılar bulunan, sağına baktıkça gülen, soluna baktıkça da ağlayan bir zât ile karşılaşırlar. [86]
Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.) a:
"Selam ver ona!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) selam verdi.
O da, Peygamberimiz (a.s.)ın selamına mukabele etti [87] ve "Hoşgeldin, safa geldin salih peygamber! Salih oğlum!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.) a:
"Kim bu?" diye sordu. [88]
Cebrail (a.s.):
"Bu, atan Âdem ((a.s.))'dır. [89] Sağındaki ve solundaki şu karaltılar da, onun soyundan gelen çocuklarının ruhlarıdır. Onlardan, sağında olanlar Cennetlik, solunda olan karaltılar da Cehennemliktirler! Sağına bakınca güler, soluna bakınca da ağlar!" dedi.
Sonra, ikinci kat göğe yükseldiler. [90]
Cebrail (a.s.) o göğün kapısını çaldı. [91] Bekçisine:
"Aç!" dedi.
"Kimdir o?" [92] "Kimsin sen?" denildi. [93]
Cebrail (a.s.):
"Cebrail'im!" dedi.
"Yanında kimse var mı?" diye soruldu.
Cebrail (a.s.):
"Muhammed ((a.s.)) var!" dedi.
"O (Miraç için), gönderildi mi?" diye soruldu.
Cebrail (a.s.):
"Evet!" deyince, göğün kapısı açıldı. [94]
İkinci semada, teyze oğulları olan İsa b. Meryem ve Yahya b. Zekeriyya (a.s.)larla karşılaştılar. [95]
Cebrail (a.s.):
"Bunlar, Yahya ve İsa ((a.s.))'dır. Selam ver onlara!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) selam verdi.
Onlar da, Peygamberimiz (a.s.)ın selamına mukabele ettiler ve:
"Hoş geldin, safa geldin salih kardeş! Salih peygamber!" dediler. [96] Ve hayır dua ettiler. [97]
İsa (a.s.); orta boylu, hamamdan çıkmış gibi kırmızıya çalar ak benizli, [98] düz saçlı [99] ve yüzü çok benli idi. [100]
Sonra, üçüncü kat göğe yükseldiler.
Cebrail (a.s.) göğün kapısını çaldı. Göğün bekçisine:
"Aç!" dedi.
"Sen kimsin?" denildi.
Cebrail (a.s.):
"Cebrail'im!" dedi.
"Yanında kim var?" diye soruldu.
Cebrail (a.s.):
"Muhammed ((a.s.)) var!" dedi.
"O (Miraç için), gönderildi mi?" diye soruldu.
Cebrail (a.s.):
"Gönderildi!" dedi.
Kapı açılınca, kendisine güzelliğin yarısı verilmiş olan Yusuf (a.s.)la karşılaştılar. [101] Peygamberimiz (a.s.):
"Ey Cebrail! Kim bu?" diye sordu.
Cebrail (a.s.):
"Bu, senin kardeşin Yusuf b. Yakub ((a.s.))'dur! [102] Selam ver ona!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) selam verdi.
O da, Peygamberimiz (a.s.)ın selamına mukabele ettikten sonra:
"Hoş geldin! Safa geldin! Salih kardeş! Salih peygamber!" dedi. [103]
Sonra, dördüncü kat göğe yükseldiler.
Cebrail (a.s.) göğün kapısını çaldı.
"Sen kimsin?" denildi.
Cebrail (a.s.):
"Cebrail'im!" dedi.
"Yanında kimse var mı?" diye soruldu.
Cebrail (a.s.):
"Muhammed ((a.s.)) var!" dedi.
"O (Miraç için), gönderildi mi?" diye soruldu.
Cebrail (a.s.):
"Gönderildi!" dedi.
Göğün kapısı açılınca, İdris (a.s.)la karşılaştılar. [104]
Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.) a:
"Kim bu?" diye sordu. [105]
Cebrail (a.s.):
"Bu, İdris ((a.s.))'dır. Selam ver ona!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) selam verdi.
O da, Peygamberimiz (a.s.)ın selamına mukabele ettikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Hoşgeldin! Safa geldin! Salih kardeş! Salih peygamber!" dedi. [106] Ve hayır dua etti.
Bundan sonra, beşinci kat göğe yükseldiler.
Cebrail (a.s.) göğün kapısını çaldı.
"Sen kimsin?" denildi.
Cebrail (a.s.):
"Cebrail'im!" dedi.
"Yanında kimse var mı?" diye soruldu.
Cebrail (a.s.):
"Muhammed ((a.s.)) var!" dedi.
"O (Miraç için), gönderildi mi?" diye soruldu.
"Gönderildi!" cevabıyla mukabele edildi.
Göğün kapısı açılınca, orada Harun b. İmran ((a.s.))'la karşılaştılar. [107] Kendisi, ak saçlı, gür ve ak sakallı idi. Son derece güzel yüzlü idi. Peygamberimiz (a.s.):
"Ey Cebrail! Kim bu?" diye sordu. Cebrail (a.s.):
"Bu, kavmi içinde sevdirilmiş Harun ((a.s.))'dır! [108] Selam ver ona!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) selam verdi.
O da, Peygamberimiz (a.s.)ın selamına mukabele ettikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Hoşgeldin! Safa geldin salih kardeş! Salih peygamber!" dedi. [109] Hayır dua etti.
Sonra, altıncı kat göğe yükseldiler.
Cebrail (a.s.) göğün kapısını çaldı.
"Sen kimsin?" denildi.
Cebrail (a.s.):
"Cebrail'im!" dedi.
"Yanında kimse var mı?" diye soruldu.
Cebrail (a.s.):
"Muhammed ((a.s.)) var!" dedi.
"O (Miraç için), gönderildi mi?" diye soruldu.
Cebrail (a.s.):
"Gönderildi!" dedi.
Göğün kapısı açılınca, orada Musa ((a.s.)) ile karşılaştılar. [110] Musa (a.s.); uzun boylu, esmer tenli, [111] yüksek burunlu, [112] kulaklarına kadar uzanan düz saçlı , [113] hafif etli idi. [114]
Sanki, Şenue kabilesi erkeklerinden biri! [115]
Peygamberimiz (a.s.):
"Ey Cebrail! Kim bu?" diye sordu. [116]
Cebrail (a.s.):
"Bu, kardeşin Musa b. İmran ((a.s.))'dır! [117] Selam ver ona!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) selam verdi.
O da, Peygamberimiz (a.s.)ın selamına mukabele ettikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Hoşgeldin! Safa geldin! Salih kardeş! Salih peygamberin [118] Ümmî peygamber!" dedi. [119] Ve hayır dua etti.
Sonra, yedinci kat göğe yükseldiler.
Cebrail (a.s.) göğün kapısını çaldı.
"Sen kimsin?" denildi.
Cebrail (a.s.):
"Cebrail'im!" dedi.
"Yanında kim var?" diye soruldu.
Cebrail (a.s.):
"Muhammed ((a.s.)) var!" dedi.
"O (Miraç için), gönderildi mi?" diye soruldu.
Cebrail (a.s.):
"Gönderildi!" dedi.
Göğün kapısı açılınca, orada İbrahim (a.s.)la karşılaştılar ki, kendisi sırtını Beyt-i Mâmur'a dayanış, [120] Beyt-i Mamur'un kapısının önündeki bir kürsü üzerinde oturuyordu. [121]
Beyt-i Mâmur'a her gün yetmiş bin melek girer, girenler de bir daha geri dönmezdin. [122]
Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)a'a bunun ne olduğunu sordu.
Cebrail (a.s.):
"Bu, Beyt-i Mâmur'dur!" dedi. [123]
İbrahim (a.s.) için de:
"Selam ver ona!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) selam verdi.
O da, Peygamberimiz (a.s.)ın selamına mukabele ettikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Hoşgeldin! Safa geldin! Salih oğlum! Salih peygamber!" dedi. [124]
Kendisi, çok yaşlı, ulu ve heybetli bir zât idi. [125]
Ona, soyundan gelen çocuklarından simaca en çok benzeyeni de, Peygamberimiz (a.s.)dı. [126]
Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)a:
"Ey Cebrail! Kim bu?" diye sordu. [127] Cebrail (a.s.) da:
"Bu, atan İbrahim (a.s.)dır!" dedi. [128]

İbrahim (a.s.)ın, Cennete Çokça Fidan Dikmelerini Müslümanlara Tebliğ Etmesini
Peygamberimiz (a.s.)a Tavsiye Edişi

İbrahim (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)a:
"Ümmetine [129] benden selam söyle! [130] Onlara emret! [131] Haber ver [132] de, Cennete fidan dikmeyi çoğaltsınlar! [133] Çünkü, Cennetin toprağı güzel, [134] suyu tatlı [135] arzı da geniş [136] ve düzlüktür!" dedi. [137]
Peygamberimiz (a.s.):
"Cennete dikilecek fidan nedir?" diye sordu. [138]
İbrahim (a.s.):
"Cennete dikilecek fidan 'Sübhânallâhi velhamdülillâhi ve lâ ilahe illallâhu vallâhu ekber'dir" dedi.
Yani: "Allah her noksandan münezzehtir. Bütün övmeler, övülmeler Allah'a mahsustur. Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! Allah, en büyüktür! [139] Bütün güç, kuvvet, ancak Allah'ındır, Allah iledir!" [140]

Sidretü'l-Müntehâ'ya Yükseliş

Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)ı, yedinci kat göğün üzerinde bulunan ve Allah'tan başkasınca bilinmeyen makamlara yükseltti. [141]
Sidretü'l-Müntehâya kadar götürdü, [142] yükseltti. [143]
"Bu, Sidretü'l-Müntehâ'dır!" dedi. [144]
Sidretül-Müntehâ; kökü altıncı kat gökte ve gövdesi, dallan yedinci kat göğün üzerinde, [145] gölgesiyle bütün gökleri ve Cenneti gölgeleyen, [146] yaprakları fil kulakları gibi, meyveleri küpler kadar., bir ağaçtı ki, onu Yüce Allah'ın celâl ve azamet nurunun tecellisi kapladıkça kaplamış, [147] öyle renklere bürümüş, [148] yakut veya zümrüt veya benzeri cevherlere [149] çevirmiş, [150] o kadar güzelleştirmişti ki, Allah'ın yarattıklarından hiçbiri, onun güzelliğini tavsif edemezdin [151]
Sidretü'l-Müntehâ ki; Bütün peygamberlerin ve meleklerin işleri ona varır, dayanır. [152] Yaratıkların ilmi onda nihayet bulur, onun yukarısında olanlar hakkında hiçbir bilgileri bulunmaz! [153] Yeryüzünden semaya çıkan, onda nihayet bulur. [154] Alınacağı zaman da, ondan alınır. [155]

Refref ve Öteler Ötesindeki Buluşma

Peygamberimiz (a.s.)ın bildirdiklerine göre; Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)ı yukan götüre götüre, nihayet (kaza ve kaderi yazan) kalemlerin cızırtılarını işitecek kadar yüksek bir yere çı kardı. [156]
Peygamberimiz (a.s.); Cennetten, yemyeşil bir Refref (ipek döşek)'in birden ufku kapladığını, doldurduğunu gördü. [157]
Peygamberimiz (a.s.), onun (Refref in) üzerine oturdu.
Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)dan ayrıldı. [158] Peygamberimiz (a.s.); Aziz ve Cebbar olan Rabbine yükseltilip yaklaştırıldı. [159]
Kendisinden bütün sesler kesildi . [160]
Peygamberimiz (a.s.), Yüce Rabbinin:
"Korkmaya Muhammedi Yaklaş!" buyruğunu işitmeye başladı. [161]
Nihayet, hiçbir kimsenin hiçbir zaman erişememiş olduğu Yakınlık Makamına, İlahî Kabule, İlahî İkram ve İhsana nail oldu! [162]
İbn Abbastan rivayet edildiğine göre, Peygamberimiz (a.s.):
"Ben, Yüce Rabbimi gördüm!" buyurmustur. [163]
Peygamberimiz (a.s.); Cebrail (a.s.)ın da, Mele-i A'lâ'da, Allah korkusu ve saygısın¬dan, eskimiş deve çuluna benzediğini görmüştür. [164]
Yüce Allah; Miraç gecesinde, Peygamberimiz (a.s.)a vahyetmek istediğini, istediği gibi vahyetti. [165]
Yüce Allah, İbrahim (a.s.)ı haliliyet ile, Musa (a.s.)ı kelamı ile, Muhammed (a.s.)ı da rü'yetle mümtaz kılmıştır. [166]

Kur'ân-ı Kerîm'in Mirac Hakkındaki Açıklaması

Mirac hadisesi, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklanır:
"Battığı zaman, yıldıza andolsun ki: Sahibiniz (doğru yoldan) sapmadı, bâtıla da inanmadı.
O, kendi (rey ve) hevâsından söylemez!
O (Kur'ân), kendisine (Allah tarafından) ilka edilegelen vahiyden başka (birşey) değildir.
Onu (Kur'ân'ı, ona) müthiş kuvvetlere mâlik olan (Cebrail) öğretti (ki, o) akıl ve reyinde kâmil (bir melek)dir, hemen (kendi suretine girip) doğruldu.
O (Cebrail), en yüksek ufukta idi.
Sonra (ona) yaklaştı derken, sarktı.
İki yay kadar, ya da daha yakın olduğunda, kuluna vahyetti.
Onun (gözünün) gördüğünü, kalbi yalanlamadı.
Şimdi, siz onun bu görüşüne karşı, kendisiyle mücadele mi edeceksiniz?!
Andolsun ki, o, onu, diğer bir defa da Sidretü'l-Müntehâ'nın yanında gördü ki, Cennetü'l-Me'vâ onun yanındadır.
O (gördüğü)zaman, Sidre'yi, buruyordu onu, bürümekte olan!
Onun göz(ü gördüğünden) ne şaştı, ne de aştı!
Andolsun ki: O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür." [167]

Cennetü'l-Me'vâ, Kürsî ve Arş
Sidretül-Müntehâ'nın yanında bulunan Cennetü'l-Me'vâ, Arş'ın sağında olup, şehit ruhlarının durağıdır. [168]
Yedi kat gökler ve yerler, Kürsî karşısında, çöl ortasına atılmış bir halka; [169] Kürsî de, Arş karşısında, çöl ortasına atılmış bir halka gibi kalır! [170]

Mirac Mülâkatında Peygamberimiz (a.s.)a Verilenler
Peygamberimiz (a.s.)a Mirac mülakatı sonunda şu üç şey verildi:
Elli vakit namaz sevabına denk, beş vakit namaz verildi.
Bakara sûresinin son âyetleri verildi.
Peygamberimiz (a.s.)ın ümmetinden olup da, Allah'a şerik koşmayanlardan Mukhimat
bağışlandı. [171]
Yüce Allah:
"Yâ Muhammedi Bu namazlar, her gün ve gecede, [172] beş namazdır! [173] Amma, her namaz için, on sevab vardır! [174] Bu, yine, elli namaz demektir. [175]
Bende söz bir olur, değişmez! [176]
Her kim, bir hayr işlemek ister ve onu yapmazsa, o kimseye (bu iyi niyetinden dolayı) bir sevab yazılır, yaparsa on sevab yazılır.
Her kim de, bir kötülük yapmak ister, onu yapmazsa, ona birşey yazılmaz. O kötülüğü yaparsa, bir günah yazılır!" buyurdu. [177]
Bakara sûresinin son iki ayetinde de, meâlen şöyle buyurulur:
"O Peygamber de kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler).
Onlardan her biri:
Allah'a,
Allah'ın meleklerine,
Allah'ın kitablarına,
Allah'ın peygamberlerine inandı. Peygamberlerin hiçbirini, diğerlerinin arasından ayırmayız! (Hepsine inanırız.)
Dinledik! (Emrine) itaat ettik!
Ey Rabbimiz! Mağfiretini dileriz!
Son varış(ımız) ancak Sanadır!1 dediler.
Allah, hiçbir kimseye, gücünün yettiğinden başkasını yüklemez.
(Herkesin) kazandığı (hayır) kendi yararınadır.
Yaptığı (şer) de kendi zararınadır.
Ey Rabbimiz! Unuttuk yahut yanıldık ise, bizi tutup sorguya çekme!
Ey Rabbimiz! Bizden önceki (ümmet)lere yüklediğin gibi, üstümüze ağır bir yük yükleme!
Ey Rabbimiz! Takat getiremeyeceğimizi, bize yükleme!
Bizden (sâdır olan günahları) sil, bağışla! Bizi yarlığa! Bizi esirge!
Sen bizim Mevlâmızsın!
Artık, kâfirler güruhuna karşı da, bize yardım et!" [178]
Mukhimat; insanı Cehenneme sürükleyen büyük ve tehlikeli günahlar, demektir. [179]
Peygamberimiz (a.s.), bir gün:
"İnsanı helake sürükleyen yedi şeyden sakınınız!" buyurmuştu.
"Yâ Rasûlallah! Nedir bu tehlikeli şeyler?" diye sordular.
Peygamberimiz (a.s.):
Allah'a şerik koşmak,
Sihir (büyü) yapmak,
Yüce Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı nefsi, haksız yere öldürmek,
Faiz yemek,
Yetim malı yemek,
Savaş meydanından kaçmak,
Zinadan korunan, böyle birşey hatırından bile geçmeyen Müslüman kadınlarına zina isnad etmektir!" buyurdu. [180]

Mirac Gecesinde Peygamberimiz (a.s.)ın Cennete Götürülüşü

Yüce Allah, Peygamberimiz (a.s.)a vahyedeceğini vahyettikten sonra, Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.) tarafından Cennete götürüldü. [181]
Cennetin eni, göklerle (altlarındaki) yer kadar olup. [182] Peygamberimiz (a.s.) orada:
İnciden, yakuttan, zebercetten.. köşkler, [183]
İnciden kubbeler (kubbeli evler) gördü.
Cennetin toprağını da, misk kokar bir halde buldu. [184]
Peygamberimiz (a.s.), Cennette;
İki yanında içi boş inciden yapılmış kubbeler (kubbeli evler) dizili bir ırmak da gördü [185] ki, inci, yakut çakılları ve misk üzerinde akıp gidiyordun [186]
Peygamberimiz (a.s.):
"Ey Cebrail! Nedir bu?" diye sordu. [187]
Cebrail (a.s.):
"Bu, sana Yüce Allah'ın vermiş olduğu [188] Kevser ırmağıdır!" dedi. [189]
Kevser ırmağının suyu da, baldan daha tatlı ve sütten daha ak idi. [190]

Peygamberimiz (a.s.)a Cehennemin Gösterilişi

Peygamberimiz (a.s.); dünya semasında kendisini güleryüzle karşılayan melekler arasında, yüzü hiç gülmeyen, Cehennemin hâzini, bekçisi Malik adındaki bir melekle de karşılaşmıştı.
Peygamberimiz (a.s.), onun kim olduğunu Cebrail (a.s.)dan sorup öğrenince, Cebrail (a.s.)a:
"Cehennemi bana göstermesini ona emretmez misin?" diye sormuştu.
Cebrail (a.s.) da:
"Olur!" diyerek Cehennemin bekçisi Malik'e:
"Ey Malik! Muhammed ((a.s.))'e Cehennemi göster!" demişti.
Malik;
Cehennem'in üzerinden örtüsünü açınca, Cehennem öyle kaynamaya ve kabarmaya başladı ki, Peygamberimiz (a.s.) onun gördüğü herşeyi yakalayıp yakıvereceğini sandı. Hemen, Cebrail (a.s.)a:
"Ey Cebrail! Malik'e emret de, onu yerine geri çevirsin!" buyurdu.
Cebrail (a.s.) da, Cehennemi yerine çevirmesi için, Malik'e emretti.
O da, Cehenneme:
"Sakin ol!" dedi.
Cehennem, çıkmış olduğu yerine girince, Malik onun üzerine örtüsünü tekrar örttü. [191]
Peygamberimiz (a.s.);
Cehennemdeki susuzluk azaplarını, azap zincirlerini, azap yılan ve akreplerini, oradaki azaplardan daha bazılarını da gördü. [192]
Peygamberimiz (a.s.), bir hadis-i şeriflerinde:
"Eğer benim bildiğimi sizler de bilmiş olsaydınız, muhakkak ki, pek az güler ve çok ağlardınız!" buyurmuştur. [193]

Peygamberimiz (a.s.)ın Mekke'ye Dönüşü

Peygamberimiz (a.s.), Mekke'ye dönmek üzere, Beytü'l-Makdis Mescidinin kapısına bağladığı Burak'a binip [194] Mekke'ye döndü. [195] Peygamberimiz AIeyhisselamin İsrâ ve Miracı, bir gece içinde, yatsı namazı ile sabah namazı arasında vuku buldu. [196]

Abdulmuttalib Oğullarının Peygamberimiz (a.s.)ı Aramaya Çıkışları

Abdulmuttalib oğulları, İsrâ ve Mirac gecesinde, Peygamberimiz (a.s.)ı bulamayınca, ara¬maya çıkmışlardı.
Hatta, Hz. Abbas, Zîtuvâ'ya kadar gitti. Oralarda, yüksek sesle:
"Yâ Muhammedi Yâ Muhammedi" diyerek bağırdı.
Peygamberimiz (a.s.):
"Lebbeyk!=Buyur!" diye karşılık verince, Hz. Abbas:
"Ey kardeşimin oğlu! Sen kavmini geceden beri zahmet ve meşakkate soktun!? Nerede idin?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Beytü'l-Makdis'e gittim" buyurunca, Hz. Abbas:
"Bu gecenin içinde mi?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet. Bu gecenin içinde gidip geldim!" buyurunca, Hz. Abbas:
"Her halde, senin başına ancak hayır gelmiş olmalıdır!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Benim başıma hayırdan başka birşey gelmemiştir!" buyurdu. [197]

İsrâ ve Mirac Mucizesinin Kureyş Halkına Haber Verilişi

Peygamberimiz (a.s.); İsrâ ve Miracını Kureyş müşriklerine gidip haber vermek üzere ayağa kalkınca, [198] Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani Hatun, Peygamberimiz (a.s.)ın ridasının ucun¬dan tutup: [199]
"Ey amcamın oğlu! [200] Ey Allah'ın peygamberi! [201] Sana and veriyorum. [202] Bunu halka 5öyleme! [203] Onlar seni yalanlarlar. [204] Üzerler!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Vallahi, ben bunu onlara söyleyeceğim!" buyurdu. [205]
Ümmü Hani Hatun, Habeşli cariyesine:
"Yazıklar olsun sana! Git de, Resûlullah (a.s.) o halka ne söylüyor? Halk ona ne söylüyor? Göz kulak ol!" dedi. [206]
Peygamberimiz (a.s.) İsrâ ve Miracını Kureyş müşriklerine gidip haber vereceği zaman;
"Ey Cebrail!" dedi, "kavmim beni tasdik etmezler"
Cebrail (a.s.):
"Ebu Bekir seni tasdik eder" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.), gidip, Kabe'nin Hicr diye anılan yerinde ayakta durarak [207] Kureyş müşriklerine İsrâ hadisesini haber verince, onlar şaştılar: [208]
"Doğrusu, biz şimdiye kadar bunun gibisini hiç işitmedik!? [209]
Bu, şaşılacak, inanılmayacak şey!
Vallahi, deve Mekke'den Şam'a gidişte bir ayda, dönüşte de bir ayda sürülüp götürülür!
Muhammed bir tek gecenin içinde oraya gider de, Mekke'ye dönebilir mi?! [210]
Biz Beytü'l-Makdis'e, devemizin ciğerlerine, böğürlerine vura vura bir ayda varırız. O oraya bir tek gecenin içinde gitmiş ha?! [211]
Ey Muhammed! Buna delilin nedir?" dediler [212] ve yalanladılar. [213]
Peygamberimiz (a.s.), yalanlanmaktan üzgün bir halde, bir tarafa çekilip oturduğu sırada, yanına Ebu Cehil gelerek oturdu.
Alaylı bir tavırla:
"Geceleyin yararlandığın birşey var mı?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet! Vardır!" buyurdu.
Ebu Cehil:
"Ne imiş o?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Geceleyin götürüldüm!" buyurdu.
Ebu Cehil:
"Nereye?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Beytü'l-Makdis'e!" buyurdu.
Ebu Cehil:
"Sonra da aramızda sabahladın ha?!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet!" buyurdu.
Ebu Cehil, Peygamberimiz (a.s.) söylediği sözü inkâr eder korkusu ile, kavmini onun yanı¬na çağırmak istedi ve:
"Bana söylediğin sözü onlara da söyleyesin diye, kavmini senin yanına çağırmamı uygun görür müsün?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Olur!" buyurunca, Ebu Cehil:
"Ey Ka'b oğulları cemaatı!" diyerek çağırmaya başladı.
Meclislerinden silkinip kalkanlar, gelip Peygamberimiz (a.s.)la Ebu Cehil'in yanına oturdu¬lar.
Ebu Cehil, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Haydi, bana söylediğini, kavmine de söyle!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ben geceleyin götürüldüm!" buyurdu.
"Nereye?" diye sordular.
Peygamberimiz (a.s.):
Beytü'l-Makdis'e!" buyurdu.
"Sonra da aramızda sabahladın ha?!" dediler.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet!" buyurunca, Peygamberimiz (a.s.)ın sözünü yalanlamak için, şaşkınlıklarından ve inkârlarından, kimisi ellerini çırptılar, kimisi de ellerini başlarına koydular! [214]
Kureyş müşrikleri, hemen, Hz. Ebu Bekir'in yanına vardılar. Ona:
"Ey Ebu Bekir! Senin sahibin hakkındaki şeyden haberin var mı?
O, güya, bu gece Beytü'l-Makdis'e varmış! [215] Orada namaz kılmış! Sonra da Mekke'ye dönmüş!?" dediler.
Hz. Ebu Bekir:
"Siz onun hakkında yalan söylüyorsunuz!" dedi.
Müşrikler:
"Hayır! Kendisi, şuradaki Mescid'de halka böyle söyledi!" dediler. [216]
Hz. Ebu Bekir:
"Vallahi, eğer o bunu söyledi ise, muhakkak, doğrudur!" dedi. [217]
Müşrikler:
"Sen onu doğruluyor, [218] kendisinin bir gecede Beytü'l-Makdis'e gidip sabahtan önce Mekke'ye geldiğini [219] doğru buluyor musun?" dediler.
Hz. Ebu Bekir:
"Evet! [220] Bunda şaşacağınız ne var? [221]
Vallahi, ben onu bundan daha uzak olanında, gecenin veya gündüzün herhangi bir saatinde kendi¬sine semadan haber geldiğini bana haber verdiğinde tasdik edip duruyorum!" [222] dedikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına geldi ve:
"Ey Allah'ın Peygamberi! Sen şu halka bu gece Beytü'l-Makdis'e gittiğini söyledin mi?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Ey Allah'ın Peygamberi! Onu bana tarif ve tavsif et! Çünkü, ben oraya gitmişimdir" dedi.
Beytü'l-Makdis, hemen, Peygamberimiz (a.s.)ın gözünün önüne geldi. Peygamberimiz (a.s.), ona bakarak, Hz.Ebu Bekir'e Beytü'l-Makdis'i birer birertarif etmeye başlamış; anlattıkça, Hz. Ebu Bekir de:
"Doğru söylüyorsun! Ben şehadet ederim ki; sen Allah'ın Resûlüsün!" demiştir.
Peygamberimiz (a.s.) da:
"Ey Ebu Bekir! Sen, Sıddîk'sın!" buyurmuş ve o gün ona Sıddfk ismini vermiştir. [223]

Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)a Beytü'l-Makdis ve Beytü'l-Makdis Mescidi
Hakkında Sorular Sormaları

Müşriklerden, o beldeleri gezmiş ve Beytü'l-Makdis Mescidini görmüş olanlar, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Sen Beytü'l-Makdis Mescidini bize tarif ve tavsif edebilir misin?" diye sordular.
Peygamberimiz (a.s.):
"Oraya gittim!" buyurdu ve tarif etmeye başladı.
Bazı noktalarda tereddüde düşünce, Beytü'l-Makdis Mescidi Peygamberimiz (a.s.)ın gözünün önüne getirildi ve ona bakarak, müşriklerin sorularını cevapladı. Müşrikler:
"Vallahi, tarif ve tavsifte isabet ettin!" dediler. [224]
Peygamberimiz (a.s.), bu hususu şöyle anlatır:
"Kureyşîler, gezdiğim yerler, özellikle Beytü'l-Makdis hakkında, bana birçok sorular sormaya başladılar ki, ben İsra gecesi onları zihnimde iyice tesbit ve hıfz etmiş değildim.
Bunun için, o kadar sıkılmıştım ki, böyle bir sıkıntıya hiç düşmemiştim.
Derken, Yüce Allah benimle Beytü'l-Makdis arasındaki uzaklığı kaldırdı da, ne sordularsa, ona bakarak, sorularını birer birer cevapladım. [225] Bana:
'Beytül-Makdis'in kaç kapısı var?1 diye sordular.
Ben de, Beytü'l-Makdis'e bakıp, onlara haber verdim.
Bazıları da:
'Beytü'l-Makdis Mescidinin kaç kapısı var?' diye sordular.
Beytü'l-Makdis Mescidi gözümün önüne dikilince, ona bakıp kapılarını sayarak, onlara bildirdim." [226]

Müşriklerin Kervanları Hakkındaki Soruları

Kureyş müşrikleri:
"Ey Muhammedi Sen bize kervanımızdan haber ver! O bizim için Beytü'l-Makdis'ten daha önemlidir. [227] Sen onlardan birşeye rastladın mı?" dediler. [228] İçlerinden birisi de:
"Yâ Muhammed! Sen şu, şu yerdeki develerimize rastladın mı?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet! Vallahi, [229] filan oğullarına rastladım:
Onlar bir deve kaybetmişler ve onu aramaya gitmişlerdi. [230]
Konak yerlerinde de onlardan hiç kimse yoktu. [231]
Susamıştım. [232]
Onların içinde su bulunan bir kapları vardı ki, onun üzerine birşey örtmüşlerdi. Örtüsünü açtım ve içindeki suyu içtim. Sonra, üzerini, yine eskisi gibi kapadım.
Onların kafilesi, şimdi Beyzâ'dan, Ten'im yokuşundan iniyordun
Kafilenin önünde boz, siyah renkli erkek bir deve, devenin üzerinde de birisi siyah, birisi de alaca iki çuval vardır!" buyurunca, [233] Velid b. Mugîre, "Sihirbaz!" dedi. [234]
Peygamberimiz (a.s.), sözlerine devamla:
"Yanınıza geldikleri zaman, onlara sorun: [235] Kaplarındaki suyu içilmemiş bulmuşlar mıdır?" buyurdu. [236]
Müşrikler:
"Lât ve Uzzâ'ya andolsun ki, bu bir delildir!" dediler. [237]
Peygamberimiz (a.s.):
"Şu, şu vadide filan oğullarının kafilesine de rastladım.
Onları bir hayvanın gizli sesi ürkütmüş; bir develeri kaçmıştı.
Ben kaçan develerinin yerini onlara gösterdim!" buyurdu.
Kureyş müşrikleri, Ten'im yokuşuna doğru hızla gitfiler. [238]
Peygamberimiz (a.s.)ın verdiği haberleri yalana çıkarma umurlusu ile, kervanı gözlemeye başladılar.
Kervan görününce:
"Vallahi, işte kervan geliyor! Boz deveyi de en öne sürmüşler!?" dediler. [239]
İlk karşılaştıkları deve, kendilerine tarif edildiği gibi idi.
Kafileye su kabından sordular.
Onlar da, onu su dolu olarak bıraktıklarını, üzerini örttüklerini, fakat sonradan örtüsünü açtıkları zaman içinde su bulamadıklarını haber verdiler.
Kureyş müşrikleri, diğer kafilelere de, soracaklarını sordular.
"Doğrudur! Vallahi, kendisinin anmış olduğu vadide ürkütüldük ve bir devemiz de kaçtı.
Bir adamın sesini işittik ki, o bizi devemize çağırıyordu!
Deveyi onun çağırdığı yerde bulduk ve tuttuk!" dediler. [240]
Bazılarına göre; işittikleri ses, Peygamberimiz (a.s.)ın sesi idi. [241]
Kureyş müşriklerinin, kervanlarındaki develerinin ve hatta çobanlarının sayısına varıncaya kadar, sormadıkları ve Peygamberimiz (a.s.)dan doğru cevaplarını almadıkları birşey kalmadı. [242]
Kureyş müşrikleri, kendilerine verilen haberlerin doğru çıktığını gördükleri halde, [243] iman etmedil¬er
"Bu, açık bir sihirdir! [244] Velid b. Mugîre'nin dediği doğru imiş!" dediler. [245]

İslam Dininin İbadet Esaslarından Namaz

İslâm dininin ibadet esaslarından birincisi olan [246] ve düşman karşısında bile bulunulsa vaktinde kılınması gereken; [247] yaratılışımızın gayesi bulunan [248] namaz; Yüce Yaratanımızı zikretmek, anmak üzere [249] her türlü kötülüklerden geri durmak için [250] kılınır.
Namaz; kıyam, kıraat, rükû ve sücud gibi rükünlerden oluşan bir ibadet olup Kufân-ı Kerîm'in müteaddit âyetlerinde bu rükünlerle namaza işaret edilmiş olduğu. [251] hatta rükû ve sücud tesbihleriyle de namazın murad olunduğu görülür. Nitekim:
Devrinin tartışmacı bilginlerinden Nâfi b. Ezrak, Abdullah b. Abbas'a:
"Beş vakit namaz Kur'ân'da var mı?" diye sorduğu zaman, Abdullah b. Abbas:
"Evet! Vardır!" diyerek Rûm sûresinin 17 ve 18. âyetlerini:
"Fesübhânallâhi hine tümsûne ve hine tusbihûne velehülhamdü fissemâvâti vel'ardi ve aşiyyen ve hîne tuzhirûne" diyerek okuyup; "'Hine tümsûne1 akşam namazıdır. Ve hfne tusbihûne1 sabah namazıdır. 'Ve aşiyyen1 ikindi namazıdır. 'Ve hîne tuzhirûne' öğle namazıdır!" dedikten sonra; Nur sûresinin 58. âyetindeki "ve min ba'di salâti'l-ışâi=Bir de, yatsı namazından sonra..." kısmını okumuştur. [252]

Beş Vakit Namazın Farz Kılınışı ve Vakitlerinin Tarif Edilişi

Beş vakit namaz; bir rivayete göre, Peygam berim iz (a.s.)ın Medine'ye hicretinden bir buçuk yıl önce, [253] Miraç gecesinde farz kılınmıştır. [254]
Miraç gecesinin sabahında Cebrail (a.s.) inerek [255] Peygamberimiz (a.s.)a göster¬mek için, beş vakit namazı, vakitlerinde imam olup kıldırdı. [256]
Peygamberimiz (a.s.) bu husustaki hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır:
"Cebrail bana Beyt'in (Kabe'nin) yanında. [257] iki kere, yani iki gün [258] imam oldu.
Güneşin zeval vaktinde, gölge bir nalın tasması kadar uzadığında, öğle namazını kıldırdı.
Sonra, herşeyin gölgesi bir misli olunca, ikindi namazını kıldırdı.
Sonra, oruçlu iftar ettiği (orucunu açtığı)zaman, akşam namazını kıldırdı.
Sonra, şafak kaybolduğu zaman, yatsı namazını kıldırdı.
Sonra, oruçluya yemek, içmek haram olduğu zaman, sabah namazını kıldırdı.
Ertesi günü ise, öğle namazını, herşeyin gölgesi bir misli olduğu zaman kıldırdı.
Sonra, ikindi namazını, herşeyin gölgesi iki misli olduğu zaman kıldırdı.
Sonra, akşam namazını, oruçlu iftar ettiği (orucunu açtığı) zaman kıldırdı.
Sonra, yatsı namazını, gecenin üçte birinin evvelinde, [259] üçte birinin evveline doğru [260] kıldırdı.
Sonra, ortalık ağardığı, aydınlandığı zaman da sabah namazını kıldırdı.
Sonra, bana yönelip:
'Yâ Muhammedi Bu, senden önceki peygamberlerin (namaz) vaktidir. (Namaz için) vakit, bu iki vak¬tin arasıdır1 dedi. " [261]

Namazın Peygamberimiz (a.s.)dan Önceki Peygamberlerin Şeriatlarında da Yer Aldığı

Namaz, Peygamberimiz (a.s.)dan önceki peygamberlerin şeriatlarında da vardı. İbrahim ve İsmail (a.s.)lar, devamlı surette namaz kılarlardı. Zürriyetlerinden de namaza devamlı bir ümmet gelmesi için, Yüce Allah'a dua etmişlerdi. [262] İshak ve Yakub (a.s.)lar da namaz kılarlardı. [263]
Şuayb (a.s.)ın çok namaz kılışı, kavminin kendisiyle alay etmesine sebep olmuştu. [264] Musa (a.s.) namazla memurdu. [265] Namaz kılmaları hususunda, İsrail oğullarından da kesin söz almıştı. [266]
Lokman (a.s.) namaz kılar, oğluna da bunu emrederdi. [267] Zekeriyya (a.s.) namaza devamlı idi. [268] İsa (a.s.) da namazla memurdu. [269]

Beş Vakit Namazdan Önceki Namaz: Teheccüd Namazı

Beş vakit namaz farz kılınmadan önce, gecenin geç vakitlerine kadar, uzun sûreler okunarak gece namazı (teheccüd) kılmak, farzdı. [270] Bu, bir yıl devam etmiş; namazda uzun müddet dikilmekten, Müslümanların ayaklan şişmişti.
Nihayet, beş vakit namaz farz kılınınca, teheccüd namazı Müslümanlar hakkında hafifletilip nafileye çevrilmiş, [271] fakat Peygamberimiz (a.s.)ın buna özel olarak devamı emir buyrulmuştur. [272]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ   İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:20 pm

Vitir Namazı ve Vakti

Peygamberimiz (a.s.), vitir namazı hakkında da:
"Yüce Rabbim bana bir namaz daha arttırdı ki, o, vitir namazıdır. Onun vakti de, tan yeri ağarıncaya kadar olan zaman arasındadır. [273]
Muhakkak ki, Allah, hakkınızda, kızıl tüylü develerden (dünya malından) daha hayırlı olan bir nama¬zla imdatta bulundu ki, o vitir namazıdır.
Allah, onu yatsı ile tan yeri ağarıncaya kadar olan zaman arasında kılmanızı meşru kıldı" buyur¬muştur. [274]

Peygamberimiz (a.s.)ın Beş Vakit Namazı Kılışı, Kıldırışı

Namaz, abdestli olarak kılınır. [275] Abdest, namazın anahtarıdır. [276] Abdestsiz, namaz olmaz ve kabul olunmaz. [277]
Peygamberimiz (a.s.) namaz kılacağı zaman Kıble'ye döner, [278] ellerini kulaklarının hizası¬na kadar kaldırıp "Allahuekber" diyerek tekbir alır; [279] sağ eliyle sol elini tutar, [280] sağ elini sol elinin üzerine koyar (bağlar); [281] "Sübhâneke allâhümme ve bihamdike ve tebâreke ismükeve teâlâ ceddüke velâ ilahe gayrüke!" diyerek namaza başlardı. [282]
Sonra, içinden Eûzü ve Besmele çekerdi.
(Sabah, akşam, yatsı namazlanyla Cuma ve Bayram namazında) açıktan Fatiha sûresini okur, [283] Fâtiha'nın sonunda yavaşça "Âmîn!" der ve "Âmîn" denilmesini de emrederdi. [284]
Peygamberimiz (a.s.)ın:
"Her kim içinde Ümmü'l-Kur'ân'ı (Fâtiha'yı) okumaksızın bir namaz kılarsa, o namaz noksandır, tamam değildir, güdüktür!" buyurduğu bildirilmektedir. [285]
Peygamberimiz (a.s.), sabah namazında, Fatiha sûresinden sonra, Yasin sûresini [286] ve Kaf sûresini, [287] ya da benzeri sûreleri [288] veya Tûrsûresini [289] veya Mü'minûn sûresini [290] veya Tekvir sûresini [291] veya benzeri sûreleri okurdu. [292] Peygamberimiz (a.s.) m okuduğu âyetlerin sayısı altmışı ve hatta yüzü bulurdu. [293]
Birinci rekatta uzun sûre, ikinci rekatta kısa sûre okurdu. [294]
Cuma günü ise, sabah namazında Secde sûresi ile Dehr sûresini okurdu. [295]
Öğle ile ikindinin ilk iki rekatlarında Fâtiha'dan sonra, birer sûre, [296] meselâ Târik ve Buruc sûrelerini [297] ve benzeri erini, [298]
Öğle namazında, Leyi sûresini,
İkindi namazında, onun gibi bir sûreyi okurdu.
Öğle namazında, A'lâ sûresini okuduğu da olurdu. [299]
Öğlenin birinci rekatında otuz, ikincide onbeş âyet kadar okurdu. [300]
Akşam namazında, Mürselât sûresini, [301] Tûr sûresini okuduğu da olurdu. [302]
Yatsı namazında, Tîn sûresini, [303] Şems ve benzeri sûreleri okurdu. [304]
Muaz b. Cebel'e yatsı namazında A'lâ, Leyi ve Alâk sûrelerini okuması tavsiye buyurulmuştur. [305]
Peygamberimiz (a.s.), kıraatten sonra, "Allahuekber!" diyerek tekbir alır, belini kam-buriaştırmaksızın büküp rükûa varır, ellerini dizkapaklarının üzerine koyar, [306] "Sübhâne Rabbiyel azîm!" der; [307] "Semiallâhu limen hamiden" diyerek [308] başını kaldırıp omurga kemiklerinden her biri yerli yerine gelinceye kadar doğrulunca, [309] "Rabbena ve lekelhamd!" der; [310] "Allahuekber!" diyerek secdeye giderdi.
Secdeye gittiği zaman; kollarını ne yere yayar, ne de yanlarına yapıştırırdı.
Ayaklarının parmaklarını, Kıbleye karşı dikerdi. [311]
Peygamberimiz (a.s.), bu secde vaziyetini anlatırken de:
"Ben, birisi cephe (alınla burun), ikisi dizler, ikisi de ayak uçları olmak üzere, yedi kemik (organ) üzerinde secde etmekle emrolundum.
Namaz kılarken, elbisemizle saçımızı, düzeltmek için toplamaktan da, nehyolundum." [312]
"Secde ettiği zaman, kulun yedi âzası:
Yüzü,
İki eli,
İki dizi,
İki ayağı da, onunla birlikte, secde eder" buyurmuştur. [313]
Peygamberimiz (a.s.), secdede "Sübhâne Rabbiyel a'lâ!" derdi. [314] Gerek rükûdaki, gerek secdedeki teşbihlerin en az üçer kere söylenmesini tavsiye buyurmuştur. [315]
Peygamberimiz (a.s.) "Allahuekber!" diyerek başını secdeden kaldırır ve sol ayağını büküp, üstüne otururdu ve ikinci secdede de böyle yapardı.
İkinci secdeyi yaptıktan sonra "Allahuekber!" diyerek ikinci rekata kalkar, [316] onu da kılıp oturunca "Ettahiyyâtü..."yü ve arkasından, şehadet kelimelerini okurdu ve namazın sonunda, buna "Allâhümme salli..." ve "Allâhümme bârik..." salavatlarını ekler ve bundan sonra istedikleri duayı yapmalarını Müslümanlara emrederdi. [317]
Kendileri ise, en çok "Allâhümme Rabbena âtinâ fi'd-dünyâ haseneten ve fi'l-âhireti haseneten ve kına azâbennâr!" diyerek dua ederdi. [318]
Peygamberimiz (a.s.), bundan sonra, başını önce sağ tarafına çevirip "Esselâmü aleyküm ve rahmetullâh!," sonra da sol tarafına çevirip "Esselâmü aleyküm ve rahmetullâh!" diyerek selam verir¬di. [319]
Selam verdikten sonra, üç kere "Estağfirullâh!," [320] bir kere de "Allâhümme entesselâmu ve min kesselâmu tebârekte yâ zelcelâli vel'ikram. Lâ ilahe illallâhu vahdedû lâ şerîke leh lehül mülkü ve lehül hamdü yuhyî ve yümîtu ve nüve alâ külli şey'in kadîr. Allâhümme lâ mania limâ atayte ve lâ mûtî limâ mena'te. Velâ yenfau zelceddi minkel cedd" derdi. [321] Arkasından da:
Otuz üç kere "Sübhânallah,"
Otuz üç kere "Elhamdülillah,"
Otuz üç kere "Allahuekber,"
Sonunda da, bir kere "Lâ ilahe ilallâhu vahdehû lâ şerike leh lehül mülkü ve lehül hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr" derdi [322]-ki, böyle diyen kimsenin günahlarının, deniz köpükleri kadar çok bile olsa, hepsinin bağışlanacağını müjdelemiştir. [323]
Peygamberimiz (a.s.), en sonunda "Sübhâne Rabbike Rabbil izzeti amma yasıfûn ve selâmün alel mürselîn velhamdü lillâhi rabbil âlemîn" âyetini okurdu. [324]
Peygamberimiz (a.s.), farz namazların arkasında Âyete'l-Kürsî'yi okuyan kimsenin de, ikin¬ci bir namaza kadar Yüce Allah'ın himayesinde bulunacağını haber vermiştir. [325]
"Peygamber (a.s.)ın Kufân'ı okuyuşu nasıldı?" diye sorulunca, Enes b. Mâlik:
"Çekilmesi gerekeni çekerdi" dedikten sonra, Besmeleyi okuyarak: "'Bismillâhiyi çekerdi, 'errah-mân'ı çekerdi, 'errahîm'i çekerdi" demiştir. [326]
Hz. Hafsa ve Hz. Ümmü Seleme'nin bildirdiklerine göre; Peygamberimiz (a.s.) Kur'ân-ı Kerîm'i âyet âyet okurdu:
'Bismillâhirrahmânirrahîm' der, keserdi.
'Elhamdulillâhi rabbil âlemîn' der, keserdi.
'Mâliki yevmiddîn' der, keserdi. [327]

Peygamberimiz (a.s.)ın Beş Vakit Farz Namazlarla Birlikte Kıldıkları Sünnetler ve Rekatları

Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz (a.s.):
Sabah namazının farzından önce, evinde iki rekat,
Öğle namazının farzından önce, evinde dört rekat; farzından sonra, evinde iki rekat, [328]
İkindi namazının farzından önce, evinde dört rekat, [329]
Akşam namazının farzından sonra, evinde iki rekat,
Yatsı namazının farzından sonra, evinde iki rekat nafile namaz kılardı. [330]
Bunu dört kıldığı da olurdu. [331]
Peygamberimiz (a.s.):
"Öğlenin farzından önce dört rekat, farzından sonra da dört rekat kılmaya devam edeni, (Allah) Cehennem ateşine haram kılar!" [332]
"İkindi namazının farzından önce dört rekat namaz kılana, Allah rahmet etsin!" buyurmuştur. [333]
Yatsı namazının farzından önce kılınan dört rekat nafile ise, Müslümanların isteklerine bırakılmış olan; daha uygun bir deyişle, Müslümanların kılmaya mezun bulundukları ve müstahsen görerek kılageldikleri nafilelerdendir ki, bu da Peygamberimiz (a.s.)ın şu hadis-i şerifine dayanır
Ashab-ı Kiram'dan Talha b. Ubeydullah derki:
"Necd halkından, saçı darmadağın bir kimse, Resûlullah (a.s.)a geldi. Kendisinin sesini uzaktan karmakarışık duyuyor, fakat ne söylediğini anlamıyorduk. Nihayet, yaklaştı. [334]
"Yâ Rasûlallâh! İslâm nedir?" diye sordu. [335]
Meğer, İslâm'ın ne demek olduğunu soruyomnuş.
Onun bu sorusuna, Resûlullah (a.s.):
"Bir gün bir gecede beş namaz!" buyurdu.
Adamcağız:
"Üzerimde bu namazlardan başkası da olacak mı?" diye sordu.
Resûlullah (a.s.):
"Hayır, olmayacak! Meğer ki kendiliğinden (nafile olarak) kılasın..." buyurdu. [336]

Namaza Özenmenin Gerekliliği

Peygamberimiz (a.s.) bir gün [337] Mescid'de otururken, [338] çöl arabı gibi [339] bir adam gelip [340] Peygamberimiz (a.s.)ın yakınında [341] iki rekat [342] namaz kıldı. [343] Namazı itinasız ve gevşek kıldı. [344]
Peygamberimiz (a.s.) onun gevşek kılışına bakıyordu. [345]
Adam Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelip selam verdi.
Peygamberimiz (a.s.), onun selamına mukabele ettikten sonra. [346] adama:
"Dön de, yeni baştan kıl! Çünkü, sen (tam) namaz kılmış olmadın!" buyurdu.
Adam dönüp, [347] önceki kıldığı gibi, tekrar namaz kıldı. [348]
Sonra, dönüp Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelerek, [349] tekrar selam verdi.
Peygamberimiz (a.s.), onun selamına mukabele etti [350] ve:
"Dön de, namazını yeni baştan kıl! Çünkü, sen (tam) namaz kılmış olmadın!" buyurdu. [351]
Adam tekrar döndü. Namaz kıldı, gelip selam verdi.
Peygamberimiz (a.s.), selamına mukabeleden sonra, ona:
"Dön de, namazını yeni baştan kıl! Çünkü, sen (tam) namaz kılmış olmadın!" buyurdu.
Bu, üç kez tekrarlandı. [352]
Namazı hafife alanın, namaza özenmeyenin namaz kılmış olmayacağı, Mescid'deki insanları da korkuttu. Bu, onlara da ağır geldi. [353]
Bunun üzerine, adam:
"Ey Allah'ın Resûlü! Babam, anam sana feda olsun!
Sana Kitabı indiren. [354] seni hak dinle peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; ben bunun daha iyisini bilmiyorum! [355]
Yâ Rasûlallâh! [356] Nasıl yapacağımı, [357] namazın doğrusunun nasıl olduğunu [358] bana göster! [359] Öğret! [360]
Ben nihayet bir beşerim: Doğru da, yanlış da yapabilirim!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Peki! [361] Namaz kılmak istediğin, [362] namaz kılmaya kalkacağın zaman, [363] Allah'ın sana emret¬tiği gibi, [364] güzelce tam abdest al! [365]
Kıble'ye yönelip [366] 'Allahuekber!1 diyerek tekbir al! [367]
Ümmü'l-Kitâbı (Fatihayı) oku! [368]
Sonra, Kur'ân'dan, ezberinde olanı, sana kolay geleni, [369] istediğini, [370] Allah'ın okumanı dilediği kadar oku! [371] Sonra, rükû et! [372] Rükûa vardığında, avuçlarını diz kapaklarının üzerine koy! Sırtını kamburlaştrmayıp, dümdüz tut! [373]
Uzuvların yatşıncaya kadar rükû halinde kal! [374]
Rükûdan başını kaldırdığın zaman, kemikler mafsallarda yerleşince, [375] uzuvlar yatışıncaya kadar ayakta dimdik dur!
Secdeye gittiğinde, uzuvların yatışıncaya kadar secdede dur! [376]
Secdeden başını kaldırıp [377], uzuvların yatışıncaya kadar [378] sol uyluğunun üzerine otur!
Bunu her rekat ve secdede, [379] namazının bütün rekatlarında yap! [380]
Bunları tam yaptığın zaman, namazını tamamlamış; bunlardan neyi eksiltirsen. [381] ancak namazın¬dan eksiltmiş olursun!" buyurdu. [382]

Kabul Olunan ve Olunmayan Namazın Durumu

Peygamberimiz (a.s.), bir hadis-i şeriflerinde:
"Kim namazları vaktinde kılar ve onun abdestlerini tam ve güzelce alır, kıyamını, huşûunu, rükûunu ve secdelerini tam yaparsa, o namazlar ışık saçarak bembeyaz bir şekilde yükselirken:
'Sen beni koruduğun gibi, Allah da seni korusun!1 diye dua eder.
Kim de namazı vaktinin dışında kılar, onun abdestini tam ve güzelce almaz, huşûunu, rükûunu ve secdelerini tam yapmazsa, onlar da simsiyah bir şekilde yükselirken:
'Sen nasıl özenmeyip beni yitirdinse, Allah da seni (senin amelini) vitirsin!' diyerek ilenir. Allah'ın dilediği yere varınca, paçavra gibi dürülüp, o kimsenin üzerine atılır!" buyurmuşlardır. [383]

Beş Vakit Namazı Özenerek Kılan ve Kılmayanların Durumu

Peygamberimiz (a.s.), başka bir hadis-i şeriflerinde de:
"Beş vakit namazı Allah farz kıldı.
Her kim bu namazların abdestini tam alır, onları vaktinde kılar, rükû ve huzûlarını eksiksiz yaparsa, Allah'ın, onu bağışlayacağı hakkında va'di vardır.
Herkim de bunu yapmazsa, Allah'ın ona bir va'di yoktur. İsterse onu bağışlar, isterse azaba uğratır!" buyurmuşlardır. [384]








________________________________________
BİRİNCİ AKABE BEY'ATI

Birinci Akabe Buluşma ve Bey'atı

Geçen (onbirinci) yılda, Ensardan* altı kişi, Akabe'de Peygamberimiz (a.s.)la buluşup Müslüman olmuş ve gelecek yıl tekrar gelmek üzere Peygamberimiz (a.s.)a söz vermişlerdi.
Bundan bir yıl sonra [1], gelen yılda, [2] yani nübüvvetin onikinci yılında, [3] hac mevsiminde, Ensardan, içlerinde bir yıl önce Müslüman olan altı kişiden beşinin de hâzır bulunduğu oniki kişilik bir topluluk, Birinci Akabe'de Peygamberimiz (a.s.)la [4] geceleyin buluştular. [5] Ashab-ı Kiramdan Ubâde b. Sâmit der ki:
"Ben Birinci Akabe Bey'atında bulunmuş olan kişilerden [6] ve kabile temsilcilerindenim. [7]
Biz, oniki kişi idik. [8]
Resûlullah (a.s.), Akabe'de, geceleyin, çevresinde ashabından küçük bir topluluk bulun¬duğu halde, bize:
'Geliniz! Allah'a hiçbir şeyi şerik koşmayacağınız,
Birşey çalmayacağınız,
Çocuklarınızı öldürmeyeceğiniz,
Ellerinizle ayaklarınız arasında iftira uydurmayacağınız,
Mârufta bana isyan ve itaatsizlik etmeyeceğiniz hakkında bana bey'at ediniz! [9]
Ahdinize vefa ederseniz, Cenneti kazanırsınız! [10]
İçinizden kim de haddi mûcib birşey yapar da kendisine had vurulursa, bu, onun keffâreti olur.
Allah kimin suçunu örtbas ederse, onun işi de Allah'a kalır.
Allah dilerse onu azaba uğratır, dilerse yarlıgar1 buyurdu." [11]
"Resûlullah (a.s.), kadınlardan aldığı gibi, bizden bey'at aldı. [12]
Bu, savaş farz kılınmadan önce idi. [13]
'Hiçbir şeyi Allah'a şerik koşmayacağız!
Birşey çalmayacağız! [14]
Çocuklarımızı öldürmeyeceğiz! [15]
Allah'ın dokunulmaz kıldığı cana haksız yere kıymayacağız! [16]
Ellerimizle ayaklarımız arasında iftira uydurmayacak, [17] birbirimize iftira atmayacağız [18]
Yağmacılık yapmayacağız! [19]
Mârufta sana asi olmayacak, itaatsizlik etmeyeceğiz!' diye bey'atta bulunduk." [20]

Birinci Akabe Bey'atında Bulunanlar

1. Es'ad b.Zürâre,
2. Avf b. Haris,
3. Ukbe b.Âmir,
4. Kutbe b. Âmir,
5. Râfi’ b. Malik,
6. Muaz b. Haris,
7. Zekvan b. Abdi Kays,
8. Ubâde b. Sâmit,
9. Yezid b. Salebe,
10. Abbas b. Ubâde,
11. Ebu'l-Heysem Maiikb. Teyyihan,
12. Uveym b. Sâide.
Bunlar, bey'attan sonra, Peygamberimiz Aieyhisseiamın yanından ayniıp Medine'ye döndüler. [21] Allah onlardan razı olsun!
Ukbe b. Vehb ile [22] Seleme b. Selâme'nin de, bu Birinci Akabe Bey'atma katılan Ensar arasında bulunduğu da rivayet edilir. [23]

Mus'ab b. Umeyr'in Öğretmen Olarak Medine'ye Gönderilişi

Evs ve Hazrec kabilesi Müslümanlarının ileri gelenleri: [24]
"İçimizde İslâmiyet açıklandı ve yayılmaya başladı. [25] Halkı Allah'ın Kitabına davet edecek, [26] Kur'ân-ı Kerîm okuyacak [27] birmukri1 (Kur'ân-ı Kerîm okuyucu); [28] İslâm dinini anlatacak, İslâm sünnet ve şeriatlarını aramızda ikame edecek, namazlarımızda bize imamlık yapacak bir kimse [29] gönder!" diye, Peygamberimiz (a.s.)a yazı yazdılar. [30] Böylece, kendilerine Kur'ân-ı Kerîmi öğretecek, İslâmiyeti anlatacak [31] birsahabi göndermesini, Peygamberimiz (a.s.)dan istediler. [32]
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) Mus'ab b. Umeyr'i gönderip, [33] onlara Kur"ân oku¬masını, İslâmiyeti öğretmesini, [34] İslâm dinini anlatmasını [35] ona emretti. [36]
Mus'ab b. Umeyr Medine'de Es'ad b. Zürâre'nin evine indi. [37] Orada oturdu. [38]
Medineli Müslümanlara Kur"ân okur, [39] Kur'ân'ı, [40] İslâm şeriatını [41] öğretir, [42] İslâm fıkhını anlatırdı. [43]
Mus'ab b. Umeyr Medine'de "Mukri"' diye anılırdı. [44]
İmamlık yapar, [45] namaz kıldırırdı. [46]
Peygamberimiz (a.s.) Medine'ye hicret edip gelmeden önce, Musab b. Umeyr, Müslümanları Cuma için toplamak üzere yazı yazıp izin istemiş; [47] Peygamberimiz (a.s.) da bunu yapmasını, cevaben yazdığı yazısında, ona emretmişti. [48]
Bera' b. Âzib'e göre; Mus'ab b. Umeyr ile birlikte, İbn Ümmi Mektum da Medine'deki Müslümanlara Kur'ân-ı Kerîm okumak üzere Medine'ye gelmişti. [49]

Useyd b. Hudayr ile Sa'd b. Muaz'ın Müslüman Oluşu ve İslamiyetin Medine'de Yayılışı

Useyd b. Hudayr, [50] Cahiliye ve İslâmiyet devrinde, babasından sonra kavminin seyyidi olup, [51] en akıllılarından ve görüş sahiplerindendi. [52]
Araplar içinde yazı yazmayı bilenler pek az bulunurken, o, yazardı. İyi yüzme bilir ve iyi ok atardı.
Kendilerinde bu hasletler bulunanlara, Cahiliye devrinde "Kâmil" denirdi. Useyd b. Hudayr'da bun¬ların hepsi toplanmış bulunuyordu. [53]
Es'ad b. Zürâre bir gün Mus'ab b. Umeyr'i yanına alarak Abduleşhel oğullarıyla Zafier oğullarının evlerine doğru götürdü.
Es'ad b. Zürâre, Sa'd b. Muaz'ın halasının oğlu idi.
Es'ad b. Zürâre ile Mus'ab b. Umeyr, Zafer oğullarının bostanlarından birisine girdiler. Oradaki, Mark diye anılan kuyunun başına oturdular.
Medinelilerden, Müslüman olan kimseler de, onların yanına toplandılar.
Sa'd b. Muaz ile Useyd b. Hudayr, o zaman, Abduleşhel oğulları kabilesinin seyyidleri, ulu kişileri olup, kavimlerinin dininde ve müşrik idiler.
Bunlar Es'ad b.Zürâre'nin Mus'ab b. Umeyr'i oraya getirdiğini ve başına bazı kimselerin toplandığını işitince, Sa'd b. Muaz, Useyd b. Hudayr'a:
"Sen işini iyi bilen ve kimsenin yardımına muhtaç olmayan bir adamsın!
Zayıflarımızın inançlarını bozmak için mahallemize gelmiş olan şu adamların yanına git de, kendi¬lerini azarla ve mahallemize gelmekten men et!
Bilirsin ki; Es'ad b. Zürâre benim akrabam olmasaydı, bu işi kendim yapmaya yeterdim!
O halamın oğlu olduğu için, üzerine varmaya yol bulamadım!" dedi.
Bunun üzerine, Useyd b. Hudayr hemen kısa mızrağını alıp onlara doğru ilerledi.
Es'ad b. Zürâre, onu görünce, Mus'ab b. Umeyr'e:
"Şu yanına gelen, kavminin seyyidi, ulu kişisidir" dedi.
Mus'ab b. Umeyr
"Oturursa, kendisiyle konuşurum!" dedi.
Useyd b. Hudayr, sövüp sayarak, gelip tepelerine dikildi ve:
"Sizi bize getiren nedir? Zayıflarımızın inançlarını mı bozacaksınız? [54]
Sen şu yabancı, kovulmuş adamı, zayıflarımızın inançlarını bâtıl ile bozmak ve onlan ona davet etmek için mi getirdin?!
Senin bundan sonra çevremizde bir daha birşey yaptığını görmeyeyim! [55]
Eğer hayatınız size gerekse, hemen yanımızdan ayrılın!" dedi.
Mus'ab b. Umeyr, ona:
"Biraz oturup, söyleyeceklerimi dinlesen; beğenirsen kabul etsen, beğenmezsen, hoşuna gitmezse, dinlemekten yüz çevirsen olmaz mı?" dedi.
Useyd b. Hudayr
"Yerinde bir söz söyledin!" dedikten sonra, mızrağını yere saplayıp onlarla oturdu.
Mus'ab b. Umeyr İslâmiyet üzerine bir konuşma yaptı ve ona Kur'ân-ı Kerîm okudu.
Useyd b. Hudayr Mus'ab b. Umeyr'in sözlerini ve Kufârvı Kerîm'i dinlediği zaman, Es'ad b. Zürâre ile Mus'ab b. Umeyr
"Vallahi, o daha konuşmadan önce, kendisinin yüzünde İslâm'ın nurunun patladığını ve yumuşadığını anladık!" demişlerdir.
Useyd b. Hudayr, Kur'ân-ı Kerîm hakkında:
"Bu, ne kadar güzel, ne kadar yüce söz!
Siz bu dine girmek istediğiniz zaman ne yaparsınız?" dedi.
Es'ad b. Zürâre ile Mus'ab b. Umeyr:
"Gusledip temizlenirsin!
Altlı üstlü, elbiseni temizlersin!
Sonra, hak şehadetiyle şehadet getirirsin!
Sonra da namaz kılarsın!" dediler.
Useyd b. Hudayr kalkıp gusletti.
Elbiselerini temizledi.
Hak şehadetiyle şehadet getirdi.
Sonra da, iki rekat namaz kıldı, ve:
"Gerimde bir adam var ki, o size tâbi olursa, kavminden hiçbir kimse ona muhalefet etmez, ondan geri kalmaz. O, Sa'd b. Muaz'dır! Ben şimdi onu size gönderirim!" dedi.
Mızrağını alıp Sa'd b. Muaz'ın ve kavminin yanına döndü.
Onlar, bir araya toplanmış, oturuyorlardı.
Useyd b. Hudayr gelirken, Sa'd b. Muaz ona bakınca:
"Allah'a yemin ederim ki; Useyd, yanınızdan gidişinden başka bir yüzle geldi size!" dedi.
Useyd b. Hudayr toplantı yerinde durunca, Sa'd b. Muaz ona:
"Ne yaptın?" diye sordu.
Useyd b. Hudayr
"O iki adamla konuştum.
Vallahi, ben onlarda bir sakınca görmedim. Bununla birlikte, kendilerini nehiyve men ettim.
Onlarda, 'Biz senin istediğini yaparız!' dediler.
Bana haber verildiğine göre; Harise oğulları, Es'ad b. Zürâreyi, senin halanın oğlu olduğunu bildik¬leri halde, sana verdikleri sözü bozup, hakaret için öldüreceklermiş!" dedi.
Sa'd b. Muaz, Harise oğullarının adı anılınca, kızgın bir halde hemen kalkıp eline mızrağını aldı ve:
"Vallahi, sende beni tatmin edecek birşey göremedim!" dedikten sonra, Es'ad b. Zürâre ile Mus'ab b. Umeyr'e doğru ilerledi.
Es'ad b. Zürâre, Mus'ab. b. Umeyr'e:
"Ey Mus'ab! Vallahi, sana gerisindeki kavminin seyyidi, ulu kişisi geliyor ki, kendisi sana tâbi olursa, onlardan iki kişi bile sana muhalefet etmez!" dedi.
Sa'd b. Muaz Es'ad b. Zürâre ile Mus'ab b. Umeyr'i sakin ve telaşsız görünce, Useyd b. Hudayhn ancak onların söyleyeceklerini kendisine dinletmek istediğini anladı. Sövüp sayarak, üzerlerine dikildi. Es'ad b. Zürare'ye
"Ey Ebu Ümâme! Vallahi, seninle aramızda akrabalık olmasaydı, bu adamı benden kurtaramazdın!
Siz bizim hoşlanmadığımız şeyi evlerimizin içine mi sokacaksınız? [56]
Sen şu yabancı, kovulmuş adamı evlerimize, zayıflanmızın inançlarını bâtıl şeylerle bozmak ve onları ona davet etmek için mi getirdin?!
Sizin bundan sonra çevremizde bir daha birşey yaptığınızı görmeyeyim" diyerek çıkıştı. [57]
Mus'ab b. Umeyr, ona:
"Biraz oturup söyleyeceklerimi dinlesen; beğenirsen kabul etsen, beğenmezsen, hoşuna gitmezse, dinlemekten yüz çevirsen olmaz mı?" dedi.
Sa'd b. Muaz:
"Yerinde bir söz söyledin!" dedi ve mızrağını yere saplayıp oturunca, Mus'ab b. Umeyr ona İslâmiyeti anlattı ve Kurân-ı Kerîm okudu. [58] Mus'ab b. Umeyr, Sa'd, b. Muaz'a Zuhruf sûresinin baş tarafından (1-Cool okumuştu. [59]
Bu, Sa'd b. Muaz'ın, Es'ad b. Zürâre ile Mus'ab b. Umeyr'in yanına, tehdit etmek üzere ikinci gelişi idi. [60]
Sa'd b. Muaz Mus'ab b.Umeyr'in İslâmiyet hakkındaki sözlerini ve okuduğu Kur'ân-ı Kerîm'i dinlediği zaman, Es'ad b. Zürâre ile Mus'ab b. Umeyr:
"Vallahi, o daha konuşmadan önce, yüzünde İslâm'ın nurunun parladığını ve yumuşadığını anladık!" demişlerdir.
Sa'd b. Muaz, Kur'ân-ı Kerîm'i dinleyince:
"Ben şimdiye kadar hiç bilmediğim birşeyi dinledim!" dedi [61] ve:
"Siz bu dine girdiğiniz, Müslüman olduğunuz zaman ne yaparsınız?" diye sordu.
Es'ad b. Zürâre ile Mus'ab b. Umeyr:
"Gusleder, temizlenirsin!
Altlı üstlü, elbiseni temizlersin!
Sonra, hak şehadetiyle şehadet getirirsin!
Sonra da, iki rekat namaz kılarsın!" dediler.
Sa'd b. Muaz kalkıp gusletti.
Elbiselerini temizledi.
Hak şehadetiyle şehadet getirdi.
Sonra da, iki rekat namaz kıldı.
Mızrağını alıp, yanında Useyd b. Hudayr da bulunduğu halde, kavminin toplantı yerine doğru gitti.
Kavmi, onu gelirken görünce, birbirlerine:
"Vallahi, Sa'd yanınızdan gidişinden başka bir yüzle döndü size!" dediler.
Sa'd b. Muaz, onların yanına vanp durdu ve:
"Ey Abduleşhel oğulları! Benim, aranızdaki işimi, gidişimi nasıl bilirsiniz?" diye sordu.
Abduleşhel oğulları:
"Sen bizim seyyidimiz, ulu kişimiz ve görüşçe en üstünümüz, yönetici olarak da en uğurlumuzsun!" dediler.
Bunun üzerine, Sa'd b. Muaz:
"Siz Allah'a ve Resûlüne iman edinceye kadar, sizin erkek ve kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun!" dedi.
Es'ad b. Zürâre ile Mus'ab b. Umeyr:
"Vallahi, akşama kadar, Abduleşhel oğulları mahallesinde, erkek kadın, Müslüman olmadık kimse kalmadı!" demişlerdir. [62]
Es'ad b. Zürâre ile Mus'ab b. Umeyr, Zafer oğullarının bostanındaki Mark kuyusunun başında Useyd b. Hudayfın ve Sa'd b. Muaz'ın Müslüman oluşundan sonra, oradan kalkıp Es'ad b. Zürâre'nin evine döndüler.
Mus'ab b. Umeyr, Es'ad b. Zürâre'nin yanında oturup, halkı İslâmiyete davete koyuldu. [63]
Sa'd b. Muaz, Müslüman olunca da, Mus'ab b. Umeyr ile Es'ad b. Zürâre'yi kendi evine götürüp İslâmiyeti yaymaya devam ettirdi. [64]
Ümeyye b. Zeyd, Hatıma, Vâil ve Vâkıf oğulları ailelerinden başka, Ensar evlerinden, içinde erkek ve kadın Müslüman olmayan bir ev kalmadı.
Ebu Kays b. Eslet, bu dört ailenin şairi, seyyidi idi.
Onlar hep Ebu Kays'ın ağzına bakarlar, ona boyun eğerler, onu dinlerlerdi.
O da, onları İslâmiyetten geri durdurdu. Hendek savaşından [65] sonra, onlarda Müslüman oldular. [66]

Ebu Seleme'nin Medine'ye Hicreti

Ashab-ı Kiram'dan Ebu Seleme Abdullah b. Abdulesed, hicret ettiği Habeş ülkesinden Mekke'ye dönmüş bulunuyordu.
Akabe Bey'atından bir yıl önce, Kureyş müşriklerinin kendisine işkenceye başladıkları sırada, Medinelilerin Müslüman olduklarını işitince, zevcesi Hz. Ümmü Seleme ile oğlu Seleme'yi deveye bindirerek, Medine'ye hicret etmek üzere yola çıktı.
Fakat, Mugîre b. Abdullah oğulları onu görüp önüne dikildiler ve:
"Haydi, sen şu kendin hakkında bize galebe çaldın!
Fakat, bu zevceni de beldelerde gezdirip durmanda seni serbest bırakacağımızı mı sanıyorsun?" diyerek, Ebu Seleme'nin elinden devenin yularını çekip aldılar.
Ebu Seleme'nin kavmi olan Abdulesed oğulları kızdılar ve:
"Hayır! Vallahi, siz adamımızdan zevcesini çekip alınca, biz de oğlumuzu onun yanında bırak¬mayız!" dediler. Seleme'yi aralarında çekiştirdiler durdular, nihayet onu alıp götürdüler.
Mugîre oğulları ise, Hz. Ümmü Selemeyi yanlarında tuttular, bırakmadılar.
Ebu Seleme Medine'ye yalnız başına hicret edip gitti.
Mugîre oğulları, böylece, Hz. Ümmü Seleme'nin kocası ve oğlu ile arasını ayırdılar.
O da, her sabah çıkar, vadide oturur, akşama kadar ağlardı.
Bu hal bir yıl veya bir yıl kadar sürdü. [67]

Amr b. Cemûh'un Müslüman Oluşu

Amr b. Cemûh; Selime oğullarının seyyiçilerinden ve eşrafındandı. Kendisinin evinde, ağaç kütüğünden yapılmış, Menât diye anılan bir putu vardı.
Medine eşrafının yaptıkları gibi, o da, bu putu ilah edinmişti. Ona tapar ve tazimde bulunurdu. [68]
Mus'ab b. Umeyr Kur'ân öğretmek için Medine'ye geldiği zaman, Amr b. Cemûh, ona ve arkadaşlarına adam gönderip:
"Siz bize ne için geldiniz?" diye sordu.
Onlar da:
"İstersen, sana gelip Kur'ân dinletelim?" dediler.
Amr b. Cemûh:
"Olur!" dedi.
Mus'ab b. Umeyr ona Yûsuf sûresinin baş tarafından (1-8. âyetleri) okudu. Amr b. Cemûh:
"Kavmimizle, bir görüşmemiz lazım!" dedi.
Mus'ab b. Umeyr ile arkadaşları onun yanından ayrıldılar.
Amr b. Cemûh putunun yanına girdi ve:
"Sen de bilirsin ki, vallahi, bu kavim senden başkasına bağlanmamı istiyor! Sende buna karşı bir güç, kudret yok mu?" dedi. [69]
Amr b. Cemûh'un oğlu Muaz ile Muaz b. Cebel ve Selime oğullarının Müslüman olan gençlerinden bazıları, geceleyin, Amr b. Cemûh'un putunu bulunduğu yerden alıp Selime oğullarının çöplük çukurlarından, içinde insan pisliği de bulunan bir çukura attılar.
Amr b. Cemûh, sabahleyin:
"Yazıklar olsun size! Bu gece ilahlarımıza kim sataştı?!" dedi. Onu aramaya gitti, buldu,yıkayıp tem¬izledikten, güzel koku sürdükten sonra
"Vallahi, bunu sana yapanı bir bilseydim, onu rezil ederdim!" dedi. Amr b. Cemûh akşamleyin uyuduğu zaman, putuna aynı şeyi tekrar yaptılar. O da, sabahleyin gidip putunu aynı çukurun içinde buldu, yıkadı, temizledi, ona koku sürdü.
Puta geceleri aynı şey birkaç kere daha yapıldıktan ve Amr b. Cemûh da bulup yıkadıktan ve güzel koku sürdükten sonra, [70] kılıcını onun boynuna astı [71] ve:
"Ben, vallahi, gördüğüm şeyi sana yapanı bilmiyorum. Eğer sende bir hayır varsa, artk kendini kendin koru, savun! İşte, kılıç da yanında!" dedi. [72] Dışarı çıktı.
Ev halkı, kalkıp kılıcı putun boynundan aldılar.
Amr b. Cemûh, eve dönüp kılıcın putun üzerinden alınmış olduğunu görünce:
"Ey Menât! Kılıç nerede?! Ben gidip servetimi Menât'a harcanmak üzere vasiyet ve vakfedeceğim!" dedi, gitti. [73]
O gidedursun, put da bir köpek ölüsü ile bağlanarak Selime oğullarının, içinde insan pisliği bulunan kuyularından bir kuyuya atıldı. [74]
Amr b. Cemûh, evine dönünce, ev halkına:
"Nasılsınız?" diye sordu.
Onlar da:
"Ey efendimiz! Biz hayırlı yoldayız! Allah evimizden pisliği giderdi!" dediler.
Amr b. Cemûh:
"Vallahi, sanıyorum ki, siz bana karşı Menât'a bir kötülük yaptınız?" dedi.
"Evet! Orası da öyle! Bak! İşte, o, şu kuyudadır!" dediler. [75]
Amr b. Cemûh, gidip putunu kuyunun içinde bir köpek ölüsüyle bağlanarak başaşağı atılmış bir halde görünce, uyandı!
Kavminden, Müslüman olan bazı zâtlarla konuştu.
Allah'ın rahmetiyle Müslüman olup Allah'tan gelen bilgilerle bilinçlendiği zaman, kendisini içinde bulunduğu körlük ve sapkınlıktan Peygamberimiz (a.s.)ın sayesinde kurtaran Yüce Allah'a şükretti. [76]
Kavmine de haber saldı.
Yanına geldikleri zaman, onlara:
"Siz benim bulunduğum şey üzerinde bulunur değil misiniz?" diye sordu.
"Evet! Bulunuruz! Sen bizim seyyidimiz, ulu kişimizsin!" dediler.
Amr b. Cemûh:
"Sizi şahit tutarım ki, [77] ben artık Muhammed'e indirilmiş olanlara iman etmiş bulunuyorum!" dedi ve bunu dört beyiflik bir şiirinde dile getirdi. [78]
Yüce Allah ondan razı olsun! [79]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ   İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:21 pm

İKİNCİ AKABE BEY'ATI

İkinci Akabe Buluşma ve Bey'atı

Ensardan Cabir b. Abdullah Der ki:
"Resûlullah (a.s.) hac mevsimlerinde halkın Ukâz, Mecenne ve Mina'daki konak yerlerine vanp:
'Rabbimin elçilik vazifesini yerine getirinceye kadar beni barındıracak kim var? Bana yardım ede¬cek kim var ki, kendisine Cennet verilsin?1 diye seslenirdi. [1]
Fakat, ne barındıracak, ne de yardım edecek bir kimse bulunmazdı. Yemen'den veya Mudarlardan bir kimse panayırlara gelmek için yola çıkacağı zaman, kavmi veya akrabası, [2] onun yanına varıp:
'Sakın hâ! Kureyşîlerin genci seni dininden döndürmesin!1 derlerdi.
Resûlullah (a.s.) aralarından geçerken de, onlar Resûlullah (a.s.)ı birbirlerine par¬maklarıyla işaret ederlerdi.
Nihayet, Yüce Allah bizi Yesrib (Medine)'den ona gönderdi de, biz iman ettik ve kendisini barındırdık.
Bizden biri, gidip ona iman ederdi, o da ona Kur'ân okurdu.
Evine döndüğü zaman, bütün ev halkı da, ona uyarak Müslüman olurlardı.
Ensar evlerinden, içinde Müslümanlardan bir topluluk bulunmayan ve İslâmiyeti açıklamayan bir ev kalmadı.
Sonra da, Medineli Müslümanların hepsi, biraraya gelerek konuştular, konuştuk:
'Resûlullah (a.s.)ı daha ne zamana kadar Mekke dağlarında, kovulur, korkutulur ve korkar bir halde bırakacağız?!' dedik.
Bunun üzerine, hac mevsiminde, bizden yetmiş kişi, onun yanına vardı." [3]
Yüce Allah Ensara kerem ve ihsanda, Peygamberine de yardımda bulunmayı; İslâmiyeti ve Müslümanları aziz, müşrikliği ve müşrikleri zelil kılmayı dilediği zaman, [4] nübüvvetin onüçüncü yılında, [5] hac mevsiminde, [6] Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinden üç ay veya üç aya yakın bir süre önce, Zilkade ayında, [7] Mus'ab b. Umeyr, [8] yanında kırkı Ensarın yaşlılarından ve eşrafından, otuzu da gençlerinden olarak üzere, yetmiş [9] veya yetmişten bir veya iki erkek fazla, [10] ya da yetmişüç erkek ve iki kadın Müslümanla-Medinelilerin müşrik hacıları da yanlarında bulunduğu halde- [11] beşyüz kişilik bir kafile ile Mekke'ye gelmişti. [12]

Berâ' b. Ma'rur ile Ka'b b. Malik'in Peygamberimizle Görüşmeleri

Ka'b b. Malik der ki:
"Kavmimizin müşrik olan hacılanyla birlikte, Medine'den yola çıktık. Seyyidimiz ve büyüğümüz, seferlerde yöneticimiz Berâ1 b. Ma'rur da, yanımızda idi. [13]
Zâhire'l-Beydâ'da bulunduğumuz sırada, [14] Berâ1 b. Ma'rur, bize:
'Ey şu cemaat! Ben bir görüşe varmış bulunuyorum!
Vallahi, onun üzerinde bana muvafakat eder misiniz, yoksa etmez misiniz, bilmiyorum?' dedi.
Kendisine:
'Nedir bu görüş?' diye sorduk.
'Ben şu görüşe vardım ki, şu Beyt'i (Kabe'yi) arkama almayayım! Namazı ona doğru kılayım!' dedi.
Biz de:
'Vallahi, Peygamberimiz (a.s.)dan bize erişen, ancak namazın Şam'a doğru yönelinerek kılınmasıdır. Biz ona aykırı davranmak istemeyiz' dedik.
Berâ' ise:
'Ben, muhakkak, namazımı Kabe'ye doğru kılacağım!' dedi.
Ona:
'Fakat biz böyle yapmayız!' dedik.
Namaz vakti olunca, biz namazlarımızı Şam'a doğru yönelerek kıldık.
O da, namazını Kabe'ye doğru yönelerek kıldı.
Biz onu yaptığı şeyden dolayı ayıplamakta ve kınamakta idik. O ise, bizim Kıblemize yönelmekten kaçınmakta, ancak Kabe'ye doğru namaz kılmakta idi.
Nihayet Mekke'ye geldik. Mekke'ye gelince, Berâ' b. Ma'rur, bana:
'Ey kardeşimin oğlu! Bizi Resûlullah (a.s.)a götür!
Şu yolculuğum sırasında yaptığım şeyi ona soralım:
Benim yapmış olduğum ve sizin ise muhalefet ettiğinizi gördüğüm şey hakkında, vallahi, içime şüphe düştü!' dedi.
Birlikte gittik. Resûlullah (a.s.)ı sorduk.
Kendisini bundan önce görmemiştik, tanımıyorduk. [15]
Ebtah'da, [16] Mekkelilerden bir adama rastladık. Resûlullahı ondan sorduk. Adam bize:
'Onu tanıyor musunuz?' diye sordu.
Biz:
'Hayır! Tanımıyoruz!' dedik.
Adam:
'Onun amcası Abbas b. Abdulmuttalib'i tanıyor musunuz?' diye sordu.
'Evet! Tanıyoruz!' dedik.
Çünkü, biz Abbas'ı tanıyorduk. Kendisi, tüccar olarak yanımıza gelip gitmekten geri kalmazdı.
Adam:
'Mescid-i H aram'a girin! Aradığınız o zât, şimdi orada Abbas ile birlikte oturuyor!1 dedi.
Mescid-i Haram'a girdik.
Abbas oturuyor, Resûlullah (a.s.) da onun yanında oturuyordu.
Selam verdikten sonra, biz de yanlarına oturduk.
Resûlullah (a.s.), Abbas'a:
'Ey Ebe'l-Fadl! Sen bu zâtları tanıyor musun?' diye sordu.
Abbas:
'Evet, tanıyorum: Şu, kavminin seyyidi, ulu kişisi Berâ' b. Ma'rur'dur! Şu da, Ka'b b. Malik'tir!' dedi.
Vallahi, Resûlullah (a.s.)ın:
'Şair olan mı?' dediğini, hâlâ unutmamı sırrıdır.
Abbas:
'Evet!' dedi.
Berâ' b. Ma'rur, Resûlullah (a.s.)a:
'Ey Allah'ın Peygamberi! Ben bu yolculuğa çıktım. Allah beni İslâmiyete hidayet etti.
Ben şu Beyt'i, Kabe'yi arkama almamayı uygun görüp ona doğru namaz kıldım. Arkadaşlarım ise, bu hususta bana muhalefet ettiler. Benim de bundan içime şüphe düştü.
Yâ Rasûlallan! Sen bunu nasıl görürsün? Buna ne buyurursun?' dedi.
Resûlullah (a.s.):
'Sen bir Kıble üzerinde bulunuyordun. Onda sabır ve sebat etsen olurdu1 buyurdu.
Bunun üzerine, Berâ' b. Ma'rur, Resûlullah (a.s.)ın Kıblesine döndü. Bizimle birlikte, Şam'a doğru namaz kıldı." [17]

Uveym b. Sâide, Sa'd b. Hayseme ve Arkadaşlarının Teklifleri

Ensardan Uveym b. Sâide, Sa'd b. Hayseme ve daha başkaları, [18] Mekke'ye gelince, Peygamberimiz (a.s.)ın nerede bulunduğunu sordular.
"O, şimdi, amcası Abbas'ın yanındadır!" denildi.
Peygamberimiz (a.s.)ın yanına vanp selam verdiler ve:
"Yâ Rasûlalları! Biz servet, silah ve hayvan bakımından çok hazırlıklıyız.
Senin üzerinde söz birliği yapılmış bulunmaktadır.
Bizim yanımızda sana yardım var!
Senin için canları verme var!
Kendilerimizi nelerden korur ve savunursak, seni de onlardan koruma ve savunma var!
Seninle ne zaman buluşalım?" dediler.
Hz. Abbas:
"Sizinle hacca gelen kavminizden, görüşünüze ve kararınıza muhalefet edecek olanlar varsa, hacılar dağılıp gidinceye kadar, onlardan kendilerinizi ve işinizi gizli tutunuz!" dedi. [19]
Peygamberimiz (a.s.), onlarla [20] Mina'da. [21] Teşrik günlerinin ortasında. [22] Akabe'nin dibinde [23] buluşmaya söz verdi.
Uyuyanı uyandırmamalarını, bulunmayanı beklememelerini de, kendilerine emretti. [24]

Buluşma Yerinde Gizlice Toplanış

Ka'b b. Malik der ki:
"...Sonra, hacca çıktık.
Resûlullah (a.s.)la, Teşrik günlerinin ortasında, Akabe'de buluşmak üzere vaadleştik.
Hac ibadetini yerine getirip boşaldığımız ve Resûlullah (a.s.)la buluşmayı vaadleştiğimiz gece, seyyidlerimizden bir seyyid, şeriflerimizden bir şerif olan Ebu Cabir Abdullah b. Amr b. Haram yanımızda idi.
Kendisini yanımızda tutup, bırakmadık.
Halbuki, kavmimizin, yanımızda bulunan ve müşrik olan kimselerinden, işimizi gizli tutuyorduk.
Fakat, Abdullah b. Amr b. Haram'la konuştuk. Ona:
'Yâ Ebâ Câbir! Sen bizim seyyidlerimizden bir seyyid, şeriflerimizden bir şerifsin!
Biz seni içinde bulunduğun şirk yüzünden Cehennemin odunu olmandan uzaklaştırmak istiyoruz!' dedik ve kendisini İslâmiyete davet ettik.
Resûlullah (a.s.)ın Akabe'de bizimle buluşmak üzere vaadleştiğini de haber verdik.
Abdullah b. Amr b. Haram hemen Müslüman oldu ve Akabe'de kabilesinin temsilcisi olarak bizimle birlikte bulundu.
O gece, ağırlıklarımızın yanında, kavmimizle birlikte uyuduk.
Gecenin üçte biri geçince; Resûlullah (a.s.)la buluşmaya vaadleşilen yerde bulunmak üzere, bağırtlak kuşunun ayrılışı gibi, ağırlıklarımızın yanından gizlice sıyrılıp, Akabe yanındaki Şı'b'da toplandık.
Biz yetmişüç erkek idik.
Yanımızda, kadınlarımızdan iki kadın da bulunuyordu ki, birisi Mazin b. Neccar oğulları kadınların-dan Ümmü Umâre Nesîbe binti Ka'b, öbürü de Selime oğulları kadınlarından Ümmü Meni' Esma binti Amr idi.
Şı'b'da toplanıp, Resûlullah (a.s.)ı beklemeye başladık.
Nihayet, Resûlullah (a.s.) geldi.
Kendisinin yanında da, amcası Abbas b. Abdulmuttalib bulunuyordu.
Kendisi, o zaman, kavminin dininde idi*
Ancak, yeğeninin işinde hazır bulunmayı ve onun işini sağlama bağlamayı arzu ediyordu.
Oturulunca, ilk konuşan da, Abbas b. Abdulmuttalib oldu ve:
'Ey Hazrec cemaatı!**
Siz de bilirsiniz ki; Muhammed bizdendir. [25]
Bu, benim kardeşimin oğludur ve bana insanların en sevgilisidir!
Eğer siz onu tasdik ve kendisinin Allah'tan getirdiklerine iman ediyor, onu alıp yanınıza götürmek istiyorsanız; yardımsız bırakmayacağınıza, aldatmayacağınıza dair, sizden kesin bir söz almak istiyo¬rum!
Çünkü, sizin komşularınız Yahudilerdir. Yahudiler ise buna düşmandırlar.
Onların tuzak kurmayacaklarından emin değilim. [26]
Eğer siz; sizi tek yaydan ok yağmuruna tutacak olan Arap kabilelerinin de düşmanlıklarına göğüs gerebilecek kadar savaş gücüne malikseniz, aranızda iyice görüşüp konuşarak kararlaştırınız da, son¬radan tefrikaya düşmeyiniz! [27]
Biz onu kavmimizden koruya gelmişizdir.
O kendi kavminin içinde bulunmakta ve korunmaktadır.
Fakat, buradan ayrılmak, ancak size katılmak arzusundadır.
Eğer siz kendisine vaadle davette bulunduğunuz yardım, barındırma ve muhaliflerinden koruma gibi şeyleri yerine getireceğinize kani iseniz, ne âlâ!
Şayet, yanınıza vardıktan sonra, korkup yardım edemeyecek, kendisini muhaliflerinin eline bıraka¬cak iseniz, şimdiden bırakınız!
O, kendi kavminin içinde ve beldesinde şerefiyle bulunmakta ve korunmakta devam etsin! [28] Sizin konuşma yapacak olanınız konuşsun!
Fakat, konuşmasını uzatmasın! [29]
Çünkü, üzerimizde, müşriklerden gözcüler, casuslar vardır! [30]
Buradan konak yerlerinize dağıldığınız zaman da, [31] işinizi gizli tutunuz!' dedi." [32]

Es'ad b. Zürâre'nin Konuşması

Hz. Abbas'ın, konuşmasında Es'aci b. Zürâre'ye ve arkadaşlarına söz dokundurması, Es'ad b. Zürâre'nin ağırına gitti. Peygamberimiz (a.s.)a:
"Yâ Rasûlallah! Bize izin ver de, canını sıkmaksızın ve senin hoşlanmayacağın birşeyle itiraz etmiş olmaksızın, sadece sana icabetimizi ve imanımızı doğrulamak üzere, ona cevap verelim?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Suçlayıcı olmaksızın, ona cevap veriniz!" buyurdu.
Bunun üzerine, Es'ad b. Zürâre, Peygamberimiz (a.s.)a dönerek:
"Yâ Rasûlallah! Her davetin, yumuşak veya sert, bir yolu ve usûlü vardır.
Bugün senin yaptığın davet, insanların yüzünü ekşitecek, kendilerine ağır gelecek bir davettir:
Sen bizi öteden beri üzerinde bulunduğumuz dinimizi bırakmaya ve kendi dinine tâbi olmaya davet ettin ki, bu çok zor ve ağır birşey olduğu halde, biz senin bu teklifini kabul ettik!
Sen bizi insanlarla aramızdaki yakın, uzak bütün akrabalık ve komşuluk ilişkilerini kesmeye davet ettin! Bu da çok zor ve ağır birşey olduğu halde, biz senin bu teklifini de kabul ettik!
Bizler, yurdumuzda, izzetli ve her tecavüzden masun; değil kendisini kavminin yalnız bırakmış olduğu, hatta amcalarının bile öldürülmek üzere düşmanlarına teslim etmek istedikleri bir zâtın, hatta kendimizden başka hiç kimsenin başımıza geçmeye göz dikemeyeceği bir topluluk olmamıza ve bunun bizim için kabulü çok zor bulunmasına rağmen, biz senin bu husustaki teklifini de kabul ettik-ki, bütün bunlar, Allah'ın doğru yolu bulma azmini ve hayırlı sonuçlara ulaşma umudunu ihsan ettiği kimseler hariç, insanlar nazarında hiç de hoşa gidecek şeyler olmadığı halde, biz senin bu husustaki teklifini de dillerimizle ikrar, kalblerimizle tasdik etmek suretiyle kabul ettik!
Biz, senin Allah'tan getirdiklerine inanarak ve kalblerimize yerleşen bir marifetle tasdikte bulunarak, sana bey'at edeceğiz!
Biz, Rabbimize, senin Rabbine bey'at edeceğiz!
Allah'ın Kudret Eli, ellerimizin üzerindedir!
Bizim kanlarımız senin kanınla, ellerimiz senin elinledir!
Biz, kendilerimizi, oğullarımızı ve kadınlarımızı savunduğumuz ve koruduğumuz şeylerden, seni de savunacak ve koruyacağız!
Eğer biz bu ahdimizi bozarsak, Allah'ın ahdini bozmuş bedbaht, yaramaz kimseler olmuş olalım!
Yâ Rasûlallah! Bu, sana karşı, bizim sadâkatyeminimizdir!
Yardımına sığınılacak, ancak Allah'tır!" dedi.
Sonra da, Hz. Abbas'a dönerek:
"Ey konuşurken Peygamber (a.s.)ın önünde bize söz dokunduran zât! Kardeşinin oğlunun sana insanların en sevgilisi olduğu sözünle neyi anlatmak istediğini Allah bilir.
Biz, yakın uzak bütün akrabalarımızla ilişkilerimizi keserek şehadet etmiş bulunuyoruz ki, bu zât Allah'ın Resûlüdür!
Allah, onu yanındaki (Kur'ân) ile göndermiştir.
Kendisi asla yalancı değildir!
Getirdiği Kur'ân da, insan sözüne benzemez.
Resûlullah (a.s.) hakkında seni tatmin edecek sözü bizden alma isteğine gelince:
Resûlullah (a.s.) için istediğin sözü al!" dedi.
Sonra da, Peygamberimiz (a.s.)a dönerek:
"Yâ Rasûlallah! Bizden, kendin için, dilediğin sözü al!
Rabbin için de, istediğin şartı koş!" dedi. [33]
Abdullah b. Revâha da:
"Kendin ve Rabbin için, ne dilersen onu şart kıl!" dedi. [34]

Berâ' b. Ma'rur'un Konuşması

Berâ' b. Ma'rur, Hz. Abbas'a:
"Söylediklerini dinledik!
Vallahi, kalblerimizde senin söylediğinden başkası olsaydı, muhakkak ki, biz onu söylerdik!
Fakat, biz ahde vefa ve sadâkat göstermek, Resûlullah (a.s.)ın önünde canlarımızı feda etmek arzusundayız! [35]
Bizler bol silahlara, savunma ve koruma gücüne sahip kimseleriz!
Taşlara taptığımız sıralarda da böyle idik!
Bugün; Allah, bizden başkalarının göremediği şeyleri bize gördürmüş ve Muhammed (a.s.) bizi daha da güçlendirmiştir!" dedi. [36]

Peygamberimiz (a.s.)ın Konuşması

Ensardan bazıları da, Hz. Abbas'a:
"Senin söylediklerini dinledik!" dedikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Yâ Rasûlallan! Sen de konuş!
Bizden, kendin için, Rabbin için, istediğin sözü al!" dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) konuştu ve Kur'ân-ı Kerîm okudu.
Onları Allah'a davet ve İslâmiyete teşvik etti. [37]
"Yüce Rabbim için şartım; [38] sizden istediğim, [39] O'na hiçbir şeyi eş ortak koşmaksızın ibadet etm¬eniz dir. [40]
Kendim için şartıma, [41] isteğime gelince:
Kendimi ve ashabımı barındırmanız,
Bana ve ashabıma yardımcı olmanız,
Kendilerinizi savunduğunuz, koruduğunuz şeylerden bizleri de savunup korumanızdır. [42]
Kadınlarınızı ve çocuklarınızı savunup koruduğunuz şeylerden beni de savunup koruyacağınız hakkında, sizinle bey'atyapayım!" buyurdu. [43]
Berâ1 b. Ma'rur, hemen, Peygamberimiz (a.s.)ın elini tutup:
"Olur! Seni hak din ve kitabla peygamber gönderen Allah'a andolsun ki; çoluk çocuklarımızı savunup koruduğumuz şeylerden seni de koruyacağız!
Bizimle bey'atlaş yâ Rasûlallah!
Biz, vallahi, savaş erleri ve silah erleriyiz!
Bu, bize ecdadımızdan miras kalmıştır!" diyerek konuşurken, Ebu'l-Heysem Malik b. Teyyihan sözün arasına girdi ve:
"Yâ Rasûlallah! Bizlerle o adamlar (Yahudiler) arasında antlaşmalar, sözleşmeler var!
Biz, onları, seninle yapacağımız bu bey'atımızla kesip atmış oluyoruz!
Allah seni muzaffer kıldıktan sonra, bizi bırakıp kavminin yanına dönmeyi arzu eder misin?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) gülümsedi. Sonra da:
"Hayır! Benim kanım, sizin kanınızdır!
Benim zimmetim, sizin zimmetinizdir!
Ben sizdenim! Siz de bendensiniz!
Ben, sizin savaştığınız kimselerle savaşırım!
Ben, sizin barıştığınız kimselerle barışırım! [44]
Sizlerden bana oniki nakîb çıkarınız ki, onlar kavimlerinin vekili, temsilcisi olsunlar!" buyurdu.
Bunun üzerine, Medineli Müslümanlar, dokuzu Hazrec'den, üçü de Evs'ten olmak üzere, oniki nakîb (temsilci) çıkardılar. [45]

Çıkarılan Nakîbler (Temsilciler)

Medinenlerin çıkardığı nakîbler, Ensardan şu kişilerdi:
1. Es'ad b. Zürâre,
2. Sa'd b. Rebia,
3. Abdullah b. Revana,
4. Râfi1 b. Malik,
5. Bera1 b. Ma'rur,
6. Abdullah b. Amrb. Haram,
7. Ubâde b. Sâmit,
8. Sa'd b. Ubâde,
9. Münzir b. Amr,
10. Useyd b. Hudayr,
11. Sa'd b. Hayseme,
12. Rifâa b. Abdulmünzir.
Ka'b b. Malik, bu husustaki şiirinde, Rifâa b. Abdulumünzirln yerine, Ebu'l-Heysem Malik b. Teyyi h an' ı g ö sterm i şti r. [46]
Peygamberimiz (a.s.), temsilcilere:
"Havarilerin İsa b. Meryem için kefillikleri gibi, sizler de kavminizin kefillerisiniz. Ben de, Müslüman olan kavmimin kefiliyim!" buyurdu. "Evet!" dediler. [47]
Es'ad b. Zürâre:
"Evet yâ Rasulallah!" deyince, Peygamberimiz (a.s.):
"Sen de, kavminin temsilcisisin!" buyurdu. [48] Ve onu, oniki temsilcinin de temsilcisi yaptı . [49]

Abbas b. Ubâde'nin Bey'at Hakkındaki Açıklaması

Medineli Müslümanlar Akabe'de geceleyin ağaç altında [50] Peygamberimiz (a.s.)la bey'at-laşmak üzere toplandıkları zaman, Salim b. Avf oğullarının kardeşi Abbas b. Ubâde:
"Ey Hazrec cemaatı! Siz bu zât ile ne için bey'atlaşacağınızı biliyor musunuz?" diye sordu.
"Evet! Biliyoruz!" dediler.
Abbas b. Ubâde:
"Sizler; insanların kızıl ve kara derilileriyle savaşmak üzere kendisi ile bey'atlaşacaksınız!
Eğer sizler karşılaşacağınız musibetle mallarınız azaldığı, eşrafınız öldürüldüğü zaman ona yardım etmeyecek, kendisini muhaliflerinin eline bırakacaksanız, vallahi, bu, dünyada da, âhirette de yüzkarasıdır! Şimdiden bundan vazgeçin!
Eğer sizler kendisine vaadde bulunduğunuz yardım, barındırma, muhaliflerinden koruma gibi şey¬leri yerine getireceğinize kani iseniz, mallarınızın azalması ve eşrafınızın öldürülmeleri pahasına da olsa, onu tutunuz ki, vallahi, bu, dünyada da, âhirette de hayırlıdır!" dedi. [51]
Medineli Müslümanlar:
"Mallarımızın yok olma tehlikesine uğraması ve eşrafımızın öldürülmeleri pahasına da olsa, bizler, vereceğimiz sözü yerine getireceğiz!" dediler ve Peygamberimiz (a.s.)a:
"Yâ Rasûlallah! Biz bu husustaki taahhüdümüzü yerine getirirsek, bizim için ne var?" diye sordular.
Peygamberimiz (a.s.):
"Cennet var!" buyurdu. [52]
Medineli Müslümanlardan Enes b. Sabit:
"Yâ Rasûlallah! Biz, kendilerimizi ve çocuklarımızı savunup koruduğumuz şeylerden seni de savu¬nacak ve koruyacağız!
Bize ne var?" dedi. [53]
Diğerleri de:
"Biz bu vazifemizi yerine getirirsek, bizim için ne var?" diye sordular.
Peygamberimiz (a.s.):
"Cennet var!" buyurunca, Medineli Müslümanlar
"Kazançlı bir alışveriş bu! Biz bundan ne cayarız, ne de caymak isteriz!" dediler. [54]

Bey'atın Nasıl Yapılacağının Açıklanışı

Medineli Müslümanlar:
"Yâ Rasûlallan! Sana ne üzerine ve nasıl bey'at yapalım?" diye sordular. [55] Peygamberimiz (a.s.): "Sizler;
Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Benim Resûlullah olduğuma şehadette bulunmak, Namaz kılmak, Zekat vermek,
Emirlik işinde, ehil olanla çekişmemek, [56] İsteklilikte isteksizlikte dinlemek ve boyun eğmek, Darlıkta ve varlıkta geçimlik sağlamak üzere, İyiliği buyurmak, kötülükten sakındırmak üzere,
Allah hakkında hiçbir kınayıcının kınamasından çekinmeksizin konuşmak üzere, Bana yardım etmek,
Yanınıza geldiğim zaman, kendilerinizi, kadınlarınızı ve çocuklarınızı savunup koruduğunuz şeyler¬den beni de savunup korumak üzere, bana bey'at ediniz! Sizin için Cennet var!" buyurdu. [57]

Es'ad b. Zürâre'nin Bey'at Hakkındaki Son Uyarısı

Es'ad b. Zürâre:
"Biraz müsaade ediniz ey Yesribliler!
Bizler, ancak bu zâtın Resûlullah olduğunu bilerek, develerimizin böğürlerini tepe tepe buraya gelmiş bulunuyoruz.
Bugün kendisini alıp Medine'ye götürmek, bütün Araplardan ayrılmak, ayrı baş çekmek ve neticede en hayırlılarınızın öldürülmesi ve sizlerin de kılıç darbeleriyle kesilip biçilmeniz demektir!
Sizler bu husustaki taahhüdünüzde sebat edebilecek bir kavimseniz, ecriniz Allah'a aittir.
Eğer sizler canlarınızdan korkar ve korkak bir kavimseniz, bunu açıkça bildiriniz ki, böyle yapmanız Allah katında sizin için bir mazeret sayılabilir. [58]
Ey insanlar! Muhammed ((a.s.))'e ne üzerine bey'at edeceğinizi biliyor musunuz?
Siz, ona; Arap ve Arap olmayanlarla, bütün cin ve insani ar topluluğu ile savaşmak üzere bey'at ede¬ceğinizin farkında mısınız?" diye sordu.
Medineli Müslümanlar:
"Biz, savaşanlarla savaşırız, barışanlarla barışırız!" dediler.
Bunun üzerine, Es'ad b. Zürâre:
"Yâ Rasûlallah! Koş artık şartını!" dedi. [59]
Medineli Müslümanlar:
"Ey Es'ad! Sen çekil artık aradan!
Vallahi, biz, bu bey'atı hiçbir zaman terk ve iptal etmeyeceğiz!" dediler. [60]

Hz. Abbas'ın Konuşması

Peygamberimiz (a.s.)ın amcası Hz. Abbas, Medineli Müslümanlara:
"Sizler, şu Haram olan ayda ve Haram olan şehirdeki taahhüd ve zimmetinizle, Allah'a karşı taah-hüd ve zimmette bulunmuş oluyorsunuz.
Resûlullaha yapacağınız bey'afla, Allah'a bey'at etmiş olacaksınız!
Allah, sizin Rabbinizdir.
Allah'ın Eli, sizin elinizin üzerindedir.
Allah, bu bey'aûnızla, sizin üzerinize murâkıb ve vekildir" dedi.
Medineli Müslümanlar:
"Evet!" dediler.
Hz. Abbas:
"Allah'ım! Sen, onların, şu kardeşimin oğlu hakkındaki taahhüdlerini yerine getirecekleri, kendisini koruyacakları hususundaki sözlerini işiten ve görensin!
Ey Allah'ım! Kardeşimin oğlu hakkında, onlar üzerinde şahit ol!" dedi.
Medineli Müslümanlar:
"Yâ Rasûlalları! Sana bu istediğini verdiğimiz zaman bize ne var?" diye, tekrar sordular.
Peygamberimiz (a.s.):
"Allah'ın hoşnutluğu ve Cennet var!" buyurdu.
Medineli Müslümanlar:
"Razı olduk ve kabul ettik!" dediler. [61]

Ebu'l-Heysem Malik b. Teyyihan'ın Son Konuşması

Ebu'l-Heysem Malik b. Teyyihan, arkadaşlarına:
"Sizler bu zâtın Allah tarafından size peygamber gönderildiğine iman ve tasdikte bulunduğunuzu biliyorsunuz, değil mi?" diye sordu.
Medineli Müslümanlar:
"Evet! Biliyoruz!" dediler.
Ebu'l-Heysem:
Kendisinin Belde-i Haram'da oturduğunu, doğum yerinin de orası olduğunu, ailesinin de Belde-i Haram'da bulunduğunu biliyorsunuz, değil mi?" diye sordu.
"Evet! Biliyoruz!" dediler. [62]
Ebu'l-Heysem:
"Ey kavmim! Bu, Allah'ın Resûlüdür! Ben onun doğruluğuna şehadet ediyorum!
Kendisi, bu gün, Allah'ın Harem'inde, kavim ve kabilesinin himayesi altında emniyet içinde bulun¬maktadır.
İyi biliniz ki; Onu alıp yanınıza götürdüğünüz zaman, [63] bütün Araplar, sizi ondan dolayı tekyaydan oka tutacaklardır!
Allah yolunda savaşmak, mallarımızı, çoluk ve çocuklarımızı kaybetmek gönlünüzden kopuyor, hoşunuza gidiyorsa [64]-ki, Allah katındaki sevab, canlarınızdan, mallarınızdan, çoluk ve çocuklarınızdan daha hayırlı di r!- [65] kendisini yurdunuza davet ediniz!
Çünkü, o, Allah'ın gerçek resûlüdür!
Eğer ileride ona yardım edememekten korkuyorsanız, şimdiden, bundan geri durunuz! [66]
Eğer siz, onu alıp götürdükten sonra, zaman içinde bir gün yardımsız veya muhaliflerinin ellerine bırakacak olursanız, muhakkak, üzerinize belâ çöker!" dedi.
Medineli Müslümanların hepsi:
"Hayır! Biz onu asla yardımsız ve yalnız bırakmayacağız!
Her zaman vefa ve sadâkatla kendisinin yanında bulunacağız! [67]
Ey Ebu'l-Heysem! Bizim aramızla Resûlullah (a.s.)ın arasından çekil de, ona bey'at yapalım!" dediler.
Ebu'l-Heysem:
"Bu hususta ona ilk bey'at yapacak kişi benim!" dedi. [68]

Bey'atın Yapılışı

Hz. Abbas, Akabe'de geceleyin bir ağacın altında, [69] Peygamberimiz (a.s.)ın elinden tutup, Medineli Müslümanları Peygamberimiz (a.s.)a birer birer bey'at ettirdi. [70]
Peygamberimiz (a.s.)ın bey'atta şöyle buyurduğu da rivayet edilir:
"Allah'a hiçbir şeyi şerik koşmayasınız!
Hırsızlık etmeyesiniz!
Çocuklarınızı öldürmeyesiniz!
Uyduracağınız bir yalanla kimseye iftirada bulunmayasınız!
Mâruf olan hiçbir işte bana karşı gelmeyesiniz!... diye sizden bey'at alıyorum.
İçinizden kim ahdine vefa gösterir, sözünde durursa, onun ecir ve mükâfatı Allah'a aittir.
Kim sözünü bozarak bunlardan birisini işlerde, bu yüzden dünyada azaba uğrarsa, bu azab, onun için bir keffâret ve temizlik olur.
İşlemiş olduğu suçu Allah'ın örttüğü kimsenin işi ise, Allah'a kalır. Allah dilerse ona azab eder, dil¬erse onu affeder." [71]

Ebu’l-Heysem'in Bey'atı:

Ebu'l-Heysem Malik b. Teyyihan:
"Yâ Rasulallah! İsrail oğullarından oniki nakîb (temsilci) Musa b. İmran'a ne üzerine bey'at etti ise, ben de sana onun üzerine bey'at ediyorum" dedi. [72]

Abdullah b. Revâha'nm Bey'atı:

Abdullah b. Revâha:
"Yâ Rasulallah! Oniki havari İsa b. Meryem'e ne üzerine bey'at etti ise, ben de sana onun üzerine bey'at ediyorum!" dedi. [73]

Es'ad b. Zürâre'nin Bey'atı:

Es'ad b. Zürâre:
"Ben Allah'a bey'at ediyorum! Resûlullah (a.s.)a bey'at ediyorum! Ahdimi yerine getirerek tamamlamak, sana yardım hususundaki sözümü işimle gerçekleştirmek üzere!" dedi. [74]

Numan b. Harise'nin Bey'atı:

Numan b. Harise:
"Ben Allah'a bey'at ediyorum!
Yâ Rasulallah! Sana da bey'at ediyorum.
Allah yolunda azimli, sebatlı ve devamlı olmak, bu yolda yakın uzak gözetmemek üzere! [75]
İstersen, vallahi, yâ Rasulallah! Şu Mina halkını da kılıçtan geçiririz!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ben daha bununla emrolunmadım!" buyurdu. [76]

Ubâde b. Samit’in Bey'atı:

Ubâde b. Sâmit:
"Yâ Rasulallah! Allah yolunda hiçbir kmayıcınm kınaması beni tutmamak, alıkoymamak üzere, sana bey'at ediyorum!" dedi. [77]

Sa'd b. Rebia'nm Bey'atı:

Sa'd b. Rebia:
"Ben Allah'a bey'at ediyorum!
Yâ Rasulallah! Sana da bey'at ediyorum. Sana ve Allah'a hiçbir isyanda ve hiçbir yalanlamada bulunmamak üzere!" dedi. [78]

Peygamberimiz Afeyhisselamm İki K adınla Bey'atı:

Peygamberimiz (a.s.) Akabe Bey'atında yalnız iki kadına elini vermeyip; [79] "Gidiniz! Siz bey'at etmiş oldunuz!" buyurdu. [80]

Berâ' b. Ma'rur'un Bey'at Kapanış Konuşması

Berâ' b. Ma'rur, Allah'a hamd ü senâda bulunduktan sonra:
"Hamdolsun Allah'a ki, Muhammed (a.s.) ile ve onun Allah'tan getirdikleriyle bize ikramda bulundu.
Bizler, İslâmiyete davet olunanların sonuncusu ve bu daveti kabullenenlerin ilki olup, Yüce Allah'ın davetine icabet ettik, dinledik ve itaat ettik.
Ey Evs ve Hazrec cemaatı! Allah, sizleri dini ile şereflendirdi.
Bunun şükrânesi olarak, dinlemek, boyun eğmek ve yardımlaşmak yolunu tutunuz! Allah'a ve Resûlüne boyun eğiniz!" dedi ve oturdu. [81]
Hz. Abbas; Ensarın Peygamberimiz (a.s.)a gösterdikleri bu derin sevgi, saygı, bağlılık ve fedakârlık karşısında çok duygulandı ve babası Abdulmuttalib'in annesi Selmâ Hatunun, Amr b. Zeyd b. Adiyy b. Neccar'ın kızı olduğunu andı. [82]

Akabe Bey'atı Üzerine Koparılan Çığlık

İkinci Akabe Bey'atının yapılıp tatmamlandığı sırada idi ki, [83] Akabe'nin üzerinden, şeytan:
"Ey konak yerlerinde konaklayan halk! [84] Ey Ehâşib (Cebacib=Mina) halkı! [85] Ey Kureyş cemaatı! [86] Müzemmem (yerilmiş) olan ile yanında bulunan ve dinlerini değiştirmiş olanların sizinle savaşmak üzere toplanıp sözleşmiş olduklarından haberiniz yok mudur?!" diyerek, keskin ve uzun bir çığlık kopardı. [87]
İşitilen sesin, Kureyş müşriklerinden Münebbih b. Haccac'ın sesine benzediği rivayet edilir. [88]
Peygamberimiz (a.s.):
"Bu ses sizi korkutmasın! Bu ses, ancak Allah düşmanı İblis'in, şeytanın sesidir! [89] Bu, İbn Uzeyb'dir! Dinle ey Allah düşmanı! Senin de hakkından geleceğim!" buyurduktan sonra, Medineli Müslümanlara, "Hemen konak yerlerinize dağılınız!" buyurdu. [90]
Abbas b. Ubâde:
"Seni hak din ve kitabla peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; dilersen, Mina halkını da kılıçtan geçiririz!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.), "Biz henüz bununla emrolunmadık! Sizler şimdi ağırlıklarınızın yanı¬na dönünüz!" buyurdu.
Medineli Müslümanlar konak yerlerine, ağırlıklarının yanına dönüp, sabaha kadar uyudular. [91]

Kureyş Müşriklerinin Bey'at İşini Soruşturmaları

Sabahleyin, Kureyş müşriklerinin ulularından bazıları, Medineli Müslümanların konak yerlerine gel¬erek:
"Ey Hazrec cemaat! Bize erişen habere göre, siz bizim sahibimizle konuşmuşsunuz. Kendisini aramızdan çıkarıp yanınıza götürmek istiyormuşsunuz!
Vallahi, Arap kabilelerinden, aramızda savaşacağımız ve size olduğu kadar kin bağlayacağımız hiçbir kabile yoktur!" dediler.
Puta tapan ve olan bitenlerden haberleri olmayan Medinelilerden bazıları, Allah'a yemin ederek:
"Böyle birşey olmadı ! [92] Biz böyle birşey yapmadık! [93] Biz böyle birşey bilmiyoruz!" dediler, doğru söylediler.
Çünkü, onların olan bitenlerden haberleri yoktu. [94]
Medineli Müslümanlar ise, birbirlerine bakıştılar.
Kureyş müşrikleri, kalkıp Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün yanına vardılar. Ona da aynı sözü söyledil¬er.
Abdullah b. Übeyy:
"Vallahi, bu çok büyük bir iştir! [95] Her halde, bu, boş birşey olsa gerek! Böyle birşey olmamıştır! [96]
Benim kavmim, bunun gibi birşeyi bana danışmadan yapmazlar. Ben böyle birşeyin olduğunu bilmiyorum. [97]
Ben Yesrib'de bile bulunsaydım, kavmim bunu bana danışmadıkça yapmazlar!" dedi. [98]
Medineli Müslümanlar, sevinçli ve hoşnut olarak yurtlarına dönmek üzere, Akabe'den ayrıldılar. [99]
Arap hacıları da, Mina'dan yurtlarına dağılmaya başladılar.
Kureyş müşrikleri ise, Mekke'de, Akabe Bey'atı işini soruşturmaktan, araştırmaktan geri dur-madılar. [100]
Bey'at işinin doğru olduğunu anlayınca. [101] Medine yollarından, kesmedik yol bırakmadılar.
Medineli Müslümanları arayıp bulmak için, her tarafa birlikler saldılar. [102]
Berâ' b. Ma'rur, Kureyş soruşturucuları yanlarından ayrılır ayrılmaz yola çıkmış, Batn-ı Ye'cec'de Müslüman arkadaşlarına kavuşmuştu. [103]

Müşriklerin Sa'd b. Ubâde'yi Yakalamaları

Müşriklerin takipçileri Sa'd b. Ubâde'ye [104] ve Münzir b. Amr'a Ezâhir mevkiinde yetiştiler.
Münzir b. Amfi yaka layam adıl ar, kaçırdılar. [105]
Sa'd b. Ubâde'ye:
"Sen Muhammed'in dininde misin?" diye sordular.
"Evet!" deyince, [106] onun iki elini boynuna sımsıkı bağladılar.
Döve döve ve uzun saçının perçeminden çeke çeke, Mekke'ye getirip soktular. [107]
Kureyş müşriklerinden Ebu'l-Bahterî, onu görünce:
"Yazık sana! Seninle Kureyş'ten herhangi birisi arasında bir himaye veya sözleşme yok mu?" diye sordu.
Sa'db.Ubâde:
"Evet, var! Vallahi, ben Cübeyr b. Mut'im'i de, Haris b. Harb'i de, memleketimizde ticaret yaparken, haksızlık etmek isteyenlere karşı korumuştum" deyince, Ebu'l-Bahterî:
"Yazık sana! Sen bu iki adamın ismini söyleve aranızda olanı anlat!" dedikten sonra, acele gidip, onları Kabe'nin yanında, Mescid'de buldu ve:
"Hazrec'den bir adam Ebtah'da dövülüyor, o da, aranızdaki himayeden bahsediyor!" dedi.
"Kimmiş o?" diye sordular.
Ebu'l-Bahterî:
"Sa'd b. Ubâde'dir!" deyince, onlar
"Vallahi doğrudur! Biz tüccar iken, onun memleketinde bize haksızlık etmek isteyenlere karşı o bizi korumuştu" dediler. [108]
Cübeyr b. Mut'im ile Haris b. Harb, hemen gidip, Sa'd b. Ubâde'yi hemşehrilerinin ellerinden kur-tardılar. [109]
Ensarın Sa'd b. Ubâde'nin işini konuşmak için toplandığı sırada, Sa'd b. Ubâde yanlarına çıkageldi. [110]

İkinci Akabe Bey'atında Bulunan Medineli Müslümanların İsimleri

Medineli Evs ve Hazreclerden olup, Akabe'de Peygamberimiz (a.s.)a bey'at eden yetmişüç erkek ile iki kadının isimleri ve kabileleri:
Evs b. Harise, b. Salebe, b. Amr, b. Âmirlerin Abduleşhel oğullarından:
1. Useyd b. Hudayr,
2. Ebu'l-Heysem Malik b. Teyyihan,
3. Seleme b. Selâme.
Harise b. Haris, b. Hazrec, b. Amr, b. Malik, b. Evs oğullarından:
4. Zuheyr b. Râfi'
5. Ebu Bürde b. Niyar,
6. Nüheyr b. Heysem.
Amr b. Avf, b. Malik, b. Evs oğullarından:
7. Sa'd b. Hayseme,
8. Rifâa b. Abdulmünzir,
9. Abdullah b. Cübeyr,
10. Ma'n b. Adiyy,
11. Uveym b. Sâide,
Hazrec b. Harise, b. Salebe, b. Amr, b. Âmir, b. Neccar oğullarından:
12. Ebu Eyyub Halid b. Zeyd,
13. Muaz b. Haris,
14. Avf b. Haris,
15. Muavviz b. Haris,
16. Umâre b. Hazm,
17. Es'ad b. Zürâre.
Amr b. Mebzul, b. Âmir, b. Malik, b. Neccar oğullarından:
18. Sehlb.Atik.
Amr b. Malik, b. Neccar oğullarından:
19. Evs b. Sabit,
20. Ebu Talha.
Mazin b. Neccar oğullarından:
21. Kays b. Ebi Sa'saa,
22. Amr b. Gâziyye.
Belharis b. Hazrec oğullarından:
23. Sa'd b. Rebia
24. Hârice b. Zeyd,
25. Abdullah b. Revâha,
26. Beşir b. Sa'd,
27. Abdullah b. Zeyd,
28. Hallâd b. Süveyd,
29. Ukbe b.Âmir.
Beyaza b. Âmir, b. Zurayk, b. Abdi Harise oğullarından:
30. Ziyad b. Lebid,
31. Ferve b. Amr,
32. Halid b. Kays.
Zurayk b. Âmir, b. Zurayk, b. Abdi Harise, b. Malik, b. Gadb, b. Cüşem, b. Hazrec oğullarından:
33. Râfi'b. Malik,
34. Zekvan b. Abdi Kays,
35. Abbâd b. Kays,
36. Haris b. Kays.
Selime b. Sa'd, b. Ali, b. Esed, b. Sâride, b. Tezid, b. Cüşem, b. Hazrec oğullarından:
37. Berâ' b. Ma'rur,
38. Bişr b. Berâ1 b. Ma'rur,
39. Sinan b. Sayff,
40. Tufeyl b. Numan,
41. Ma'kıl b. Münzir,
42. Yezid b. Münzir,
43. Mes'ud b. Yezid,
44. Dahhâk b. Harise,
45. Yezid b. Haram,
46. Cebbar b. Sahr,
47. Tufeyl b. Malik.
Sevad b. Ganm, b. Ka'b, b. Selime oğullarından:
48. Ka'b b. Malik.
Ganm b. Sevad, b. Ka'b, b. Selime oğullarından:
49. Süleym b. Amr,
50. Kutbe b.Âmir,
51. Yezid b.Âmir,
52. Ebu'l-YeserKa'b,
53. Sayfî b. Sevad (Esved).
Nâbi b. Amr, b. Sevad, b. Ganm, b. Ka'b, b. Selime oğullarından:
54. Salebe b. Ganeme,
55. Amr b. Ganeme,
56. Abs b.Âmir,
57. Abdullah b. Üneys,
58. Halid b. Amr,
59. Haram b. Ka'b, b. Ganm, b. Ka'b, b. Selime oğullarından:
60. Abdullah b. Amr b. Haram,
61. Cabir b. Abdullah, b. Amr, b. Haram,
62. Muaz b. Amr, b. Cemûh,
63. Sabit b. Ciz',
64. Umeyr b. Haris,
65. Hadîc b. Selime,
66. Muaz b. Cebel.
Avf b. Hazrec oğullarından:
67. Ubâde b. Sâmit,
68. Abbas b. Ubâde,
Ebu Abdurrahman Yezid b. Salebe,
69. Amr b. Haris,
Salim b. Ganm, b. Avf, b. Hazrec oğullarından:
70. Rifâa b. Amr,
71. Ukbe b. Vehb.
72. Sâide b. Ka'b, b. Hazrec oğullarından:
Sa'd b. Ubâde,
73. Münzir b. Amr.
Mazin b. Neccar oğulları kadınlarından:
74. Ümmü Umâre Nesîbe binti Ka'b,
Selime oğulları kadınlarından:
75. Ümmü Meni1 Esma binti Amr. [111]

Akabe Bey'atında Bulunan Ensarın Muhacir Sayılışı

İbn Abbas'a göre; Resûlullah (a.s.)la Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer nasıl Mekkeli müşrikler yüzünden Medine'ye hicret ederek Muhacirlerden oldularsa, Ensardan olanlar da, şirk yurdu olan Medine'den Akabe gecesinde Resûlullah (a.s.)m yanına gelmekle, Muhacirlerden olmuşlardır. [112]


________________________________________
MEKKELİ SAHABİLERİN MEDİNE'YE HİCRETİ

Mekkeli Müslümanların Medine'ye Hicretleri

İkinci Akabe Bey'atında, Ensandan yetmişüç erkek ile iki kadın bey'at ederek [1] Peygamberimiz (a.s.)ın yanından ayrıldıkları ve Yüce Allah yiğit, savaşçı, hazırlıklı ve koruyucu bir kavim ile Resûlünün gönlünü huzur ve sükûna kavuşturduğu zaman, [2] Resûlullah (a.s.)a böylece koruyu¬cu bir kavim ve bir hicret yurdu hazırlandığını gören [3] ve Mekke'deki Müslümanların da bir gün Medine'ye çıkıp gideceklerini anlayan müşrikler, [4] birbirlerini kışkırttılar, kızıştırdılar. [5] Müslümanları dinlerinden döndürmek için, [6] onlara [7] ve Peygamberimiz (a.s.)a [8] yapageldikleri işkenceleri büsbütün şid¬detlendirdiler, yapmadık işkence bırakmadılar. [9]
Müslümanlar, bu dayanılmaz işkencelerden dolayı Mekke'de oturamayacak hale geldikleri zaman, [10] durumlarını Peygamberimiz (a.s.)a arzettiler ve hicret için Peygamberimiz (a.s.)dan izin istediler. [11]
Peygamberimiz (a.s.):
"Sizin hicret edeceğiniz yurt bana gösterildi.
Orasının, iki kara taşlık arasında, hurmalık, çorak bir yer olduğunu gördüm. [12]
Orası, Yesrib (Medine)'dir.
Gitmek isteyen, oraya gitsin! [13]
Orası yakın bir beldedir. Siz orayı biliyorsunuz.
Orası, Şam'a giderken, ticaret kervanınızın yoludur!" buyurdu. [14]
Peygamberimiz (a.s.), böylece, Habeş ülkesinden Mekke'ye dönmüş bulunan Mekkeli Muhacirler ile [15] Mekke'de yanında bulunan Müslümanlara, Medine'ye hicret edip gitmelerini [16] ve Ensar kardeşleriyle birleşmelerini emretti ve:
"Yüce Allah, onları sizin için kardeşler; ve Medine'yi de, emniyet ve huzur bulacağınız bir yurt kıldı!" buyurdu. [17]
Bunun üzerine, Müslümanlar, hiç sezdirmeden, [18] acele, yardımlaştılar, birbirlerini hazırladılar. [19]
Birbiri ardınca, Medine'ye hicret etmeye başladılar. [20]
Hayvanları olanlar hayvanlarına binerek, hayvan bulamayanlar da yaya olarak çıkıp gittiler. [21]

Âmir b. Rebia ile Zevcesi Leylâ Hatunun Medine'ye Hicreti

Bir yıl önce Medine'ye hicret eden [22] Ebu Seleme'den sonra, Mekke Muhacirlerinden, zevcesi Leylâ Hatunla birlikte Medine'ye hicret edip gidenlerin ilki, Âmir b. Rebia oldu. [23] Küba köyünde Meysere b. Abdulmünzir'in evine indi. [24]

Ganm b. Dudan Oğullarının Medine'ye Hicretleri

Âmir b. Rebia'dan sonra. [25] Ganm b. Dudan oğullarının bütün erkekleri ve kadınları, Medine'ye hicret etmek üzere, derlenip toparlandılar. [26] Evlerini kapalı olarak terkedip yola çıktılar. [27] Onlar, yirmiiki erkek ile yedi kadın idiler.
Erkekler:
1. Abdullah b. Cahş,
2. Ebu Ahmed Abd b. Cahş,
3. Ükkâşe b. Mıhsan,
4. Ebu Sinan b. Mıhsan,
5. Sinan b. Ebi Sinan,
6. Şüca1 b. Vehb,
7. Ukbe b.Vehb,
8. Erbed b. Humeyre,
9. Munkız b. Nübâte,
10. Saîd b. Rukayş,
11. Yezid b. Rukayş,
12. Muhriz b. Nadla,
13. Kays b. Câbir,
14. Amr b. Mıhsan,
15. Malik b. Amr,
16. Safvan b. Amr,
17. Sakf b. Amr,
18. Rebia b. Eksem,
19. Zübeyr b. Ubeyde, [28]
20. Temmam b. Ubeyde,
21. Sahbere b. Ubeyde,
22. Muhammed b. Abdullah b. Cahş.
Kadınlar
1. Zeyneb binti Cahş (Mü'minler Annesi),
2. Hamne binti Cahş,
3. Cüzâme binti Cendel,
4. Ümmü Kays binti Mıhsan,
5. Ümmü Habib binti Nübâte (Sümâme),
6. Âmine binti Rukayş,
7. Ümmü Habib binti Cahş,
8. Sahbere binti Temim. [29]
Bunların, erkek kadın hepsi, Küba köyünde oturan Mübeşşir b. Abdulmünzir'e konuk oldular. [30] Hicret sebebiyle Cahş oğullarının evlerinin kapanmış, içinde hiç kimseler kalmamış olduğunu gören
Utbe b. Rebia, içini çekip:
"Selâmeti uzayan her ev, bir gün, yıkıcı rüzgâra ve acıklı akıbete uğrar!" mealli beyti okumuştur. [31]
Beytin Ebu Süfyan b. Harb tarafından okunduğu da rivayet edilir. [32]

Hz. Ömer ve Arkadaşlarının Medine'ye Hicretleri

Cahş oğullarından sonra, Hz. Ömer de, [33] yirmi kişilik bir kafile ile Medine'ye hicret edip, [34] Küba köyünde Rifâa b. Abdulmünzir'e konuk oldular. [35]
Hz. Ömer der ki:
"Ben, Ayyaş b. Ebi Rebia ve Hişam b. Âs; Medine'ye hicret etmek istediğimiz zaman, hazırlandık. Şerifin üzerinde, Gitar oğullarına ait Edâet'teki Tenâdıb'da* sabahleyin erkence hazır bulunmayı vaadleştik.
'Hangimiz orada sabahleyin bulunamazsak, o yakalanmış demektir. Artık arkadaşları, onu bek¬lemesinler, yollarına devam etsinler' dedik.
Benimle Ayyaş b. Ebi Rebia, Tenâdıb'ın yanında, sabahleyin erkenden hazır bulunduk.
Hişam ise tutuldu, bizden geri kaldı. Dininden döndürülmek için işkenceden işkenceye uğratıldı ve saptın İdi ." [36]
Hz. Ali derki:
"Muhacirlerden hiç kimse bilmiyorum ki, gizli olarak hicret etmiş olmasın. Ömerb. Hattab, bundan müstesnadır.
O, hicret edeceği zaman, kılıcını kuşandı, yayını omuzuna astı, oklarını ve mızrağını eline aldı, Kabe'ye vardı.
Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri, Kabe'nin yanında bulunuyorlardı.
Ömer b. Hattab; Kabe'yi yedi kere tavaf ettikten sonra, halkın birer birer başuçlarına dikilip:
'Anasını ağlatmak, yahut çocuğunu yetim ya da karısını dul bırakmak isteyen varsa, şu vadinin arkasında gelip benimle karşılaşsın!' dedi. Hiç kimse, ardına düşüp onu takip edemedi." [37]

Muhacirlerin Kimlere Konuk Oldukları

Hz. Ömer'le birlikte hicret edenlerden Küba'da Rifâa b. Abdulmünzir'e konuk olanlar
1. Ömer b. Hattab,
2. Zeyd b. Hattab,
3. Saîd b. Zeyd, b. Amr, b. Nüfeyl,
4. Ömer b. Sürâka,
5. Abdullah b. Sürâka,
6. Ayyaş b. Ebi Rebia,
7. Vâkıd b. Abdullah,
8. Havlî b. Ebi Havlî,
9. Malik b. Ebi Havlî,
10. Huneys b. Huzâfe,
11. İyas b. Bükeyr,
12. Âkil b. Bükeyr,
13. Âmir b. Bükeyr,
14. Halid b. Bükeyr. [38]
Mekkeli Muhacirlerden Küba'da Külsûm b. Hidm'e konuk olanlar
1. Hz. Hamza b. Abdulmuttalib,
2. Zeyd b. Harise, [39]
3. Ebu Mersed Kennaz b. Hısn (Husayn),
4. Enes (Peygamberimiz (a.s.)ın azadlısı),
5. Ebu Kebşe (Peygamberimiz (a.s.)ın azadlısı). [40]
Mekkeli Muhacirlerden Küba'da Bel'aclanların kardeşi Abdullah b. Selemeye konuk olanlar
1. Ubeyde b. Haris,
2. Husayn b. Haris,
3. Tufeyl b. Haris,
4. Mıstah b. Üsâse,
5. Suveybıtb. Sa'd,
6. Tuleyb b. Umeyr,
7. Utbe b. Gazvan'ın azadlısı Habbab.
Mekkeli Muhacirlerden Küba'da Bel haris b. Hazreclerden Sa'd b. Rebia'ya konuk olanlar
1. Abdurrahman b. Avf
ve daha bazıları.
Münzir b. Muhammed b. Ukbe'ye konuk olan Mekkeli Muhacirler:
1. Zübeyr b. Avvam,
2. Ebu Sebre b. Ebi Rühm.
Abduleşhellerin kardeşi Abbâd b. Bişr'e konuk olan Muhacirler:
1. Ebu Huzeyfeb. Utbe,
2. Salim Mevlâ Ebi Huzeyfe,
3. Utbe b. Gazvan.
Hassan b. Sâbit'in kardeşi Evs b. Sâbit'e konuk olan Muhacirler
1. Hz. Osman,
ve başka bazıları. [41]
Bekâr Muhacirler de, Küba'da Sa'd b. Haysemeye konuk oldular. Sa'd b. Hayseme'nin kendisi de bekârdı. [42]

Kuba'daki Muhacir Cemaatının İmamı

Kuba köyünde, içlerinde Hz. Ömer ve Ebu Seleme'nin de bulunduğu Muhacir cemaatına, Salim Mevlâ Ebi Huzeyfe imamlık etmiş, namazlarını kıldırmıştır. [43]

Mekke'den Medine'ye Hicrete Devam Edilişi

Mekke'de kalan Müslümanlar da, birbiri ardınca, Medine'ye hicret ettiler. [44]

Ebu Cehil'in Ayyâş b. Ebi Rebia'yı Aldatıp Mekke'ye Götürüşü

Ayyaş b. Ebi Rebia Hz. Ömer'le Küba'ya vardıkları zaman, Ebu Cehil Amr b. Hişam ve kardeşi Haris b. Hişam, Ayyaş b. Ebi Rebia'nın arkasından gittiler.
Ayyaş b. Ebi Rebia, bunların hem amcalarının oğlu, hem de bir anneden doğma kardeşi idi. [45]
Bunlar, Ayyaş b. Ebi Rebia'yı buldular ve ona:
"Ey Ayyaş! Anan hastalandı. [46] Anan, seni görünceye kadar, [47] başına tarak değdirmemeye, [48] yağ sürmemeye; [49] seni görünceye kadar, güneşten gölge altına gitmemeye, [50] birşey yememeye, içmemeye [51] yemin etti.
Ona acı! [52] Sen ananın sevgili oğlusun!
Senin dininde anaya babaya iyilik etmek var!
Mekke'ye dön!
Medine'de Rabbine ibadet ettiğin gibi, Mekke'de de ibadet et!" dediler. [53]
Hz. Ömer:
"Ey Ayyaş! Vallahi, kavmin seni [54] aldatmak, [55] dininden döndürmek istiyorlar. [56] Onlardan kork! [57]
Vallahi, senin anan, bitten rahatsız olacak olursa, muhakkak başını tarar.
Mekke'nin sıcağı kendisinin üzerinde şiddetlenecek olursa, muhakkak gölgelenmek ister de!" dedi.
Ayyaş b. Ebi Rebia:
"Ben anamın yeminini yerine getireceğim! Hem, benim orada biraz malım da var. Gider, onu da alınm" dedi. [58]
Hz. Ömer:
"Vallahi, sen de bilirsin ki, ben Kureyşîlerin malı en çok olan kişilerindenim. [59] Malımın yarısı senin olsun! Tek, sen onlarla gitme!" dedi.
Ayyaş b. Ebi Rebia Hz. Ömer'in teklifine yanaşmayıp ille de onlarla gitmeye kalkınca, Hz. Ömer:
"Artık, sen yapmak istediğin şeyi yapacaksın! Bari şu devemi al!
Bu, soylu ve uysal bir devedir.
Sen daima onun üzerinde bulun. Kavminden şüphelenirsen, onun üzerinde olarak kaç, kurtul!" dedi. [60]
Ayyaş b. Ebi Rebia deveye binip onlarla birlikte gitti.
Nihayet, yolun bir kısmında bulundukları sırada, [61] Ebu Cehil ona:
"Ey kardeşim! Vallahi, bu devem artık beni taşıyamıyor!
Sen beni şu devenin üzerine, terkine alamaz mısın?" dedi.
Ayyaş b. Ebi Rebia:
"Olur!" deyip devesini çöktürdü. Yere indiği zaman, onlar, üzerine atılıp [62] onu sımsıkı bağladılar.
Öylece Mekke'ye götürdüler.
Gündüzün Mekke'ye girdiklerinde:
"Ey Mekkeliler! [63] Bizim bu beyinsizimize yaptığımız gibi, [64] siz de kendi beyinsizlerinize böyle yapınız!" dediler. [65]
Ayyaş b. Ebi Rebiayı hapsettiler. [66]
Ebu Cehil ile Haris, ona yüzer sopa vurdular! [67]
Kendisini, işkenceden işkenceye uğratıp, dininden döndürdüler. [68]

Hz. Ümmü Seleme'nin Medine'ye Hicret Edip Gidişi

Ebu Seleme Abdullah b. Abdulesed bir yıl veya ona yakın bir müddet önce zevcesi Hz. Ümmü Seleme ile oğlu Seleme'yi devesine bindirip Medine'ye götürmek isterken Hz. Ümmü Seleme'nin men¬sup bulunduğu Mugîre oğullarının erkekleri görmüş, Hz. Ümmü Seleme'yi yabancı beldelerde gezdirip dolaştırmasına müsaade edemeyeceklerini söyleyerek elinden almışlar, onlara kızan ve Ebu Seleme'nin kabile halkı olan Abdulesed oğulları da, Seleme'yi Hz. Ümmü Selemeye vermemişlerdi. [69]
Hz. Ümmü Seleme der ki:
"Mugîre oğulları beni yanlarında hapsettiler.
Kocam Ebu Seleme ise Medine'ye gitti.
Böylece, benimle kocamın arasını ve oğlumun arasını ayırdılar.
Ben, biryıl veya biryıla yakın bir müddet, her sabah Ebtah'a çıkıp oturur; akşama kadar ağlar durur¬dum.
Mugîre oğulları ailesinden, amcamın oğullarından biradam, birgünyanıma uğradı. Halimi görünce, bana acıdı. Mugîre oğullarına:
'Siz şu zavallı kadıncağızı kocasının yanına daha ne diye göndermezsiniz?!
Onun, hem kocasıyla arasını, hem oğluyla arasını ayırdınız' dedi.
Bunun üzerine, Mugîre oğulları, bana:
'İstersen, git, kocana kavuş!' dediler.
Abdulesed oğulları da oğlumu bana geri verince, deveme binip oğlumu kucağıma aldıktan sonra, Medine'deki kocamın yanına gitmek üzere yola çıktım.
Yanımda, Allah'ın kullarından hiç kimse yoktu. Kendi kendime:
'Beni kocamın yanına ulaşıncaya kadar götürecek bir kimseye rastlayabilir miyim ki?' deyip gittim.
Ten'im'de bulunduğum sırada idi ki, Abduddar oğullarının kardeşi Osman b. Talha b. Ebi Talha'ya rastladım. Bana:
'Ey Ebi Ümeyye'nin kızı! Nereye gidiyorsun?' diye sordu.
Ona:
'Medine'deki kocamın yanına gitmek istiyorum' dedim.
Bana:
'Senin yanında gidecek bir kimse yok mu?' diye sordu.
Ona:
'Yok! Vallahi, ancak Allah var! Bir de, şu oğulcuğum!' dedim.
Bana:
'Vallahi, seni bu yolda yalnız bırakmak doğru olmaz!' dedi ve hemen devenin yularını tutup benim¬le birlikte hızlı hızlı gitmeye devam etti.
Vallahi, Arap erkekleri içinde, hiçbir zaman, ondan daha saygılı ve nezaketli bir yoldaş görmedim:
Bir konak yerine erişince devemi çöktürür, ben ininceye kadar bana arkasını döner, benden uzak¬laşır, ben deveden indikten sonra gelip deveyi götürür, semerini indirir, onu bir ağaca bağlar, kendisi de gidip bir ağacın altına uzanırdı.
Hareket zamanı gelince kalkar, tekrar semeri devenin sırtına koyar, deveyi yanıma getirip çök-türdükten sonra arkasını döner, bana:
'Bin!1 derdi.
Ben bindikten sonra, gelir, devenin yularından tutar ve yederdi.
Beni Medine'ye ulaştırıncaya kadar, bana hep böyle yapmaktan geri durmadı.
Küba'da Amr b. Avf oğullarının köyüne bakınca:
'Senin kocan işte bu köydedir! [70] Artık, Allah'ın bereketi üzere, gir oraya!' dedikten sonra, Mekke'ye dönmek üzere, yanımdan aynldı . [71]
Ben, İslâm'da, Ebu Seleme ailesinin uğradığı musibet kadar, hiçbir ev halkının musibete uğradığını bilmiyorum.
Ben, hiçbir zaman, Osman b. Talha'dan daha ikramlı ve saygılı bir yoldaş da görmedim !" [72]

Cübeyr b. Mut'im'in Şam Manastırlarında Peygamberimiz (a.s.)ın Resmine Rastlayışı

Cübeyr b. Mut'im der ki:
"Yüce Allah Peygamber (a.s.)ı gönderdiği ve onun peygamberliğini açığa vurduğu zaman, Şam'a gitmiştim.
Busra'da iken, Hıristiyanlardan bir cemaat, yanıma gelip, bana:
'Sen Harem (Mekke) halkından mısın?' diye sordular.
Ben:
'Evet!' dedim.
Bana:
İçinizde peygamberlik dâvasında bulunan zâtı tanır mısın?' diye sordular.
Ben:
'Evet!' dedim.
Beni bir kiliseye koydular ki, orada birtakım resimler vardı. Bana:
'Bak! Onun resmini görebilir misin?' dediler.
Baktım, onun resmini orada göremedim.
'Onun resmini göremedim!1 dedim.
Beni bundan daha büyük bir odaya koydular. Bakınca, orada Resûlullahın vasfı ve resmi ile, arkasında yer alan Ebu Bekir'in vasfını ve resmini gördüm.
Bana:
'Onun vasfını gördün, buldun mu?' diye sordular.
Ben:
'Evet!' dedim.
Bana:
'Bu, o mudur?' diye sordular.
'Evet!' dedim. Bana:
'Biz de, bunun sizin sahibiniz olduğuna ve arkasındaki şu zâtın da, sonradan, onun halifesi ola¬cağına şehadet ederiz! [73]
Bu peygamberden sonra bir peygamber daha olmayacak, gelmeyecek!1 dediler." [74]
"Kureyşîlerin Resûlullah (a.s.)a işkence yapmalarını hiç istemezdim.
Kureyşîlerin onu öldürmeye kalkacaklarını sandığım zaman, manastırlardan bir manastıra varıp kavuştum.
Manastırın bakıcısı başkanlarına gidip haber verdi.
Toplanılınca, durumu başkana anlattım.
Bana:
'Kureyşîlerin onu öldüreceklerinden korkuyor musun?' diye sordu.
Ben:
'Evet!' dedim.
Bana:
'Sen ona benzeyen, çizilmiş bir resim görsen, tanıyabilir misin?' diye sordu.
Ben:
'Evet! Tanırım!' dedim. Bana, üzeri örtülü bir resim gösterdi ki, sanki tıpkı o idi! Bana:
'Vallahi, onlar onu öldüremezler! Onu öldürmek isteyeni, biz öldürürüz! Çünkü, o, muhakkak peygamberdir!' dedi.
Onların yanında bir müddet kaldım.
Mekke'ye döndüğüm zaman, Resûlullah (a.s.) Medine'ye gitmiş bulunuyordu." [75]

Kayser Herakliyus'un Çekmecesinde Sakladığı Peygamber Resimlerini İslam Elçilerine Gösterişi

Hz. Ebu Bekir de, Rum Kayseri Herakliyus'u İslâmiyete davet etmek üzere, [76]
Hişam b. Âs el-Emevî'yi, [77]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ   İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:22 pm

Nuaym b. Abdullah'ı , [78]
Ubâde b. Sâmit'i, [79]
Amr b.Âs'ı,
Adiyy b. Ka'b'ı
gönderdi. [80] Gönderilen elçilerden bazıları, bu husustaki anılarını şöyle anlatmışlardır:
"Rum hükümdarını İslâmiyete davet edelim diye, hayvanlarımıza binip yola çıktık. Dımaşk'a vardık.
O zaman, Şam ülkesi, Herakliyus adına, Cebele b. Eyhemü'l-Gassânî'nin idaresinde idi.
Şam'a girmek için izin istedik, izin verildi.
Cebele, bize bakınca, hoşlanmadı. Emretti, bir tarafa çekilip oturduk. Kendisi ise, özel minderde, ileri gelen adamlarıyla birlikte oturmakta idi. [81]
Bizimle konuşmak ve söyleyeceklerimizi kendisine eriştirmek üzere, bize bir adam gönderdi.
'Vallahi, biz hiçbir zaman elçi ile konuşmayız! Biz ancak hükümdara gönderildik!' dedik. [82]
Elçi, gidip bunu anlatınca, Cebele oturduğu minderden inip başka bir mindere oturdu.
Bizim yanına kadar gelmemize izin verdi. [83]
Cebele'nin üzerinde kara, kaba bir elbise vardı. [84]
Çevresine bakıldığı zaman, herşeyin de kapkara olduğu görülüyordu." [85] Cebeleye:
"Senin şu kara, kaba giymenin sebebi nedir?" diye sorulunca, [86] Cebele:
"Sizi bütün Şam'dan, [87] beldelerimden [88] çıkarıp giderinceye kadar, bunu adak olarak giyeceğim ve üzerimden çıkarmayacağım!" dedi. [89]
İslâm elçileri:
"Sen biraz yumuşak davran ve acele etme! [90]
Vallahi, sen şu oturduğun yerden bizi menedinceye kadar, biz onu muhakkak senden alacağız! [91] Vallahi, biz burayı inşaallah senden de, en büyük kraldan da alacağız! Bunu, bize Peygamberimiz (a.s.) haber verdi!" dediler. [92]
Cebele İslâm elçilerinin konuşmak istediklerini konuşmalarına "Konuşunuz!" diye izin verince, [93] Hişam b. Âs konuşmaya başlayıp onu Allah'a imana davet etti, [94] İslâm iyete davet etti. [95]
Ubâde b. Sâmit der ki:
"Biz, onu böylece Allah'a imana ve İslâmiyete davet ettikse de, hayra ermeyi kabul etmedi. [96]
Cebele:
'Demek, siz Sümerâsınız ha?' dedi.
Ona:
'Sümerâ, ne demek?' diye sorduk.
Cebele:
'Siz onlar değilsiniz!' dedi.
Ona:
'Ya kimlermiş onlar?' diye sorduk.
Cebele:
'Onlar, geceleri namaz kılan, gündüzleri oruç tutan bir kavimdir!' dedi.
Biz de:
'Vallahi, biz onlanz! [97] Geceleri namaz kılar, gündüzleri oruç tutarız1 dedik. [98]
Cebele:
'Sizin namazınız nasıldır?' diye sordu.
Kendisine namazımızı tarif ettik. [99]
Cebele:
'Sizin orucunuz nasıldır?' diye sordu.
Ona orucumuzu da tarif ettik. [100]
Cebele bize daha başka şeyler hakkında da sorular sordu.
Sorularının cevaplarını verdiğimiz zaman, [101] Allah bilir ki, [102] yüzünü kara bürüdü, yüzü kapkara oldu, [103] tencere karasına döndü. [104] Azarlandık. [105]
Bize:
'Kalkın!' dedi. [106]
Krala gönderilmemizi, adamlarına emretti. [107]
Bizi, elçiler ve kılavuzlarla birlikte Rum kralına yolladı. [108]
Kostantiniyyeye [İstanbul'a] yaklaştık. [109] Şehrin kapısına vardık. [110] Hayvanlarımızın üzerinde olduğumuz halde, sarıklarımızı ve kılıçlarımızı düzenledik. [111]
Bizimle birlikte gelen elçi:
'Şu hayvanlarınız kralın şehrine sokulmaz! [112]
Size, isterseniz katırlar, isterseniz eğerli ve uysal atlar getireyim, [113] getirelim. [114] Sizi eğerli, uysal atlara ve katırlara bindirelim. [115]
Eğerli uysal atlar ve katıriar getirinceye kadar, siz burada durup bekleyin' dedi. [116]
Biz:
'Hayır! [117] Vallahi, biz bulunduğumuz gibi, [118] hayvanlarımızın üzerinde olmadıkça, [119] buraya girmeyiz!' dedik. [120]
Kaysere:
'Onlar şehre atlar ve katırlar üzerinde girmeyi kabul etmiyorlar!?' diye haber göndendiler. [121]
Kayser 'Onların yollarını açın!' [122] diyerek şehre hayvanlarımızın üzerinde girmemize emir, [123] izin verince, [124] hemen kılıçlarımızı kuşandık, hayvanlarımıza bindik. [125]
Sarıklarımızı sarınmış, kılıçlarımızı kuşanmış olarak, hayvanlarımızın üzerinde şehre girdik. [126]
Kostantiniyye (İstanbul) halkı, bizi böyle, sarıklarımıza sarınmış, kılıçlarımızı kuşanmış olduğumuz halde hayvanlarımızın üzerinde görünce, şaşırdılar. [127]
Kayserin sarayının kapısına kadarvardık. [128]
Hayvanlarımızı sarayın duvarının dibinde ıhdırdık. [129]
Kayser o sırada sarayının yüksek bir odasında oturuyor ve bize bakıyor, yanında da kumandanlar ve Rum ileri gelenleri bulunuyordu.
Başımızı kaldırıp yüksek sesle:
'Lâ ilahe illallâhu vallâhu ekber!' diyerek tekbir getirdik.
Allah bilir ki, bütün saray, rüzgârın hurma ağacını salladığı gibi sallandın [130]
Kayser, bize:
'Dininizi [131] bana böyle [132] kapımda [133] açıklamanız sizin için uygun değildir!1 diyerek acele haber gönderdiği gibi;
'İçeri girin!' diye de haber gönderdi. [134]
Kayserin yanına girdik. [135]
Kayser, kendisine mahsus yüksek bir minderde oturuyordu. Meclisindeki, çevresindeki herşey kır¬mızı, üzerindeki elbise de kırmızı idi.
Kumandanlar ve Rum ileri gelenleri de yanında bulunuyordu. [136]
Kendisine söylemek istediğimiz şeyi elçiye söylememizi isteyince:
'Hayır! Vallahi, biz elçi ile konuşmayız!
Biz, ancak krala gönderildik!
Eğersen bizim seninle konuşmamızı istiyorsan, bize izin ver, seninle konuşalım' dedik. [137]
Selam vermeden, yanına girdik. [138]
'Lâ ilahe illallah!' dedik.
Allah bilir ki, saray sallandı!
Hatta, Kayser ve adamları, başlarını kaldırdılar. [139]
O sırada, Kayserin yanında, açık ve güzel Arapça bilen bir adam bulunuyordu. [140]
O, bize:
'Oturunuz!1 diye işaret edince, bir tarafa çekilip oturduk. [141]
Kayser, gülerek: [142]
'Beni aranızdaki selamla selamlamaktan sizi meneden nedir? [143]
Peygamberinizi selamladığınız selamla beni selamlamaktan sizi men eden nedir?1 diye sordu. [144]
'Sizin beni aranızdaki selamınızla selamlamanız gerekmez mi idi?1 dedi. [145]
Ona:
'Bizim seni aramızdaki selamımızla selamlamamız sana, senin selamlandığın selamla selamla¬mamız da bize helâl olmaz! [146]
Ne bizim peygamberimizi selamladığımız selamla seni selamlamamız sana helâl olur, ne de senin selamlandığın selamla seni selamlamamız bize helâl olur' dedik. [147]
Kral:
'Sizin aranızdaki selamınız nasıldır?1 diye sordu. [148]
'Esselâmü aleyke'dir!' [149]
'Esselâmü aleyküm'dür! [150] Cennetliklerin selamıdır' dedik. [151]
Kral, bize:
'Siz peygamberinizi de mi bununla selamlarsınız?1 diye sordu.
'Evet!' dedik. [152]
Kral:
'Hükümdarlarınızı nasıl selamlarsınız?' diye sordu.
'Bununla selamlarız1 dedik. [153]
Kral:
'Size verilen selama da mı bununla karşılık verirsiniz?' diye sordu.
'Evet, [154] bununla! [155] Böyle! dedik. [156]
Kral:
İçinizden, peygamberinize herhangi bir şeyde vâris olan var mı?' diye sordu.
'Yoktur! Bir kimse, ölünce vârisini veya yakınını bırakır; vârisi veya yakını, ona vâris olur. Fakat, Peygamberimize bizden, hiçbir şeyde vâris olan olmamıştır!' dedik. [157]
Kral:
'Hükümdarınızda da, hal böyle midir?' diye sordu.
'Evet!' dedik. [158]
Kayser:
'Sizi katınızda, en büyük kelâmınız nedir?' diye sordu. [159]
'Lâ ilahe illallâh! [160] Lâ ilahe illallâhu vallâhu ekber!' dedik. [161]
Deyince, saray tekrar sallandı!
Kayser gözlerini açtı, tavana doğru baktı ve:
'Siz bu kelimeyi söyleyince, oda sallandı ha?!' dedi.
'Evet!' dedik. [162]
Kayser:
'Siz bunu düşmanlarınızın beldelerinde söylediğiniz zaman, tavanları sallanır mı?' diye sordu.
'Hayır!' dedik.
Kayser:
'Siz bunu kendi beldelerinizde söyleyince, tavanlarınız sallanır mı?' diye sordu.
Biz:
'Hayır! Biz bunun böyle yaptığını hiç görmedik! O bu şeyi ancak senin yanında yaptı. [163] O, bize öğütten başka birşey olamaz!' dedik.
Kayser, yanında oturanlara dönerek: [164]
'Ne güzel doğru söz!' dedi [165] ve:
'Siz, şehirleri fethettiğiniz sıralarda ne dersiniz?' diye sordu.
'Lâ ilahe illallâhu vallâhu ekber, deriz' dedik.
Kayser:
'Lâ ilahe illallah dediğinizde, [166] O'nunla birlikte ortak yok! [167] O'nunla birlikte hiçbir şey yok; [168]
Vallâhu ekber dediğinizde de, Allah herşeyden büyüktür! [169] O'ndan daha büyük birşey yok! Onun eni boyu yok, [170] demek istiyorsunuzdur herhalde?1 dedi.
'Evet!' dedik. [171]
Kayser bize birtakım şeyler daha sorduktan ve cevaplarını aldıktan sonra:
'Sizin namazınız ve orucunuz nasıldır?' diye sordu.
Bunları da kendisine anlattık. [172]
Kayser bizim güzel, büyük bir yerde ağırlanmamız için, ilgililere emir verdi ve bize de: 'Kalkınız!' dedi. [173]
Orada üç gün kaldık. [174]
Kayserin, sabah ve akşam, bize lütuf ve ikramları geldi. [175]
Kayser geceleyin bize haber gönderdi. Yanına girdik. Kendisinin yanında hiç kimse yoktu. [176]
Kayser oturmamızı emretti, oturduk. [177]
Kendisine söylemiş olduğumuz sözleri tekrarlamamızı istedi, onları tekrarladık. [178]
Kayser hizmetçisini çağırıp ona birşey söyledi.
Hazırlattığı , [179] büyük ve altın işlemeli, dör tköşe çekmece gibi birşeyi getirtti.
Çekmecenin birçok küçük ve kilitli gözleri vardı. [180]
Kayser, gözlerden birisini açtı. Oradan, siyah ipekli bir bez parçası çıkarıp yaydı.
Bezin üzerinde, ak benizli, yüzü ayın ondördü gibi parlak, [181] uzun boylu, çok saçlı, [182] saçı iki bölük halinde örgülü, [183] büyük gözlü, [184] uzun boyunlu, [185] kalın baldırlı, [186] sakalsız [187] bir insan resmi vardı.
Kayser, bize:
'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu. Biz:
'Hayır!' dedik. Kayser:
'Bu, Âdem'dir!1 dedi. Onu çıkardığı yere koydu.
Sonra, başka bir göz açtı. İçinden siyah ipekli bir bez parçası çıkarıp yaydı. Üzerinde, ak benizli, [188] çok saçlı, hüzünlü, kederli, güzel yüzlü, [189] güzel sakallı, [190] büyük başlı, kıvırcık saçlı, kalın baldırlı, gözlerinde kırmızılık bulunan, [191] büyük gözlü, iki omzunun arası geniş olan [192] bir insan resmi vardı.
Kayser, bize:
'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu.
Biz:
'Hayır!' dedik.
Kayser:
'Bu, Nuh'tur!' dedi. [193]
Kayser, onu da çıkardığı yere koydu.
Sonra, başka bir göz açtı. Gözün içinden, siyah ipekli bir bez parçası çıkarıp yaydı. Bezin üzerinde, ak tenli, ak sakallı, [194] ak saçlı, güzel gözlü, açık alınlı, uzunca yanaklı, [195] güzel yüzlü, [196] gülümser gibi bir zâtın resmi vardı.
Kayser, bize:
'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu.
Biz:
'Hayır!' dedik.
Kayser:
'Bu, İbrahim'dir!' dedi. [197]
Kayser onu da çıkardığı yere koydu.
Sonra, başka bir göz açtı. Gözün içinden, siyah ipekli bir bez parçası çıkarıp yaydı.
Bezin üzerine, aktenli bir insan resmi çizilmiş olup, [198] Peygamberimiz Muhammed (a.s.)a göre çizilmişti. [199]
Ona bakınca, [200] kendi kendimize:
'Peygamberimiz Muhammed (a.s.)! [201] Vallahi, Resûlullah (a.s.)!' [202] dedik [203] ve ağladık. [204] Kayser 'Size ne oluyor?! [205] Siz bunu tanıyor musunuz?' diye sordu. [206]
Biz:
'Evet! [207] Bu, bizim peygamberimiz Muhammed (a.s.)ın resmidir!' dedik. [208]
Kayser:
'Size Allah adına, [209] dininiz adına and veriyorum! [210] Bu, sizin peygamberinizin resmidir' dedi.
Biz:
'Evet! Bu, peygamberimizin resmidir! [211] Allah ve dinimiz adına yemin ederiz ki; bu, peygamberim-izdir! [212]
Sanki onu sağ olarak görür gibiyiz! [213]
Sanki ona sağ olduğu halde bakıyor gibiyiz!1 dedik. [214]
Allah bilir, Kayser ayağa kalktı, sonra oturdu ve:
'Allah aşkına! Bu, gerçekten o mudur?' dedi.
Biz:
'Evet! Gerçekten odur. Sanki biz ona bakıyor gibiyiz!1 dedik.
Kayser ona bir müddet baktı durdu. [215]
Sonra da:
'Bu resim, gözlerin en sonuncusunda idi. Fakat, ben onun üzerinizde ne etki yapacağını [216] biley¬im, [217] göreyim diye, çıkarıp göstermekte acele ettim1 dedi. Sonra da, onu çıkardığı yere koydu." [218]

Peygamberimiz (a.s.)ın Şekil ve Şemaili

Hz. Ali'nin bildirdiğine göre, Peygamberimiz (a.s.):
Ne öyle uzun boylu, ne de kısa olmayıp, uzuna yakın orta boylu idi.
Kendisinin el ve ayak parmaklan kalınca,
Başı, vücut yapısıyla dengeli biçimde, büyükçe idi.
Omuzlan, dizleri ve bilekleri kemikli idi.
Saçı ne kıvırcık, ne de düzdü.
Sakalı sık idi.
Yüzü uzunca idi.
Boynu uzundu, gümüş gibi ak ve parlaktı.
Teni kırmızıyla karışık ak ve pembe idi.
Gözleri büyükçe idi.
Gözbebeklerinin siyahı, pek siyahtı.
Gözlerinin beyazında biraz kırmızılık vardı.
Kirpikleri sık ve uzundu.
Vücudu ne zayıf, ne de şişmandı.
İki küreğinin arası enli idi.
Omuz küreklerinin arasında peygamberlik mührü vardı.
Peygamberimiz (a.s.)ı birdenbire görenler, onun vakar ve manevî heybetinden sarsılırlar, kendisini yakından tanıyınca da, ona en derin sevgi ve saygı ile bağlanırlardı.
Kendisinin yüce haslet ve meziyetlerini anlatmak isteyen kimse:
'Ben, ne ondan önce, ne de sonra, onun bir benzerini daha görmedim!' demekten kendini ala¬mazdı. [219]
Peygamberimiz (a.s.)ın üvey oğlu Hind b. Ebi Hâle'ye göre:
Resûlullah (a.s.)ın yüzü ayın ondördü gibi parlardı.
Saçı kendiliğinden ikiye ayrılıp yanlarına dökülürse, onları birieştirmezdi. Birleştiklerinde de onları ayırmaz, oldukları gibi bırakırdı.
Saçını uzattığı zaman, saçı kulaklarının memesini aşardı.
Alnı açık ve genişti.
Kaşları uzun ve kavisli idi.
Kaşlarının uçları ince, araları çok yakındı, fakat çatık değildi.
İki kaşının arasında bir damar vardı ki, kızgınlık zamanında kabanr, görünürdü.
Bumunun iki kaş arasında başladığı yer yüksekçe, bumunun ucu da ince idi. Bumundaki ölçülülük ve denklik, dikkat edenlerin gözünden kaçmazdı.
Bumunda ayrı bir parlaklık da vardı.
Diğer sahabilerin anlattıklarına göre de:
Peygamberimiz (a.s.)ın yanaklan düzdü, yumru değildi.
Dişleri inci taneleri gibi idi.
Bütün uzuvları (organları) düzgündü.
Kamı ve göğsü bir düzeyde idi, çıkık değildi.
Vücudu kıllı değildi. Yalnız, omuz başlarında, pazularında biraz kıllar vardı.
Bilek kemikleri uzun, el ayalan genişti.
Ayaklarının altı düz değil, çukurca idi.
Ayakları hafif etli idi.
Ayaklarının üzerine su döküldüğü zaman, etrafa yayılirdi. [220]
Resûlullahın yüzü ve sesi çok güzeldi. [221]
Sanki, yüzünde güneş çağlandı. [222]
Ümmü Ma'bed'in bildirdiğine göre:
Peygamberimiz (a.s.)ın gözü, Kudretten sürmeli idi.
Sustuğu zaman, kendisinde, bir vakar ve ağırbaşlılık; konuştuğu zaman da, güleryüzlülük görünürdü.
Sözleri, sanki dizilmiş birer inci gibi, ağzından tatlı tatlı dökülürdü.
Sözü açık, ve hak ile bâtıl arasını ayırıcı olup; ne acizlik sayılacak derecede az, ne de boş ve gerek¬siz sayılacak derecede çoktu.
Kendisi, ekşi ve asık suratlı değil, güleçti. [223]
İslâm elçileri, Kayserin sarayında gördükleri peygamber resimleri hakkındaki anılarını anlatmaya şöyle devam etmişlerdir:
"Kayser çekmeceden başka bir göz açtı ve içinden siyah ipekli bir bez parçası çıkardı. [224]
Bezin üzerinde, esmer tenli, [225] kaba sakallı, [226] çukur gözlü, dudaklarını büzmüş, yüzünü ekşit¬miş, [227] kıvırcık saçlı, sert ve hiddetli bakışlı, öfkeli bir insan resmi vardı. [228]
Kayser, bize:
'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu.
Biz:
'Hayır!' dedik.
Kayser:
'Bu, Musa'dır!' dedi. [229]
Musa (a.s.)ın yanında, ona benzeyen ve fakat, başının saçı yağlı, geniş alınlı, gözünün siyahında bumuna doğru akı klik bulunan bir insan resmi vardı.
Kayser, bize:
'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu.
'Hayır!' dedik.
Kayser:
'Bu, Harun b. İmran'dır!' dedi.
Sonra, onu eski yerine kaldırıp, çekmeceden başka bir göz açtı ve içinden beyaz ipekli bir bez parçası çıkardı ki, üzerinde esmer tenli, düz saçlı, orta boylu, [230] güzel yüzlü, öfkeli gibi [231] bir insan resmi vardı.
Kayser:
'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu.
'Hayır!' dedik.
Kayser:
'Bu, Lûttur!' dedi.
Kayser başka bir göz açıp, içinden beyaz ipekli bir bez parçası çıkardı ki, üzerinde kırmızıya çalar ak tenli, seyrek sakallı, ince burunlu, güzel yüzlü bir insan resmi vardı.
Kayser, bize:
'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu.
'Hayır!' dedik.
Kayser:
'Bu, İshaktır!1 dedi.
Sonra, başka bir göz açıp, içinden beyaz ipekli bir bez parçası çıkardı ki, üzerinde İshak (a.s.)ın resmine benzeyen, fakat alt dudağında bir ben bulunan bir insan resmi vardı.
Kayser, bize:
'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu.
'Hayır!' dedik.
Kayser:
'Bu, Yâkub'dur' dedi.
Sonra, başka bir göz açıp, içinden siyah ipekli bir bez parçası çıkardı ki, üzerinde kırmızıya çalar ak tenli, güzel yüzlü, ince burunlu, güzel boylu, yüzünde nur yükselen, huşuu yüzünden belli olan bir insan resmi vardı.
Kayser, bize:
'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu.
'Hayır!' dedik.
Kayser:
'Bu, sizin peygamberinizin atası İsmail'dir!1 dedi.
Sonra, başka bir göz açıp, içinden beyaz ipekli bir bez parçası çıkardı ki, üzerinde Âdem (a.s.)ın resmini andıran, ak tenli, yüzü güneş gibi parlayan bir insan resmi vardı.
'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu.
'Hayır!' dedik.
Kayser:
'Bu, Yusuf'tur!' dedi. [232]
Sonra, başka bir göz açıp, içinden siyah ipekli bir bez parçası çıkardı ki, üzerinde kalın baldırlı, uzun bacaklı, at üstünde bir insan resmi vardı.
'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu.
'Hayır!' dedik. Kayser:
'Bu, Süleyman b. Davud'dur!' dedi. [233]
Kayser, en sonra, bir göz açıp, içinden siyah ipekli bir bez parçası çıkardı ki, üzerinde ak tenli, sim¬siyah sakallı, çok saçlı, güzel gözlü ve güzel yüzlü, [234] açık ve geniş alınlı [235]elinde asa, sırtında sof¬tan kaftan bulunan [236] bir genç insan resmi vardı.
Kayser, bize:
'Bunu tanıyor musunuz?1 diye sordu.
'Hayır!' dedik.
'Bu, İsa b. Meryem'dir!1 dedi. [237]
Onu da çıkardığı yerine koyduktan sonra, vazifeliye emredip, çekmeceyi bulunduğu yerine kaldırt-tl . [238]
Kaysere:
'Görmüş olduğumuz resmin Peygamberimiz (a.s.)ın resmi olduğunu-kendisini sağlığında görmüş bulunduğumuz için-tanıdık. Öteki resimlerin-kendilerini görmediğimiz hal de-kimlere ait olduk¬larını nasıl bilelim, tanıyalım? [239]
Peygamberler (a.s.)lara ait olmak üzere çizildiklerini anladığımız bu resimlerden, Peygamberimiz için çizilenin, kendisi gibi olduğunu gördük. [240]
Bunlar size nereden geldi?!' dedik. [241]
Kayser:
'Âdem, çocuklarından gelecek peygamberleri göstermesini, Rabbinden dilemişti. [242]
Allah da, Âdem'e, onların suretlerini indirdi.
Bunlar, Âdem'in, güneşin battığı yerdeki hazinesinde bulunuyordu. [243]
Zülkameyn, onu güneşin battığı yerdeki yerinden çıkarıp Danyal'a verdi. [244]
Danyal da, o suretlere göre, bu suretleri [245] ipek bezler üzerine [246] aynen tasvir etti, geçirdi.
İşte, bunlar, Danyal'ın çizdiği suretlerdir. [247]
Bu resimler, tevarüs yoluyla krallardan krallara geçe geçe, bana kadar gelmiştir!' dedi. [248]
Bunun üzerine, Kayseri İslâmiyete davet ettik. [249]
Kayser:
'Vallahi, nefsim mülk ve saltanatımdan aynlmaklığımı hoş karşılasaydı, [250] dininiz üzere [251] size tâbi olmayı [252] ne kadar arzu ederdim ! [253]
Fakat, nefsim hoş karşılamıyor!' dedi. [254]
Bize güzel hediyeler verdi. [255] Sonra, dönmemize izin verdi, [256] döndük. [257]
Ebu Bekir'in yanına vardık. [258] Ona, gördüğümüz şeyleri, Kayserin bize söylediği sözleri, [259] bize gösterdiği yakınlığı [260] anlatınca, Ebu Bekir ağladı ve Kayser hakkında:
'Miskin (zavallı)! Yüce Allah onun hakkında hayır dileseydi, muhakkak yapardı' dedikten sonra:
'Resûlullah (a.s.) bize haber verdi ki; onlar (Hıristiyanlar) ve Yahudiler, Muhammed (a.s.)ın na'tini, [261] yanlarında, [262] yanlarındaki Tevrat ve İncil'de [263] bulmuşlardır. [264] Yüce Allah da:
'Onlar, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılı bulacakları o ümmî nebî olan Resûle tâbi olanlardır.
O, kendilerine iyiliği emr ve onları kötülükten nehy ediyor, onlara temiz şeyleri helâl, murdar şeyleri de üzerlerine haram kılıyor. Onlardan, ağıryüklerini, sırtlarında olan zincirleri indiriyor.
İşte, ona iman edenler, onu tazim edenler, ona yardım edenler ve ona indirilmiş olan, yanında bulu¬nan Nur^a tâbi olanlar! Onlar, selâmete erenlerin ta kendileridir!' [A'râf: 157] buyurmuştur' dedi." [265]

Mekke'nin Müslümanlardan Boşalışı ve Hz. Ebu Bekir'in Hicrete Hazırlanışı

Müslümanlardan kimisi Habeş ülkesine, kimisi de Medine'ye hicret etmişti. Mekke'de, müşriklerin hapsettikleri [266] veya zorla dinlerinden döndürdükleri, [267] veya hasta, ya da hicret etmekten âciz [268] kimseler ile birlikte, hemen hemen, Peygamberimiz (a.s.)dan, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ali'den başka erkek kimse kalmam işti. [269]
Hz. Ebu Bekir sık sık hicret için izin istedikçe, Peygamberimiz (a.s.):
"Hele acele etme bakalım. Belki Allah sana bir sahib hazırlar!" buyurur, Hz. Ebu Bekir de Peygamberimiz (a.s.)a hicret arkadaşı ve yoldaşı olmayı umardı. [270]
Hz. Ebu Bekir Medine'ye hicrete hazırlanınca da, Peygamberimiz (a.s.) ona:
"Sen biraz sabret! Bana da hicrete izin verileceğini umuyorum!" buyurdu. [271]
Hz. Ebu Bekir:
"Ey Allah'ın Peygamberi! [272] Babam, anam sana feda olsun! Sen bunu umuyor musun?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet! Umuyorum" buyurunca, Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz (a.s.)a arkadaş olmak için, kendisini hicret etmekten alıkoydu. [273]
Buna bir hazırlık olmak üzere de, [274] Hureyş [275] veya Kuşeyr [276] oğulları develerinden, sekiz yüz dirheme [277] satın aldığı iki deveyi [278] evde semür ağacının yaprağıyla dört ay [279] besledi. [280]

Kureyş Müşriklerinin Peygamberimiz (a.s.)ı Öldürmeyi Kararlaştırmaları

Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.)a başka yerlerden birtakım sahabiler ve yardımcılar çıktığını, Mekkeli sahabilerin [281] çoluk çocuklarıyla birlikte Medine'ye, savaşçı ve hazırlıklı Evs ve Hazrec kabilelerinin [282] yanına gittiklerini gördükleri [283] ve orada konuklanıp korunduklarını [284] öğrendikleri zaman, Peygamberimiz (a.s.)ın da onların yanına gideceğini [285] ve kendileriyle savaşacağını [286] anladılar ve korktular; [287] Dârü'n-Nedve'de toplandılar. [288]

Dârü'n-Nedve'de Toplanan Müşriklerden Başlıcaları

Abduşşems oğullarından:
1. Utbe b. Rebia,
2. Şeybe b. Rebia,
3. Ebu Süfyan Sahr b. Harb
Nevfel b. Abdi Menaf oğullarından:
4. Tuaym b. Adiyy,
5. Cübeyr b. Mut'im (veya Habib b. Mufim),
6. Haris b. Âmir b. Nevfel.
Abduddar b. Kusayy oğullarından:
7. Nadr b. Haris
Esed b. Abduluzzâ oğullarından:
8. Ebu'l-Bahterî b. Hişam,
9. Zem'a b. Esved, b. Muttalib (veya Rebia b. Esved)
10. Hakîm b. Hizam.
Mahzum oğullarından:
11. Ebu Cehil Amr b. Hişam.
Sehm oğullarından:
12. Nübeyh b. Haccac,
13. Münebbih b. Haccac.
Cumah oğullarından:
14. Ümeyye b. Halef.
Toplantıya bunlarla ve bunlardan başkalarıyla birlikte gelen Kureyş müşrikleri sayısızdı. [289] Rivayete göre, sayıları yüzü bulmuş; [290] Kureyş müşriklerinin görüş ve rey sahiplerinden, toplan¬tıya gelmeyen kimse kalmamış; [291] ancak, alınacak karardan haberleri olmasın diye, toplantıya Hâşim oğulları ailesinden kimse alınmamıştı. [292]

Necidli Olduğunu Söyleyen Bir Şahsın Toplantıya Katılışı

Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.)ın işini konuşmak üzere belirledikleri günün sabahında Dârü'n-Nedve'de toplanmaya başladıkları sırada idi ki, üzerine kalın bir elbise giyinmiş bir şeyhin kapıda dikilip durduğunu gördüler ve:
"Kim bu şeyh?" diye sordular.
Şeyh:
"Necid halkından bir şeyh! Onun [Peygamber (a.s.)] için hazırlandığınızı işitip, yanınızda bulunmak ve konuşmalarınızı dinlemek üzere gelmiş bulunuyor. Kendisi, görüş ve öğütlerini sizden esirgemeyeceğini umuyor!" dedi.
"Olur! Gir, içeri!" dediler.
O da, onlarla birlikte içeri girdi.
Teşhis ve tasvir edildiği gibi, bu, Necidli şeyh suretine girmiş bir şeytandı. [293]

Peygamberimiz Aleyhinde Yapılan Konuşmalar ve Verilen Korkunç Karar

Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.) hakkında birbirlerine:
"Bu adamın işi, görmüş olduğunuz gibi, yaygın bir hale gelmiş bulunuyor.
Biz, vallahi, onun, bizden olmayan tâbileriyle üzerimize yürümeyeceğinden emin değiliz!
O halde, onun hakkındaki görüşlerinizi birleştiriniz!" dediler.
Aralarında görüşmeye, konuşmaya başladılar.
İçlerinden birisi, [294] Ebu'l-Bahterî [295] veya Hişam b. Amr [296]
"Onu zincire vurarak hapsediniz ve üzerinden kapıyı kilitleyiniz! Sonra, ondan önce geçen Züheyr, Nâbiga ve onlardan da önce geçmiş olan şairlerin başlarına gelen akıbet gibi bir akıbetin bunun da başı¬na gelmesini, ölmesini bekleyiniz!" dedi.
Necidli şeyh:
"Hayır! Vallahi bu sizin için yerinde bir görüş değildir:
Vallahi, dediğiniz gibi onu hapsedecek olursanız, kendisinin işi kilitlediğiniz kapının arkasına çıkar, ashabına ulaşır, hemen üzerinize yürüyüp onu elinizden çeker alırlar, sonra da size galebe çalacak, hakim olacak kadar çoğalırlar.
Bu, sizin için, yerinde bir görüş değildir. Siz bundan başkasını düşünmeye bakınız!" dedi. [297]
Toplanüdakiler:
"Şeyh doğru söylüyor!" dediler. [298]
Tekrar düşünmeye ve konuşmaya başladılar.
İçlerinden birisi, [299] Ebu'l-Bahterî [300] veya Ebu'l-Esved Rebia b. Amr: [301]
"Onu aramızdan çıkaralım, yurdumuzdan sürelim. O, bizden çıkınca, vallahi, nereye giderse gitsin! Nereye düşerse düşsün! Nemize gerek! O bizden uzak olunca, biz ondan kurtulunca, işimiz düzelir, ülfe¬timiz de olduğu gibi devam eder" dedi.
Necidli şeyh: "Hayır! Vallahi, bu da sizin için yerinde bir görüş değildir! Siz onun sözünün güzel, konuşmasının tatlı olduğunu, getirdiği şeylerle insanların kalblerine hakim olup durduğunu görmüyor musunuz? Vallahi, siz bu dediğinizi yapacak olursanız, onun Araplardan bir kabilenin yanında yer¬leşmeyeceğinden ve onları hükmü altına alıp kendisine tâbi kılmayacağından ve onlarla birlikte üzerinize yürüyüp sizi beldelerinizde tepelemeyeceğinden, işinizi elinizden almayacağından, size istediğini yap¬mayacağından emin olamazsınız! Siz, onun hakkında, bundan başka bir tedbir düşününüz!" dedi. [302]
Müşrikler:
"Vallahi, şeyh doğru söylüyor!" dediler. [303]
Ebu Cehil:
"Vallahi, benim onun hakkında, sizin daha düşünmediğiniz, dile getirmediğiniz bir görüşüm var!" dedi.
"Ey Hakem'in babası! Nedir o görüş?" diye sordular.
Ebu Cehil:
"Benim görüşüm: İçimizdeki her kabileden, güçlü, kuvvetli, özü gözü pek, şerefli, soylu birer delikan¬lı alalım. Sonra, onlardan her birine keskin birer kılıç verelim. Onlar gidip, ellerindeki kılıçlarla hepsi bir¬den tek adamın vuruşu gibi vurup, onu öldürsünler! Böylece ondan kurtulalım, rahata kavuşalım! Delikanlılar bunu bu şekilde yapınca, onun kanı bütün kabilelere dağılmış, düşmüş olur! Abdi Menaf oğulları ise, bütün kabilelerle savaşmaya güç yetiremezler, bizden diyet almaya razı olurlar. Biz de, Abdi Menaf oğullarına onun diyetini öderiz!" dedi.
Necidli şeyh:
"İşte, yerinde söz bu adamın sözüdür! Bu öyle bir görüştür ki, ondan başka, yerinde bir görüş yok¬tur!" dedi.
Bunun üzerine, müşrikler Ebu Cehil'in görüşü üzerinde birleşmiş olarak dağıldılar. [304]
Beş kabileden hemen beş cellat seçilip, ellerine birer keskin kılıç verildi. [305]

Suikast Hadisesinin Kur'an-ı Kerîm'de Anılışı

Yüce Allah, Peygamberimiz (a.s.)a, Kureyş müşrikleri tarafından hazırlanan suikastı da, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklar:
"Hani, bir zamanlar o küfredenler seni tutup bağlam alan, yahut öldürmeleri, ya da (yurdundan) zorla sürüp çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı.
Onlar bu tuzağı kurarlarken, Allah da onun karşılığını yapıyordu. Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin hayırlı sı di r." [306]
"Yoksa 'O bir şairdir. Biz, ona da zamanın, ölüm musibetinin gelmesini gözlüyoruz!1 mu diyorlar?" [307]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İSLAM TARİHİ 4-İSRÂ VE MİRAC MUCİZELERİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İSLAM TARİHİ 13-MEKKE'NİN FETHİ
» İSLAM TARİHİ 16-VEDA HACCI
» İSLAM TARİHİ 19-PEYGAMBERİMİZİN AHLAKI
» İSLAM TARİHİ 6-BEDİR GAZÂSI
» İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( SAV) Hakkında Herşey

 :: Peygamber Efendimizin Soy Agacı Ve Hayatı Ve Mucizeleri
-
Buraya geçin: