iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR ) |
|
| İSLAM TARİHİ 2-VAHYİN GELİŞİ VE TEBLİĞ VAZİFESİ | |
| | Yazar | Mesaj |
---|
haydarı kerrar Administrator
Mesaj Sayısı : 2630 Kayıt tarihi : 24/05/09 Nerden : ANKARA
| Konu: İSLAM TARİHİ 2-VAHYİN GELİŞİ VE TEBLİĞ VAZİFESİ C.tesi Mart 06, 2010 5:06 pm | |
| VAHYİN GELİŞİ Peygamberimiz Muhammed (a.s.)a Vahiy ve Peygamberlik Gelmeden Birkaç Yıl Önce Cereyan Eden Hadiselerden Bazıları 1) Peygamberimiz Muhammed (a.s.)a vahiy ve peygamberlik gelmeden iki yıl kadar önce, [1] Şamlı Yahudi âlimlerinden İbn Heyyiban, Şam'dan Medine'ye gelip yerleşti ve çok geçmeden de Medine'de ölüm döşeğine düştü. Öleceğini anlayınca, Medineli Yahudilere: "Ey Yahudi cemaatı! Yemesi, içmesi bol bir yerden, beni bu yoksulluk ve açlık yurduna getiren şeyin ne olduğunu sanırsınız?" dedi. Yahudiler "Sen, daha iyi bilirsin!" dediler. İbn Heyyiban: "Ben, bu memlekete, ancak, gelme zamanı çok yaklaşmış bulunan ve buraya hicret edecek olan O Peygamberi gözlemek üzere gelmişimdir! Onun, yakında peygamber olarak gönderilmesini ve benim de ona tâbi olmamı umduğum kendisinin gelme zamanı çok yakındır. Ey Yahudi cemaatı! Ona tâbi olmakta hiç kimse sizi geçmesin! Çünkü, o, kendisine karşı koyanların kanlarını dökmek, çocuklarını, kadınlarını esir etmek selahiyetiyle gönderilecektir. Siz, bu hususta ondan korunamazsınız!" dedi ve sonra, öldü. [2] Peygamberimiz Muhammed (a.s.), kırk yaşına gelmeden önce, [3] otuzsekiz yaşında iken, [4] ışık, nur görür, [5] sesler işitir, [6] endişelenir dururdu. [7] Yüce Allah, Muhammed (a.s.)ın kerametini açıklamayı irade buyurduğu sıralarda idi ki, Muhammed (a.s.), evinden çıkar, Mekke evlerinden uzaklaşır, vadilerin kuytu köşelerine doğru dalar giderken, hiçbir ağaç veya taşa rastlamazdı ki: "Esselâmü aleyke yâ Rasûlallah!=Selam olsun sana, ey Allah'ın Resûlü!" diyerek kendisini selam¬lamamış olsun! Peygamberimiz (a.s.); hemen etrafına, sağına soluna, arkasına dönüp bakınır, fakat ağaç ve taştan başka birşey görmezdi. [8] Bu da, Peygamberimiz (a.s.)ın peygamberlikle görevlendirilmesinden iki yıl önce idi. [9] Ashabdan Cabir b. Semure'nin rivayetine göre, Peygamberimiz (a.s.): "Mekke'de bir taş tanırım ki, ben peygamber olarak gönderilmeden önce, bana selam verdi. Onu hâlâ tanıyorum!" buyurmuştur. [10] Sanıldığına göre, bu taş Hacerül-Esved idi. [11] Bunun, Hacerü'l-Esved'den başka bir taş olup Mekke'de Zükaku'l-Hacer diye tanınan sokakta bulunduğu [12] ve "Peygamberimiz (a.s.)ı selamladı!" diye halk tarafından ziyaret ve üzerine eller sürülerek tasdik ve teberrük edildiği de bildirilmektedir. [13] Hz. Muhammed (a.s.)ın Şekil ve Şemâili Hz. Ali; Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.) Efendimizin şekil ve şemailini şöyle tarif eder: "Peygamber (a.s.); ne öyle uzun boylu, ne de kısa idi. Uzuna yakın orta boylu idi. Kendisinin el ve ayak parmaklan kalınca; başı, vücut yapısıyla dengeli biçimde, büyükçe idi. Omuzlan, dizleri ve bilekleri, kemikli idi. Göğsünde, göbeğine kadar çizgi halinde uzanan ince kıllar vardı. Karnında ve göğsünde, bundan başka kıl yoktu. Peygamber (a.s.) yürürken ayaklarını sürümez, adımlarını canlı ve uzun atar, sanki yük¬sekten iner gibi, önüne doğru eğilirdi. Kendisinin saçı, ne kıvırcık, ne de düzdü. Sakalı, sıktı. Yüzü, az değirmi olup, yusyuvarlak değildi. Boynu, uzun, gümüş gibi pâk, ve parlaktı. Teni, kırmızı ile karışık aktı. Yüzünün teri, inci gibi idi. Miskten daha güzel kokardı. Gözleri, büyükçe idi. Gözbebeklerinin siyahı, pek siyahtı. Gözlerinin beyazında biraz kırmızılık vardı. Vücudu, ne zayıf, ne de şişmandı. Bakmak istediği tarafa, bütün vücudu ile dönerek bakardı. İki küreğinin arası, enli idi. Omuz küreklerinin arasında peygamberlik hâtemi vardı. Peygamber (a.s.)ı birdenbire görenler, onun manevî vakar ve heybetinden sarsılırlar, ken¬disini yakından tanıyınca da ona en derin sevgi ve saygı ile bağlanırlardı. Onun yüce haslet ve meziyetlerini anlatmak isteyen kimse 'Ben, ne ondan önce, ne de sonra, onun bir benzerini daha gördüm!1 demekten kendini alamazdı." [14] Hz. Hatice'nin öz ve Peygamberimiz (a.s.)ın üvey oğlu Hind b. Ebi Hâle'nin ve diğer saha-bilerin bildirdiklerine göre: "Her ululuk, Resûlullah (a.s.)da toplanmıştı. Onun yüzü, ayın ondördü gibi parlardı. O, uzuna yakın orta boylu idi, kısa boylu değildi. Kendisinin saçı, ne dümdüzdü, ne de kıvırcıktı. Saçı, kendiliğinden ikiye aynlıp yanlarına dökülürse, oldukları gibi bırakırdı. Birleştiklerinde de onları ayırmaz, oldukları gibi bırakırdı. Saçını uzattığı zaman, onlar kulaklarının memesini aşardı. Teni, kırmızıyla karışık, ak ve güzeldi. Alnı, açık ve genişti. Kaşları, uzun ve kavisli idi. Kaşlarının uçları ince, araları çok yakındı, fakat çatık değildi. İki kaşının arasında bir damar vardı ki, kızgınlık zamanında kabanr, görünürdü. Yüzünün iki kaş arasında başladığı yer yüksekçe, burnunun ucu da ince idi. Yüzündeki ölçülülük ve denklik, dikkat edenlerin gözünden kaçmazdı. Burnunda, ayrı bir parlaklık da vardı. Sakalı, sıktı. Peygamberimiz (a.s.)ın yanaklan düzdü, yumru değildi. Ağzı, tabiî büyüklükte idi. Dişleri, inci taneleri gibi idi. Bütün uzuvlan düzgündü. Vücudu sıkı etli idi. Karnı ve göğsü bir seviye idi, çıkık değildi. Göğsü ve iki küreğinin arası genişti. İri yapılı ve iri kemikli idi. Soyunduğu zaman, vücudundan nur saçıl irdi. Vücudu kıllı değildi. Yalnız omuz başlarında, pazularında biraz kıllar vardı. Bilek kemikleri uzun, el ayalan genişti. El ve ayak parmaklan, kalınca ve uzunca idi. Ayaklarının altı, düz değil, çukurca idi. Ayakları, hafif etli idi. Ayaklarının üzerine su döküldüğü zaman, etrafa yayılırdı. Yürürken, ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmaz, adımlarını geniş atar, vakar ve sükûnetle, rahatça yürürdü. Etrafına gelişigüzel bakınmazdı. Yeryüzüne bakışı, semaya bakışından çoktu. Yeryüzüne bakışı da, gözucuyla idi. Yürürken, sahabilerinin gerisinde yürürdü. Birisiyle karşılaştığı zaman, önce kendisi selam verirdi. [15] Resûlullah (a.s.)ın yüzü ve sesi çok güzeldi. [16] Yüzünde sanki güneş çağlardı! [17] Resûlullah (a.s.), yüzce insanların en güzeli ve tence en parlağı idi. [18] Peygamberimiz (a.s.)ın teri de, en güzel kokulardan daha güzel kokardı. [19] Peygamberimiz (a.s.)ın eli, serinlikçe kardan daha serin, kokuca da miskten daha güzel¬di." [20] Ümmü Ma'bed'e göre: "Peygamberimiz (a.s.)ın gözünün akı pek ak, siyahı da pek siyahtı ve Kudretten sürmeli idi. Sustuğu zaman kendisinde bir vakar ve ağırbaşlılık, konuştuğu zaman da güler yüzlülük görünür; söz¬leri, sanki dizilmiş birer inci gibi, ağzından tatlı tatlı dökülürdü. Sözü açık ve hak ile bâtıl arasını ayırıcı olup, ne acizlik sayılacak derecede az, ne de boş ve gereksiz sayılacak derecede çoktu. Uzaktan bakılınca, kendisi, insanların en heybetlisi idi. Yakınına gelince, herkesten daha tatlı ve çekici idi. Kendisi, ekşi ve asık suratlı değil, güleçti." [21] Hz. Muhammed (a.s.)a Peygamberlik Vahyinin Ne Zaman ve Nasıl Gelmeye Başladığı Hz. Muhammed (a.s), kırk yaşında bulunduğu [22] ve Yüce Allah onun kerametini açıkla¬mayı ve kullarına onunla rahmet etmeyi dilediği zaman, [23] kendisine ilk vahiy ve peygamberlik başlangıcı, uykuda sadık rüyalar görmekle olmuştur. Hz. Muhammed (a.s.) hiçbir rüya görmezdi ki, sabahın aydınlığı gibi açıkça çıkmasın! [24] Peygamberimiz (a.s.), Yüce Allah'ın dilediği kadar müddet, [25] altı ay, bu hal üzere kaldı. [26] Yüce Allah, bu altı ay içinde, peygamberine önce uykuda, sonra da uyanık iken vahyetti. [27] Sonra, kendisine halvet, yalnızlık sevdirildi. [28] Yüce Allah, böylece ona yalnızlığa çekilmeyi sevdirdi de, [29] kendisine halvetten, yalnız başına kalmaktan daha sevgili birşey olmadı . [30] Peygamberimiz (a.s.) bazı işleri için evlerden uzaklaşır, Mekke'nin dağ aralarındaki ıssız yerlerine, vadilerin içlerine doğru dalar giderdi. [31] Onun bu haline bakan Kureyşliler: "Muhammed, Rabbine âşık olmuş!" derlerdi. [32] Peygamberimiz (a.s.); her yıl Ramazan ayında, Hira (Nur) dağında* bir ay iti kafa girer, Kureyşlilerin yapageldikleri gibi, yanına gelen yoksullara yemek de yedirirdi. [33] Kendisinin; itikattan çıktığı zaman, evine gelmeden önce ilk işi Kabe'yi yedi kere veya Allah'ın dilediği kadar tavaf etmek olur, sonra evine dönerdi. [34] Peygamberimiz (a.s.)ın Hira'ya Hz. Hatice ile gittiği de olurdu. [35] Peygamberimiz (a.s.); kavminin sürü sürü putlara tapıp durduklarını gördükçe, onlardan uzaklaşmayı, halvet ve uzlete çekilmeyi özler, [36] Hira dağına gider, [37] halvet ederdi. [38] Peygamberimiz (a.s.), daha oniki yaşlarında iken bile; Rahip Bahîra'nın kendisine Lât ve Uzzâ putlan adına yemin vermek istemesi üzerine, ona: "Lat ve Uzzâ adına yemin vererek bana birşey sorma! Vallahi, ben onlardan nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem!" demiştir. [39] Peygamberimiz (a.s.), Hira dağında kaldığı müteaddit günlerin gecelerinde tehannüsle meşgul olurdu. [40] Sahih-i Buharî şârihi Bedrüddin Aynî, "'Peygamber (a.s.)ın tehannüsü, taabbüdü ne şekilde idi?1 diye sorulacak olursa, 'Bu, düşünmek ve ibret almaktan ibaretti. Ulu atası İbrahim (a.s.)ın ibret alması gibi' diye cevap veririm" der. [41] Hira dağında itikâfa giren kimsede üç ibadet toplanırdı: Halvet, Taabbüd, Beytullah'a bakış. [42] Peygamberimiz (a.s.)ın taabbüdü, peygamber olma arzusundan ileri gelmiyordu. Zaten peygamberlik istemekle veya çalışmakla elde edilecek birşey olmayıp, [43] Yüce Allah onu kullarından seçip dilediğine veregelmiştir. [44] Kendisine vahiy ve peygamberlik gelmeden önce, Peygamberimiz (a.s.) "Kitab nedir? İman nedir?" bilmezdi ki, bu hususta herhangi bir emeli, bir arzusu bulunsun. [45] Peygamberimiz (a.s.), Hira dağına giderken, azığını da yanında götürürdü. Azığı tükenince Hz. Hatice'nin yanına döner, bir o kadar zaman için daha azık alır, giderdi. [46] Peygamberimiz (a.s.)ın azığı süt ile et, [47] ya da zeytinyağı ile çörek (kuru ekmek, peksimet) olup, orada gündüzleriyle birlikte üç gece, yedi gece ve hatta bazan bir ay kalır, taabbüdle meşgul olurdu. [48] Peygamberimiz (a.s.); halvette, yalnız başına bulunduğu sıralarda ışıklar görür, sesler işi¬tir; bunların, cinle, kehânetle ilgili olduklarını sanarak korkar durur, Hz. Hatice'ye: "Ey Hatice! Ben bir ışık görüyor, bir ses işitiyorum. Ben, bir kâhin olacağım diye korkuyorum. Vallahi, ben, şu putlardan* ve kâhinlerden nefret ettiğim kadar, hiçbir şeyden nefret etmem!" der, Hz. Hatice de: "Ey amcamın oğlu! Öyle söyleme! Allah seni hiçbir zaman öyle yapmaz" diyerek teselli edendi. [49] İbn İshak'ın Ebu Meysene Amr b. Şurahbil'den rivayetine göre de: Resûlullah (a.s.), zevcesi Hz. Hatice'ye: "Ben halvette, yalnız başıma bulunduğum zaman, bir ses işittim. Bunun, benim için tehlikeli bir hadise olabileceğinden korktum" dedi. Hz. Hatice: "Allah korusun! Yüce Allah'ın sana öyle kötü birşey yapması ihtimali yoktur. Vallahi, sen emaneti eda edersin. Akrabana iyilik yaparsın. Sözü, doğru söylersin!" dedi. Sonra, Hz. Ebu Bekir geldi. [50] Hz. Ebu Bekir, çocukluk çağından beri, Peygamberimiz (a.s.)ın arkadaşı ve dostu idi. [51] Hz. Ebu Bekir geldiği sırada, Peygamberimiz (a.s.) evde değildi. Hz. Hatice; Peygamberimiz (a.s.)ın söylediklerini ona anlatıp: "Ey Atik! Muhammed'i yanına alıp da Varakaya kadar gitsene?" dedi. Peygamberimiz (a.s.) gelince, Hz. Ebu Bekir onun elinden tutup: "Haydi, bizimle birlikte Varaka b. Nevfel'e gidiver!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Başıma geleni sana kim haber verdi?" diye sordu. Hz. Ebu Bekir: "Hatice!" dedi. Bunun üzerine, gidip hadiseyi Varaka'ya anlattılar. Peygamberimiz (a.s.): "Halvette, yalnız başıma bulunduğum sırada, arkamdan: 'Ey Muhammed! Ey Muhammedi' diye seslenildiğini işittim. [52] Sesi işittim, fakat hiçbir şey göremedim" dedi. Varaka b. Nevfel: "Bunda, senin için bir sakınca yoktur!" dedi. [53] Peygamberimiz (a.s.): "Sesi işitince, korkarak oradan uzaklaşıyor, başka yerlere doğru gidiyorum" dedi. Varaka: "Öyle yapma! Seslenen geldiği zaman, sana söyleyeceği şeyi dinleyinceye kadar, orada sebat edip dur! Sonra da, dinlediğin şeyleri gel bana haber ver" dedi . [54] Yine, yalnız başına bulunduğu sırada, Peygamberimiz (a.s.)a "Yâ Muhammed!" diye sesle¬nilmiş ve: "Bismillâhirrahmânirrahîm. Elhamdülillahi Rabbil'âlemîn. Errahmanirrahîm. Mâliki yevmiddîn. İyyâke na'büdü ve iyyâke nestaîn. İhdinassıratalmüstakîm. Sıratallezîne en'amte aleyhim. Gayril-mağdûbi aleyhim veleddallîn' de; 'Lâ ilahe illallah' de!" buyurulmuştur. [55] Alkame b. Kays'tan rivayet olunduğuna göre, peygamberlere verilen şeyler kalpleri yatışıncaya kadar önce kendilerine uyku halinde verilir, sonra da uyanık iken, vahiy olarak indirilirdi. [56] Hz. Âişe'nin bildirdiği gibi, Peygamberimiz (a.s.)a da ilk vahiy ve peygamberlik başlangıcı, uykuda sadık, görüldüğü gibi apaçık çıkan rüyalar görmekle olmuştur. [57] Peygamberlik; çok büyük ve ağır bir vazife olduğundan, Peygamberimiz (a.s.)ın da bu ağır vazifeye alıştırılması, hazırlanması ve bunun kendisine kolaylaştırılması için, vahiy [58] meleği Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)a uyanık iken gelmeye başlamadan önce, rüyada gelmeye başlamıştır. [59] Zaten, vahiy, peygamberlere uyanık iken geldiği gibi, Sâffât sûresinin 102. âyetine göre, rüyada da gelirdi. [60] Peygamberlerin rüyası vahiydir. [61] Peygamberlerin gözleri uyur, kalpleri uyumaz. [62] Peygamberimiz (a.s.), Hz. Âişe'ye: "Ey Âişe! Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz" buyurmuştur. [63] Nebilik ve Resullük Nübüvvet akıl sahibi kulların üzerlerindeki dünya ve âhiret işleri hakkında, Allah ile kulları arasın¬da yapılan elçilik demektir. [64] Nebi; kendisine, melek tarafından vahiy veya kalbine ilham olunan, ya da sâlih rüya ile uyarılan zât demektir. Resûl ise, resûl olması haysiyetiyle, nübüvvet vahyinin üstünde özel bir vahiy ile üstün kılınmış olan ve kendisine Cebrail (a.s.)ın Yüce Allah tarafından özel olarak indirilmiş Kitab ile vahyetmiş olduğu; [65] Allah'ın, hükümlerini halka tebliğ etmek üzere gönderdiği kâmil insan demektir. [66] Bunun için, "Her resûl nebidir, fakat her nebi resûl değildir" denilmiştir. [67] Nebilik ve resûllük Allah vergisi olup, bunu Yüce Allah'ın kullarından dilediğine ve lâyık olanına verdiği de, Kur'ân-ı Kerîm'de açıklanmıştır. [68] Peygamberlerin Sıfat ve Faziletlerinden Bazıları 1) Bütün peygamberler (salât ve selam olsun onlara), ancak erkekler arasından seçilip gönderilmişlerdir. [69] 2) Bütün peygamberler babaları ve dinleri bir kardeştirler. [70] 3) Küçük, [71] büyük günahlardan, küfürden uzaktırlar. [72] Ancak, onların bazısından zelle, makamlarına göre kusur sayılabilecek bazı davranış ve sürçmeler vuku bulabilir. [73] 4) Peygamberler, en emîn. [74] 5) Allah'ın emir ve nehiylerini, insanlara hiç eksiltmeden, arttırmadan ulaştıran, [75] 6) Elçilik vazifesini yaparken, Allah'tan başka hiç kimseden korkmayan, [76] 7) En doğru sözlü, en doğru özlü. [77] Kısa akıllılıktan ve [78] 9) Yanılgıdan uzak, 10) İnsanların bilmedikleri, bilemeyecekleri şeyleri-Allah'tan telakki eyledikleri vahiy ile bilen, bildiren, [79] 11) İnsanlara Allah'ın âyetlerini okuyan, Kitab ve Hikmeti öğreten, onları maddî ve manevî kirlerden temizleyen, [80] 12) İnsanları doğru yola öğütleyen, onların esirgenmelerini dileyen, [81] 13) Mükâfatlarını dünyada insanlardan değil, âhirette Rabbü'l-âlemîn'den alacaklarını açıklayan Allah elçileridir. [82] 14) Peygamberlerin Yüce Allah'ın izniyle mucizeler göstermeleri hak ve gerçektir ve göstermişlerdir de. [83] Peygamberimiz (a.s.)a ise, devamlı mucize olarak Kur'ân-ı Kerîm vahyedilmek suretiyle verilmiş olduğundan, kendisi Kıyamet günü peygamberlerin en çok ümmetlisi olacaktır. [84] Peygamberlerin Sayısı, İlki ve Sonuncusu Hadis-i şerifte bildirildiğine göre; peygamberlerin sayısı yüzyirmi dört bin olup, [85] bunlardan üçyüz onbeşi resûl idi. [86] Peygamberlerin ilki Âdem (a.s.), sonuncusu da Peygamberimiz Muhammed (a.s.)dır. [87] Peygamberimiz (a.s.) hem nebi, hem resûl idi. [88] Peygamberliğinin Hz. Muhammed (a.s.)a Bildirilişi Peygamberimiz (a.s.)in Yüce Allah tarafından peygamber olarak gönderileceği ve ilahî rah¬metin kullara onunla ihsan olunacağı gün gelmişti. Peygamberimiz (a.s.); Ramazan ayının 15. Cumartesi ve 16. Pazar gecelerinde [89] Hira mağarasında uyuduğu sırada, rüyasında vahiy meleği Cebrail (a.s.), atlastan bir kap içinde bir Kitabla gelip Peygamberimiz (a.s.)a: "Oku!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ben, okuma bilmem!" dedi. Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)ı, nefesi kesilinceye kadar sıktı ki, Peygamberimiz kendisini ölecek sandı. Bundan sonra, Cebrail (a.s.) bırakıp, Peygamberimize: "Oku!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ben, okuma bilmem!" dedi. Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)ı tekrar nefesi kesilinceye kadar sıktı. Peygamberimiz (a.s.), kendisini ölecek sandı. Sonra, Cebrail (a.s.) bırakıp, Peygamberimize yine: "Oku!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ın sıkmasından kurtulmak için: "Neyi okuyayım!" diye sorduğu zaman, Cebrail (a.s.), Alâk sûresinin başındaki beş âyeti okudu. Cebrail (a.s.) ayrılıp gittiği ve Peygamberimiz (a.s.) uykudan uyandığı zaman, o âyetler sanki bir kitap olarak kalbine yazılmış gibi idi. Peygamberimiz (a.s.) mağaradan ayrılıp Hira dağının ortasına geldiği zaman, gökten bir ses işitti ki: "Yâ Muhammedi Sen, Allah'ın Resûlüsün! Ben, Cebrail'im!" diyordu. Peygamberimiz (a.s.), başını kaldırıp bakınca, Cebrail (a.s.)ı, ayaklarını göğün ufkuna basmış bir insan suretinde gördü! "Yâ Muhammedi Sen, Allah'ın Resûlüsün! Ben, Cebrail'im!" diyordu. Peygamberimiz (a.s.) duraklamış, ona bakakalırı işti. Ne bir adım ilerleyebiliyor, ne de gerileyebiliyordu. Cebrail (a.s.)ı görmemek için, yüzünü göğün ufuklarından ne tarafa çevirip baksa, hep onu öylece görüyordu! [90] Cebrail (a.s.)ın sesi, Peygamberimiz (a.s.)a gâh gökten, gâh ağaçtan, gâh dağ¬dan., geliyordu. [91] Hz. Hatice'nin Peygamberimizi Aratması, Teselli ve Tebşir Etmesi Hz. Hatice'nin aratmaya gönderdiği adamları Mekke'nin yukarısına kadar Peygamberimiz (a.s.)ı aradılarsa da, bulamayarak geri döndüler. Peygamberimiz (a.s.) ise, hâlâ, olduğu yerde dikilip duruyordu. Nihayet, Cebrail (a.s.) ayrılıp gidince, Peygamberimiz (a.s.) hemen evine döndü. [92] Hz. Hatice Peygamberimiz (a.s.)a yemek yapıp göndermiş; gönderdiği adamlar Peygamberimiz (a.s.)ı Hira mağarasında bulamamışlardı. Bunun üzerine, amcalarının ve dayılarının evlerine de adam gönderip arattırın işti. Oralarda da bulamayınca, çok kaygılanmıştı. [93] Peygamberimiz (a.s.) eve geldiği zaman, Hz. Hatice: "Ey Ebu'l-Kasım! Nerede idin? Vallahi, seni aramak için adamlar saldım. Onlar seni Mekke'nin yukarılarına kadar aradıkları halde, bulamayıp geri döndüler!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), bütün gördükleri şeyleri ona birer birer anlattı. Rüyada gördüğü, kendisine çok ağır gelen hadiseyi anlattığı zaman, Hz. Hatice: "Sana müjdeler olsun! [94] Yüce Allah, sana hayırdan başka bir şey yapmaz! [95] Ey amcamın oğlu! Sebat et! Hatice'nin varlığı Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ben senin bu ümmetin peygam¬beri olacağını umuyorum!" dedi. Hemen kalktı. Elbisesini derleyip toparladıktan sonra, Varaka b. Nevfel'e kadar gitti. [96] Varaka b. Nevfel; Hz. Hatice'nin amcasının oğlu idi. Kendisi, Cahiliye devrinde Hıristiyanlığa girmişti; Arapça yazı yazmayı bilir, İncil'den bir şeyler yazar dururdu. Çok yaşlanmış ve gözleri de görmez olmuştu. [97] Tevrat ve İncil ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlardan birçok şeyler dinlemişti. Hz. Hatice; Peygamberimiz (a.s.)ın görüp işitip de kendisine haber vermiş olduğu şeyleri Varaka'ya haber verince, Varaka: "Kuddûs! Kuddûs! [Pâkve kusursuz! Pâk ve kusursuz!] Varaka'nın varlığı Kudret Elinde Bulunana yemin ederim ki: Ey Hatice, bana doğru söyledinse, ona gelen Nâmûs-u Ekber'dir ki, o Musa'ya da gelmişti [98] O (Muhammed (a.s.)), muhakkak, bu ümmetin peygamberidir. Kendisine söyle: Sebat etsin!" dedi. Hz. Hatice, dönüp Varaka b. Nevfel'in söylediklerini Peygamberimiz (a.s.)a haber verdi. [99] Varaka b. Nevfel'in Peygamberimiz (a.s.)ın Başına Neler Geleceğini Haber Verişi Varaka b. Nevfel; Kabe'yi tavaf ederken, Peygamberimiz (a.s.) a rastlayıp: "Ey kardeşimin oğlu! Gördüğün, işittiğin şeyleri bana haber ver bakayım!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) haber verince, Varaka: "Varlığım Kudret Elinde Bulunana yemin ederim ki; sen, muhakkak, bu ümmetin peygamberisin! Sana gelen Nâmûs-u Ekber, senden önce Musa'ya da gelmiş olandır. Muhakkak, sen kavmin tarafından yalanlanacaksın! Sana işkence de yapılacaktır! Sen, yurdundan da çıkarılacaksın! Seninle çarpışılacak da! Andolsun ki, eğer ben o günlere erişirsem, Allah'ın dinine-Kendisinin bildiği yardımlarla-yardımda bulunacağım!" dedikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)in yanına varıp başının tepesinden öptü. Peygamberimiz (a.s.) da, ayrılıp evine gitti . [100] Hz. Hatice'nin Cebrail (a.s.) Hakkında Addas'tan Bilgi Alışı Hz. Hatice; Utbe b. Rebia'nın kölesi Addas'a gitti. Addas, Hıristiyandı. Ninova halkındandı. [101] Ona: "Allah aşkına! Sende, Cebrail hakkında, bana verebileceğin bir bilgi var mı?" diye sordu. [102] Addas: "Kuddûs! Kuddûs! [Pâk ve kusursuz! Pâk ve kusursuz!] Halkı putlara tapan şu belde halkına Cebrail anılır mı hiç?" dedi. [103] Hz. Hatice: "Sen, onun hakkında bildiğini bana haber ver!" dedi. [104] Addas: "Cebrail, Allah'ın Nâmûs-u Ekber'idir. [105] O, Allah ile peygamberleri arasında, Allah'ın emîni, elçisidir. Musa ve İsa (a.s.)ların sahibidir. [106] O, peygamberden başkasına gelmez!" dedi. [107] Hz. Hatice'nin Cebrail Hakkındaki Bir Denemesi Varaka b. Nevfel, Hz. Hatice'ye: "Cebrail; Allah ile peygamberler arasında, Allah'ın emînidir. Sen, Muhammed'i, görmüş olduğu şeyleri gördüğü yere kadar götür. Kendisine gelen şey gelince, başını saçını aç! Eğer o Allah tarafından ise, Muhammed gördüğü şeyi göremez!" dedi. Hz. Hatice öyle yaptı. [108] Peygamberimiz (a.s.)a: "Ey amcamın oğlu! Şu sana gelen sahibin (Melek) geldiği zaman, bana haber verebilir misin?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Haber verebilirim!" buyurdu. Hz. Hatice: "Öyle ise, o sana gelince bana haber ver!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ey Hatice! İşte, Cebrail yanıma geldi" buyurdu. Hz. Hatice: "Kalk, gel de ey amcamın oğlu! Sol dizimin üzerine otur!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) oturunca, Hz. Hatice: "Onu görüyor musun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Görüyorum!" buyurdu. Hz. Hatice: "Kalk da sağ dizimin üzerine otur!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), kalkıp onun sağ dizinin üzerine oturdu. Hz. Hatice: "Onu yine görüyor musun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Görüyorum!" buyurdu. Hz. Hatice: "Kalk da, kucağıma otur!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), kalkıp onun kucağına oturdu. Hz. Hatice: "Onu hâlâ görüyor musun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Görüyorum!" buyurdu. Hz. Hatice, başından başörtüsünü açtı ve: "Yine onu görüyor musun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Hayır! Görmüyorum!" buyurdu. Bunun üzerine, Hz. Hatice: "Ey amcamın oğlu! Sebat et! Müjdeler olsun ki, vallahi, bu sana gelen melektir; şeytan değildir!" dedi. [109] Cebrail (a.s.)ın Peygamberimiz (a.s.)a Uyanıkken Gelişi Ramazan ayının 17'sinde, Pazartesi günü, Hira mağarasında, [110] seher vakti, [111] uyanık bulunduğu sırada. [112] Peygamberimiz (a.s.)a Hakkın emri geldi. [113] Vahiy meleği Cebrail (a.s.) bir insan suretine girmiş, [114] en güzel bir surete bürünmüş, en güzel kokular sürünmüş olduğu halde göründü. [115] Cebrail (a.s.)ın üzerinde sırmalı atlastan elbise vardı. [116] Peygamberimiz (a.s.)a: "İkra! [Oku!]" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ben, okuma bilmem!" dedi. O zaman, melek Peygamberimiz (a.s.)ı tutup, takati kesilinceye kadar sıktı. Sonra, bırakıp: "Oku!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ben, okuma bilmem!" dedi. Yine, melek, Peygamberimiz (a.s.)ı tutup, ikinci kez, takati kesilinceye kadar sıktı. Sonra, bıraktı ve: "Oku!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Ben, okuma bilmem!" dedi. Sonra, melek, Peygamberimiz (a.s.)ı tutup üçüncü kez sıktı. Sonra da, bırakıp: "Oku! Herşeyi yaratan Rabbinin ismiyle ki, O insanı bir alâktan (asılıp tutunan, ilişen birşeyden) yarattı. Oku! Ki, senin Rabbin, kalemle yazı yazmayı öğreten, insana bilmediğini bildiren, bol kerem ve ikram Sahibidir" (Alâk: 1-5) dedi. [117] Cebrail (a.s.): "Yâ Muhammedi Yüce Allah, sana selam söylüyor ve senin için 'Sen, Benim, bütün cinlere ve insan¬lara resûlümsün! Onları 'Lâ ilahe illallah = Al I a h 'tan başka ilâh yok1 kelime-i tevhidine davet et!1 buyuruy¬or dedi. [118] Peygamberimiz (a.s.) da, bir hadis-i şeriflerinde: "Benden önce, her peygamber münhasıran kendi kavmine gönderiliyordu. Ben ise, bütün beyazlara ve karalara (insanlara ve cinlere) gönderildim" buyurmuşlardır. [119] Peygamberimiz (a.s.); Yüce Allah tarafından Cebrail (a.s.)ın getirip tebliğ ettiği peygamberlik vazifesiyle evine dönerken, hiçbir ağaç ve taşa rastlamadı ki, kendisini selamlamasının [120] Yüreği titreyerek eve gelince, Hz. Hatice'ye: "Beni sarıp örtünüz! Beni sarıp örtünüz!" buyurdu. Korkusu, titremesi geçinceye kadar, vücudunu sarıp örttüler. [121] Hz. Hatice'ye: "Uykuda, rüyada görüp de sana söylemiş, anlatmış olduğum şeyi, Rabbim bana Cebrail'i gönder¬erek açıkladı" buyurup, Yüce Allah tarafından gelenleri ve Cebrail (a.s.)dan işittiklerini haber verdi. [122] "Doğrusu, kendim hakkında, korktum!" buyurdu. Hz. Hatice: "Öyle söyleme! Vallahi, Allah seni hiçbir zaman utandırmaz, üzüntüye düşürmez. Çünkü, sen akrabanı görür gözetirsin! İşini görmekten âciz olanların yükünü taşırsın! Yoksula verir, hiç kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın! Misafiri ağırlarsın! Hak yolunda karşılaştıkları musibet ve felaket hadiselerinde, halka yardımcı olursun [123] Sözü doğru söylersin! [124] Emaneti yerine verirsin [125] Güzel huylusun da!" dedi. [126] Sonra da, Peygamberimiz (a.s.)ı, yanına alıp amcasının oğlu Varaka b. Nevfel'e götürdü. Ona: "Ey amcamın oğlu! Dinle, bak! Kardeşinin oğlu ne söylüyor?" dedi. Varaka b. Nevfel: "Ne gördün kardeşimin oğlu?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.) gördüklerini, işittiklerini haber verince, Varaka: "Senin bu gördüğün, Allah tarafından, Musa (a.s.)a indirilmiş olan Nâmûs-u Ekber (Cebrail)'dir! Âh! Keşke kavminin seni (yurdundan) çıkaracakları zaman, ben sağ ve genç, dinç olsaydım!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Demek, onlar beni çıkaracaklar ha?!" deyince, Varaka b. Nevfel: "Evet! Çıkaracaklardır! Çünkü, senin gibi birşey getirmiş bir kimse yoktur ki, düşmanlığa ve işkenceye uğramasın! Eğer ben senin davet günlerine erişirsem, sana son derecede yardım ederim!" dedi. Kendisi, çok geçmeden de vefat etti. [127] İslamda İlk Abdest ve İlk Namaz Peygamberimiz (a.s.)a vahyin açıktan geldiği günde, Cebrail (a.s.) Peygamberimiz (a.s.)a abdest almayı ve namaz kılmayı da öğretti. [128] Mekke'nin yukarı tarafında [129] vadinin bir köşesinde ökçesini yene vurdu. Oradan bir su kaynadı. Cebrail (a.s.), ondan abdest aldı. Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ın abdest alışına bakıyor, [130] Cebrail (a.s.) da namaz için nasıl abdest alınıp temizlenileceğini ona göstermek istiyordu: [131] Dirseklerine kadar, ellerini yıkadı. Ağzını su ile çalkaladı. Burnuna su çekti. Sonra, yüzünü yıkadı. Başını ve kulaklarının arkasını, ıslak eliyle mesnetti. Topuklarına kadar, ayaklarını yi kadı. [132] Abdest bittikten sonra, avucuna su aldı , [133] edeb yerine su serpti. [134] Peygamberimiz (a.s.) da, Cebrail (a.s.)dan gördüğü gibi abdest aldı. [135] Bundan sonra, Cebrail (a.s.); namazın nasıl kılınacağını Peygamberimiz (a.s.)a göstermek için, [136] kalkıp onunla birlikte iki rekat namaz kıldı ve bu namazda yüzünün üzerine dört secde yaptı. [137] Yüce Allah; Peygamberimiz (a.s.)ın gözünü, yüzünü güldürmüş, Allahtan beklediği, gön¬lünün hoşlandığı ibadet emri gelmiş bulunuyordu. [138] Derin bir inanç ve sevinç içinde eve döndü. Yüce Allah'ın kendisine olan üstün ikramını Hz. Hatice'ye haber verdi. [139] Hemen elinden tutup, onu suyun yanına götürdü. [140] Namaz için nasıl abdest alınıp temizlenileceğini göstermek üzere, Cebrail (a.s.)ın kendisine gösterdiği gibi abdest aldı. Hz. Hatice de Peygamberimiz (a.s.)ın gösterdiği gibi abdest aldıktan sonra, Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ın kendisine kıldırmış olduğu gibi, ona namaz kıldırdı . [141] Peygamberimiz (a.s.), kendisine peygamberlik geldiği Pazartesi gününde ilk namazı kılmıştı. Hz. Hatice de, aynı günde, günün sonuna doğru, ilk defa aynı namazı kılmak mutluluğuna ermişti. [142] Vahiy ve Vahiy Tarzları Lügatte sür'atli işaret, kitabet, risalet, ilham ve gizli kelam gibi çeşitli mânâlara gelen [143] vahy; Yüce Allah'ın, dilediğini, peygamberlerine, dilediği tarzlarla bildirmesidir. [144] Yüce Allah; daha önceki peygamberlere vahyettiği gibi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)a da vahyetmiştir. Bu gerçek, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklanır: "Biz, Nuh'a, ondan sonraki peygamberlere variyetliğimiz ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, Yakub'un torunlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yûnus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyeylediğimiz ve Davud'a Zebur'u verdiğimiz gibi, şüphesiz, sana da vahyettik. Öyle peygamberler (gönderdik ki), onların kıssalarını, önceden, sana bildirdik. Yine, öyle peygamberler (gönderdik ki), sana onların kıssalarını bildirmedik. Allah, Musa'ya da, hitap ile konuştu." [145] Vahiy, Peygamberimiz (a.s.)a müteaddit tarzlarda gelmiştir. 1) Vahiy tarzlarından birisi, uykuda görülen ve görüldüğü gibi apaçık çıkan rüya tarzı dır. [146] Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)ın peygamberliği, vahyin bu tarzı ile başlamıştır. [147] Zaten, vahiy peygamberlere uyanık iken geldiği gibi, uyurken rüyada da gelirdi . [148] Peygamberlerin rüyaları, vahiydir. [149] Nitekim, İbrahim (a.s.)a, İsmail (a.s.) hakkındaki ilahî emr, rüyasında verilmişti. [150] Çünkü, peygamberlerin gözleri uyuşa da, kalbleri uyumaz. [151] Peygamberimiz (a.s.): "Bana: 'Yâ Muhammedi Gözlerin, uyusun! Kulağın, işitsin! Kalbin, ezberlesin!' denildi. Benim gözlerim uyudu. Kalbim ezberledi! Kulağım işitti. [152] Ey Âişe! Benim gözlerim uyur, kalbim uyumaz!" buyurmuştur. [153] Uyuyanın uykusunda bazı şeyler görmesine rüya ve hulm (düş) denir. [154] Fakat, rüyada görülen şeyler, daha çok hayır ve güzel şeyler üzerine olur. Hulmda ise, görülen şeyler, daha çok çirkin şeyler üzerine olur. [155] Peygamberimiz (a.s.), rüya ve hulm hakkında şöyle buyurmuşlardır "Salih rüya Allah'tan, hulm ise şeytandandır." [156] "Zamanın sonu yaklaşınca, Müslümanların rüyası hemen hemen yanlış çıkmayacaktır. Sizin en doğru rüya göreniniz, en doğru söyleyeninizdir! Rüya, üç çeşittir: Yüce Allah tarafından, (kuluna) müjde olan salih rüya, Şeytan tarafından, korku, üzüntü veren rüya, Kişinin kendi nefsinden, kendisine telkin mahiyetinde vâki olan* rüya!" [157] Şeytan; Âdem oğullarına karşı beslediği şiddetli düşmanlık sebebiyle, her zaman onlara sataşır, her yönden tuzaklar kurar, her yolla onların işlerini bozmak ister. Gördükleri rüyalarını da, ya içlerine yanlışlar karıştırmak, ya da onlardan gaflete düşürmek suretiyle, onları belirsiz ve yararsız hale getirir. [158] Peygamberimiz (a.s.): "Risalet de, nübüvvet de sona ermiştir! Benden sonra (gelecek) ne resûl vardır, ne de nebi!" buyurunca, bu ashaba çok ağır geldi. [159] Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.): "Peygamberlikten, birşey kalmamıştır; [160] ama, mübeşşirat** vardır!" buyurdu. "Yâ Rasûlallah! Mübeşşirat, nedir?" diye sordular. [161] Peygamberimiz (a.s.): "Müslüman kimsenin rüyasıdır, [162] salih rüyadır! [163] Salih rüya, peygamberlik işinin parçalarından bir parçadır. [164] Salih kişinin gördüğü rüya, [165] peygamberlik işinin kırkaltı parçasından bir parçadır!" buyurdu. [166] Salih rüyanın peygamberlik işinin kırkaltı parçasından bir parça oluşu; Peygamberimiz (a.s.)ın peygamberlik süresinin, onüç yıl Mekke'de, on yıl da Medine'de olmak üzere, yirmiüç yıl olup, bunun ilk altı aylık kısmının sadık ve salih rüyalar görmekle geçmiş bulunduğuna ve bunun da yirmiüç yılın kırkaltıda birini teşkil ettiğine göredir. [167] 2) Vahiy tarzlarından ikincisi, vahyedilecek kelamın, [168] melek görünmeksizin, [169] Peygamberimiz (a.s.)ın kalbine ilka olunmasıdır. [170] Yüce Allah; Cebrail (a.s.)da, ilahî hitaba mutahap ve ilahî emri tebliğe memur olduğu hakkında zarurî bir ilim yarattığı gibi, Peygamberimiz (a.s.)ın kalbinde de zarurî bir ilim yaratırdı da, Peygamberimiz (a.s.) kalbine ilka olunan şeyin mücerred bir ilhamdan ibaret olmayıp Cebrail (a.s.)ın Allah'tan getirdiği bir vahiy olduğunu kesin olarak bilirdi. [171] Peygamberimiz (a.s.)ın: "Hiç şüphesiz, Ruhu'l-Kudüs (Cebrail (a.s.)) kalbime şunu ilka ve vahy etti ki, hiçbir nefisi [172] eceli dolmadıkça, [173] rızkını tamam olarak almadıkça ölmez! Öyle ise, Allah'tan sakınınız da, onu güzel ve meşru yollardan arayınız. [174] Helal olanı alınız, haram olanı bırakınız! [175] Rızık gecikirse, onu Allah'a mâsiyetle elde etmeye kalkışmayınız! Çünkü, Allah katındaki şeye, Allah'a itaattan başkası ile nail olunamaz!" [176] hadis-i şeriflerinde olduğu gibi. [177] 3) Vahiy tarzlarından birisi de, vahiy meleğinin insan suretine girerek, vahyedilecek şeyi, [178] bir insanın bir insana tevdi edişi gibi vahyedişidir. [179] Haris b. Hişam: "Yâ Rasûlallah! [180] Sana vahiy nasıl gelir?" diye sormuştu. Peygamberimiz (a.s.); ona verdiği cevapta, vahyin bu tarzını şöyle cevaplamıştır: "Bazı kere, melek, benim için insan suretine girer, benimle konuşur, ben de onun söylediklerini iyice bellerim. [181] Bu, bana vahyin en kolay gelenidir. [182] Cebrail (a.s.)ı gördüm. Gördüklerimden, ona en çok benzeyeni, Dıhye'dir!" buyurmuştur. [183] Cebrail (a.s.), Peygamberimiz (a.s.)a, çok kere Dıhye'nin suretinde gelirdi. [184] Vahyin bu tarzında, Ashab-ı Kiramın Cebrail (a.s.)ı gördükleri de olurdu. [185] Hz. Âişe der ki: "Dıhyetü'l-Kelbî'nin sakalı, başı ve yüzü, Cebrail'e benzerdi. [186] Ben şu odamda oturduğum sırada, [187] Resûlullah (a.s.), birden sıçrayıp dışarı çıktı. Bakınca, yanında bir adam bulunduğunu gördüm ki, kadana atının üzerinde duruyor, başına beyaz sarık sarmış, sarığının bir ucunu iki omuzunun arasına sarkıtmıştı. Resûlullah (a.s.) ise, elini onun kadanasının yelesinin bittiği yere koymuştu. [188] Resûlullah (a.s.) içeri girince: [189] 'Yâ Rasûlallah! Birdenbire sıçradın, beni korkuttun! [190] Sana gizli birşey fısıldadığını gördüğüm kişi, kimdi?' dedim. Resûlullah (a.s.): 'Sen onu gördün mü?' diye sordu. 'Evet! Gördüm' dedim. [191] 'Sen onu kime benzettin?' diye sordu. 'Dıhyetü'l-Kelbîye benzettim! [192] Sen iki elini onun atının yelesinin bittiği yere koymuş olduğun halde, kendisiyle konuştuğumu gördüm!' dedim. [193] 'Sen, çok hayır görmüşsün! [194] O, Cebrail'dir!' buyurdu. [195] Çok geçmeden, 'EyÂişe! [196] Cebrail sana selam veriyor' buyurdu. Ben de: 'Ve (a.s.)ü ve rahmetullahi ve berekâtüh! Allah, o konuğu da, sahibini de hayırla mükâfat¬landırsın! Ne güzel sahip! Ne güzel konuk!' dedim." [197] Abdullah b. Abbas da der ki: "Babam Abbas'la birlikte, Resûlullah (a.s.)ın yanında idim. Resûlullah (a.s.)ın yanında da, bir adam bulunuyor ve onunla fisıldaşıyordu. Resûlullah (a.s.) babamdan yüz çevirmiş gibi idi (Onunla pek ilgilenmiyordu). Resûlullah (a.s.)ın yanından, dışarı çıktık. Babam, bana: 'Oğulcuğum! Amcanın oğlunun, benden yüz çevirir gibi olduğuna dikkat etmedin mi?' dedi. Ben: 'Babacığım! O, yanında bulunan bir adamla fisıldaşıyordu' dedim. Bunun üzerine, hemen Resûlullah (a.s.)ın yanına döndük. Babam: 'Yâ Rasûlallah! Abdullah'a şöyle şöyle söylemiştim. O da, senin yanında bulunan bir adamla fısıl-daşdığını bana haber verdi. Senin yanında bir kimse var mıydı?' dedi. Resûlullah (a.s.), bana: 'Ey Abdullah! Sen onu gördün mü?' diye sordu. Ben: 'Evet! Gördüm' dedim. Resûlullah (a.s.): 'İşte o, Cebrail idi. Seninle ilgilenmekten, beni o meşgul etti!' buyurdu." [198] Cebrail (a.s.)ın, ashaba dinlerini öğretmek üzere, tanımadıkları bir beşer suretine girerek Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelişini de, Hz. Ömer şöyle anlatır: "Resûlullah (a.s.)la ashabından yanındaki bir cemaatla birlikte [199] Mescid'de oturduğumuz sırada, [200] güzel yüzlü, [201] başının saçı kulak yumuşaklarına kadar uzamış, [202] güzel saçlı, [203] saçına güzel koku sürünmüş, [204] üzerindeki [205] elbisesi bembeyaz, [206] saçı simsiyah, [207] genç ve güzel, [208] üzerinde yolculuk eseri görülmeyen, bununla birlikte içimizden hiçbirinin tanımadığı bir adam [209] çıkageldi. [210] Orada bulunan cemaat, birbirlerine bakıştılar. [211] Adam: 'Esselâmü aleykeyâ Rasûlallah!' diyerek Resûlullah (a.s.)a ve 'Esselâmü aleyküm!' diyerek bizlere selam verdi. Resûlullah (a.s.) onun selâmına karşılık verdi. Biz de, onunla birlikte, karşılık verdik. [212] Adam: 'Yâ Rasûlallah! Ben, sana geldim' dedi. Resûlullah (a.s.): 'Evet!' buyurdu. [213] Adam, Resûlullah (a.s.)ın yanına kadar varıp oturdu. [214] 'Bana biraz yaklaş yâ Rasûlallah!' dedi. Resûlullah (a.s.) biraz yaklaştı. Adam, tekrar: 'Yâ Rasûlallah! Biraz daha yaklaş!' dedi. Resûlullah (a.s.) biraz daha yaklaştı. [215] Adam: 'Yâ Rasûlallah! Biraz daha yaklaş!' dedi. Resûlullah (a.s.); diz kapaklan onun dizkapaklarına değecek kadar yaklaştı. [216] Sonra, adam, ona (Resûlullah (a.s.)a) saygı olmak üzere, ayağa kalkıp oturdu. [217] Adam; iki dizini Resûlullah (a.s.)ın iki dizine bitiştirip dayadı, [218] ellerini kendi dizlerinin üzerine koydu. [219] 'Yâ Rasûlallah! [220] Yâ Muhammed! [221] Bana imandan haber ver. İman, nedir?' diye sordu. Resûlullah (a.s.): 'İman; Allah'a, Allah'ın meleklerine, Allah'ın Kitablarına, Allah'ın resûllerine, âhiret gününe, bir de, hayır ve şer, kadere inanmandır!' buyurdu. [222] Adam: 'Ben böyle yaparsam iman etmiş olur muyum?' diye sordu. Resûlullah (a.s.): 'Evet!' buyurdu. [223] Adam: 'Doğru söyledin!' dedi. [224] Adamın 'Doğru söyledin' diyerek biliyormuşcasına Resûlullah (a.s.)ı tasdik edişine; [225] 'Hem soruyor, hem de onu tasdik ediyor?!' diye şaştık. Adam, bundan sonra: 'Yâ Muhammed! Bana İslâm'dan haber ver! [226] Nedir o?' diye sordu. Resûlullah (a.s.): 'İslâm; Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet etmen, namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna gücün yeterse Beytullah'a hac¬cetmen, [227] cünüplükten gusledip yıkanmandır!' buyurdu. [228] Adam: 'Ben böyle yaparsam Müslüman olur muyum?' diye sordu. Resûlullah (a.s.): 'Evet!' buyurdu. [229] Adam, yine: 'Doğru söyledin!' dedi. [230] Biz, yine, adamın 'Doğru söyledin!' deyişine; [231] hem soruyor, hem de onu tasdik ediyor diye, haline şaştık. [232] Adam böyle her defasında 'Doğru söyledin!' 'Doğru söyledin!' dedikçe, cemaat: 'Biz Resûlullah (a.s.)a bu adamdan daha fazla saygı gösterenini görmedik! Sanki Resûlullah (a.s.)ı tanıyor!' demekte idiler. [233] Bundan sonra, adam: 'Yâ Rasûlallah! [234] Sen bana ihsandan haber ver! [235] Yâ Muhammed! [236] Yâ Rasûlallah! [237] İhsan nedir?' diye sordu. [238] Resûlullah (a.s.): 'İhsan; [239] Allah'a, O'nu görüyor gibi, ibadet etmendir. Sen O'nu görmesen de, iyi bil ki, O seni görür!' buyurdu. [240] Adam: 'Ben böyle yaptığım zaman muhsin (ibadeti ihsan derecesinde yapan) olur muyum?' diye sordu. Resûlullah (a.s.): 'Evet!' buyurdu. [241] Adam, yine: 'Doğru söyledin!' dedi. [242] Adam böyle her defasında 'Doğru söyledin!' 'Doğru söyledin!' dedikçe, biz de, 'Doğrusu, Resûlullaha bundan daha çok saygı gösterenini görmedik!' diyorduk. Adam: 'Yâ Rasûlallah! [243] Bana Saat'ten (Kıyametten) haber ver! [244] O ne zaman kopacak?' diye sordu. [245] Resûlullah (a.s.): 'Kıyamet hakkında, kendisine soru sorulan, sorandan daha bilgili değildir!' buyurdu. [246] Adam: 'Doğru söyledin!' dedi. Resûlullah (a.s.): 'Kıyametin vakti, Allah'tan başka kimsenin bilmediği beş şeyden biridir!' buyurdu. [247] Adam: 'Öyle ise, bana onun emare ve alâmetlerinden haber ver! [248] Kıyametin alâmetleri nedir? [249] Bana onlardan haber ver?' dedi. [250] Resûlullah (a.s.): 'Cariyenin kendi efendisini doğurduğunu; yalınayak, çıplak, yoksul davar çobanlarının (zenginleşip) yüksek bina kurmakta birbirleriyle yarıştıklarını ve övünmeye kalkıştıklarını görmendir' buyurdu. [251] Adam: 'Doğru söyledin!' dedi. Sonra da, dönüp gitti. [252] Resûlullah (a.s.): 'Adamı bana geri çeviriniz!' buyurdu. [253] Hemen kalkıp adamın ardına düştük. Ne kendisinin nereye yönelip gittiğini anlayabildik, ne de izini tozunu görebildik! Bunu Peygamber (a.s.)a anlattık. [254] Resûlullah (a.s.): 'Ey İbn Hattab! [255] Ey Ömer! [256] Sen bana o sorulan soranın kim olduğunu biliyor musun?1 diye sordu. [257] 'Allah ve Resûlü bilir!' dedim. [258] Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.): 'O, Cebrail idi. Size dininizi öğretmek için gelmişti!1 buyurdu." [259] 4) Vahiy tarzlarından birisi de, vahyin dehşet saçan bir çan, çıngırak uğultusu gibi uğuldayarak gelişidir. [260] Haris b. Hişam'ın: "Yâ Rasûlallah! [261] Sana vahiy nasıl gelir?" sorusuna Peygamberimiz (a.s.)ın verdikleri cevapta, vahyin bu tarzı şöyle açıklanmıştır: "Vahiy bazan bana çıngırak sesi gibi (müthiş bir madenî ses uğultusu ve alarm ile) gelir ki, vahyin bana en ağır geleni de budur! Vahiy hali benden kalkınca, meleğin bana söylemiş olduğunu iyice bellemiş bulunurum" buyurmuştur. [262] Sanıldığına göre; işitilen bu şiddetli ses ya vahiy meleğinin kendi sesi, ya da, kanatlarının uğultusu idi. [263] Bunun hikmeti de, vahyi telakki ve hıfz için, Peygamberimiz (a.s.)ın kalbini toparlamak ve hazırlamak, [264] kulaklarının ve kalbinin vahiy meleğinin sesinden başkasıyla meşgul olmasına meydan bırakmamak içindi. [265] Abdullah b. Amr b.Âs: "Yâ Rasûlallah! Vahyin gelişini sezer misin?" diye sorduğu zaman, Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Sesi işitir ve susarım. Bana hiçbir sefer bu tarzda vahyolunmamıştır ki, ruhumun alınıyor olduğunu sanmış olmayayım!" buyurmuştur. [266] Yüce Allah bir emri vahyetmek, vahiy suretiyle dile getirmek istediği zaman, Allah'ın emrinin korkusundan, gökleri, son derece şiddetli bir titreme alır. [267] Göklerin halkı olan meleklerde, İlahî Kelamı, düz ve sert bir kayaya çarpan demir zincir(in çıkardığı korkunç ses) gibi işitince, [268] Allah'ın Kelamı karşısında duydukları derin haşyetten dolayı kanatlarını çırparlar, [269] baygın düşüp secdeye kapanırlar! Ayılıp secdeden başını ilk kaldıran, Cebrail (a.s.) olur. Yüce Allah ona, vahiylerinden, dilediğini söyler. [270] Cebrail (a.s.) yanlarına gelinceye kadar, öteki melekler öylece baygın halde kalırlar. Cebrail (a.s.), bütün göklerdeki meleklere uğrar. [271] Her göğe uğradıkça, [272] kalblerinden korku kaldırılan [273] o gök halkı olan [274] melekler ona: "Ey Cebrail! [275] Rabbimiz [276] ne buyurdu?" diye sorarlar. Cebrail de: "Hakkı buyurdu. [277] En Yüce, en büyük olan O'dur!" der. Meleklerin hepsi de, Cebrail (a.s.)ın söylediği gibi söylerler. [278] Birbirlerine de: "Rabbimiz ne buyurdu?" diye sorarlar ve: "Hakkı buyurdu. En yüce ve en büyük olan O'dur!" derler. [279] Yüce Allah, vahyi nereye ulaştırmasını emir buyurmuşsa, [280] Cebrail (a.s.), gökten yere kadar, gökten göğe geçe geçe, [281] götürüp oraya ulaştırır. [282] Zerkeşî'ye göre; vahyin bu tarzında, vahyin Peygamberimiz (a.s.)ca telakkisi, iki yolla idi. Onlardan birisi, Peygamberimiz (a.s.)ın beşeriyet sıfat ve suretinden soyunup sıyrılıp, melekiyet sıfat ve suretine bürünerek vahyi Cebrail (a.s.)dan alması; Diğeri de, Peygamberimiz (a.s.) vahyi alıncaya kadar, meleğin melekiyet sıfat ve suretinden soyunup beşeriyet sıfat ve suretine girmesi idi ki, birincisi, iki halden en güç ve en zor olanı idi. [283] Ashab-ı Kiramdan bazılarının görüp anlattıklarına göre; vahyin inişi sırasında Peygamberimiz (a.s.)a ağır bir sıkıntı basar; Yüzü, gül gibi olur; [284] Gözlerini kapar; [285] Başını önüne eğerdi. Yanındakiler de, başlarını önlerine eğerlerdi. [286] Peygamberimiz (a.s.), o hallerinde, çabuk çabuk nefis alırdı. [287] En soğuk günde bile, alnından inci taneleri gibi terler dökülürdü. [288] Vahiy hali sona erinceye kadar, yanındakilerden hiçbiri, başlarını kaldırıp Peygamberimiz (a.s.)ın yüzüne bakmaya kadir olamazlardı. [289] Vahiy kâtiplerinden Zeyd b. Sabit'in bildirdiğine göre; Peygamberimiz (a.s.)a gelen vahyin ağırlığı veya hafifliği, inen vahyin ağırlığı veya hafifliğiyle mütenasip bulunurdu. [290] Yani, inen vahiy va'd ve tebşir mahiyetinde ise, Cebrail (a.s.) beşer suretinde gelir, hitap ve telakki Peygamberimiz (a.s.)a bir güçlük vermezdi. İnen vahiy azap ve korkutmaya taalluk ettiği zaman, dehşet saçan bir çan, çıngırak uğultusu ile gelirdi. [291] Peygamberimiz (a.s.) deve üzerinde bulunduğu sırada da vahiy geldiği olur; devenin inen vahyin ağırlığına dayanamadığı, [292] bacaklarının iki yana ayrıldığı, büküldüğü, kırılacak gibi olduğu, bazan da çöktüğü görülürdü. [293] Nitekim, Peygamberimiz (a.s.) Adba adlı devesinin üzerinde bulunduğu sırada Mâide sûre¬si inmeye başlayınca, vahyin ağırlığından, Adba'nın bacakları az kalsın kınlıverecekti! [294] Zeyd b. Sabit der ki: "Resûlullah (a.s.)ın yanında oturuyordum. Derken, vahiy durgunluğu gelip, Resûlullah (a.s.) baygınlaştı. Kendisinin dizi, benim dizimin üzerine düştü. Vallahi, Resûlullah (a.s.)ın dizinden daha ağır basan birşey bulmamışımdır. Sonra, üzerinden vahiy hali sıyrılınca: 'Yaz ey Zeyd!' buyurdu. Hemen, bir kürek kemiğinin üzerine, yazdım. Resûlullah (a.s.)ı, vahiy durgunluğu ve baygınlığı tekrar bürüdü. Resûlullah (a.s.)ın dizi, benim dizimin üzerine düştü. Dizinin ağırlığını, öncekinden daha ağır buldum. [295] Neredeyse, dizim ezilecek sandım. [296] 'Ayağımın üzerinde artık yürüyemem!' dedim. [297] Bir ve tek olan Yüce Allah'ın indirip de kemiğin üzerine eklemiş olduğum o istisna fıkrasına; [298]-varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki- [299] hâlâ bakıyor, onu görüyor gibiyimdir!" [300] Hz. Ömer de, "Resûlullah (a.s.)a vahiy indirilirken, başucundan, arı uğultusuna benzeyen bir ses işitildiğini" söylemiştir. [301] 5) Vahiy tarzlarından birisi de, vahiy meleği Cebrail (a.s.)ın, Yüce Allah tarafından yaratıldığı aslî şekil ve suretinde, [302] inci ve yakut saçılan [303] altıyüz kanadıyla görünerek. [304] Yüce Allah'ın dilediğini, Peygamberimiz (a.s.)a vahyedişidir. [305] Bu da, iki kere vuku bulmuş; [306] Peygamberimiz (a.s.), Cebrail (a.s.)ı, yaratılmış olduğu aslî heyet ve suretinde, altıyüz kanadı ile, [307] iki kere, [308] ufku kaplayan, [309] her bir kanadından renk renk inciler, yakutlar saçılır [310] ve vücudunun büyüklüğü [311] yerle gök arasını doldurur bir halde görmüştür. [312] 6) Vahiy tarzlarından birisi de; Yüce Allah'ın, İsrâ ve Miraç gecesinde olduğu gibi. [313] göklerin üstünde, [314] perde arkasından, Peygamberimiz (a.s.)a-uyanık iken-hitapta bulunması, ya da- hadis-i şerifte açıklandığı üzere-uyurken, arada vahiy meleği bulunmaksızın Peygamberimiz (a.s.)la konuşmasıdır. [315] Peygamberimiz (a.s.) bu hususu şöyle açıklamışlardır: | |
| | | haydarı kerrar Administrator
Mesaj Sayısı : 2630 Kayıt tarihi : 24/05/09 Nerden : ANKARA
| Konu: Geri: İSLAM TARİHİ 2-VAHYİN GELİŞİ VE TEBLİĞ VAZİFESİ C.tesi Mart 06, 2010 5:07 pm | |
| "Rabbim, bana uykuda en güzel surette geldi." [316] "Rabbimi, en güzel surette gördüm! [317] Bana: 'Yâ Muhammedi Mele-i Âlâ (Mukarreb Melekler), birbirleriyle ne hakkında konuşur, soruşurlar; bilir misin?' diye sordu. [318] 'Hayır! Bilmiyorum yâ Rab!' dedim. Elini, iki küreğimin arasına koydu. Rabbimin Elinin serinliğini, memelerimin arasında duydum.! [319] Herşeyin ilmi benim için tecelli etti. [320] Gökte ve yerde olan şeyleri öğrendim. [321] Rabbim: 'Yâ Muhammedi Mele-i Âlâ (Mukarreb Melekler), birbirleriyle ne hakkında konuşur, soruşurlar; bilir misin?' diye tekrar sordu. [322] 'Evet! Bilirim [323] yâ Rab! [324] Keffaretler hakkında konuşurlar!' dedim. 'Nedir onlar?1 diye sordu. [325] 'Dereceler, kefaretler, camiye ve cemaatlara yürüyerek gidiş, [326] namazlardan sonra namazları bekleyiş, [327] iyiliklere doğru adım atış...' dedim. [328] 'Doğru söyledin yâ Muhammed! [329] Kim böyle yaparsa, temiz olarak yaşar, temiz olarak ölür, günahtan temizlenir, anasından doğduğu gibi olur! [330] Yâ Muhammedi Namaz kıldığın zaman: 'Ey Allah'ım! Bana hayırlı işler işletmeni, Kötülükleri bıraktırmanı, Yoksulları sevdirmeni, Beni yarlıgamanı, Bana acımanı, Benim tevbemi kabul etmeni, Kullarını ibtilâya uğratmak istediğin zaman da, beni fitne ve ibtilaya uğramamış olarak huzuruna almanı, Selamı yaymak, Yem ek yedirmek, Herkes uyurken geceleyin kalkıp namaz kılmak derecelerini bana nasip etmeni Senden dilerim!' de!' buyurdu." [331] 7) Vahiy tarzlarından birisi de, Yüce Allah'ın, Peygamberimiz (a.s.)ı hiçbir kulun hiçbir zaman erişemediği Yakınlık Makamına, ilahî kabul ve ikrama nail kılması; [332] arada vahiy meleği bulun¬maksızın, kendisine doğrudan doğruya hitap buyurmuş olmasıdır. [333] Ki, bu da, Miraç gecesinde olduğu gibi, uyanık iken vahiy buyurulacak şeyi er ya perde arkasından ya da doğrudan doğruya, yüz yüze olarak vahiy buyurulmak sûretiyle [334] vuku bulmuştur. Abdullah b. Abbastan sahih bir senedle [335] rivayet edildiğine göre; bu mülakatta, Peygamberimiz (a.s.), Rabbini görmüştür! [336] Yine ondan sahih bir senedle rivayet edilen hadiste de; İbrahim (a.s.)ın hainliğine, Musa (a.s.)ın kelîmliğine, Muhammed (a.s.)ın Rabbini gördüğüne, şaşırmayacağını söylemiştir. [337] Peygamberimiz (a.s.) da, bir hadis-i şeriflerinde, bu hususta açıklamalarda bulunmuşlardır: "Göklerin ve yerin işlerinden bana emrolunan şeylerden boşaldığım zaman: 'Yâ Rab! Benden önce, kendisine ikramda bulunmadığın hiçbir peygamber yoktur. [338] Yâ Rab! İbrahim'i halil, Musa'yı da kelîm edindin. [339] Davud için dağları, Süleyman için rüzgâr ve şeytanları musahhar kıldın! İsa için de ölüleri dirilttin!1 dedim. 'Benim için, ne yaptın?' diye sordum. Yüce Allah: 'Sana, bunların hepsinden daha üstününü vermedim mi? Senin ismini Kendi ismimle birlikte anmadıkça, Kendi ismimi anmadım!1 buyurdu." [340] "Ve refa'nâ leke zikrek=Senin namını yükselttik" [341] âyetindeki nam yüksekliği; kelime-i tevhid ve kelime-i şehâdette, [342] ezanda, Kur'ân-ı Kerîm'de [343] Peygamberimiz (a.s.)ın isminin de Yüce Allah'ın ismiyle birlikte anılmasıdır diye tefsir edilmiştir. [344] Mekke'nin fethinde, Bilal-ı Habeşî Kabe'nin üzerine çıkıp Mekke'de ilk ezanı okurken "Eşhedü enne Muhammeden resûlullah!" şehadetini işiten Ebu Cehil'in kızı Cüveyriye de: "Hayatıma yemin ederim ki; [345] Allah Muhammed'in namını yükseltti. [346] Allah seni şereflendirdi ve senin namını yükseltti! [347] Senin adın, şanın yükseldi!" demekten kendini alamamıştır. [348]
Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)ın Tebligat ve İcraatının Kaynağının İlahî Vahiy Oluşu
Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)in tebligat ve icraatının kaynağı ilahî vahiy idi Bu gerçek, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklanmıştır: "İşte, Biz (ey Resûlüm!), sana da böylece Emrimizden bir Ruh (Kur'ân) variyettik. Halbuki, (vahiyden önce) sen, 'Kitab nedir? İman nedir?1 bilmezdin. Fakat, Biz, onu (Kur'ân'ı) bir nur yaptık. Bununla, kullarımızdan kimi dilersek ona hidayet veririz. Şüphe yok ki, sen muhakkak doğru bir yolun rehberliğini yapıyorsun!" [349]
İbrahim ve İsmail (a.s.)ların Peygamberimiz (a.s.) Hakkındaki Dilekleri ve Dileklerinin Kabul Olunuşu
İbrahim (a.s.)la oğlu İsmail (a.s.)ın, Kabe'nin duvarlarını örüp yükseltirlerken, Yüce Allah'a: "Ey Rabbimiz! Bizden sâdır olan şu hizmeti kabul buyur! Şüphe yok ki, herşeyi işiten, herşeyi bilen Sensin Sen! Ey Rabbimiz! Bizi, Sana teslimiyette sabit kıl! Soyumuzdan da, yalnız Sana boyun eğen Müslüman bir cemaat yetiştir! Ey Rabbimiz! Onların içinden de, kendilerine Senin âyetlerini okuyacak, onlara Kitabı ve hikmeti öğretecek, onları iyice temizleyecek bir peygamber de gönder..." diyerek dua ettikleri [350] ve Hz. Muhammed (a.s.)ın peygamber olarak gönderilmesiyle bu dualarının kabul buyurulduğu da: "İçinizde, kendinizden bir peygamber gönderdik ki, size âyetlerimizi okuyor, sizi tertemiz yapıyor, size Kitabı ve hikmeti öğretiyor, bilmediğiniz şeyleri size bildiriyor;" [351] '(Ey Resûlüm!) Allah, sana Kitabı ve hikmeti indirdi. Daha önce bilmediklerini de sana öğretti. Allah'ın senin üzerindeki lütuf ve inayeti çok büyüktür" [352] mealli âyetlerle açıklanmıştır. Bu âyetlerde anılan Kitabın Kur'ân-ı Kerîm olduğu ve Peygamberimiz (a.s.)ın da onu ümmetine bıraktığı, tarihî bir vakıa ve gerçektir. [353]
Kur'an-ı Kerîm, Kur'an-ı Kerîm'in İnişi, Ezberlenişi ve Yazılışı
Kur'ân-ı Kerîm'in isimlerinden olan "Kur'ân" sözü, aslında masdar olup kıraat etmek, okumak demektir. [354] Kur'ân-ı Kerîm, âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah tarafından, [355] insanları karanlıklardan aydınlığa, Allah'ın doğru yoluna çıkarmak için [356] son peygamber [357] Hz. Muhammed (a.s.)ın kalbine, Cebrail (a.s.)ın aracılığıyla, [358] hiç unutmamak, hafızasından silinmemek üzere [359] vahyedilmek. [360] okunmak suretiyle [361] azar azar indirilen; [362] hiç kimsenin bir benzerini daha vücuda getiremeyeceği; [363] Allah katında çok şerefli, kadri yüce; tertemiz sahifelerde kıymetli, sevgili, takva sahibi katiplerin elleriyle yazılı; [364] nesilden nesile tevatürle nakil olunagelen; doğruluğunda hiç şek ve şüphe bulunmayan Allah Kelamı di r. [365] Kur'ân-ı Kerîm Peygamberimiz (a.s.)a, Ramazan ayında, [366] Kadir gecesinde inmeye başlamış, [367] yirmi üç yılda tamamlanmıştır. [368] İbn Abbas'ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz (a.s.), kendisine Cebrail (a.s.) tarafından indirilen âyetleri ezberlemek, unutmamak için acele eder, dudaklarını Cebrail'in okuyuşuna uydurarak kımıldatır dururdu. [369] Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu: "(Ey Resûlüm!) Onu (Kur'ân'ı Cebrail sana okuyup bitirmeden) ezberlemek için, dilini onunla (Kurbânla) depretme! Onu, (göğsünde) toplamak (ezberletmek), okutmak Bize düşer. O halde, Biz, onu sana (Cebrail'in dili ile) okuduğumuzda, sen onun okunuşuna sadece uy! (susup kulak ver, dinle!) Sonra onu okuman, Bize aittir (okumanı Biz tekeffül ederiz)." [370] "Bundan böyle, Biz sana Kur'ân'ı okutacağız da, sen onu unutmayacaksın." [371] İşte bundan sonra, ne zaman Cebrail (a.s.) gelir, vahiy getirirse, Peygamberimiz (a.s.) susar, onu dinler; Cebrail (a.s.) dönüp gidince, onun okumuş olduğu âyetleri, o nasıl okumuş idiyse öylece, ezberinden okurdu. [372] Kur'ân-ı Kerîm'in Arapça olarak indirildiği de, Kur'ân-ı Kerîm'de açıklanmıştır. [373] Kur'ân-ı Kerîm'in ilk hafızı, Peygamberimiz (a.s.)clı. [374] Cebrail (a.s.) her yıl Ramazan ayında, her gece gelir, Ramazan'ın sonuna kadar Kur'ân-ı Kerîm'i Peygamberimiz (a.s.)la mukabele eder; yani o okur, Peygamberimiz (a.s.) din¬ler, Peygamberimiz (a.s.) okur, Cebrail (a.s.) dinlerdi. Peygamberimiz (a.s.)ın vefat ettiği yılda ise, bu mukabele iki kere yapı İm işti. [375] Yüce Allah Müslümanlara namazda Kur'ân'dan kolaylarına geleni okumalarını emir buyurduğu [376] ve Peygamberimiz (a.s.) da, Kur'ân'sız (kıraatsız) namaz olamayacağını haber verdiği için; [377] erkek kadın her Müslümanın, en az, namazlarında okuyacakları kadar sûre veya âyetler ezberlemeleri gerekiyor, bununla yetinmeyip Kur'ân-ı Kerîm'in tümünü ezberlemeye koyulanlar da oluyordu. Peygamberimiz (a.s.), kendisine Kur'ân-ı Kerîm âyetleri nazil oldukça, vahiy katiplerinden birini çağırır, ona "Yaz!" buyurup yazdırır, onun hangi sûreye ve sûrenin neresine konulacağını da bildirir, [378] bu da kendisine Cebrail (a.s.) tarafından bildirilmiş bulunurdu. Nitekim, Peygamberimiz (a.s.): "Bana Cebrail ((a.s.)) geldi. Şu 'İnnallâhe ye'muru bi'l-adli ve'l-ihsâni ve îtâi zi'l-kurbâ ve yenhâ ani'l-fahşâi ve'l-münkeri ve'l-bağyi yaizuküm lealleküm tezekkerûn' âyetini [Nahl: 90], şu sûrenin [Nahl sûresinin] şurasına [89. âyetin altına] koymamı bana emretti" buyurmuştur. [379] Zeyd b. Sabit der ki: "Vahyi Resûlullah (a.s.)ın huzurunda yazardım. Bitirdiğim zaman, bana: 'Yazdığını, oku!' buyururdu. Eğer onda yazılmayan birşey kalmışsa ekletir, fazla birşey olursa çıkarttırırdı ." [380] Nisa sûresinin 95. âyeti nazil olunca da: "Bana Zeyd'i çağırınız. Levhayı, diviti ve kürek kemiğini, veya kürek kemiğini ve diviti getirsin!" buyurmuş, [381] Zeyd gelince de, ona: "Ey Zeyd!" [382] buyurarak [383] yazdıracağı âyeti yazdırmış, [384] bu âyete ait olup o anda nazil olan "zarar görenler dışında" istisnasını da ona ekletmiştir. Zeyd b. Sabit der ki: "Bir ve tek olan Yüce Allah'ın indirip de kemiğin üzerine eklemiş olduğum o istisnaya, [385] varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, [386] hâlâ bakıyor, onu görüyor gibiyimdir!" [387] Kur'ân-ı Kerîm, böylece, başından sonuna kadar, Peygamberimiz (a.s.)ın huzurunda, hurma dallan, düz, yassı taşlar, kürek kemikleri ve yazı yazmaya elverişli daha başka şeyler üzerine yazılmış bulunuyordu. [388] Kur'ân-ı Kerîm'in vahyi Peygamberimiz (a.s.)ın vefatına yakın bir zamana kadar devam ettiği için, [389] Kur'ân-ı Kerîm'in yazılı sahifeleri mushaf haline getirilmemişti. Kur'ân-ı Kerîm sûrelerden, sûreler de âyetlerden teşekkül etmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'in iki kapağı arasında yüz on dört sûre olup, [390] Berâe (Tevbe) sûresinden başka, bütün sûrelerin başında Besmele vardır. Yani, her sûre diğerinden Besmele ile ayrı İmi ştır. [391] Sûre; lügatta, yüksek derece ve mertebeye, büyük bir şehri kuşatan sûra benzetilerek, Kur'ân-ı Kerîm'in de en az üç âyetten müteşekkil, hususi bir isim taşıyan müstakil bölümlerinden her birine de sûre denilmiştir. [392] Sûre sözü, Kur'ân-ı Kerîm'in müteaddit âyet ve sûrelerinde geçer. [393] Kur'ân-ı Kerîm'in en uzun sûresi Bakara, en kısa sûresi de Kevser sûresidir. [394] Âyet; lügatta açık alâmet, nişane, bellik demektir. Din teriminde ise; Kur'ân-ı Kerîm'in bir hükme delâlet eden ve birbirlerinden birer fasıla ile ayrılmış bulunan uzun veya kısa cümlelerinden her birine âyet denir. [395] Kur'ân-ı Kerîm'in âyetlerinin sayısında, sûre başlarındaki Besmeleyi o sûrenin âyetlerinden sayıp saymamak, âyetlerdeki durak yerlerinde görüş birliğine varamamak gibi sebeplerle, altı binden son¬rasında ihtilaf edilmiştir. İbn Abbas'a göre, Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinin toplamı altı bin altı yüz altmışaltıdır. [396] Şeyhülislam İbn Kemal de bunu benimsemiş ve: "Bilmek istersen eğer sen aded-i âyâtı: Cümlesi altıbin altı yüz altmış altı" demiştir. [397]
Kur'ân-ı Kerîm'in En Büyük ve En Devamlı Mucize Oluşu
Peygamberimiz (a.s.): "Peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki, ona, insanların iman etmek zorunda kaldığı mucizelerin bir benzeri verilmemiş olsun! Bana verilen mucize ise, Allah'ın bana vahyettiğidir, Kur'ân'dır! Bunun için, Kıyamet günü, Peygamberlerin en çok ümmetlisi ben olacağımı umarım!" buyurmuş¬tur. [398] Her peygamberin, zamanına göre, peygamberlik dâvasını ispatlayacak bazı harikuladeleri, mucizeleri vardır; asanın yılana çevrilmesi gibi. Musa (a.s.)ın zamanında sihir yaygındı. Bunun için, Musa (a.s.) sihirden daha üstün ve baskın olan bir mucize getirip, muhataplarını iman etmek zorunda bırakti. [399] İsa (a.s.)ın zamanında tıp (doktorluk) yaygın ye üstündü. Bunun için, İsa (a.s.), doktorluktan daha üstün ve baskın olan bir mucize getirdi: Ölüyü diriltti. Muhammed (a.s.)ın zamanında ise, fesahat ve belagat yaygındı. [400] Bunun için, Peygamberimiz Muhammed (a.s.), kavmine, bir fesahat ve belagat mucizesi olan Kur'ân-ı Kerîm'i getirdi. Peygamberimiz Muhammed (a.s.)dan önceki peygamberlerin mucizeleri kendilerinin vefatlarıyla sona ermiş, onları, o zaman hâzır bulunanlardan başkaları da görmemişlerdir. Peygamberimiz Muhammed (a.s.)ın mucizesi olan Kur'ân-ı Kerîm ise, Kıyamet gününe kadar devam edecektir. [401] Önceki peygamberlere verilen mucizelerin benzerleri ya suretçe, ya da hakikatça, kendilerinden öncekilere de verilmiş bulunuyordu. Kur'ân Kerîm mucizesinin benzeri ise, daha önce hiçbir peygambere verilmemiştir. [402] Kur'ân Kerîm; yalnız fesahat ve belagat yönünden değil, her yönden de bir benzeri daha ortaya konulamayacak bir mucizedir. Yüce Allah, bu gerçeği Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklar: "(Ey Resûlüm!) de ki: Andolsun, insanlar ve cinler, şu Kitabın benzerini vücuda getirmek üzere biraraya toplansa ve birbirlerine yardımcı da olsalar, yine de onun benzerini getiremezler! Şanıma andolsun ki, Biz bu Kur'ân'da, insanlar için her mânâda nice türlüsünü açıklamışızdır. İnsanların pek çoğu ise, kâfirlikte ayak dirediler." [403] Ebu Ubeyd'in bildirdiğine göre; bir çöl Arabi, bir zâtı "Fasda1 bimâ tü'meru ve a'riz ani'l-müşrikîn=Şimdi, sen, sana emrolunanı açığa vur! Müşriklerden yüz çevir!" (Hicr: 94) âyetini okurken işit¬ince, hemen secdeye kapanır ve: "Ben, onun fesahatindan dolayı secde ettim!" der. Başka birisi de: "Felemmestey'esû minhü halesû neciyyâ=Vaktâ ki, ondan umutlarını kestiler, fısıldaşarak bir yana çekildiler" (Yûsuf: 80) âyetini bir adamdan işitince: "Ben şehadet ederim ki; bu sözün benzerini bir yaratık söylemeye güç yetiremez!" demiştir. Bir cariyeden dinlediği kelamın fesahatına hayran olarak: "Allah aşkına, sen ne kadar da fesahatlısın!" demekten kendini alamayan Asmaîye, cariye: "Ve evhaynâ ilâ ümmi Mûsâ en erdnhife izâ hıfti aleyhi fe elkîhi fi'l-yemmi ve lâtehâff ve lâ tahzenî. İnnâ râddûhü ileyke ve câilûhü mine'l-mürserîn=Mûsâ'nın anasına: 'Onu, emzir. Sana onun hakkında bir tehlike gelince, kendisini denize bırak. Korkma. Kederlenme. Çünkü, Biz, onu yine sana geri döndüre¬ceğiz. Hem onu peygamberlerden biri de yapacağız1 diye vahyettik1 (Kasas: 7) kavlinden sonra, şu ben¬imki, bir fesahat mı sayılır?" demiştir. Gerçekten de, bu bir tek âyette; iki emir, iki nehiy, iki haber ve iki müjde birleştirilmiştir. [404] Peygamberimiz (a.s.)ın mucizesi sadece Kur'ân-ı Kerîm'den ibaret bulunmadığı ve daha birçok mucizeleri olduğu halde, hadis-i şeriflerinde yalnız Kur'ân-ı Kerîm'i anmakla yetinmeleri, onun mucizelerinin en büyüğü ve en yararlısı oluşundan; dine daveti, delil ve hücceti hâvi bulunuşundan; Kıyamet gününe kadar, hâzır ve gaip, herkesin ondan yararlanışındandır. [405] Kur'ân-ı Kerîm'e Kur"ân isminin verilişi; İlahî Kitablar arasında, Kitabların, belki bütün ilimlerin semerelerini içinde toplamış olduğu içindir. Nitekim, Yüce Allah: "Ve tafsile külli şey'in=Herşeyin tafsilidir;" (Yûsuf: 111), "Tibyânen li külli şey'in=Herseyin apaçık bir beyanıdır" (Nahl: 39) buyurmuştur. [406] Peygamberimiz (a.s.) da: "Bana, Tevrat yerine es-Sebi1 verildi. Zebur yerine, Miun verildi. İncil yerine, Mesâni verildi. Mufassallar da, fazla olarak verildi" buyurmuştur. [407] Kur'ân Kerîm'in sûreleri, âyetlerinin çokluğuna göre dörde ayrılır: 1)Tuvel, Miun, Mesani, Mufassal. Bakara, Âl-i İmrân, Nisa, Mâide, En'âm, A'râf ve Yûnus sûrelerine uzunluklarından dolayı "Seb'u't-tuvel=Yedi uzunlar" denir. Kur'ân-ı Kerîm'in yüzden fazla veya yüze yakın âyetli; Berâe (Tevbe), N ahi, Hûd, Yûsuf, Kehf, İsrâ, Enbiyâ, Tâhâ, Mü'minûn, Şuarâ ve Sâffât sûrelerine ise Miun (Yüz âyetliler) denir. Miun sûrelerinden sonra gelen ve yüzden az âyetli sûrelere Mesani denir. [408] Kur'ân Kerîm'in yüzden az âyetli Mesani sûrelerini sık sık takip eden ve aralan Besmele ile ayrılmış bulunan kısa sûrelerine Mufassal sûreler; ve bunların uzunlarına uzun Mufassallar, orta uzun¬lukta olanlarına orta Mufassallar, daha az âyetli olanlarına kısa Mufassallar denir. [409] Hakikat ehline göre; Kur'ân-ı Kerîm bütün hakikatları kendisinde toplayan ledün ilminin de icmali ve özetidir. [410] Hz. Ömer'in "ilimle dolu dağarcık!" diyerek takdir ettiği, [411] Ashab-ı Kiramdan Abdullah b. Mes'ud: "İlim isteyen, Kur'ân'ı incelesin! Çünkü, öncekilerin de, sonrakilerin de ilmi, onun içindedir!" demiştir. [412] Abdullah b. Mes'ud'un da "Kur'ân'ın ne güzel tercümanıdır!" diyerek takdir ettiği ve ilminin çok¬luğundan dolayı Bahr (deniz) diye anılan [413] ve Hz. Ömer tarafından da müşkil meselelerde çağırılıp görüşü alınan [414] Abdullah b. Abbas da: "Eğer bana ait deve dizbağları yitecek olsa, muhakkak, orada, Yüce Allah'ın Kitabında bulurum!" demiştir. [415]
Kur'an-ı Kerîm'in Mushaf Haline Getirilişi ve Nüshalarının Çoğaltılışı
Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)ın vefatından sonra vuku bulan Yemâme savaşında Kur'ân-ı Kerîm hafızlarından bir haylisinin şehit düşmesi, Kur'ân-ı Kerîm sahifelerinin biraraya toplan¬masına sebep olmuştur. Vahiy katiplerinden Zeyd b. Sabit der ki: "Yemâme'de, birçok hafız sahabinin şehit düşmeleri üzerine, Ebu Bekir, bana adam gönderdi. Kendisinin yanında Ömer de bulunuyordu. Ebu Bekir, bana dedi ki: 'Ömer, bana geldi: 'Yemâme vak'ası, Ashabdan birçoklarının ölümüne sebep oldu. Başka yerlerdeki savaşlarda da böyle şehit düşmesiyle, Kur'ân'dan birçok kısmının zayi olup gitmesinden korkuyorum. Kur'ân'ı toplamayı emretmeni uygun görüyorum1 dedi. Ömer'e: 'Resûlullah (a.s.)ın yapmadığı birşeyi ben nasıl yaparım?!' dedim. Ömer 'Vallahi, bu, büyük bir hayırdır!' dedi. Bana bu hususta o kadar ısrar etti ki, nihayet, ona Allah kalbimi açtı, yatıştırdı. Ömer'in görüşünü uygun gördüm. 'Sen genç ve akıllı bir adamsın. Sana bizim emniyet ve itimadımız vardır. Sen Resûlullah (a.s.)a vahiy yazardın. Binaenaleyh, Kur'ân'dan, gerek senin yanında, gerek başkaları yanında yazılı bulunanları araştır, topla, biraraya getir!' dedi. Vallahi, bana dağlardan bir dağı nakletme işini teklif etselerdi, Kur'ân'ı cem işinden daha ağır olmazdı. 'Peygamber (a.s.)ın yapmadığı birşeyi nasıl yaparsınız?!' dedim. [416] Ebu Bekir 'Vallahi, bu, büyük bir hayırdır!' dedi. Ebu Bekir'in ve Ömer'in kalbini yatıştıran Allah, ona benim de kalbimi açtı, yatıştırdı. [417] Bunun üzerine, Kur'ân'ı, yazılı bulunduğu yapraksız, kabuğu soyulmuş hurma dallarından, yassı, ince, beyaz taşlardan ve hafızların hıfzından araştırarak topladım. Hatta, ezberlerde bulunan Tevbe (Berâe) sûresinin âhirindeki 'Le kad câeküm rasûlün min enfusiküm azîzün aleyhi mâ anittüm harîsun aleyküm bi'l-mü'minîne raûfun rahîm1 âyetidir; Ebu Huzeyfetü'l-Ensârî'de buldum. Bunu, ondan başkasında yazılı olarak bulamadım. Kur'ân'ın bu suretle toplanan sahifeleri, vefatına kadar, Ebu Bekir'in yanında; sonra, hayatı boyun¬ca Ömer'in yanında; ondan sonra da, Resûlullahın zevcelerinden Hafsa binti Ömer'in yanında kaldı." [418] Peygamberimiz (a.s.), ümmetine, Kur'ân-ı Kerîm'den, iki kapak arasındakinden başka birşey bırakmamış; Kur'ân-ı Kerîm'den olup da iki kapak arasına girmeyen birşey kalmamıştir. [419] Hz. Ebu Bekir, Kur'ân-ı Kerîm sahifelerini biraraya derletip toplattığı zaman: "Ona, bir isim veriniz!" dedi. Bazıları "İncil" ismini verdiler, beğenmediler. Bazıları "Sifr" ismini verdiler. Yahudiler kitaplarına Sifr dedikleri için, onu da beğenmediler. Abdullah b. Mes'ud: "Habeşlilere ait bir kitap görmüştüm ki, onlar onu Mushaf diye anıyorlardı" deyince, Mushaf ismini verdiler. [420] Hz. Ali: "Allah, Ebu Bekir'e rahmet etsin! Mushafı toplamak hususunda, insanların en büyük ecre nail olanı, o idi. Kur'ân-ı Kerîm'i iki kapak arasında toplayan ilk kişi, o idi" demiştir. [421] Kur'ân Kerîm'in, Hz. Osman devrinde nüshalarının çoğaltılışı da, şöyle olmuştur: Fütuhata katılan gaziler arasında kıraat ihtilafları çıkmış ve her biri kendi telaffuzunun doğruluğun¬da ısrar etmiş, bu hususta birbirlerini bilgisizlikle suçlayacak kadar ileri gitmişlerdi. Irak ordusu ile birlikte İrminiyye ve Azerbaycan fethinden sonra, Şam'a karşı yapılan savaşta bulun¬duğu sırada, Huzeyfe b. Yeman, Hz. Osman'a geldi. Huzeyfe b. Yeman'ı, ordu efradının Kur'ân-ı Kerîm okuyuşundaki ihtilafları, telaşa düşürmüştü. Hz. Osman'a: "Ey mü'minler emîn! Kitabları üzerinde, Yahudiler ve Nasranflergibi ihtilafa düşmeden, bu ümmete yetiş!" dedi. Bunun üzerine, Hz. Osman: "Mushaflara geçirmemiz için, Suhuf'u bize gönder! Sonra, sana iade ederiz!" diye, Hz. Hafsa'ya haber gönderdi. Zeyd b. Sabit'e, Abdullah b. Zübeyr'e, Saîd b.Âs'a, Abdurrahman b. Haris b. Hişam'a emretti. Bunlar da, o suhufu mushaflara geçirdiler. Hz. Osman, onlardan, Kureyşî olan üç âzâya: "Siz, Kur'ân'dan herhangi bir şeyde, Kur'ân'ın imlâsında Zeyd b. Sabitle ihtilaf ettiğiniz vakit, onu Kureyş'in dili ile yazınız. Çünkü, Kur'ân, ancak Kureyş'in dili ile inmiştir!" dedi. Onlar da, öyle yaptılar. Suhuf'u mushaflara geçirdikten sonra, Hz. Osman Suhuf'u Hz. Hafsa'ya iade etti. Yazdıklarından, her tarafa birer mushaf gönderdi. Bunlardan başkasını, sahife olsun, mushaf olsun, yakmalarını emretti. [422] Hz. Osman, Hz. Hafsa'daki Suhuf'tan dört mushaf istinsah ettirmişti. Onlardan birini, Küfeye, Birini, Basra'ya, Birini, Şam'a gönderdi. Birisini da, yanında alıkoydu. Çoğaltılan mushafların sayısının yedi olduğu, Mekke'ye, Yemen'e, Bahreyn'e de birer mushaf gönderildiği de rivayet edilir. [423] Bir kısım Kûfelilerden başka, her insan bu işin faziletini anladı ve takdir etti. Hz. Ali Kûfe'ye vardığı zaman, Kûfeli adamın biri Hz. Ali'nin yanına gelip mushaf istinsahı hususun¬daki hizmetinden dolayı Hz. Osman'ı ayıplamaya ve suçlamaya yeltenince, Hz. Ali ona bağırarak: "Sus! O, bu işi, bizim ileri gelenlerimizden bir cemaatla yaptı. Osman'ın üzerine almış olduğu vazifeyi ben üzerime almış olsaydım, muhakkak, ben de bu husus¬ta onun yolunu tutardım! [424] Allah, Osman'a rahmet etsin! Eğer idareyi ben üzerime almış olsaydım, muhakkak, mushaflar hakkında, onun yaptığını yapardım! Ey insanlar! Mushaflar ve fazla mushafların yakılması hususunda Osman'a sakın kin beslemeyiniz! Onun hakkında, hayırdan başka bir söz de söylemeyiniz! Vallahi, o, mushaflar hakkında yaptığı şeyi, ancak bizim ileri gelenlerimizden bir cemaat toplayarak yapmıştır!" dedi. [425] Gerçekten de, Hz. Osman, mushafları istinsah ettirmek istediği zaman, Kureyşîl erden ve Ensardan.-içlerinde Übeyy b. Ka'b ile Zeyd b. Sabit'in de bulunduğu-oniki kişilik bir danışma heyeti toplam işti . [426] Mushafları istinsaha memur edilenlerden: Saîd b. Âs, halkın, dili en fasîh ve düzgün olanı, Zeyd b. Sabit de, halkın, Kur'ân-ı Kerîm'in okunuş tarzlarını en iyi bileni idi. [427]
Kur'an-ı Kerîm'in Yüce Allah'ın Koruması Altında Bulunuşu
Yüce Allah; Kur'ân-ı Kerîm'i korumayı üzerine aldığını, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklar: "Zikr'i (Kur'ân'ı) Biz indirdik Biz! Onun koruyucuları da, şüphesiz ki, Biziz!" [428] Ona, ne önünden, ne de ardından, hiçbir bâtıl yanaşamaz, gelemez! O, bütün kâinatın hamd ettiği yegâne hüküm ve hikmet Sahibi Allah tarafından indirilmedir!" [429] "Doğrusu, O Kitab, çok şerefli bir Kur'ân'dır. Levh-ı Mahfuzdadır." [430] Yüce Allah; müşrik ve münkirlerin Kur1 ân-Kerîm hakkındaki görüşlerinin yersizliğini ve yanlışlığını da, şöyle açıklar: "O (Kur'ân) bir şair sözü değildir. Siz, ne az inanır adamlarsınız! O (Kur'ân), âlemlerin Rabbinden indirilmedir. Eğer (Peygamber, zannettiğiniz gibi) bazı şeyleri Bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı, muhakkak, onun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverirdik! Sonra da, hiç şüphesiz, kendisinin kalb damarını koparırdık! O vakit, sizden hiçbiriniz buna mani de olamazdınız!" [431]
Peygamberimiz (a.s.)ın Getirip Tebliğ Ettiği Din ve Şeriat
Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)ın Yüce Allahtan telakki edip insanlara ulaştırmakla görevlendirildiği din ve şeriat; ulu atası İbrahim (a.s.)ın dini, [432] Dinden Nûh, İbrahim, Musa ve İsa Aleyhi sselamlara tavsiye buyurulan ve ayrıca kendisine devahy-olunan şeriatbr. [433] Din; lügatta ceza, İslâm, ibadet, tâat, inkıyad, tevhid, millet, şeriat, vera ve takva, hesap., gibi türlü mânâlara gelir. [434] Şeriat dilinde din; peygamberin Allah tarafından getirip tebliğ ettiği şeyleri kabule akıl sahiplerini davet eden İlahî Kanundur. [435] Bu İlahî Kanuna, uyulduğu için, din denir. [436] Allah'ın açık ve geniş yolu olduğu. [437] kullar bağlansınlar diye konulan hükümlerden ibaret bulun¬duğu için de, şeriat denir. [438] Şeriata şeriat denilmesi; sıdk ve sadakatla bağlananın susuzluğunu gidereceği, günah kirlerinden de temizleyip arıtacağı içindir. [439] Dine millet denilmesi de, üzerinde toplanıldığı, yüründüğü içindir. Din, millet, aslında bir olup aralarındaki fark itibarîdir ve dinin Allah'a, milletin de peygambere nisbet edilmiş olmasından ibarettir. [440] Din; iman, İslâm ve bütün şeriatları kapsayan umumî bir isimdir. [441] İnsanlara ilahî nimet olan şeriatlar, milletler, açık, aydınlık yollar ve sünnetler, son peygamber Hz. Muhammed (a.s.)ın Yüce Allahtan telakki ve tebliğ ettiği İslâmiyetle en son ve mükemmel şek¬lini bulmuş; bu vakıa ve gerçek de, Mâide sûresinin üçüncü âyetinde açıklanmıştır. [442] Yani, İslâm dininin en son ve en mükemmel şeklini bütün insanlara ulaştırmak vazifesiyle gönder¬ilen Hz. Muhammed (a.s.) hem kendisinden önceki peygamberlerin bu yoldaki tebliğlerine aykırı olarak sonradan insanlar tarafından yapılmış olan katmaları, değişiklikleri, dinle ilgisi bulunmayan şey¬leri kaldırıp onları aslî şekillerine çevirmiş; hem de İslâm dininin kendisine bırakılan en önemli kısım¬larının tebligatını yapmış; ve böylece, İslâm dinini, her bakımdan tamamlanmış olarak insanlık dünyası¬na sunmuş; bu vakıa, Yüce Allah tarafından: "...Bugün, sizin dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size, din olarak İslâm'ı verip ondan razı oldum..." buyurularak açıklanmıştır. Allah katında din, İslâm dininden ibarettir. [443] İslâm dininden başka din arayanın dini kabul olunmayacaktır. [444] İnsanların ilk tuttukları, bağlandıkları tek ve genel din, İslâm dini idi. Gelmiş geçmiş bütün peygamberler, İslâm dininin esaslarını tebliğe çalışmış, bu dinde can vermiş, bu dinde can vermeyi özlemişlerdir. Âdem (a.s.)dan sonra, Ebu'l-beşer olan, [445] İkinci Âdem Baba diye tanınan Nûh (a.s.), Müslümandı. [446] Peygamberler atası İbrahim (a.s.) da, onun oğulları ve torunları da, Müslümandılar. [447] Musa (a.s.)ın; kavmi olan İsrail oğullarını ve Mısır Firavununu davet ettiği din de, İslâm dini idi. Bunu, hem Musa (a.s.), hem Firavunun iman ve ihtida eden sihirbazları ve hatta, hem de bizzat Firavun da,-denizde boğulacağını anlayınca, Musa ve Harun (a.s.)ların inandıkları Allah'a inandığını ve Müslüman olduğunu söyleyerek-ifade etimiştir. [448] Musa (a.s.)dan sonra İsrail oğullarına peygamber olarak gönderilen İsa (a.s.) hakkında, Yüce Allah'ın havarilere: "Bana ve peygamberime iman ediniz!" diye vahyettiği ve onların da: "İman ettik! Müslüman olduğumuza şahit ol!" dedikleri; İsa (a.s.) da, bu hususta İsrail oğullarından küfür ve inkâr taştığını hissedip: "Allah'a doğru giden yolda bana yardım edecekler kimdir?" deyince, yine havarilerin: "Biziz Allah'ın yardımcıları! Biz, Allah'a inandık. Sen de, ey İsa! Şahit ol ki: Biz, muhakkak, Müslümanlardanız!" diyerek Müslümanlıklarını açık¬ladıkları görülür. [449] Yine Kur'ân-ı Kerîm'de açıklandığına göre; Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.)ın zamanındaki Hıristiyan rahiplerinden de, Kur'ân-ı Kerîm'e inanan ve kendilerine Kur'ân-ı Kerîm okun¬duğu zaman: "Buna inandık! Şüphe yok ki, bu, Rabbimizden gelen bir haktır! Gerçekten, biz, bundan önce de, İslâm'ı kabul etmiş kimselerdik!" diye ikrar ve şehadette bulunan¬lar olmuştur. [450]
İslam Dininin Tevhid Dini Oluşu
İslâm dini, tevhid dinidir. Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadis-i şeriflerde açıklandığı üzere, İslâm dininde herşeyden önce, Allah'a ve Allah'ın birliğine iman etmek farzdır. [451] İslâm dininin bu tevhid akidesi; Allah'ın birliğine, O'ndan başka ibadet edilecek mâbud bulun¬madığına inanmak demektir ki, bu akide, Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadis-i şeriflerde "Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka ilah yoktur" kelime-i tevhidi ile en veciz bir şekilde ifade buyurulmuştur. Tevhid; Yüce Allah'ın Zâtını, z i hini erde tasavvur ve tahayyül edilen herşeyin dışında ve üstünde tut¬mak demektir. Bu da, üç şeyle: Yüce Allah'ın Rabliğini bilmekle, Yüce Allah'ın Vâhidliğini, birliğini ikrar etmekle, Yüce Allah'a, hiçbir şeyi eş, ortak tutmamakla olur. [452] Zaten, bütün Âdem oğullarının Rabbü'l-âlemînin Rabliğini tanımaları, asıldır. Tanımamaları veya O'na şerik koşmaları, arızîdir, sonradandır. Çünkü: "Yüce Allah Âdem (a.s.)ın zürriyetini zerreler halinde çıkarıp onları akıl sahibi yapmış, kendilerine: 'Ben, sizin Rabbiniz değil miyim?' diye hitap etmiş, onlar da: 'Evet! Rabbimizsin!' (A'râf: 172-173) demişler; bu ikrar, onlar için, ilk iman olmuştur. İşte, bunun içindir ki, bütün Âdem oğulları, daima bu selîm fıtrat üzene dünyaya getirilmişlerdir. Kim, bundan (bu ahidden) sonra küfür etmişse, muhakkak ki, o fıtrî imanını kendisi değiştirmiş; Kim de iman ve tasdikte bulunmuşsa, o da ilk ikrarı üzerinde sebat ve devam etmiştir." [453] A'râf sûresinin 172-173. âyetlerinde açıklanmış olduğu üzere, Âdem oğullarının, daha dünyaya gelmeden ikrarlarının alınışı gerekçesi olarak da: "Kıyamet günü, 'Bizim, bundan haberimiz yoktu!' yahut 'Daha önce, ancak atalarımız Allah'a şirk koşmuştu. Biz de, onların ardından gelen bir nesiliz. Şimdi, o bâtılı kuranların işlediği günahlar yüzün¬den bizi helak eder misin?!' dememeniz içindi" buyuruImustur. [454] | |
| | | haydarı kerrar Administrator
Mesaj Sayısı : 2630 Kayıt tarihi : 24/05/09 Nerden : ANKARA
| Konu: Geri: İSLAM TARİHİ 2-VAHYİN GELİŞİ VE TEBLİĞ VAZİFESİ C.tesi Mart 06, 2010 5:08 pm | |
| Âdem Oğullarının, Tevhid Akidesinden Putperestliğe Ne Zaman ve Nasıl Saptıkları
Put ağaçtan veya altından veya gümüşten, insan şeklinde yapılmış olursa, ona Arapça sanem; Taştan yapılmış olursa, ona da vesen denilir. [455] Rivayete göre; Şis b. Âdem oğulları önceleri, gelir, Âdem (a.s.)ın Nevz veya Bevz dağın¬daki mağarada bulunan cesedini ziyaret eder, ona tazimde bulunurlar, kendisi için Allah'tan rahmet dil¬eri erdi. [456] Kabil b.Âdem oğullarından bir adam: "Ey Kabil oğulları! Şis oğulları, Âdem'in cesedinin çevresinde dönüp dolaşarak ona tazimde bulunuyorlar. Sizin ise, böyle birşeyiniz yok!" dedi ve onlar için bir put yonttu. Tarihte ilk put yapan adam, bu oldu. [457] Kur'ân-ı Kerîm'de: 1- Vedd, 2- Süva, 3- Yağus, 4- Yauk, 5- Nesr adlan ile anılan putlar, [458] rivayete göre, Âdem (a.s.)ın oğulları [459] veya oğullarının oğulları idiler. [460] Bunlar, iyi amelli kişilerdi. [461] Halk, bunlara uyarlardı. [462] Süha'm Şis (a.s.)ın oğlu olduğu; Yağus, Yauk ve Nesr'in de Süva'ın oğulları oldukları da rivayet edilir. [463] Bunlar öldükleri zaman, adamları: "Keşke onların suretlerini bize bir yapan olsaydı da, kendilerini hatırladıkça bizi ibadete teşvik etmiş olurdu!" [464] dediler. Onlara, yakınları çok ağladılar. Kabil oğullarından bir adam: "Ey kavmim! [465] Ben can vermeye güç yetiremem, ama size onların suretlerine göre beş tane heykel yapsam, yontsam olmaz mı?" dedi. Onlar da: "Olur!" dediler. Bunun üzerine, Kabil oğullarının heykel yapıcısı, onlar için, Vedd, Süva1, Yağus, Yauk ve Nesr'in suretlerine göre, beş tane heykel yonttu, dikti. Adlarına heykel dikilenlerin kardeşleri, amcaları ve amca oğulları, gelip bu heykellerin çevrelerinde koşarak dolaşırlar ve onlara tazimde bulunurlardı. O asır, böylece geçti. Yerd b. Mehlâil, b. Kaynan, b. Şis, b. Âdem zamanında da böyle yapıldı. [466] Bazı kimseler İslâmiyetten döndü. [467] İkinci asır gelince, bu heykellere ilk çağdakinden daha çok tazimde bulundular. Üçüncü asır gelince; "Bizden öncekilerin bu heykellere tazimleri, ancak Allah katında şefaat etmelerini umdukları içindi!" diyerek, onlara tapmaya başladılar ve küfürlerini artırdılar. Bunun üzerine, Yüce Allah, onlara İdris (a.s.)ı peygamber olarak gönderdi. İdris (a.s.) onları putlara tapmaktan men ve Yüce Allah'a ibadete davet etti. [468] Fakat, onlar İdris (a.s.)ı yalanladılar. Yüce Allah da, onu yüksek bir makama kaldırdı. Putperestlik, Nûh (a.s.)ın zamanına kadar, artmakta devam etti. Yüce Allah, İdris (a.s.)dan sonra, Nûh (a.s.)ı peygamber olarak gönderdi. Nûh (a.s.) da, kavmini Yüce Allah'a ibadete uzun zaman davet etti. Fakat, onlar Nûh (a.s.)a karşı koydular ve onu yalanladılar. [469] Nûh (a.s.), onlarla başa çıkamayınca, kendisini ve yanındaki mü'minleri onlardan kurtar¬ması için, Yüce Allah'a dua etti. [470] Allah da, onları Tufan suyunda boğdu. [471] Tufan sulan; Nevz veya Bevz dağından beş heykel putu sürükleyip yere indirdi. Suların şiddetli akışları onları ülkeden ülkeye sürükledi. Nihayet, Cidde toprağına attı. Sonra, sular çekildi. Esen rüzgârlar, heykel putların üzerine toprak yığdı . [472] Putperestliğin Arabistan'da ne zaman ve nasıl yayıldığına gelince; Mekke İsmail (a.s.)ın oğullarına dar gelince başka ülkelerde bir yurt aramak üzere Mekke'den ayrılan herkes, Mekke Haremini tazim için, Harem taşlarından bir taşı muhakkak yanında taşır; ve her nereye gider, konarlarsa, onu yere koyarlar, Kabe'yi tavaf ettikleri gibi, onu da tavaf eder¬lerdi. Bu tutum, kendilerini, taşlardan, güzel gördükleri, hoşlandıkları herhangi bir taşa tapınmaya kadar götürdü. [473] Bu Cahiliye devrinde, adam sefere çıkacağı zaman yanında dört taş taşır, üçü ile tenceresine ocak çatar, dördüncüsüne tapardı . [474] Bu dinî şaşkınlık, şöyle de anlatılır: Bir kimse sefere çıkıp bir yerde konakladığı zaman dört taş alır, onlara göz gezdirip en yakışıklısını put edinir, ona tapar, kalan üçü ile de yemek tenceresi için ocak çatardı. Oradan göç edeceği zaman onu orada bırakır, başka bir konak yerinde konaklayınca da böyle yapardı . [475] Yakışıklı taş bulunmazsa, kumlardan yığılıp tepe haline gelen, üzerinde sağmal devenin sağıldığı kum tepesine de tapılırdı. [476] İsmail (a.s.)ın oğulları; hac ve umre için telbiye yapmak gibi, İbrahim (a.s.)dan kalma ibadetlere de-Allah'a şerik koşmak gibi bazı şeyler karıştırmakla birlikte-bağlı kalmakta devam ettiler. [477] Amr b. Luhay; Mekke'nin idaresini ele geçirdiği ve Cürhümîleri Mekke'den sürüp çıkardığı zaman, Kabe hizmetini de üzerine almıştı. [478] Amr b. Luhay'ın her sözü, Araplarca, itirazsız uyulur bir din hükmü olarak benimsenir, yerine getir¬ilirdi. Kendisi, din namına birtakım bid'aüar ihdas etmiş, Kabe'nin etrafına putları o dikmiş, İbrahim (a.s.)ın dinini ilk defa o böylece bozup değiştirmişti. [479] Hübel putunu, Belka Meab yöresinden Mekke'ye getirip diken ve ona tapmalarını halka emreden, Amr b. Luhay'di . [480] İsaf ve Naile heykellerini putlaştıran, Kureyşîleri Uzzâya taptıran da, o idi. [481] Lât'ı [482] ve Menafi putlaştıran da o i di . [483] Nûh Tufanından kalma beş heykel putunu da, Cidde'ye gidip toprak altından çıkararak Mekke'ye o getirmiş, hacca gelen Arapları bu putlara tapmaya o davet ve teşvik etmiş ve davetine icabet edil-erek [484] Vedd putu, Vâdi'l-Kura'da Dûmetü'l-Cendel'e, Yauk Yemen'de Hayvan karyesine, Yağus Yemen Ekemesine, Nesr Sebe bölgesinde Belha' mevkiine, Süva' da Nahle'de Ruhat'a götürülüp yerieştir-ilmişti. [485] Araplar bu putlara tapmakla kalmamışlar, Devs kabileleri, Zülkeffeyn putuna; Haris oğulları, Züşşera putuna; Müzeyneler, Nühm putuna; Anezeler, Suayr putuna; Kudaalar, Lahmlar, Cüzamlar, Âmileler, Gatafan kabileleri, Ukaysır putuna; Havlanlar, Umyanus putuna; Beni Bekrlerle Kinaneler, Sa'd putuna; [486] Beni Kinane'lerden Malik ve Milkânlar, Sa'd putuna; Tayyi'ler, Füls putuna; Ezdlerin Tayyi' ve Kudaalardan komşuları olan kabileler, Bacer putuna; Beni Esedler, Ya'büb putuna; Has'am, Becile, Ezdi S erat ve Hevazinlerie bunlara akraba olan kabileler, Zülhalasa putuna; Kudaalardan Müleyh oğulları, cinlere [487] tapıyorlardı. Araplardan, meleklere tapanlar, [488] onların Allah'ın kızları olduğunu sananlar olduğu gibi; [489] Şi'râ yıldızına, [490] Güneşe tapanlar da vardı. [491] Yalnız Mekke'de, Kabe'nin çevresinde, tapılmak üzere dikilmiş, kurşunla berkitilmiş üçyüz altmış tane put bulunuyordu! [492] Bunlar Arap kabilelerine ait olup, zaman zaman gelinir, ziyaret edilip kendilerine kurbanlar kesilirdi. [493] Mekke'de, umumî putlardan başka, her ailenin kendi evinde taptığı özel bir putu da vardı. Bir kimse, yola çıkmak istediği ve hayvanına bineceği zaman, puta el yüz sürer; bu, onun yola çık¬madan önce yapacağı ilk iş olurdu. Yolculuktan döndüğü zaman da, yine puta el yüz sürer; bu da, onun daha ailesini görmeden yap¬tığı ilk iş olurdu. [494] Ashab-ı Kiramdan Mikdad b. Esved'in de yeminle teyid ederek dediği gibi; "Peygamberler arasın¬da, Peygamber (a.s.), şartları en ağır bir Fetret [495] ve Cahiliye devrinde peygamber gönderilmişti ki, insanlar o zaman putlara tapmaktan daha üstün birdin bulunabileceğini sanmıyorlardı." [496] Kan davaları, hatta en önemsiz hadiseler bile, aileleri, kabileleri birbirlerine düşürür, yıllarca birbir¬leriyle boğuştururdu. [497] Kabileler arasındaki kan davaları, son Ficar kavgasında olduğu gibi, belli bir yerde karşılaşıp bir¬birlerinin kanını akıtarak öç alınmak suretiyle halledilmeye çalışı lirdi . [498] Açlık ve geçindirememek bahanesi ile çocuklar öldürülürdü. [499] Adam, köpeğini besleyip büyütür, çocuğunu ise öldürürdü [500] Kız çocuğu doğurmak yüzkarası sayılır, kız çocukları diri diri toprağa gömülürdü! Biri bir kız çocuğunun doğumu ile müjdelendiği zaman, öfkesini sineye çekerek, hiddetinden yüzü kapkara kesilir; kendisine verilen, kötü saydığı müjdeden dolayı herkesten saklanır "Onu, ne yapayım? Hakarete katlanarak alıkoyayım mı? Yoksa, toprağa mı gömeyim?" diye şaşırır kalırdı . [501] Kız çocukları, ellerinden tutulup su kuyularına bırakılır, onların boğulup gitmeleri karşısında acı¬masız, duyarsız kalınırdı! [502] Para kazanmak için cariyelerini fuhşa zorlayanlar; [503] Asaletli bir adamdan evlat sahibi olmak için(!), karılarını onunla yatıp kalkmaya teşvik eden şeref¬siz erkekler bile vardı . [504] İçki düşkünlüğü aşırı derecelerde idi. [505] Kumar düşkünlüğü ise aile faciası halini almıştı: Adam servetini, hatta ailesini ortaya koyup kumar oynar, servetini ve ailesini kaybederdi. [506] Yabancı ve koruyucusuz kimseler için can, mal ve hatta namus güvenliği kalmamıştı. Yabancı satıcıların malları satın alınır, parasına ise dirsek çevirilirdi. [507] Hac veya umre yapmak üzere kızını yanına alarak Mekke'ye gelen yabancıların kızları ellerinden zorla alınıp kaçırılır, feryad ve istimdadlarına kulak aşılmazdı. [508] İşte, son peygamber Hz. Muhammed (a.s.)ın ilahî vahyi telakki ettiği peygamberlik vazife¬siyle mükellef kılındığı zaman, Arap dünyasının dinî ve içtimaî durumu bu kadar bozuktu. Dış dünyanın durumu ise, bundan daha az bozuk değildi. Hz. Muhammed (a.s.); insanların elleriyle yaptıkları kötülükler yüzünden karaların, deniz¬lerin bozulduğu [509] böyle bir ortamda; yeryüzünde tevhid bayrağını açan ilk Müslüman, [510] Peygamberler Peygamberi, [511] Son Peygamber [512] sıfatı ile, Mekke ve çevresinden başlayarak [513] insanları Yüce Allah'ın İslâm dinine, önce hikmet ve güzel öğütlerle davet etmek; [514] (Davetini kabul edenleri Cennet nimetleriyle) müjdelemek ve (davetinden yüz çevirenleri Cehennem azabıyla) korkutup uyarmak; [515] Sonra da, fitne ve fesat ortadan kalkıncaya, din tamamıyla Allah'ın oluncaya, [516] İslâm dini bütün dinlere üstün gelinceye, [517] insanlara "Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka ilâh yoktur!" [518] "Muhammedürresûlullah=Muhammedı Allah'ın Resûlüdür!" [519] dedirtinceye kadar savaşmak... [520] gibi, çok ağırve ağır olduğu kadar da şerefli bir vazifeyi tek başına yüklenmiş bulunuyordu. Bundaki güçlüğü ve ağırlığı sadece düşünmek bile, insanı ürpertmeye ve titretmeye yeter! [521]
İslamiyetin Mekke'de Gizlice Yayılışı
İlk Mü'min ve Müslümanlar
1- Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.), (kendi zamanında) Yüce Allah'a iman ve ibadetedenlerin ilki idi.Bu vakıa Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklanır: "De ki: 'Ben, Allah'a, ihlas edici olarak ibadet etmemle emrolundum. Bana, Müslümanların evveli olmam emir buyuruldu.'" [522] "De ki: 'Hiç şüphesiz, Rabbim beni dosdoğru biryola, dimdik ayakta duran bir dine, İbrahim'in hakka yönelik tevhid dinine iletmiştir. Ben, (bu ümmette) Müslüman olanların ilkiyim!'" [523] İlk sıralarda; Kureyş müşriklerinin ulu kişilerinden aşın inkarcı ve itirazcı olmayanları, yanlarından ve meclislerinden geçtikçe, Peygamberimiz (a.s.)a işaret ederek: "Abdulmuttalib oğullarının gökten söz eden oğlu bu!" derlerdi. [524] Kureyş müşrikleri, ilk sıralarda, Peygamberimiz (a.s.)ın Kabe Mescidinde namaz kılmasına da karışmamakta idiler. [525] Peygamberimiz (a.s.) gündüzün başlarında Kabe'ye gider, kuşluk namazı kılardı. Kureyş müşrikleri, bu namazdan da hoşnutsuzluk göstermezlerdi. [526] Bundan sonra, Peygamberimiz (a.s.) namaz kılacağı zaman, Hz. Ali ile Zeyd b. Harise, otu¬rup Peygamberimiz (a.s.)ı beklerlerdi. [527] 2- Peygamberimiz (a.s.)dan sonra, Yüce Allah'a ve O'nun Resûlüne ilk inanan, Müslüman kadın, Peygamberimiz (a.s.)ın zevcesi Hz. Hatice idi. Hz. Hatice; Peygamberimiz (a.s.) "Uykuda gördüğüm ve sana anlatmış olduğum şeyi, Yüce Rabbim bana Cebrail (a.s.)ı göndererek açıkladı" buyurup Yüce Allah tarafından gelenleri ve Cebrail (a.s.)dan işittiklerini haber verdiği zaman, "Sana müjdeler olsun! Vallahi, Allah senin hakkında hayırdan başka birşey yapmaz! Sana Allahtan gelen, hak ve gerçektir..." diyerek [528] Allah'a, Allah'ın Resûlüne ve ona Allah'tan gelenlere ilk inanan [529] ve Peygamberimiz (a.s.)a peygam¬berlik geldiği Pazartesi gününün sonuna doğru, herkesten önce namaz kılmak, [530] Yüce Allah'ın selamı¬na nail olmak şerefine eren, [531] Allah tarafından Cennette inciden bir köşkle müjdelenen mutlu Cennet Hatunu i di. [532] Peygamberimiz (a.s.), kavmi tarafından reddolunmak, yalanlanmak hakaretlerine uğratıl¬mak gibi hiç sevmediği kaba ve katı davranışlarla karşılaşarak üzüntü içinde evine döndükçe, Yüce Allah, Resûlünün üzüntüsünü Hz. Hatice'nin teselli ve teskin edici sözleriyle hafifletir, sebatını sağlar, vazifesini kolaylaştırırdı. [533] Peygamberimiz (a.s.), hadis-i şeriflerinde: "Kendi zamanındaki kadınların hayırlısı, İmran'ın kızı Meryem'di. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hatice'dir!" [534] "Cennet halkı kadınlarının üstünü, Huveylid'in kızı Hatice, Muhammed'in kızı Fatma, İmran'ın kızı Meryem, Müzâhım'ın kızı ve Firavunun zevcesi Âsiye'dir!" buyurmuşlardır. [535] 3-5. Hz. Hatice Müslüman olduğu zaman yanında bulunan kızları: Hz. Rukayye, Hz. Ümmü Külsûm, Hz. Fâtıma da Müslüman olmuş, Peygamberimiz (a.s.)a İslâmiyet üzerine bey'at etmiştir. [536] Allah hepsinden razı olsun! 6. Hz. Ali; Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Hatice'nin namaz kıldıklarını görünce, "Nedir bu?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Bu; Allah'ın, Kendisi için seçtiği, [537] peygamberlerini onunla göndermiş olduğu [538] dinidir! Ben seni bir ve tek olan Allah'a imana ve O'na ibadete; Ne yarar, ne de zarar veremeyecek olan Lât ve Uzzâyı inkâra davet ediyorum!" buyurdu. Hz. Ali: "Ben, bu dini bugüne kadar hiç işitmedim! Ben, babam Ebu Talib'e söylemedikçe, danışmadıkça bir iş yapamam!" dedi Peygamberimiz (a.s.); peygamberlik işinin, açıklanmasından önce yayılmasını istemediğin¬den: "Ey Ali! Sana söylediğimi yaparsan yap! Yapmayacak, Müslüman olmayacaksan, sana söylediğim bu işi gizli tut, açığa vurma!" buyurdu. Hz. Ali, o gece bekledi. Yüce Allah, onun kalbine İslâm sevgisini düşürdü. Sabahleyin, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına vardı ve: "Yâ Muhammed! Senin dün bana söylediğin şey ne idi?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "'Lâ ilahe illallâhu vahdehû lâ şerîkeleh' diyerek, Kendisinden başka ilâh bulunmayan, bir olan, şerî-ki olmayan Allah'a şehadet getirecek; Lât ve Uzzâ'yı red ve inkâr edecek, Allah'a denk tutulan her çeşit putlardan uzak duracaksın!" buyurdu. Hz. Ali Peygamberimiz (a.s.)ın buyruğunu hemen yerine getirip Müslüman oldu. Allah ondan razı olsun! Babası Ebu Talib'den korkarak, Müslümanlığını bir müddet gizli tuttu, açığa vurmadı. [539] Hz. Ali, Müslüman olduğu zaman, on yaşında idi. [540] Hz. Ali derki: "Resûlullah (a.s.); Pazartesi günü peygamber gönderildi. Ben de, Salı günü Müslüman oldum ." [541] "Ben, Resûlullah (a.s.)la birlikte namaz kılan ilk adamım !" [542] "Mekke'de, Peygamber (a.s.)la birlikte Mekke'nin bazı taraflarına gitmiştik. Dağların ve ağaçların arasından geçip giderken, karşısına çıkan hiçbir dağ, hiçbir ağaç yoktu ki, Peygamber (a.s.)a: 'Esselâmü aleyke yâ Rasûlallah=Selam olsun sana ey Allah'ın Resûlü!' diyerek selam vermesin!" [543] Namaz vakti gelince, Peygamberimiz (a.s.) Mekke vadilerine doğru çıkıp gider; Hz. Ali de, babası Ebu Talib'den, bütün amcalarından ve halktan gizli olarak, Peygamberimiz (a.s.)la birlik¬te gider, namazlarını oralarda kılarlar, akşamleyin de dönerlerdi. Allah'ın dilediği zamana kadar, böyle devam ettiler. [544] Bir gün, Hz. Ali'nin annesi Fatma Hatun, kocası Ebu Talib'e: "Ali'nin, Muhammed'in yanına devam ettiğini görüyorum. Senin başına, Muhammed tarafından, oğlun hakkında, güç yetiremeyeceğin bir iş gelmesinden korkuyorum!" dedi. Ebu Talib: "Demek, oğlum bana bunun için mi görünmüyor?" dedi ve hemen Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ali'nin ardına düştü. Onlara Ebu Dübb vadisinde veya başka bir vadide, [545] Batn-ı Nahle'de, [546] namaz kıldıkları sırada rastladı Biraz baktıktan sonra, Peygamberimiz (a.s.)a: Ey kardeşimin oğlu! Senin edindiğini gördüğüm bu din ne dindir?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Ey amca! Bu Allah'ın dinidir! [547] Allah'ın meleklerinin dinidir! Allah'ın peygamberlerinin dinidir! Babamız İbrahim'in dinidir ki, Allah beni peygamber olarak bütün kullara bununla gönderdi! Ey amca! Öğütleyeceğim, doğru yola kılavuzlayacağım kimselerden, buna en çok sen lâyıksın! Bu yoldaki davetimi kabul etmeye ve bu hususta bana yardımcı olmaya da sen herkesten daha lâyıksın!" buyurdu. [548] Onu tevhide, Allah'ın birliğine inanmaya ve putlara tapmaktan vazgeçmeye davet etti. [549] Ebu Talib: "Vallahi, yaptığınız veya söylediğiniz şeylerde bir sakınca yoktur. [550] Ey kardeşimin oğlu! Ben atalarımın dininden ve ona bağlı kalmaktan ayrılmaya güç yetiremeyeceğim! Fakat, sen gönderildiğin şey üzerinde dur! Vallahi, ben sağ oldukça, yapmak istediğini tamamlayıncaya kadar, sana hoşlanmayacağın birşey erişmeyecektir!" dedi. [551] Hz. Ali'ye de, hoşlanmayacağı birşey söylemedi. "Ey oğulcuğum! Üzerinde bulunduğun bu din nedir?" diye sordu. Hz. Ali: "Babacığım! Ben, Allah'a, Allah'ın Resûlüne iman ve onun Allah tarafından getirdiklerini de kabul ve tasdik ettim. Ona tâbi oldum ve kendisiyle birlikte namaz kıldım!" dedi. Ebu Talib: "O, seni ancak hayır ve iyiliğe davet eder. Sen, onun yolunu tutmakta devam et! [552] Oğulcuğum! Amcanın oğlunun girdiği şeye senin de girmen yaraşır!" dedi. Ebu Talib'in sözleri, Peygamberimiz (a.s.)ı sevindirdi. Ebu Talib, dönüp eve gelince, zevcesi Fâtıma Hatun: "Oğlun nerede?" diye sordu. Ebu Talib: "Ne yapacaksın ona?" dedi. Fâtıma Hatun: "Azadlı kadın kölem, Ecyad'da onu Muhammed'le birlikte namaz kılarken gördüğünü bana haber verdi. Sen oğlunun dinini değiştirmesini uygun görüyor musun?!" diyerek çıkışınca, Ebu Talib ona: "Sus! Sen onu bu işte kendi haline bırak! Amcasının oğluna arka ve yardımcı olmak, elbette herkesten çok ona düşer! Eğer nefsim Abdulmuttalib'in dinini bırakmak hususunda bana boyun eğmiş olsaydı, [553] eğer Kureyş kadınlarının kınamalarından korkmasaydım, [554] ben de muhakkak Muhammed'e tâbi olurdum! Çünkü, o Halîm'dir, Emîn'dir, Tahindir!" dedi. Fâtıma Hatun da sustu. [555] Ufeyfü'l-Kindî der ki: "Ben ticaret adamı idim. Abbas b. Abdulmuttalib de ticaret adamı idi. [556] Abbas, Yemen'e gelir, ıtır satın alıp hac mevsiminde satardı. Kendisi dostumdu. Cahiliye devrinde Mekke'ye gitmiş, Abbas b. Abdulmuttalib'in evine inmiştim. Aile halkıma, Mekke elbisesi ve ıtırından satın almak istiyordum. [557] Abbas'ın yanında oturuyor, güneş gökte yükseldiği zaman, Kabe'ye bakıp duruyordum. O sırada, olgunluk çağına ermiş bir genç Kabe'nin yanına vardı, başını göğe kaldırıp baktı. Sonra da, ayakta, Kabe'ye yöneldi. Sonra, bir çocuk gelip onun (biraz gerisinde) sağına (doğru) durdu. Çok geçmeden, bir kadın gelerek onların arkalarına durdu. Sonra, olgun genç eğilip rükûa varınca, çocuk da, kadın da rükû ettiler. Olgun genç rükûdan başını kaldırıp doğruldu. Çocuk da, kadın da, rükûdan başlarını kaldırıp doğruldular. Olgun genç secdeye gitti. Çocuk da, kadın da secdeye gittiler. 'Ey Abbas! Ben, büyük bir iş, şaşılacak bir hadise görüyorum!?' dedim. Abbas: 'Evet! Büyük bir iştir!' dedi ve bana: 'Bu olgun genç kimdir, biliyor musun?' diye sordu. 'Hayır! Bilmiyorum' dedim. Abbas: 'Bu, Muhammed b. Abdullah b. Abdulmuttalib'dir, kardeşimin oğludur' dedi ve bana: 'Onun yanındaki şu çocuk kimdir, biliyor musun?' diye sordu. 'Hayır! Bilmiyorum! dedim. 'Ali b. Ebi Talib b. Abdulmuttalib'dir kardeşimin oğludur dedi. 'Şu kadının kim olduğunu biliyor musun?' diye sordu. Ona: 'Hayır! Bilmiyorum!' dedim. 'O da, Hatice bint Huveylid'dir ve şu kardeşimin oğlunun zevcesidir. Kardeşimin oğlu, bize, senin şu gördüğün ve onların da sâlik bulunduğu bu dini kendisine göklerin ve yerin Rabbi olan Rabbinin emrettiğini söylemektedir. Vallahi, ben bütün yeryüzünde bu dinde şu üçünden başka bir kimse bulunduğunu bilmiyorum!' dedi. [558] Ah! Ne olurdu, o zaman itinan edeydim de, ikinci erkek mü'min ben olaydım! Onların dördüncüleri olmayı, ne kadar arzu ederdim!" [559] Yüce Allah; Hz. Ali'den de, Ufeyfü'l-Kindî'den de, Hz. Abbastan da razı olsun! 7- Zeyd b. Harise, sekiz yaşında, [560] kısa boylu, karayağız, yayvan burunlu bir çocukken; [561] annesi Sûdâ ile birlikte ziyaretlerine gittikleri Beni Maanlerin yurdunda Beni Kayn b. Cisr atlılarının baskınına uğrayıp esir edilmiş, Ukâz panayırında köle olarak satılırken, Hakîm b. Hizam tarafından halası Hz. Hatice için dört yüz dirheme satın alınmıştı. [562] Hz. Hatice onu Peygamberimiz (a.s.)a bağışlayınca, Peygamberimiz (a.s.) tarafın¬dan hemen azad edilmiş, [563] daha sonra da evlat edinilmişti. [564] Zeyd b. Harise; Hz. Ali'den sonra Müslüman olmuş, namaz kılmış, [565] Peygamberimiz (a.s.)ın yanından ve hizmetinden hiç ayrılmamış, Peygamberimiz (a.s.) için Tâifli ayak-takımının Peygamberimiz (a.s.)a attıkları taşlara kendi vücudunu karşı tutarak kanlar içinde kalacak kadar fedakârlık göstermiş [566] ve onun sevgisine mazhar olmuş bir insandı. [567] Yüce Allah ondan razı olsun! 8- Hz. Ebu Bekir, İslâmiyet'ten önce de Peygamberimiz (a.s.)ın arkadaşı ve dostu idi. [568]Çocukluğundan beri, onun doğruluğunu, emînliğini, güzel ve üstün ahlâkını biliyordu. Kendisinin bu ahlâkı halka yalan söylemesine engel olup dururken, Allah'a karşı asla yalan söylemeyeceği kanaatinde idi. [569] Nitekim, Peygamberimiz (a.s.) İslâmiyete davet eder etmez, onun hemen Müslüman olduğu görülür. Peygamberimiz (a.s.), bu husustaki hadis-i şeriflerinde: "İslâmiyete davet ettiğim herkes, ona karşı ağırdan davrandı, tereddüt etti ve düşündü. Ancak, Ebu Bekir'dir ki; İslâmiyeti kendisine arz ve teklif ettiğim zaman, kabulde hiç gecikmedi ve tereddüde de düşmedi" buyurmuşlardır. [570] Hiçbir şey, Peygamberimiz (a.s.)ı, Hz. Ebu Bekr'in Müslüman oluşuna sevindirdiği kadar sevindirmemiştir. [571] Hz. Ebu Bekir de, Müslüman olduğu zaman, hiç çekinmeden Müslümanlığını açıklamış ve halkı da, Yüce Allah'a ve Resûlüne imana davet etmeye başlamıştır. [572] Yüce Allah ondan razı olsun! 9-10- Bilal-i Habeşî ile annesi Hamâme Hatun köle idiler. [573] Bilal-i Habeşî Peygamberimiz (a.s.)ın halkı İslâmiyet'e gizlice davete başladığı ilk sıralarda Müslüman olduğu gibi, [574] annesi de o sırada Müslüman oldu. [575] Bilal-i Habeşî, Müslümanlığını ilk açıklayan yedi Müslüman'dan birisi idi. [576] Dininden döndürülmek, Lât ve Uzzâ adı andırılmak için yapılan en ağır işkencelere katlanırdı. "Haydi, sen de bizim gibi söyle!" diye zorlandıkça; "Dilim onu söyleyemiyor (Ona dilim dönmüyor). Ehad! Ehad! (Birdir! Birdir!)" demekten geri dur¬mazdı. Müşrikler Bilâl-i Habeşî'ye "Lât ve Uzzâ mâbuddur" dedirtemezlerdi. [577] Bilal-i Habeşî Hz. Ebu Bekir tarafından satın alınıp azad edilerek kölelikten ve dayanılmaz işkencel¬erden kurtarıldı . [578] Hz. Ebu Bekir Bilal-i H abeşî'nin annesi Hamâme Hatunu da satın alıp azad ederek işkenceden kur¬tarmıştı r. [579] Yüce Allah hepsinden razı olsun! 11. Ebu Fükeyhe; Abduddar oğullarının [580] veya Safvan b. Ümeyye'nin kölesi olup, [581] ilk sıralar-da [582] Bilal-i Habeşî'nin Müslüman olduğu zaman, Müslüman oldu. [583] Dinlerinden döndürülmek için müşrikler tarafından en ağır işkencelere uğratılanlardandı. [584] Hz. Ebu Bekir, onu da satın alıp azad etti. [585] Allah, ikisinden de razı olsun! 12-13. Halid b. Saîd'in Müslüman oluşu çok eskidir. [586] Müslüman oluşuna, gördüğü korkulu rüyası sebep olmuştur: Kendisi, bir gece, uykuda, Allah'ın bildiği kadar geniş bir ateşin kıyısında durduğunu ve babasının onu ateşin içine iterek düşürmek ister gibi davrandığını, Resûlullah ((a.s.))'ın ise hemen belin¬den kavrayarak onu ateşin içine düşmekten koruduğunu gördü! Gördüğü bu rüyadan çok korktu. Kendi kendine: "Vallahi, bu herhalde hak ve gerçek bir rüyadır!" dedi. Hz. Ebu Bekir'e rastlayınca, rüyasını anlattı. Hz. Ebu Bekir: "Hakkında hayırlı olmasını dilerim. İşte, Resûlullah (a.s.)! Hemen gidip ona tâbi ol! Ona tâbi olur, İslâmiyete girer, onun yanında bulunursan, o seni ateşe düşmekten korur! Baban ise Cehennemliktir!" dedi. Halid b. Saîd, Ciyad mevkiinde Peygamberimiz (a.s.)ı buldu: "Yâ Muhammedi Sen nelere davet ediyorsun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Bir olan ve şerîki olmayan Allah'a iman ve ibadete, Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğu¬na inanmaya; İşitmez, görmez, bir zarar veya yarar vermez, kendisine tapınanları tapınmayanlan bilmez birtakım taş parçalarına tapmaktan-ki, sen de onlara tapmaktasın-vazgeçmeye davet ediyorum!" buyurdu. Bunun üzerine, Halid b. Sâid: "Ben, şehadet ederim ki: Allah'tan başka ilah yoktur! Ve yine şehadet ederim ki: Sen de, O'nun resûlüsün!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), onun Müslüman oluşuna sevindi. [587] Halid b. Saîd'in babası Ebu Uhayha, oğlunun Müslüman olduğunu öğrenince; Müslüman olmayan çocuklarını onun arkasından saldı. Halid'i bulup getirdikleri zaman, Ebu Uhayha itip kakarak ona hakaret etti. Elindeki değneği başında kırıncaya kadar, ona dayak attı! "Sen Muhammed'in kendi kavmine aykırı hareket ettiğini ve onların ilahlarını yerdiğini, geçmiş ata¬larını ayıpladığını görüp duruyorsun da, ona tâbi oluyorsun ha?!" dedi. Halid: "Vallahi, o doğru söylüyor! Doğru yapıyor! Ben, bunun için kendisine tâbi oldum!" deyince, Ebu Uhayha büsbütün kızdı. Ona sövüp saydıktan sonra: "Ey zelîl! Yaramaz! İstediğin yere git! Vallahi, senin rızkını da keseceğim!" dedi. Halid: "Sen benim rızkımı kesersen, Allah elbette bana geçineceğim şeyi ihsan eder!" dedi. Ebu Uhayha, Halid'i dışarı çıkarttırdı. Öteki oğullarına: "Eğer sizden biriniz onunla konuşacak olursa, ona yaptığım şeyi kendisine deyapanm!" dedi. Halid'i hapsettirdi. Mekke'nin yakıcı sıcağı altında, aç, susuz bıraktırdı. Halid bir gün bir kolayını bulup babasının elinden kurtuldu. Habeş ülkesine hicret edinceye kadar, babasına görünmedi, Peygamberimiz (a.s.)ın yanından ayrılmadı. [588] Halid b. Saîd'in zevcesi Ümeyne Hatun da, ilk sıralarda Müslüman olmuştur. [589] Yüce Allah onlardan razı olsun! 14-15. Amr b. Saîd, kardeşi Halid b. Saîd'den biraz sonra Müslüman olmuştur. [590] Amr b. Sâid'in zevcesi Fâtıma Hatun da, ilk sıralarda Müslüman olmuştur. [591] Yüce Allah onlardan razı olsun! Hz. Ebu Bekir'in teşvik ve delaletiyle: 16- Hz. Osman, 17- Zübeyr b. Avvam, 18- Abdurrahman b. Avf, 19- Sa'd b. Ebi Vakkas, 20- Talha b. Ubeydullah Peygamberimiz (a.s.)ın yanına geldiler. [592] Peygamberimiz (a.s.) onlara İslâmiyeti arz ve teklif etti. Kur'ân-ı Kerîm okudu. İslâm hukukunu (şeriatlarını) anlattı. Yüce Allah'ın Müslümanlara va'd buyurduğu izzet ve ikramları haber verdi. Hepsi de, iman ve İslâm hukukunu ikrar ederek sabahladılar. [593] Hz. Osman: "Yâ Rasûlallah! Şam'dan, yeni bir haberle geldim: Maan ile Zerka arasında idik. Uyur gibi bir halde olduğumuz sırada, birden, bir seslenici bize: 'Ey uykudakiler! Uyanınız! Çünkü, Ahmed Mekke'de zuhur etmiş bulunuyor' diyerek seslendi. Mekke'ye gelince, seni (senin peygamber olduğunu) işittik" dedi. [594] Talha b. Ubeydullah da der ki: "Busra panayırında bulunduğum sırada, bir rahip, manastırından, panayır halkına: 'İçinizde Harem halkından bir kimse var mı diye soruyorlar1 diye seslendi. 'Evet! Ben varım' dedim. Rahip: 'Ahmed zuhur etti mi?' diye sordu. 'Hangi Ahmed?' dedim. Rahip: 'Abdulmuttalib'in oğlu Abdullah'ın oğlu Ahmed! O, Mekke şehri içinde zuhur edecektir! Kendisi, peygamberlerin sonuncusudur! Harem'den ayrılıp çıkacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicret edecektir! Ona koşmanı, sana tavsiye ederim!' dedi. Rahibin söyledikleri kalbime tesir etti. Oradan acele ayrılıp Mekke'ye geldim. 'Olan bitenlerden, yeni bir şeyler var mı?' diye sordum. 'Evet, var! Abdullah'ın oğlu Muhammedü'l-Emîn peygamberliğe özeniyor. Ebu Kuhafe'nin oğlu da ona tâbi oldu' dediler. Hemen gidip Ebu Bekir'in yanına vardım. Ona: 'Sen şu zâta tâbi mi oldun?1 diye sordum. 'Evet tâbi oldum. Sen de hemen ona git, tâbi ol! Çünkü, o, hak ve gerçeğe davet ediyor1 dedi." Talha b. Ubeydullah, rahibin söylediklerini Hz. Ebu Bekir'e haber verdi. Peygamberimiz (a.s.)ın yanına varıp Müslüman olunca, ona da haber verdi. [595] Sa'd b. Ebi Vakkas'ın bildirdiğine göre; Müslüman olmadan üç gün önce, uykuda, sanki karanlık içinde hiçbir şeyi göremez bir halde iken, kendisini aydınlatan bir ayın ışığını takip etmiş, bazı kimselerin de bu aya doğru gittiklerini görür gibi olup iyice bakınca, onların Zeyd b. Harise ile Hz. Ali ve Hz. Ebu Bekir olduklarını görmüş. Kendilerine: "Oraya ne zaman varıp yetişeceksiniz?" diye sormuş. Onlar da: "Bir saatte!" demişler. Sa'd b. Ebi Vakkas, o sırada, Peygamberimiz (a.s.)ın İslâmiyet'e gizlice davete başladığını haber alınca, Mekke'nin Ecyad vadisinde ikindileyin namaz kılarken Peygamberimiz (a.s.)ı buldu. Ona: "Sen, nelere davet ediyorsun?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet edersin!" buyurdu. Bunun üzerine, Sa'd b. Ebi Vakkas: "Ben şehadet ederim ki: Allah'tan başka ilah yoktur! Ve yine, şehadet ederim ki: Sen, Allah'ın resûlüsün!" diyerek Müslüman oldu. [596] 21- Ebu Ubeyde b. Cerrah, 22- Ebu Seleme, 23- Erkam b. Ebi'l-Erkam, 24- Osman b. Maz'un, 25- Kudâme b. Maz'un, 26- Abdullah b. Maz'un, 27- Ubeyde b. Haris, 28- Saîd b.Zeyd, 29- Saîd b. Zeyd'in zevcesi Fâtıma binti Hattab, 30- Esma binti Ebu Bekir, 31- Habbab b. Enet, 32- Abdullah b. Mes'ud, 33- Mes'ud b. Rebi (Rebia), 34- Ayyaş b. Ebi Rebia, 35- Ayyaş b. Ebi Rebia'nın zevcesi Esma binti Selame, 36- Huneys b. Huzâfe, 37- Âmir b. Rebia, 38- Abdullah b. Cahş, 39- Ebu Ahmed b. Cahş, 40- Cafer b. Ebi Talib, 41- Cafer b. Ebi Talib'in zevcesi Esma binti Umeys, 42- Âmir b. Ebi Vakkas, 43- Ma'mer b. Haris, 44- Nahham Nuaym b. Abdullah, 45- Hâtıb b. Amr, 46- Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Rebia, 47- Âmir b. Füheyre, 48- Vâkıd b. Abdullah, [597] 49- Süheyl b. Beyzâ, [598] 50- Salîtb. Amr, [599] 51- Muttalib b. Ezher, [600] 52- Muttalib b. Ezher'in zevcesi Remle binti Avf... [601] Bunların hepsi, Peygamberimiz (a.s.)ın halkı Dârü'l-Erkam'da İslâmiyete gizlice davete başlamasından önce Müslüman olanlardandı. Allah hepsinden razı olsun! Abdullah b. Mes'ud; Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a girip halkı İslâmiyete gizlice davete başlamasından önce, [602] Saîd b. Zeyd ve zevcesi Fâtıma Hatunun Müslüman oldukları sıra-da [603] Müslüman olmuştur. [604] Abdullah b. Mes'ud der ki: "Ben, Ukbe b. Ebi Muayt'ın davarlarını güden bir gençtim. Bir gün, Peygamber (a.s.)la Ebu Bekir, bana uğradılar: 'Ey delikanlı! Yanında, bize içireceğin süt var mı?' diye sordular. [605] 'Evet, var! Fakat [606] ben emanetçiyim! [607] Size süt içirmeye mezun değilim1 dedim. [608] Peygamber (a.s.): 'Üzerine koç çekilmemiş bir davar var mı yanında?' diye sordu. 'Evet, var' dedim ve onu yanlarına götürdüm. Peygamber (a.s.) onun bacaklarını ayırdı. Memelerini eliyle sıvazlayıp dua edince, memeleri sütle doldu. Ebu Bekir ona içi çukur sıcak bir taş (kap) getirdi. Peygamber (a.s.) sütü onun içine sağıp içti. Ebu Bekir de içti. Ben de içtim. Peygamber (a.s.) sütlü memelere: 'Derlenip toplan!' buyurunca, memeler eski sütsüz haline döndü! [609] Hemen, Müslüman oldum. [610] Bundan sonra, Peygamber (a.s.)a gidip: [611] 'Yâ Rasûlallah! [612] Şu [613] güzel, tatlı [614] Kelamdan, [615] şu Kur'ân'dan [616] bana da öğretsen a!' dedim. [617] Peygamber (a.s.) başımı okşadı , [618] ve: 'Allah, sana rahmetini ihsan etsin [619] Allah, öğrenmek istediğin şeyi sana mübarek kılsın! [620] Hiç şüphesiz, sen, öğretilmiş, [621] çok bilgili [622] bir genç olacaksın1 buyurdu. [623] Bizzat Resûlullah'ın ağzından yetmiş sûre ahz ve hıfz ettim ki, bu hususta hiç kimse benimle çek-işemez! [624] Kur'ân Kerîm'in kalanını da, Resûlullah'ın ashabından ahz ve hıfz etmişimdir." [625] Aşağıda isimlerini sunduğumuz erkek ve kadın sahabiler de-kaynaklara göre-ilk sıralarda veya Dârü'l-Erkam'da Müslüman olmuşlardır: 53- Ümmü Seleme Hatun, [626] 54.Utbeb.Mes'ud, [627] 54- Utbe b. Mes’ ud, 55- Ümmü Ruman Hatun [628] (Hz. Ebu Bekir'in zevcesidir), 56- Umeyr b. Ebi Vakkas, [629] 57- Salît b. Amr'ın zevcesi Fâtıma binti Alkame, [630] 58- Hâtıb b. Hâris, [631] 59- Hâtıb b. Hâris'in zevcesi Fâtima Hatun, [632] 60- Hattab b. Hâris, [633] 61- Hattab b. Hâris'in zevcesi Fükeyhe Hatun, [634] 62- Sâib b. Osman, [635] 63- Halid b. Hizam, [636] 64- Esved b. Nevfel, [637] 65- Amr b. Ümeyye, [638] 66- Yezid b. Zem'a, [639] 67- Ebu'r-Rum b. Umeyr, [640] 68- Kays b. Abdullah, [641] 69- Kays b. Abdullah'ın zevcesi Bereke binti Yesar, [642] 70- Firas b. Nadr, [643] 71- Cüheym b. Kays, [644] 72- Cüheym b. Kays'ın zevcesi Harmele (Hureymele), [645] 73- Muaykıb b. Ebi'l-Fâtıma, [646] 74- Şurahbil b. Hasene, [647] 75- Haris b. Halid, 76- Haris b. Halid'in zevcesi Reyta binti Haris, [648] 77- Amr b. Osman, [649] 78- Seleme b. Hişam, [650] 79- Hâşim b. Ebi Huzeyfe, [651] 80- Hebbar b. S üryan, [652] 81- Abdullah b. Süfyan, [653] 82- Ma'merb.Abdullah, [654] 83- Adiyy b. Nadle, [655] 84- Urve b. Üsâse, [656] 85- Mes'ud b. Süveyd, [657] 86- Abdullah b. Huzafe, [658] 87- Kays b. Huzâfe, [659] 88- Hişam b.Âs, [660] 89- Ebu Kays b. Haris, [661] 90- Mahmiyye b. Cez', [662] 91- Süfyan b. Ma'mer. [663] 92- Sekran b. Amr, [664] 93- Sekran b. Amr'ın zevcesi Şevde Hatun, [665] 94- Mâlik b.Zem'a, [666] 95- Malik b. Zem'a'nın zevcesi Amre Hatun, [667] 96- İbn Ümmi Mektum, [668] 97- Amr b. Haris, [669] 98- Osman b. Abdi Ganm , [670] 99- Sa'd b. Abdi Kays, [671] 100- Abdullah b. Hübeyb, [672] 101- Abdurrahman b. Hübeyb, [673] 102- Cuayl b. Sürâka, [674] 103- Yâsirb.Âmir, [675] 104- Yâsir b. Âmir'in zevcesi Sümeyye Hatun, [676] 105- Âkil b. Ebi'l-Bükeyr, 106- Halid b.Ebi'l-Bükeyr, 107- İyas b. Ebi'l-Bükeyr, 108- Âmir b. Ebi'l-Bükeyr, [677] 109- Ammarb. Yâsir, [678] 110- Abdullah b. Yâsir, [679] 111- Suheyb b. Sinan, [680] 112- Utbe b. Gazvan, [681] 113- Mikdadb.Amr, [682] 114- Mus'ab b. Umeyr, [683] 115- Ebu Sebre, [684] 116- Ebu Sebre'nin zevcesi Ümmü Külsûm Hatun, [685] 117- Şemmas Osman b. Osman, [686] 118- Ebu Musa Abdullah b. Kaysu'l-Eş'arî, [687] 119- Zinnîre Hatun, [688] 120- Zinnîre Hatunun kızı Ümmü Ubeys [689] Yüce Allah hepsinden razı olsun! [690]
Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a Girip İslâmiyeti Orada Yaymaya Devam Edişi
İslâm tarihinde "Dârü'l-İslâm" diye anılan [691] Dârü'l-Erkam, Ashab-ı Kiramdan Erkam b. Ebi'l-Erkam'ın [692] Mekke'de, Safa tepeciğinin yanında bulunan evi olup [693] Kabe'nin arsası, Harem'i içinde idi. [694] Peygamberimiz (a.s.) Kureyş müşriklerinden sakınarak [695] bu mübarek evde gizlenir; [696] yanına gelenleri orada İslâmiyete davet ederdi. [697] Peygamberimiz (a.s.)la ashabı Dârü'l-Erkam'da [698] gizlice [699] toplanırlardı. [700] Peygamberimiz (a.s.), onlara orada Kur'ân-ı Kerîm okur ve öğretirdi. [701] Orada, topluca namaz da kılarlardı. [702] Yüce Allah; dinini halka açıklamasını emir buyuruncaya kadar, üç yıl, Peygamberimiz (a.s.) işini gizli yürütmüştür. [703] Bu müddet içinde, yanına gelenleri Allah'ın birliğine inanmaya ve O'na ibadet etmeye, kendisinin de peygamberliğini tasdike gizlice davet etmekle uğraşmış, [704] birçok insanlar Dârü'l-Erkam'a girip Müslüman olmuşlardır. [705] Dârü'l-Erkam Dârü'l-İslâm olarak seçilirken herhalde, Kabe'nin arsası üzerinde yapılı ve Kabe Haremine dahil bulunuşu; [706] kalabalık bir çevrede oluşu; oraya giren, oradan çıkanların pek belli olmayışı; halk ile temas kolaylığı gibi bazı özellikleri gözönünde tutulmuş olabilir. Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a girişi hadisesi, ilk sıralarda, Müslüman olanların Müslüman oluşu tarihlerine de esas teşkil etmiş: "Resûlullah (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a girip halkı orada İslâmiyete gizlice davete başlamasın¬dan önce Müslüman olmuştu" denilerek tarih düşürülmüştür. [707] | |
| | | haydarı kerrar Administrator
Mesaj Sayısı : 2630 Kayıt tarihi : 24/05/09 Nerden : ANKARA
| Konu: Geri: İSLAM TARİHİ 2-VAHYİN GELİŞİ VE TEBLİĞ VAZİFESİ C.tesi Mart 06, 2010 5:09 pm | |
| Dârü'l-Erkam'a Ne Zaman Girildiği ve Orada Ne Kadar Kalındığı Meselesi
Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a giriş sebebi olarak, her ne kadar, nübüvvetin dördüncü yılından itibaren başlayan mücadele devri içinde müşrikler tarafından yapılan baskı ve işkencelerin arttırılışı ileri sürülmekte [708] olup, bu hususta müşahhas bir misal verilmek istenilerek, Mekke vadilerinden bir vadide Sa'd b. Ebi Vakkas'ın bazı sahabilerle birlikte namaz kıldıkları sırada üzer¬lerine gelen müşriklerden bazı kimselerin Müslümanlarla münakaşaya ve hatta kavgaya tutuşmaları ve Sa'd b. Ebi Vakkas'ın da eline geçirdiği bir deve çene kemiğiyle vurup onlardan birisinin başını yarması hadisesi [709] üzerine Peygamberimiz (a.s.)ın ashabı ile birlikte Dârü'l-Erkam'da gizlenmek zorunda kaldığı açıklanırsa da; [710] Sa'd b. Ebi Vakkas'la namaz kılan sahabiler arasında bulunan [711] Ammar b. Yâsir'in Dârü'l-Erkam'a girildikten sonra Müslüman olduğu [712] ve kendisinin Müslüman olmadan namaz kılmış olamayacağı gözönünde tutulursa, bu hadisenin Dârü'l-Erkam'a giriş sebebi ola¬mayacağı açıktır. Bu hususta, Müslümanlar ve gayrimüslimler tarafından kitap ve ansiklopedilerde ileri sürülen görüşler de gerçeği aksettirmekten uzaktırlar. Meselâ, İngilizce'den Türkçe'ye çevrilen İslâm Ansiklopedisi'nde: Springer'e ve Caetani'ye dayanılarak kaleme alınmış olan "Erkam" maddesinde: "Ömer'in ihtidasından biraz sonra, Peygamber, Erkam'ın evini bırakmıştır. Orada ne zaman ve ne kadar kaldığı, katî olarak malûm değildir. Fakat, 615-617 seneleri arasında kalmış olması muhtemeldir. İbn Hişam, el-Erkam'dan hiç bahsetmez. Taberî'nin bu vak'adan haberdar olmasına göre, İbn Hişam'ın da bilmesi icab ederdi. Taberî umumî tarihinde vak'adan bahsederse de, Peygamberin hayatına ait fasılda bu noktaya temas etmez" denilmektedir. [713] İngilizce, Fransızca ve Almanca "İslâm Ansiklopedisi"!erine dayanılmak ve ilmî bir tahrir heyetince gerekli incelemeler yapılmak suretiyle Arapça olarak yazılıp yayınlanmış bulunan Dâiretü'l-Maârifu'l-İslâmiye'nin "Erkam" maddesinde de: Peygamberin mihnetli günlerinde, emniyetli, davetini yapmaya elverişli ve yararlı bulduğu Dârü'l-Erkam'ı, Hz. Ömer'in Müslüman olması üzerine terkettiği açıklandıktan sonra: "Peygamberin, bu eve ne sığındığı tarih, ne de içinde kaldığı müddet hakkında bize tahkikli rivayeti er zikre di İm iş değildir. Fakat, biz, bunun 615 yılı ile 617 yıllan arasında olduğunu söyleyebiliriz" denilmekte ve İngilizce'¬den Türkçe'ye çevrilen İslâm Ansiklopedisi'nde olduğu gibi, İbn Hişam'ın bu evden hiç bahsetmediği ve Taberî'nin de, bu kıssayı bildiği halde, kitabının Peygamberimiz (a.s.)ın siretine ait kısmında bundan hiç söz açmadığı görüşü tekrarlanmaktadır. [714] Halbuki, kaynaklarımızdan bazılarında bu hususun da açıklanmış bulunduğu görülür. Meselâ: İbn Sa'd (d. 168-Ö. 230 Hicrî) Tabakâtü'l-Kübrâ'sında; Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a girişinin İslâmiyetin evvelinde olduğunu, Erkam'ın oğlu Osman'dan gelen rivayetle açıklar. [715] Hâkim (d. 321-ü. 405 Hicrî) Müstedrek'inde, İbn Sa'd'in tesbitini-" evvel" kelimesini düşürmüş olarak-aynı senedle tekrarlar. [716] İbn Hazm (d. 334-Ö. 456 Hicrî) Cemhere'sinde, İslâmiyet daha Mekke'de ifşa edilmeden önce, Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'da Müslümanlarla birlikte toplandığını kaydeder. [717] İbn Abdilber (d ?-ö. 463 Hicrî] İstiâb'ında, İslâmiyetin evvelinde Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'da gizlenip, oradan çıkıncaya kadar insanları orada İslâmiyete davetle meşgul olduğunu bildirir. [718] İbn Hacer (d. 77E^ö. 352 Hicrî), bu hususta Hâkim'in söylediğini-ondan aldığını açıklamak suretiyle-tekrarlar. [719] Nihayet, Diyarbekrî de (ö. 990 Hicrî) İslâmiyetin başlangıcında Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'da gizlendiği ve Müslümanlarla toplandığı rivayetini de kaydeder. [720] Yukarıda sıraladığımız tarihî bilgilere göre; Peygamberimiz (a.s.)ın Dârü'l-Erkam'a giriş tar¬ihini nübüvvetin dördüncü yılı değil, nübüvvetin birinci yılı ve hatta Erkam'ın Müslüman oluş tarihine göre, birinci yılın da ilk ayı olarak kabul etmek gerekir. Dârü'l-Erkam'dan ne zaman çıkıldığı ve orada ne kadar kalındığı meselesine gelince; Abdullah b. Ömer'in bildirdiği gibi, Hz. Ömer, nübüvvetin altıncı yılında, Zilhicce ayında Müslüman olmuş [721] ve Dârü'l-Erkam'dan çıkış da bu hadiseyi takip etmiştir. [722]
Dârü'l-Erkam'ın Geçirdiği Safhalar
Erkam b. Ebi'l-Erkam; sonradan Dârü'l-Erkam'ı vakıf olarak oğluna bırakmış, bu husustaki Vakfiye'sinde şöyle demiştir "Bismillâhirrahmânirrahîm, Bu, Erkam'ın, Safâ'dan biraz ilerideki evi hakkında yaptığı ahd ve vasiyyetidir ki, onun arsası, Harem-i Şeriften mâdud bulunduğundan, o da, haremleşmiş, dokunulmazlaşmıştır: Satılmaz ve tevarüs olunmaz. Hişam b. Âs ve Hişam b. Âs'ın azadlı kölesi filan, buna şahittir." Erkam'ın bu mübarek evi, içinde oğulları ve torunları tarafından oturulmak veya icarlarından yarar¬lanılmak suretiyle, Halife Ebu Cafer Mansur(ö. 158 Hicrî) zamanına kadar devam etti. Halife Mansur; hac sırasında, Safa ile Merve arasında say ederken, Erkam'ın torunları, dedelerinin evinin arkasındaki bir çadırda bulunuyorlar, Mansur da onların alt taraflarından geçiyordu. Aralarındaki mesafe çok kısa idi. Mansur'un başındaki serpuşunu almak isteseler, elleriyle uzanıp alabilecek yükseklikte idiler. Mansur; Merve'ye inip Safa tepeciğine çıkıncaya kadar, onlara baktı durdu. Mansur; Abdullah b. Osman b. Erkam'ın, Muhammed b. Abdullah b. Hasan'a uyanlardan olduğu halde onunla birlikte hareket etmemiş olmasıyla ilgilendi. Abdullah b. Osman b. Erkam'ı hapsetmesi ve zincire vurması için, Medine valisine yazı yazdı. Sonra da, Şihab b. Abdi Rab adındaki Kûfeli bir adamı Medine valisine gönderdi. Emrettiği şekilde hareket etmesi için valiye yazdığı mektubu da, Şihab'la gönderdi. Şihab, Abdullah b. Osman'ın hapsedildiği yere vardı. Abdullah b. Osman, o zaman, seksen yaşını aşmış bir ihtiyardı. Zincire vurulmak onu son derecede üzmüş ve bunaltmıştı. Şihab, ona: "Ben seni içinde bulunduğun şu halden kurtarırsam, Dârü'l-Erkam'ı bana satar mısın? Çünkü, mü'minlerin emîri onu istiyor! Eğer satacak olursan, senin hakkında onunla konuşayım, suçunu affettireyim?" dedi. Abdullah b. Osman: "O ev, sadakadır, vakıftır. Benim ondan ancak bir intifa hakkım vardır. Buna da kızkardeşim ve başkaları ortaktırlar!" dedi. Şihab: "Sen, kendine düşen hakkını bize ver! Ondan ilişiğini kes, kurtul!" dedi. Bunun üzerine, Abdullah'ın şehadetle sabit olan hakkı hesaplanarak onyedi bin dinarlık bir satış senedi yazıldı. Onun arkasından, parasının çokluğuna aldanarak, kızkardeşi de hakkını sattı. Mansur, bu evde intifa hakkı olan herkesin intifa hakkını satın alıp ondan ilişkisini kesti. Dârü'l-Erkam; Ebu Cafer Mansur'dan sonra, oğlu Halife Mehdiye geçti. O da, zevcesi Hayzuran'a (Musa ve Harun'un annesine) bağışladı. Hayzuran Hatun, Dârü'l-Erkam'ın çevresindeki evleri ve arsaları satın alıp ona katmak suretiyle, Dârü'l-Erkam'ı yeniden yaptırdı . [723] Dârü'l-Hayzuran diye anılan ve içinde namaz kılınır mescid haline getirilen [724] Dârü'l-Erkam, daha sonra, Halife Cafer b. Musa'ya geçti. Orada, bir müddet de Mısırlılar ve Yemenliler oturdular. Daha sonra, Gassan b. Abbad, Musa b. Cafer oğullarından, onun hepsini veya çok kısmını satın aldı . [725] En sonunda, onu Mısır Kahire Defterdarı İbrahim Bey, Sultan II. Selim'e hediye etti. III. Murad da, Hicrî 999 yılında, onu mescid tarzında yeniledi . [726] Dârü'l-Erkam'in son yapılı durumuna göre; Kapısı doğu tarafına açılır. Kapıdan, üzeri tavanlı, sekiz metre uzunluğunda, dört metre eninde bir sahanlığa girilir. Sahanlığın solunda, üzeri tavanlı, eni üç metreye yakın bir sofa bulunmaktadır. Ortadaki duvarın sağındaki kapıdan da, sekiz metre uzunluğunda ve bunun yansına yakın eninde, tabanı hasırla döşeli bir kulübeye girilmektedir. [727] Dârü'f-Erkam'm en son durumu Dârü'l-Erkam; günümüzde, Suudî Arabistan Krallığınca, Harem-i Şerif için yapılan çevre düzen¬lemesinde yıkılarak arası haremin arasına katilmiş .aslına rucu etmiştir. [728]
Nübüvvetin (Peygamberliğin) Beş Devresi, Davet ve İcabet Ümmetleri
Davetin beş devresi olup, birinci devresi; nübüvvet (peygamberlik) devresidir. Davetin ikinci devresi; en yakın hısım ve akrabayı, âhiret azabıyla korkutup uyarma devresidir. Davetin üçüncü devresi; kendi kavmini âhiret azabıyla korkutup uyarma devresidir. Davetin dördüncü devresi; kendilerine daha önce âhiret azabıyla korkutup uyarıcı gelmemiş bulu¬nan bütün Arap kavimlerini âhiret azabıyla korkutup uyarma devresidir. Davetin beşinci devresi; zamanın sonuna kadar, cinlerden ve insanlardan, kendilerine davet erişe¬bilecek olanları âhiret azabıyla korkutup uyarma devresidir. [729] Ümmet; bir dinde veya bir zamanda, ya da bir yerde toplanmış olan her topluluğa denir. [730]Ümmet kelimesi, yalnız insan toplulukları için değil, yerde yürüyen hayvanlar, iki kanadıyla uçan kuşlar için de kullanılmıştır. [731] Mütercim Âsim Efendi de, Kamus tercemesinde şöyle der "Ümmet; kendilerine peygamber gönderilen cemaata denir; gerek iman eylesinler, (onlara) ümmet-i icabet ıtlak olunur; gerek iman eylem esinler ki (onlara) ümmet-i davet ıtlak olunur ve her kabileden bir cemaata denir ve hayvan cinsine denir." [732] Kâfirler ümmet-i icabet değil, ümmet-i davettirler. [733] Peygamberimiz Aleyhiselam, yalnız Araplara değil, bütün insanlara peygamber olarak gönder-ilmiştir. [734] Peygamberimiz (a.s.); Abdulmuttalib oğullarına yaptığı ilk hitabında da: "Ey Abdulmuttalib oğulları! [735] Ben, özel olarak size, genel olarak da bütün insanlara peygamber gönderildim!" buyurmuştur. [736] Ehl-i Kitab olan Yahudilerin ve Hıristiyanların da, Peygamberimiz Muhammed (a.s.)ın risalet ve daveti dışında kalmadıkları da, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklanmıştır "Ey Ehl-i Kitab! Peygamberlerin arası kesildiği bir zamanda, size (gerçekleri) apaçık söyleyip duran resûlümüz gelmiştir. Tâ ki 'Bize ne bir rahmet müjdecisi, ne de bir azap habercisi gelmedi1 (demenize meydan kalmasın!) İşte, size rahmet müjdecisi de, azap habercisi de geldi artık! Allah, herşeye hakkıyla kadirdir!" [737] Bunun içindir ki, Peygamberimiz (a.s.); Hıristiyan olan Rum kralı Herakliyus'a gönderdiği mektupta: "...Ben, seni İslâm davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum! Müslüman ol, selameti bul da, Allah sana ecir ve mükâfatını iki kat versin! Eğer bu davetimi kabul etmezsen, yoksul çiftçilerin, teb'an olan bütün halkın günahı senin boynuna olsun!" 'De ki: 'Ey Kitaplılar! Geliniz: Aramızda ve aranızda eşit ve ortak olan bir kelimede birleşelim de, Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalım. Allah'ı bırakıp da birbirimizi rab tanımayalım!' Buna rağmen, onlar bu davetten yüz çevirirlerse, 'Siz şahit olunuz ki: Bizler, muhakkak, Müslümanlarız!1 deyiniz!1 [Âl-i İmrân: 64] buyurmuştur." [738] Nübüvvetin ilk üç yıllık devresi, halkı İslâmiyete gizlice davetle geçmiş; [739] Peygamberimiz (a.s.) bu üç yıllık devrede Bir ve şeriksiz olan Yüce Allah'a iman ve ibadete, kendisinin de Allah'ın kulu ve resûlü olduğunu tasdike ve putlara tapmaktan vazgeçmeye halkı gizlice davetle meşgul o I muştur. [740] Şiryandan Peygamberimiz (a.s.)ın, [741] bir yandan da Hz. Ebu Bekir'in, yanına gelenleri Allah'a imana ve İslâmiyete daveti neticesinde, [742] erkeklerden kadınlardan birçok insan İslâmiyete gir¬miş, İslâmiyet Mekke'de halk arasında konuşulur olmuştu. [743]
Peygamberimiz (a.s.)ın En Yakın Hısımları Uyarışı ve Kendisine Yardıma Davet Edişi
Hz. Ali der ki: "Sen, ilkin, en yakın hısımlarını inzar et, âhiret azabıyla korkut!1 (Şuarâ: 214) âyeti nazil olunca, [744] Resûlullah (a.s.) beni çağırdı . [745] 'Ey Ali! Yüce Allah'ın, en yakın hısımlarımı inzar etmemi emir buyurması bana çok ağır geldi, kaygı verdi. [746] Biliyorum ki, ben ne zaman kavmime bu işi açmaya kalksam, muhakkak, hoşuma gitmeyen birşeyle karşılaşacağımı göreceğim. Bunun üzerine, bir müddet sustum. Cebrail (a.s.) bana geldi de: 'Yâ Muhammedi Eğer sen Yüce Rabbinin sana emrettiği şeyi yapmayacak olursan, Rabbin sana azab edecektir!' dedi. Yâ Ali! Bize, bir sa1 (dört kocaman avuç dolduracak kadar) yemek yap ve üzerine de koyun budun¬dan et koy! Bize bir kap da süt hazırla! Sonra, Abdulmuttalib oğullarını benim için topla! [747] Onlarla bir konuşayım ve emrolunduğum şeyi kendilerine ulaştırayım' buyurdu. Resûlullah'ın bana emrettiği şeyi [748] yaptım. Abdulmuttalib oğulları Resûlullah'ın yanına toplandılar. Onlar, o gün, kırk kişi idiler. [749] Yahut, kırk kişiden ya bir eksik, [750] ya da bir fazla idiler. [751] Resûlullah'ın bütün amcaları, Ebu Talib, Hamza, Abbas ve Ebu Leheb de gelenler içinde bulunuy¬ordu. Abdulmuttalib oğulları yanına toplandıkları zaman, Resûlullah (a.s.) beni çağırdı. Onlar için yaptığım yemeği getirmemi emretti. Getirip önüne koydum. Eti parçalayarak çanağın çevresine birer parça koyduktan sonra: 'Haydi yiyiniz, Bismillah!' buyurdu. Hepsi, ondan yediler ve tamamıyla doydular. [752] Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki: Onların tümüne sunduğum yemeği, [753] onlardan bir tek adam bile yalnız başına yiyebilirdi! Bundan sonra, Resûlullah (a.s.): 'Yâ Ali! Onlara süt de iç ir!' buyurdu. Onlara süt kabını getirdim. Ondan da hepsi kanasıya içtiler. Vallahi, o kaptaki süt kadarını, onlardan bir tek adam bile yalnız başına içebilirdi ! [754] Yemeğin ve sütün kalanları, sanki hiç el dokunulmamış, yenilmemiş, içilmemiş gibi idi! [755] Resûlullah (a.s.) söze başlamak istediği sırada, Ebu Leheb: 'Şaşılacak şey! Arkadaşınız sizi büyük bir sihirle sihirledi! [756] Doğrusu, biz, bugünkü gibi bir sihir hiç görmedik!1 dedi. [757] Sonra da, Resûlullah'a hitaben: 'Bunlar senin amcaların ve amcalarının oğullarıdır. Sen, onlara istediğini söyledin! Sen, dinden sap¬kınlığı bırak! İyi bil ki: Kavmin, senin için bütün Arap topluluklarına karşı koymayı göze alacak değildir. Bütün Kureyş kabileleriyle Araplar üzerlerine çullanmadan, ata oğullarının senin üzerinde durup seni haps ve esir etmeleri gerekir. Onların böyle yapmaları, kendilerine, ötekinden daha kolaydır. Ey kardeşimin oğlu! Ben; atanın oğullarına, gelirken senin getirdiğin gibi şer ve kötülük getiren bir kimse daha görmedim!' dedi. [758] Resûlullah'ın konuşmasına imkân vermedi. Dağıldılar. [759] Ebu Leheb'in sözü, Resûlullah'ın çok ağırına gitti. Resûlullah (a.s.), o mecliste susup hiç konuşmadı. [760] Bunun üzerine, Cebrail (a.s.) gelip, Allah'ın buyruğunu hemen yerine getirmesini, Resûlullah (a.s.)a emir ve tavsiye etti. [761] Kendisine bu hususta cesaret verdi. [762] Ertesi günü, sabahleyin Resûlullah (a.s.): 'Yâ Ali! O adam işittiğin sözlerle tez davranıp önüme geçti de, ben kavmimle konuşmadan onlar dağılıverdiler. Sen önceki akşam bizim için yapmış olduğun kadar, yine yiyecek içecek hazırla! [763] Sonra onları yanıma topla!' buyurdu. [764] Yemeği yaptım. Sonra da, onlar Resûlullah için topladım. [765] Resûlullah (a.s.), yemeği getirmem için bana seslendi. [766] Resûlullah (a.s.), geçen akşam yaptığı gibi yaptı (Yani, eti parçalayıp yemek çanağının çevresine birer parça koyduktan sonra): 'Haydi yiyiniz, Bismillah!' buyurdu. Hepsi, ondan doyuncaya kadar yediler. [767] Resûlullah (a.s.): 'Haydi, onlara süt de içir!' buyurdu. Kendilerine, içi süt dolu kabı getirdim. [768] O kaptan da, hepsi, kanasıya kadar süt içtiler. [769] Vallahi, onların tümü için hazırladığım o yemeği de, o sütü de, onlardan bir tek adam bile yalnız başına yiyebilir, içebilirdi! [770] Resûlullah (a.s.), onlara: 'Borcumu benim yerime hanginiz öder?' diye sordu. Ben sustum. Cemaat da sustu. Resûlullah (a.s.) sorusunu tekrarlayınca: 'Ben öderim yâ Rasûlallah!' dedim. Resûlullah (a.s.): 'Sen ödersin yâ Ali! Sen ödersin yâ Ali!' buyurdu. [771] (Diğer bir rivayete göre; Resûlullah (a.s.) onlara: "Benim borcumu benim yerime ödeyecek ve vaadlerimi yerine getirecek, Cennette benimle birlikte bulunacak, ev halkım içinde benim vekilim olacak kimdir?" diye sordu. Onlardan birisi: "Sen [kerem ve cömertlikte] denizsin! Sana bu hususta kim vekil olmaya güç yetirebilir?!" dedi. Resûlullah (a.s.) sorusunu tekrarlayınca, Hz. Ali: "Ben senin vekilin olurum!" dedi. [772] Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.), ona: "Borcumu benim yerime sen ödeyecek ve vaadlerimi sen yerine getireceksin!" buyurdu.) [773] Bundan sonra, Resûlullah (a.s.) konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Hamd, Allah'a mahsustur. Ben, O'na hamdederim. Yardımı da, O'ndan dilerim. O'na inanır, O'na dayanırım. Şüphesiz bilir ve bildiririm ki: Allah'tan başka ilâh yoktur. O, birdir; O'nun eşi, ortağı yoktur! [774] Herhalde, otlak aramaya gönderilen kimse, gelip de ailesine yalan söylemez. Vallahi, ben (faraza) bütün insanlara yalan söylemiş olsam, yine, size karşı yalan söylemem! (Faraza) ben bütün insanları aldatmış olsam, yine, sizi aldatmam! Sizi Kendisine davet ettiğim Allah öyle bir Allah'tır ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur! Vallahi, sizler, uyur gibi öleceksiniz! Uykudan uyanır gibi de, dirilecek ve bütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz! İyiliklerinizin mükâfatını görecek, kötülüklerinizin de cezasını çekeceksiniz! Bunların sonucu ya temelli Cennette, ya da temelli Cehennemde kalmaktır! [775] İnsanlardan, ilk inzar ettiğim kimseler, sizlersiniz! [776] Ey Abdulmuttalib oğulları! Vallahi, Araplar içinde, benim size getirdiğim, dünya ve âhiretiniz için hayırlı olan şeyden daha üstününü ve hayırlısını kavmine getirmiş biryiğit bilmiyorum! [777] Ben, sizi, dile kolay gelen, Mîzan'da ağır basan iki kelimeye davet ediyorum ki, o da: Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına ve benim de Allah'ın kulu ve resûlü olduğuma şehadet etm¬eniz di r!768 Yüce Allah, sizi buna davet etmemi bana emir buyurdu. [778] Ey Abdulmuttalib oğulları! Ben, özel olarak size, genel olarak da bütün insanlara peygamber gön¬derildim! Siz, bu hususta, görmediğiniz mucizelerden bazısını da görmüş bulunuyorsunuz. [779] Üzerinde bulunduğum şeyde bana yardımcı ve kardeşim olmayı, Cennet kazanmayı hanginiz kabul eder? [780] Hanginiz, bu yolda kardeşim ve sahibim olmak üzere, bana bey'at eder?' buyurdu. Hiç kimse ayağa kalkmadı. Hemen, ben ayağa kal küm. Yaşça, oradakilerin en küçüğü idim. Resûlullah, bana: 'Sen, otur!1 buyurdu. Sorusunu üç kere tekrarladı. Her defasında, ben ayağa kalkıyordum. O da: 'Sen, otur!' buyuruyordu. [781] 'Yâ Rasûlallah! Bunların yaşça en küçükleri ve bacakça en inceleri olsam da, sana ben kardeş ve yardımcı olurum' dedim. Hepsi sustular. [782] Resûlullah (a.s.), sorularının üçüncüsünden sonra, elini elimin üzerine koydu [783] da: 'İçinizde, bu, benim kardeşim, vasîm ve vekilimdir. Onun sözlerini dinleyiniz ve kendisine itaat ediniz! Bu işe, amcamsız, amcamın oğlu varis oldu!1 buyurdu. [784] Davetliler gülüşerek ayağa kalktılar ve Ebu Talib'e: 'Bak! Sana, oğlunu dinlemeni emrediyor! Ona itaat et!' dediler. [785] Ebu Talib: 'Bırakınız onu! Amcasının oğlu, onun başını, hayırdan başka yana bükmez!' dedi. [786] Resûlullah (a.s.)a da: 'Bizim katımızda, sana yardım etmek kadar sevgili birşey yoktur. Öğütlerini benimseyip kabullendik. Sözlerini tamamıyla tasdik edip doğruladık! Bu toplananlar, senin atalarının oğullarıdır. Tabiî ki, ben de onlardan birisiyim! Senin istediğin şeye onlardan koşacak olanların, andolsun ki, en çabuğu, en hayırlısı da benden başkası değildir! Sen, emrolunduğun şeye devam et! Andolsun ki, etrafını kuşatıp seni korumaktan bir an geri durmayacağım! Nefsimi, Abdulmuttalib'in dininden ayrılmak hususunda bana boyun eğer bulmadım! Artık, ben, onun üzerinde öldüğü dinde öleceğim!1 dedi. [787] Ebu Leheb'den başka, hepsi de, yumuşak ve olumlu sözler söylediler. [788] Ebu Leheb ise: 'Ey Abdulmuttalib oğulları! Bu, vallahi, bir serdir, kötülüktür! [789] Başkaları onun elini tutup bundan alıkoymadan önce, sizler onun ellerini tutup bundan alıkoyunuz! Eğer siz bugün ona boyun eğecek olursanız, zillete, hakarete uğrarsınız! Bunu korumaya kalkışacak olursanız, öldürülürsünüz!' dedi. [790] Peygamberimiz (a.s.)ın halası Safiyye binti Abdulmuttalib, Ebu Leheb'e: 'Ey kardeşim! Kardeşinin oğlunu ve onun dinini yardımsız, hor ve hakir bırakmak sana yakışır mı?! Vallahi, bilginler, öteden beri, Abdulmuttalib'in soyundan bir peygamberin çıkacağını haber veregelm işlerdir. İşte o peygamber budur!' dedi. Ebu Leheb: "Bu, andolsun ki, boşuna bir umuntudur! Zaten, kadınların sözleri erkeklere ayakbağı ve köstek mesabesindedir! Kureyş aileleri ve onlarla birlikte bütün Araplar ayaklandığı zaman, onlara karşı koyacak bizim ne gücümüz var? Vallahi, biz onların yanında bir lokmayız!' dedi. Ebu Talib ona: 'Ey korkak adam! Vallahi, biz, sağ oldukça, ona yardım edecek, onu savunacak ve koruyacağız!' dedi ve Peygamber (a.s.)a da: 'Ey kardeşimin oğlu! Rabbine davet etmek istediğin zamanı bilelim, silahlanıp seninle birlikte ortaya çıkarız!' dedi." [791]
Peygamberimiz (a.s.)ın Safâ Tepeciğinden Kureyşlilere Seslenişi
"Sen, ilkin, en yakın hısımlarını inzar et!" [792] Yani, "küfürleri yüzünden üzerlerine azap inebileceği¬ni hatırlatarak onları korkut, uyar!" [793] mealli âyet nazil olduğu zaman; [794] Resûlullah (a.s.), günlerden bir gün [795] Safa tepeciğine kadar gitti. [796] Orada, yüksekçe bir taşın üzerine çıktı. [797] Şehadet parmaklarını kulaklarına tıkadı. Yüksek sesle: [798] "Yâ Sabâhâh!* [799] Ey Kureyş cemaatı!" diyerek bağırdı. [800] "Kim bu seslenen?" diye sordular. [801] "Muhammed, [802] Safa tepesinden sesleniyor!" dediler. [803] Kureyş kabileleri içinde Peygamber (a.s.)a akraba olmayan bir kabile bulunmadığın¬dan, [804] Peygamber (a.s.) da kabile kabile bütün Kureyşlilere seslenmişti. [805] İşitenler, gelip Peygamberimizin karşısında toplandılar. [806] Gelemeyenler de, toplantının sebebini anlamak için, yerlerine adam gönderdiler. [807] Yanına gelen Kureyşliler Peygamber (a.s.)a: "Yâ Muhammedi Ne haber var?" diye sordular. [808] Peygamber (a.s.): "Benimle sizin haliniz, düşmanı görünce ailesini haberdar etmek için koşmaya başlayan ve düş¬manın kendisinden önce ailesine yetişip zarar vermesinden korkarak 'Yâ Sabâhâh!1 diye bağıran bir adamın haline benzer. [809] Ne dersiniz? Ben, size şu dağın eteğinden [810] veya şu vadiden, [811] sizi yağmalamak isteyen [812] birtakım atlıların çıkıvereceğini, yahut akşama, sabaha, düşman baskınına uğrayacağınızı [813] haber verirsem, beni tasdik eder, doğrular mısınız?" diye sordu. [814] "Evet! Seni tasdik eder, doğrularız! [815] Çünkü, biz seni bütün tecrübelerimizde doğru sözlü bulduk! [816] Sen, bizim katımızda herhangi bir suçla suçlanmış bir kişi değilsin! [817] Hakkındaki tecrübelerimizde, sende hiçbir yalana rastlamış değiliz!" dediler. [818] Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.): "Öyle ise, ben sizi şiddetli bir azap önünde inzara, korkutup uyarmaya memurum: [819] EyAbdulmuttalib oğulları! Ey Abdi Menaf oğulları! EyZühre oğulları! EyfilanoğullarıL EyfilanoğullarıL diyerek birer birer Kureyş kabilesinin bütün ailelerine seslenip: "Yüce Allah; en yakın hısımlarımı azab ile korkutmamı bana emretti. Sizler 'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur1 demedikçe; ben size ne dünyada bir yarar, ne de âhirette bir nasip sağlayabilirim" buyurdu. [820] Peygamberimiz (a.s.)a atmak için eline bir taş alan Ebu l_eheb: [821] "Yuh sana! Sen, bugün, gelip de, bizi bunun için mi topladın?!" diyerek bağırdı. [822] Resûlullah (a.s.), hitap ve uyarısına şöyle devam buyurdu: "Ey Kureyş cemaatı! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız! [823] EyKa'b b. Lüey oğulları! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız! Ey Mürre b. Ka'b oğulları! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız! EyAbduşşems oğulları! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız! Ey Abdi Menaf oğulları! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız! Ey Hâşim oğulları! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız! Ey Abdulmuttalib oğulları! Kendinizi Cehennem ateşinden kurtarınız! [824] Ey Kureyş cemaatı! Kendinizi Allah'tan satın alınız! Ben, sizi Allah'ın azabından kurtarabilecek hiçbir şeye malik değilim . [825] Ey Abdi Menaf oğulları! Kendinizi Allah'tan satın alınız ! [826] Ben, sizi Allah'ın azabından kurtarabilecek hiçbir şeye malik değilim ! [827] Ey Abdulmuttalib oğulları! Kendinizi Allah'tan satın alınız! Ben, sizi Allah'ın azabından kurtarabilecek hiçbir şeye malik değilim . [828] Ey Abbas b. Abdulmuttalib! Ben, seni Allah'ın azabından kurtarabilecek hiçbir şeye malik değil¬im ! [829] Ey Zübeyr b. Avvam'ın annesi! Resûlullah'ın halası Safiyye! Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Kendinizi Allah'tan satın alınız! Siz, benim malımdan, dilediğinizi benden isteyiniz! Fakat, ben sizi Allah'ın azabından kurtarabilecek hiçbir şeye malik değilim. [830] Şu kadar ki, sizlerin bir hısımlığınız var! Ben, hısımlık suyu ile sulayacağım!" buyurdu. [831] Bundan sonra, Resûlullah (a.s.): "Ey Fihr hanedanı!" diyerek seslendi. Ebu Leheb: "İşte, Fihr oğulları, yanındalar!" dedi. Resûlullah (a.s.): "Ey Galib hanedanı!" diyerek seslenince, Muharib b. Fihr oğullarıyla Haris b. Fihr oğulları, dönüp geri gittiler. Resûlullah (a.s.): "Ey Lüey b. Galib hanedanı!" diyerek seslenince, Teymü'l-Erdem b. Galib oğulları, dönüp geri gittil¬er. Resûlullah (a.s.): "Ey Ka'b hanedanı!" diyerek seslenince, Âmir b. Lüey oğullarıyla Avf b. Lüey oğulları, dönüp geri gittiler. Resûlullah (a.s.): "Ey Mürre b. Ka'b hanedanı!" diyerek seslenince, Adiyy b. Ka'b oğulları ile Husays b. Ka'b'ın iki oğlu olan Sehm ve Cumah oğulları dönüp geri gittiler. Resûlullah (a.s.): "Ey Kilab hanedanı!" diyerek seslenince, Teym b. Mürre oğullarıyla Mahzum b. Yakaza b. Mürre oğulları, dönüp geri gittiler. Resûlullah (a.s.): "Ey Kusayy hanedanı!" diyerek seslendiği zaman, Zühre oğulları, dönüp geri gittiler. Resûlullah (a.s.): "Ey Abdi Menaf oğulları!" diyerek seslenince, Abduddar oğulları ve onlarla beraber Esed b. Abduluzzâ b. Kusayy oğulları, dönüp geri gittiler. Ebu Leheb: "İşte, Abdi Menaf oğulları!" dedi. Resûlullah (a.s.): "Ey Hâşim hanedanı!" diyerek seslenince, Abdüşşems oğullarıyla Nevfel oğulları, dönüp geri gittil¬er. Orada, yalnız Abdulmuttalib oğulları kaldı. Ebu Leheb: "İşte, Hâşim oğulları toplanmış bulunuyorlar!?" dedi. Resûlullah (a.s.), onlara: "Ben, sizi 'Lâ ilahe illallâhu vahdehû lâ şerîke leh=Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! O, birdir! O'nun ortağı yoktur!' diyerek şehadet getirmeye davet ediyorum! Ben de, O'nun kulu ve resûlüyüm! Bunu böylece kabul ve ikrar ettiğiniz takdirde, sizin Cennete gireceğinize kefil olurum! [832] Siz, Kıyamet günü iyi amellerinizle gelmez de dünyayı boyunlarınıza yüklenmiş olduğunuz halde gelirseniz, ben sizden yüz çeviririm (yüzünüze bakmam)! O zaman siz bana: 'Yâ Muhammedi' dersiniz. Ben ise, şöyle derim: [Resûlullah Aleyhisselarn "Şöyle derim" buyururken, yüzünü onlardan başka tarafa çevirdi. Siz, bana: 'Yâ Muhammedi' dersiniz. Ben ise, size şöyle derim. [Resûlullah (a.s.), "Şöyle derim" buyururken, yüzünü onlardan başka tarafa çevirdi.]" [833]
İslâmiyeti Mekke'de Yaymaya Çalışanlar ve Müslümanlıklarını Hiç Çekinmeden Açıklayanlar
Peygamberimiz (a.s.)la yanında bulunan Müslümanlar İslâmiyeti açıkladıkları zaman, Mekke'de İslâmiyeti duymayan kalmadı. Hz. Ebu Bekir bir köşede, Saîd b. Zeyd bir köşede, Hz. Osman bir köşede, Ebu Ubeyde b. Cerrah bir köşede., halkı, İslâmiyete davet ve teşvik etmeye koyuldular. [834] Her tehlikeyi göze alarak, Müslümanlıklarını, herkesten önce şu yedi mücahit açıklamıştı: Resûlullah (a.s.), 1- Hz. Ebu Bekir, 2- Bilal-i Habeşî, 3- Mikdad b. Esved, 4- Suheyb b. Sinan, 5- Ammar b. Yâsir, 6- Sümeyye Hatun (Ammar b. Yâsir'in annesi). [835]
İslâmiyetin Mekke'de Açıklanışından Sonra Müslüman Olanlardan Bazıları
1- Peygamberimiz (a.s.)in halası Hz. Safiyye, [836] 2- Peygamberimiz (a.s.)ın halası Hz. Âtike, [837] 3- Peygamberimiz (a.s.)ın amcası Hz. Abbas, 4- Hz. Abbas'ın zevcesi Ümmü Fadl Hatun, 5- Hz. Abbas'ın âzadlısı Ebu Râfi1, 6- Amr b. Abese, 7- Ebu Zerri'l-Gıfârî. Ebu Râfi’ der ki: "Ben, Abbas b. Abdulmuttalib'in kölesi idim. İslâmiyet ev halkı içinde şayi olup, Abbas Müslüman oldu. Ümmü Fadl da Müslüman oldu. Ben de Müslüman oldum. Abbas; kavminden korkar ve onlara aykırı davranır görünmek istemez, Müslümanlığını gizlerdi. Çünkü, kendisi servet sahibi olup, serveti de kavminin üzerinde (veresiyede) dağınık bir halde bulunuyordu." [838]
Amr b. Abese'nin Müslüman Oluşu
Amr b. Abese der ki: "Ben, Cahiliye devrinde, kavmimin putlarına tapmaktan yüz çevirmiştim. Tapılan putların boş olduğunu [839] görüyor, [840] insanların, puflara taptıkları için, dalâletten başka birşey üzerinde bulun¬madıklarını anlıyordum . [841] Onlar birtakım taşlara tapıyorlardı ki, taş insana ne zarar, ne de yarar verebilirdi. [842] Putlara tapmanın boşluğu, içime doğmuştu. [843] Teymâ halkından, [844] Kitab Ehli olan bir zâta rastladım. [845] Ona: 'Ben; bir yere konup da yanlarında put bulunmayınca, içlerinden birisi giderek dört taş getiren, onlar¬dan üçü ile tenceresine ocak çatan ve yakışıklı olan dördüncüsüne tapan, oradan göç edileceği zaman da onu orada bırakan, her konduğu yerde bulduğu daha yakışıklısına tapan kabile halkından bir kim¬seyim! İnsana ne yarar, ne de zarar veremeyen birşeyi put edinmenin bâtıl ve boş olduğunu sanıyorum. Sen, beni bundan daha hayırlısına kılavuzlasana!1 dedim. [846] O da: 'Mekke'den bir zât zuhur edecek, kavminin tapageldikleri putlardan yüz çevirip, halkı onlardan başkasına davet edecektir. Sen onu gördüğün, duyduğun zaman, ona hemen tâbi ol! Çünkü, o, dinin üstününü getirecektir!' dedi. Artık, o günden beri, Mekke'den her gelenin yanına vanp 'Mekke'de, olan biten birşey var mı?' diye sorardım. 'Birşey yok!' denilince, [847] ev halkımın yanına dönerdim. Ev halkım, yola uzak değil, yakındı. Mekke'den, deve üzerinde gelen kimselerin önlerine gerilip: 'Mekke'de, hadiselerden bir hadise var mı?' diye sordukça: 'Yok!' derlerdi. Ben, yine, bir gün yola oturmuştum. Deve üzerinde bir kimse çıkageldi. Ona: 'Nereden geliyorsun?' diye sordum. 'Mekke'den geliyorum' dedi. Ona: 'Orada, yeni bir haber var mı?' diye sordum. 'Evet, var! [848] Mekke'de birzâtzuhur etti. Kavminin putlarından yüz çevirip, halkı onlardan başkası¬na iman ve ibadete davet ediyor!1 dedi. Hemen, ev halkımın yanına döndüm. [849] Devemin üzerine atlayıp Mekke'ye geldim. [850] Mekke'de, herzaman gelişimde indiğim yere indim. Onun nerede olduğunu sordum. [851] Bir de ne göreyim? Resûlullah (a.s.) gizlenmiş! Kavmi ise, ona karşı çok cüretli ve şiddetli davran m akta I ar. [852] Bana: 'Geceleyin, tavaf ettiği sıradan başka bir zamanda, onunla görüşmeye kadir olamazsın!' denildi. Bunun üzerine, Kabe'nin önünde yatıp uyudum. Kendisini, ancak tehlil sesiyle tanıyabildim. Hemen yanına vardım, kendisine selam verdim . [853] 'Sen, nesin?' dedim. 'Ben, peygamberim' buyurdu. 'Peygamber, ne demek?1 dedim. 'Resûlullah demektir1 buyurdu. 'Seni kim gönderdi?' diye sordum. 'Yüce Allah gönderdi' buyurdu. 'Seni ne ile gönderdi?' diye sordum. 'Bir olan Allah'a eş, ortak koşmaksızın ibadet etmek, Putları kırıp atmak, Akrabaya yardım etmek, [854] Kan dökmemek, Yol güvenliğini sağlamak., vazifesiyle gönderdi' buyurdu. 'Sen ne güzel şeylerle gönderilmişsin! Ben sana iman, ve senin getirdiklerini tasdik ediyorum ! [855] Uzat elini, bey'at edeyim sana!' dedim. Elini uzattı. Kendisine, İslâmiyet üzerine, bey'at ettim. [856] 'Senin yanında, bu hususta sana yardımcı kimler var?' diye sordum. 'Bir hür ile bir köle' buyurdu. [857] O sırada, yanında, Ebu Bekir b. Ebi Kuhâfe ile Ebu Bekir'in azadlı kölesi Bilal bulunuyordu. [858] 'Sana ben de tâbi oluyorum!' dedim. [859] 'Yanında kalayım mı? Yoksa, ev halkımın yanına döneyim mi? Ne buyurursun?' diye sordum. [860] 'Sen, şu gününde, bunu yapamazsın. [861] Benim yanımda kalamazsın! [862] Benim durumumu, [863] Allahtan getirip tebliğ ettiğim şeylere karşı [864] İnsanların [865] tutumunu, [866] nasıl katı ve kötü [867] davrandıklarını görmüyor musun?! Sen şimdi ev halkının yanına dön! Onların yanında otur! Benim gideceğim yere gittiğimi işittiğin zaman, yanıma gel! Bana tâbi ol!' buyurdu. Bunun üzerine, dönüp ev halkımın yanına gittim." [868] Allah ondan razı olsun! [869]
Ebu Zerri'l-Gıfârî'nin Müslüman Oluşu
Ebu Zerri'l-Gıfârî; Amr b. Abese ile, bir anadan doğma kardeş idiler. [870] Kendisi, Cahiliye devrinde, putlara tapmazdı. [871] "Ben kavmimin tapageldikleri putlardan yüz çevirmiştim!" dediği zaman, Abdullah b. Abbas: "Senin taptığın ne idi?" diye sormuştu. Ebu Zerri'l-Gıfârî: "Hiçbir şey değildi!" demiştir. [872] Mekke halkından bir adam, bir gün Ebu Zerri'l-Gıfârîye: "Mekke'de bir zât, senin dediğin gibi 'Lâ ilahe illallah=Allah'tan başka ilah yoktur1 diyor ve kendisinin peygamber olduğunu söylüyor" diye haber vermişti. Ebu Zerri'l-Gıfârî: "O, kimlerdendir?" diye sorunca, Mekkeli adam: "Kureyş'tendir!" demişti. [873] Ebu Zerri'l-Gıfârî der ki: "Ben Gıfâr kabilesinden bir adamdım. 'Mekke'de bir zât zuhur etmiş, kendisinin peygamber olduğunu söylüyormuş' diye, bize bir haber erişince. [874] Yüce Allah daha o zaman kalbime İslâmiyet sevgisini düşürdü. [875] Kardeşim Üneys'e: 'Hayvanına bin! Şu vadiye doğru git! Kendisine gökten haber geldiğini söyleyen [876] o zât ile konuş! [877] Kendisinin söyledikleri şeyleri dinle! [878] Kendisi hakkında benim için bilgi edin! [879] Haberi bana getir!' dedim. [880] Kardeşim [881] Üneys, Mekke'ye kadar [882] gitti. [883] Onunla buluştu. [884] Kendisinin söylediklerini dinledikten sonra, dönüp [885] yanıma geldi. [886] Ona: 'Ne yaptın? [887] Ne haber var sende?' diye sordum. [888] 'Mekke'de, senin dininde bir zâta rastladım ki, kendisini Allah'ın gönderdiğini söylüyor' dedi. 'Halk, onun hakkında ne söylüyor?' diye sordum. 'Şair, kâhin, sihirbaz diyorlar!' dedi. Üneys, şair kişilerdendi. O: 'Ben, doğrusu, kâhinlerin sözünü dinledim. Onun söylediği, kâhinlerin sözü değil! Onun sözünü şiirin her çeşidine de tatbik ettim. [889] Vallahi, [890] benden sonra [891] ona şiir demeye kimsenin dili varamaz! Vallahi, o muhakkak sadıktır. Onlar ise, muhakkak yalancıdırlar! [892] Vallahi, ben öyle bir zât gördüm ki; hayrı , [893] iyiliği, ahlâkîfaziletleri [894] emrediyor, serden, kötülük¬ten de sakındınyor. [895] Onu ahlâkî faziletleri emrederken ve öyle bir söz söylerken gördüm ki, o söz sihir değildir1 dedi. [896] Vallahi, ben kardeşim Üneys'ten daha üstün bir şair duymadım! [897] Kardeşime: 'Sen bana bu hususta arzu ettiğim, gönlüme şifa verir, müşkillerimi giderir bir haber getimnedin! [898] Kendim gidip onu görürüm' dedim. Üneys: 'Olur! Fakat, sen Mekke halkından sakıma ol! Çünkü, onlar ona karşı son derecede kin besliyorlar. Hep surat asıp duruyorlar' dedi. [899] Hemen, azık dağarcığımı, su tulumumu yüklendim. [900] Elime bir asâ alıp yola düştüm, Mekke'ye ulaştım. Resûlullah'ı şahsen tanımıyor, başkasından sormayı da uygun bulmuyor, Mescid-i Haram'da bulunuyor ve Zemzem suyundan içip duruyordum . [901] O sırada, yanıma Ali b. Ebi Talib uğradı ve: 'Şu adam herhalde garîbdir, sanırım1 dedi. Ona: 'Evet! Garibim' dedim. Bana: 'Öyle ise, kalk, benimle birlikte bizim eve git!' dedi. Onunla birlikte gittim. Ne o bana birşey sordu, ne de ben ona birşey haber verdim. Sabaha çıkınca, Resûlullah'ı sormak için, kuşluk vakti Mescid-i Haram'a gittim. Fakat, hiç kimse onun hakkında bana bir haber vermedi. Yine, Ali bana uğradı da: 'Bu adam için, daha yerini öğrenmek zamanı gelmedi mi?!' dedi. Ben: 'Hayır!' dedim. Ali: 'Öyle ise, gel, benimle birlikte bizim eve git!' dedi. Evlerine varınca, bana: 'Senin işin nedir? Sen bu şehre ne için geldin?1 diye sordu. Ona: 'Gizli tutacağına [902] ve işim hakkında bana kılavuzluk edeceğine [903] söz verirsen, sana haber verir¬im' dedim. 'Öyle yaparım1 deyince: 'Bize erişen habere göre; burada bir zât çıkmış, kendisinin peygamber olduğunu söylüyormuş! [904] Onunla konuşması, [905] ondan işittiklerini ezberleyip bana haberini getirmesi için, [906] kardeşimi gönder¬miştim. [907] Kardeşim bana gönlüme şifa verecek bir haber getirmedi. [908] Kardeşimin getirdiği haber gönlüme şifa vermediği için, [909] onunla kendim buluşup konuşmak üzere [910] geldim' [911] dedim. Bunun üzerine, Ali bana: 'Sen, geldiğine isabet ettin, akıllılık etfin! [912] Bu zât Allah'ın resûlüdür, hak peygamberdir! [913] Sabahladığın vakit, sen beni takip et! Ben senin için korkulacak bir şey görürsem [914], ya ayakkkabımı düzeltiyormuşumgibi duvara doğru yönelir dururum; [915] ya da, döküyormuşum gibi yaparım. [916] Sen, durup beni bekleme, git! [917] Ben geçip gidersem, sen arkamdan gel ve benim girdiğim yere sen de gir!' dedi. [918] O, gitti, ben de gittim. Nihayet, o, Peygamber (a.s.)ın huzuruna girdi. Ben de kendisiyle birlikte girdim. [919] 'Esselâmü aleyke yâ Rasûlallah!' diyerek onu ilk kez İslâm selâmı ile ben selamladım. [920] Bana: 'Sen, kimsin?' diye sordu. 'Gıfâr oğullarından bir adamım' dedim. [921] Kendisine: 'Yâ Muhammedi Sen insanları nelere davet ediyorsun?' diye sordum. Resûlullah: 'Bir olan ve hiçbir şerîki olmayan Allah'a imana ve putları gidermeye ve benim de Resûlullah olduğu¬ma şehadet etmeye davet ediyorum' buyurdu. [922] 'Bana İslâmiyeti (nasıl Müslüman olunacağını) bildir!' dedim. Bildirince, hemen oracıkta Müslüman oldum. [923] 'Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlüh=Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki, Muhammed, Allah'ın kulu ve resûlüdür1 diy¬erek şehadet getirdim. [924] Resûlullah (a.s.)ın yüzünde sevinç belirdiğini gördüm. [925] Resûlullah (a.s.): 'Ey Ebu Zer! Sen şimdi bu işi Mekkelilenden gizli tut, memleketine dön, git!' buyurdu. [926] 'Yâ Rasûlallah! Ben dinimi açıklamak istiyorum' dedim. [927] Resûlullah (a.s.): 'Ben senin hakkında Mekkelilenden endişe ediyorum! [928] Öldürülürsün, diye korkuyorum' buyur-du. [929] 'Yâ Rasûlallah! Ben öldürüleceğimi bilsem de, bunu muhakkak yapacağım' dedim. Resûlullah (a.s.), sustu. [930] 'Seni hak dinle peygamber gönderen, [931] varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a [932] yemin ederim ki, [933] Mescid-i Haram'da, [934] onların arasında bunu [935] İslâmiyeti [936] bağıracağım! [937] İslâmiyeti haykırarak açıklamadıkça yurduma dönüp gitmeyeceğim' diyerek, [938] Kureyşlilerin Mescid-i Haram'da halkalandıkları, konuştukları sırada [939] Mescid-i Haram'a varıp yüksek sesle: [940] 'Ey Kureyş cemaatı! [941] Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlüh=Şehadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur ve yine şehadet ederim ki, Muhammed Allah'ın kulu ve resûlüdür!' diyerek bağırdım. [942] Müşrikler: 'Adam sapıttı! Adam sapıttı ! [943] Kalkınız yürüyünüz şu Sâbiî'nin üzerine!'diyerek silkinip kalkıverdil-er, beni öldüresiye [944] dövdüler, yere serdiler. [945] O sırada, Abbas b. Abdulmuttalib yetişip üzerime kapandı ve onlara: 'Yazıklara olsun size! Siz Gıfâr kabilesinden bir adamı öldürüyorsunuz da, [946] onun Gıfâr kabilesin¬den olduğunu ve tüccarlarınızın Şam'a giden yolunun bunların yurdundan geçtiğini bilmiyorsunuz!? [947] Ey Kuneyş cemaatı! Sizler tüccarsınız! Ticaret yolunuz da Gıfâr yurdunun üzerindedir! Yoksa, siz ticaret yolunuzun kesilmesini mi istiyorsunuz?' [948] diyerek çıkışınca, üzerimden çekildiler, [949] başımdan dağıldılar. [950] Ertesi günü, sabahleyin, yine, Mescid-i Haram'a vardım. Dünkü söylediğimin aynını tekrar söyledim. Onlarda: 'Kalkınız, yürüyünüz şu Sabiı'nin üzerine!' diyerek kalkıverdiler. Dünkü gibi, yine, öldüresiye [951] dövdüler ve yere serdiler. O sırada, yine Abbas yetişip, onlara dün söyledikleri gibi söyleyince, bıraktıIar. [952] Beni öldürdük¬lerini sandılar. Kalkıp Resûlullah (a.s.)ın yanına vardım. Resûlullah (a.s.), halimi görünce: 'Ben seni men etmemiş miydim?' buyurdu. 'Yâ Rasûlallah! Bu, kalbimde bir istekti. Ben de onu yerine getirdim1 dedim. Bir müddet, Resûlullah (a.s.)ın yanında bulundum. [953] 'Ey Allah'ın Peygamberi! Sen ne yapmamı bana emredersin? [954] Yâ Rasûlallah! İstediğini bana emret!' dedim . [955] Resûlullah (a.s.): 'Emrim sana gelince, onu kavmine haber ver, tebliğ et! [956] Ortaya çıkışımızın haberi sana eriştiği zaman, yanıma gel!' buyurdular." [957] Bunun üzerine, Ebu Zerri'l-Gıfârî: "Yâ Rasûlallah! Şimdi ben ev halkımın yanına döneceğim! Senin savaşla memur olacağın zamana kadar bekleyecek, o zaman, gelip yanına katılacağım!" dedi. Peygamberimiz (a.s.), ona: "İyi edersin, hemen dön, git!" buyurdu. [958] Allah ondan razı olsun! [959] | |
| | | haydarı kerrar Administrator
Mesaj Sayısı : 2630 Kayıt tarihi : 24/05/09 Nerden : ANKARA
| Konu: Geri: İSLAM TARİHİ 2-VAHYİN GELİŞİ VE TEBLİĞ VAZİFESİ C.tesi Mart 06, 2010 5:10 pm | |
| Peygamberimiz (a.s.)ın Tevhid Akidesini Yaymaya Koyuluşu
Peygamberimiz (a.s.)ın amcası Ebu Talib; zengin olmamasına rağmen, Kureyşîlerin seyyi-di, ulu kişisi ve şereflisi idi. Kendisinin sözü dinlenir, emirlerine karşı gelmekten çekinilirdi. [960] Ebu Talib Amca, babası Abdulmuttalib'in vasiyyeti üzerine, Peygamberimiz (a.s.)ı sekiz yaşında iken yanına alıp, onu kendi çocuklarından ziyade üzerine titreyerek büyütmüş; [961] ve yirmibeş yaşında bulunduğu sırada da Hz. Hatice ile evlendirmek suretiyle, ona karşı babalık ve hâmilik vazifesini gereği gibi yerine getirmişti. [962] Yüce Allah'ın buyruğunu yerine getirmek için yardım istediği sırada da, [963] Abdulmuttalib oğulları arasında, yalnız o, Peygamberimiz (a.s.)a: "Etrafını kuşatıp seni korumaktan bir an geri durmayacağım!" diyerek, İslâm dâvasında da kendisi¬ni destekleyeceğine kesin söz vermiş bulunuyordu. [964] Ebu Talib Amca Peygamberimiz (a.s.)ın üzerine böyle olanca şefkatiyle eğildiği ve yanıbaşına dikilerek onu koruduğu zaman, Peygamberimiz (a.s.), Yüce Allah'ın "Şimdi, sen, ne ile emrolunuyorsan apaçık bildir! Müşriklere aldırış etme!" buyruğuna uyarak, [965] vazifesini açıkça yer¬ine getirmeye; [966] gecede gündüzde, açıkta gizlide., halkı tevhid akidesine davete koyuldu. Kendisini bundan ne bir döndürücü döndürebildi, ne bir engelleyici engelleyebildi. Hac mevsimlerinde; halkın toplu bulundukları yerleri durmadan dolaşarak, rastladığı herkesi,-hür köle, zayıf kavi, zengin fakir-ayırt etmeden, Allah'ın birliğine inanmaya davet ve teşvik etti. [967] Peygamberimiz (a.s.) müşriklerin tapmakta oldukları puflarını yermeye başladığı [968] ve put¬lara taparak küfür ve dalâlet üzerinde ölüp gitmiş olan baba ve atalarının da [969] Cehenneme atıldık¬larını, [970] helak olduklarını [971] açıkladığı zaman, Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.)a suratlarını astılar. [972] Peygamberimiz (a.s.)ı ve söylediklerini, red ve inkâr ettiler. Peygamberimiz (a.s.)a karşı koymak ve düşmanlık beslemek hususunda birieştiler. [973] Fakat, Peygamberimiz (a.s.)ın amcası Ebu Talib'in kendi dinlerine bağlılıkta devamı, [974] onun aralarındaki saygınlığı, [975] kendisini Peygamberimiz (a.s.) üzerindeki koruyucu ve kol-layıcılığı, onların Peygamberimiz (a.s.)ın üzerine yürüyüvermelerini engellemekte idi. [976]
________________________________________ KUREYŞ'İN DÜŞMANLIĞI VE İŞKENCE
Kureyş Müşriklerinin Ebu Talib'e Başvurmaları
Peygamberimiz (a.s.)ın kendi dinlerinden ayrılmak ve putlarını yermek., gibi davranışların¬dan şikâyetlerine Ebu Talib'in aldırış etmemekle kalmayıp yanına dikilerek onu koruduğunu, kolladığını gören Kureyş müşriklerinin eşrafından: [1] 1- Utbe b. Rebia, 2- Şeybe b. Rebia, 3- Ebu Süfyan b. Harb, 4- Ebu'l-Bahterî b. Hişam, 5- Esved b. Muttalib, 6- Ebu Cehil Amr b. Hişam, 7- Velid b. Mugîre, 8- Nübeyh b. Haccac, 9- Münebbih b. Haccac, 10- Âs b. Vâil.. [2] gibi birtakım kişiler, Ebu Talib'in yanına vardılar. [3] Ona: "Ey Ebu Talibi Kardeşinin oğlu bizim ilahlarımıza dil uzattı. Dinimizi yerdi. Akıllarımızı, hafif akıllılık ve akılsızlık saydı. Baba ve atalarımızın da dalâlet ve sapkınlık içinde ölüp gitmiş olduklarını iddia etti. Sen ya onu bizimle uğraşmaktan alıkoyarsın, ya da aramızdan çekilir (bizi onunla başbaşa bırakır)sın! Zaten, sen de ona karşısın; bizim gibi, muhalifsin! [4] (Sen aradan çekilirsen) biz onun hakkından geliriz!" dediler. [5] Ebu Talib onları güzellikle, güleryüzle, yumuşak ve tatlı sözlerle başından savdı . [6]
Peygamberimiz (a.s.)a ve İslâmiyete Düşman Olan Müşrik Uluları
İslâmiyet Mekke'de yayılmaya başlayınca, müşriklerin ulu kişileri kızdılar. Peygamberimiz (a.s.)a karşı, kıskançlığa ve azgınlığa başladılar. Aşağıda isimleri sıralanan müşriklerden bazıları, kıskançlık ve düşmanlıklarını açıkça, bazıları da kapalı ve sinsi bir biçimde sürdürdüler: 1- Ebu Cehil Amr b. Hişam, 2- Ebu Leheb b. Abdulmuttalib, 3- Esved b. Abdi Yağus, 4- İbn Gaytala Haris b. Gays, 5- Velid b. MugiYe, 6- Ümeyye b. Halef, 7- Übeyyb. Halef, 8- Ebu Kays b. Fâke, 9- Âs b. Vâil, 10- Nadrb. Haris, 11- Münebbih b. Haccac, 12- Züheyr b. Ebi Ü meyye, 13- sâib b. Ebi sâib, 14- Esved b. Abdulesed, 15- Âs b. Saîd, 16- Ebu'l-BahterîÂs b. Hişam, 17- Ukbe b. Ebi Muayt, 18- İbnü'l-Asda', 19- Hakem b. Ebi'l-Âs, 20- Adiyy b. Hamra', [7] 21- Esved b.Muttalib. [8] 22- Ebu Süfyan b. Haris, 23- Hanzale b. Ebi Süfyan, 24- Muaviye b. Mugîre, 25- Esed b. Abduluzzâ, 26- Ebu Zem'a Zem'a b. Esved, 27- Sayfiy b. Sâib, 28- Amr b.Âs, 29- Nübeyh b. Haccac, 30- Üneys b. Miyer, [9] 31- Tuayme b. Adiyy, [10] 32- Rükâne b. Abdi Yezid [11] 33- Mâlik b. Tulatıla. [12] 34- Hübeyrab.EbiVehb, [13] 35- Mutim b. Adiyy. [14]
Bunlardan, Peygamberimiz (a.s.)a Düşmanlıklarını Aşırı Derecede Sürdürenler
1- Ebu Cehil Amr b. Hişatm, 2- Ebu Leheb b. Abdulmuttalib, 3- Ukbe b. Ebi Muayt idi. [15]
Peygamberimiz (a.s.)a Düşmanlıkta Fazla İleri Gitmeyenler
1- Utbe b. Rebia, 2- Şeybe b. Rebia, 3- Ebu Süfyan b. Harb olup, bunlar Peygamberimiz (a.s.)a düşman olmakla birlikte, öteki müşrikler kadar düşmanlıkta ileri gitmezlerdi. [16] Peygamberimiz (a.s.)a düşman olan bu müşrik ulularından Ebu Süfyan b. Haris, [17] Ebu Süfyan b. Harb, Amr b. Âs, ve Hakem b. Ebi'l-Âs'tan başka, hiçbirisi Müslüman olmamıştır. [18]
Peygamberimiz (a.s.)la Alay Eden Müşriklerden Başlıcaları
1- Esved b. Muttalib, 2- Esved b. Abdi Yağus, 3- Velid b. Mugîre, 4- Âs b. Vâil, 5- Haris b. Tulatıla (Gaytala) idi. [19]
Buna mukabil: 1- Mut'im b. Adiyy, 2- Ebu'l-Bahterî Âs b. Hişam, Peygamberimiz (a.s.)ı ve ashabını en az üzen müşriklerden¬ di. [20]
Müşrik Ulularının Peygamberimiz (a.s.)a ve İslâmiyete Düşman Olmalarının Başlıca Sebepleri
Kureyşî müşrik ulularının Peygamberi iniz (a.s.)a ve İslâmiyete düşman olmalarının birtakım sebepleri vardı: 1- Kureyşîler yüzlerce yıldan beri putperest idiler. Ataları İbrahim ve İsmail (a.s.)ların tevhid mabedi olan Kabe, çevresine dikilen üçyüz altmış putla, puthaneye çevrilmişti. [21] Kureyşlilerden, evlerinde putu bulunmayan, evlerine girerken de, evlerinden çıkarken de ona el yüz sürmeyen kimse yoktu. [22] Peygamberimiz (a.s.) ise, onların bu putperestliğini yeriyor, [23] hatıra gönüle bakmaksızın ve hiç kimseyi istisna etmeksizin, putlara taparak küfür ve dalâlet içinde ölüp gitmiş olan baba ve ata¬larının da [24] Cehenneme atıldıklarını, [25] helak olduklarını söylemekten çekinmiyordu. [26] Kureyş müşriki erince ise, puflara tapmaktan daha üstün bir din yoktu ve olamazdı. [27] 2- Mekke şehri, İlahî Mâbed olan Kabe'si ile, Arap ülkesinin biricik dinî merkezi olup, her yıl oraya hac mevsiminde hac için, diğer zamanlarda da umre için, her taraftan akın akın gelinirdi. [28] Bunun için, Kabe'yi açmak, kapamak, korumak demek olan hıcâbe; [29] Hacıların su ihtiyacını karşılamak demek olan sıkâye; [30] Hacılara yemek yedirmek demek olan rifâde [31] gibi dinî hizmetlerin yanısıra, Dârü'n-NecVe diye anılan idare meclisi ile; Sancaktariık demek olan liva; [32] Başkumandanlık demek olan kıyâde [33] gibi askerî hizmetlerde ihdas, [34]ve kabilelerin ulularına tev¬cih edilmiş bulunuyordu. Babadan evlada geçen bu hizmetler, kendilerine hem büyük nüfuz, hem de büyük çıkarlar sağla¬makta idi. Bunun için, müşrik uluları, kendilerinin dinî ve ticarî durumlarını sarsabilecek her harekete karşı koy¬mayı çıkarlarının bir gereği saymakta idiler. 3- Peygamberimiz (a.s.), Kureyşîlerin azılı müşriklerinin kötülüklerini ortaya döken âyetleri [35] okuyup duruyordu. Müşrik ulularından kimi, bu ve benzeri âyetlerde sıralanan kötülüklerin tümünü, kimisi de bir kısmını kendisinde bulup gocunmakta; bu kötülüklerle teşhir edile edile, bir gün gözden düşebileceklerinden kaygılanmakta ve tedirgin olmakta idiler. 4- Kureyş uluları; kendileri için üstün bir hak tanımayan, herkesi bir tarağın dişleri gibi eşit tutan [36] ve "Sizin, Allah katında en şerefli ve değerli olanınız, Allah'tan (Allah'ın emirlerini yerine getirmemekten) en çok sakınanınızdır" [37] diyen bir dini, nasıl benimseyebilirler, içlerine sindirebilirlerdi? Nitekim, İslâm düşmanlarının en azılılarından olan Ebu Leheb: "Ey Muhammedi Ben sana iman eder, Müslüman olursam, bana ne verilir?" diye sormuş, Peygamberimiz (a.s.) da: "Müslümanlara ne verilirse, sana da o verilir!" buyurmuştu. Ebu Leheb: "Onların üzerinde, benim için bir üstünlük olmayacak mıdır?" diye sormuş, Peygamberimiz (a.s.) da: "Daha ne istersin?!" buyurunca, Ebu Leheb: "Benim şu sıradan insanlarla bir tutulacağım bu dine yuh olsun!" demekten kendisini alamam işti r. [38] Yine Ebu Leheb: "Muhammed, bana, görmediğim birtakım şeyler vaad ediyor! Onların öldükten sonra olacağını söylüyor! O, bu vaadlerden başka, acaba ellerime (avucuma) ne koydu?!" diyerek ellerine üfledikten sonra; "Yuh sizlere! Ben sizde Muhammed'in söylediklerinden hiçbir şeyin mevcut olduğunu görmüyorum!" demiştir. [39] 5- Kureyş aileleri arasında, öteden beri, birbirlerine karşı çekememezlik huyları ve üstünlük dâvaları vardı. Bunun için, Peygamberimiz (a.s.)ın Hâşim oğulları arasından peygamber olarak ortaya çıkmasıyla Hâşim oğulları ailesinin öteki ailelere karşı ezici bir üstünlük sağlayacağını düşünerek bun¬dan telaşlananlar olmuştu. Nitekim, Ebu Cehil bu yoldaki duygusunu açıklamaktan kendisini alamamış: "Biz ve Abdi Menaf oğulları, şeref ve şan hususunda şimdiye kadar çekiştik durduk: Onlar halka yemek yedirdiler, biz de yemek yedirdik. Onlar arabuluculuk ederek diyet yüklendiler, biz de arabuluculuk ederek diyet yüklendik. Onlar halka bağışta bulundular, biz de bağışta bulunduk. Onlarla kulak kulağa giden iki yarış atı durumuna gelince, onlar: 'İşte, bizden, kendisine gökten vahiy gelen bir peygamber de var!' dediler. Biz bunun dengini nere¬den bulup onların dengine ulaşacağız? Vallahi, biz hiçbir zaman ona inanmayız, onu tasdik etin eyiz ! [40] Ona vahiy geldiği gibi, bize de vahiy gelinceye kadar!" demiştir. [41] Mugîre b. Şu'be derki: "Ben ve Ebu Cehil b. Hişam Mekke sokaklarından birisinde yürüyüp giderken, Resûlullah (a.s.) bizimle karşılaştı. Ebu Cehil'e: 'Ey Hakem'in babası! Gel, Allah'a ve Allah'ın Resûlüne tâbi ol da, ben senin hakkında Allah'a dua edeyim?' dedi. Ebu Cehil: 'Yâ Muhammed! Sen ilahlarımıza dil uzatacak, onlara tapmaktan bizi men edeceksin, değil mi? Sen ancak tebliğ ettiğin şeylere şehadet getirmemizi isteyeceksin, değil mi? Vallahi, ben söylediğin şeylerin hak ve gerçek olduğunu bilseydim, sana tâbi olurdum' dedi. Resûlullah (a.s.) ayrılıp gidince de, bana dönüp: 'Vallahi, ben iyi biliyorum ki; onun söyledikleri hak ve gerçektir. Fakat, Kusayy oğulları 'Kabe'nin hıcâbe hizmeti bizdedir1 dediler. Biz: 'Evet!' dedik. Onlar: 'Nedve hizmeti bizdedir1 dediler. Biz: 'Evet!' dedik. Onlar: 'Liva hizmeti bizdedir' dediler. Biz: 'Evet!' dedik. Onlar: 'Hac mevsiminde sıkâye hizmeti bizdedir1 dediler. Biz: 'Evet!' dedik. Sonra, onlar halka yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Öyle ki, atbaşı beraber oluncaya kadar, onlarla yarıştık durduk. Onlar, şimdi: 'Bizden, bir peygamber de var" dediler. Hayır! Vallahi, işte buna 'Evet' diyemeyeceğim' dedi." [42] 6- Kureyş ulularının telakkilerine göre; Kur'ân inecek idiyse, ne diye Kureyş ileri gelenlerinin yaşlı ve zengin olanlarından birisine inmiyordu?! Nitekim, Velid b. Mugîre: "Ben Kureyşlilerin seyyidi, ulu kişisi olduğum halde nasıl geri bırakılırım da, Muhammed'e vahiy iner? Yahut, Sakîf kabilesinin seyyidi, ulu kişisi Ebu Mes'ud Amr b. Umeyru's-Sakafî de bu hususta nasıl geri bırakılır? Biz, bu iki kentin ulu kişileriyiz!" diyordu. [43] Velid b. Mugîre, yine bir gün, aziz dostu Ebu Uhayha Saîd b. Âs ile de böyle konuşmuştu. Velid b. Mugîre: "Ne olurdu, Muhammed'e gelen bu Kur'ân, Mekkelilerden yahut Tâiflilerden bir adama; meselâ Ümeyye b. Halef gibi birine inseydi ya?" deyince, Ebu Uhayha: "Yahut, ey Abduşşems'in babası! Senin gibi birine, ya da Sakîf kabilesinden birisine ve meselâ: Mes'ud b. Amr'a veya Kinane b. Abdi Yalil'e, yahut Mes'ud b. Muttalib'e veya onun oğlu Urve b. Mes'ud'a inseydi ya?!" demişti. [44] Münebbih ve Nübeyh b. Haccac da, bir gün Peygamberimiz (a.s.)la karşılaşınca: "Allah, senden başka, peygamber gönderecek kimse bulamadı mı? İşte, orada şu kişi var. O senden daha yaşlı, daha zengin! [45] Eğer sadık isen, yanında bulunacak, senin peygamberliğine şehadet edecek bir melek getir!" demişlerdir.45 Ümeyye b. Ebi's-Salti's-Sakafî de, bir gün Ebu Süfyan'a: "Ben, en son gelecek olan peygamberin sıfatını, kitablarda yazılı buldum ve sanırım ki, o bizim ülkemizde ba's olunacaktır. Sonra, bana şu da zahir oldu ki; o, Abdi Menaf oğulları içinden çıkacaktır. Bakıyorum: Onların içinde de, gelecek peygamberin ahlâkı ile muttasıf, Utbe b. Rebia'dan başka bir kimse bulamıyorum! Fakat, ona da, kırk yaşını geçmiş bulunduğu halde, vahyolunduğu yok!" demişti. Ebu Süfyan derki: "Muhammed (a.s.)ın peygamber olarak gönderildiğini Ümeyye b. Ebi's-Salt'a haber verdim. Ümeyye: 'O gerçekten peygamberdir! Kendisine tâbi ol!' dedi. Ümeyye'ye: 'Seni ona tâbi olmaktan alıkoyan nedir?' diye sordum. Ümeyye: 'Sakıf kadınlarının Abdi Menaf oğullarından bir gence tâbi olduğumu haber almalarından utanışım dır!' dedi." [46]
Velid b. Mugîre'nin Kur'ân-ı Kerîm Karşısında Hayranlığı
Velid b. Mugîre bir gün Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelmişti. Peygamberimiz (a.s.), ona Kur'ân-ı Kerîm okudu. Velid b. Mugîre dinlediği Kur'ân-ı Kerîm'den rikkate gelir, duygulanır gibi oldu. [47] Başka rivayete göre; Velid b. Mugîre gelip, Peygamberimiz (a.s.)a: "Bana Kur'ân oku!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) da; "İyi biliniz ki, Allah, size adaleti, ihsanı, akrabaya vermeyi, emr, ve sizi fuhşiyattan, fenalıklardan ve zulüm yapmaktan nehy eder. Dinleyip futasınız diye, size öğüt verir" (Nahl: 90) mealli âyeti okudu. Velid b. Mugîre: "Bunu bana bir daha oku!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) âyeti tekrar okuyunca, Velid b. Mugîre: "Vallahi, bu sözde öyle tatlılık, öyle güzellik ve parlaklık var ki, o, tepesi bol yemişli, dibi ve kökü sulak yemyeşil bir ağaç sanki! [48] Bunu beşer söyleyemez! [49] Bu, bir beşer sözü değildir!" [50] demekten kendisini alamadı. [51] Rivayete göre; Velid b. Mugîre, Hz. Ebu Bekir'in evine gitti. Kur'ân-ı Kerîm hakkında ona birtakım sorular sordu. O da, ona istediği bilgiyi verdi. Bunun üzerine, Velid b. Mugîre Kureyşlilerin yanına vardı ve: "Ebu Kebşe'nin oğlunun söylediği, doğrusu hayretlere şâyân şey! Vallahi, o ne şiirdir, ne sihirdir, ne de delilik saçmalarındandır! Onun söylediği, hiç kuşkusuz, Allah kelamındandır!" dedi. Velid b. Mugîre'nin bu sözünü işiten Kureyşîlerden bazıları, bir araya gelerek: "Vallahi, Velid dininden dönecek olursa, muhakkak, bütün Kureyşîler de dinlerinden dönerler!" dediler. [52] Ebu Cehil bunu işitince; "Ben, vallahi, sizin için, onun hakkından gelirim!" diyerek Velid b. Mugîre'nin evine vardı. "Ey amca! Kavminin, senin için sadaka mal toplamak istediklerini, topladıklarını [53] gördün mü?" dedi. [54] Velid b. Mugîre: "Ne için topluyorlar?" diye sordu. Ebu Cehil: "Sana vermek için! Çünkü, sen kendisinden birşeyler elde etmek için Muhammed'in yanına gidiyormuşsun!" dedi. Velid b. Mugîre: "Kureyşîler benim malca kendilerinin en zengini olduğumu bilirler. [55] Ben mal ve evlatça onlardan daha zengin değil miyim?" dedi. [56] Ebu Cehil: "Öyle ise, sen Kur'ân hakkında bir söz söyle de, kavmin işitsinler ve senin ondan hoşlanmadığını, inkâr ettiğini anlasınlar!" dedi. Velid b. Mugîre: "Ne söyleyeyim bilmem ki! Vallahi, içinizde şiirlerin her çeşidini; recezini, kasidesini ve cin şiirlerini benden daha iyi bilen kimse yoktur. Vallahi, onun söylediği bunların hiçbirine benzemiyor! Vallahi, onun söylediği sözde öyle bir tatlılık, öyle bir parlaklık ve güzellik var ki, sanki tepesi bol yemişli, dibi sulak yemyeşil bir ağaç o! Hiç kuşkusuz, o söz, herşeye üstün gelir. Fakat, ona hiçbir şey üstün gelemez! O, altındakini de kırar!" dedi. Ebu Cehil: "Onun hakkında birşey söylemedikçe, kavmin senden hoşnut olmayacaktır" deyince, Velid b. Mugîre: "Öyle ise, beni kendi halime bırak da, ben bir düşüneyim!" dedi. [57]
Kureyş Müşriklerinin İslâmiyetin Yayılmasını Önlemeye Çalışmaları
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden: 1- Ebu Cehil, [58] 2- Ebu Leheb, 3- Ebu Süfyan, 4- Nadr b. Haris, 5- Ümeyye b. Halef, 6- Âs b. Vâil. [59] 7- Mut'im b. Adiyy... gibi [60] kişilerin de içlerinde bulunduğu bir topluluk, Velid b. Mugîre'nin yanın-da, [61] Dârü'n-Nedve'de [62] toplandılar. Velid b. Mugîre, onların içinde oldukça yaşlı [63] ve nüfuzlu bir kimse idi. [64] Kabe'ye biryıl onun dışındaki Kureyşîler topluca örtü örterlerdi. Bir yıl da, tek başına o örter, İdi diye anılır, yani Kabe'ye örtü örtmekte Kureyşîlerin tümüne denk sayılırdı. [65] Velid b. Mugîre, onlara: "Ey Kureyş cemaatı! İşte, hac mevsimi de geldi! Bu mevsimde Arap heyetleri yanınıza geleceklerdir. Tabiî ki, onlar şu sahibinizin işini de işitmiş bulunuyorlardır. [66] Onlar hac günlerinde yanınıza gelince, Muhammed hakkında size birtakım sorular soracaklardır. Kiminiz 'O bir sihirbazdır! diyecek. Kiminiz 'O bir şairdir! diyecek. Kiminiz de 'O bir kâhindir! diyecek. Onun hakkında ihtilafa düşeceksiniz. [67] Halk da bu kadar şeylerin bir kimsede birleşemeyeceğini anlayacak, sözlerinize kulak asmayacak¬tı r. [68] Siz onun hakkında bir tek görüşte birleşin! Birbirinizi yalanlayıp, birbirinizin sözünü reddedip de anlaşmazlığa düşmeyin!" dedi. "Ey Abduşşems'in babası! Haydi, sen, bizim için birşey söyle, bir görüş ileri sür de, onun hakkında onu söyleyelim?" dediler. Velid b. Mugîre: "Hayır! Siz söyleyiniz de, ben dinleyeyim!" dedi. Kureyşîler "'Kâhindir1 deriz" dediler. Velid: "Hayır! Vallahi, o bir kâhin değildir! Biz kâhinleri görmüşüzdür. Onun okuduğu şeyler, ne kâhin mırıldanışı, ne de kâhin düzmesi, koşmasıdır! [69] Kehanet sahibi olan, doğru da söyler, yalan da söyler. Biz, şimdiye kadar, Muhammed'de hiçbir yalan görmedik ki!" dedi . [70] Kureyşîler "'O mecnundur, delidir' deriz" dediler. Velid b. Mugîre: "O mecnun da değildir! Biz delilikleri ve delilik alâmetlerini, belirtilerini çok iyi biliriz. Onun ne boğul¬ması, ne çarpınıp titremesi, ne de evhamlanması var" dedi. Kureyşîler "'Şairdir1 deriz" dediler. Velid b. Mugîre: "O şair de değildir! Biz şiirin her çeşidini; recezini, hacezini, karizasını, makbuzasını ve mebsu-tasını.. çok iyi biliriz. Onun okudukları şiir değildir" dedi. Kureyşîler "Öyle ise 'O sihirbazdır' deriz" dediler. Velid b. Mugîre: "O sihirbaz da değildir. Biz sihirbazları ve onların yaptıkları sihirlerini görmüşüzdür. Onun okuduk¬ları ne sihirbazların okuyup üfledikleridir, ne de düğümleyip bağladıklarıdır" dedi. Kureyşîler "Ey Abduşşems'in babası! Haydi, sen söyle! Ne diyelim!" dediler. Velid b. Mugîre: "Siz, onun hakkında, söylediğiniz şeylerden hangisini söylerseniz, boş ve yersiz olduğu anlaşılır. Bence, yine onun hakkında 'Sihirbazdır' demeniz, herhalde, akla en yakın olanıdır! Çünkü, onun getirdiği söz bir sihir gibidir: İnsanın babasıyla arasını açıyor. İnsanın kardeşiyle arasını açıyor. İnsanın karısıyla arasını açıyor. İnsanın kabilesiyle arasını açıyor!" dedi. Velid'in yanından dağıldılar. [71] Bunun üzerine, Müddessir sûresinin 11-29. âyetleri, Velid b. Mugîre hakkında nazil oldu. [72] Kureyş müşrikleri, Mekke'de bağırıp başlarına topladıkları halka: "Muhammed sihirbazdır" dediler. Halk arasında bunu yaydılar. [73] Hac mevsiminde, halkın gelip geçeceği yollara dikildiler. Kendilerine rastlayıp da Peygamberimiz (a.s)ı anmadıkları, Peygamberimiz (a.s.)la görüşmekten sakındırmadıkları bir kimse bırakmadılar. [74] Kureyş müşrikleri; Peygamberimiz (a.s.) hakkında uydurdukları şeyleri kendileriyle buluşan insanlara böylece söylemekle, Peygamberimiz (a.s.)ın işini, yani İslâmiyeti de bütün Arap kabilelerine duyurmuş, yaymış oluyorlardı . [75] Ebu Talib Amca, Arap halkı topluluklarının da Kureyş müşriki eriyle birlikte kendisine karşı harekete geçebileceklerinden korkunca, söylediği uzunca bir kasidede; Mekke'nin ve Mekke'deki Kutsal Makamların dokunulmazlığına sığındığını açıkladı. Kureyşîlerin ileri gelenlerinden birçoklarını vefasızlıklarından ve samimiyetsizliklerinden dolayı kınadı. Peygamberimiz (a.s.) hakkında da: "Beytullah'a andolsun ki; mızraklar ve oklarla savaşmadıkça, çoluk ve çocuklarımızı bize unuttura¬cak derecede çevresinde çarpışarak yerlere serilmedikçe, Muhammed'i teslim etmeyiz!" dedi. [76] Peygamberimiz (a.s.); kavminin hür veya köle her müşrikinin hiç sevmediği kötü tutum ve davranışlarıyla karşılaşarak üzüntüler içinde evine döndükçe, Yüce Allah onun üzüntüsünü Hz. Hatice'nin teselli ve teşvik edici sözleriyle hafifletiyor, gideriyor, vazifesini kolaylaştırıyordu. [77]
Üç Müşrikin Üç Gece Peygamberimiz (a.s.)ın Evinde Okuduğu Kur'ân-ı Kerîm'i Dışarıdan Dinlemeleri
Bir gece; Ebu Süfyan Sahr b. Harb, Ebu Cehil Amr b. Hişam, ve Ahnes b. Şerik, birbirlerine duyur¬madan, Peygamberimiz (a.s.)ın geceleyin evinde namaz kılarken okuduğu Kur'ân-ı Kerîm'i din¬lemek için gidip, her biri bir yere sindi. Hiçbirisi, arkadaşlarının orada sindikleri yerleri bilmiyordu. Bunlar, Peygamberimiz (a.s.)ın okuduğunu dinleyerek gecelediler. Tan yeri ağarırken, yerlerinden ayrılıp dağıldılar. Yolda birleştiler, birbirlerini kınadılar. "Bir daha buraya dönüş yapmayınız! Eğer sizi hafif akıllılarınızdan herhangi birisi görmüş olsa, muhakkak onun kalbine şüphe düşürmüş olursunuz!" dediler ve oradan ayrıldılar. İkinci gece olunca, onlardan her biri, yine aynı yere, birbirlerinden habersiz olarak tekrar gidip sindil¬er. Peygamberimiz (a.s.)ın okuduğunu dinleyerek gecelediler. Tan yeri ağarınca, yerlerinden ayrılıp dağıldılar ve yine, yolda birleştiler. Önceki gece birbirlerine söyledikleri sözleri tekrarladıktan sonra oradan ayrıldılar. Üçüncü gece olunca, yine, onlardan her biri eski yerlerini aldılar. Peygamberimiz (a.s.)ın okuduğunu dinleyerek gecelediler. Tan yeri ağarınca dağıldılar. Yine, yolda birleştiler. Birbirlerine: "Bir daha buraya dönmeyeceğimize and içmedikçe buradan ayrılmayalım!" dediler. Andlaştıktan sonra, dağıldılar. Ahnes b. Şerik, sabaha çıkınca, sopasını eline aldı. Ebu Süfyan'ın evine kadar gidip, içeri daldı: "Ey Hanzale'nin babası! Muhammed'den dinlemiş olduğun şey hakkındaki görüşünü bana bildir!" dedi. Ebu Süfyan: "Ey Sa'lebe'nin babası! Vallahi, ben ondan mânâsını bildiğim ve anlatılmak istenileni anladığım şeyler de işittim; mânâsını bilmediğim ve anlatılmak istenileni anlayamadığım şeyler de işittim!" dedi. Ahnes b. Şerik: "Ben de öyle!" dedi. Ebu Süfyan'ın yanından ayrılıp Ebu Cehil'in evine vardı. Ona: "Ey Hakem'in babası! Muhammed'den işitmiş olduğun şey hakkındaki görüşün nedir?" diye sordu. Ebu Cehil: "Ondan ne işitmişim de?! Biz ve Abdi Menaf oğulları, şan ve şeref hususunda şimdiye kadar hep çekiştik durduk: Onlar halka yemek yedirdiler, biz de yemek yedirdik. Onlar arabuluculuk ederek diyet yüklendiler, biz de arabuluculuk ederek diyet yüklendik. Onlar halka bağışta bulundular, biz de bağışta bulunduk. Onlarla, kulak kulağa giden iki yarış atı durumuna gelince, onlar: 'İşte, bizden, kendisine gökten vahiy gelen bir peygamber de var!' dediler. Biz bunun dengini nereden bulup onlara ulaşacağız?! Vallahi, biz hiçbir zaman ona inanmayız ve onu tasdik etmeyiz!" dedi. Bunun üzerine Ahnes ayağa kalktı ve Ebu Cehil'i kendi haline bıraktı . [78]
Kureyş Müşriklerinin Ebu Talib'e Ültimatomları
Peygamberimiz (a.s.) Allah'ın dini İslâmiyeti açıklayıp herkesi ona girmeye davet ve teşvik etmeye koyulunca, Peygamberimiz (a.s.)la Kureyş müşrikleri arasında, iş büyüdü. Kureyşîler kendi aralarında hep Peygamberimiz (a.s.)ı konuştular ve birbirlerini onunla savaşmaya kışkırttılar. Bir kez daha, Ebu Talib'in yanına varıp: "Ey Ebu Talibi Sen aramızda yaşça, şeref ve mevkice bizden ileridesin! Biz senden kardeşinin oğlunu bizimle uğraşmaktan men etmeni istemiştik. Sen onu bizimle uğraşmaktan men etmedin! Biz, vallahi, artık onun atalarımıza dil uzatmasına, akıllarımızı akılsızlık saymasına, ilahlarımızı yer¬mesine., kazanamayacağız! Sen ya onu bizimle uğraşmaktan vazgeçirirsin, ya da iki taraftan birisi yok oluncaya kadar, onunla da, seninle de çarpışırız!" dedikten sonra, dönüp gittiler. Kavmi ile ilgisini kesmek ve onlara düşman kesilmek gibi bir durumla karşılaşmak, Ebu Talib'e çok ağır gelmişti. Fakat, Peygamberimiz (a.s.)ı yardımsız bırakmak da, müşriklere teslim etmek de, gönlünün asla razı olamayacağı bir keyfiyetti . [79] Ebu Talib Amca; adam gönderip Peygamberimiz (a.s.)ı getirtti [80] ve ona: "Ey kardeşimin oğlu! Kavminin ileri gelenleri bana geldiler. [81] Şöyle şöyle söylediler. [82] Senden, bana şikâyetlendiler. Senden dolayı beni çok üzdüler. Atalarına dil uzatmak, ilahlarını yermek., gibi, onların hoşlanmayacakları şeylerden vazgeç! [83] Hem bana, hem kendine acı! [84] Güç yetiremeyeceğim, altından kalkamayacağım bir işi bana yük¬leme!" dedi. [85] Peygamberimiz (a.s.); Ebu Talib Amcasının bu sözlerinden, fikir değiştirdiğini, artık yanın¬da dikilip kendisine yardım etmekten âciz kaldığını, desteklemeyi bırakacağını, [86] kendisini müşriklere teslim edeceğini sandı [87] ve: "Ey amca! Vallahi, bu işi bırakmam için Güneşi sağ elime ve Ayı sol elime koysalar da, Allah onu üstün kılıncaya ya da ben bu yolda ölüp gidinceye kadar bırakmam!" dedi. Gözleri yaşardı ve ağladı. [88] Ayağa kalkarak dönüp giderken, Ebu Talib: "Gel ey kardeşimin oğlu!" diye seslendi. Peygamberimiz (a.s.) dönüp gelince, Ebu Talib: "Ey kardeşimin oğlu! Git, istediğini söyle! [89] İşine devam et! İstediğini yap! [90] Vallahi, ben seni hiçbir zaman onlara teslim edici değilim!" dedi. [91] Bu yoldaki azmini, söylediği beş beyittik şiirle de dile getirdi. [92]
Kureyş Müşriklerinin Ebu Talib'e Gülünç Bir Teklifleri
Kureyş müşrikleri; Ebu Talib'in Peygamberimiz (a.s.)ı yardımsız bırakmaktan ve kendilerine teslim etmekten kaçındığını ve bu uğurda kavminden ayrılmayı ve onlara düşman olmayı bile göze aldığını anladıkları zaman, Umâre b. Velid b. Mugîreyi Ebu Talib'e götürdüler [93] ve: "Sen, bizim içimizde, seyyidimiz ve üstünümüzsün! [94] Bu Umâre b. Velid b. Mugîre, Kureyş gençleri içinde en güçlü, en yakışıklı [95] bir gençtir. Sen, bunu al! Kendisinin aklından ve yardımından yararlan! Kendine, onu oğul edin! Senin olsun! Senin dinine, baba ve atalarının dinine karşı olan, kavminin topluluğunu bölen, akıllarını akılsızlık ve beyinsizlik sayan şu kardeşinin oğlunu bize teslim et, öldürelim!? İşte, sana adam yerine adam!" dediler. [96] Ebu Talib: "Vallahi, siz bana ne kötü şey teklif ediyorsunuz?! [97] İnsaflı davranış bu mudur?! Vallahi, siz bana hiç de insaflı davranmıyorsunuz. [98] Siz bana oğlunuzu vereceksiniz, ben onu sizin için besleyeceğim. Ben oğlumu size vereceğim, siz ise onu öldüreceksiniz, öyle mi? [99] Vallahi, bu hiçbir zaman olur şey değildir! [100] Eğer dişi devenin kendi yavrusundan başkasının üzerine titreyebileceği vâki olsaydı, oğlumu size verir, sizinkini alındım! [101] Siz önce bana kendi oğullarınızı verirsiniz, ben onları öldürürüm! Ancak o zaman, ben de size onu verebilirim!" dedi. Kureyş müşrikleri: "İyi amma, bizim çocuklarımız onun yaptığını yapmıyorlar ki" dediler. Ebu Talib: "Vallahi, o, sizin çocuklarınızdan daha hayırlıdır" dedi. [102] Mut'im b. Adiyy: "Vallahi, ey Ebu Talib! Kavmin sana çok insaflı davrandı. Onlar senin de hoşuna gitmeyen şeyden seni kurtarmak için çalışıyorlar, ama senin onlardan gelen hiçbir şeyi kabul etmediğini görüyorum!" dedi. Ebu Talib: "Vallahi, onlar bana hiç de insaflı davranmadılar. [103] Bu mu iyi ve sağlam görüş, akrabalık gayreti güdüş?! Ne kadar uzak [104] Anlaşılan, beni küçük düşürmek için sen de onlarla birleşmiş, bana karşı onlara yardıma karar ver¬mişsin. O halde, sen de dilediğini, elinden geleni yap!" dedi . [105]
Kureyş Müşriklerinin Tevhid Akidesini İkrara Davet Edilişi
Kureyş müşrikleri Ebu Talib'e: "Ona [Hz. Muhammed (a.s.)a] haber sal! Gelsin de ona insaflılık gösterelim?" dediler. [106] Ebu Talib haber salınca, Peygamberimiz (a.s.) hemen geldi. [107] E bu Talib: "Ey kardeşimin oğlu! Bunlar, senin amcaların ve kavminin eşrafıdırlar. Sana karşı insaflı davranmak istiyorlar. Söyleyeceklerini dinle!" dedi. [108] Peygamberimiz (a.s.): "Söylesinler, dinliyorum!" buyurdu. [109] Kureyş müşriklerinden Ahnes b. Şerik söze başlayıp: "Sen bizi ve ilahlarımızı yermeyi bırak! Biz de seni ve ilahını bırakalım" dedi. Ebu Talib Peygamberimiz (a.s.)a: "Kavmin sana insaflı davrandı. Onların isteklerini kabul et!" dedi. [110] Peygamberimiz (a.s.) başını kaldırıp semaya baktı: "Şu güneşi görüyor musunuz?" diye sordu. "Evet! Görüyoruz" dediler. Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.): "Ben sizi bu güneşin ışıklarından aydınlanmanızdan alıkoymaya güç yetirebilir miyim?" buyurdu. Ebu Talib: "Vallahi, kardeşimin oğlu bize hiçbir zaman yalan söylememiştir!" dedi. [111] Peygamberimiz (a.s.): "Ben onları öyle bir kelimeye davet ediyorum ki; kendilerinin onunla Cennete gireceklerine kefilim!" buyurdu. Ebu Cehil: "Ne kadar sevindirici bir kelime imiş o! Haydi, söyle bakalım onu?" dedi. [112] Peygamberimiz (a.s.): "Ne dersiniz, size öyle bir kelime vereyim mi ki, siz o kelimeyi söylediğinizde, onunla Araplara hakim olasınız, Arap olmayanlarda size karşı yumuşasın, uysallaşsın?" buyurdu. Ebu Cehil: "O kelime ne ise, biz onu on kat katlayarak söyleyelim!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "'Lâ ilahe illallah=Al I a h 'ta n başka ilah yoktur1 deyiniz! [113] Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve benim de Resûlullah olduğuma şehadet getiriniz!" [114] buyurunca, Kureyş müşrikleri öfkelendiler ve ürktüler. [115] Birbirlerine: "O, bütün ilahları bir tek ilah mı yapmış?! Bu cidden acaip, şaşılacak birşey! Yürüyünüz! Siz ilahlarınıza tapmakta sebat ediniz! Şüphe yok ki, arzu edilecek olan budur! Biz bunu başka bir dinde işitmedik. Bu uydurmadan başka birşey değildir. O Kuran, aramızdan, ona mı indirilmiş?!" [116] diyerek kalkıp gittiler. Giderken de: "Onun yanına hiçbir zaman dönmeyeceğiz! Muhammed'in aldandığı şeylerde hayır yoktur!" dediler. [117]
Hâşim Oğulları Yiğitlerinin Peygamberimiz (a.s.)ı Öldüreceklere Kâbe'de Kılıçlarını Sıyırmaları
Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.)ın yanından kızarak ayrılıp gittikten sonra, o gün o gece, Peygamberimiz (a.s.) gaip olmuş, nerede olduğu bilinememişti. Ebu Talib ile Peygamberimiz (a.s.)ın öteki amcaları, Peygamberimiz (a.s.)in evine gittiler. Peygamberimiz (a.s.)ı orada da bulamadılar. Ebu Talib Hâşim oğullarıyla Muttalib oğullarının gençlerini topladı. Onlara: "Her biriniz, yanına keskin bir kılıç aldıktan sonra, Mescid-i Haram'a girdiğim zaman beni takip ede¬cektir! Sizlerden her genç, bakacak; Muhammed öldürülmüşse, Kureyş büyüklerinden meselâ İbn Hanzaliye [Ebu Cehil] gibi bir büyüğün yanına oturacaktır!" dedi. Gençler: "Öyle yaparız" dediler. O sırada Zeyd b. Harise geldi. Ebu Talib, ona: "Ey Zeyd! Kardeşimin oğlundan bir sezgin var mı?" diye sordu. Zeyd: "Evet! Az önce kendisinin yanında idim" dedi. Ebu Talib: "Ben onu görmedikçe evime gitmeyeceğim!" dedi. Zeyd, hemen Peygamberimiz (a.s.)ı aramaya gitti. Safa tepeciğinin yanındaki evde ashabıyla konuşurken buldu ve durumu kendisine haber verdi. Peygamberimiz (a.s.) hemen oradan kalkıp Ebu Talib'in yanına geldi. Ebu Talib: "Ey kardeşimin oğlu! Nerede idin? Hayırlı bir işte mi idin?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet!" buyurdu. Ebu Talib: "Hemen gir evine!" dedi. Peygamberimiz (a.s.) da evine girdi. Rivayete göre; Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri Kabe'nin Hicr'inde toplanmış, Peygamberimiz (a.s.)ı görür görmez hep birden üzerine yürüyüp öldürmedikçe oradan ayrılmayacaklarına and içmiş bulunuyorlardı. [118] Ebu Talib ertesi günü sabaha çıkınca, Peygamberimiz (a.s.)ın elinden tutup Kureyş müşrik¬lerinin toplantı yerine vardı. Hâşim ve Muttalib oğullarının yiğitleri de yanında idi. "Ey Kureyş cemaatı! Maksadımı biliyor musunuz?" diye sordu. Müşrikler: "Hayır! Bilmiyoruz" dediler. Ebu Talib durumu onlara haber verdi ve yanındaki gençlere de: "Çıkarınız yanlarınızdakini!" dedi. Gençlerin hepsi birden yanlarındaki yağlı kılıçları çıkardılar. Ebu Talib: "Vallahi, onu [Muhammed (a.s.)ı] öldürecek olursanız, sizden hiç kimse sağ kalmaz! Nihayet, siz de, biz de yok olur gideriz!" dedi. Orada bulunan Kureyş cemaat hayal kırıklığına uğradılar. Hele Ebu Cehil 'in hayal kırıklığı, hepsinden daha ağır, daha beterdi. [119]
Kureyş Eşrafının Peygamberimiz (a.s.)ı Türlü Tekliflerle Peygamberlikten Vazgeçirmeye ve Ölümle Tehdide Kalkışmaları
Kureyş müşriklerinin eşrafından: 1- Utbe b. Rebia, 2- Şeybe b. Rebia, 3- Ebu Süfyan Sahr b. Harb, 4- Nadrb. Haris (Abduddar oğullarının kardeşi), 5- Ebu'l-Bahterî b. Hişam, 6- Esved b. Muttalib, 7- Zem'a b. Esved, 8- Velid b. Mugîre, 9- Ebu Cehil Amr b. Hişam, 10- Abdullah b. Ebi Ümeyye, 11- Âs b. Vâil, 12- Nübeyh b. Haccac, 13- Münebbih b. Haccac, 14- Ümeyye b. Halef ve onlarla toplanabilen kimseler, bir gün, güneş battıktan sonra Kabe'nin arka yanında toplandılar. Birbirlerine: "Muhammed'e haber salınız da, onunla konuşunuz, tartışınız; tâ ki mazur görülesiniz, kınan-mayasınız!" dediler ve Peygamberimiz (a.s.)a: "Kavminin eşrafı seninle konuşmak üzere toplandılar, onların yanına gel!" diye haber saldılar. Resûlullah (a.s.), acele, onların yanlarına geldi. Onların iyiniyet taşıdıklarını sanıyor, doğru yola erişmelerini son derecede arzu ediyor, yüz çevirmekte direnip durmaları ise kendisinin çok ağırına gidiyordu. [120] Hemen varıp yanlarına oturdu. Kureyş müşrikleri: "Ey Muhammedi Biz seninle konuşalım diye sana haber saldık. Biz vallahi Araplardan, senin kavminin başını derde soktuğun gibi kavminin başını derde sokan bir adam daha bulunduğunu bilmiyoruz! Sen babalara, atalara dil uzattın! Dini ayıpladın! İlahlara dil uzattın! Akıllan akılsızlık, beyinsizlik saydın! Birliği böldün, dağıttın! Aramızda yapmadığın, başımıza getirmediğin kötü iş kalmadı! Eğer sen getirip ortaya attığın o sözlerle mal, servet elde etmek istiyorsan; malca bizden daha zen¬gin oluncaya kadar, senin için mallarımızdan mal toplayalım! Eğersen onunla içimizde en büyük şan ve şerefi kazanmak istiyorsan; biz seni seyyid ve ulu kişimiz tanıyalım! Eğer sen onunla kral olmak istiyorsan; seni kendimize kral edinelim! Şayet o sana gelen şey görüp de tesiri altında kaldığın cinlerden bir tâbi1 işi ise-ki bu bazan olabilir-biz seni ondan kurtarıncaya veya senin hakkında mazur sayılıncaya kadar [121] tedavi çareleri araştıralım" dediler. Resûlullah (a.s.), onlara: "Dediğiniz şeylerin hiçbirisi bende yoktur! Ben size getirdiğim şeylerle ne mallarınızı istemek, Ne içinizde büyük şeref ve şan kazanmak, Ne de üzerinize hükümdar olmak için gelmiş değilim. Fakat, beni Allah size bir peygamber olarak gönderdi ve bana bir de Kitab indirdi. Sizin (kabul edenleriniz) için, (Cennetle) bir müjdeleyici ve (kabul etmeyenleriniz) için de (Cehennemle) bir korkutup uyarıcı olmamı bana emretti. Ben Rabbimin bana yüklediği elçilik vazifelerini size tebliğ ettim ve sizi öğütledim de! Size getirdiğim şeyi kabul ederseniz, o, dünyada ve âhirette nasip ve azığınız olur! Eğer onu kabul etmez, reddederseniz, Yüce Allah benimle sizin aranızda hükmünü verinceye kadar bana düşen, Allah'ın emrini yerine getirmek üzere, her güçlüğe göğüs gerip katlanmaktır" buyurdu. Kureyş müşrikleri: [122] "Ey Muhammedi Sen iyi bilirsin ki, geçimi bizden daha kıt, daha sıkıntılı kimse yoktur. O halde, seni gönderdiği şeylerle göndermiş olan Rabbinden dile de: Bizi sıkan, daraltan şu dağları ortadan kaldırıp bizden uzaklaştırsın! Yurdumuzu bizim için genişletsin! Geçmiş baba ve atalarımızdan bazı kimseleri de bizim için diriltsin! Bizim için diriltilecek olanlar arasında Kusayy b. Kilab da bulunsun! Çünkü, o, doğru sözlü bir şeyh, bir ulu kişi idi. Senin söylediğin şeyler hak ve gerçek mi, yoksa bâtıl mı? Ona soralım! O seni tasdik ederse, sen de istediklerimizi yaparsan, seni tasdik eder, doğrularız! Hem bunlarla senin Allah katındaki mevkiini ve dediğin gibi Allah'ın seni peygamber olarak gön¬derdiğini öğrenmiş oluruz!" dediler. Resûlullah (a.s.) onlara: "Ben size bunlarla gönderilmedim. Allah beni ne ile gönderdi ise, ben ancak Allah tarafından size onu getirdim, size onu tebliğ ettim. Eğer getirip tebliğ ettiğim şeyleri kabul ederseniz, o, dünyada ve âhirette sizin nasip ve azığınız olur. Onu kabul etmez, reddederseniz, Yüce Allah benimle sizin aranızda hükmünü verinceye kadar bana düşen, Allah'ın emrini yerine getirmek üzere, her güçlüğe göğüs gerip katlanmaktır!" buyurdu. Kureyş müşrikleri: "Sen bizim için bunları yapmazsan, kendin için Rabbinden birşeyler edin: Söylediğin şeylerde seni tasdik edecek, doğrulayacak, bizi senin üzerinden geri çevirecek bir meleği seninle birlikte göndermesini Rabbinden iste! Yine, Rabbinden iste de: Sana bahçeler, köşkler, altın, gümüş hazineleri versin de, senin geçimini aradığını gördüğümüz çabalardan, bunlarla seni müstağni kılsın! Çünkü, bizim gibi, sen de çarşılarda dolaşıp duruyor; bizim gibi, sen de geçimini arıyorsun! Eğer sen dediğin gibi gerçekten bir peygambersen (kavuşacağın bu nimetlerle) Rabbinin katındaki mevkiini öğrenmiş oluruz!" dediler. Resûlullah (a.s.) onlara: "Ben bunları yapmam! Ben bunları Rabbinden isteyecek bir insan da değilim! Zaten ben size bunlarla gönderilmedim. Fakat, Allah beni (getirdiklerimi kabul edenleriniz için Cennetle) bir müjdeleyici ve (kabul etmeyip reddedenleriniz için de Cehennemle) bir korkutup uyarıcı olarak gönderdi. Eğer size getirdiğim şeyleri kabul ederseniz, o, dünyada ve âhirette sizin nasip ve azığınız olur. Onu kabul etmez, reddederseniz, Yüce Allah benimle sizin aranızda hükmünü verinceye kadar bana düşen, Allah'ın emrini yerine getirmek üzere, her güçlüğe göğüs gerip katlanmaktır!" buyurdu. Kureyş müşrikleri: "Öyle ise haydi, Rabbin 'isterse muhakkak yapar dediğin gibi; göğü parçalar halinde üstümüze düşür bakalım?! Sen bunu yapmadıkça, biz sana inanmayız!" dediler. Resûlullah (a.s.): "Bu iş Allah'a aittir. O size bunu yapmak isterse yapar!" buyurdu. Kureyş müşrikleri: "Ey Muhammedi Bizim seninle oturacağımızı, kendisinden sormuş olduğumuz şeyleri senden sora¬cağımızı ve kendisinden istediğimiz şeyleri senden isteyeceğimizi Rabbin bilmiyor muydu? Ne diye, bize vereceğin cevaplan daha önceden sana öğretmedi? Getirip bize tebliğ ettiğin şeyleri kabul etmediğimiz takdirde kendisinin bize ne yapacağını sana ne diye haber vermedi?! İşittiğimize göre, bunları sana Yemâme'de Rahman diye anılan bir adam öğretiyormuş! [123] Biz vallahi hiçbir zaman Rahmân'a inanmayız! Ey Muhammedi Artık sana karşı bir sorumluluğumuz ve kınanacağımız yoktur! Biz, vallahi, senin yakanı bırakmayacağız! Ya biz seni yok edeceğiz, ya da sen bizi yok edeceksin!" dediler. Müşriklerden birisi: "Biz meleklere taparız! Melekler Allah'ın kızlarıdır!" dedi. Başka birisi de: "Allah'ı ve melekleri (sözlerinin doğruluğuna) kefil (tanık) olarak getirmedikçe, sana inanmayız" dedi. Kureyş müşrikleri bunları söyleyince, Resûlullah (a.s.) onların yanından ayrıldı. Abdullah b. Ebi Ümeyye ki, bu kişi, Peygamberimiz (a.s.)ın halası Âtike Hatunun oğlu idi-Peygamberimiz (a.s.)la birlikte kalkıp giderlerken: "Yâ Muhammedi Kavmin sana bazı tekliflerde bulundu. Sen onların tekliflerinden hiçbirini kabul etmedin! Sonra, Allah katındaki mevkiini, dediğin gibi, peygamberliğini öğrenmek, seni doğrulamak ve sana uymak üzere senden kendileri için birşeyler istediler. Sen yine yapmadın! Sonra,yine, kendilerini korkuttuğun azaplardan bir kısmının kendileri için acele getirilmesini senden istediler, yapmadın! Artık vallahi sen gözümün önünde göğe merdiven kurarak çıkıp gitmedikçe ve oradan [124] dediğin gibi peygamber olduğuna şehadet edecek dört de melek yanında getirmedikçe, sana hiçbir zaman inan¬mam! Vallahi, bunu yapacak olsan bile seni doğrulayacağımı sanmıyorum!" dedikten sonra, o Resûlullah (a.s.)dan, Resûlullah (a.s.) da ondan ayrıldı. Resûlullah (a.s.) kavminin kendisine yaklaşacak yerde böyle büsbütün uzaklaştığını görünce, kendisini çağırdıkları sıradaki ümidini yitirmiş olmanın üzüntüsü içinde ailesinin yanına döndü. [125]
Müşriklerin İstek ve Sorularının Allah Tarafından Cevaplandırılışı
"Onlara, Rallilerinin âyetlerinden herhangi bir âyet gelmez ki, onlar muhakkak ondan yüz çevirmiş olmasınlar. İşte, onlar, hak (Kur'ân) kendilerine gelince de onu yalanlamışlardır. Fakat, yakında onlara ne ile alay etmekte olduklarının (dehşetli) haberi gelecektir! Görmediler mi ki, Biz kendilerinden önce nice nesiller helak ettik? Biz onlara, yeryüzünde, size vermediklerimizi vermiştik ve üzerlerine gökyüzünü (yağmuru) bol bol salmıştık. Altlarından ırmaklar akıtmıştık. Öyle iken, onları günahları yüzünden helak edip arkalarından yeni bir nesil olarak başkalarını var ettik. Sana; kâğıt üzerinde yazılı bir kitap indirmiş olsaydık, kendileri de elleriyle onu tutmuş bulunsalardı, yine, o küfür edenler muhakkak: 'Bu, apaçık bir sihirden başka birşey değildir derlerdi. Bir de: 'Onun üzerine, bir melek indirilseydi yal' dediler. Eğer biz öyle bir melek indirseydik, muhakkak iş bitirilmiş olurdu: Kendilerine bir an bile göz açtırıl¬ın azdı! Eğer Biz onu (peygamberi) bir melek yapsaydık, yine, o meleği de bir adam suretinde gösterir ve herhalde, onları yine düşmekte oldukları şüpheye düşürürdük. Andolsun ki: Senden önceki peygamberlerle de alay edildi de, eğlenmekte oldukları şey, içlerinden o maskaralık edenleri çepeçevre kuşaüverdi! De ki: Yeryüzünde gezip dolaşınız! Sonra da bakınız ki, peygamberleri yalanlayanların sonu nasıl olmuştur?" [126] "Bir Kur'ân ki, dağlar onunla yürütülseydi, veya yer onunla parçalansaydı, yahut ölüler onunla konuşturul s aydı, (o kâfirler yine iman etmezlerdi). Ne var ki, bütün iş Allah'ındır! İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, Allah dileseydi elbette hepsine birden hidayet ederdi. O kâfirier(e gelince), Allah'ın va'di erişinceye kadar, kendi sun' ve taksirleri, küfürleri, kötü amelleri yüzünden, ya ansızın başlarına büyük bir belâ çatıp duracak, ya da (o belâ) yurtlarının yakınına konacaktır! Şüphesiz ki, Allah va'dinden dönmez! Andolsun ki, senden önceki peygamberlerle de alay edildi. Ben, o küfür edenlere bir müddet için meydan verdim. Sonra da, tutup onları azaba uğrattım! Uğratıldıkları azap nasıl da dehşetli idi!" [127] "Onlar: 'Bu peygambere ne oluyor? Yemek yiyor. Çarşılarda pazarlarda gezip yürüyor. Ona bir melek indirilse de, yanında azapla bir korkutucu; yahut, ona (gökten) bir hazine bırakılsa ya! Yahut onun güzel bir bahçesi olsa da ondan yese ya!' dediler. Hem o zalimler (mü'minlere de): 'Siz,' dediler, 'büyülenmiş bir adamdan başkasına tâbi olmuyorsunuz.' Bak! Onlar senin hakkında ne kötü misaller (kıyaslar) getirip saptılar. Artık onlar hidayete hiçbir yol bulamazlar. (Allah) Öyle yüce bir Allahtır ki, dilerse sana bu (dediklerinden) daha hayırlısını (verir), altından ırmaklar akan Cennetler verir, saraylar da yapar!" [128] "Biz, senden önce de, peygamberleri bundan başka şekilde göndermedik. Şüphe yok ki, onlar (o peygamberler) de, hem yemek yerler, hem çarşılarda pazarlarda yürür gez¬erlerdi. Sizin bir kısmınızı diğer bir kısım için bir ibtilâ (veya imtihan konusu) yaptık ki, sabredecek misiniz (bilinsin) diye. (Bununla birlikte) Senin Rabbin herşeyi hakkıyla Görendir! Bize kavuşmayı ummayanlar: 'Bizim üzerimize de melekler indirilse ya? Yahut biz de Rabbimizi görsek ya?' dediler. Andolsun ki, onlar nefislerinde kibirlendiler, büyük bir azgınlıkla haddi aştılar.1"! [129] "Biz sana kat'iyyen inanmayız! Meğer ki, bizim için şu yerden bir pınar akıtasın! Yahut senin hurmalıklardan, üzümlüklerden bir bahçen olsun da, aralarından şırıl şırıl ırmaklar akı¬tasın! Yahut, dediğin gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşüresin! Yahut Allah'ı ve melekleri kefil (tanık) getiresin! Yahut senin altından bir evin olsun! Yahut semaya çıkasın! Bize oradan okuyacağımız bir Kitab indirmedikçe, göğe çıktığına da asla inanmayız!' dediler. De ki: 'Rabbimin şanı yücedir! Ben Allah'ın Resûlü bir beşerden başkası mıyım?' Kendilerine hidayet (rehberi) geldiği zaman insanların iman etmelerine, ancak 'Allah bir beşeri mi peygamber gönderdi?' demeleri engel olmuştur. (Tarafımdan) söyle onlara: 'Eğer yeryüzünde insanlar gibi sakin sakin yürüyen melekler olsaydı, elbette onlara gökten melek bir peygamber gönderirdik!' De ki: 'Sizinle benim aramda, şahit olarak, Allah yeter!' Çünkü, O, kullarının yaptıklarından hakkıyla haberdardır, her yaptıklarını hakkıyla Görendir! Allah kime hidayet nasip ederse, işte o doğru yolu tutar. Kimi de şaşkınlıkta bırakırsa, artık onlar için Allah'tan başka asla yardımcılar bulamazsın! Biz onları Kıyamet günü körler, dilsizler, sağırlar olarak, yüzükoyun hasrederiz! Onların varacağı yer Cehennemdir ki, ateşi yavaşladıkça Biz onun alevini arttırırız!" [130] "Biz senden önce nasıl peygamberler gönderdikse, seni de öylece, kendilerinden önce nice ümmetler gelip geçmiş olan bir ümmete sana vahyettiğimiz Kur'ân'ı onlara okuman için gönderdik. Onlar Rahmân'ı tanımazlar. Sen, de ki: 'O, benim Rabbimdir! O'ndan başka, hiçbir ilah yoktur! Ben ancak O'na dayanırım! Benim tevbem de, dönüşüm de yalnız O'nadır!'" [131] ". . . Biz, eğer dilersek, onları yere geçiririz! Yahut gökten üstlerine parçalar düşürürüz!" [132] "Şimdi, onlar çarçabuk azabımızı mı istiyorlar?! Fakat, bu onların bölgesine çökünce, (gelecek tehlikelerle) korkutulan onların sabahı ne kötü ola¬caktır!"! [133] "Birde, onlar Allah'a kızlar isnad ederler. Hâşâ! O'nun sânı bundan tamamıyla münezzehtir!" [134] | |
| | | haydarı kerrar Administrator
Mesaj Sayısı : 2630 Kayıt tarihi : 24/05/09 Nerden : ANKARA
| Konu: Geri: İSLAM TARİHİ 2-VAHYİN GELİŞİ VE TEBLİĞ VAZİFESİ C.tesi Mart 06, 2010 5:11 pm | |
| "Onlar, ondan (peygamberden) yüz çevirdiler de, ona kimi 'Bir öğretilmiş!', kimisi de 'Bir mecnun!' dediler." [135] "Sen, Rabbinin nimeti sayesinde, bir mecnun değilsin!" [136] "Sen, hemen öğütlemekte devam et! Sen, Rabbinin nimeti sayesinde, ne kâhinsin, ne de mecnunsun!" [137] "Hiç şüphesiz, sen büyük bir ahlâk üzerindesin! Sen yakında göreceksin, onlar da görecekler ki, delilik hanginizde imiş?" [138] Onlardan öncekilere de herhangi bir peygamber gelmedi ki, onun hakkında da mutlaka böylece sihirbaz yahut mecnun demişlerdir. Hepsi de, bunu birbirine tavsiye mi ettiler?! Hayır! Onlar, umumiyetle, azgınlar güruhunun ta kendisidirler!" [139] "'İnsanları, korkut! İman edenlere, Rableri katında, kendileri için muhakkak birkadem-i sıdk (şefaat ve ecir) olduğunu müjdele!' diye içlerinden bir Erte yaptığımız vahiy insanlar için şaşılacak birşey mi oldu ki, o kâfirler 'Bu, seksiz şüphesiz, apaçık bir sihirbazdır!' dediler." [140] "O kâfirler, içlerinden, başlarına gelecek tehlikeleri bildiren bir peygamber geldiğine şaştılar da 'Bu, bir büyücü, bir yalancıdır!' dediler." [141] "Onlar seni dinlerken, nasıl dinlediklerini ve fısıldaştıklarını ve o zalimlerin (mü'minlere) 'Siz ancak büyülenmiş bir adama tâbi oluyorsunuz' dediklerini de Biz çok iyi biliyoruz!" [142] "Fakat, o kâfirler hâlâ Kur'ân'ı yalanlama içindeler. Halbuki, o şanlı bir Kur'ân'dır ve onun aslı Levh-ı Mahfuzdadır." [143]
Kureyş Müşriklerinin Yahudilerden Öğrendikleri Sorularla Peygamberimiz (a.s.)ı Susturmaya Kalkışmaları
Kureyş müşrikleri Nadr b. Haris ile Ukbe b. Ebi Muaytı Medine Yahudilerinin bilginlerine gönderdil¬er ve: "Onlara, Muhammed'in sıfatlarını ve sözlerini anlatınız, kendisini onlardan sorunuz! Çünkü, Yahudiler kendilerine ilk Kitab inen millettir. Peygamberlere ait bilgilerden, bizde bulunmayan bilgi, onlar¬da bulunur" dediler. Bunun üzerine, Nadr b. Haris ile Ukbe b. Ebi Muayt, Mekke'den yola çıkıp Medine'ye vardılar. Medine Yahudilerinin bilginlerine, Peygamberimiz (a.s.)ın işini anlattılar ve bazı sözlerini naklettiler ve: "Sizler bu sahibimizin dinî durumunu bize haber veresiniz diye size geldik!" diyerek, Peygamberimiz (a.s.)ı onlara sordular. Yahudi bilginleri: "Size emredeceğimiz üç şeyi ona sorunuz! Eğer onları size haber verirse, kendisi Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Eğer bunu yapamaz (sorularınızı cevaplayamaz) ise, yalan uydurucu bir adam demektir. Artık, kendisi hakkında istediğinizi yapınız. 1- İlk zamanlarda gelmiş geçmiş bulunan gençlerin maceralarının ne olduğunu ona sorunuz. Çünkü, onların çok şaşılacak hadiseleri vardır. 2- Yeryüzünü, doğularına ve batılarına varıncaya kadar gezip dolaşan adamın haberinin de ne olduğunu sorunuz ona. 3- Bir de, kendisine, ruhtan, 'Nedir o?' diye sorunuz bakalım. Size bunları haber verdiği zaman kendisine uyunuz; çünkü o bir peygamberdir! Eğer yapamaz (sorularınızı cevaplayamaz) ise, o yalan uydurucu bir adam demektir. Kendisine, istediğinizi yapınız!" dediler. Nadr b. Haris ile Ukbe b. Ebi Muayt, dönüp Mekke'ye, Kureyşlilerin yanına geldiler ve: "Ey Kureyş cemaatı!" dediler, "sizin aranızla Muhammed'in arasını kesip aralayacak şeyi bulup getirdik size. Yahudi bilginleri; ona sormamızı emrettikleri şeyleri bize haber verdiler 'Eğer size onu haber verebilirse, kendisi bir peygamberdir. Eğer yapamaz (sorularınızı cevaplayamaz) ise, kendisi yalan uydurucu, lafçı bir adamdır. Kendisine, istediğinizi yapınız!1 dediler." Bunun üzerine, Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelip: "Ey Muhammed! 1- İlk zamanlarda gelip geçmiş ve şaşılacak kıssaları bulunan gençlerden, 2- Yeryüzünü, doğularına ve batılarına varıncaya kadar dolaşan adamdan, bize haber ver bakalım. Birde: 3- Ruhtan haber ver ki, nedir o?" dediler. Peygamberimiz (a.s.), onlara: "Sorduğunuz şeyleri yarın size haber vereyim" buyurup, bir istisnada bulunmamış, yani "İnşâal-lah=Allah dilerse" dememişti. Vahyin gelmesi gecikince, müşrikler; "Muhammed Yarın haber vereyim' diye bize söz verdiği halde, kendisine sorduğumuz şeylerden hiçbiri hakkında bize bir haber vermiyor!" diyerek yaygaraya başlamışlardı. Peygamberimiz (a.s.)ın vahyin gecikmesine ve müşriklerin yaygaralarına üzülüp durduğu sırada, Cebrail (a.s.), Yüce Allah tarafından Kehf sûresini getirdi. [144] Bu sûrede, Peygamberimiz (a.s.)a, hiçbir şey hakkında, "İnşâallah=Allah dilerse" demek¬sizin "Ben bunu her halde yarın yapıcıyım!" dememesi tavsiye buyuruldu. [145] Kureyş müşriklerinin Yahudi bilginlerinden öğrenip Peygamberimiz (a.s.)a sordukları üç sorudan ikisi, Yüce Allah tarafından indirilen Kehf süresindeki Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn kıssalarıyla; [146] Ruh hakkındaki üçüncü sorulan ise, "Sana Ruh hakkında soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. (Zaten, onun hakkında) size az bir ilimden başka (birşey) de verilmemiştir" mealli âyetle cevaplanmıştır. [147] Kureyş müşrikleri; Peygamberimiz (a.s.)ın kendilerine tebliğ ettiği şeylerin hak ve gerçek, söylediklerinin doğru olduğunu Yahudi bilginlerinden öğrenip sordukları-bilinmeyen şeylerin-cevaplarını vermesiyle onun peygamberlik makamını anladıkları halde, kıskançlıkları kendilerinin Peygamberimiz (a.s.)a inanmalarına ve bağlanmalarına engel oldu. Allah'a isyan ve O'nun emrini terketmekte, küfürde direndiler durdular. İçlerinden birisi de: "Şu Kur'ân'ı dinlemeyiniz! Onu birtakım boş ve asılsız sözler yerine koyunuz! Eğlenceye alınız! Belki ona bununla galebe çalarsınız. Eğer siz bir gün onunla münazaraya, tartışmaya kalkarsanız, o size galebe çalar" dedi. [148] Yüce Allah, bunu da, indirdiği âyette şöyle açıkladı: "O küfredenler 'Bu Kur'ân'ı dinlemeyiniz. Onun hakkında yaygaralar koparınız. Belki (böylelikle) galebe çalarsınız' dediler." [149]
Nadr b. Hâris ve Onun Peygamberimiz (a.s.)a ve İslâmiyete Karşı Tutum ve Davranışı
Nadr b. Haris Kureyş müşriklerinin şeytanlarından, cin fikirlilerinden [150] ve zındıklarındandı . [151] Kendisi bir ara Hîre'ye gitmiş, orada Acem şahlarının hikâyelerini, Rüstem ve İsfendiyar'a ait bir¬takım hikâye ve haberleri öğrenmişti. [152] Acem kitapları okur, Hıristiyanlar ve Yahudilerle düşer kalkardı. Peygamberimiz (a.s.)ı yalanlamakta ve incitmekte Kureyş müşriklerinin en aşırı giden¬lerinden ve söz sahiplerindendi. Hîre'de, bırbıt (ud, kopuz) çalmayı ve Hîrelilerin şarkılarını öğrenmiş; bunları Mekkelilerden birçok kimselere de öğretmişti. Kendisi, şarkıcı iki köle kadın da satın almıştı. Halkı, İslâmiyetten alıkoymak için, bunlarla oyalardı. [153] Peygamberimiz (a.s.) bir meclise oturup Allah'ı anar, [154] Allah'a inanmaya davet eder, Kur'ân-ı Kerîm okur, [155] kendilerinden önceki milletlerden hangilerinin ne gibi musibetlere uğradıklarını anlatarak kavmini uyarır; o meclisten kalkar kalkmaz, arkasından Nadr b. Haris gelir, Peygamberimiz (a.s.)ın yerine geçer ve: "Ey Kureyş cemaatı! Vallahi, ben ondan daha güzel söylerim. Siz benim yanıma geliniz! Ben size onun anlattıklarından daha güzelini anlatırım" dedikten sonra, Acem şahlarının, Rüstem ve İsfendiyahn hikâyelerini anlatır; [156] "Muhammed benden ne ile daha güzel konuşurmuş? [157] Ben size anlattığım hikâyeleri nasıl başkalarından yazıp aldımsa, o da bunları başkalarından yazıp almıştır!" der; [158] "Hangimizin sözü daha güzel? Benimki mi, yoksa Muhammed'inki mi?" diye sorardı. Peygamberimiz (a.s.), bir ara, Ebu Uhayha Saîd b. Âs'ın yanına uğrar, ona İslâmiyeti anlatırdı. Ebu Uhayha, Peygamberimiz (a.s.) hakkında "O, semadan konuşuyor!" demeye başlamıştı. Nadr b. Haris, Ebu Uhayha'nın yanına gidip: "İşittiğime göre; sen Muhammed'in sözlerini güzel buluyor, beğeniyormuşsun. Bu nasıl olur?! O, ilahlara dil uzatıyor! Baba ve atalarımızın Cehennemde olduklarını söylüyor! Kendisine tâbi olmayanları azapla tehdid ediyor!" dedi. Bunun üzerine, Ebu Uhayha, Peygamberimiz (a.s.)a düşman kesildi. Peygamberimiz (a.s.)ı yermeye ve getirdiklerini ayıplamaya ve "Doğrusu, biz bunun getirdiklerinin bir benzerini daha işitmedik! Böylesi ne Yahudilikte, ne de Hıristiyanlıkta var!" demeye başladı. Ebu Uhayha ilk sözünden döndüğü zaman, Nadr b. Haris ona teşekkür etmeye gitti. [159] Halbuki, Nadr b. Haris, bundan önce, Peygamberimiz (a.s.)ın zikrini ve gönderileceği zamanın yaklaştığını işittiği zaman: "Vallahi, bize bir uyarıcı gelecek olursa, biz milletlerden herhangi birisinden daha çok, doğru yolu tutarız" demişti. Yüce Allah, bu münasebetle indirdiği âyette şöyle buyurdu: "Onlar; kendilerine azapla korkutucu (bir peygamber) gelirse, herhalde, (diğer) ümmetlerden her¬hangi birisinden daha ziyade doğru yolu tutacaklarına, yeminlerinin bütün hızıyla Allah'a and etmişlerdi. Fakat, onlara azapla korkutan (bir peygamber) gelince, bu onların (haktan) uzaklaşmalarından başka birşey artırmadı. [160] Nadr b. Haris; Kur'ân-ı Kerîm okunduğu zaman: "Bunlar, öncekilerin masallarıdır! Ben de size, Allah'ın indirdiği gibi, indireceğim!" derdi. Kur'ân-ı Kerîm'de içinde "esâtîr" kelimesi geçen sekiz âyet, Nadr b. Haris hakkında nazil olmuş-tur. [161] Nadr b. Haris: "O, getirdiği kitap üzerinde, ancak, şu Esved b. Muttalib'in kölesi Cebr ile Şeybe veya Utbe b. Rebia'nın kölesi Addas'ın ve daha başkalarının yardımını görüyor!" diyordu. Yüce Allah, indirdikleri âyetlerle bu isnad ve iftirayı da şöyle reddetti: "Andolsun ki, biz onların 'Bunu ancak bir beşer öğretiyor!' diyeceklerini biliyoruz. Haktan sapmak suretiyle kendisine nisbet edecekleri o (sanığın) dili Acemî'dir, bu Kur'ân'ın dili ise apaçık Arapça bir dildir." [162] "O küfredenler, 'Bu (Kur'ân) onun uydurduğu yalandan başka (birşey) değildir. Bu hususta diğer bir zümre de ona yardım etmiştir' dediler de, muhakkak bir haksızlık ve tevzir meydana getirdiler. 'Onun başkasına yazdırıp, kendisine sabah akşam okunmakta olan eskilere ait masallardır' dediler. De ki: 'Onu göklerde ve yerdeki bütün gaybı bilen (Allah) indirdi. Şüphe yok ki, O çok yarlıgayıcı, çok esirgeyicidir!'" [163] "De ki: 'Andolsun, bütün insanlar ve cinler şu Kur'ân'ın bir benzerini meydana getirmek üzere bir araya toplansalar ve birbirlerine yardımcı da olsalar, yine, onun benzerini meydana getiremezler.'" [164] Nadr b. Haris bir gün Peygamberimiz (a.s.)a rastlayıp: "Sen Kureyşîlerin yakın bir zamanda vurulup yere düşeceklerini ve bunun sana Allah tarafından vahyedildiğini söylüyormuşsun, öyle mi?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet, ben söyledim! Sen de onlardansın!" buyurdu. [165] Yüce Allah, Rasülüne indirdiği ayette "Yakında o cemaat bozulacak, onlar arkalarını dönüp kaça¬caklar" buyurmuş; Peygamberimiz (a.s.) da, Bedir savaşında Kureyş müşriklerinin bozguna uğrayıp kaçıştıklarını görünce, bu âyeti okum ustu. [166] Nadr b. Haris Bedir savaşında esir edilen müşriklerden olup, Hz. Ali tarafından boynu vurulmuştur. [167]
Peygamberimizin Ümmîliği ve Bütün Hayatının Belliliği, Bildiklerini İlahî Vahiy İle Bildiği ve Bildirdiği
Kur'ân-ı Kerîm'de açıkça bildirildiği üzere, Peygamberimiz (a.s.) ümmî idi, okuma-yazma bilmezdi. [168] Arap kavmi de, genellikle ümmî idiler. [169] Bunu, Peygamberimiz (a.s.) da: "Biz ümmî bir cemaatız. Ne yazı yazarız, ne de hesap biliriz!" buyurarak açıklamışlardır. [170] Peygamberimiz (a.s.), peygamberliğe nail olduğu gece Cebrail (a.s.) tarafından "İkra'!=Oku!" diyerek okumaya tekrar tekrar zorlandığı zaman, hep "Mâ ene bi kâriîn=Ben okuma bilmem" cevabını vermişti. [171] Peygamberimiz (a.s.)ın okuryazar olmadığı da, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklanmaktadır: "Sen, bundan önce, hiçbir kitap okur değildin. Hâlâ da, elinle yazı yazmazsın. Öyle olsaydı (okur yazar olsaydın) bâtıl söyleyenler, muhakkak, şüphelenebilirlerdi." [172] Peygamberimiz (a.s.)ın doğumundan peygamberliğe erdiği tarihe, kırk yaşına kadar olan hayatı, Kureyş müşriklerinin gözleri önünde geçmişti. Kendisinin hayatından, onlara gizli, kapalı kalan bir taraf yoktu. Müşriklerin arasında, Peygamberimiz (a.s.)ın doğumunu, çocukluğunu, gençliğini, peygam¬berliğe erinceye kadar geçirdiği hayatını günü gününe bilenler bile vardı; ve onlar Peygamberimiz (a.s.)a karşı olanların safında bulunuyorlardı. Peygamberimiz (a.s.)ın aralarında doğup büyümüş olduğu müşrik hemşehrilerine, akra¬balarına karşı, Yüce Allah tarafından "De ki: 'Ben, ondan (Kur'ân'dan) önce, aranızda bir ömür durmuş, yaşamı sırrıdır! Siz hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?'" [173] buyurularak inkâr ve itiraz damarlarına basıldığı halde, Mekkeli müşrikler susmuşlar, susmak zorunda kalmışlarsa, bu ancak Peygamberimiz Aleyhiselamın hayatından kendilerince bilinmeyen bir taraf bulunmadığını gösterir. Peygamberimiz (a.s.)ın, vahiy gelmeye başladığı tarihe kadarda, ne Kitabdan, ne de iman¬dan haberi yoktu. Bu gerçeği de, Yüce Allah, Peygamberimiz (a.s.) tarafından mü'min, münkir, müşrik herkese okunan şu âyetle açıklamıştır: "İşte, Biz, sana da böylece Emrimizden bir Ruhu variyettik. Halbuki, (bundan önce) sen 'Kitab, nedir? İman, nedir?1 bilmezdin. Fakat, Biz, onu (Kufân'ı) bir nur yaptık. Bununla, kullarımızdan kimi dil¬ersek, ona hidayet veririz. Şüphesiz ki sen her halde doğru bir yolun rehberliğini yapıyorsun!" [174] Peygamberimiz (a.s.), kendisine birşey sorulduğu zaman, o hususta vahiy nazil olmamışsa "Bilmiyorum!" buyurur veya vahiy gelinceye kadar susar, kendiliğinden birşey söylemezdi. [175] Bu gerçek de, Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklanır "Sahibiniz (doğru yoldan) sapmadı, bâtıla da inanmadı. O, kendi (rey ve) nevasından söylemez! O (Kur"ân), kendisine (Allah tarafından) ilka edilegelen vahiyden başka (birşey) değildir." [176] "O, âlemlerin Rabbinden indirilmedir! Eğer (Peygamber) bazı sözleri Bize karşı kendiliğinden uydur¬muş olsaydı, onun sağ elini (kudret ve kuvvetini) alıverirdik! Sonra da, hiç şüphesiz, kendisinin kalb damarını koparırdık. O vakit, sizden hiçbiriniz buna engel de olamazdınız!" [177] Peygamberimiz (a.s.)a kendiliğinden bilemeyeceği birçok gerçeğin Allah tarafından vahiy ile bildirildiği de Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle açıklanır: 1- Nûh Tufanı [178] anlatıldıktan sonra: "Bunlar gayb haberlerindendir ki, sana vahyediyoruz. Onları bundan önce ne sen biliyordun, ne de kavmin biliyordu. O halde, sen de (Nûh gibi) katlan! Akıbet, hiç şüphesiz, takvaya erenlerindir!" [179] 2- Hz. Meryem'le İsa ve Yahya (a.s.)ların doğumları [180] anlatıldıktan sonra: "Bunlar sana vahyetmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. Meryem'i onlardan hangisi himayesine alacak, diye kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Onlar bu hususta çekişirlerken de yine yanlarında değildin." [181] 3- Yûsuf (a.s.)ın kıssası [182] anlatıldıktan sonra: "Bu (kıssa) sana vahiy ile bildirmekte olduğumuz gayb haberlerindendir. (Yoksa) onlar hile yaparak işleyecekleri işi kararlaştırdıkları zaman sen onların yanlarında değildin." [183] 4- Musa (a.s.)ın kıssası [184] anlatıldıktan sonra: "Musa'ya o emri vahyettiğimiz vakit, sen batı tarafında (bulunuyor) değildin, görenlerden de değildin. Fakat, Biz daha birçok nesiller yarattık da, onların (ömürleri) uzadıkça uzadı. Sen, Medyen ahalisi içinde ikamet edici olup da, âyetlerimizi onlardan okuyarak öğrenmiş de değilsin! Ancak (geçmişlerin haberlerini sana) gönderenler, Biziz! Musa'ya nida ettiğimiz vakit de, sen Tûr'un yanında değildin! Fakat, sen Rabbinden bir rahmet olarak (gönderildin). Tâ ki, senden önce kendilerine inzar edici (bir peygamber) gelmemiş olan bir kavmi sen inzar edesin! Olur ki, onlar iyice düşünüp öğüt kabul ederier." [185] Meallerini yazdığımız bu âyetler; Peygamberimiz (a.s.)ın hiçbir kimseden hiçbir şey öğren¬mediğini, bütün bilgilerinin İlahî Vahye dayandığını açıklamakta ve buna aykırı görüşleri topyekün red¬detmektedir. Peygamberimiz (a.s.) kendisinden asırlarca sonra keşfe di I ece k veya keşfine çalışılacak bir¬takım ilmî, fennî gerçekleri de vahiy ile bildirmiştir. Meselâ: Güneş, Ay gibi semavî ecramdan her birinin birer yörüngede yüzdükleri, döndükleri, [186] Güneşin kendi karargâhına doğru seyrve cereyan ettiği, [187] Göklere muvazene kanununun konulduğu, [188] Semanın ilk halinin gaz olduğu, [189] Dünyanın döndüğü, [190] Her canlı şeyin sudan yaratıldığı, su ile canlı kılındığı, [191] Âdem oğullarının zü niyeti eri ne zerreler halinde iken Yüce Allah tarafından idrak ve şuur veril¬ erek ilahî rububiyetin ikrar ettirilmiş olduğu, [192] Bazı ürünlerin ilkah edici, aşılayıcı rüzgârlar gönderilerek meydana gelmelerinin sağlandığı, [193] Salanlarında görülen harikulade işlerin kendilerine Allah tarafından ilham yoluyla yaptırılmakta olduğu, [194] Yerde yürüyen, havada uçan hayvanların da, insanlar gibi, birer topluluk oldukları, [195] Ruhun mahiyetini kavramaya insan ilminin yetmeyeceği, [196] İnsanların bütün tutum ve davranışlarının istinsah edilmekte (filme alınmakta) olduğu, [197] Cansız, dilsiz sanılan şeylerin de insanların kolay kolay anlayamayacakları özel dillerle Allah'ı teşbih ettikleri, [198] İki denizin, aralarına konulan perde ile, sularının birbirlerine karışmamalarının sağlandığı, [199] Üç bin küsur yıl önce denizde boğulan Firavunun cansız cesedinin (karada yüksekçe bir yere) atılıp arkasından geleceklere ibret olmak üzere korunacağı, [200] Bir sultan'la (aşıp bastırıcı bir araçla) göklerin sınırlarının (uzayın) aşılabileceği, [201] Göklerde de, yerdekiler gibi yaratıklar bulunduğu ve Allah dilediği zaman onların yerdekilerle biraraya getirileceği, [202] İlim ve fen dünyasınca ancak son zamanlarda farkına varılabilen; semanın genişletilmekte olduğu (Zâriyât: 47) gerçeği ve daha birçok gerçekler Yüce Allah tarafından vahiy ile bildirilmemiş olsay¬dı, Peygamberimiz (a.s.)ın onları ondört asır önce bilmesi, bildirmesi mümkün mü idi? [203]
Puta Tapanların Peygamberimiz (a.s.)la Tartışmaları
Peygamberimiz (a.s.) bir gün Mescid-i Haram'a girdiği sırada, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden [204] Velid b. Mugîre ve daha birçok kimseler [205] Kabe'nin Hatîm'inde oturuyorlardı . [206] Peygamberimiz (a.s.) da, varıp onların yanına oturmuştu. [207] Kabe'nin çevresinde, tapılmak üzere dikilmiş, kurşunla berkitilmiş [208] üçyüz altmış put bulunuyordu. [209] O sırada, Nadr b. Haris de gelip yanlarına oturdu. Peygamberimiz (a.s.) konuşmaya başlayınca, Nadrb. Haris itiraz etti. Peygamberimiz (a.s.), verdiği cevapla onu susturdu. Sonra da, ona ve oradakilere Enbiyâ sûresinin: "Siz de, ve Allah'ı bırakıp tapmakta olduklarınız da, hiç şüphesiz, Cehennem odunusunuz! Siz oraya gireceksiniz! Onlar (tapmakta olduğunuz yalancı tanrılar) eğermabud olsalardı, oraya girmeye¬ceklerdi. Onların hepsi orada temelli olarak kalıcıdırlar! Onların orada (halkları) inim inim inlemektir! Onlar orada da (sağır olup hiçbir şey) işitmeyeceklerdir!" [210] mealli âyetlerini okudu. [211] Sonra da kalkıp gitti. [212] Putları aleyhinde okunan âyetler Kureyş müşriklerinin çok ağırına gitti. [213] O sırada oraya Abdullah b. Zibârâ geldi. [214] Cemaatin susup durduğunu görünce: "Neye daldınız?! [215] Sizin neyiniz var?" [216] diye sordu. Velid b. Mugîre: "Biraz önce, Abdulmuttalib'in oğluna karşı Nadr b. Haris ne kalkabildi, ne oturabildi: Muhammed, bizim taptığımız şu ilahların Cehennem odunu olacağını söyledi!" deyip [217] Peygamberimiz (a.s.)ın söylediklerini nakledince, [218] Abdullah b. Zibârâ: "Vallahi, onu bulsaydım, kendisiyle tartışmaya tutuşur ve muhakkak dâvayı ben kazanırdım! [219] Sorunuz Muhammed'e" dedi, "Allah'tan başka, tapılan herşeyle, onlara tapan herkes Cehennemde midir? Öyle ise, biz meleklere tapıyoruz. Yahudiler Üzeyr'e tapıyorlar. Hıristiyanlar Meryem oğlu İsa'ya tapıyorlar. Bunlara ne diyeceksin bakalım?" Velid b. Mugîre ile yanında bulunanlar, Abdullah b. Zibârâ'nın sözünü, dayanılacak ve dâvayı kazandıracak en sağlam bir delil saydılar. [220] Abdullah b. Zibârâ: "Çağırın onu bana!" dedi. [221] Peygamberimiz (a.s.)ı hemen çağırdılar. Abdullah b. Zibârâ: "Ey Muhammed! Bunu sen mi söyledin?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Evet!" buyurdu. [222] Abdullah b. Zibârâ: "Ey Muhammed! Bu söylediğin şey, yalnız bizim ilahlarımıza mı mahsus, yoksa Allah'tan başkası¬na tapan herkese mi şâmildir?" diye sordu. Peygamberimiz Aleyhiselam: "Evet! Allah'tan başkasına tapan herkese şâmildir!" buyurunca, [223] Abdullah b. Zibârâ: "Şu Beyt'in (Kabe'nin) Rabbine andolsun ki: dâvayı ben kazandım. [224] Meryem oğlu İsa'nın bir peygamber olduğunu söyleyen, onu da, anasını da hayırla anan, öven sen değil misin? Pekâlâ bilirsin ki: Hıristiyanlar bu ikisine tapıyorlar! Üzeyr'e de, meleklere de tapılıyor! [225] Meleklerin salih kullar olduğunu, İsa'nın salih bir kul olduğunu söyleyen sensin, değil mi? Halbuki, şu Benî Müleyhler meleklere tapıyorlar! Şu Hıristiyanlar İsa'ya tapıyorlar! Şu Yahudiler de Üzeyr'e tapıyorlar! [226] Yahudiler Üzeyr'e, Hıristiyanlar Mesih'e, Benî Müleyhler meleklere tapıyor değiller mi? [227] Eğer bütün bunlar Cehennemde iseler, biz de, ilahlarımız da, onlarla birlikte bulunmaya razıyız!" deyince, müşrikler sevindiler [228] Güldüler, [229] bağrıştılar. [230] Peygamberimiz (a.s.): "Her kim, Allah'tan başka, kendisine tapılmasını isterse, o, kendisine tapanlarla birliktedir! [231] Çünkü, bunu (onlara tapmayı) onlara şeytanlar emretmişlerdir!" buyurdu. [232] Bunun üzerine, inen âyetlerde şöyle buyuruldu: "Şüphe yok ki, kendileri için Bizden en güzel (bir saadet) sebketmiş (takdir olunmuş) olanlar, işte bunlardır ki, oradan (Cehennemden) uzaklaştırılmışlarıdır. Bunlar, gönüllerinin dilediği (nimetler) içinde temelli yaşar(larken), onun (Cehennemin) gizli sesini bile duymazlar." [233] Gerek İsa b. Meryem ve genek Üzeyr (a.s.)lar ile Yahudi ve Hıristiyan din adamlarından kendilerine tapılmış olanlar, Allah'a boyun eğen ve O'nun emri üzere yürüyen mübarek kişiler olup, bir¬takım sapkınlar sonradan sonraya onları Allah'tan gayrı mâbud edinmişlerdi. Kureyş müşriklerinin meleklere taptıklarını söylemeleri ve meleklerin de Allah'ın kızları olduğunu iddia etmeleri üzerine, [234] Yüce Allah, indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu: "'O çok Esirgeyici (Allah), bir evlat edindi' dediler. O'nun sânı (böyle şeylerden) münezzehtir, uzaktır. Hayır! Onlar ('evlat edinildi' denilenler) ikrama mazhar kılınmış kullardır. Bunlar (melekler) sözleri ile asla O'nun (Allah'ın) önüne geçmezler (Allah emretme dikçe, hiçbir şey söylemezler). Bunlar O'nun (Allah'ın) emriyle hareket ederler. Önlerindekini de, arkalarındakini de hep O bilir. Bunlar O'nun rızasına ermiş olanlardan başkasına şefaat edemezler. Bunlar O'nun (Allah'ın) korkusundan titreyenlerdir. Bunlardan kim (şeytanın dediği gibi) 'İlah O değil, benim!' derse, onu derhal Cehennemle ceza¬landı racağız!" [235] Abdullah b. Zibârâ'nın Allah yerine İsa b. Meryem'e de tapı İdi gı nı söylemesi Velid b. Mugîre ile yanında bulunanların çok hoşlarına gitmiş, bunu, Peygamberimiz (a.s.)la tartşmalarmda kendi¬lerini kazandırıcı bir delil saymışlardı. [236] Yüce Allah, bu hususta indirdiği âyetlerde de, şöyle buyurdu: "Meryem'in oğlu bir misal olarak (ileri) sürülünce, kavmin bundan (şımanp kahkahalarla) gülüyor¬lardı. Dediler ki: 'Bizim ilahlarımız mı daha hayırlı, yoksa o mu?' Bunu sana karşı (bâtıl) bir mücadeleden başka (bir maksatla ortaya) atmadılar. Doğrusu, onlar çok düşman bir kavimdir. O (İsa) Bizim kendisine nimet (peygamberlik) verdiğimiz, İsrail oğullarına (ibret verici, babasız yarat¬mak gibi) bir misal yaptığımız bir kuldan başkası değildi. Eğer Biz dileseydik, size bedel, yeryüzünde ardınızda kalacak melekler yaratırdık. Şüphe yok ki, o Saat'in (Kıyametin) ilmi, kendisiyle bilinenlerdendir. Artık buna karşı sakın şüpheye düşmeyiniz! Onlara de ki: 'Bana tâbi olunuz! (Sizi davet ettiğim) bu yol, doğru bir yoldur! Sakın sizi şeytan çevirmesin! Çünkü, o sizin açık bir düşmanınızdır' İsa, o apaçık delilleri getirdiği zaman, İsrail oğullarına şöyle demişti: 'Ben size gerçek Hikmeti getirdim. Bir de, hakkında ihtilafa düştüğünüz şeylerden bazısını da size açıklayayım diye (geldim). Artık, Allah'tan korkun, bana tâbi olun! Şüphe yok ki, Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. Haydi, hepiniz O'na kulluk edin! Doğru yol, budur!1 Sonra, aralarından partiler (çıktı da) ihtilafa düştüler. Artık, pek acıklı bir günün azabından vay o zulmedenlere! Onlar kendileri farkında olmayarak başlarına gelecek Saatten başkasını mı gözlüyorlar?! Dostlar o gün birbirlerine düşmandır-takvâ sahipleri müstesna!" [237]
Übeyy b. Halef'in Öldükten Sonra Dirilmeyi İnkâr Ederek Peygamberimiz (a.s.)la Tartışması
Kureyş müşriklerinden, içlerinde Übeyy b. Halef, Âs b. Vâil ve Velid b. Mugîre'nin de bulunduğu bir cemaat, öldükten sonra dirilmenin imkânsızlığını aralarında konuştular. Übeyy b. Halef onlara: "Muhammed'in 'Hiç şüphesiz, Allah ölüleri diri İte çektir1 dediğini görmüyor musunuz?" dedi ve sonra da: "Lâtve Uzzâ'ya andolsun ki, onun yanına vanp tartışacak, kendisine galebe çalacağım!" dedi. [238] Gerek Übeyy b. Halef ve gerek kardeşi Ümeyye b. Halef, Peygamberimiz (a.s.)ı yalanla-malarıyla en çok üzen azılı müşriklerdendi. [239] Übeyy b. Halef eline aldığı [240] çürümüş bir kemikle Peygamberimiz (a.s.)in yanına geldi . [241] "Ey Muhammedi Demek sen, çürüdükten sonra, [242] şu kemiği [243] İlahının, [244] Allah'ın dirilteceğini söylüyorsun ha!?" dedi. [245] Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Bunu ben söylüyorum!" buyurdu. Übeyy b. Halef: "Demek sen bunu çürüdükten sonra Allah'ın dirilteceğini sanıyor, mümkün görüyorsun ha!?" dedi. [246] Onu elinde ufaladı, [247] tozunu da Peygamberimiz (a.s.)a doğru [248] havaya [249] üfürdü! [250] "Ey Muhammedi Bunu, çürüdükten sonra, kim diriltecek? [251] Biz, öldüğümüz ve şu çürümüş kemik olduğumuz zaman, iade mi olunacakmışız?! Biz bunun gibi olunca, kimmiş diriltecek bizi?!" dedi . [252] Peygamberimiz (a.s.): "Evet! [253] Allah seni de öldürecek! [254] Onu da, [255] böyle olduktan sonra [256] seni de Allah dirilte¬cek [257] sonra da, seni Cehenneme sokacaktır!" buyurdu. [258] Bunun üzerine Yüce Allah tarafından indirilen âyetlerde şöyle buyuruldu: "İnsan, kendini bir nutfeden yarattığımızı görmedi mi ki; o açıktan açığa aşırı bir mücadeleci, kav¬gacı kesilmektedir! O, kendi yaratılışını unutarak, bize bir misal getirdi: 'Bu çürümüş kemiklere kim can verebilir?!1 dedi. De ki: 'Onları, ilk defa yaratan, diriltecek! O, her yaratmayı hakkıyla bilendir. O, yemyeşil ağaçtan sizin için bir ateş çıkarandır. İşte bakınız: Ateşi ondan çakıp alıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, kendileri gibisini yaratmaya kadir değil midir? Elbette kadirdir! O, bütün kâinatı yaratandır. Herşeyi hakkıyla bilendir. Onun emri, birşeyi dilediği zaman, ona ancak 'Ol! demesinden ibarettir. O da, oluverir! Demek, herşeyin mülk ve tasarrufu kendi Elinde bulunan Allah'ın şanı ne kadar yücedir, münezze-htir!" [259] Aynı konuda indirilmiş olan âyetlerden bazılarında da, şöyle buyurul m aktadır "Dediler ki: 'Biz bir sürü kemik, kırıntı ve döküntü (halinde bir toprak) olduğumuz vakit mi hakikaten yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?!1 De ki: 'Gerek bir taş, gerek demir olunuz! Yahut, göğüslerinizde büyüyen herhangi bir halk olunuz! Muhakkak, diriltileceksiniz!' 'Öyle ise, bizi kim (dirilterek) geri çevirebilecek?!' diyeceklerdir. Sen onlara de ki: 'Sizi ilk defa yaratmış olan!' O vakit sana başlarını sallayacaklar da (alay ederek): 'Ne vakit o?!' diyecekler. De ki: Yakın olması umulur!' (Allah'ın) sizi çağıracağı gün, hemen (kabirlerinizden kalkıp) O'nun emrine icabet edeceksiniz ve sanacaksınız ki (kabirlerinizde) pek az bir müddet kalmışsınız." [260] "Kaf! O çok şerefli Kur'ân'a andolsun ki: (İmandan nasibi olmayanlar, peygambere, peygamberin bildirdiklerine inanamazlar!) Doğrusu, o kâfirler, kendilerine içlerinden âhiretazabıyla korkutucu (peygamber) geldi diye, şaştılar da: 'Bu çoktuhaf birşeylBiz öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi (tekrar hayata dönecekmişiz?! Bu (ihtimalden) uzak bir dönüştür!' dediler. Toprak onlardan neleri (yiyip) eksiltir, bizce malûmdur! Nezdimizde (herşeyi) hıfz (ve tesbit) eden bir Kitab vardır." [261]
Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)a Acayip Teklifleri
1- Mekkeli müşriklerin [262] inkarcı ve itirazcılarından [263] olan ve Peygamberimiz (a.s.)la, Kur'ân-ı Kerîm'le alay eden, öldükten sonra dirilmeye, Kıyamet gününe inanmayan beş kişi-ki, bu beş kişi: 1- Velid b. Mugîre, 2- Âs b.Vâil, 3- Esved b. Muttalib, 4- Esved b. Abdi Yağus, 5- Haris b. Hanzale [264] idi-birgün, Peygamberimiz (a.s.)a Kur'ân-ı Kerîm hakkında birtakım acayip tekliflerde bulundular. Bu adamlar; Peygamberimiz (a.s.)ın ümmî olduğunu [265] hiçbir kitap okumadığını [266] çok iyi bilmekte, soy ve ahlâkî faziletleri bakımından herkese üstünlüğünü bütün Kureyşîlerle birlikte itiraf etmekte ve kendisini el-Emîn diye anmakta idiler. [267] Peygamberimiz Muhammed (a.s.), böylece kırk yaşına bastıktan sonra, onlara [268] öyle fesatlı [269] bir Kitab [270] getirip [271] okumuştu ki, o herfesahatli kelamı susturuyor, her manzum ve men¬sur kelama üstün bulunuyordu. Onun içi, usul ve füru1 ilimleriyle dolu idi. [272] İlmin en nefislerini, ahkâm ve ahlâk ilminin en incelerini, geçmiş ümmet ve peygamberlere ait kıs¬saların en gizli noktalarını, [273] Allahtan başkasının bilemeyeceği gayb haberlerini bildiriyordu. [274] Edebleri ve ahlâkî faziletleri [275] öğreti yordu. [276] Bütün belagat ve fesahat sahipleri ve ilim adamları, [277] Kur'ân-ı Kerîm'in fesahat ve belagatı, derin¬liği, genişliği karşısında acizlik ve hayranlık içinde kalıyorlardı. [278] Bu mübarek Kitabda yer alan ve putperestliği yeren, putperestlerin Cehenneme atılacaklarını bildiren âyetler, Kureyş müşriklerini kızdırmaktaydı. [279] Bunun için, yukarıda adlarını andığımız kişiler, Peygamberimiz (a.s.)a şu tekliflerde bulun¬dular: "Eğer bizim sana iman etmemizi istiyorsan, bize; içinde Lâfa, Uzzâya, Menât'a tapmayı bırak-mak [280] ve ilahlarımızı yermek., gibi, hoşumuza gitmeyen, [281] bizi kızdırıyor olan; [282] öldükten sonra dirilmek, âhiret mükâfat ve cezası., gibi imkânsız saydığımız [283] şeyler bul unmayan [284] başka bir Kurbân getir! [285] Eğer Allah sana öyle bir Kur'ân indirmezse, sen kendinden uydur! [286] Yahut, şu elinde bulunandakinin tehdit âyetlerini tebşir âyetine, tebşir âyetini tehdit âyetine, haramı helale, helali harama çevir! [287] Azab âyeti yerine rahmet âyetini koy! İlahları ve onlara tapmayı yeren âyetleri onun içinden çıkar! [288] (Öylece) sana inanalım, [289] sana tâbi olalım!" dediler. [290] Onların bundan maksatlan, alay etmek, [291] Peygamberimiz (a.s.)ı susturmaktı. [292] Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu: "Âyetlerimiz onlara apaçık deliller olarak okunduğu zaman, (öldükten sonra) bize kavuşmayı ummayan onlar: 'Sen ya bize bundan başka bir Kur'ân getir! Ya da onu değiştir!' dediler. Sen, de ki: 'Onu kendiliğimden değiştirmek, benim için, hiç olmayacak şeydir. Ben, bana vahyolunandan başkasına tâbi olamam! Rabbime isyan edecek olursam, şüphesiz, büyük bir günün azabından korkarım.' De ki: 'Allah dileseydi bana bu Kufân'ı indirmezdi. Ben de onu size okumazdım. Allah onu benim dilimle size bildirmezdi de! Ben ondan (o Kur'ân'dan) önce, aranızda bir ömür durmuşum (yaşamışım)dır. Siz hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?!'" [293] 2- Bir gün; Peygamberimiz (a.s.) Kabe'yi tavaf ederken, [294] Kureyş müşriklerinden birtakım kimseler, [295]Esved b. Muttalib, Velid b. Mugîre, Ümeyye b. Halef, Âs b. Vâil [296] ki, bunlar kavimleri içinde en yaşlı kişilerdi [297] Peygamberimiz (a.s.)la karşılaştılar [298] ve: "Biz sana bir haslet teklif edeceğiz ki, onda hem senin için, hem bizim için iyilik vardır!" dediler. Peygamberimiz (a.s.): "Ne imiş o?" diye sordu. [299] Bu müşrikler "Ey Muhammed! Gel, sen bizim dinimize tâbi ol; biz de senin dinine tâbi olalım ! [300] Sen bizim ilahlarımız olan Lâtve Uzzâ'ya bir yıl tap; biz de senin İlahına bir yıl tapalım ! [301] Sen bizim ilahlarımıza bir ay tap; biz de senin İlahına bir ay tapalım ! [302] Sen bizim ilahlarımıza bir gün veya bir ay veya bir yıl tap; biz de senin İlahına bir gün veya bir ay veya bir yıl tapalım ! [303] Böylece bizimle senin aramızda barış meydana gelsin ve aramızdaki düşmanlık gitsin! [304] Ey Muhammed! Eğer senin taptığın bizim taptığımızdan daha hayırlı, [305] senin işin bizimkinden daha doğru ise, [306] biz ondan nasibimizi almış oluruz. [307] Eğer bizim işimiz daha doğru ise, [308] sen de ondan nasibini almış olursun!" dediler. [309] Peygamberimiz (a.s.): "Ben Allah'a ibadet ederken başkasını O'na şerik koşmaktan Allah'a sığınırım!" buyurdu. [310] Zaten, Peygamberimiz (a.s.) bu hususta Yüce Allah'tan şöyle talimat almış bulunuyordu: "De ki: 'Gökleri ve yeri yoktan var eden ki, O yedirip besliyor, Kendisi ise yedirilip beslenmiyor (böyle şeyden münezzeh bulunuyor)! Ben Allah'tan başkasını mı tanrı edinecekmişim?!' De ki: 'Bana, hakikaten, Müslüman olanların birincisi olmaklığım emredildi! 'Sakın Allah'a eş tutan¬lardan olma!' (buyuruldu).'" [311] Müşrikler: "Öyle ise, bazı ilahlarımıza elini sür! Biz de seni tasdik edelim. Senin İlahına tapalım" dediler. Peygamberimiz (a.s.), ertesi günü, Mescid-i Harama vardı. Orada, Kureyş müşriklerinden bir topluluk bulunuyordu. [312] Peygamberimiz (a.s.), onların başucuna dikilerek Kâfirûn sûresini okudu. [313] Yüce Allah, onlar hakkında indirdiği âyetlerde [314] ve sûrede [315] şöyle buyurdu: "De ki: 'Siz, ey câhiller! Bana Allahtan başkasını mı tapmamı emrediyorsunuz?!' Andolsun ki: Sana da, senden önceki (peygamber)lere de şu vahyolunmustur: 'Eğer (Allah'a) şerik tanırsan (bütün) amel(ler)in boşa gider ve sen, muhakkak, hüsrana düşenler¬den olursun!' Hayır! Sen ancak Allah'a kulluk et! Şükredenlerden ol!" [316] "De ki: 'Ey kâfirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam! Benim (Kendisine) ibadet(te devam) ettiğime de siz ibadet ediciler değilsiniz. Ben (zaten) sizin taptıklarınıza (hiçbirzaman)tapmış değilim! Siz de benim ibadet etmekte olduğuma (hiçbir vakit) ibadet ediciler değilsiniz! Sizin dininiz size, benim dinim de bana!'" [317] Peygamberimiz (a.s.) sûreyi okuyunca, Kureyş müşrikleri [318] Peygamberimiz (a.s.)a sövüp saydılar [319] ve ümitlerini kestiler. [320] Peygamberimiz (a.s.)a ve ashabına işkence yapmaya başladılar. [321]
Peygamberimiz (a.s.)ın İbn Ümmi Mektum Yüzünden Uyarılması
Bir gün Peygamberimiz (a.s.) Kuneyş müşriklerinin ulularından, yanında bulunan [322] Velid b. Mugîre'yi [323] İslâmiyete davet ettiği [324] ve "Söylediklerimde bir sakınca görüyor musun?" diye sor¬duğu, onun da "Hayır!" dediği [325] ve Peygamberimiz (a.s.)ın onun Müslüman olmasını umduğu [326] bir sırada, âmâ İbn Ü mmi Mektum [327] geldi [328] ve: "Yâ Rasûlallah! Beni irşad et! [329] Allah'ın sana öğrettiği şeylerden, bana da öğret!" demeye, [330] kendisine Kur'ân okumasını Peygamberimiz (a.s.)dan isteyip durmaya başladı. [331] İbn Ümmi Mektum'un böyle araya girip Peygamberimiz (a.s.)ın sözünü kesmesi, [332] Peygamberimiz (a.s.)ı sıktı, bunalttı. [333] Kendisini meşgul ettiği, [334] Velid b. Mugîre'nin Müslüman olması hakkındaki ümidini boşa giderdiği için, [335] ona yüzünü ekşitti, ondan yüzünü çevirip ötekine yöneldi. [336] İbn Ümmi Mektum isteğini çoğaltınca da, Peygamberimiz (a.s.) yüzünü ekşiterek bırakıp evine gitü . [337] Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği Abese sûresinde Peygamberimiz (a.s.)ı şöyle uyardı: "Yüzünü ekşitip çevirdi, kendisine o âmâ geldi diye! (Onun halini) sana hangi şey bildirdi? Belki o (senden öğrenecekleriyle günahlarından) temizlenecekti. Yahut, öğüt alacaktı da, (senin) bu öğüt(ün) kendisine fayda verecekti. (Amma, zengin olduğu için) kendisini müstağni gören (adam yok mu?) İşte, sen onu karşına alıyor (ona yöneliyor)sun! Halbuki, temizlenmemesinden (imana gelmemesinden) sana ne? Amma, sana koşarak gelen kişi, o (Allah'tan) korkar olduğu halde, sen onu bırakıp da (öteki ile) oyalanırsın. Sakın (bir daha böyle yapayım deme!) Çünkü, o (Kur'ân) bir öğüttür! Binaenaleyh, onu dinleyen beller. O (Allah katında) çok şerefli, kadri yüce, tertemiz kılınmış sahifelerdedir. Kıymetli, sevgili, takva sahibi katiplerin elleriyle (yazı İm ıştır)." [338] Bundan sonra, Peygamberimiz (a.s.) İbn Ümmi Mektum'a ikram eder, [339] kendisiyle konuşur; "Bir hacetin var mı?" [340]"Birşey ister misin?" diye sorar; [341] "Merhaba, [342] Rabbimin bana kendisi yüzünden itab buyurduğu kişi!" diye iltifatta bulunurdu. [343]
Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)a ve Müslüman Olanlara İşkenceler Yapmaya Başlamaları
Kureyş müşrikleri; Peygamberimiz (a.s.)a ve Kureyşîlerden Müslüman olup Peygamberimiz (a.s.)la birlikte bulunanlara karşı düşmanlıkta daha şiddetli, daha kat davranmaya başladılar. Aşağılık adamlarını kışkırttılar, Peygamberimiz (a.s.)a saldırttılar. Peygamberimiz (a.s.)ı yalanladılar. Ona şairlik, sihirbazlık, kâhinlik ve mecnunluk.. gibi, kendilerinin de inanmadıkları türlü isnad ve ifti¬ralarda bulunarak eziyet ettiler. Peygamberimiz (a.s.) ise; Allah'ın emrini açıklamaktan; müşrikleri putlarından ayırmak, küfürlerinden uzaklaştırmak için, dinlerini yermek gibi, hiç hoşlanmadıkları şeyleri söylemekten geri dur¬madı. [344] Yüce Allah; müşriklere karşı Peygamberimiz (a.s.)ı amcası Ebu Talib ile, Hz. Ebu Bekir'i de kavim ve kabilesi ile korudu. Diğer Müslümanlara gelince; Müşrikler onları yakalıyorlar, çıplak vücutlarına demir gömlekler giydiriyorlar, kızgın güneşin altına yatırıp vücutlarının yağlarını eritiyorlardı! Müşriklerden hiçbiri yoktu ki, yaptıkları dayanılmaz işkencelerle istediklerini onlara söyletmesin! [345] Ancak, Bilal-i Habeşî'ye söyletemediler. [346] Kureyşfl erden her kabile; içlerinden Müslüman olanları, [347] Peygamberimiz (a.s.) a sahabi olanları; Hapsetmek, Dövmek, Aç ve susuz bırakmak, Mekke'nin en sıcak saatlerinde, en sıcak yerlerinde güneş altında tutmak.. gibi [348] türlü işkenceler¬le yıldırıp dinlerinden döndürmeye kalkıştılar. [349] Kimisi karşılaştığı ağır işkencelere dayanamayıp dininden dönüyor; kimisi de direniyor, dönmüyor, Allah da onu dininden dönmekten koruyordu. [350] Ammar b. Yâsir'in babası, annesi ve kardeşi gibi, dinlerinden dönmeyip işkenceler altında can verenlerde vardı. [351] Kureyş müşrikleri, adamına ve yerine göre, her hakareti ve işkenceyi yapıyorlardı. Ebu Cehil şerefli ve arkalı bir kimsenin Müslüman olduğunu işitince varıp ona çatıyor, hakaret ediy¬or "Sen babanın dinini bıraktın ha! Halbuki, o senden daha hayırlı idi. Demek sen onun fikrini hiçe say¬dın, şerefini düşürdün, öyle mi? Andolsun ki; biz de senin aklını akılsızlık ve ahmaklık sayacağız! Senin görüşünün yanlışlığını ortaya koyacağız! Şerefini kaybettireceğiz!" diyerek tehditlerde bulunurdu. Eğer Müslüman olan zât ticaretle uğraşan bir kimse ise, ona: "Vallahi, senin ticaretini durgunluğa uğratacağız, servetini yok ettireceğiz!" derdi. Müslüman olan zayıf ve fakir bir kimse ise, onu döver, aldatıcı sözlerle kandırmaya [352] ve Müslümanlıktan döndürmeye çalışırdı. [353] Abdullah b. Abbas'a: "Resûlullah (a.s.)ın ashabı, dinlerini bırakmak için mazur sayılacak kadar, müşriklerden işkence görürler miydi?" diye sorulmuştu. Abdullah b. Abbas: "Evet!" dedi. "Vallahi, müşrikler onlardan yakaladıkları herhangi birisini o kadar döverler, [354] o kadar aç ve susuz bırakarak döverlerdi ki, [355] atlan dayağın şiddetinden [356] oturamaz hale gelir, dininden döndürmek için söylemesini istedikleri herşeyi söylerdi. [357] Hatta kendisine 'Allah'tan başka, Lât ve Uzzâ da tanrı mıdır?' diye sorarlar, o da 'Evet!' derdi. Yanlarından geçmekte olan cual (yellengen) böceğini gösterip, 'Şu cual de, Allahtan başka, tanrın mıdır?' diye sorarlar; o da, kendisine yaptıkları ağır işkenceden kurtulabilmek için 'Evet!' derdi." [358] Ayılıp aklı başına geldiği zaman ise, tevhide dönerdi. [359] İşte "Kalbi iman üzere sabit ve bununla mutmain ve müsterih olduğu halde cebr ve ikraha uğratılanlar müstesna olmak üzere, kim imanından sonra Allah'a inanmaz, küfre göğüs açarsa, işte Allah'ın gazabı o gibilerin başındadır! Onların hakkı, en büyük bir azabdır!" [360] mealli âyetteki istisna, böyleleri hakkında inmiştir. [361]
Peygamberimiz (a.s.)ı Korumak Üzere Hâşim ve Muttalib Oğullarının Ebu Talib'in Çevresinde Toplanmaları
Kureyş müşrikleri birbirlerini Peygamberimiz (a.s.)in ashabına işkence yapmaya kışkırttık¬ları zaman, her kabile kendi aralarında bulunan Müslümanlara işkence etmeye ve onları dinlerinden döndürmek için zorlamaya başladılar. Ebu Talib Kureyş müşriklerinin yaptıklarını görünce, Hâşim ve Muttalib oğullarını toplayıp, onları, kendisinin yaptığı gibi, Peygamberimiz (a.s.)ı korumaya davet etti. Bu iki kabile Ebu Talib'in teklifini hemen kabul ettiler ve onunla birlikte oldular. Ancak, Allah düşmanı Ebu Leheb, Ebu Talib'in teklifini, davetini kabul etmedi. [362] Ebu Talib, bu münasebetle söylediği yedi beyitlik bir manzumesinde: Kureyşîler içinde Abdi Menaf oğullarının, Abdi Menaf oğulları içinde Hâşim oğullarının, Hâşim oğulları içinde de Muhammed (a.s.)ın üstünlüğünü dile getirdi . [363]
Müşriklerin Tavaf Sırasında Peygamberimiz (a.s.)a Laf Atmaları ve Saldırmaları
1- Bir gün Kureyş eşrafı Kâbe'nin Hicr diye anılan yerinde toplanarak Peygamberimiz (a.s.)ı konuşmaya başladılar: "Bizim, bu adamın işinde sabrettiğimiz kadar, hiçbir şeye sabrettiğimizi görmedik! O, akıllarımızı akılsızlık saydı. Baba ve atalarımıza dil uzattı. Dinimizi yerdi. Topluluğumuzu bölüp dağıttı. İlahlarımıza hakaret etti. Biz onun yapmış olduğu bu kadar ağır şeylere hep katlandık durduk" dediler. Onlar böyle konuştukları sırada idi ki, Peygamberimiz (a.s.) göründü, yürüyerek geldi. Hacerü'l-Esved'i istilam ettikten sonra, Kabe'yi tavaf ederken, yanlarından geçti. Yanlarından geçerken, Peygamberimiz (a.s.)a laf attılar. Müşriklerin bu hareketine Peygamberimiz (a.s.)ın kızdığı, yüzünden belli olmakta idi. Peygamberimiz (a.s.) Kabe'yi tavafa devam etti. İkinci kere, yanlarından geçtiği sırada, onlar yine aynı şekilde laf attılar. Onların bu hareketine Peygamberimiz (a.s.)ın kızdığı, yüzünden belli olmakta idi. Peygamberimiz (a.s.)ın üçüncü geçişinde, onlar yine önceki gibi laf attılar. Bunun üzerine Peygamberimiz (a.s.) durdu, sonra da: "Ey Kureyş cemaatı! İşitiyor musunuz? Varlığım Kudret Elinde bulunan (Allah)'a yemin ederim ki, hakkınızda telakki eylediğim helak haberiyle geldim!" buyurunca, onlar tutulakaldılar, başlarına kuş kon¬muş gibi başlarını önlerine eğip, kımıldamadılar. Hatta, bundan önce Peygamberimiz (a.s.)a karşı onların en şiddetli davrananı (Ebu Cehil) bile, bulabildiği en güzel, en yumuşak sözleri kullandı da: "Ey Kasım'ın babası! Geç git, doğru yolda olduğun halde git! Vallahi, sen cahil bir kişi değilsin!" dedi. Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.) onların yanından ayrıldı. Ertesi günü, Kureyş müşrikleri yine Hicr'de toplandılar. Birbirlerine: "Onun size yaptıklarını ve hakkında size anlatılanları anıp duruyorsunuz. Fakat, o karşınıza dikil¬erek hoşlanmadığınız şeyleri size tekrarladığı zaman kendisini serbest bırakıyorsunuz!" dediler. Onların böyle konuştukları sırada, Peygamberimiz (a.s.) çıkageldi. Hemen, oldukları yerden sıçrayıp Peygamberimiz (a.s.)ın çevresi sardılar. İlahları ve dinleri hakkındaki sözlerini anarak, Peygamberimiz (a.s.) a: "Şöyle şöyle söyleyen sen misin?" dediler. Peygamberimiz (a.s.): "Evet! Bunları söyleyen benim" buyurunca, içlerinden birisi Peygamberimiz (a.s.)ın yakası¬na yapıştı. Hz. Ebu Bekir hemen kalkıp Peygamberimiz (a.s.)ın önünde durdu ve ağlayarak, [364] "Yazıklar olsun size! [365] Siz bir adamı 'Rabbim Allah1 diyor diye öldürecek misiniz?" deyince, Peygamberimizin üzerinden ayrıldılar. [366] Müşrikler, Hz. Ebu Bekir'i de, o gün başının sık ve uzun saçından ve sakalından çekerek yaraladılar. [367]
Peygamberimiz (a.s.)ın İki Kötü Komşusundan Çektikleri
2- Peygamberimiz (a.s.)ın evi; iki kötü komşusu Ebu Leheb ile Ukbe b. Ebi Muayt'ın evleri arasında idi. Bunlar; hayvan işkembesini [368] getirip Peygamberimiz (a.s.)ın kapısının önüne atarlardı. Peygamberimiz (a.s.) bu iki komşusunun yaptıklarına üzülür: "Ey Abdi Menaf oğulları! Bu ne biçim komşuluk?!" diye sitemlenerek pislikleri kapısının önünden yayı ile ilerilere doğru iterdi. [369] Ebu Leheb bir gün getirdiği pisliği Peygamberimiz (a.s.)ın kapısının önüne dökmek isterken, Hz. Hamza gördü. Pisliği onun elinden alıp onun başına döktü! Ebu Leheb pislikleri başından yere silkerken, Hz. Hamza'ya: "Ahmak!" diyerek hakaret etti. [370] Ebu Leheb, yaptığı bu kötülükle de kalmaz, kendi evinden ve komşusu Adiyy b. Hamrau's-SakafT'nin evinden, Peygamberimiz (a.s.) a taş atar dururdu. [371]
Ebu Leheb'in Karısı Ümmü Cemil'in Peygamberimiz (a.s.)a Düşmanlığı ve İşkenceleri
Ebu Leheb'in karısı Ümmü Cemil [372]ki, Ebu Süfyan'ın kızkardeşi ve Muaviye b. Ebi Süfyan'ın da halası idi-Peygamberimiz (a.s.)a düşmanlıkta aşırı gider; [373] küfründe, inkârında ve inadında kocasına yardımcı olurdu. [374] Ümmü Cemil her gece [375] pıtrakları, [376] dikenleri, [377] dikenli ağaç dallarını [378] toplayıp [379] büyük demet yapar, boynuna bağlar, [380] geceleyin [381] ayağına batsın. [382] yaralar açsın diye Peygamberimiz (a.s.)ın geçeceği yollara atar, saçardı. [383] Peygamberimiz (a.s.) ise, onlara kum yığınına, [384] ipeküzerine [385] basar gibi basar, geçer¬di. [386] Yüce Allah, gerek Ebu Leheb, gerek karısı Ümmü Cemil hakkında indirdiği sûrede: "Yuh oldu iki eli Ebu Leheb'in, kendisi de yuh oldu! Ona ne malı yarar verdi, ne de kazandığı! O da, boğazında kıskıvrak bükülmüş bir urgan bulunduğu halde odun hammalı olarak karısı da, yaslanacak bir alevli ateşe!" [387] buyurdu; onların âhiretteki durumlarını duyurdu. [388] Ümmü Cemil kendisi ve kocası hakkında Tebbet sûresinin indiğini işitince. [389] Peygamberimiz (a.s.)ın Hz. Ebu Bekir ile birlikte [390] Kabe Mescidinde [391]* oturduğu sırada oraya vardı. Kendisinin elinde bir taş bulunuyordu. [392] Hz. Ebu Bekir, onu görünce, [393] Peygamberimiz (a.s.)a: "Yâ Rasûlallah! Bu Ümmü Cemil'dir. [394] Eziyet edici bir kadındır. [395] Sana doğru [396] geliyor! Onun seni görmesinden korkuyorum! [397] Keşke bu kadın sana bir zarar vermeden, [398] eziyet etmeden [399] kalkıp gitmiş olsaydın, [400] bir köşeye çekilseydin!" dedi. [401] Peygamberimiz (a.s.): "O beni göremez!" buyurdu. [402] Gerçekten de, Ümmü Cemil Peygamberimiz (a.s.)ı göremedi! Yüce Allah ona göstermedi. O ancak Hz. Ebu Bekir'i görebildi. Gelip, Hz. Ebu Bekir'in başına dikildi. [403] Ona: "Ey Ebu Bekir! Arkadaşın nerede?" diye sordu. [404] Hz. Ebu Bekir: "Ne yapacaksın onu? [405] Sen benim yanımda hiç kimse görmüyor musun?" dedi. Ümmü Cemil: "Benimle alay etme! Ben senin yanında senden başkasını göremiyorum [406]. Bana haber verildi ki, arkadaşın beni hicvetmiş. [407] O şairse, [408] vallahi, ben de şair bir kadınım. [409] Kocam da şairdir. [410] İşte, ben de onu hicvediyorum: [411] 'Biz o verilmişe isyan ediyoruz. Onun peygamberlik işinden yüz çeviriyoruz. Onun dininden hiç hoşlanmıyoruz.' [412] Vallahi, onu bulsaydım, sutaşı kendisinin ağzına vuracaktım!" dedi. [413] Hz. Ebu Bekir: "Hayır! [414] Vallahi, arkadaşım şair değildir. [415] O şiir söylemez de. [416] Şu Beyt'in (Kabe'nin) Rabbine andolsun ki, o seni hicvetmiş değildir" dedi. [417] Ümmü Cemil: | |
| | | haydarı kerrar Administrator
Mesaj Sayısı : 2630 Kayıt tarihi : 24/05/09 Nerden : ANKARA
| Konu: Geri: İSLAM TARİHİ 2-VAHYİN GELİŞİ VE TEBLİĞ VAZİFESİ C.tesi Mart 06, 2010 5:12 pm | |
| "Muhakkak ki, sen benim katımda doğru sözlüsündür. Kureyşîler iyi bilir ki, ben onların ulu kişilerinin [418] kızıyımdır!" diyerek dönüp gidince, [419] Hz. Ebu Bekir: "Yâ Rasûlallah! O seni görmedi mi?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Beni görmedi! Allah onun gözünü alıp beni göremez hale getirdi!" buyurdu. [420] Peygamberimiz (a.s.) dan hoşlanmayan Kureyş müşrikleri, Peygamberimiz (a.s.)ın 'Övülmüş' mânâsına gelen Muhammed ismini zıddına çevirerek, Müzemmem (Yerilmiş) derlerdi. [421] Peygamberimiz (a.s.), bunu şu hadis-i şerifleriyle açıklamışlardır: "Yüce Allah'ın Kureyş müşriklerinin sövmelerini, lanetlemelerini benden nasıl uzaklaştırdığına şaş¬maz mısınız? Onlar 'Müzeminem =Yerilmiş' diye söver ve 'Müzemmem1 diye lanetlerlerdi. Halbuki ben Muhammed'im ('Övülmüş'üm)." [422]
Ebu Leheb ile Karısının, Oğullarını Peygamberimiz (a.s.)ın Kızlarından Ayırmaları
Peygamberimiz (a.s.)a peygamberlik gelmeden önce, Peygamberimiz (a.s.)ın kızı Hz. Ümmü Külsûm Ebu Leheb'in oğlu Uteybe ile, Hz. Rukayye de Ebu Leheb'in diğer oğlu Utbe ile nişanlanmış olup, henüz evlenmemiş bulunuyorlardı. Tebbet sûresi nazil olunca, Ebu Leheb'in kansı Ümmü Cemil oğullarına: "Rukayye ve Ümmü Külsûm dinden çıkmışlardır. Onları boşayın, ayrılın onlardan!" dedi. [423] Ebu Leheb de, oğullarının her ikisine: "Muhammed'in kızını boşamazsan, başım başına haram olsun!" diyerek yemin etti. [424] Bunun üzerine, Uteybe Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelerek: "Ben senin dinini tanımıyorum. Kızından da ayrı İdi m . [425] Artık ne sen beni sev, ne de ben seni sev¬erim. [426] Ne sen bana gel, ne de ben sana gelirim !" [427] dedikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)ın gömleğini yırttı! [428] Uteybe o sırada ticaret maksadıyla [429] Şam tarafına [430] gitmek üzere idi. [431] Ebu Leheb, Uteybe'nin satması için, Şam'a elbise yüklem işti . [432] Peygamberimiz (a.s.) Uteybe'nin yapmış olduğu çılgınlığa karşı: "Dilerim ki, [433] Allah köpeklerinden birköpeği [434] senin üzerine salar!" [435] "Allah köpeklerinden bir köpeği senin üzerine salsın!" [436] "Allah'ım! Köpeklerinden bir köpeği [437] onun üzerine sal!" diyerek aleyhinde dua etti. [438] Buna binaen, Ebu Leheb: "Muhammed'in oğlum aleyhindeki duasından korkuyorum!" dedi. [439]
Uteybe'nin Bir Arslan Tarafından Isırılıp Öldürülüşü
Uteybe Kureyşîlerden bir ticaret kafilesiyle yola çıktı. Zerka' [440] diye anılan bir yerde geceleyin konakladılar. O gece bir arslan gelip çevrelerinde dolaşmaya başlayınca, Uteybe: "Vay anam! Vallahi, Muhammed'in dediği gibi, bu beni yiyecek! Benim katilim İbn Ebi Kebşe'dir. Kendisi Mekke'de, ben Şam'da olsam da!" dedi. Arslan o gece çevrelerinde dolaştıktan sonra dönüp gitti! Arkadaşları Uteybeyi ortalarına alıp uyudular. [441] Arslan geri geldi. Aralarından geçti. [442] Yavaş yavaş ve koklaya koklaya, Uteybe'nin yanına kadar vardı, [443] başını yakalayıp öyle bir ısırışla ısırdı ki, işini bitiriverdi! [444] Uteybe, can çekişirken: "Ben size 'Muhammed insanların en doğru sözlüsüdür1 demedim mi?" diyerek ölüp gitti. [445] Oğlunun arslan tarafından öldürüldüğünü işitince, Ebu Leheb de: "Ben size 'Muhammed'in oğlum hakkındaki duasından korkuyorum1 dememiş miydim?" demiştir. [446] 4- Ukbeb. Ebi Muaytda, Peygamberimiz (a.s.)a düşmanlıkta ve işkence yapmakta müşrik¬lerin en aşırılarındandı. Peygamberimiz (a.s.), ona: "Ey Eban'ın babası! Senden gördüğümüz şeyleri sen daha kısmayacak, azaltmayacak mısın?"diye sorduğu zaman, Ukbe: "Hayır! Sen üzerinde durduğun şeyi [peygamberliği] bırakıncaya kadar, kısmayacağım!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Vallahi, sen ya bu davranışlarından vazgeçersin, ya da başına ansızın bir belâ gelip çatar!" buyur¬du. Ukbe b. Ebi Muayt bir gün bir zenbile doldurduğu insan pisliğini Peygamberimiz (a.s.) m kapısının önüne dökmek isterken, Peygamberimiz (a.s.)ın halası Ervâ Hatunun oğlu Tuleyb b. Umeyr gördü. Hemen zenbilini elinden alarak, Ukbe'nin başına döktü! Ukbe, Tuleyb'e yapışıp, onu çeke çeke annesi Ervâ Hatunun yanına götürdü. Ona: "Oğlunun Muhammed yüzünden bana şu yaptığını görmüyor musun?" dedi. Ervâ Hatun: "Sen, ondan, bundan daha lâyık bir davranış mı beklerdin? O, onun dayısının oğlu olur. Mallarımız ve canlarımız Muhammed'in uğruna feda olsun!" dedi. [447]
Peygamberimiz (a.s.)ın Kureyş Müşriklerinden Yedi Kişi Aleyhinde Dua Edişi
5- Abdullah b. Mes'ud der ki: "Peygamber (a.s.), Beytullah'ın yanında durup [448] namaz kılıyordu. [449] Kureyşîl erden birtakım kimseler; [450] Ebu Cehil ve arkadaşları, [451] ki onlar 1- Ebu Cehil b. Hişam, 2- Şeybe b. Rebia, 3- Utbe b. Rebia, 4- Ukbe b. Ebi Muayt, 5- Ümeyye b. Halef [452] ve daha başka iki kişiden oluşan [453] yedi kişilik bir topluluk. [454] Hicr'de, [455] Peygamber (a.s.)ın çevresinde [456] oturuyorlardı . [457] Bir gün önce bir dişi deve boğazlanmıştı; [458] onun dölyatağı [459] ve işkencesinin pisliği, tersi, [460] yakın bir yerde bul un uy ordu. [461] Peygamber (a.s.) secdesini uzattı . [462] Müşriklerin içlerinden birisi, [463] Ebu Cehil: [464] 'Görmüyor musunuz şu müraiyi (gösterişçiyi)? [465] Hanginiz varıp filan oğullarının [466] boğazlanan devesinin dölyatağını, [467] işkembe içindeki tersini, [468] kanını [469] getirir ve secdeye vardığı zaman [470] Muhammed'in sırtına, [471] iki om uzunun arasına koyar? diye sordu. [472] Oradakilerin en şakîsi, en bedbahtı olan [473] Ukbe b. Ebi Muayt [474] 'Benyapanm' dedi. [475] Hemen kalkıp [476] gitti. [477] Dölyatağını, [478] işkembe içindeki tersini [479] alıp [480] getirdi . [481] Peygamber (a.s.)ın secdeye gitmesini bekledi. [482] Secdeye vardığı zaman, [483] onları Peygamber (a.s.)ın [484] iki omuzunun arasına [485] koyunca, gülmeye başladılar. [486] Katıla katıla gülmekten, [487] (yere yıkılmamak için) birbirlerinin üzerine eğildiler, dayandılar! [488] Peygamber (a.s.) secdeden ayrılmıyor. [489] başını kaldırmıyordu, [490] Ben ise, hiçbir işe yaramıyor, [491] ayakta dikilip duruyor, [492] sadece ona bakıyordum. [493] Konuşmaya bile gücüm yetmiyordu. Beni koruyacak kavim ve kabilem yoktu. [494] Ne olurdu, o zaman, koruyacak bir gücüm ve koruyucum olaydı da, Resûlullah (a.s.)ın sırtından onları hemen kaldırıp ataydım! [495] Nihayet, bir insan gidip Fâtıma'ya haber verdi. [496] Fâtıma o zaman küçük bir kızdı. [497] Koşarak [498] geldi Resûlullah (a.s.)ın üzerinden, onları alıp attı. [499] Bunu yapanlara ilendi. [500] Ağır sözler söyledi. [501] Onlar Fâtıma'ya hiçbir karşılık vermediler. [502] Peygamber (a.s.), her zaman olduğu gibi, secdesini tamamlayıp başını kaldırdığı [503] ve namazını bitirdiği zaman, [504] Beytullah'a, [505] Kâbe'ye [506] yöneldi. [507] Sesini yükseltti. [508] Kureyşilerden, içlerinde: Ebu Cehil, Ümeyye b. Halef, Utbe b. Rebia, Şeybe b. Rebia, Ukbe b. Ebi Muayt'ın da bulunduğu [509] yedi kişi aleyhinde dua etti. [510] Resûlullah (a.s.)ın üç kere: 'Ey Allah! Kureyş'i Sana havale ediyorum I [511] Ey Allah! Kureyş'i Sana havale ediyorum ! [512] Ey Allah! Kureyş'i Sana havale ediyorum ! [513] Ey Allah! Kureyş'ten şu topluluğu Sana havale ediyorum ! [514] Ey Allah! Ebu Cehl Amrb. Hişam'ı Sana havale ediyorum! Ey Allah! Utbe b. Rebiayı Sana havale ediyorum! Ey Allah! Şeybe b. Rebiayı Sana havale ediyorum! Ey Allah! Ukbe b. Ebi Muayt'ı Sana havale ediyorum! Ey Allah! Ümeyye b. Halefi Sana havale ediyorum! Ey Allah! Velid b. Utbe'yi Sana havale ediyorum! Ey Allah! Umâre b. Velid'i Sana havale ediyorum!' diyerek aleyhlerinde dua ettiğini işittikleri zaman, onların gülmeleri, gülüşmeleri birden kesilip gidi¬verdi. [515] Peygamber (a.s.)ın onların aleyhlerinde dua etmesi çok ağırlarına gitti. Çünkü, kendileri de, bu beldede yapılacak duanın muhakkak kabul olunacağı inancında idiler. [516] Bunun için, Peygamber (a.s.)ın aleyhlerindeki duasından korktular. [517] Muhammed (a.s.) a Kitabı indiren, [518] Muhammed (a.s.)ı hak dinle Peygamber gön¬deren, [519] canım Kudret Elinde bulunan [520] Allah'a yemin ederim ki: [521] Resûlullah'ın adlarını saymış olduğu [522] bu kişilerin hemen hepsinin [523] Bedir Günü öldürüldüklerini, [524] yerlere serildiklerini, [525] kuyuya atıldıklarını gördüm. [526] Çok sıcak bir gündü. Güneş onları değiştirmiş (kokutmuş) idi. [527] Sonra onlar çukura, Bedir kuyusuna sürüklendiler, [528] atıldılar!" [529] Bundan sonra, Resûlullah (a.s.) Mescid-i Haram'dan [530] çıktı. Ebu'l-Bahterî'ye rastladı. [531] Ebu'l-Bahterî'nin elinde bir sopa vardı. [532] Ona dayanıyordu. [533] Ebu'l-Bahterî, Peygamber (a.s.)ı görünce, [534] onun benzi hiç de boşuna gitmedi. [535] Kendisini tutup: "Gel! [536] Bana söyle bakayım, sana ne oldu?" dedi. Peygamber (a.s.): "Bırak beni gideyim!" buyurdu. Ebu'l-Bahterî: "Sen bana ya halini bildireceksin, ya da, Allah bilir ki, seni bırakmayacağım! Muhakkak senin başı¬na birşeyler gelmiş!" diyerek, [537] halini sordu. [538] Peygamber (a.s.), Ebu'l-Bahterî'nin söyletmedikçe kendisini bırakmayacağını anlayınca: "Ebu Cehil benim üzerime pislik atılmasını emretti" [539] diyerek, kendisine yapılanı ona haber verdi. [540] Bunun üzerine, Ebu'l-Bahterî: "Haydi, gel benimle birlikte Mescid'e!" dedi. [541] Peygamber (a.s.) gelmek istemeyince, Ebu'l-Bahterî tutup onu zorla Mescid'e koydu. [542] Mescid'e girince, Ebu Cehil'e yönelerek: "Ey Hakem'in babası! Muhammed'in üzerine pislik atılmasını sen mi emrettin?" diye sordu. Ebu Cehil: "Evet!" der demez, [543] elindeki sopayı kaldırıp Ebu Cehil'in başına vurdu! Orada bulunan adamlar; Ebu Cehil'in mensup bulunduğu Mahzum oğullarıyla, Ebu'l-Bahterî'nin mensup bulunduğu Esed b. Abduluzzâ oğulları, yerlerinden sıçrayıp birbirlerinin üzerine atıldılar. Ebu Cehil: "Yazıklar olsun sizlere! Sizin şu davranışınız kimin için olmuş (kimin işine yaramış) oluyor? Muhammed ancak aranıza düşmanlık sokup kendisinin ve ashabının kurtulmasını istiyor" diyerek bağırdı . [544]
Ukbe b. Ebi Muayt'la Ebu Cehil'in Peygamberimiz (a.s.)ı Öldürmeye Kalkışmaları
Abdullah b. Amr b. Âs'ın bizzat görüp anlattığına göre; bir gün Peygamberimiz (a.s.) Kâbe'nin Hicr mevkiinde namaz kılarken, Ukbe b. Ebi Muayt gelmiş, Peygamber (a.s.)ı boğmak için ridasını boynuna dolayarak şiddetle çekmeye başlamış, Hz. Ebu Bekir yetişerek onu omuzundan tutup Peygamber (a.s.)ın üzerinden def etmiştir. [545] Peygamberimiz (a.s.) Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden birtakım kişilerin güneş battıktan sonra Kabe'nin arkasında toplanarak konuşmak bahanesiyle kendisini çağırıp, peygamberlik¬ten vazgeçirtmek için kendisine türlü hakaret ve yersiz tekliflerde ve ölümle tehditlerde bulunmaları üzer¬ine, meclislerinden kalkıp derin bir üzüntü içinde evine gittikten sonra, [546] Ebu Cehil: "Ey Kureyş cemaatı! Görüyorsunuz ki, Muhammed dininizi ayıplamaktan, baba ve atalarınıza dil uzatmaktan, akıllarınızı akılsızlık saymaktan, ilahlarınıza dil uzatmaktan başka birşey kabul etmedi! [547] Ben Allah'a söz veriyorum ki, yarın kolay kolay taşıyamayacağım bir taş alıp oturacak, namazda secdeye kapandığı zaman, o taşla Muhammed'in başını ezeceğim! [548] Bunun üzerine, siz beni ister koruyunuz, ister Abdi Menaf oğullarına teslim ediniz. Bundan sonra, Abdi Menaf oğulları bana istediklerini yapsınlar (razıyım)" dedi. Kureyş müşrikleri: "Vallahi, biz seni hiçbir zaman onlara teslim etmeyiz! Git, istediğini yap!" dediler. Ebu Cehil, sabaha çıkınca, vasıfladığı gibi, güçlükle taşıyabileceği iri bir taş aldı. Oturup Peygamber (a.s.)ın gelmesini bekledi. Peygamberimiz (a.s.); her zaman olduğu gibi, sabahleyin Kabe'ye geldi. Kendisinin, Mekke'de kıblesi, Şam'a doğru idi. Bunun için, namaz kılacağı zaman, Yemen köşesiyle Hacerü'l-Esved arasında kılar, Kabe'yi Şam ile kendi durduğu yer arasına alırdı. Peygamberimiz (a.s.) durup namaz kılmaya başladı. Kureyş müşrikleri toplantı yerlerine gelip oturmuşlar, Ebu Cehil'in ne yapacağını bekliyorlardı. Ebu Cehil taşı yüklendikten sonra Peygamberimiz (a.s.)a doğru ilerledi. Peygamberimiz (a.s.)ın yanına yaklaşır yaklaşmaz, yenilgiye uğramış, benzi sararmış, büyük bir korkuya tutulmuş, elleri taşı tutamaz olmuş, hatta taş elinden yere düşmüş olarak hemen geri döndü. Kureyş müşriklerinin ileri gelenleri ona doğru vardılar. "Ey Hakem'in babası! Sana ne oldu?!" dediler. Ebu Cehil: "Dün size söylediğim şeyi ona yapmak üzere kalkıp ona doğru vardım. Kendisinin yanına yak¬laştığım zaman, önüme develerden bir puğur çıkıverdi! Hayır! Vallahi, o puğurun ne tepesi ve boyun kökü, ne de dişleri gibisini hiçbir puğurda görmem isimdir. O beni hemen yemek istemişti!" dedi. [549]
Hz. Ebu Bekir'le Talha b. Ubeydullah'a Yapılan İşkence
8-9. Hz. Ebu Bekir ile Talha b. Ubeydullah'ı [550] İslâm dininden döndürmek [551] ve kendilerinin namaz kılmalarına mani olmak için; [552] "Kureyşîlerin Arslanı" diye anılan Nevfel b. Huveylidü'l-Adevî [553] ile Talha b. Ubeydullah'ın ağabeyi Osman b. Ubeydullah, [554] tutup ikisini bir ipe bağlarlardı. Bundan dolayı, Hz. Ebu Bekir'le Talha b. Ubeydullah'a "Karman," "Karîneyn" denilmiştir. [555] Hz. Ebu Bekir ile Talha b. Ubeydullah, kendilerine yapılan bu işkenceye rağmen, yaptırılmak iste¬nileni yapmazlardı . [556] Hz. Ebu Bekir'in mensup olduğu Teym oğulları, bunlara işkence yapıldığını gördükleri halde pek aldırış etmezler, onları pek korum azlardı. [557] Osman b. Ubeydullah, her ikisinin bağlarından kurtulmuş oldukları halde namaz kıldıklarını görüp korkuya düşmedikçe, onlara bu işkenceyi yapmaktan vazgeçmedi . [558] Mes'ud b. Hıraş der ki: "Safa ile Merve arasında sa'y ettiğimiz sırada, birçok insanların elleri boynuna bağlı bir gencin ardı¬na düştüklerini gördüm. 'Kimdir bu genç? Nedir kendisinin suçu?' diye sordum. 'Talha b. Ubeydullahtır! Dininden çıkmış, başka bir dine girmiş' dediler. 'Ya şu kadın da kim?' diye sordum. 'Onun annesidir1 dediler." [559]
Zübeyr b. Avvam'a Yapılan İşkence
10. Zübeyr b. Avvatm'ı amcası bir hasıra bağlar, yaktığı ateşin dumanını ona doğru tüttürür: "Eski dinine dön!" diye zorlar, Zübeyr b. Avvam da: "Ben hiçbir zaman küfre dönmem!" derdi. [560]
Hz. Osman'a Yapılan İşkence
11- Hz. Osman'ı, amcası Hakem b. Ebi'l-Âs bir ipe bağlayıp: "Sen atalarının dinini bıraktın da, [561] sonradan sonraya ortaya çıkarılmış bir dine, [562] Muhammed'in dinine [563] girdin hal? Vallahi, sen üzerinde bulunduğun bu dini bırakıncaya kadar seni çözmeyeceğim!" derdi. Hz. Osman da: "Vallahi, ben onu hiçbir zaman bırakmam! Ondan hiçbir zaman ayrılmam" derdi. Hakem b. Ebi'l-Âs, Hz. Osman'ın dinine son derece bağlı olduğunu görünce, onu kendi haline bırak¬tı. [564]
Mus'ab b. Umeyr'e Yapılan İşkence
12- Mus'ab b. Umeyr, annesinden ve kavminden korkarak, Müslümanlığını gizli tutar, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gizlice giderdi. [565] Osman b. Talha, Mus'ab b. Umeyrln namaz kıldığını görüp onu annesine ve kavmine haber verdi. Onlar da Mus'ab'ı tutup hapsettiler. [566] Allah yolunda Habeş ülkesine yapılan ilk hicrete katılıp Mekke'den ayrılıncaya kadar, kendisini serbest bırakmadılar. [567]
Zinnîre Hatuna Yapılan İşkence
13- Zinnîre Hatun; müşrikler tarafından kendi dinlerine döndürülmek için [568] en ağır işkencelere uğratılan kadın köleler arasında idi . [569] Hz. Ömer'in de Müslüman olmadan önce yaptığı gibi, kendisinin üzerine yürünüp boğazı sıkılır, elleri yanlarına düşer, öldü sanılırdı. [570] Ebu Cehil'in yaptığı işkenceler yüzünden [571] Zinnîre Hatunun gözleri görmez olmuştu. [572] Ebu Cehil: "Gördün mü? Lât ve Uzzâ senin gözünü de kör etti!" dedi . [573] Zinnîre Hatun: "Hayır! Vallahi, bu öyle değildir! Benim gözümü böyle eden onlar değillerdir! [574] Lât ve Uzzâ, ne yarar, ne de zarar vermeye asla kadir olamazlar. [575] Lât ve Uzzâ, hiçbir şeyi göremezler! Onlar kendilerine tapanları da, tapmayanları da bilemezler! [576] Fakat, bu, semavî bir iştir. Benim Rabbim gözümü geri vermeye, beni gördürmeye de kadirdir!" dedi. [577] Diğer Kureyş müşrikleri de: "Onun gözlerini ancak Lât ve Uzzâ kör etmiştir!" dediler. [578] Zinnîre Hatun, bunu işitince: "Allah'ın Beyt'ine (Kabe'sine) yemin ederim ki, onlar yalan söylüyorlar! Lât ve Uzzâ ne zarar verebil ir, ne de yarar" dedi. [579] O gece geçip sabaha çıkınca, [580] Yüce Allah, Zinnîre Hatunun gözünü geri çevirdi, gördürdü. [581] Kureyş müşrikleri: "Bu da Muhammed'in sihirlerindendir!" dediler. [582] Ebu Cehil, Zinnîre Hatun ve benzeri Müslümanlar hakkında: "Muhammed'in izinden giden şu akılsızlara şaşmaz mısınız?! Eğer Muhammed'in getirdiği şey hayırlı ve gerçek olsaydı, biz ona uymakta bunlardan daha önce davranır ve kendilerini geçerdik! Zinnîre'nin doğruyu bulmakta bizi geçeceğini mi sanırsınız?" demişti. [583] Bunun üzerine inen âyette [584] şöyle buyuruldu: "O kâfirler, iman edenler için 'Eğer onda bir hayır olsaydı, bu hususta onlar bizim önümüze geçe¬mezlerdi, bizden önce ona kusamazlardı dediler. Halbuki, onlar onunla (Kur'ân'la) hidayeti kabul etmedikleri için de 'Bu, eski bir yalandır' diyeceklerdir." [585]
Ümmü Ubeys Hatuna Yapılan İşkence
14- Ümmü Ubeys; Zinnîre Hatunun kızı olup, [586] Allah yolunda işkenceye uğrayanlar arasında idi. [587] Müslümanlıktan döndürülmek için, ona, müşriklerden Abdi Yağus işkence yapardı . [588]
Nehdiye Hatun ile Kızına Yapılan İşkence
15-16- Nehdiye Hatun ile kızı da, Allah yolunda işkenceye uğratılan Müslüman köle kadınlar¬dandı. [589]
Lübeyne Hatuna Yapılan İşkence
17- Lübeyne Hatun Müemmel oğullarının kölesi olup; [590] Hz. Ömer, Müslüman olmadan önce, onu Müslümanlıktan döndürmek için en ağır işkencelere uğratırdı. [591] Hassan b. Sabit der ki: "Ben umre hacısı olarak Mekke'ye varmıştım. Peygamber (a.s.) halkı İslâmiyete davetle uğraşıyor, ashabı da işkencelere uğratılıyorlardı. Ömer b. Hattab'ın başucuna dikildim. Kendisi beline izar (fota) tutunmuştu. Müemmel oğullarının kölesi olan kadının boğazını, elleri gevşeyip yanlarına düşünceye kadar sıktı durdu! Ben, kendi kendime: 'Öldü artık kadıncağız!1 dedim. Ömer b. Hattab onu bırakıp Zinnîre'nin üzerine yürüdü, ona da bunun gibi yapti." [592] Hz. Ömer, Müslüman olmadan önce, yine bir gün, Müslümanlıktan döndürmek için Lübeyne Hatuna işkence yapıyor, vurup duruyordu. Dövmekten bıkınca, yorulunca, ona: "Senden özür dilerim! Ben seni yorulduğum için bıraktım!" dedi. [593] Lübeyne Hatun da ona: "Eğer Müslüman olmazsan, [594] Allah da sana böyle yapacaktır!" dedi. [595]
Âmir b. Füheyre'ye Yapılan İşkence
18- Amir b. Füheyne; Müslümanlıktan döndürülmek için müşrikler tarafından işkenceye uğratılan kölelerdendi. [596] Kendisinin bazan Bilal-i H abeşî ile birlikte bir urgana bağlanarak çocuklar tarafından çekilip işkence yerlerine götürüldüğü görülür [597] bazan da ne söylediğini bilemeyecek kadar işkenceye tutulduğu olurdu. [598]
Ebu Fükeyhe'ye Yapılan İşkence
19- Ebu Fükeyhe, Müslümanlıktan döndürülmek için en ağır işkencelere uğratılan kölelerdendi. [599] Ebu Fükeyhe'ye, Abduddar oğulları işkence yaparlardı. [600] Kendisini elbisesiz olarak [601] ayağından [602]zincirle [603] bağlarlar, [604] öğlenin en şiddetli sıcağında Remda'ya çıkarırlar, göğsünün üzerine kocaman bir taş, kaya parçası koyarlar, [605] aklı başından gider, [606] ne söylediğini bilmez olur, [607] dili ağzından dışarı çıkardı. [608] "Öldü artık!" denilip bırakılırdı. Sonra, ayı lir, kendine gelirdi. [609] Bir gün, Ümeyye b. Halef de Ebu Fükeyhe'nin ayağını iplerle bağlattı. Sürükleyip Remda'ya götürmelerini emretti. Kendisini oraya bıraktırdı. [610] Ümeyye b. Halef, o sırada yanlarından yürüyüp geçmekte olan cual (yellengen) böceğini göster¬erek, Ebu Fükeyhe'ye: "Senin Rabbin bu değil mi?" dedi. Ebu Fükeyhe: "Benim Rabbim Allah'tır! Beni de, seni de yaratan O'dur! Şu cual böceğini de O yarattı!" deyince, Ümeyye b. Halef kızdı. [611] Ebu Fükeyhe'nin boğazını boğarcasına sıktı. Ümeyye b. Halefin kardeşi Übeyy b. Halef de: "Arttır onun azabını, Muhammed gelip onu kurtarıncaya kadar!" dedi. O gün, öldüğünü sanıncaya kadar Ebu Fükeyhe'ye bu şekilde işkence yapıp durdular. [612] Ebu Fükeyhe Habeş ülkesine yapılan ikinci hicrete katılıp Mekke'den ayrılıncaya kadar, müşrikler ona işkence yapmaktan geri durmadılar. [613]
Bilal-i Habeşî ile Annesine Yapılan İşkence
20-21- Bilal-i Habeşî Müslümanlığını gizlemeyip açıklayan ilk yedi mücahidden birisi olup, [614] Allah yolunda en ağır işkencelere uğratılan kölelerden, [615] Müslümanların zayıf ve fakir tabakasındandı. Dininden döndürülmek için yapılan en ağır işkencelere katlanırdı. İşkencelere tutulup: "Haydi, sen de bizim gibi söyle!" diye zorlandıkça; "Dilim onu iyi söyleyemiyor! Ona dilim dönmüyor! Ehad! Ehad! [Birdir! Birdir!]" demekten geri dur¬maz, müşrikler söyletmek istedikleri hiçbir şeyi ona söyletemezlerdi. [616] Kendisine, Allah yolunda canını feda etmek, küfür sözünü söylemekten daha kolay gelirdi! [617] Kureyş müşriklerinden Ümeyye b. Halef; Bilal-i Habeşî'nin ellerini, ayaklarını sıkıca bağlattırır, [618] öğle vakti kızgın güneşin altında Mekke vadisinde sırtüstü yatırtır, sonra büyük bir kaya parçasının onun göğsünün üzerine konulmasını emredip koydurur, Bilal-i Habeşî'ye de: "Vallahi, ya ölünceye kadar böyle kalırsın, ya da Muhammedi inkâr eder, Lât ve Uzzâya taparsın!" derdi. Bilal-i Habeşî ise, bu bela içinde: "Ehad! Ehad! [Birdir! Birdir!]" derdi. [619] Kendisinin: "Vallahi, onları kızdırdığım, bundan daha ağır bir kelime bilseydim, muhakkak onu söylerdim!" dediği de rivayet edilir. [620] Bilâl-i Habeşî'yi bir gün bir gece susuz bıraktıktan sonra, [621] kendisine demir gömlek giydirip Remda'nın şiddetli sıcağı altında da tutar, vücudunun yağını eritirlerdi! [622] Bilal-i Habeşî'nin bu ağır işkenceler altında bayılıp ayıldığı da olurdu. [623] Hassan b. Sabit der ki: "Ben, hacc veya umre yaptığım sırada görmüştüm: Bilal ile birlikte Âmir b. Füheyre bir urgana bağlanmış, çocuklar onları çekip götürüyorlar, Bilal ise 'Ehad! Ehad! [Birdir! Birdir!] Ben Lâfı, Uzzâyı, Hübel'i, İsafı, Nâile'yi ve Büvâneyi tanımıyorum1 diyor¬du." Ümeyye b. Halef onu Remda'da yere yatırdı. İstediği kadar işkence yaptıktan sonra, boynuna ip taktırdı. [624] Çocuklara teslim etti. Onlar da Mekke sokaklarında dolaştırdılar. Bilal-i Habeşî, o halde, yine; 'Ehad! Ehad! [Birdir! Birdir!]" demekte idi." [625] Bilal-i HabeşPnin annesi Hamâme Hatun da, Allah yolunda işkenceye uğrayan köle kadınlar¬dandı. [626]
Habbab b. Eret'e Yapılan İşkence
22- Müşrik kadınlardan Ümmü Enmar'ın azadlı kölesi olan Habbab b. Eret, [627] Müslümanlığını açık¬lamaktan çekinmeyen, [628] dininden döndürülmek için Mekke'de en ağır işkencelere uğratılan koruyucusuz Müslümanlardandı. [629] Müşrikler onun çıplak vücudunu dikenler içinde sürürlerdi. [630] Kendisinin, çıplak vücuduna demir gömlek giydirilip, en sıcak günde Remda'da güneş altında vücudunun yağı eritilircesine tutulduğu da olurdu. [631] Güneşten kızgın hale gelmiş ya da ateşle kızdırılmış olan taşa çıplak sırtı bastırıldığı halde, söylet¬mek istedikleri şeyi, küfür sözünü ona söyletemezlerdi. [632] Nitekim, müşrikler bir gün onu yakalayıp soydular. Düz bir yerde yaktıkları ateşin içine, sırtının üzer¬ine yatırdılar. İçlerinden birisi onun göğsünün üzerine ayaklarıyla bastı. Ateş sönünceye ve yer soğuyuncaya kadar, kendisini öylece tuttular! Yıllar geçtiği halde bile, Habbab'ın sırtındaki yanıkların yerleri, alacaları kaybolmadı [633] Hz. Ömer, halifeliği sırasında, Habbab'a müşriklerden çektiği işkenceyi sormuştu. Habbab: "Ey mü'minler emîri! Bak sırtıma!" dedi. Hz. Ömer onun sırtına bakınca: [634] "Doğrusu ben insan sırtının [635] bugünkü gibisini hiç görmemiştim!" dedi. Habbab: "Benim için bir ateş yakmışlardı da, [636] ben onun üzerine sürüklenip atılmıştım. [637] O ateşi benim sırt etimin yağı söndürmüştü!" dedi. [638] Habbab demirci idi. [639] Kılıç yapardı. [640] Habbab'ın hanımefendisi Ümmü Enmar da, Habbab'ın başını ateşte kızdırdığı demirle dağlardı! Habbab, Peygamberimiz (a.s.)a varıp, Ümmü Enmar'dan şikâyetlendi. Peygamberimiz (a.s.): "Ey Allah! Habbab'a yardım et!" diyerek dua edince, Ümmü Enmar başından bir derde tutulup, köpeklerle birlikte ulur oldu! Kendisine: "Başını dağlat!" diye tavsiye edildi. Bunun üzerine, Habbab demiri alır, ateşte kızdırır, Ümmü Enmar'ın başını onunla dağlardı! [641] Habbab'a, müşriklerden Abdi Yağus da işkence yapardı. [642] Habbab b. Eret der ki: "Bizler, müşriklerin en ağır işkencelerine uğramış bulunuyorduk. [643] Resûlullah (a.s.), Kabe'nin gölgesinde, bürdesini, kaftanını yastık edinerek ona dayanmış olduğu bir sırada idi ki, yanına vardık, halimizi (müşriklerden çektiklerimizi) kendisine arz ve şikâyet edip: [644] 'Yâ Rasûlallah! Yüce Allah'a bizim için dua et! [645] Bizim için Yüce Allah'tan yardım dile! [646] Yâ Rasûlallah! [647] Bizi dinimizden döndürmelerinden korktuğumuz şu kavme karşı [648] bizim için Yüce Allah'tan yardım dilemez misin? [649] Bizim için, Allah'a dua etmez misin? dedik. [650] Resûlullah (a.s.)ın hemen yüzünün rengi değişti. [651] Yüzü al al olduğu halde, [652] doğrulup oturdu: [653] 'Vallahi, [654] sizden öncekiler içindeki [655] mü'minlerden [656] bir kimse yakalanır, [657] kendisi için yerde bir çukur kazılır, [658] o kimse o çukura dizlerine kadar gömülür. [659] sonra bir testere getirilir, [660] başının üzerine konulup biçilerek ikiye bölünürdü de, bu işkence kendisini dininden döndüremezdi! [661] Yahut, [662] onun kemiğinin üzerinden eti ve siniri demir taraklarla taranır, kazınırdı da, yine, bu işkence kendisini dininden döndüremezdi! [663] Allah'tan korkunuz! Hiç şüphesiz, Allah sizin için fetih ihsan edecektir! [664] Vallahi, [665] Yüce Allah bu işi muhakkak tamamlayacaktır! [666] Bu iş muhakkak tamamlanacaktır! [667] Bu işin hükmü muhakkak yerine getirilecektir! [668] O kadar ki, hayvanına binmiş bir kimse, San'a ile Hadramevt arasında, [669] San'a'dan çıkıp Hadramevte kadar [670] gidecek de, Yüce Allah'tan başka, hiçbir şeyden korkmayacak; ancak (varsa) koyunu hakkında kurt saldırmasından kaygı duyacaktır! Fakat, siz acele ediyorsunuz!1 buyurdu." [671]
Mikdad b. Amr'a Yapılan İşkence
23- Mikdad b. Aımr (Esved); Müslümanlığını açıklamaktan çekinmeyen [672] ve dininden döndürülmek için müşrikler tarafından demir gömlek giydirilip Remda'nın şiddetli sıcağı altında tutularak vücudunun yağı eritilecek derecede ağır işkencelere uğratılan Müslümanlardandı. [673]
Suheyb b. Sinan'a Yapılan İşkence
24. Kureyş müşriklerinden Abdullah b. Cüd'an'ın azadlı kölesi olan Suheyb b. Sinan, [674] Müslümanlığını açıklamaktan çekinmeyen yedi mücahidden birisi idi. [675] Müslümanlıktan döndürülmek için, en ağır işkencelere uğratılirdi . [676] Yapılan işkencenin ağırlığından, ne söylediğini bilmez hale gelirdi. [677] Kendisine demir gömlek giydirilip en sıcak günde Remda'da güneşin altında tutulur, vücudunun yağı eritilirdi. [678] Suheyb b. Sinan, bir gün, yanında Habbab b. Eretve Ammar b. Yâsir olduğu halde Kureyş müşrik¬lerinin yanlarından geçerken, müşrikler: "İşte, Muhammed'in meclisinde bulundurduğu kişiler şunlar!?" diyerek alay etmeye başlayınca, Suheyb: "Evet! Biz Allah'ın Peygamberinin meclisinde bulundurduğu kişileriz! Ona biz iman ettik; siz ise küfrettiniz! Onu biz tasdik ettik; siz ise tekzip ettiniz! Müslümanlıkla zelillik ve hakirlik, müşriklik ile de azizlik bir arada bulunmaz!" deyince, müşrikler ona saldırdılar. [679] "Demek Allah aramızdan (bula bula) bunlara lutfunu lâyık görmüş ha!?" [680] diyerek onu dövdüler. [681] Müşrikler Mekke'de, böyle kavim ve kabilesi ve kendilerinin koruyucuları bulunmayanları, din¬lerinden döndürmek için, öğlenin en sıcak saatlerinde Remda'da işkenceye uğratmaktan geri durmadılar. [682]
Yâsir ve Aile Efradına Yapılan İşkenceler
25-28. Yâsir b. Amir, Yemen'den gelip Mekke'de yerleşmiş ve Ebu Huzeyfie'nin kölesi Sümeyye Hatunla da evlenerek ondan Ammar ve Abdullah adlarında iki oğulları dünyaya gelmişti. [683] Bu ev halkı topluca Müslüman olmuşlar, [684] dinlerinden döndürülmek için, Mahzum oğulları tarafın¬dan toplu olarak işkenceden işkenceye uğratılmışiardır. [685] Mahzum oğulları; Ammar1!, Ammar'ın babası Yâsirl, Yâsirln zevcesi ve Ammar'ın annesi Sümeyye Hatunu öğlenin en sıcak saatinde güneşin kızdırdığı Mekke kayalığına götürüp işkence yaparlardı. [686] Bathâ'da Yâsir'e ve Ammar ile Sümeyye Hatuna işkence yapıldığı sırada, Peygamberimiz (a.s.) onlara rastlamıştı . [687] Yâsir: "Yâ Rasûlallah! [688] Zaman hep böyle, işkenceli mi olacak?" diye sordu. Peygamberimiz (a.s.): "Sabrediniz!" buyurduktan sonra: "Ey Allah! Yâsir ailesini (ev halkını) yarlığa!" diyerek dua etti. [689] Peygamberimiz (a.s.), yine, bir gün, işkenceye uğratıldıkları sırada onlara rastlamıştı: "Sabrediniz ey Yâsir ailesi (ev halkı)" [690] "Sevininiz ey Yâsir ailesi (ev halkı)!" [691] "Sevininiz ey Ammar ailesi (ev halkı)!" [692] "Hiç şüphesiz, sizin mükâfat yeriniz Cennettir!" buyurdu. [693] Yâsir; müşriklerin söyletmek istedikleri şeyi söylemedi. İslâm'ın şerefi için ölmeyi göze aldı! [694] Müşriklerin işkenceleri altında can verdi. [695] İslâm'da ilk erkek şehit o oldu. [696] Abdullah b. Yâsir de okla vurulup yere düşürüldü! [697] Yüce Allah onlardan razı olsun! Yâsir b. Âmirin zevcesi ve Ammar ile Abdullah'ın anneleri olan Sümeyye Hatun ise, [698] Müslümanlığını açıklamaktan çekinmeyen ilk yedi Müslümandan birisi olup, [699] dininden döndürülmek için yapılan en ağır işkencelere çok zayıf ve yaşlı olmasına rağmen katlanır, müşriklerin yaptırmak iste¬diklerini yapmaz, [700] İslâm'ın şerefi için ölmeyi göze alır, müşriklerin söyletmek istediklerini söylemez¬di. [701] Kocası Yâsir işkenceler altında can verdikten sonra, Sümeyye Hatun, işkence için Ebu Cehil'e tes¬lim edilmişti. [702] Ebu Cehil; akşamleyin, harbesini yanına alıp, Müslümanlara işkence yapılan yere uğrar, [703] onlara [704] ve Sümeyye Hatuna söver sayardı. [705] Sümeyye Hatun da, Ebu Cehil'e ağır karşılık verirdi. [706] Nihayet, Sümeyye Hatunun bir bacağını bir deveye, öteki bacağını da başka bir deveye bağladılar. [707] Ebu Cehil, harbesini Sümeyye Hatunun önüne sapladı ve onu şehit etti. [708] İslâm'da ilk kadın şehit de Sümeyye Hatun oldu. [709] Yüce Allah ondan razı olsun! Ammar b. Yâsir de, Müslümanlığını açıklamaktan çekinmeyen yedi mücahidden birisi olup, [710] din¬lerinden döndürülmek için en ağır işkencelere uğratılan Müslümanlardandı . [711] Kendisi öğlenin en sıcak saatinde Mahzum oğulları tarafından Remda'ya, Mekke kayalığına götürülür, [712] demir gömlek giydirilip yakıcı güneş altında tutulur, vücudunun yağı eritilir, [713] yapılan işkencenin ağırlığından, ne söylediğini bilmez hale gelirdi! [714] Ammar b. Yâsir'e-sırtı ateşle yakılarak da-işkence yapıldığı olurdu. Sırtındaki yanıkların izleri, yıllar geçtiği halde bile kaybolmamış: "Nedir bunlar?" diye sorulduğu zaman: "Bunlar Kureyşîlerin Mekke'de, Remda'da bana ateşle yaptıkları işkencelerin izleri!" demiştir. [715] Ammar b. Yâsir, bir gün, Peygamberimiz (a.s.)a gelip: "Yâ Rasûlallah! Bize yapılan işkenceler son derecelerine vardırıldı!" dedi. Peygamberimiz (a.s.): "Sabrediniz ey Yakzan'ın babası!" buyurduktan sonra: "Ey Allah! Ammar ailesinden hiç kimseye Cehennem azabını tattırma!" diyerek dua etti. [716] Müşrikler; Ammar b. Yâsir'e gâh güneşin en yakıcı sıcaklığı altında göğsüne ağır kaya parçası koyarak, gâh boğarcasına başını suya batırarak da işkence yaparlardı. [717] Mugîre oğulları onu Meymun kuyusuna batırırlardı. [718] Müşriklerin suya batırarak işkence yapmış olduklan bir sırada Peygamberimiz (a.s.) Ammar b. Yâsir'e rastlamıştı. Ammar ağlıyordu! Peygamberimiz (a.s.) elini onun gözlerinin üzerine sürdü ve: onların söyletmek istediklerini söyleyiver, işkenceden kurtul!" buyurdu. [719] Kureyş müşriklerinden [720] Mugîre oğulları [721] Ammar b. Yâsir'i bir gün yakaladılar, [722] Meymun kuyusunun içine hatırdılar. [723] "Sen Muhammed'e sövünceye ve 'Lât ve Uzzâ [724] Muhammed'in dininden [725] daha iyidir1 deyinc¬eye kadar seni bırakmayacağız!" dediler. [726] Peygamberimiz (a.s.)a dil uzattırmadıkça ve putlarının daha hayırlı olduğunu söyletmedikçe de, onu bırakmadılar. [727] Peygamberimiz (a.s.)a: "Yâ Rasûlallah! Ammar kâfir olmuş!" diye haber verildi. Peygamberimiz (a.s.): "Hayır! [728] Ammar, tepesine kadar, [729] tepesinden tırnağına kadar [730] imanla doludur! [731] İman onun etine ve kanına karışmış, işlemiştir!" buyurdu. [732] O sırada, Ammar b. Yâsir, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına geldi. [733] Ağlıyordu. Peygamberimiz (a.s.), onun gözlerini eliyle silerken: "Sana ne oldu? [734] Arkanda ne haber var?" diye sordu. Ammar b. Yâsir: "Şer var [735] yâ Rasûlallah! [736] Beni sana sövdürmedikçe, [737] beni senden vazgeçirtmedikçe, [738] Lât ve Uzzâ [739] putlarının da [740] senin dininden [741] daha iyi olduğu bana söylettirilmedikçe bırakıl¬madım!" dedi. [742] Peygamberimiz (a.s.): "Sana bunlar söylettirildiği zaman, kalbini nasıl bulmuştun? Söylemiş olduğun sözlerden, kalbin ferahlı mı idi; değil mi idi?" [743] diye sordu. Ammar b. Yâsir: "Hayır! Ferahlı değildi! [744] Kalbimi Allah'a ve Resûlüne imanın ferahlığı ve rahatlığı içinde [745] ve dinime bağlılığımı da demir¬den daha sağlam bulmuşumdur!" dedi. Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.): "Öyle ise, sana bir vebal yok! [746] Ey Ammar! [747] Eğer onlar bir daha bu söylediğini tekrarlatmak için seni zoriarlarsa, tekrarlayıver!" buy urdu. [748] "Kalbi iman üzere (sabit ve müsterih) olduğu halde ikraha (cebre) uğratılanlar müstesna olmak üzere, kim imandan sonra Allah'ı tanımaz, fakat küfre göğsünü açarsa, işte Allah'ın gazabı o gibilerin başındadır. Onların hakkı en büyük azabdır!" [749] mealli âyetteki istisnanın Ammar b. Yâsir hakkında nazil olduğu rivayet edilir. [750]
İslâm'da Ruhsat ve Azimetin Mahiyeti ve Hükümleri
Ruhsat; Yüce Allah tarafından kullara teklif olunan hükümlerde, [751] kendilerinin özürleri sebebiyle [752] gösterilen kolaylık ve genişliktir. [753] Azimet de; özürlerle ilişkisi bulunmayan asıl hüküm I erdir. [754] Meselâ, misafirin Ramazan orucunu tutması azimet, tutmaması ise ruhsattır. Misafir azimeti tercih ederek oruç tuttuğu zaman, ruhsatı terketmiş olur. [755] Misafirin oruçta böyle yapması, kendisi için daha hayırlıdır. [756] Kalbi Allah'a iman ile mutmain bulunan bir kimseye dayanılmaz işkencelerle söylettirilen küfür sözünden dolayı birvebal terettüp etmez. [757] Çünkü, mecbur, mâzurdur. [758] Mecbura küfür sözünü tecvizde, âlimler ittifak etmiştir. [759] Ancak, yapılan işkencenin, ölümle tehdit olunmak, şiddetle dövülmek, [760] ateşte yakılmak [761] gibi dayanılmaz derecelerde bulunması gerekir. [762] O takdirde mecbur, ya ruhsatla amel eder, kurtulur; ya da azimeti tercih eder, ölür. [763] Ammar'ın babası Yâsir ile annesi Sümeyye Hatun, dinlerinin izzet ve şerefi uğruna, azimet ile hareket edip ölmeyi tercih etmişler; müşriklerin söyletmek istedikleri küfür sözünü söylememişlerdir. [764] Ammar b. Yâsir ise ruhsat ile amel etmiş; [765] kalbi Allah'a ve Resûlüne imanla dopdolu olduğu halde, müşriklerin söylemeye zorladıkları küfür sözünü dil ucu ile söyleyip işkenceden kurtulmuştur. [766] Zemahşerî'ye göre: "'Bu iki işten hangisi, Ammar'ın yaptığı mı, yoksa baba ve annesinin yaptıkları mı efdaldir?1 diye sorulacak olursa, 'Ammar'ın ebeveyninin fiili efdaldir' denilir. Çünkü, bunlarınkinde, İslâmiyeti izaz için, öldürülmeye katlanma vardır." [767] | |
| | | haydarı kerrar Administrator
Mesaj Sayısı : 2630 Kayıt tarihi : 24/05/09 Nerden : ANKARA
| Konu: Geri: İSLAM TARİHİ 2-VAHYİN GELİŞİ VE TEBLİĞ VAZİFESİ C.tesi Mart 06, 2010 5:12 pm | |
| Abdullah b. Mes'ud'un Kâbe'de Açıktan Kur'ân Okuyuşu ve Dövülüşü
İbn İshak'ın Urve b. Zübeyr'den rivayetine göre; Mekke'de Resûlullah (a.s.)dan sonra Kur'ân-ı Kerîm'i yüksek sesle ilk okuyan kişi Abdullah b. Mes'ud idi: Bir gün, Resûlullah (a.s.)ın ashabı toplanıp: "Kureyşîler şu Kur'ân'ın yüksek sesle okunduğunu hiç dinlemediler. Kur'ân'ı onlara yüksek sesle okuyup dinletecek kim var?" dediler. Abdullah b. Mes'ud: "Ben varım!" dedi. Arkadaşları: "Biz, senin hakkında, Kureyşilerden korkanı! Biz öyle bir adam istiyoruz ki, kendisinin kavim ve kabilesi bulunsun da, Kureyşîler birşey yapmak istedikleri zaman, onlara karşı onu korusunlar!" dediler. Abdullah b. Mes'ud: "Siz beni bırakın, ben gideyim. Yüce Allah beni korur!" dedi. Ertesi günü, kuşluk vakti, Kabe'nin Makam'ına kadar ilerledi. Kureyşîlerin toplantı yerinde bulundukları sırada, Makam'da, ayak üzerinde yüksek sesle Besmele çekerek er-Rahmân sûresini okumaya başladı. Kureyş müşrikleri ona yönelip: "Şu Ümmü Abd'in oğlu ne diyor?!" diyerek mırıldandılar ve sonra da: "O herhalde Muhammed'in getirdiği bazı şeyleri okuyor!" dediler, hemen kalkıp üzerine yürüdüler, yüzüne gözüne vurmaya başladılar. Abdullah b. Mes'ud ise, okumaya devam ederek, Yüce Allah'ın sûreyi onun okuyup erişmesini dilediği yere kadar okuyup erişti! Fakat dövülmekten yüzü gözü ezik ve bere içinde olarak arkadaşlarının yanına döndü. Arkadaşları: "Zaten, biz senin bu akıbete uğrayacağından korkmuştuk!" dediler. Abdullah b. Mes'ud: "Benim nazarımda şu anda onlardan daha hafif, zayıf durumda Allah düşmanları yoktur! İsterseniz ben yarın da gider, onlara bir o kadar daha Kur'ân dinletebilirim!" dedi. Arkadaşları: "Hayır! Onlara, hoşlanmadıkları şeyi dinletmiş bulunuyorsun. Sana bu kadarı yeter!" dediler. [768]
Ebu Dübb Vadisinde Namaz Kılan Müslümanların Takipçi Müşriklerle Çarpışmaları
Peygamberimiz (a.s.)ın ashabından bazıları, namaz kılacakları zaman Mekke vadilerine gider, namaz kıldıklarını kavim ve kabilelerinden gizli tutmak isterlerdi. [769] Nitekim, Sa'd b. Ebi Vakkas'la [770] bazı sahabiler, Ebu Dübb vadisine kadar gitmişlerdi. Orada abdest alıp [771] namaz kılıyorlar, [772] namaz kıldıklarını kavim ve kabilelerinden hiç kimsenin işitmesini istemiyorlardı. Fakat, kendilerini gözetleyen ve izleyen [773] müşriklerden bazı kimseler; [774] Ebu Süfyan Sahr b. Harb, Ahnes b. Şerik ve daha başkaları, [775] üzerlerine çıkageldiler. Sahabilerin yaptıkları ibadetlerini ayıplamaya, kötülemeye kalkışınca, dövüştüler. Sa'd b. EbiVakkas eline geçirdiği bir deve çene kemiği ile vurup onlardan birinin başını yardı, kanat¬tı . [776] Bunun üzerine, müşrikler bozguna uğradılar. Müslümanlarda, cesaretlenerek onları vadiden sürüp dışarı çıkardılar. [777] Bu, İslâm'da bu konuda akıtılan ilk kan oldu. [778] | |
| | | | İSLAM TARİHİ 2-VAHYİN GELİŞİ VE TEBLİĞ VAZİFESİ | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|