iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 İbni Teymiye Şahsiyet Ve Karakteri

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İbni Teymiye Şahsiyet Ve Karakteri Empty
MesajKonu: İbni Teymiye Şahsiyet Ve Karakteri   İbni Teymiye Şahsiyet Ve Karakteri Icon_minitimeÇarş. Ara. 16, 2009 5:07 pm

Şahsiyet Ve Karakteri

Âllâhu Teâlâ, İbni Teymiyye'ye bir kısım sıfatlar vermiştir ki, bunlar o büyük ilim adamının şahsiyet ve karekterinin temelini teş¬kil eder. Onun bu sıfatları, görmüş olduğu eğitim ve öğrenim sa¬yesinde, içinde bulunduğu asır ve derinlemesine yapmış olduğu in¬celeme ve araştırmalarının tesiriyle büyük bir gelişme imkânı bul¬muştur. [43]

1- Hafızası

İbni Teymiyye'nin başlıca sıfatı, sahip olduğu kuvvetli hafızası¬dır. Bu, ilmin temelini teşkil eder. Kişi, hafızasının kuvvetli oluşu ve hafızayı kullanma kabiliyeti nisbetinde âlimler arasında bir yer iş¬gal eder.
İbni Teymiyye'nin bu sıfatı gençliğinden ölümüne kadar kendi¬sinden ayrılmamıştır. [44]

2- Tefekkürü

İbni Teymiyye derin bir tefekküre sahipti. Mes'eleleri derinle¬mesine tetkik eder; âyet, hadîs ve aklın hükümelrini inceden inceye araştırır, bunları doğru görüşlerle karşılaştırır ve gerçeği apaçık ortaya kordu. O, yalnız kuvvetli bir hafızaya değil, aynı zamanda idrâk, teemmül ve tetkik gücüne sahipti. Mes'elelere öyle bir göz atışı vardı ki, bu sayede onların derinliklerini kavrar ve hakikî ne¬ticelerine nüfuz ederdi. Onun çıkardığı neticeler, akıllara dehşet verir ve hasımlarını şaşırtırdı. [45]

3- Hazırcevaplılığı

İbni Teymiyye kuvvetli hafıza, derin bir tefekkür ve tetkik ba¬kımından dikkati çektiği kadar, hazırcevaplılık ve sürat-i intikal ba¬kımından da dikkati çekmektedir. İlk çağrıya cevap veren alarm halindeki asker gibi, o, söylemek istediği fikir ve delilleri anında hatır¬lar ve kullanırdı. Onun bu sıfatı, bilhassa derslerinde ortaya çıkar¬dı. Münazara ederken düşünce ve hafızasındaki bilgilerini kolayca ortaya koyarak hasımlarını sustururdu. Hatip ve münâzaracı için hazırcevaplılık, tıpkı savaşçının, manevra kabiliyeti iyi olan silâhı gibidir. Münâzaracı, bu kabiliyeti ile hasmını daima susturur.
îbni Teymiyye'nin bu sıfatından dolayı hasımları kendisiyle kar¬şılaşmaktan yılarlardı, îbni Teymiyye'nin bu yönünü tammıyanlar, kendi güç ve hüccetlerine gururlanarak onunla karşılaştıkları za¬man ibret-i âlem olurlardı. [46]

4- Fikir Hürriyeti

Diyebiliriz ki, İbni Teymiyye'yi çağdaşı âlimlerde olmayan bir¬çok meziyetlerle bezeyen, ilim ve ilmî şahsiyetinin teşekkülünde rol oynayan en bariz sıfatı, fikir hürriyetine sahip oluşuydu. Talebele¬rinden biri onun fikir hürriyeti hakkında şöyle der:
İbni Teymiyye hakkı gördüğü zaman ona sımsıkı sarılırdı. Al¬lah'a and olsun ki ben, Peygamber (S.A.)'e tazim ve O'na uyma ve Sünnetini savunma bakımından İbni Teymiyye'den daha kuvvetli birini görmedim. O, bir mes'ele hakkında herhangi bir hadîs ileri sürerse1've başka bir hadîsin bunu neshetmediğini bilirse, o hadîs'e göre amel eder, hüküm ve fetva verirdi. Kim olursa olsun Peygamber'den başka hiçbir mahlûkun sözüne iltifat etmezdi. Bu uğurda emirden, sultandan ve kılıçtan korkmazdı. Kitab ve Sünnet'ten ayrı¬lıp hiç kimsenin sözüne uymazdı. Böylece O, en sağlam yolu tut¬muştur.» [47]

5- Îhlâsı

İbni Teymiyye hakkı aramada son derecede ihlâsiı olup dînî hakîkatları tahsil edip insanlara açıklama hususunda garaz ve nef¬si arzuların kirlerinden tamamen uzaktı. İhlâs, mü'minin kalbini nurlandırır, idrâkini kuvvetlendirir. İşrakiyye felsefesine göre ihlâs; fikri, işi ve sözü dosdoğru yapar. İbni Teymiyye'nin ihlâsi, şu dört hususta bilhassa dikkati çeker:
1 — O, âlimlerle karşılaşırken inandıklarını olduğu gibi açık¬lardı. Burada Allah'ın rızâsı ve hak sevgisinden başka hiçbir şeye önem vermezdi. İnsanlar, ister kızsınlar ister memnun olsunlar, onun için birdi.
2 — Ihlâsmı ve kendisini yok edişini gösteren kusur, onun hak yolunda her şeyiyle, hattâ kılıca sarılarak yapmış olduğu cihad'dır. Doğru bulduğu fikri duyurmak için her türlü sıkıntılara, hem düş¬manlarından, hem de dostlarından gelen eziyetlere ve sürekli mah¬kûmiyetlere katlanmıştır.
3 — İbni Teymiyye'nin ihlâsını, nefsi arzulardan uzak oluşunu ve nezahetini gösteren üçüncü husus, kendisine kötülük edenleri affedişidir. O, kendisini zindana atan âlimleri, onların boyunlarını vurdurma imkânına sahip olduğu halde, affetmiş ve hapishanede ölürken bile kendisine zulmedenleri bağışlamıştır.
4 — İhlâsınm bir neticesi olarak, dünyanın zînet ve mevki'lerinden uzaklaşmış, hiçbir makama tenezzül etmemiş ve bu konuda kimseyle çekişmemiştir. îlmî tetkik, vaaz ve müderrislikle iktifa et¬miştir. Birçoklarının yarış yaptıkları başkan olma hevesine asla ka¬pılmamıştır. Dolayısıyla yalnız Allah'a bağlanmış ve kurtuluşu sa¬dece O'ndan beklemiştir. Allah da onu kurtarmıştır. Bu hususta Zehebî şöyle der:
«Onu bir yây'la nice felâketlere atmışlardır. Fakat Allah kur¬tarmıştır. Çünkü O, daima dilinden tevhidi bırakmaz, Allah'a çok sığınır, bütün kalbiyle tevekkül eder ve maneviyat kırıklığına asla uğramazdı. Devam ettiği bazı duâ ve zikirleri de vardı.» [48]

6- Fesahati

îbni Teymiyye'nin dili gayet fasih ve ifadesi çok kuvvetli idi. Rahmetli hem hatip, hem yazardı. Allah, ona hem dil, hem de ka¬lem kudreti ihsan etmişti. Bu kabiliyet kendisine ailesinden miras kalmıştır. Babası da iyi bir hatipti. İbni Teymiyye'nin bu ifade me¬lekesini, Kur'ân'ı devamlı okuyuşu, daima hadîs-i şeriflerle meşgul olup bunları hıfzedişi çok kuvvetlendirmiştir. Çünkü Kur'ân ve ha¬dîs-i şerifler, kişinin kelime hazînesini güzel sözlerle zenginleştirir. Üstelik O, sürekli bir sözlü mücâdele içinde idi. Bu da, irticâlî ko¬nuşma cephesini kuvvetlendirmiştir. [49]

7- Şecaati, Sabır Ve Tahammülü

İbni Teymiyye şecaat (yiğitlik) sıfatını, savaş alanında, Moğol¬ların Şam üzerine yürüdükleri zaman memlekette meydana gelen karışıklık ve başıboşluğun önüne geçerek, devlet işlerini yürüttüğü sırada almıştır. Edebî ve ilmî yiğitliği ise haytı boyunca dikkati çekmistir. Muhaliflerine karşı yalnız başına mücadele etmiş, insania-nn alışık oldukları, fakat Sünnete muhalif görünen her şeye karşı cihad ilân etmiş ve Sünneti savunmuştur. İşte bu" sebepten O, türlü felâketlere uğramıştır. Onun sabır ve tahammül sıfatı, İşte bu felâ¬ketler sırasında dikkati çekmiştir.
İbni Teymiyye'nin sabrı, sabr-ı cemîl (güzel sabır) idi. Bu saye¬de O, mücâdele gücünü yitirmez ve asla sızlanmazdı. Tahammülüne gelince; bütün istidat ve kabiliyetlerini sonuna kadar korumuş ol¬ması, onun bu sıfatının ne derecede kuvvetli olduğunu gösterir. O, iki yıl kadar bir zaman insanlardan tecrit edildiği halde, zaaf ve gevşeklik göstermemiş, bıkkınlık getirmemiş, aksine, sonuna dek çalışmak gerektiğine inanmıştır.
Bütün bu sıfatlarının yanında, İbni Teymiyye, öyle bir heybet . sıfatına sahipti ki, onun önünde hasımları titrerdi. [50]

İlim Mihrabından Savaş Ve Siyaset Alanına...

İbni Teymiyye'nin çağında âlimler kendilerini sadece ilme ve¬rirlerdi. Durmadan oturdukları yerde okuyup yazmaları, onlara be¬denî bir gevşeklik getirmiş; adaleleri âtıllaşmış ve kemikleri eğil¬mişti, insanlar, âlimlerin bütün gücü kafasında ve düşüncesinde olacaktır, sanıyorlardı. Onlara göre âlimler milletin beynini teşkil eder, adale ve gövdesini teşkil etmez. Belki bu anlayış onlara, Hint felsefesinden veya; «Din âlimleri Brahma'nın başından, ordu da ba¬caklarından yaratılmıştır.» inancına sahip olan Brahmanizm dinin¬den gelmiştir.
İşte İbni Teymiyye'den hem önce, hem sonra, hem de onun ça¬ğında âlimler bu anlayış içinde idiler. Bu yüzden Moğol istilâsına uğrayan memleketlerini terkedip istilâya uğramamış olan yakın şe¬hirlere kaçıyorlardı. Böylece Bağdad'tan Şam'a, Şam'dan da Kahi-re'ye sığınmışlardı. Fakat, bu âlimler arasından çıkan bir bilgin böy¬le bir zillete katlanmamıştır. Çünkü sahâbüerin büyükleri hem ilim¬le, hem cihadla uğraşıyor, hem de devlet işlerini idare ediyorlardı. Meselâ; Ebu Bekr ve Ömer (R.A.) böyle idiler. Bunlar ilmi, cihadı ve devlet idaresini birleştirmişlerdi. Hz. Ömer, tarihin tanıdığı en büyük devlet adamı ve adalet timsali idi. Hz. Ali, ilim şehrinin kapısı ve sahâbüerin en büyük kadısı olduğu gibi, aynı zamanda hakkıyla bir İslâm mücâhidiydi. Nitekim buna Peygamberimiz (S.A.) de işa¬ret buyurmuşlardır.
Takıyyüddin (İbni Teymiyye), talebeliği sırasında hem ilim tahsiliyle uğraşıyor, hem hâdiselerin seyrini takip ediyor, hem de ken¬disini savaşa hazırlıyordu.
Moğollar 699 H. yılında. Şam üzerine yürümüşlerdi. Şam'ın hâ¬misi bulunan Sultan Nasıruddin, burayı Moğol akınlarına karşı ko¬rumaktan âcizdi. Bu yüzden âlimler, kadılar ve büyük devlet adam¬larıyla birlikte memleketi onlar gelmeden bomboş bırakıp kaçmıştı.
Fakat âlimlerden biri kaçmak ve memleketi başıboş bırakmak istememişti. Çünkü O, kendisini kaçmaktan alıkoyan bir kalbe, hal¬kı böyle bir felâketle başbaşa bırakıp gitmeye razı olmayan bir duy¬guya sahipti.. Bâzı Hıristiyan ve Yahudiler (zimmiler), Moğollara dalkavukluk etmek için camilere şarap götürüyorlardı. Fesat, soy¬gun ve yağma, memleketi berbat bir duruma sokmuştu. Hapisha¬nelerden boşanan suçlu ve gözü dönmüş insanlar, her yeri yıkıyor¬lar ve şehri fenalıkla dolduruyorlardı.
îşte bu durumları gören İbni Teymiyye, şehrin kaçma imkânı bulamıyan eşrafını toplamış ve onlarla durumu düzeltmek için ça¬lışmaya ve bir heyet halinde Moğolların başkumandanları olan Ga¬zan (Mahmud)'a gitmeye karar vermiştir. Halbuki bu Moğollar müslüman olmuşlardı. Fakat bedevi araplar gibi henüz İman kalb lerine yerleşmemişti. Gazan, onların dördüncü müslüman hanları idi.
Heyet İbni Teymiyye'nin başkanlığında etrafa dehşet saçan Ga-zan'ın huzuruna çıktı. Bu genç âlim, tercümana şunları söyledi:
«Gazan'a şöyle, sen kendinin müslüman olduğunu mu sanıyor¬sun? işittiğime göre yanında kadı, İmam ve müezzin de varmış. De¬den ve babah kâfir idiler. Fakat senin yaptığını yapmamışlardı. Onlar muahede yapmışlar ve sözlerinde durmuşlardır. Sen muahe¬de yaptığın halde sözünü bozdun, ahdine vefa göstermedin...»
Savaş meydanlarının ünlü kumandanı, bu ilim adamının sözle¬ri karşısında ürpermiş ve heyete yemek takdim ettiği zaman kar¬şılaştığı durum ise onu büsbütün şaşırtmıştır. İbni Teymiyye, geti¬rilen yemeği yememiş, Gazan da; niçin yemiyorsun? deyince tercü¬man vasıtasıyla şu cevabı vermiştir:
«Senin yemeğini nasıl yerim? Bunların hepsini sen zenginlerden yağma ettirdin ve kestirdiğin, milletin ağaçlarıyla pişirttirdin.»
İbni Teymiyye, konuşurken Allah'ın kendisini desteklediğini bi¬liyordu. Çünkü O, Allah'ın dînini te'yid, emrini tebcil ediyor ve kul¬larını savunuyordu. Allah, bütün zâlimleri görmekteydi. Neticede Gazan'ın kalbi, onun sözleri karşısında yumuşamış ve şöyle demiş¬tir:
«Ben, bunun gibi cesaretli ve sözü kalbime tesir eden birini gö: medim. Şimdiye kadar onlardan hiçbir kimsenin dilediğini böyle yi rine getirmemiştim.»
Kudretli kumandan, muttaki İmam karşısında yumuşamış v onunla müzakereye başlamıştır. Sonunda İbni Teymiyye, Moğollî Şam'ı yağma etmesini geciktirmiştir. Ö biliyordu ki yağma şimdilik geciktirilirse peşinden savaş hazırlığı yapılabilird. îbni. Temiyye, aynı zamanda Gazan'dan esirleri serbest bırakmasını iste miş; o da, müslüman esirleri serbest bırakmış; fakat zimmî Yahûc ve Hıristiyanların serbest bırakılmasını reddetmiştir. İbni Teymiyy de buna itiraz etmiş. Yahudi ve Hıristiyan esirleri serbest bırakılma dıkça Şam'a dönmeyeceğini bildirerek İslâm'ın, «Lehde ve aleyhd bizim için olan şeyler, onlar için de aynıdır», prensibini Gazan'a an latmıştır.
Bundan sonra Şam'a korkuyla karışık bir sükûnet gelmiş, faka tam emniyet ve istikrar teessüs etmemiştir. 700 H. yılında Moğolla nn tekrar Şam'a gelecekleri haberi yayılmış ve halkı yine bir korkı sarmıştır. Lâkin İbni Teymiyye, bu kez bir ilim adamı gibi değil, bü yük bir kumandan gibi davranarak halkı toplamış ve onlara; «Cihac vaciptir. Kaçacağınız yerde vatanınızı müdâfaa ediniz.» demiştir Bundan sonra halkla toplantılar yapmaya devam etmiş ve izinsi; hiç kimsenin memleket dışına gidemeyeceğini bildirmiştir.
Bunun üzerine halk, kendilerine .güvenleri artarak, cihada ha zırlanmış tır. Öte yandan onun, Sultan Nâsır'ın Moğollarla savaşs hazırlandığını duyarak, cesareti artmıştır. Fakat Sultan Nasır, ha¬zırlığını yapıp yola çıktığı halde geri dönmüştür. Bu sefer halkı ikin¬ci defa büyük bir korku sarmış ve bu sebeple mü'min bir kahraman (Gazan)'a tâbi olmakla olmamak arasında Bir fark görmemeye baş¬lamıştır. Lâkin İbni Teymiyye, halkı savaşa teşvik etmiş ve onlara şu âyeti hatırlatmıştır: «Bu, böyledir. Herkim kendisine yapılan kö¬tülüğe tıpkısıyla mukabele eder de sonra yine zulme uğrarsa Allah ona yardımcı olur. Şüphesiz Allah çok affedici, çok yarlıgayıcıdır.» [51]
Saltanat Nabibiyle emirler, îbni Teymiyye'nin gidip Sultan Nasuriddin'i savaşa teşvik etmesini istemişler; O da, bunu kabul etmiş¬tir. İbni Teymiyye, Sultanın yanına ulaştığı zaman toplanmış olan ordu dağılmış ve durum fenalaşmıştı. İbni Teymiyye, Sultan Naşı-ruddin'e bıçak gibi keskin şu sözleriyle hitap etmiştir:
«Eğer siz, Şam'dan ve onu himaye etmekten vazgeçtinizse biz orayı koruruz ve emniyet sağlandıktan sonra da oraya hâkim ola¬cak bir sultan seçeriz. Siz Şam'ın hükümdarı olmadığınızı kabul edebilirsiniz. Fakat Şam halkı sizden yardım istediği için onlara yardım etmeniz vacip olmuştur. Siz hükümdar ve sultansınız! On¬lar sizin raiyyelerinizdir. O halde siz onlara karşı nasıl sorumsuz kalabilirsiniz?»
İbni Teymiyye, nihayet Sultanı orduyla birlikte Şam'a doğru yo¬la çıkartmıştır. Fakat, kendisi Şam'dan ayrıldığı zaman halk yeni¬den dehşete kapılmış ve şehrin valisiyle emirler, gücü yetenin şehri terketmesi için tellâl çağırtmışlardır. Tam bu sırada İbni Teymiy¬ye, müjde ile dönmüş ve şehirde tekrar sükûnet teessüs etmiştir. Çünkü İbni Teymiyye, buraya dönmüş ve Sultan da ordusuyla hare¬ket etmişti. Öte yandan Moğollar da hücumlarını gelecek yıla bırak¬mışlardı.' Bunun üzerine İbni Teymiyye, derslerine yeniden başla¬mıştır.
Moğollar, 702 H. yılında Şam'a saldırmışlardır. Birleşik Mısır Şam ordusu onları karşılamaya hazırlanmıştır. Âlimler, kadılar ve emirler düşmanla savaşmak ve ŞanVdan çıkmamak üzere yemin et¬mişlerdir. Bu sırada bir kısım kötü niyetliler de halk arasında korku yaymaya çalışmıştır.
İbni Teymiyye, halkı durmadan cihada çağırıyordu. Elbette onun gibi bir insan, yalnız halkı cihada çağırıp kendisi geri çekilmez. Do¬layısıyla o da kılıcına sarılmış ve savaş meydanına koşmuştur. Sul¬tan Nasıruddin, Îbni Teymiyye'den savaş sırasında kendi yanında yer almasını isteyince o Sünnet İmamı şöyle cevap vermiştir : «Kişi için sünnet olan kavminin sancağı altında savaşmaktır. Biz Şam or¬dusundan ayrılamayız.» îki ordunun karşılaşması Ramazan'a rasla-mıştı. İbni Teymiyye askerleri orucu bozmaya teşvik etti ve Peygam¬ber (S.A.)'in Mekke'nin fethi sırasında ordusuna söylediği şu sözle¬ri hatırlattı:
«Siz düşmanla karşılaşacaksuıız. Oruç tutmamanız, sizin daha güçlü olmanızı sağlar.»
Savaş başlamış ve sonunda, bugünkü tabiriyle, Birleşik Mısır-Şam ordusu zaferi kazanmıştır. Bu savaş, Şam civarında bulunan Şekhab mevkiinde cereyan etmiştir. Bu savaşta îbni Teymiyye ve iki kardeşi ölüme atılmıştır, neticede de apaçık bir zafer kazanmış¬lardır.
Tehlike gittikten sonra memlekette emniyet yeniden kurulmuş¬tur, îbni Teymiyye de müslüman olduğunu iddia eden ve civar dağ¬larda yaşayan, daha önce İslâm düşmanı Haçlılara yataklık yapan zümrelerle ilgilenmeye başlamıştır. Bunların arasında Haşşâşîler
(İsmailîler) denilen, haşhaşı nefsi arzuları için vâsıta olarak kulla¬nan, sürekli akınları sırasında Moğollara yataklık eden, savaş za¬manında müslümanlar aleyhine casusluk yapan ve sulh zamanı da çeşitli fitnelere sebep olan bir zümre vardı. İbni Teymiyye, bunların sulh zamanlarındaki hareketlerini şöyle, anlatır:
«Civar dağlarda [52] yaşayan bir kısım insanlar vardır ki, bunlar asla zapt-ı rapt altına alınamazlar. Her gece onlardan bir tayfa, şehre iner ve sayısız kötülükler işler, yol keser, evlerinde yatan in¬sanlara en şeni fenalıkları yapar. Cânilikleriyle tanınan bu insan¬lardan bâzılarına Kıbrıslı hıristiyanlar gelip gidiyorlar.; :Bunlar, o hıristiyanlan müsafir edip müslümanlarm silâhlarını onlara satıtorlar, müslümanlardan sâlih bir insanla karşılaşırlarsa onu ya öl¬dürüyorlar veya soyuyorlar. Böyle bir durumda, bir çaresini bulup, onların elinden kurtulan müslümanlar azdır.»
İbni Teymiyye bunları yine şöyle anlatır:
«Moğollar memlekete gelince bu tayfaya mensup olanlar, müs-lümanların elinde olan bölgede sayısız kötülükler yapmışlar, Kıb¬rıslılarla temas edip bâzı şehirleri ele geçirmişlerdir. Müslümanla¬rın sayısız at ve silâhlarını Kıbrıs'a taşımışlar, sahilde yirmi gün müddetle bir pazar kurup yakaladıkları müslümanları, müslüman¬larm at ve silâhlarını Kıbrıs'taki İslâm düşmanı haçlılara satmışlar¬dır.»
Bu olay, İbni Teymiyye üzerinde çok kötü bir tesir bırakmıştır. Belki ona en acı gelen şey, çağında Moğollarla ve daha önce haçlı¬larla yapılan savaş sırasında onların hür müslümanları götürüp haç¬lılara satmış olmalarıdır.
Bu yüzden Îbni'Teymiyye, Sultan Nasıruddin'in emriyle bunlar üzerine bir sefer tertiplemiş, yanma Nakîbu'l-Eşrâfı da alarak, biz¬zat kumanda ettiği askerlerle hücuma geçmiştir. Bunlardan silâh taşıyanları öldürmüş, dağın ormanlarını kestirerek, onların yuvala¬rını bozmuş, ileri gelenlerine tevbe ettirmiş, müslümanlarım zekât vermeye ve İslâm'ın diğer emirlerini yerine getirmeye, gayri müslimlerini de cizye vermeye mecbur etmiştir.
İşte ilim mihrabından savaş alanına atılan, cihad vazifesini ye¬rine getirdikten sonra tekrar ilme ve büyük cihada dönen îbni Tey¬miyye budur. [53]

İbni Teymiyye'nin Çağı

Elverişli bir tohum, ancak elverişli bir toprakta, sulanmak ve bakılmakla beslenip gelişebileceği bir çevrede serpilerek büyüyebi¬lir. Bunun içindir ki, İbni Teymiyye'nin içinde yaşadığı çağ da, ilmi ve amelî yönelişlerinde kendisini etkilemiştir. Bir çağın etkisi, her zaman o çağın rengine uygun olmaz. Umumiyetle çağ bozuk olursa insanlar da bozuk olur. Çağ iyi olursa insanlar da iyi olur. Bazan da çağ insanlar üzerinde aksi tesir yapar. Mevcut bozukluklar, in¬sanları ıslahat için ciddî şekilde düşünmeye sevkeder. Kötülüğün çoğalması, iyiliksever ve azimli insanları ona daha çok karşı koyma¬ya teşvik eder. Islahatçı insanların içinden gelen kuvvetli bir arzu, kötülüklerin sebeplerini düşünmeye, bunları kökünden temizleme1 ye ve iyilik toKumlarını ekmeye zorlar. İşte İbni Teymiyye ile çağı arasındaki münasebet de böyle olmuştur:
îbni Teymiyye'nin ruhu; gençliğinde yapmış olduğu tahsil, aile¬sinin içinde bulunduğu durum, kendisinin gençlik ve ortayaşlılık çağlarında şeriatın ilk kaynağından ve Sünnet nurundan faydalanı¬şı, selef-i sâlih'in yaşayışı ve çağındaküerin iyi tesirleriyle beslen¬miştir. Bundan sonra İbni Teymiyye'nin ruhunda; öğrendikleri, ça¬ğında gördüğü şiddetli zulmetler ve her tarafı sarmış olan bozuk¬luklar arasında çetin bir savaş başlamıştır. O, mazide İslâm'ın ulu¬luğunu ve müslümanların. birliğini, halihazırda ise müslümanların zillet ve perişanlığım gördüğü için ıslahatçı olarak ileri atılmıştır. Mevcut yaraları en kolay yoldan tedavi edecek ilâcı da bulmuştur. O, inanmıştır ki, bu ümmetin halihazırı, ancak mazide onu yücelten vâsıtalarla tedavi edilebilir.
İbni Teymiyye, ilmî görüşlerini sadece çağındaki hastalıkları te¬davi etmek için ileri sürmüştür. Eğer o muttaki ilim adamının mu¬ayyen görüşleri sert bir şekilde ortaya atmasının sebeplerini araş¬tırırsanız görürsünüz ki, onu bu yoldan gitmeye mecbur eden, o gün¬kü fikir veya tatbikattaki, yahut da her ikisindeki kusurlar olmuş¬tur. [54]

Siyasî Durum

Siyasî durumun kötülüğü son haddine varmış ve Peygamber (S.A.)'in şu hadîs-i şerifinde haber verdiği şeyler gerçekleşmişti:
«Bir zaman gelecek, milletler, aç insanların yemek kabına üşüş¬meleri gibi sizin üzerinize üşüşeceklerdir.
Bunun üzerine birisi şöyle sordu:
«O gün bizim çok az oluşumuzdan mı yâ Resûlallah?»
«Hayır-dedi, «Belki o gün siz çok olacaksınız, fakat selin getir¬diği çöplerden farkınız olmayacak.. Sizin düşman üzerindeki hey¬betiniz, onların kalblerinden sökülüp çıkarılacak ve sizin kalblerinize 'vehen zaaf atılacaktır.»
Birisi, «Vehen nedir yâ Resûlüllah?» dedi. Peygamber (S.A.) de: «Vehen dünya sevgisi ve ölüm korkusudur.» buyurdu.
Bu hal, tamamen H. VII. ve VIII. yüzyıllardaki müslümanların durumuna uymaktaydı. Keza, daha önceki ve daha sonraki yüzyıl¬lara da uyuyordu. Müslümanlar devletçikler halinde parçalanmışlar ve birtakım melikler (emirler) in hâkimiyeti altına girmişlerdi. Bu melikler, birbirlerine mü'min bir dost gözüyle değil, amansız düş¬man nazarıyla bakıyorlardı. Raiyyelerine de râî (koruyucu) olarak değil, diktatorca muamele ediyorlardı.
İbni Teymiyye'nin çağındaki ve ondan önceki müslümanların durumu, İbni Kesir'in Târih'indeki şu sözleri çok güzel tasvir etmek¬tedir :
«Bu günlerde raüslümanlar, Moğollar vasıtasıyla öyle felâketle¬re mâruz kaldılar ki hiçbir millet bu felâketlere uğramamıştır. Do¬ğudan onlar saldırmışlar ve tüyler ürpertici kötülükler yapmışlar¬dır. Batıdan gelen, Allah'ın lanetine uğrayası Frenkler Şam ve Mı¬sır'a saldırmışlar, hattâ Mısır'ın kilit noktası olan Dimyat'ı ele ge¬çirmişlerdir. Neredeyse Mısır ve diğer İslâm ülkeleri tamamen bu Frenklerin eline geçecekti. Allah'ın yardımı yetişti de hezimete uğrayarak dönüp gittiler. Müslümanların uğradığı felâketlerden bâzı¬sı da, kendilerinin birbirine kılıçla saldırmaları ve aralarında mey¬dana gelen çeşitli fitnelerdir. İşte islâm ümmetinin uğradığı felâket¬lerden bir kısma bunlardır. Yâni Batıdan Haçlı, Doğudan Moğol sal¬dırıları ve üçüncüsü de, ne yazık ki, kendi aralarındaki boğuşma¬lardır. Onlar islâm'ın vahdetinde birleşmemişler, aksine, meliklerin ihtiraslarına âlet olarak parçalanmışlar, çeşitli zümrelere aynimiş-
İar, nihayet Kur'an'm bildirdiği şu âyetteki fırkalara dönmüşlerdir: «Her fırka, kendi gittiği yoldan memnundur.» [55]
Müslümanların başına gelen en büyük felâket Moğol istilasıdır. İbni Teymiyye bu istilâların bir kısmını görmüş ve son istilâ hare¬ketine karşı bizzat savaşmıştır. Sözü tarihçi İbni Kesîr'e bırakalım :
«Birkaç sene bu fecî olayı anlatmak istemedim. Çünkü bu olay, bana ürperti veriyor. îşte istemiyerek bunları yazmaya çalışıyorum. İslâm'ın ve müslümanlarm ölüm haberini kim kolayca yazıp anlata¬bilir? No'la anam beni doğurmasaydı. «No'la bundan önce öleydim ve unutulup gideydim. [56] Ancak, bir kısım arkadaşlar bunu yazma¬mı istediler. Ben yine biran tereddüt ettim, sonra yazmadığım tak¬dirde hiçbir fayda hâsü olmayacağını gördüm. Diyebiliriz ki, bu iş, en büyük olayı ve emsali görülmemiş, bütün insanları, özellikle müslümanları canevinden yaralamış olan felâketi yazmak demektir. Hz. Âdem yaratılalı dünya bugüne kadar böyle bir felâket görmemiş dense doğru olur. Çünkü tarihler, bunun misliyle karşılaşmamıştır. Belki insanlık, böyle bir olayı kıyamete kadar bir daha görmeyecek¬tir. Ancak Ye'cüc Me'cüc'ün gelmesi hariç... Onlar hiç kimseye acı¬madılar, hattâ kadın ve çocukları bile öldürdüler. Hâmile kadınla¬rın karınlarını yarıp ceninlerini dahi öldürdüler. «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn.» [57] Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh-il aliyyil azîm. [58]
«Zarar ve kötülüğü etrafı kasıp kavuran bu felâket, memleket¬leri kasırga gibi sarmıştır. Çin dolaylarından çıkan bir kavim, bütün Türkistan'ı istilâ etmiş, sonra Mâverâünnehr şehirlerini ele geçirmistir. Bunların bir kolu Horasan'ı istilâ etmiş, burayı tamamen yı¬kıp yaktıktan sonra hâkimiyeti altına almıştır. Bundan sonra Rey ve Hemedan şehirlerinden Irak hududuna kadar ilerlemiştir. Daha sonra Azerbaycan'ı yağma etmiş ve halkının çoğunu kılıçtan geçir¬mişlerdir. (Sonra' Kıpçâk) diyarını istila etmişlerdir: Bunlarsayi bakımın¬dan Türklerden çokturlar. Karşılarına çıkanları Kilıçlban geçirmişlerdir. Sağ kalan insanlar, dağlara ve ormanlıklara sığınarak, memle¬ketlerini terketmişlerdir. Bütün ülkeleri yıldırım hızıyla -istilâ eden bu Moğollar, uğradıkları yerleri sel gibi süpürüp geçmişlerdir. Bun¬ların bir kolu Gazne ve civarına doğru ilerlemiş, Hindistan'ın bir kısmini, Sicistan ve Kirman'ı talan etmiştir. Oralarda da aynı şekilde, hattâ daha fazla ve işitilmemiş çapta tahribat yapmışlardır...»
îşte bu satırlar Moğolların durumunu kısaca anlatmaktadır. Onlar, İslâm ülkelerinin çoğunu ele geçirmişler, yıkmışlar ve müs-lümanlan öldürmüşlerdir. Bağdad'a geldikleri zaman Şiîlerle Sün¬nîler arasında ihtilâf son haddine varmıştı. Bağdad'ı işgal ettikleri zaman Abbasî Devletinin veziri şiî bir şahsiyet olan el-Alkamî idi. [59] Bu vezir ordunun sayısını azaltmıştı. Bu yüzden Moğollar Bağdad'ı zahmetsiz bir şekilde işgal etmişlerdir. Bunlar, sonra yol¬larına durmadan devam etmişler ve karşılarına çıkanları toz gibi ezip geçmişlerdir. Nihayet Haleb'e gelmişler ve Haleb kalesini ele geçirmişlerdir. Bu sırada Hıristiyanlık propagandası yapan ve is¬lâm'ı kötüleyen Hıristiyanlar, camilerin kapılarına dikilmişler, yan¬larındaki şarap dolu kaplardan camiye gelen müslümanların yüz¬lerine şarap serpmişlerdir. Daha fazla dayanamıyan müslümanlar, harekete geçip Hıristiyanlar! Keniset-i Meryem (Meryem Kilisesi) çarşısına sürmüşlerdir.
ilk olarak Suriye, ikinci olarak da Mısır askerleri Moğollarla karşılaşmışlar ve ilk defa onları hezimete uğratmışlardır. Tepelerine inmiş olan müslüman kılıçlan onları şaşkına çevirmiştir. Bu savaş, 658 H. yılı Ramazan ayının son gününe, yâni îbhi Teymiyye doğma¬dan iki sene ve birkaç ay öncesine rastlar.
Hükümdarlar, bu tufana karşı koymak için yeni vergiler tarlıetmek zorunda kaldılar. Meselâ; Mısır'da erkek ye kadın başına bir dinar vergi aldılar. Vakıfların icarlarını vaktinden bir a.y önce tah¬sil ettiler. Bu hususta o çağın bilgini İzzüddin b. Abdisselâm zaru¬rete dayanarak fetva verdi. Çünkü zaruretler, yasak olan şeyleri mubah kılar.
İşte siyasî durum, kısaca bundan ibaretti! Harb vedarb içinde İbni Teymiyye gözlerini açmış, Moğolların akınlarını tekrarladıklamı görmüştür. Bu arada onlar, kendilerini mağlûp eden ilk muka¬vemetle karşılaştıktan sonra kuvvetlerini toparlayıp yeniden saldı¬rıyorlardı. [60]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İbni Teymiye Şahsiyet Ve Karakteri Empty
MesajKonu: Geri: İbni Teymiye Şahsiyet Ve Karakteri   İbni Teymiye Şahsiyet Ve Karakteri Icon_minitimeÇarş. Ara. 16, 2009 5:08 pm

İçtimaî Durum

el-Makrîzî, içtimaî durumu anlatırken şöyle der: «Moğol saldı¬rılan Doğuda, Kuzeyde ve Kıpçak illerinde şiddetlenmişti. Buralarda oturan insanların çoğunu esir edip satmışlardı. Salih Necmüddin Eyyub, bu esirlerin bir kısmını toplu halde satın almış ve onlara. «Bahriler» adını vermişti. Bu esirlerden bâzıları Mısır Sultanı ol¬muştur. İşte bunlardan Kutuz'un yapmış olduğu savaşlar meşhur¬dur. Kutuz [61] MoğoIIarı mağlûp etmiş ve onlardan bir miktar esir ederek, Mısır ve Şam'a getirmiş, bunlara «Vâfidiler» adını vermiş¬tir. Zahir Baybars (öl. 676 H.) zamanında bu vâfidîler o kadar ço¬ğalmıştır ki Mısır bunlarla dolmuştur. Onların âdet ve gelenekleri halk arasında yayılmıştır. Bunlar, İsîâm diyarında terbiye görmüş¬ler, Kur'ân'ı güzelce okumayı öğrenmişler ve İslâm Dîni'nin hüküm¬lerini anlamışlardır. Fakat, bir yandan da hak ile bâtılı bir gör¬müşler, iyiyi kötü ile birleştirmişlerdir. Namaz, oruç, zekât ve hac gibi dînî işleri, vakıf ve yetimlerle ilgili görevleri başkadıya bırak¬mışlar, karı koca arasındaki dâvalarla alacak ve verecek işlerini de şer'î hükümlere göre kadı'nın halletmesini istemişlerdir. Kendi şahıslarıyla ilgili hususlarda ise, Cengizhan'm Yasasına dönmek ihti¬yacını duymuşlardır. Bu yüzden âdetlerine göre aralarındaki ihti¬laflı şeyleri halletmek, kuvvetliden zayıfın hakkını almak ve Yasa¬ya göre adaleti yerine getirmek için bir hâcib (saray nâzın) tâyin et¬mişlerdir. Keza, halkdan ileri gelen tüccarı Yasanın kaidelerine göre muhakeme etmişler, ikta' işlerindeki karışıklıkları halletmek ve di¬van işlerini aksatmamak için divânı sultâni'nin dâvalarını yürütme işini de hâcib'e bırakmışlardır.»
el-Makrîzî'nin bu ifadesinden şu üç netice çıkmaktadır :
1 — Türk esirlerin çoğalması, mevkilerinin kuvvetlenmesini sağlamış ve siyasî duruma bunlar hâkim olmuştur. Bu esirlerden Mısır Sultanı olan Kutuz, Zahir Baybars ve birçok Türk Kölemen¬leri (Bahrîler) vardır.
2 — Vâfidîler evlenme ilşerinde ve diğer yerlilerle olan ilişkile¬rinde şer'î hükümlere göre muamele görüyorlardı. Fakat, özel mua¬melelerinde Cengizhan Yasasına göre hareket ediyorlardı. Burada sırası gelmişken Cengizhan Yasasından birkaç satır nakletmek isti¬yoruz: îbni Kesîr'in büyük Tarih'inde yer alan bu Yasanın şu fıkra¬sını aynen alıyoruz:
Zina eden kimse, evli olsun bekâr olsun ölüdürülür. Keza, livâ-ta yapanlar da öldürülür. Kasden yalan söyleyen de öldürülür. Hır¬sızlık yapan da öldürülür. Birbiriyle çekişen iki adamın arasına gi¬rip birini destekleyen de öldürülür. Durgun suya işeyen de öldürü¬lür. Böyle bir suya dalan kimse de öldürülür. Bir kimse esire yemek verir ve su içirirse öldürülür. Bu kimse, herhangi bir şahsa yemek yedirmek isterse o yemekten önce kendisi yer, yemek yedirdiği kimset ister bey olsun ister tutsak olsun. Bir kimse kendisi yemek yer, yannmdakini aç bırakırsa öldürülür. Bir kimse başkasına ait bir hayvanı boğazlarsa kendisi de aynı şekilde boğazlanır. Hattâ karnı yarılır ve önce kendisine kalbi eliyle tutup çıkarttırılır.» [62]
İşte bu nakledilen kısım, belki Cengizhan Yasasının en sert mad¬delerini ihtiva etmektedir. Çünkü burada Ölüm cezası pek çok zik¬redilmektedir.
3 — el-Makrizi'nin ifadesinden anlaşılacağına göre Mısır'da sınıf nizamı tatbik edilmekteydi. Vâfidîlerin kendilerine ,göre husu¬si kanunları vardı. Yâni onlar, memlekette iki kanun tatbik ediyor¬lardı. Birisi Şeriat, diğeri de Cengizhan Yasası idi.
Şüphesiz bu, Mısır'daki içtimaî durumun karışıklığını göster¬mektedir. Fakat şiddetli harbler, bütün sınıfları birleşmeye sevket-miş ve gönüllerde İslâm sevgisini kökleştirnıiştir. Bu savaşlar, Mı¬sır'a hâkim olan sözü geçen zümreye de tesir etmiş, kendi yasa ve geleneklerine bağlılıklarını azaltmıştır. Onların tamamen gelenek ve yasalarından uzaklaştıklarını düşünemeyiz. Fakat, bu gelenek ve yasaların eski tesirini muhafaza ettiğini de söyleyemeyiz. îbni Teymiyye'nin kalemiyle bunların iyilik ve kötülükleri de anlatılmış¬tır. [63]

İlmî Ve Fikrî Durum

Hicrî VI, VII ve VIII. yüzyıllarda ilmî araştırmalar çok genişle¬miştir. Fakat, âlimlerin metodları değişikti. Bir kısım âlimler hadîs, fıkıh, tefsir, nahiv ve akaid konularında derinleştikleri halde mu-kallid idiler. Akaid'de bile taklid'den kurtulamıyorlardı. Bunların yanında bir kısım müslüman filozoflar vardı. Onlar da felsefî ince¬lemelerde bulunuyorlar ve başka bir şeye iltifat etmiyorlardı. Bu ikisi arasında felsefe ile şeriatı uzlaştırmaya çalışan filozoflar da vardı. Meselâ; İbni Rüşd, «Faslu'l-Makal» adlı eserinde Şeriatla fel¬sefeyi uzlaştırmaya çalışmıştır.
Bunların gerisinden filozof mutasavvıflarla halk sufîleri gel¬mekteydi. Tarikat sahipleri, halkı tarikatlarına sokmaya çalışıyor¬lardı. Sûfî âlimler, insanları şeyhle müridleri arasındaki tesir esna¬sına göre irşad etmeye uğraşıyorlardı. Bunlardan bâzısı dinden uzaklaşacak kadar tuhaflıklar yapıyordu. Bunların peşinden şahıs¬ları kutsallaştırmak .şeyhlerin kerametine inanmak, sağken kayıt¬sız şartsız onlara uymak, öldükten sonra da kabirlerini ziyaretle ta'zîmde bulunmak gibi işler geliyordu. Türbelerden medet uman¬lar çoğalmıştı.
Bunlardan başka fikrî mücadeleler yapan siyasî fırkalar vardı. Daha sonra bu fikri münakaşalar düşmanlıklara ve suikastlara, bir kısmının İslâm düşmanlarıyla işbirliği yapmasına ve hükümdarla¬ra hulul ederek, işi ifsat etmeye müncer olmuştu. Kendisine şia adı¬nı veren bâzı zümreler de böyle idiler.
Fikrî durumu daha iyi anlamamız için iki hususu incelememiz gerekir:
1 — İlmî araştırmalar,
2 — Sûfîler (Mutasavvıflar) ve halkın durumu.. Bu iki hususu kısaca anlatacağız: [64]

Îlmî Araştırmalar

İbni Teymiyye'nin çağındaki ilmî araştırmaların karakteri, fik¬rî yönden bir tarafa bağlanmak şeklinde tezahür etmektedir. Mese¬lâ; bu çağda herkesin, fıkıh ve akâid'de bağlı olduğu bir İmamı var¬dı. Bu durum, dördüncü yüzyılda gerek fıkhı, gerekse i'tikadî mezhebler arası ihtilâflar ve mezheb taassubuyla başlamıştır. Fikri alanda bu, bir tarafa bağlanma, nesilden nesile intikal etmiştir. Bu istikamette büyük büyük kitaplar te'lif edilmiştir. Kocaman ciltler teşkil eden bir kısım kitaplar yardır ki tamamen eski ihtilâfları şerhetmek, muhtelif görüşleri açıklamak ve bu görüşlerden bâzısına taassub derecesinde bağlı kalmak esasına dayanır. Gelenek haline gelen bu anlayış, îbni Teymiyye'nin çağdaşlarına da sirayet etmiş¬tir. Bu yüzden îbni Teymiyye, nerede olursa olsun delile uymak is¬terken, çağdaşları isimlerine göre şahıslara bağlanıyorlar ve arala¬rındaki ihtilâf buradan ileri geliyordu.
VI, VII ve VIII. yüzyıllar, fikir ürünlerinin çokluğu ile değil, bilgi dolu eserlerin çokluğu ile diğer yüzyıllardan ayrılıyordu. Malû¬mat, il derecede çoğalmıştı. Bunları elde etmek büyük külfete da¬yanıyordu. Fakat akli ölçülere vurarak taraf tutmaksızm deliller üze¬rinde inceden inceye düşünme (tefekkür), çok azdı ve bu çağın il¬mi servetiyle mütenasip değildi. Fıkıh, hadîs, tefsir ve tarih konu¬larında ansiklopedik mahiyette birçok eserler yazılmıştı. Fakat, bunlara hâkim olan anlayış, taklit ve öncekilere uymaktı Müstakil bir tefekkürün değeri yoktu.
Her neyse, ilmî araştırma yolları açıktı. Âlimler, etraflarına bir taklit çevçevesi çiziyorlar ve bunun dışına çıkmıyorlarsa da, müsta¬kil olarak araştırma yapacak bir ilim adamının gelmesi için bütün "imkânlar hazırdı. Ansiklopedik mahiyette yazılmış olan büyük eser¬ler elde mevcuttu. Tâbi' ve mukallit olarak değil, hakikatleri ve bun¬ların delillerini ölçüp" tartacak şekilde incelemek gerekiyordu.
Fıkıh, tefsir ve hadîs okutulan medreseler bu çağlarda mevcut¬tu. Kitaplar, talebelerin elleri altındaydı. Müderrislerden yol göste¬ren yeterli kimseler vardı. Ayrıca âlimlerin görşüleri, Kur'an'ın muhtelif tefsirleri, hadîs-i şerifleri tam olarak içine alan mecmua¬lar, sahâbî ve tabiîlerin fetvaları yazılı kitaplar halinde talebelerin ellerindeydi.
Bu medreselerin tarihi ve nasıl teşekkül ettiği burada önemli değildir. Bizim için önemli olan, İbni Teymiyye'nin bu medreseler¬den faydalanmış olmasıdır. îbni Teymiyye, bu medreselerden tam olarak beslenmiş ve ilmî eserleri kolayca elde etmiştir. Çünkü O, bü¬tün ilmî malzemeyi hazır bulmuştur. Meselâ; İbni Hazm, büyük bir fıkıh mecmuası olan «Kitâbu'l-Muhallâ»smı yazmış, sahâbî ve tabiî¬lerin fıkhını burada toplamıştır. İbni Kudâme «Kitâbu'l-Muğnî»sini te'lîf etmiştir. Şemsu'l-Eimme es-Serahsî [65] nin Hanefî fıkhının en büyük mecmuası'olan el-Mebsut'u elde mevcuttu. Keza, Hanefî fık¬hının bütün rivayetlerini içine alan kitaplar ve Şafiî fıkhında Nevevî [66] nin «Kitâbu'l-Mecmû, Fî Şerhi'l-Mühezzeb» i gibi karşılaştır¬malı fıkıh kitapları te'lîf edilmişti.
Hadîs, tefsir, usûl, felsefe ve tasavvuf üzerinde de böyle eserler mevcuttu.
Medreseler, aynı zamanda mektep vazifesi görüyordu. Okuma ve yazma, buralarda kolayca öğretiliyordu.
İslâmi ilimlerin bütün dallarında ilmi malzeme hazırdı. Bunla¬rı, başkaları ezberleyip öncekilere uyarak inceliyorlardı. îbni Tey-miyye ise, araştırıcı ve nıüctehid sıfatıyla inceliyor, inceliklerini iha¬ta ediyor ve bunlar üzerinde derinlemesine düşünüyordu. Böylece kendisinde bir kısım müstakil görüşler' teşekkül etmişti. Bu görüş¬ler, mevcut anlayışa bazan uyuyor, bazan da aykırı düşüyordu. Fa¬kat İbni Teymiyye, bu görüşlerini cesaretle serbest bir şekilde ilân ediyordu. [67]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İbni Teymiye Şahsiyet Ve Karakteri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İbni Hazm Şahsiyet Ve Karakteri
» Şahsiyet Ve Karakteri
» Ebu Hanife'nin Şahsiyet Ve Karakteri
» İmamı Şafiî'nin Şahsiyet Ve Karakteri
» İmam Mâlikin Şahsiyet Ve Karakteri

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

İslamiyet ( Her Müslüman 'a Lazım Din 'i Bilgiler )

 :: Ehli Sünnet İnancı Ameli Mezhebleri :: Ehli Sünnet Dışında Mezhebler ve İnanışlar :: Ehli Sünnet Dışı Diğer Mezhebler
-
Buraya geçin: