iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Misafir
Misafir




DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ   DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ Icon_minitimeC.tesi Mayıs 08, 2010 3:51 am

21- DİYETLER (TAZMİNATLAR) KİTABI



Diyât: Diyet'in çoğuludur. Diyet, bir insanı öldürmek veya vü­cûdunun bir uzvunu yararsız hâle getirmek, ya da yaralamak kar­şılığında ödenen tazminattır. Hangi hallerde ne gibi tazminat öde­neceğine dâir bilgiler bu kitabın ilgili bâblarında rivayet olunan ha­dîslerde ve bunların izahında beyân edilecektir. En büyük diyet adam öldürme olayında gerektiği için müellifimiz bu kitabın birinci babında zulmen insan öldürme günâhının büyüklüğüne dâir hadîs­leri rivayet etmiş, bunu takip eden ikinci bâbta bir mü'mini kasden öl­düren kimsenin tevbesinin kabul olunup olunmayacağına dâir ha­disleri rivayet etmiştir. Daha sonra gelen bâblarda diyetlere âit ha­disleri zikretmiştir. [1]



1- Bir Müslümanı Zulmen Öldürmenin Ağır Vebal Olduğunu Beyân Eden Hadîsler Babı





2615) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildi­ğine göre: Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kıyamet günü insanlar arasında verilen ilk hüküm kan dâva­ları hakkındadır.»"



2616) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâhü anh)'dan rivayet edildi­ğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Zulüm ile öldürülen her insanın kamdım günahı)ndan bir pay Âdem (Peygamber)'in ilk oğlu (Kabil hesabı) na olur. Çünkü adam öldürme çığırını ilk açan odur. (Kardeşi Hâbil'i öldürdü).»"



2617) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildi­ğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kıyamet günü insanlar arasında verilen ilk hüküm kan dâvâ-lan hakkındadır.»"



2618) Ukbe bin Âmir ei-Cühenî (Radtyallâhü atth)'den rivayeti edil­diğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim Allah'a ortak koşmayarak ve haram bir kana bulaşmamış olarak O'na kavuşursa (Yâni bu durumda ölürse) cennete girecek­tir.-"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : RâvI Abdurrahman bin Âİz el-Ezdl, tOc-be bin Âmir (R.A.)'den hadis işitmiş ise bu hadisin senedi sahihtir. Çünkü Ab-durrahman'ın Ukbe'den olan rivayetinin mürsel olduğu söylenmiştir. [2]



İzahı





Müellifimizin Abdullah bin Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği ilk ve üçüncü hadis metni aynidir, senedleri muhteliftir. Bu hadis Kütüb-ı Sitte'nin hepsinde rivayet olunmuştur.

Bu hadis adam öldürmenin ağır günah olduğunu ifâde eder. Çünkü kıyamet günü ilk hükme bağlanacak suçun adam öldürme suçu olduğu ifâde edilmektedir. Ebû Hüreyre (Radıyallâ-hü anh)'den gelen bir hadîste ise kıyamet günü kulun ilk görüle­cek hesabının namaza âit olacağı bildirilmektedir. îki hadis arasın­da çelişki yoktur. Çünkü adam öldürme suçu kul hakkına aittir. Na­maz kılmama suçu ise Allah hakkıdır. $u halde kul hakları arasın­da en büyük günah insanın canına kıymaktır. Allah haklarının en önemlisi de beş vakit namazdır.

Bu babın ikinci hadîsini Buhâri ve Müslim de riva­yet etmişlerdir.

Bu hadîs, yer yüzünde işlenen bütün cinayetlerin günahında Adem (Aleyhisselâm)'m ilk oğlunun bir payının bulunduğunu ifâ­de eder. Âdem (Aleyhisselâm)'ın oğlunun kendi kardeşini çe-kemeyerek öldürmesi olayı M â i d e sûresinin 27 ilâ 31'inci âyet­lerinde beyân buyurulmaktadır. Bâzı rivayetlere göre Âdem Peygamber'in katil olan oğlunun ismi Kabil ve maktul olan oğlunun ismi de H â b i 1' dir. Bu âyetlerin meali şöyledir:

"Yâ Muhammedi Kureyş müşriklerine Âdem'in iki oğlunun ola­yını iyice anlat: İkisi birer kurban sunmuşlardı. Birinin (Hâbil'in) kurbanı kabul edilmiş, diğerinin ki edilmemişti. Kurbanı kabul olun­mayan (Kabil), "And olsun seni öldüreceğim" deyince, diğeri:

"Allah ancak takva sahibi olanların kurbanını kabul eder. Eğer beni öldürmek üzere elini bana uzatırsan, ben seni öldürmek için eli­mi uzatıcı değilim. Çünkü ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Ben, hem benim (kan) günahımla hem de senin (geçmişteki) günahınla dönüp cehennemliklerden olmanı isterim. Zâlimlerin ce­zası budur, demişti. Bunun üzerine (Kâbiî), kardeşini öldürmek hu­susunda nefsine uydu ve onu öldürerek hüsrana uğrayanlardan ol­du. Sonra Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğim ona göstermek üzere yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Kabil karganın bu hareke­tini görünce) ;

Bana yazıklar olsun kardeşimin Ölüsünü gömmek için şu karga kadar olmaktan âciz kaldım, dedi ve ettiğine pişman olanlardan oldu."

Yukarda mealleri bulunan âyetlerin izahı için tefsir kitablanna müracaat edilmelidir.

Yeryüzünde işlenen ilk cinayet K â b i 1' in kendi kardeşim öldürmesi cinayetidir. Kabil, yeryüzünde cinayet işleme çığın açtığı için kıyamete kadar işlenen cinayetlerin günahında onun bir payı' vardır. Hadîs bunu ifâde eder. Bu hadîs, yüce İslâmiyet'in ge­nel kaidelerinden birisini teşkil eder. İyi bir çığır açan bir kimse, o çığırda yürüyen insanların elde ettikleri sevapların bir mislini ka­zandığı gibi kötü bir çığır açan da o çığırda giden insanların işle­dikleri günahların bir misli o kimseye aittir. Bu konuda vârid olan hadîslerin bir kısmı Sürtenimizin Mukaddime'sinin 14. babında geç­miştir. 203 - 208 nolu hadîslere bakılabilir.

Zevâid türünden olan U k b e (Radıyallâhü anh)'ın hadîsin­de ise haram kana bulaşmak, yâni haksız yere insan öldürme ola­yına bulaşmak suçu, Allah'a ortak koşma suçuyla birlikte anılarak bu iki suçu işlemeden ölen bir mü'min'in cennetlik olduğu müjdelenmektedir.

Bundan sonra gelen hadisler de adam öldürmenin nasıl ağır gü­nah olduğunu ifâde ederler.

Ukbe bin Âmir (Radıyallâhü anhl'ın hâl tercemesi 558 nolu hadîs bölümünde geçti. îbn-i Mes'ûd (Radıyallâ­hü anh) 'in hâl tercemesi ise 137 -139 nolu hadîslerde geçmiştir.



2619) el-Berâ bin Âzib (Radtyaltâhü anhyden rivayet edildiğine gö­re: Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Şüphesin dünyanın yok olması Allah katında, haksız yere bir mü'mini öldürmekten daha ehvendir.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahih ve râvîleri sıka zât­lardır. Râvi el-Velîd, bu hadisi Mervân'dan işittiğini belirttiği için tedlîs etme şüp­hesi gitmiştir. -Müellifimizden başkası da bu hadîsi el-Berâ (.R.AJ'den başka sahâ-bîden rivayet etmiştir. [3]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîsi B e y h a k i de rivayet et­miştir. Ayrıca Tirmizî bu hadîsin benzerini Abdullah bin Amr bin eî-Âs (Radıyaîlâhü anhümâ) 'den merfû ve mevkuf olarak rivayet etmiş ve mevkuf olan rivayetin merfû ri­vayetten daha sahih olduğunu söylemiştir. Tirmizî' nin riva­yet ettiği hadis metni şöyledir:

«Şüphesiz dünyanın yok olması Allah katında müslüman bir adamı öldürmekten daha ehvendir.»

Sindi bu hadisin manâsıyla ilgili olarak özetle şöyle der: "Bu hadîs, bir müsiümanı öldürmenin çok büyük ve ağır bir suç olduğuna delâlet eder. Şöyle ki: İnsanların nazarında dünya, yâni yer küresi büyük ve önemli bir varlıktır. Yer küresinin yıkılıp git­mesi de insanların gözünde çok büyük bir musibettir. Bu itibarla "Dünyanın yok olması müsiümanı öldürmekten daha ehven ve ba­sittir" denilince müsiümanı öldürmenin aniatılamıyacak derecede tehlikeli, korkunç, çirkin ve çok büyük bir âfet olduğu belirtilmiş olur.

Bâzılarına göre bu hadîsteki mü'minden maksad Allah Teâlâ'yı kerçek anlamıyla tanıyan, sıfatların mâhiyetine vâkıf olan kâmil mü'mindir. Çünkü yer küresinin yaratılış hikmeti böyle mü'minle-rin yaşaması, Allah'ın azametini düşünmesi, yerde, gökte bulunan varlıklarda tefekkür edip imânla ilâhı sırlara kavuşmasıdır. Şu hal­de yer küresi ve dünya, kâmil mü'minler için yaratılmıştır. Allah

katında asıl bir yaratık değildir. Asıl yaratık kâmil mü'mindir. Du­rum bu olunca dünyanın yıkılıp yok olması, kâmil mü'min'in öldü-, rülmesinden daha hafiftir.



2620) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü ank)'âen rivayet edildiğine göre; Resûllulah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim bir mü'min'i öldürmeye yarım kelime ile (olsun) yardım ederse alnında "Allah'ın rahmetinden ümitsizdir." ibaresi yazıh ol­duğu halde o kimse Allah Azze ve Celle'nin huzuruna çıkacaktır."

Not; Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Yezîd bin Ebî Ziyâd'ın zayıflığı hakkında çok söylemişlerdir. Hattâ bu, mevzu bir hadîse benzer, denilmiştir. [4]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîsin mislini Beyhakî, îbn-i Ömer (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmiştir. Bu hadis, bir mü'-mini öldürmeye en ufak bir işaretle olsun yardım etmenin büyük günah olduğuna işarettir. Cinayete bir işaret ile veya yarım sözle değil de bir takım tahrik ve teşvikle veya maddî yardımla karışan ve maktulün kanına bulaşan kimselerin hâli ne olacak?

Bu hadis sahih ise katil suçuna yardım eden kimsenin alnında y'azılacak «Allah'ın rahmetinden ümitsizdir» ibaresinin mânâsı şöy­ledir : "Bu adam Allah'ın rahmetinden ümitsiz olmaya müstehaktır." Bu ibareyi böyle yorumlamanın sebebi ise şudur: Zerre mikdarı iman ile ölen bir kimse günahlarının cezasını çekse bile netice itibariyle cennetliktir ve Allah'ın rahmetine kavuşacaktır. Allah'ın rahmeti olmadıkça hiç kimse kurtulamaz. Şu halde bir mü'mini öldürmekte

dahli ve yardımı bulunan kimse zerre mikdarı imanlı ise Allah'ın rahmetinden ümitsiz olmaz. Fakat ümitsiz olmaya müstehak olabi­lir. Hadîs, mü'mini öldürmeye yardım etmeyi mubah telâkki eden ve bunun haramlığını kabul etmeyenler hakkında olabilir. Bu itikad-da bulunan kimse mü'min sayılmaz ve haliyle Allah'ın rahmetinden ümitvâr olması söz konusu değildir. [5]



2- Bir Mü'mîn'i (Kasden Ve Bîle Bile) Öldüren Kimse İçin Tevbe (Kabulü) Var Mı? Babı





2621) Salim bin Ebi'1-Ca'd (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

Bir mü'mini kasden (ve bile bile) öldürüp, sonra tevbe ederek îman eden, iyi amel işleyen, sonra hidâyet yolu üzerinde duran kim­senin hükmü (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ) 'ya sorul­muştur. İbn-i Abbas (buna cevaben) :

Ona yazıklar olsun, nerde onun için hidâyet? Ben sizin Peygam­beriniz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den:

«Kıyamet günü katil, maktul onu yakalayıp kafasından tuttu­ğu halde (Allah'ın huzuruna) gelir ve maktul: (Yâ) Rabbi buna sor, niçin beni öldürdü, diyecektir,» -hadîsini işittim.

Allah'a yemin ederim Allah Azze ve Celle Peygamber (Sallalla­hü Aleyhi ve Sellem) 'inize (katilin ebedi cehennemlik olduğuna dâir) âyeti indirdi ve bu âyeti indirdikten sonra (hükmünü) neshet-medi, demiştir." [6]



İzahı





EI-Münziri' nin beyânına göre Tirmizi ve el-Ev-s&t'mda Taberânî de bunun benzerini rivayet etmişlerdir. Bu hadîsin zahirine göre kasden ve taammüden bir müslümam öl­düren kimsenin tevbesi kabul olunmaz. İbn-i Abbâs (Ra-dıyallâhü anh) bu ictihadda idi. İbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) 'm da bu görüşte olduğu rivayet olunmuştur. İbn-i Ab-b â s' m hadîste işaret ettiği ve kendi görüşüne mesned saydığı âyet Nisa sûresinin 93. âyetidir, meali şöyledir:

«Kim bir mü'mini kasden Öldürürse cezası, içinde ebedî kala­cağı cehennemdir. Allah ona gazab etmiş, lanetlemiş ve büyük azab hazırlamıştır.»

Âlimlerin cumhuruna göre ise bir mü'mini kasden öldüren kim­senin tevbesi sahihtir. Yâni tevbe kapısı ona kapah değildir. Âlim­lerin hepsi bu hükümde ittifak halindedir. N e v e v i bu hususta icmâ bulunduğunu kaydeder ve yalnız İbn-i Abbâs'm mu­halif kaldığını ifâde eder. İbn-i Abbâs'm mesnedi olup yu­karda meali yazılı Nisa sûresinin 93. âyeti âlimlerce çeşitli şe­killerde yorumlanmıştır: N e v e v i: Bu âyetin isabetli mânâsı şöyledir; Bir mü'mini kasden öldüren kimsenin cezası cehennem­dir, bu ceza ile cezalandırılır veya başka ceza ile cezalandırılır, ya da hiç cezalandırılmaz da Allah tarafından bağışlanır. Eğer bir mü'­mini kasden ve katli şer'an helâl olmadığı halde bunun helâl oldu­ğunu iddia ederek ve herhangi bir tevil yoluna da girmeden öldü­rürse katil, şüphesiz mürted ve kâfir olur ve ebedî olarak cehen­nemde kalır. Bu hüküm üzerine âlimler icmâ etmişlerdir. Şayet ka­til mü'mini öldürmenin haramhğım kabul edip bunun helâlliğini id­dia etmeksizin öldürürse, fâsık ve âsi olur, büyük bir günah işle­miş sayılır. Cezası, da cehennemde ebedî kalmaktır. Ama imanla ölen hiç bir kimsenin cehennemde ebedî olarak kalmayacağı ve Allah'ın ikramıyla netice itibariyle cennetlik olacağı bildirilmiştir. Bu genel emre göre durumu anlatılan katil de ebedî olarak cehennemde kal-mıyacaktır. Bu katil, Allah tarafından bağışlanırsa hiç cehenneme girmez. Bu olabilir. Diğer günahkâr mü'minler gibi günahına karşı­lık cehennemde azab görmesi de muhtemeldir. Azabı bitince diğer mü'minler gibi cennete girer ve ebedî olarak cehennemde kalmaz. Bu âyetin doğru mânâsı budur. Mü'mini kasden öldüren katilin be­lirli bir cezaya müstahak olması, onun behemehal bu cezaya çarp­tırılmasını gerektirmez. Bu âyette, katilin ebedî olarak cehennemde

kalacağı bildir ilmiyor. Âyetin verdiği haber onun ebedî olarak ce­hennemde kalmaya müstahak olduğudur.

Bu âyet başka şekillerde de yorumlanmıştır:- Bir kavle göre bu âyet, bir mü'mini kasden öldürmenin helâl olduğuna inanarak öl­düren katil hakkındadır. Diğer bir kavle göre bu âyet belirli bir ki­şi hakkında nazil olmuştur. Bir başka kavle göre âyette geçen Hulûd sözcüğü ebedî ve devamlı kalmak mânâsına olmayıp uzun süre kal­mak anlammadır. Dördüncü bir kavle göre âyetin mânâsı şöyledir: Durumu anlatılan katil cezâlandırılırsa cezası budur. Fakat bu ka­villerin hepsi âyetteki kelimelerin hakîki mânâlarına aykırı olduğu için ya zayıftır, ya da fâsiddir. Doğrusu yukarda verdiğim mânâdır, diye bilgi verir.

Salim bin Ebi'1-Ca'd Râfi el-Eşcaî el-Kû-fi, Â i ş e (Radıyallâhü anhâ) 'dan ve bir cemaattan mürsel ola­rak hadîs rivayetinde bulunmuştur. Kendisinden de A m r bin Mürre, Katâde, el-Hakem bin Uteybe ve bir cemâat rivayet etmiştir. Ebû Nuaynı'in dediğine göre hic­retin doksan yedinci yılı vefat etmiştir. Diğer bir kavle doksan se­kizinci yılı vefat etmiştir. Onun hicretin 100. yılı vefat ettiği de ri­vayet olunmuştur. Bu râvî hakkında bu bilgiyi veren Hülâsa yazan Abdullah bin Abbâs (Radıyallâhü anh)'m hicretin 68. yık vefat ettiğini yine Ebû Nuaym' den naklen beyân etmektedir. Bu bilgilere göre Salim bin Ebi'l-Ca'd'm İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'den olan rivayeti mürsel ola­bilir. Çünkü üçüncü tabakadan olan bu râvî'nin çok mürsel riva­yetlerde bulunduğu ifâde edilmektedir. Bâzı hadîsleri de Küreyb vasıtasıyla İbn-i Abbâs' dan rivayet etmiştir.



2622) Ebû Saîd-i Hudrî (Radıyallâhü anh)'den; Şöyle demiştir:

(Ey mü'minler) dikkat ediniz Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in Cmübârek) ağzından işittiğim (şu) şeyi size haber vere­ceğim hadîsi kulaklarım işitti ve kalbim hıfzetti:

*(îsrâil oğullarından) bir adam doksan dokuz insan öldürdük­ten sonra tevbe etmek istedi. Yer yüzünün en bilgin adamını soruş­turdu. Bunun üzerine kendisine (rahip) bir kimse gösterildi. O da kalkıp ona gitti ve:

— Ben doksan dokuz insan Öldürdüm. Acaba benim için tevbe-(den yararlanma ihtimâli) var mı? diye sordu. (Râhib) adam:

— Doksan dokuz insan (m katlin) den sonra (mi? Yâni yarar­lanman ihtimâli yoktur), diye cevâb verdi. Râvi demiştir ki, katil

(bu olumsuz cevab üzerine) kılıcını kınından çekip rahibi (de) öl­dürdü ve böylece öldürdüğü insan sayısını bununla yüze çıkardı. Sonra (yine) tevbe etme arzusu belirdi. Bunun üzerine yer yüzü­nün en bilgin adamım soruşturdu. Kendisine bir (âlim) adam gös­terildi. (Bu kere) ona giderek;

Ben yüz insan öldürdüm, acaba benim için tevbe (den istifâde et­mem ihtimâli) var mı? diye sordu. Adam •.

Yazıklar olsun sana! Kim senin ile tevbe arasına girebilir (tev-beden yararlanamazsın diyebilir)? Oturduğun (Kefre isimli) kötü köyden çıkıp iyi olan falan köye (Nasra köyüne) git ve orada Rab-bine ibâdet et, dedi. Bunun üzerine (tevbekâr) katil, tavsiye edilen iyi köye gitmek üzere yola çıktı ve yolda eceli geldi. Rahmet melek­leri ile azab melekleri onun hakkında münâkaşa etmeye başladılar : Şeytân! Bu adama ben herkesten fazla yakınım, çünkü hiç bir an bana isyan etmedi (dâima bana uydu) dedi. Rahmet melekleri de: Bu adam tevbe ederek yola çıktı, dediler.»

(Râvi) Hammâm demiştir ki: Humeyd et-Tavil, Bekr bin Abdil-lah aracılığıyla Ebû Râfi (Radıyallâhü anh)'den bana rivayet ettiği­ne göre Ebû Râfi' şöyle demiştir: (Rahmet melekleri ile azab melek­lerinin ihtilâfa düşmeleri üzerine) Allah Azze ve Celle (ihtilâfın hal­li için) bir melek gönderdi. Melekler ihtilâfın Ijalli için buna baş vu­rup döndüler. Hakem olan melek: Bakınız. îki köy (yâni ölünün çık­tığı kötü köy ile gitmek istediği iyi köy) den hangisi ölünün bulun­duğu yere daha yakın ise ölüyü o köy halkının hükmüne tabi tutu­nuz, diye hüküm verdi.

(Râvi) Katâde demiştir ki: El-Hâsan (el-Basrî) bize şu hadîsi rivayet etti: Bu adama (yolun yarısında) Ölüm erişince, adam ken­dini (iyi köye doğru) itti ve böylece iyi köye yaklaştı .ve kötü köyü kendisinden uzaklaştırdı. Melekler de kendisini iyi köy halkının hük­müne tabi tuttular (yâni iyi insanlardan saydılar).

Müellifimiz demiştir ki: Ebü'l-Abbâs bin Abdillah bin İsmail el-Bağdadî (de) Affân aracılığıyla Hammâm'dan naklen bu hadîsin benzerini bize rivayet etti." [7]



İzahı





Bu hadîsi Buhârî ve Müslim de rivayet etmişlerdir. Hadîs metni bâzı rivayetlerde kısadır ve bâzı kelimeler değişiktir. E 1: H â f ı z , el-Fetih'te şöyle der;

"Bu hadîste sözü edilen katilin ve diğer adamların isimleri hak­kında bir bilgi edinemedim. Hadîste katilin bir râhib'e baş vurdu­ğu belirtildiği için olayın î s â (Aleyhisselâm)'dan sonra vuku bulduğu anlaşılıyor. Çünkü ruhbanlığın, î s â' ya tâbi toplum ta­rafından icad edildiği Kur'an-ı Kerîm'de bildirilmiştir. [8]



Hadîsten Şu Hükümler Çıkarılır





1. Müslümanı öldürmek suçu dâhil bütün büyük günahlardan tevbe etmek meşrudur. Allah Teâlâ katil adamı bağışladığı zaman maktulü ve diğer hak sahiplerini kendi hazînesinden razı eder. Ha­dîs böyle yorumlanır.

2. İnsanların işlerine bakmakla görevli meleklerin insanlar hak­kındaki ictihadları değişik olabilir. Şöyle ki, meleklerin bir kısmı bir insanın âsilerden sayılması görüşünde iken diğer bir kısmı o insa­nın Allah'a itaat edenlerden sayılması kanâatma varabilirler. Bu yüzden de melekler arasında bir ihtilâf çıkabilir. Allah yine bir me­lek vasıtasıyla bu ihtilâfı giderir.

3. İnsanın günah işlemesine çeşitli nedenlerle sebep olan çev­reyi ve muhiti değiştirmek ve iyiliklerin hâkim olduğu muhite geç­mek uygundur.

4. Hadîs, âlim adamın âlim olmayıp ibâdete düşkün adamdan üstün olduğunu ifâde eder. Çünkü katilin ilk baş vurduğu râhib âlim olmadığı için tevbe etmenin bir yarar sağlıyamıyacağını söyle­di. İkinci adam ise âlim olduğu için katile, kimsenin onun tevbe et­mesine engel olamıyacağım ve tevbe etmenin yararlı olduğunu ifâ­de etti.

Kadı Iy âz: Hadîs, tevbenin diğer günahlar için yararlı olduğu gibi katil günahına da yararlı olduğuna delâlet eder. Bu ha­dîs bizden önceki ümmetlerin şeriatını beyân etmekte ve bu kabîl delillere dayanmanın câizliği ihtilâf konusu ise de bu hüküm ihti­lâf konusu meselelerin dışında kalır. Çünkü bu hüküm hakkında şe­riatımızda da deliller mevcuttur. Bizim şeriatımızda da delü bulu-"nunca artık ihtilâfa mahal kalmaz. Dînimizdeki delillerden birisi;

«Şüphesiz, Allah zâtına ortak koşma günahım bağışlamaz ve bundan başka günahları dilediği kimseler için bağışlar.» âyetidir, de­miştir." [9]


3- Bir Yakını Öldürülen (Mirasçı Durumundaki) Kimse Üç Şeyden Birisini Seçmekte Serbesttir, Babı





2623) Ebû Şürayh el-Huzâî (Radtyallâhü «»A)'den rivayet edildiği­ne göre ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

Yakınının öldürülmesi veya bir uzvunun kesilmesi musibeti ba­şına gelen (mirasçı durumundaki) kimse (şu) üç şeyden birisini seç­mekte serbesttir. Eğer dördüncü bir şey isterse manî olunuz. (Üç şey) : Katili öldürmesi veya onu afıv etmesi ya da diyet (tazminat) alması (dır.) Kim bunlardan birisini yaptıktan sonra (diğer bir şeye) dönüş ederse şüphesiz o kimseye, içinde ebedî olarak kalacağı ve ibka edileceği cehennem ateşi vardır.»"



2624) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; ResûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Bir yakını öldürülen (mirasçı durumundaki) kimse, katili öl­dürmek veya fidye (tazminat) almaktan uygun gördüğünü seçmeye yetkilidir.»" [10]



İzahı





Ebû Şurayh (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini E b û D â -vûd ve Dârimî de rivayet etmişlerdir. T i r m i z i de bu­nun bir benzerini yine Ebû Şurayh' tan rivayet etmiştir. Bu hadîste geçen Habl, yara olarak mânâlandırılmıştır. Bu kelimenin bu mânâya olduğuna dâir olup hadîs metni arasında görülen cümlenin kime âit olduğuna dâir bir kayda rastlamadım. Bu cümle Ebû D â v û d ' un rivayetinde yoktur. E 1 - K a r î de bu kelimeyi böy­le açıklamıştır. En-Nihâye'de ise bu kelime bir organın bozulması, yâni yararlı halden çıkması mânâsına açıklanmıştır. Sindi de böyle açıklamıştır, Bir organın yararlı halden çıkması o uzvun sa­kat kalması veya kesilmesi suretiyle olabilir. Böyle bir zarara uğra­tılan kimseye verilecek tazminat veya suçluya uygulanacak kısas konusu ilerdeki bâblarda izah edilecektir.

Hadîs, maktulün mirasçısı katili öldürmek veya onu afıv etmek ya da tazminat almak hususunda muhayyer olduğuna delâlet eder. Keza, maktulün velîsinin bu üç şeyden ayrı dördüncü bir şey iste­yemeyeceğini ve istediği takdirde ona engel olunmasını ifâde ve em­reder.

Hadîsin son fırkasından kasdedilen mânâ da şudur: Maktulün velîsi, katili afıv ettikten veya tazminat aldıktan sonra onu öldür­meye dönüş yaparsa veya tazminatsız olarak katili afıv ettikten son­ra tazminat istemeye dönüş yaparsa cehennem ateşine müstahak olur. Ebû Davud'un rivayetinde ise «Böyle davranan için ebedî cehennem ateşi vardır» buyurulmuştur. daha önce defalarca anlattığım gibi zerre mikdarı îmanı olan kimsenin ebedî olarak ce­hennemde kalmıyacağı ve netice itibariyle cennetlik olacağı Kur'an-ı Kerim âyetleriyle ve hadîsi şeriflerle sabittir. Bu itibarla bu hadîs, benzerî hadîsler gibi tevil edilir. Bu tevillerden birisi, böyle davran­mayı mubah telâkki eden, yâni meselâ katili öldürmekten vaz ge-"çip tazminat aldıktan sonra onu öldürmeye dönüş yapıp bu dönüşü helâl sayan maktulün velîsi hakkındadır. Bu velî haram olan bir şeyi helâl telâkki ettiği için küfre gitmiş olur ve bu yüzden ebedî olarak cehennemde kalır. Diğer bir yorum, ebedî olarak cehennem­de kalmaktan maksad uzun süre kalmaktır, sonsuzluğa dek kalmak değildir.

Ebü Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadisi ise Kütübi Sit-te'nin hepsinde rivayet olunmuştur. Bu iki hadis, katili öldürmek veya diyet almak hususunda maktulün velilerinin serbest oldukla­rına delâlet ederler. Kısas ile diyetten birisini tercih etme yetkisinin maktulün velilerine âit olduğu görüşü cumhur tarafından da kuv­vetli görülen görüştür. Fakat, Ebû Hanîfe, Mâlik ve Sev-r i ' ye göre kısas veya diyet hususundaki tercih hakkı katile aittir.

Maktulün velîleri kasden mü'mini öldüren kimseyi öldürmekten vazgeçip diyet istedikleri ve bunu almayı katili öldürmeye tercih et­tikleri takdirde ödenecek diyet miktarı ile ilgili gerekli bilgi bundan sonra gelen bâbtaki hadislerin izahı bölümünde verilecektir. [11]



4- Katil Kasden Öldürülür De Maktulün Mirasçıları Diyete Razı Olurlar, Babı





Ebû Şurayh (R.A.Vın Hâl Tercemesi

İlk hadis râvisi Ebû Şurayh el-Huzâî'nin ismi Huveylid bin Amr'dır. Onun isminin Ka'b bin Arar, Abdurrahman bin Amr ve Hâni olduğuna dâir rivayetler, hattâ başka rivayetler de vardır. El-Münzirî'nin beyânına göre en meşhur olan rivayet ilk olanıdır. Hülâsa yazan da bu zât hakkında şu bilgiyi verir :

İsmi Huveylid bin Amr olan bu sahabî, Mekke fetih günü müslüman olmuş­tur. Yirmi adet hadîsi vardır. Buhâri ile Müslim onun iki hadisini ittifakla riva­yet etmişlerdir, Ayn ayrı da birer hadisini almışlardır. Râvileri ise Ebû Saîd el-Makbüri. Nâfi bin Cübeyr ve bir cemaattır. îbn-i Sa'd'm beyânına göre hicretin 68. yılı Medîne-i Münevvere'de vefat etmiştir. Kütüb-i Sitte'nin hepsinde onun ri­vayeti vardır. (Hülâsa: 452)



2625) Zeyri bin (Sa'cl bin) Dumayra (Radıyallâhü anhümyden; Şöyle demiştir :

Babam (Sa'd) ve amcam bana (şu) hadisi anlattılar. —İkisi de Resûluüah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in beraberinde Huneyn sa­vaşına katılmışlar idi. — İkisi dediler ki: Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bize öğle namazını kıldırdı. Sonra bir ağacın al­tında oturdu. Hındıf kabilesi başkanı el-Akra' bin Habis O'nun hu­zuruna çıkarak (katil durumundaki) Muhallim bin Cessâme'nin ka­nını (yâni öldürülmemesini) savunmaya başladı. Uyeyne bin Hısn da ayağa kalkarak (maktul) Âmir bin el-Edbat'ın kanını (yâni ka­tili olan Mu halli m'in Öldürülmesini) taleb etmeye başladı. (Maktu!) Âmir el-Eşca' kabilesinden idi. Bunun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) maktulün adamlarına:

«Diyeti (=kan bahasını) kabul ediyor (mu) sunuz?» buyurdu. Adam!ar (bundan) imtina ettiler (ve katili öldürmek istediler.) Son­ra Benî Leys kabilesinden Mükeytil denilen bir adam ayağa kalka­rak t

Yâ Resûlallah Allah'a yemin ederim ki, ben İslâmiyet'in ilk gün­lerinde öldürülen bu maktul (un kan durumun) u ancak (şöyle olan) bir koyun sürüsü (nün hâli) ne benzetirim-. Sürü su içmeye gelir de (baş kısmı) taşlanıp kovalanır, taşlanmayanı da (korkup) kaçar, (yâni ibret için katil öldürülmelidir), dedi. Sonra Peygamber (Sal­lallahü Aleyhi ve Sellem) (maktulün velîlerine) :

«Size elli (deve) bu yolculuğumuzda (peşin), elli (deve) de (Me-dîne-i Münevvere'ye) döndüğümüz zaman (diyet olarak verilsin)-buyurdu. Onlar da diyeti kabul ettiler." [12]



İzahı





Bu hadîsi Ebû Dâvûd daha uzun bir metin hâlinde ri­vayet etmiştir. Hadis, Huneyn savaşı günü buyurulduğu İ b n - i I s h â k ' m el-Mağazî'deki rivayetinde belirtilmiştir. Huneyn, Mekke ile Tâif arasında ve M e k k e' ye üç mil mesa­fede bir derenin ismidir. Bu savaşın hicretin 8. yılı Şevval ayı­nın 5'inci günü vuku bulmuştur.

Hadîste isimleri geçenler hakkında özlü bilgi verelim:

Katil olan Muhallim bin Cessâme el-Leysi, H i n d i f kabüesindendir. Bu kabilenin isminin H i n d e f oldu­ğu da söylenmiştir. El-Akra' bin Habis (Radıyallâhü anh) da bu kabilenin başkanıdır. Onun hâl tercemesi 2475 nolu ha­dis bölümünde geçti. Muhallim, onun kabilesinden olduğu için e 1 - A k r a müdafaada bulunmuştur. Muhallim tara­fından öldürülen Âmir bin el-Edbat'ın mensup olduğu E ş c a' kabilesi ise Ğ a t f â n isimli büyük bir kabilenin bir ko­ludur. Â m i r' in katili olan M u h a 1 1 i m ' in öldürülmesini isteyen ve bunda isrâr eden Uyeyne bi.n Hısn (Radıyal-lâhü anh) dâ G a t f â n kabüesindendir.

Beni Leys kabilesine mensup Mükeytil isimli zâtın bu olayla koyun sürüsü arasında yaptığı benzetmeden kasdettiği mânâ şudur:

İslâmiyet'in ilk günlerinde çıkan kasden öldürme olayında ka­tile verilecek ceza ibret verici olmalıdır. Bunun için katil öldürülme­lidir ki herkes adam öldürmekten sakınsın. Nasıl ki sulanmaya ge­len koyun sürüsünün başı taşlandığı zaman arkası da korkudan ka­çar.

Maktulün yakınları önce tazminata razı olmayıp katilin öldürül­mesinde İsrar etmişler. Sonra Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-se-Iâm) onlara ellisi peşin ve ellisi de M e d i n e' ye dönüşte veril­mek üzere yüz deveyi tazminat olarak ödemeyi teklif edince kabul etmişlerdir. [13]



Hadîsten Çıkan Hükümler :





1. Kasden öldürülen mü'min maktulün mirasçıları katili öldür­mekten vaz geçip diyet, yâni tazminat almaları caizdir.

2. Katili öldürmek veya diyet almak hususundaki muhayyerlik hakkı maktulün velilerine ve mirasçılarına aittir, katile âit değildir. Cumhurun görüşü de böyledir. Fakat Ebû Hanife, Mâlik ve S e v r i : Bu konudaki muhayyerlik hakkı katile aittir, demiş­lerdir.

3. Bir mü'mini kasden öldürmenin diyeti yüz adet devedir. [14]



Hadîsin Râvîleri





Müellifimizin rivayetinde bu hadîsi Z e y d, babası Sa'd ile amcasından, bunlar da Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâml'den rivayet etmişlerdir. D u m e y r e (Radıyallâhü anh) ise Z e y d ' in baba babasıdır. Z e y d ' in amcasının ismi hakkında bir bilgi edinemedim. Et-Takrîb'de ; Z e y d ' e Ziyâd da denil­mektedir. S a' d , onun babasıdır, D u m a y r e ise onun baba babasıdır. Bu durumda Zeyd bin Sa'd bin Dumayra, denilir. Bir de Zeyd bin Dumayra bin Sa'd denil­mektedir. Yâni Z e y d ' in babası Dumayra' dır, D u m a y -r a ' nın babası da S a ' d ' dır, diye bilgi verilmiştir.

Ebû Davud'un rivayetinde ise Ziyâd bin Du­mayra ed-Dumarî ve Ziyâd bin Sa'd bin Du­mayra es-Sülemi, şeklinde iki tür rivayet vardır. Keza, Ebû Davud'un rivayetine göre bu hadisi Zeyd, kendi babasından ve dedesinden rivayet etmiş ve babası ile dedesinin H u -n e y n savaşına katıldıklarını ifâde etmiştir. Bu rivayete göre hadî­sin ilk râvîleri Dumayra ile oğlu Sa'd' dır.

Bu zâtlar hakkında Hülâsa'da verilen bilgiyi aktarmakla yetine-lim. Çünkü sahâbî olan râvînin isminin meçhul olması bile hadisin sıhhatini haleldar etmez.

Dumayra ed-Dumarî veya e s - S ü 1 e m i (Radı­yallâhü anh) H u n e y n savaşına katılan sahâbilerdendir. Ravi-si, oğlu Sa'd (Radıyallâhü anhî'dır. Torunu Ziyâd bin S a ' d ' m da kendisinden rivayette bulunduğu söylenmiştir. Ebû Dâvûd ile I bn-i Mâceh onun hadîslerini rivayet etmiş­lerdir,[15]

Sa'd bin Dumayra CRadıyallâhü anh) da H u n e y n savaşma katılan sahâbîlerdendir. Hadisini, oğlu Ziyâd rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd onun hadîsini almıştır.[16]

Ziyâd bin Sa'd bin Dumayra es-Sülemî, babasından rivayette bulunmuştur. Râvisi, Muhammed bin Ca'fer bin ez-Zübeyr' dir. el-Mizân'da beyân edildiği­ne göre tam tanınmamaktadır. Ebû Dâvûd ile İbn-i Mâ­ceh onun rivayetlerini almışlardır.[17]



2626) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Ro-dtyallâhü anhüm)'c\en rivayet edildiğine jjöre Resûliillah (Saltaltahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kim (bir mü'mini) kasden öldürürse o kimse maktulün velîle­rine teslim edilir. Maktulün velîleri dilerlerse onu öldürürler, diler­lerse diyet (kan bahası) alırlar. Bu da otuz (aded) hikka (dört yaşı­na giren dişi deve), otuz aded cezaa (beş yaşma b&san dişi deve) ve kırk aded halıfa (hâmile deve) dir. Bu diyet, kasden öldürme tazmina­tıdır. Maktulün velîleri ile ne (meblâğ) üzerine sulh yapılırsa bu (meb­lâğ) onların hakkıdır. Bu da diyetin ağırlaştırılmış olanıdır." [18]



İzahı





Tirmizi ve Ebû Dâvûd da bu hadîsi rivayet etmiş­lerdir. T i r m i z i bu hadisin hasen - garîb olduğunu söylemiştir. Bu hadis de bir mü'mini kasten öldüren kimsenin maktulün velile­rine teslim edileceğine, maktulün velilerinin katili öldürmek veya kan bahasını almak hususunda muhayyer kılındıklarına ve bir mü'­mini kasden öldürme diyetinin belirli yaşlardaki yüz deve olduğuna delâlet eder. Terceme esnasında belirttiğim gibi bu diyet, dört yaşın­da 30 ve beş yaşında 30 dişi deve ile 40 tane hâmile devedir. Mak­tulün velîleri bundan fazla bir meblâğ üzerine sulh olurlarsa bu meblâğ onlara verilir. Anılan diyet, ağır diyettir.

Hadiste geçen Akl, diyet manasınadır. Hıkka, Cezaa ve Hahfa kelimelerinin anlamlarını tercemede parantez içi ifâde ile belirttim, [19]



Diyet Açısından Öldürme Çeşitleri





Diyet yönünden öldürme çeşitleri üçtür: Amden, yâni kasden öldürme, Şibh-i Amd, yâni kasden olana benzer öldürme ve hatâen yâni kasden olmadığı kasden olana benzemeyen öldürme. Öldürme çeşitlerinin üç olduğu görüşü Hanefîler'in, Şâfiîler'in, Hanbelîler'in, ve Evzâî, Sevrî, İsh âk, Ebû Sevr gibi âlimlerin mezhebidir. Sahâbîlerin cumhuru ile tabiîle­rin cumhuru ve bunlardan sonra gelenlerin görüşü de bu merkezde­dir. Bunlara göre kasden öldürme suçunda verilen ceza Kur'an âye-tiyle sabit olduğu üzere kısastır. Maktulün velileri kısastan vaz ge­çip diyete râzi olsalar, üzerine ittifak edilecek, barış yapılacak meb­lâğ onlara verilir. Hatâ olan öldürme olayında ise yine Kur'an âye-tiyle sabit olduğu üzere maktulün velîlerine diyet verilir. Bu diyet mikdarı bundan sonra gelecek 6. bâbta anlatılacaktır. Şibh-i Amd, yâni kasden olana benzeyen öldürme olayında ise Diyet-i Muğallaza, yâni ağırlaştırılmış diyet verilir. Bununla ilgili gerekli bilgi de bun­dan sonra gelecek 5. bâbta anlatılacaktır. [20]



Kasden Öldürme Ve Buna Benzeyen Öldürme Nasıldır ?





Hanefî mezhebine âit Fıkıh kitablanndan el-Hidâye'de şöy­le denilmektedir:

"Kasden öldürme, silâhla veya bilenmiş sopa gibi silâha benze­yen bir cisimle olan öldürmedir. Silâh veya benzerî olmayan bir cisimle olan öldürmeye Ebû Hanîfe Şibh-i Amd, yâni kas­den olana benzeyen öldürme demiştir. Ebû Yûsuf, Muham-m e d ve Şafiî ise; Katil büyük bir taş veya büyük bir ağaç vurmak suretiyle öldürürse, bu öldürme kasden öldürme sayılır. Ge­nellikle öldürücü olmayan bir cisimle dövmek niyetiyle vururken öl­dürürse bu öldürme Şibh-i Amd, yâni kasden olana benzeyen Öldür­me çeşitidir, demişlerdir. [21]



Kasden Öldürme Diyeti Nedir, Başka Bir Meblâğ Üzerine Barış Ve Katili Bağışlama Caiz Mi ?





Bu hadisi şerife göre kasden öldürülen bir mü'minin diyeti yüz devedir. Develerin yaş durumu terceme ve izahta belirtildi. Tekrara gerek yoktur. Bu diyeti katil peşin olarak ödemek durumundadır. Bu diyetin Muğallaza, yâni ağırlaştırılmış diyet olması şu yönlerden­dir : Develerin 30 adedi 4 yaşında, 30 adedi 5 yaşında ve 40 adedinin hâmile olması, diyetin katilin yakınlarından değil de doğrudan doğ­ruya katilden tahsili ve bunun defaten peşin olması gereklidir.

Mâliki, Şafiî ve Han beli mezheblerinin görüşü budur. Hanefîler'e gelince bunlara göre kasden öldürme di-

yeti yine 100 devedir. Ama bunların yaşları farklıdır. Şöyle ki, 2'nci, 3'üncü, dördüncü ve 5'inci yaşlara basmış dişi develerden 25'er aded olacaktır. Bu diyet, katilin baba tarafından mirasçısı durumunda bu­lunan erkekler tarafından üç yıl içinde taksitle ödenir. Bu diyet 6. bâbta gelecek olan hatâen öldürme nevindeki diyete göre ağırdır. Bu nedenle bu diyete de Muğallaza, yâni ağırlaştırılmış diyet denilir.

Bir mü'mini kasden öldüren katil ile maktulün mirasçıları bir kan bahası üzerine barıştıkları zaman anlaştıkları mal diyet mikda-rından az olsun çok olsun, bu sulh caizdir. Biçilen kan bahası ne ise, yâni diyet miktarından az veya çok ya da tam diyet kadarı ise bunun ödenmesi vâcib olur ve katil kısas yoluyla öldürülmekten kur­tulmuş olur. Bu hüküm hususunda imamlar ittifak halindedir. Ha­dîsin son kısmındaki fıkra kanımca bu hususa aittir. Şu halde mak­tulün velîleri ne gibi bir mal ve meblâğ üzerine sulh olurlarsa bu mikdar diyetten fazla da olsa onların hakkıdır. Diyetten fazla olur­sa şiddetlendirilmiş bir diyet olmuştur, denilebilir. [22]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ   DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ Icon_minitimeC.tesi Mayıs 08, 2010 3:51 am

5- Şibh-İ Amd (Yâni Kasıtlı Gibi Olan Öldürme) Diyeti, Muğallaza (Yâni Ağırlaştırmış) Tır, Babı





Bu bâbta rivayet olunan hadislerin tercemesine geçmeden önce ğu hususu belirtmekte fayda görüyorum:

Bundan önceki babın hadîslerinin izahım yaparken diyet duru­mu bakımından öldürme çeşitlerinin üç olduğunu ve bunlara Amden öldürme yâni kasden öldürme, Şibh-i Amd öldürme, yâni kasden ola­na benzeyen öldürme, Hatâen öldürme, yâni kasıd olmadığı gibi bu­na benzer sayılan çeşitin dışında kalan, öldürme isimlerinin verildi­ğini belirtmiştim. Ayrıca bu çeşitlerin âlimlerce yapılan tariflerine de işaret etmiştim.

Bu üç çeşidin özlü tarifini tekrarlayayım : Amden öldürme, silâh­la olan veya bilenmiş sopa gibi silâh hükmünde görülen bir cisimle işlenen katil olayıdır. Ebû H a n î fe. böyle tarif etmiştir. Ebû Yûsuf, Muhammed ve Şafii ise: Büyük taş veya bü­yük bir ağaç parçası vurmak suretiyle olan öldürme olayı da Amden öldürme türüne girer, demişlerdir.

Şibh-i amd Öldürme ise bu üç imama göre, genellikle öldürücü olmayan bir cisimle dövmek isterken bu dövmeden meydana gelen öldürme olayıdır. Ebû Hanîfe ise: Silâh ve bunun hükmün-

de görülen cisimler dışında kalan bir cisimle olan Öldürme olayıdır, demiştir.

Bu nevi öldürme Amden öldürme ile hatâen Öldürme arasında kalan üçüncü bir nevî sayılır. Mâlik bu nevi kabul etmiyor. Amden öldürme ile hatâen öldürme dışında bir öldürme çeşidi yok­tur, diyor.

Bu üçüncü nevi öldürmenin varlığına hükmeden âlimler buna şu ismi de verirler: Şibh-i amd olan hatâen öldürme (yâni kasden öldürmeye benzeyen ve fakat hatâen olan öldürme).

Hatâen öldürme nevi ile ilgili bilgi bundan sonra gelen bâbta verilecektir. Amden öldürme diyeti hakkındaki bilgi ise bundan ön­ceki bâbta verilmiştir. Şimdi burada bu iki nevin bir nevi karışımı gibi olan Şibh-i amd öldürmenin diyetini beyân eden hadisleri terce-me edelim.



2627) Abdullah bin Amr {bin el-Âs) (Rodtyallâhü anhümâ)\\m\ ri­vayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SeHcrn) şöyle buyur­muştur:

«Kasden öldürmeye benzeyen hatâen (yanlışlıkla) Öldürme ola­yının maktulü, kamçı ve sopa ile öldürülen kimsedir. (Bunun diyeti), kırk tanesi hâmile olan yüz devedir.»

Müellifimiz bu hadisin bir mislini ikinci bir senedle de Abdullah bin Amr'den merfû olarak rivayet etmiştir."



2628) (Abdullah) bin Ömer (Radiyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle de­miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Mekke fetih günü Ka­be merdiveni üzerinde ayağa kalkarak Allah'a hamu" ve sena ettik­ten sonra şöyle buyurdu;

«Hamd (Mekke'nin fethine dâir) va'dini yerine getiren, kuluna — Muhammed (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e— yardım eden ve düşman topluluklarım yenilgiye yalnızca uğratan Allah'a mahsus­tur. Bilmiş olunuz ki: (Kasden işlenene benzeyen) hatâen öldürme olayı maktulü, kamçı ve sopa ile öldürülen kimsedir. Bunun diyeti yüz devedir. Develerin kırk tanesi karınlarında yavruları bulunan haîifa (hâmile) develerdir. Bilmiş olunuz ki ı Câhüiyet devrinde if­tihar vesilesi edilen her şey ve bütün kan dâvaları şu iki ayağımın altındadır, (yâni bâtıldır, düşmüştür). Ancak olagelen Kâ'be siçtâne-si (hizmet ve bakımı) ve hacı sıkayesi (sulaması) bu hükmün dışın­dadır. Bilmiş olunuz ki: Bu iki işi evvelce olduğu gibi ellerinde bu­lunanlara vermeyi onaylıyorum.»" [23]



İzahı





Bu bâbta rivayet olunan iki hadîsi Ebû Dâvûd ve Ne-s â i de rivayet etmiştir. Râvi el-Kâsını bin Rebîa bu hadisi bir rivayetinde İ bn-i Amr (Radıyalîâhü anh) 'den, di­ğer bir rivayetinde Ukbe bin Evs aracılığıyla bu sahâbî-

den, bir başka rivayette de bu hadîsi tbn-i Ömer (Radıyal-lâhü anh)'den rivayet etmektedir. Müellifimiz ve Ebû Dâvûd bu üç rivayeti de almışlardır, pârekutnî de bu hadisi riva­yet ederek râvîlerin söz konusu ihtilâflarını nakletmiştir. El-Mün-z i r î' nin dediği gibi el-Kasım'm bu hadisi hem 1 b n - i Ömer* den hem de İbn-i Amr' den işitmiş olması muhte­meldir.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bu hadisi M e k -k e' nin fethedildiği günü buyurduğu belirtilmektedir. Mekke, hicretin 8. yılı Ramazan ayında fethedildi. Hadîste geçen "Ahzâb" kelimesi "Hizb"in çoğuludur, hizibler, topluluklar anlamın­dadır. Burda, Hendek savaşma katılan düşman kuvvetleri kas-dedilmiş olabilir. Bu kelime ile genel anlamda düşman kuvvetleri mânâsının kasdedilmiş olması da muhtemeldir.

Me'süre: Geçmişlerin övgüye lâyık meziyetleri ve iyi işleri ma­nasınadır. Burda câhiliyet devri insanlarının iftihar edip iyi iş ola­rak telâkki ettikleri şeylerdir. İslâmiyet câhiliyet devri insanlarının bu tür işlerinin iftihar vesilesi edilmesini iptal etmiştir. Keza kan gütme dâvalarını da yasaklamıştır. Câhiliyet devri insanlarının if­tihar ve övgüye lâyık saydıkları şeylerden iki tanesi bu hükmün dışında tutulmuştur. Bunlar K a' b e Sidâne'si ve hacı Sikaye'si-dir. Sidâne, K a' b e' nin bakım ve hizmetidir. Buna Hicâbe de denilir. Sikaye ise hacılara su sunmak hizmetidir. Bu iki görev câ­hiliyet devrinde de övgüye lâyık en şerefli hizmet sayılırdı. Hat-tabî: Câhiliyet devrinde Hicâbe, yâni K a ' b e bekçiliği ve hiz­meti Abdü'd-Dâr oğullarının elinde idi. Sikaye, yâni hacı­lara su sunmak hizmeti de H â ş i m oğullarının elinde idi. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) Mekke fetih günü buyur­duğu bu hadîsle bu iki şerefli hizmetin bu iki ailede kalmasını uy­gun bulmuştur. Bu emirden sonra artık K a ' b e hizmetine Şey-b e oğulları ve hacıları sulama işine de A b b â s oğulları bakma­ya devam etmişlerdir, der. [24]



Hadîsten Çıkarılan Hükümler





1. Öldürme çeşitlerinden birisi de Şibh-i amd, yâni taammüden ve kasden öldürmeye benzeyen bir öldürme nevidir. Yukarda da işa­ret ettiğim gibi Mâlik, bu nevî öldürme çeşi iinin Kur*an-i Ke-rîm'de bulunmadığım, bu nedenle öldürmenin taammüden ve hatâen olmak üzere iki türden ibaret olduğunu söylemiştir.

2. Kamçı ve sopa ile meydâna gelen öldürme olayı Şibh-i amd nevindendir. Bu hükümle ilgili ilmî görüşlerin özetleri şunlardır:

a) Hanefiler'e göre, silâh ve onun hükmünde olan ci­simler dışında kalan bir şeyle döverken ve öldürme niyeti değil de dövme niyeti taşırken meydana gelen öldürme olayıdır. Vurulan ci­sim, ister ekseriyetle tehlike arz eden büyük taş ve büyük sopa gibi bir şey olsun, ister ekseriyetle tehlike arz etmeyen küçük taş ve küçücük sopa gibi bir şey olsun fark etmez.

b) Şâfiîler, Hanbelîler ve Hanefîler' den Ebû Yûsuf ile Muhammed'e göre ekseriyetle, tehlike arz etmeyen küçük taş gibi bir cisimle dövmek isterken ve ard arda darbeler olmaksızın meydana gelen öldürmedir. Ama derbeler ard arda olursa, bu şekilde meydana gelen öldürme teammüden ve kas­den öldürme nevine girer. Zayıf bir kavle göre yine Şibh-i amd sa­yılır.

c) Bu nevi öldürme kısmının, varlığını kabul etmeyen Mâli-kiler ise: Küçük taş ve küçük sopa ile meydana gelen öldürme teammüden olan öldürme nevine girer, demişlerdir.

3. Şibh-i amd, yâni kasden olan öldürmeye benzeyen öldürme diyeti Muğallaza, yâni ağırlaştırılmış diyettir. Çünkü ödenen 100 de­venin 40 adedinin hâmile olması şartı koşulmuştur. [25]



Âlimlerin Bu Diyet Develeri Yaşları Hakkındaki Görüşleri





A) Atâ, Şafiî ve Muhammed bin el-Hasan bu hadîsin zahirini tutarak: Bu diyet, kırk aded hâmile, dört ya­şma ve beş yaşına basmış otuzar aded dişi olmak üzere yüz deve­dir, demişlerdir. Muğallaza, yâni ağırlaştırılmış olan bu diyet kati­lin baba tarafından olan mirasçıları tarafından üç yıl içinde taksitle ödenecektir.

B) Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, Ahmed ve İ s -hâk'a göre. bu diyet, iki, üç, dört ve beş yaşlarına basmış dişi develerden yirmi beşer adettir. Bu diyet katilin baba tarafından olan erkek mîrasçılarınca üç yıl içinde taksitle ödenir.

C) M â 1 i k î 1 e r ise bu nevî öldürmeyi teammüden öldürme sayarlar ve: Bunun diyeti teammüden öldürme diyetidir, derler ki, A grubunun yuka^c beyân edilen görüşlerinde anlatılan yaşlarda­ki develerdir. [26]



6- (Bîr Mü'mînî) Hatâen (Yanlışlıkla) Öldürme Diyeti, Babı[27]





2629) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâ)'âan rivayet edil­diğine göre :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Seîîem), öldürme diyetini on iki bin (dirhem gümüş) kıldı."



2630) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-dtyallâhü anhüm)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

Kim hatâen (= yanlışlıkla) öldürülürse onun develerden di­yeti otuz bint-i Madhâd (iki yaşma giren dişi deve), otuz bint-i Lebûn (üç yaşma giren dişi deve), otuz hıkka (dört yaşma basan dişi deve) ve. on ibn-i Lebûn (üç yaşına giren erkek deveîdir, buyurmuştur.

BesûluIIah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), köylülerin ödeyeceği bu diyet için dört yüz dinar (altın) veya buna denk gümüş kıymet takdir ederdi. Deve sahiplerinin ödeyeceği bu diyet için de kıymet takdir ederdi. Develer pahalanınca, (deve sahiplerinin ödeyeceği) diyetin bedelini de artırırdı ve develerin fiatı düşünce diyetin bede­lini de eksiltirdi. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), (deve sahiplerinin ödeyeceği bu nevî diyetin kıymetini) zamanın (rayiç) durumuna göre ayarlardı. Böylece bu nevî diyetin kıymeti Resûlul­lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta olduğu dönemde, dört yüz dinar (altın) ile sekiz yüz dinar (altın) arasındaki meblâğlara veya bunun (yâni sekiz yüz dinarın) gümüşten dengi olan sekiz bin dirheme ulaştı.

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sığır sürüsü sahipleri tarafından diyeti sığırdan ödenecek maktulün diyetinin iki yüz sığır olduğuna ve koyun sürüsü sahipleri tarafından diyeti koyundan öde­necek maktulün diyetinin iki bin koyun olduğuna hükmetti."



2631) Abdullah bin Mes'üd (Radıyallâhü anh)'âen rivayet edildiği­ne göre: Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyîe buyurdu, demiştir:

«Hatâen (yanlışlıkla) öldürme diyetinde yirmi hıkka (beş yaşı na giren dişi deve), yirmi cezaa (dört yaşına giren dişi deve), yirmi bint-i mahad (iki yaşına giren dişi deve), yirmi bint-i Lebûn (üç ya­şma giren dişi deve) ve yirmi ibn-i mahad (iki yaşma giren erkek deve lâzım)dır.»"



2632) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle de­miştir :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) öldürme diyetini on iki bin (dirhem gümüş) kıldı. İbn-i Abbâs dedi ki: Allah Teâlâ'mn:

«Allah ve Resulü bol nimetinden onları zenginleştirdi de öç almaya kalktılar,[28] buyruğu, bunun hakkındadır. İbn-i Abbâs dedi ki: Âyette sözü edi­lenler diyet almakla (zenginleştiler.)" [29]



İzahı





Ibn-i Abbâs (Radıyallâhü anh)'ın ilk hadisini E b û Dâvûd, Tirmizî, Nesâi, Beyhakî ve Dâre-k u t n î de rivayet etmişlerdir. O'nun diğer hadîsini, yâni bu ba­bın son hadisini N e s â i de rivayet etmiştir.

Amr bin Şuayb'in dedesinin hadîsini Ebû Dâvûd ve N e s â î de rivayet etmişlerdir.

İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini Ebû Dâ­vûd, Tirmizî, Şafiî, Ahmed ve Nesâî de ri­vayet etmişlerdir.

İbn-i Abbâs (Radıyaliâhü anh) 'in hadîslerine göre di­yet, gümüşten ödendiğinde on iki bin dirhemdir. Amr bin Şuayb'in dedesinin hadîsine göre ise köylüler diyeti altın veya gümüşten ödediklerinde, dört yüz dinar altın veya bunun değerin­deki gümüşü öderler. Bir dinar on dirhem kabul edildiğine göre dörtyüz dinar altın dört bin dirheme tekabül eder. Bu, meblâğ köy­lülerden alman diyet miktarıdır. Köylülerden bu kadar diyet aldı­ran Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) deve sahiplerinden bu meblâğı almayıp ödenmesi gerekli develerin günün râyıcına gö­re olan değerinin tutarı ne ise onu tahsil ettirdiği bu hadîste belir­tilmekte ve bu tutarın o dönemde dört yüz dinar ile sekiz yüz di­nar arasında oynadığı ifâde edilmektedir. Ayrıca sekiz yüz dinarın sekiz bin dirhem gümüşe tekabül ettiği bildirilmektedir.

Amr bin Şuayb'in dedesinin hadîsinden çıkarılan di­ğer bir hüküm de sığır sahiplerinden iki yüz sığır ve koyun sahip­lerinden iki bin koyun diyet olarak alındığı ifâde edilmektedir.

Şu noktayı da belirteyim: Altın, gümüş, sığır ve koyundan öde­nen mezkûr meblâğları hatâ en, yâni yanlışlıkla öldürme diyeti ola­rak alındığı anlaşılıyor. Altın, gümüş, sığır ve koyundan da diyetin ödenmesinin câizliğine hükraeden âlimlerin bir kısmı: Bu mallar­dan ödenecek meblâğlar Hatâen olan öldürme diyeti olabildiği gibi Şibh-i amd, yâni teammüden öldürmeye benzeyen öldürme diyeti de olabilir, demişlerdir.

Hatâen, yâni yanlışlıkla öldürme diyeti deve olarak ödendiğinde: Amr bin Şuayb'in dedesinin hadisine göre bu diyet, iki, üç ve dört yaşlarına basmış otuzar aded dişi deve ve üç yaşma basmış on tane erkek devedir. H a t t â b i, el-Maâîim'de: Fıkıh-çılardan bu hadîs ile hükmeden hiç kimseyi bilmiyorum, demiştir. Yâni hatâen öldürme diyetinin bu hadîste yaş, cinsiyet ve sayısı be­lirtilen develer olduğuna hükmeden fıkıhçı yoktur. Fıkıhçıların bu husustaki görüşleri ve delilleri aşağıda beyân edilecektir.

îbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'in hadîsine göre hatâen öldürme diyeti, iki, üç dört ve beş yaşlarına basmış yirmişer aded dişi deve ve iki yaşına basmış yirmi adet erkek devedir.

2630 nolu hadîste geçen cümlesi sünenimizin elde mevcut iki nüshasında böyledir. Cümle bu olunca şöyle ter-ceme etmek gerekir kanısındayım:

"Ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), hatâen —yan­lışlıkla— öldürme diyetine develerin zamanlarına göre (yâni deve­lerin değişik zamanlardaki fiatlarına göre) kıymet takdir ederdi."

Sünenimizin bir nüshasında bu cümle yerine cümlesi bulunur. Nesâî' nin rivâyetindeki cümle de böyledir. Cümle böyle olunca mânâsı gayet açıktır ve meâlen şöyledir: «Ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hatâen öldürme diyetini (ödemek durumundaki) deve sahipleri üzerine (şöyle) kıymet tak­dir ederdi.»

Bu cümle Ebû Davud'un süneninde; «Ve Resûi-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) hatâen öldürme diyetine, develerin Hatlarına göre kıymet tak­dir ederdi,» şeklindedir. Bu ibarenin anlamı da gayet açıktır. Arap-

ça yazıyı bilenlerin malumu olduğu üzere; «ezmân» kelime­si ile; «esman» kelimesinin yazılışı arasında bir yakınlık vardır. Esman kelimesi mânâ bakımından daha uygun olduğu için sünenimizdeki Ezmân kelimesi bir matbaa hatâsı olabilir. Allah en iyi bilendir. [30]



Dört Mezheb Âlimlerinin Hatâen Öldürme Diyetine Dâir Görüşleri





1. Hanefiler ile Han be li ler'e göre hatâen, yâ­ni yanlışlıkla öldürme diyeti yüz devedir. Develerin yaş ve cinsiye­ti şöyledir : İki, üç, dört ve beş yaşlarına basmış yirmişer adet dişi ve iki yaşına basmış yirmi adet erkek devedir. Delilleri ise 2631 nolu İbn-i Mes'ud (Radıyallâhü anh)'m hadisidir. İ b n-i M e s'û d ' un görüşü de böyledir.

2. Şâfiiler ile M â 1 i k i 1 e r'e göre bu diyet birinci grubun belirttiği develerdir. Şu farkla ki, ödenecek yirmi erkek de­venin iki yaş değil de üç yaşma girmiş olması gereklidir. E 1 - L e y s bin S a ' d ' m görüşü de budur. Sindi, Nesâi' nin ha­şiyesinde Şerhü's-Sünne'den naklen şu bilgiyi verir : Şafii1 nin iki yaşındaki erkek deve yerine üç yaşındaki erkek devenin öden­mesine hükmetmesinin sebebi şudur: İbn-i Mes'ûd'un bu hadîsinin râvilerinden Hışf bin Mâlik meçhuldür. Bun­dan başka hadisi yoktur. H a y b e r maktulleri için Resûl-i Ek­rem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in zekât develerinden diyet ödedi­ği rivayet olunmuştur. Zekât olarak ödenen deve yaşlan içinde iki yaşma basmış erkek deve yoktur, iki yaşma girmiş dişi deve bulun­madığı zaman, onun yerine üç yaşma basmış erkek- devenin zekât olarak ödenmesi caizdir.

İbn-i Mes'ûd'un bu hadisine âit senedde H a c c â c bin E r t â t isminde zayıf râvi de mevcuttur.

Dört mezheb âlimlerinin görüşüne göre hatâen öldürme diye­ti katilin yakınları tarafından ödenir ve bu diyet hafif bir diyettir. [31]



Diyet Deveden Başka Mallardan Da Ödenir Mi?





Bu bâbta rivayet olunan İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anhl'ın iki hadisi ile A m r bin Şuayb'in dedesinin hadî­sine göre diyet altın, gümüş, sığır ve koyundan da Ödenebilir. Dört mezheb âlimlerinin bu husustaki görüşlerine gelince :

1. Hanefîler Üe Hanbeli ler'e göre diyet deve­den ödendiği gibi altın ve gümüşten de ödenebilir. Altın ve gümüş­ten Ödenebilmesi için develerin bulunamaması şartı yoktur. Diyet bu üç nevi maldan başka şeylerden ödenemez. Diyet altından öden­diğinde bin dinar ödenir. Bir dinar bir miskal demektir. Diyet gü­müşten ödenecek olursa on bin dirhem ödenir. Dinar, miskal ve dir-hem'in kaç grama tekabül ettiğini öğrenmek için sünenimizin zekât bölümüne baş vurabilir.

Hanefîler' den Ebü Yûsuf iîe Muhammed'e göre diyet sığır, koyun ve elbiseden de ödenebilir. Diyet, sığırdan iki yüz adet, koyundan bin aded ve elbiseden iki yüz takımdır.

2. Ş â f i î' ye göre diyet, ancak develerden ödenir. Tarafla­rın rızâsı olursa bunun değeri ödenebilir. Şayet deve yok İse mû-temed kavline göre develerin değeri ödenir. Şafii' nin kadim (eski) kavline göre develer bulunmazsa bunun yerine on iki bin dir­hem gümüş veya bin dinar altın ödenir. Fakat mûtemed kavli cedid (yeni) olan birinci kavlidir. Diyet, sığır, koyun ve elbise gibi mallar­dan ödenmez.

3. Mâlikiler'e göre diyet on iki bin dirhem gümüş veya bin dinar altın ödenebilir. Bu kavil, Ahmed, İshâk, Ha­san-1 Basrî ve Urve bin Zübeyr' den de rivayet olunmuştur. Mâliki mezhebine göre diyet sığır, koyun ve el­bise gibi mallardan ödenemez.

Diyetlerle ilgili geniş bilgi için fıkıh kitablarına baş vurulmalıdır.

Biz bu kadarhk bilgi ile yetindim. [32]



7- Diyet, Âkile (Katilin Yakınları) Üzerine (Vâcib)Dir. Eğer Âkile Yok İse Diyet Beytü'l-Mal (Devlet Hazînesi) İçinde(N Ödenmesi Lâzımıdır, Bâbî





Âkile: Âkil'in çoğuludur. Âkil, diyeti ödeyene denilir. Akl da diyet manasınadır. Diyet kelimesini daha önce açıklamıştım.Tekrar söyleyeyim: Diyet ise kan bahası olarak ödenen tazminata deni­lir. Akl kelimesinin lügat mânâsı deveyi bağlamaktır. Diyet deve­lerini ödeyenler bu develeri maktulün mirasçılarının evleri önüne getirip bağladıkları için diyete Akl denilmiş ve bunu ödeyene Âkil denilmiştir. Ödeyenler birden fazla kişiler olduğu için de bunlara çoğul mânâsını ifâde eden Âkile ismi verilmiştir. Diyetin aslı deve­lerden ödenir. Şayet develerin değeri olan altın veya gümüş olarak ödenirse buna da Akl denilmiştir, ödeyenlere de Âkile denilmiştir. Âkile katilin baba tarafından olan yakınlarıdır. Ayrıntılı bilgi bu bâbtaki hadîslerin izahı esnasında verilecektir. Hadîsleri terceme ederken diyeti ödeyenleri Âkile ismi ile ifâde edeceğim.



2633) El-Muğîre bin Şu'be[33] (Radtyallâhü ankyden; Şöyle de­miştir :

BesûluUah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) diyetin (katilin) âkile­si tarafından ödenmesine hükmetti."



2634) El-Mıkdâm eş-Şâmî (bin Madîkerib)[34] (Radtyallâhü anh)'-den. rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) şöyle bu­yurdu, demiştir :

-Mirasçısı olamayan (nıüslüman)ın mirasçısı benim. (Yâni ma­lım beytü'1-mala korum). Onun diyetini Öderim ve ona mirasçı olurum. Dayı, mirasçısı olmayan (yeğenin) in mîrasçısıdır. Onun yerine diyet öder ve onun mirasını alır.»" [35]



İzahı





El-Müğîr e (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmiş­lerdir. El-Mikdâm (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Ebû Dâ­vûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir.

Bu hadîsler, diyetin katilin âkilesi tarafından ödenmesinin ge­rektiğine delâlet ederler.

Âkile kelimesinin mânâsı hakkında yukarda özlü bilgi vermiş­tim. Âlimler bu kelime ile kasdedilen mânâ hakkında biraz farkh görüş beyân ettikleri için bu konuya özlü olarak değinmek isterim. Şöyle ki:

1. Hanefîler'e göre hatâen, yâni yanlışlıkla öldürme ve teammüden olmamakla beraber buna benzeyen ve Şibh-i amd ismi verilen öldürme olayı dolayısıyla maktulün mirasçılarına ödenecek diyet, katilin âkilesi tarafından verilir. Bu diyeti verenlere Âkile de­nilir. Katil, ismi divân denilen ve devlet tarafından tutulan büyük defterlerde yazılı askerlerden ise onun âkilesi bu defterlere isimleri yazılı olanlardır. Bunlar onun diyetini üç yıl içinde öderler. Divân'-da isimleri yazılı bulunan kadınlar ve çocuklar âkile dışında tutu­lurlar. Divânda yazılı erkeklerin katilin akrabaları olması şartı aran­maz. Şayet katil, divânda yazih değil ise âkilesi onun kabilesidir. Di-vân'da ismi yazılı olmadığı gibi kabilesi ve yakınları da yok ise âki­lesi, beytü'î-maldır. Yâni diyeti devlet hazinesinden ödenir. Katilin babası ve oğulları gibi usûl ve furuunun âkileden sayılıp sayılma­yacağı hususunda ihtilâf vardır.

2. Şafii ve Hanbeli âlimlere göre de hatâen ve şibh-i amd olan, yâni teammüden olmayan cinayetlerde ödenmesi gerekli diyet, katilin âkilesi tarafından ödenir. Katilin âkiîesi, baba tarafın­dan olup erginlik çağma varmış ve aklı olan erkek yakınlarıdır. Ka­tilin usûl ve furuu, yâni babası, baba babası... oğulları, oğullarının oğulları..., kadınlar ve küçük yaştaki akrabalar âkiîeden sayılmaz­lar. Katilin bu nevi yakınları yok ise ve âzadlanmış köle durumunda ise âkilesi onu âzadlayan kimsedir. Şayet böyle bir durum da yok ise âkilesi Beytü'l-Maldır. Yâni diyeti devlet hazinesinden ödenir. Bu da yok ise diyet katilin kendisinden tahsil edilir. Bu diyet üç yıl için­de taksitle ödenir.

3. Mâîikiier'e göre katil divân denilen defterde yazılı askerlerden ise âkilesi, divânda yazılı olan kimselerdir. Divân yok, veya katil yazılı değil ya da yazılı olanların sayısı yediyüzden az ise diyetin eksik kalanı veya tamamı katilin asaba ismi verilen yakın­ları tarafından ödenir. Asaba, yâni katilin oğulları, torunları, erkek kardeşleri, erkek yeğenleri, babası, baba babası gibi mirasçıları ni­kâhtaki sıraya göre diyeti ödemekle mükelleftir. İlk sıradakiler di­yeti ödeyemezlerse, bunlardan sonraki sıralarda olanlar da bu yar­dıma katılırlar. $âyet katilin mirasçıları yok ise ve âzadlanmış du­rumda ise âkilesi onu âzadlayan kimsedir. Böyle bir durum da yok ise âkilesi Beytü'l-Maldir. Yâni diyeti devlet hazinesinden ödenir. Diyet üç yıl içinde taksitle ödenir.

Daha geniş bilgi için fıkıh kitablarına baş vurmayı tavsiye ede­rim.

M i k d â m (Radıyallâhü anh)'in hadîsine göre dayı. mirasçı­dır ve yeğeninin diyetini Öder.

Ferâiz kitabında beyân edileceği üzere, kişinin yakınlarından bir kısmının miras hissesi tâyin ve tesbit edilmiştir. Bir kısım yakınlar ise belirli hisseleri bulunan kimseler bu hisseleri aldıktan sonra ka­lan malı alırlar. Şayet belirli hisse sahibi durumunda mirasçı yok ise malın tamâmım alırlar. Bu nevî mirasçılara Asaba ismi verilir. Be­lirli hissesi bulunanlara da "Ashab-ı furûd = Belirli pay sahipleri" ismi verilmiştir. Bu iki grubun dışında kalan yakınlara Zevi'l-Arhâm denilir. Dayılar, teyzeler, halalar, kızların çocukları Zevi'l-Arhâm ne-vindendir. Mirasçılardan ashab-ı furuz ve asaba ismi verilen ya­kınlar bulunmadığı takdirde Zevi'l-arhâm ismi verilen yakınların mi­rasçı olup olmadığı meselesi ihtilaflıdır. Sahâbilerin çoğu ile tabiî­lerin bir kısmına göre bu nevî yakınlar mirasçı sayılırlar. Z e y d bin Sabit (Radıyallâhü anh) ile tabiilerin bir kısmına göre bunlar mirasçı değildir. İlk iki grubtan mirasçı yok ise ölünün ma­lı devlet hazinesine kalır.

M i k d â m (Radıyallâhü anh)'in bu hadisi Zevi'l-Arhâm olan yakınların mirasçı olduğunu söyleyen âlimler için bir delildir. Ha­nefi âlimler de bu görüştedirler. Fakat Şafiî ve Mâlik bu görüşte olmayıp Zeyd bin Sabit (Radıyallâhü anh)'in görüşünü tutmuşlardır.

Diyetin katilin yakınları tarafından ödenmesi hükmünde gerek katilin bu nevi suçlan tekrarlamasının önlenmesi, gerekse maktulün yakınlarının menfaatlarının korunması açısından büyük hikmetleri vardır. Başka faydalan da bulunan bu hükümün yararlan fıkıh ve hadîslerin şerh kitablarında anlatılmıştır. [36]



8- Maktulün Velisi İle Kîsâs Veya Diyet Arasına Giren (Yânî Ona Manî Olan) Kimse (Hakkında Gelen Hadis) Babı





2635) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâydan rivayet edil­diğine göre; Peygamber (Sallallakü Aleyhi ve Sellent) şöyle buyurmuştur:

«Kim nasıl olduğu belirsiz bir karışıklık içinde veya yakutlarını savunma esnasında bir taş veya bir kamçı ya da bir sopa ile (öldürme kasdı olmaksızın) öldürürse o kimse üzerine hatâen (yanlışlıkla) öl­dürme diyeti (vâcib) dir. Kim (bu ortamda) kasden öldürürse bu (öldürme) kısasta sebebidir. Kim de katil ile kısas araşma girer (yâ­ni katilin öldürülmesine engel olur) ise, Allah'ın, meleklerin ve bü­tün insanların laneti o kimse üzerine olsun (veya üzerinedir). O kimseden ne tevbe kabul olunur, ne de fidye (veya o kimsenin ne nafile ibâdeti ne de farz ibâdeti kabul olunur.»)" [37]



İzahı





Bu hadîsi Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmiş­lerdir. Bu hadîste geçen bâzı kelimeleri açıklayalım:

İmmiyyet ( Neden ve nasıl olduğu belirsiz şeye denilir. Bu keli­me Amıy kökünden alınmadır. Amıy, âmâlık, körlük ve delâlet de­mektir. Nasıl ve niçin olduğu anlaşılmayan bir şey için kullanılan "Muamma" kelimesi de kökten alınmadır.Suyûtî ve Nevevi bu kelimeyi böyle açıklamışlar ve buna örnek olarak kabi- lelerin asabiyet nedeniyle dövüşmelerini göstermişlerdir.

Hadîste geçen "Asabiyyet" kelimesi de kişinin yakınlarını koruması ve savunması anlamına yorumlanmıştır.

Hadisten kasdedilen mânâ şu olsa gerek :

İki grup arasında çıkan ve meşru bir nedene dayanmayan bir dövüşme ve karışıklık içinde bir adam Öldürme kaseli yok iken vur­duğu bir taş veya bir kamçı ya da bir sopa ile bir müslümanı öl­dürürse, bu suçtan dolayı katilin kısas olarak öldürülmesi söz ko­nusu değildir. Bu suçtan dolayı hatâen öldürme diyeti gerekir. Bur-daki hatâen öldürme diyetinden maksad "Şibh-i a m d" yâni team-müden öldürmeye benzeyen öldürme nevine âit diyettir. Çünkü 2627 ve 2628 nolu hadislerde kamçı ve sopa ile öldürülen kimsenin Şibh-i amd maktulü olduğu belirtildi.

Bir karışıklık ve arbede içinde bile olsa bir mü'mini kasden ve teammüden öldüren kimse ise kısas cezasına müstehak olmuş olur. Hadis bu durumu da belirttikten sonra katilin kısas olarak öldürül­mesini engelleyenin vahim ve çok tehlikeli durumunu belirtir. Bu fıkradan maksad ise, maktulün velileri katilin kısas edilmesinden vaz geçmedikleri ve katili bağışlamadıkları veya diyet almayı ka­bullenmedikleri halde katili koruyup Allah'ın kısas hükmüne mâni olmanın ağır ve büyük günah olduğunu ifâde etmektir. Ama bir kim­se katilin bağışlanması için maktulün velîlerinden ricada bulunur, aralarında sulh yapmaya çalışır ise bunda bir sakınca yoktur. Ha­dîs bunu yasaklamaz.

Katilin diyet vermesine maktulün velîleri rızâ gösterdikleri hal­de bunu engellemek de ayni hükme tâbidir, yasaktır. Hadisin;cümlesini kısas ve diyete şümullü olacak bir şe­kilde açıklamak da mümkündür ve muhtemelen müellifimiz bu mâ­nâyı tercih etmiştir. Babın başlığı bunun belirtisi sayılabilir. Bu tak­dirde bu cümle şöyle terçeme edilir:

"Kün katil ise kısas veya diyet arasına girerse..." Yâni katilin kısas olarak öldürülmesine veya diyetin tahsiline mâni ve engel olursa...

Hadiste geçen *'Sarf" kelimesi tevbe mânâsına yorumlandığı gi­bi nafile ibâdet mânâsına da yorumlanmıştır.

"Adi" kelimesi de fidye mânâsına yorumlandığı gibi farz ibâdet mânâsına-'da yorumlanmıştır.

Katilin öldürülmesine veya diyetin ödenmesine mâni olan, zor kul­lanarak veya bozgunculuk ederek bu işe engel olan kimsenin lanet­lenmesinden maksad Allah'ın rahmetinden uzak kılınmasıdır. Bu günahı işleyenin tevbesinin, ibâdetlerinin ve fidyelerinin kabul olun­mamasından maksad da korkutma ve tehdiddir. Bunun benzerleri sünenimizde defalarca geçti. Örnek olarak 2609-2611 nolu hadisle­re müracaat edilebilir.

Diyetin mâhiyeti için 2627, 2628 nolu hadislerin terceme ve izah­larına müracaat edilmelidir. [38]



9- Hakkında Kısas (Misilleme) Olmayan (Yaralamalar) Babı





2636) Câriye (bin Zafar)[39] (Radtyallâhü j«*)'den :

Bir adam başka bir adamın alt koluna kılıç vurup mafsal olma­yan bir yerden kesip kopardı. Kolu koparılan adam Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellemî'e müracaatla, kolunu kesenden hakkını al­masını İstedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kolu kesile­ne diyet ödemeyi emretti. Adam i

— Yâ Resûlallah ben kısas istiyorum (yâni kolumu kesen has­mımın kolunun kesilmesini istiyorum), dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) :

«Diyeti al. Allah diyeti sana mübarek eylesin,» buyurdu ve onun için hasmının kısas edilmesine hükmetmedi."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Dehsem bin Kurrân el-Yemâni bulunur. Ebû Dâvûd onu zayıf saymıştır. Zevâid yazan : Müellif (İbn-İ Mâceh)'in yanında Câriye'nin bundan başka hadisi yoktur. Kütüb-i Sitte'nin di­ğerlerinde ise onun hiç bir hadîsi yoktur, demiştir.



2637) EI-Abbâs bin Abdilmuttalib (Radıyallâhü anhyâen rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selimi) şöyle buyurdu, de­miştir :

«Ne me'mûne (beyin zarına ulaşan yara) da, ne câife (bedenin iç kısmına ulaşan yara) da ne de münakkıla (kemiği kırıp yerinden kaydıran yara) da kısas (yâni misilleme) vardır. (Yâni başkasını böy­le yaralayan kimseye ceza olarak misilleme yapılmaz.)»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Rişdin bin Sa'd el-Mısri Ebü'l-Haccâc el-Mehri bulunur. Bir cemaat onu zayıf saymıştır, Ahmed'in onun hakkındaki sözleri değişiktir. Çünkü bir defasında onun zayıf olduğunu söylemiş, başka bir kere : Onun hadîsinin işe yarar durumda olduğunu umarım, demiştir. [40]



İzahı





Bu babın iki hadisi de Zevâid türündendir.

Bu kitâbm 3. babında rivayet olunan 2623 ve 2624 nolu hadis­lerin terceme ve izahında belirtildiği gibi bir mü'mini kasden öldüren kimsenin kısas olarak, yâni misilleme olarak öldürülmesi gerekir. Ancak maktulün velileri katili bağışlayabilirler veya maktulü diyet 1: karşılığı serbest bırakabilirler. Keza bir mü'minin el, göz ve diş gibi organlarım yok eden, kesen, koparan kimse de bir cinayet işlemiş olur ve misilleme olmak üzere bu organının kesilmesi, koparılması meşru kılınmıştır. Ancak bu cezanın uygulanabilmesi için fıkıh kitablarında belirtilen bâzı şartların gerçekleşmesi aranır. Bu nevî zulüme uğrayan kimse dilerse hasmını diyet karşılığı veya karşılıksız bağışlayabilir.

Gerek bir organı kesmek ve gerekse yaralamak suçlarının cezâ-, sı bazen kısas, yâni misilleme olmaz da tazminat olur. Çünkü her v yaralama veya organ kesmeye karşılık verilecek kısas cezasının su-:. ça tıpa tıp uyması güç olabilir. Örneğin bu babın hadislerinde sözü , edilen ve Me'mûme ismi verilen kafa yarası. Böyle yaralamada kafa ;. kırılarak yara beyin zarına ulaşmıştır. Bu suçu işleyene misilleme yapmak onun kafasını ayni şekil ve ölçüler içinde yaralamaktır. Bu­nun güçlüğü apaçıktır, îşte bu gibi yaralamalarda kısas cezası yok­tur. Ancak diyet ve hükümet ismi verilen tazminat cezası uygulanır. Hangi durumda kısas ve hangi durumda diyet veya hükümet deni­len tazminat cezası verileceği hadîslerde ve fıkıh kitablannda an­latılmıştır. Biz bunlardan sadece sünenimizde rivayet olunan hadîs­lerde beyân edilen yaralamalar ve organ kesmelerle ilgili hüküm­leri açıklamakla yetineceğiz. Çünkü bütün yaralamalarla ilgili bil­gi çok uzun sürer.

Bu babın ilk hadisinde geçen Saîd, insan kolunun parmak uçla-rından dirseğe kadar olan kısmına denilir. Hadîste sözü edilen ada­mın kolu bilek ile dirsek arasında kalan bir yerinden kılıçla kesil-1 diği için kendisi hasmının kolunun da ayni şekilde kesilmesini ve ' böylece kısas hükmünün uygulanmasını istemiş. Fakat Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) bu isteği kabul etmeyerek diyet öden­mesine hükmetmiştir. S i n d î' nin dediği gibi Resûl-i Ekrem , (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in burda kısas hükmünü uygulamama­sının sebebi hakkında şöyle denilmiştir: Kemik mafsaldan başka bir yerinden kesildiği zaman buna karşılık, kısas olarak hasmın kemi­ğini ayni Ölçüde kesmek mümkün değildir. [41]



Elin Diyeti Nedir?





Hadîste, kolu bileğinin yukarısından kesilen adama diyet veril­diği bildiriîmektedir. Fakat diyetin ne olduğu belirtilmemiştir. Dört mezheb âlimleri bir müslümanın eîini bilek mafsalından kasden ve teammüden kesen câni'nin elinin kısas, misilleme olarak kesilmesi üzerine ittifak etmişlerdi*. Bunların delili ise M â i d e sûresinin 45. âyetindeki; "Ve yaralara kısasa hükmettik"emridir. Bu ilâhî hüküm, misilleme cezasını ifâde eder. Bu itibarla misillenme mümkün olduğu zaman kısas hükmü uygulanır. Misille­meye riâyet edilmesi mümkün olmadığı yaralar için kısas durumu yoktur. Eli bilek mafsalından kesmek mümkün olduğu için kısas hük­mü burda uygulanır. Ayak, diş ve parmak gibi uzuvlar da böyledir. Fakat mağdur edilen kişi, hasmını diyet karşılığında veya diyetsiz bağışlayabilir. Bir elin diyeti tam diyetin yansıdır. Yâni elli devedir. Bir ayağın diyeti de elli devedir.

Hadiste sözü edilen olayda olduğu gibi şayet kişinin eli bilek mafsalından değil de daha yukardan ve mafsaîsız yerden kemiği kes­mek suretiyle koparılırsa, bu olayda kısas tatbiki mümkün olmadı­ğı için Hanefi, Şafiî ve Mâliki mezheblerine göre bilekten parmaklara kadar olan kısım için kolu kesilenin kabulü hâ­linde tam diyetin yarısı olan elli deve diyet ödenir. Bilekten yukarı olan kısım için hükümet denilen tazminat ödenir. Hükümet şu de­mektir : Diyetin tamamı veya belirli bir payının ödenmesine dâir bir hüküm bulunmayan yaralar için şu ölçüye göre bir tazminat takdir edilir. Yaralanan kişi köle olmuş olsaydı yaralanmamış iken kaç li­ra değerinde idi ve yaralanmış iken kaç lira kıymetindedir. Meselâ bu yara yok iken 100 dinar ve yaralandıktan sonra 90 dinar kıymet takdir edilirse bu yara onun değerini onda bir oranında düşürmüş­tür. Şu halde bu yaranın tazminatı tam diyet olan 100 devenin onda biri olan 10 devedir, denilir. İşte bu on develik tazminata hükümet denilir.

Kolu bileğinin yukarısında ve dirseğin aşağısında kesilen kim­se, diyet ve hükümet denilen tazminatı kabul etmeyip hasmının kı­sas edilmesinde ısrar ederse bu hadise göre bu istek reddedilecektir. Fakat hadisin senedinin zayıflığını not kısmında belirttim. Yukarda geçen M â i d e sûresinin 45. âyeti yaralar için kısas hükmünü koymuştur. Bu olayda caninin kolunu, mağdurun kolu gibi ve ta­mamen tıpa tıp ona uygun bir şekilde kesmek mümkün değil ise de bilekten kesmek mümkündür. Bu itibarla dört mezheb imamının bu mesele hakkında ittifakla vardıkları hüküm şöyledir:

Caninin kolu bilekten kesilir. Mağdurun bilekten yukarı kesilen kısım için de caniden tazminat istenir. Şayet bir kimse bir kimsenin kolunu dirsek ile omuz mafsalı .arasında kalan bir yerinden, yâni pazının bir kısmını kesip koparırsa, kısas olarak caninin dirsek maf­salından kolu kesilir. Çünkü pazı kemiğini, mağdûrunki gibi ve ta-

mamen ona uygun bir şekilde kesmek mümkün değildir. Mağdurun dirsek mafsalından yukarı olan kısım karşılığında da caniden taz­minat istenir. Mağdur kişi, dilerse caniyi bağışlar veya kolunun ke-silmeyip diyet ve tazminatın ödenmesini taleb edebilir.

îkinci hadîste geçen üç nevi yara ismi geçmektedir. Bunların isimlerini ve Türkçe karşılığım tercemeye geçirdim. Bunları kısaca belirtmekte fayda görüyorum:

Me'mûne -. Beyin zarına ulaşan ve zarı delmeyen kafa tası yara-sıdır. Bu yaraya Âmme ismi de verilir. Bir m.üslümanı böyle yarala­yan kimseye misilleme cezası tatbik edilmez. Çünkü daha önce de belirttiğim gibi bunda misilleme tatbiki mümkün değildir. Bu ne­denle dört mezheb âlimlerine göre bu yaralama olayında verilecek ceza tam diyetin üçte biridir. Tam diyet yukarda da söylediğim gibi 100 devedir.

Münakkile: Kemiği kırdıktan sonra yerinden oynatan veya ke­mik zarını gideren yaradır. Bu yara kafa tasında veya yüz nahiye­sinde olabilir. Vücûdun başka tarafında olursa ona bu isim veril­mez. Münakkile denilen yaralamada da kısas ve misilleme yoktur. Bu yaranın diyeti ise 15 devedir. Bu hususta icmâ bulunduğu rivayet olunmuştur.

Câife: Bedenin iç kısmına veya beyinin iç kısmına kadar derin olan yaradır. Şu halde etek yerinden boğaza kadar ve kafa tası bö­lümlerinde meydana gelen ve vücûdun iç kısmına nüfuz eden yara bu neviden sayılır. Mide, barsaklar, ciğerler, göğüs boşluğu gibi or­ganlara ve vücûdun iç kısımlarına ulaşan yaraların hepsine Câife ismi verilir. Bunun da kısası yoktur. Diyeti ise tara diyetin üçte bi­ridir. Bu hususta da âlimler müttefiktir.

Âlimlerin bu meseleler hakkında dayandıkları hadîsler, burda rivayet olunmamış ise de başka kitablarda rivayet olunmuş olup fı­kıh kitablarında da anılmaktadırlar. Gerek bu hususlarda ve gerek­se benzer meselelerle ilgili geniş bilgi için fıkıh kitablarına baş vu­rulmalıdır. [42]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ   DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ Icon_minitimeC.tesi Mayıs 08, 2010 3:52 am

10- (Başkasını) Yaralayan Kişi Kısas (Misilleme) Olması Cezasi Yerine Fidye (Tazminat) Verir, Babı





2638) Âîşe (Radıyallâhü anhây'dan; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Cehm bin Huzey-fe[43] (Radıyallâhü anh)'i zekât tahsildarı olarak (taşraya) gön­derdi. Bir adam zekâtı hakkında Ebû Cehm ile münâkaşa ediyor. Bu­nun üzerine Ebû Cehm onu dövüp başını kırıyor. Sonra adamın ya­lanlan Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e gelerek i

— Yâ Resûlallah! Kısas (yâni misilleme istiyoruz), dediler. Pey­gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (onlara) :

— «Size şu kadar (mal verilsin), buyurdu. Adamlar razı olma­dılar. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) — «(Ödenecek tazminat mikdannı artırarak) size şu kadar (mal verilsin)» buyurdu. Adamlar razı oldular. Bunun üzerine Peygam­ber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adamlara) :

— «Ben (öğleden sonra) halka hitabede bulunacağım ve sizin razı olduğunuzu onlara bildireceğim,» buyurdu. Adamlar: Evet, de­diler. Buna binâen Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (ce­maata) bir konuşma yaptı ve (bu arada) :

«Şu Leysîler kısas talebinde bulunmak üzere bana baş vurdu­lar. Ben onlara (kısas yerine) şu kadar (tazminat) teklif ettim,» bu­yurdu. (Sonra onlara.dönüp) : Razı oldunuz mu? dedi. Adamlar;

Hayır, dediler. Bunun üzerine muhacirler onları menetmek iste­diler. Fakat Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} muhacirlerin vazgeçmelerini emretti. Muhacirler de vazgeçtiler. Sonra Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onları çağırdı ve kendilerine verilecek mal miktarını artırdı. Sonra (onlara) ;

— «Razı oldunuz mu?» buyurdu. Adamlar: Evet, deyince. Re-sûl-İ Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

— «Ben halka konuşma yapacağım ve sizin razı olduğunuzu on­lara haber vereceğim,» buyurdu. Adamlar;

— Peki, dediler. Sonra Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) halka konuşma yaptı. Sonra (adamlara) :

—«Razı oldunuz mu?» buyurdu. Adamlar da:

— Evet, dediler.

İbn-i Mâceh dedi ki: Ben, Muhammed bin Yahya'dan şu sözleri işittim t Bu hadîsi yalnız Ma'mer rivayet etti. Kendisinden başka kimselerin bunu rivayet ettiklerini bilmiyorum." [44]



İzahı





Bu hadîsi Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmiş­lerdir. H a t t â b i, el-Maâlim'de şöyle demiştir: [45]



Bu Hadîsten Çıkarılan Fıkıh Hükümleri Şunlardır:





1. Vali ve benzerî devlet adamları şer'an akıtılması haram olan bir kan akıttıkları zaman başkaları hakkında vâcib olan kısas bun­lar hakkında da vâcibtir.

2. Başından yaralanan kimse, hasmının kısas edilmesinde, yâ­ni başınm kırılması için İsrarda bulunursa, şer'an tâyin edilmiş bu­lunan diyetten fazla mal vermek suretiyle yaralıyı razı etmek caiz­dir.

3. Zekât konusunda mal sahibinin beyânı muteberdir. Zekât memurunun onu dövmesi ve açıklanmayan malın meydana konul­ması için zorlama yapması caiz değildir. Memurun böyle bir yetkisi yoktur.

E b û Bekir (Radryallâhü anh) ile Ömer (Radıyalîâhü anh)'ın kısas hükmünü vali gibi devlet adamları hakkında uygula­dıkları rivayet olunmuştur.$ âfii, Ahmed, ve İshâk da bu görüştedirler." [46]



11- Ceninin Diyeti Babı





Cenin: Kadının rahminde bulunan haml'e denilir. Hamil, kadı­nın karnında gizli olduğu için ona Arap dilinde gizlenmiş şey mânâ­sını ifâde eden Cenin ismi verilmiştir. Kadının rahminden diri ola­rak çıkan cenine Veled ismi verilir. Şayet ölü olarak çıkarsa ona Sıkt ismi verilir. Türkçemizde Sıkt'in karşılığı Düşük'tür. Sıkt'a cenin de denilir.



2639) Ebû Htüreyre (Radıyallâhü atıfı)'(\er\ rivayet edildiğine göre; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cenin Cin tazminatı) hakkında bir ğurre ile hükmetti. Ğurre, köle veya câriyedir. Aley­hinde (yâni ğurre ödemesine) hüküm verilen adam (kafiyeli, seci'lî cümlelerle : Yâ Resûlallah) Henüz içmeyen, yemeyen, bağırmayan, doğarken ses vermeyen cenîn için diyet verecek miyiz. Halbuki bu­nun misli hederdir (öcü alınmaz)? dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem} :

Şüphesiz bu adam (kafiyeli cümleler sıralayarak) bir şâirin sö-ZÜ ile hükmediyor. Cenîn (in diyeti) bir ğurredir; Bir köle veya bir câriye- buyurdu."



2640) El-Misver bin Mahrama (Radıyallâhü anhyden: Şöyle de­miştir :

Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh), kadının karnından dar­be yemekle Ölü cenîn düşürmesi (tazminatı) hakkında sahâbîlere danıştı. Bunun üzerine el-Müğîre bin Şu'be (Radıyallâhü anh) :

Ben, Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem}'in bunun hakkın­da bir ğurre (yâni) bir köle veya bir câriye (tazminat) ile hükmet­tiğine şah id oldum, dedi. Ömer (el-Müğîre'ye) :

Seninle beraber (bu hükme) şâhidlik edecek bir sahâbî getir, dedi. Sonra Muhammed bin Mesleme (Radıyallâhü anh) de el-Mü­ğîre ile beraber (bu hükme) şâhid olduğunu söyledi."



2641) Ömer bin el-Hattâb (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre:

Kendisi Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'in bu mesele­de, yâni cenin (in diyeti) hakkındaki hükmünü sahâbîlere sordu. Bu­nun üzerine Hami bin Mâlik bin en-Nâbiğa ayağa kalkarak : Ben iki karımın arasında idim. Bunlardan birisi diğerini bir çadır direğiy-le dövüp öldürdü ve ceninini (yâni karnındaki bebeğini) de öldür-cjü. Eesûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cenîn (in tazminatı) hakkında ğurre olan bir kölenin ödenmesine ve Öldürülen kadına karşılık katile kadının öldürülmesine hükmetti." [47]



İzahı





Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Buhâ-rî, Ebû Dâvûd ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir. E 1-M i s v e r (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Müslim ve Ebû Dâvûd da rivayet etmişlerdir. Ö m er (Radıyallâhü anh)'m hadîsi ise Ebû Dâvûd - ve Nesâî tarafından da rivayet edilmiştir.

Hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım.

Cenîn: Bu babın baş kısmında belirttiğim gibi kadının rahmin- de bulunan bebeğe ve bebek şekline henüz dönüşmemiş olan hani-'le de denilir.

Ğurre: Bu kelimenin asıl mânâsı atın alnındaki beyazlıktır. Son­ra mülk edinilen insan, yâni köle ve câriye mânâsına kullanılmıştır. Başka mânâlar da var ise de burada bu mânâ kasdedilmiştir. Ha­dislerde Ğurre kelimesinin arkasında gelen köle ve câriye bunun açıklaması mahiyetindedir ve cenîn katilinin dilerse köle, dilerse câ­riye verebileceği anlamını ifâde eder.

İmlâs: Bu kelimenin lügat mânâsı bir şeyi düşürmektir. Burda kadının karnından darbe yemesi sebebiyle doğum zamanından ön­ce çocuk düşürmesi mânâsı kasdedilmiştir. B u h â r î, el-İtisâm bölümünde bu kelimeyi: İmlâs: Kadının karnına vurmakla cenin düşürmesidir, diye açıklamıştır. Ebû. Dâvûd'un rivayetin­de de bir râvi bu kelimeyi: Yâni adam karısının karnına vurdu, şek­linde açıklamıştır.

Mistah i Çadır direğidir. [48]



Hadîslerin Fıkıh Yönü





1. Bir kimse, gebe bir kadının karnına bir şey vurmak sure­tiyle veya başka bir şekilde kadının çocuk düşürmesine sebebiyet verirse ceninin diyeti olarak mirasçılarına bir köle veya bir câriye verilmesi gereklidir. Katil veya yakınları köle ve cariyeden birisini seçmekte serbesttir. Hangisini arzu ederlerse onu verirler.

2. Bir kimse gebe bir kadını dövüp onu ve karnındaki bebeği öldürdüğü takdirde bebek diyeti olarak mirasçılarına bir köle veya bir câriye verilir. Katil kısas olarak öldürülür.

Ömer (Radıyallâhü anh)'in M ü ğ î r e (Radıyallâhü anh)1-den ikinci bir şâhid istemesiyle ilgili olarak şöyle denilmiştir : Ö m e r , bir şahsın hadis rivâyetiyle yetinmiyordu, bir dini mes'elenin halledil­mesine esâs olacak bir hadîsin en az iki sahâbi tarafından rivayet edil­mesini araştırıyordu. Diğer bir kavle göre. Ömer (Radıyalîâhü anh) ceninin diyetinin bir köle veya bir câriye olduğuna dâir hük­mü M ü ğ î r e' den duyunca bu hüküm diyetler hakkındaki bil­gilerine uymadığı için Ömer hükmün pekişmesi için başka şâ­hid istemiştir. Yoksa sanıldığı gibi Ömer, bir sahâbinin riva­yetini red etmek için böyle dememiştir. [49]



Âlimlerin Cenin Diyeti Hakkındaki Görüşleri





1. Hanefî mezhebine göre, bir kimse hür bir kadının karnına bir şey vurursa bu yüzden kadın ölü bir cenîn düşürürse bir ğurre vâcib olur. Eğer cenin oğlan çocuğu ise bu ğurre bir er­keğin diyetinin yirmide biri olan beş yüz dirhemdir. Şayet cenîn kız çocuğu ise ğurre, kadının diyetinin onda biri olan beş yüz dirhem­dir. Şu halde ceninin oğlan veya kız olması diyet tutarını değiştir­mez. Bu diyet kadını dövenin Âkilesi, yâni baba tarafından olan akrabasından alınır ve ceninin mirasçılarına verilir. Bu diyetin öde­me süresi bir yıldır. Şayet cenîn canlı olarak doğduktan sonra, bu darbenin tesiriyle ölürse tam diyetin ödenmesi gereklidir. Şayet ce­nin ölü olarak düşer ve bunun arkasında kadın da bu darbenin te­siriyle ölürse, cenîn için bir ğurre ve kadın için de bir diyet ödenir. Vücûdunun bâzı organları belirmiş cenîn, vücûdu tamamlanmış ce­nin gibidir. Bir kadın bir ilâç almak veya bir şey yapmakla kasden cenini düşürürse, kadının yakınları (Âkilesi) bir köle veya cariyeyi tazminat olarak ceninin vârislerine ödemekle mükelleftir. Ancak ka­dın bu işi kocasının muvafakatıyla yapmış ise ğurre lâzım olmamak­la beraber, bir canlıyı katletmişcesine haram ve günah işlemiş olur. (Kürtaj ve çocuk düşürmek meselesi ayrı bir konudur. Bu hususta biraz bilgi 1926 -1928 nolu hadisler bölümünde geçti.)

2. Şafii mezhebine göre, hâmile bir kadın, dövmek, tehdid etmek gibi bir nedenle ölü bir cenin düşürürse bir ğurer, yâni bir köle veya bir câriye olaya sebep olanın Âkile'sinden, yâni baba tara­fından gelen yakınlarından alınıp ceninin mirasçılarına verilir. Ce­ninin dışarıya çıkması ister anasının hayatına rastlasın, ister ana­sının ölümünü müteakip olsun hüküm aynidir. Şayet hâmile ka­dına yapılan darp gibi bir işlemden dolayı cenin diri olarak doğup elemsiz bir süre yaşadıktan sonra ölürse bir tazminat lâzım gelmez. Eğer cenin doğduğu zaman ölürse veya doğup elemi devam edip ne­ticede kurtulamayarak ölürse tam bir diyet ödenir. Cenin tam ol­duğu takdirde hüküm budur. Şayet yukarda anlatıldığı gibi düşürü­len cenin bir et parçası şeklinde olup bilir kişiler bunun bâzı or­ganlarının oluştuğunu meselâ el veya ayak gibi bir tarafının teşek­kül ettiğini söylerler ise yine bir ğurre gerekir. Ğurre ismi verilen bu diyet üç yıl süre içinde ödenir.

3. Mâliki mezhebine göre cenin bir kan pıhtısı hâlinde bile olsa anasına bir darp veya korkutma gibi yapılan bir işlemden do­layı ölü olarak düşerse ve düştüğünde anası hayatta ise, anasının tam diyetinin onda biri değerinde bir ğurre ödenir. Ğurre denilen tazminat olaya sebep olan şahıstan alınıp ceninin mirasçılarına fa-râizdeki nisbetler dâhilinde ödenir. Şayet cenin henüz düşmemiş iker. anası ölürse ve sonra cenin ölü olarak dışarı çıkarsa cenin için bir diyet verilmez. Eğer cenin diri olarak dışarı çıktıktan sonra ölürse ve velîleri yapılan tehdid ve darp gibi bir müdâheleden dolayı öl­düğüne yemin ederlerse cenin için bir diyet verilir.

Bu kadarlık bilgi ile yetinelim ve geniş bilgiyi fıkıh kitablanna havale edelim. [50]



12- Diyete Vâris Olmak Babı





îki Râvînin Hâl Tercemesi

İkinci hadisin râvlsi Misver bin Mahrama (R.A.), Abdurrahman bin Avf (R.A.)'m kız kardeşinin oğludur. 22 aded hadîsi vardır. Buhârî İle Müslim onun İki hadîsini ittifakla, Buhârî dört hadisini ve Müslim bir hadisini münferiden ri­vayet etmişlerdir. Râvleri Ali bin el-Hüseyn, Urve ve bir cemaattır. (Hülâsa : 377)



2642) Saîd bin el-Müseyyeb'den rivayet edildiğine yöre: Ömer (hin eî-Hattâb) (RadıyaUâhü anlı) :

Diyet âkile'nin (yâni maktulün baba tarafından olan yakınları­nın) hakkıdır ve kadın (öldürülen) kocasının diyeti (kan bahası) n-dan hiç bir şeye vâris olmaz, diyordu. Nihayet ed-Dahhâk bin Süf-yân (Radıyallâhü anh) :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve SelIemVin, Eşyem ed-Dıbâbi'-nin karısını kocasının diyetine mirasçı kıldığını Ömer'e yazdı. (Bunun üzerine Ömer görüşünden dönüş yaptı.)"



2643) Ubâde bin es-Sâmıt (Radıyallâhü anh)'<\en rivayet edildiğine göre :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hami bin Mâlik el-Hü-aselî el-Lihyânî'yi kuması tarafından öldürülen karısına mirasçı kıldı." [51]



İzahı





Bu babın ilk hadîsi Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâi, Mâlik ve Ahmed tarafından da rivayet edilmiştir. îkinci hadisin başkaca kim tarafından rivayet edildiğine dâir bilgi edine&shy;medim.

Hami bin Mâlik (R.A.)ın Mâl TOrcemesi

Hami bin Mâlik bin en-Nâbiğa el-Hüzeli Ebû Nadla el-Basrî sahâbidir. Râ-vlsi İbn-İ Abbâs <R.A.)'dır. Cenln'in diyetine âit hadisini rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd, Nesâi ve îbn-i Mâceh onun hadisini rivayet etmişlerdir. (Hülâsa: 94)

İlk hadîste geçen "Âkile" kelimesi ile ilgili bilgi 2633, 2634 nolu hadîsler bölümünde verildi. Burada kısaca işaret ettiğim gibi kasde-dilen mânâ maktulün baba tarafından olan erkek, akıllı akrabala&shy;rıdır. Ömer (Radıyallâhü anh) ilk zamanlarında diyetin bunla&shy;rın hakkı olduğu ve maktulün karısının bu diyette hakkı bulunma&shy;dığı görüşünde idi. Onun bu görüşte olmasının sebebi şu olabilir: Kişi bir adamı kasıdsız olarak öldürdüğü zaman maktulün kan ba&shy;hasını katilin Akilesi öder. Yâni katilin baba tarafından olan erkek yakınları bu ceremeyi çekerler. Gerektiğinde diyet ödeme yükümlü&shy;lüğü yalnız bu grup akrabaya âid olduğuna göre buna karşılık ol&shy;mak üzere diyet alma durumu olunca da yalnız bu grup akrabalar yararlansın. Diğer akrabalara diyetten bir şey verilmesin. Sonra Dahhâk bin Süf yân (Radıyallâhü anh) Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in tatbikatım bildirince Ömer (Ra&shy;dıyallâhü anh) söylediği hükümden rücû ederek hadîsle amel etti. Ömer Radıyallâhü anh)'in kendi görüşünden dönüş yaptığına dâir cümle bizim sünenimizde yok ise de E b û Davud'un sü-neninde bulunduğu için tercemede bu cümlenin karşılığını parantez içine aldım.

T i r m i z i bu hadîsi rivayet ettikten sonra bunun hasen - sa&shy;hih olduğunu ve ilim ehlinin uygulamasının bu hadise göre olduğu&shy;nu söyler. Şerhü's-Sünne'de: Bu hadîs diyetin önce maktul için vâ-cib bir hak olduğuna ve sonra onun ölümü ile diğer mallan gibi mi&shy;rasçılarına intikal ettiğine delâlet eder. İlim ehlinin ekserisi böyle hükmetmişlerdir. E 1 - K a r i, el-Mirkat'ta beyân ettiğine göre Ali bin Ebi Tâlib (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildi&shy;ğine göre kendisi, maktulün ana bir kardeşlerini, maktulün eşini ve kadım maktulün diyetine mirasçı kılmamıştır.

Hanefî âlimler ile Şafii' nin mûtemed kavline göre maktulün diyeti, diğer mallan gibi bütün mirasçılarının hakkıdır. Farâiz hükümlerine göre mîrasçılanna verilir. Kadın ile kocası da birbirinin diyetine mirasçıdır. Şafii mezhebinin diğer bir kav&shy;line göre diyet maktulün baba tarafından olan erkek akrabasının hakkıdır. Farâizdeki sıraya göre diyet alırlar. Mâlik de bu son görüştedir.

Hadîste Ömer (Radıyallâhü anh)'a mektup yazdığı bildi&shy;rilen Dahhâk bin Süfyân (Radıyallâhü anh) tanınmış sahâbilerdendir. Resül-i Ekrem . (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) tarafın&shy;dan zekât âmili olarak görevlendirilmişti. El-Mişkâfta beyân edildi&shy;ğine göre bu zâtın, yüz atlıya bedel bir kahraman olduğu söylenmiş-

tir. Kendisi Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in nöbetini tutardı. N e c d valiliği yapan bu zâtın künyesi E b û S a' d ' -dır. Dört aded hadîsi vardır. Sünen sahipleri onun hadîslerini riva&shy;yet etmişlerdir. Râvîleri Saîd bin el-Me. seyyeb ile H a s a n-ı B as r ı'dir.[52]

Hadiste ismi geçen E ş y e m (Radıyallâhü anh)'in hatâen, yâni yanlışlıkla öldürüldüğü M â 1 i k' in rivayetinde î b n - i Ş i h â b tarafından belirtilmiştir. Bu sahâbinin mensup olduğu Dı-bab , K û f e ' de bir kalenin ismidir.

Ubâde (Radıyaîlâhü anh)'m hadîsinde ismi geçen Hami bin M â-1 i k (Radıyallâhü anh)'in bir karısının diğer karısını öldürdüğü 2641 nolu hadîste de belirtilmişti. Bu kadınlardan birisinin isminin M ü 1 e y k e , diğerinin Ümmü Gutayf olduğu îbn-i Abbâs tarafından belirtilmiştir. Bu ilâve î b n - i Ab-bâs'ın Ebû Davud'un ettiği rivayette mevcuttur. [53]



13- Kâfirîn Diyeti (Kan Bahası) Babı





2644) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-dtyallâhü ankütn)'den rivayet edildiğine göre:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem) iki kitâb (yâni Tevrat ve İncil) ehlinin diyetinin müslümanların diyetinin yarısı olduğuna hükmetmiştir. İki kitâb ehli, yahüdîler ve hristiyanlardır."

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bu hadisin senedi hasendir, çünkü sa&shy;hih senedin derecesinden noksandır. Sebebi de şudur : Râvî Abdurrahman bin Ayyâş'ı zayıf sayanı da sıka sayanı da görmedim. Amr bin Şuayb'in dedesi, hav&shy;lunda da ihtilâf vardır[54]



İzahı





Zevâid sahibi bu hadisi Zevâid türünden saymıştır. N e s â i de bu hadisin benzerini yine Amr bin Şuayb'in dedesin&shy;den ve merfû olarak rivayet etmiştir.

Bu hadîse göre bir hristiyan veya bir yahûdînin kan bahası ve&shy;ya bir organın diyeti bir müslümamn kan bahasının yarısı kadardır. Bir müslümamn kan bahasının ne kadar olduğu bu kitabın 4, 5 ve 6. bâblannda beyân edilmiştir.

Vücûd organlarının diyetine dâir bilgiler de bunun akabinde ge&shy;len bâblarda beyân edilmektedir. [55]



Âlimlerin Kâfirin Diyeti Hakkındaki Görüşleri





1. Hanefiler'e göre, zimmilerin, yâni mal can ve din teminatı verilen gayri müslimlerin diyeti müslümanların diyeti ka&shy;dardır. E b û Bekir CRadıyallâhü anh) ve Ömer (Radıyal-lâhü anh) de böyle hükmetmişlerdir. Bu diyet ister kasden öldür&shy;me diyeti olsun ister hatâen, yanlışlıkla öldürme diyeti olsun fark etmez.

2. Ş â f i î 1 e r' e göre yahûdî, hristiyan, anlaşmalı gayri müs-limler ve güvenlik verilen yabancı gayri müslimlerin diyetleri müslü&shy;manların diyetlerinin üçte biri kadardır. Osman (Radıyallâhü anh) ve A m r (Radıyallâhü anh) da böyle hükmetmişlerdir.

3. Mâlikıler'e göre yahûdî ve hris ti yanların diyetleri müslümanların diyetlerinin yarısı kadardır. Kasden öldürme ile yan&shy;lışlıkla öldürme diyetleri bu hükme tabidir. Müslümamn diyetinin yansı altı bin dirhem gümüş veya beş yüz dinar altındır. Andlaş-malı müşriklerin diyeti ise müslümamn diyetinin onbeşte biri ka&shy;dardır.

4. Hanbeliîer'e göre hristiyan veya yahûdî kimseye gü&shy;venlik verilmiş iken bir müslüman onu kasden öldürürse onun di&shy;yeti bir müslümamn diyeti kadardır. Şayet yanlışlıkla öldürürse onun diyeti müslümamn diyetinin yarısı kadardır.

Notta Amr bin Şuayb'in dedesi hakkında ihtilâf bu&shy;lunduğu ifâde edildi. Bu ihtilâf şudur: Amr bin Şuayb bin Muhammed bin Abdill ah, Şuayb'in oğ&shy;ludur. Şuayb da Muhammed'in oğludur. Muham&shy;med de Abdullah1 m oğludur. Şu halde A m r' m de&shy;desi Muhammed' dir. Abdullah ise A m r ' in ikinci dedesidir. Bir senedde:

«Amr bin Şuayb, babasından rivayet etmiş, babası da dedesinden rivayet etmiştir» ifâdesi kullanılınca Şuayb'in Muham&shy;med' den mi yoksa Abdullah' dan mı hadis işittiği kasde-diliyor? Şuayb, Abdullah' dan hadîs işitmiş mi? İşte bu noktadan dolayı böyle bir sened sahîh mi, hasen mi? diye ihtilâf olmuştur. Buhârî; Şuayb, Abdullah' dan hadis işit&shy;miş, demiştir. El-Hâfız Ebû Bekir bin Ziyâd da böyle demiştir. Fakat Ebû Dâvûd, böyle bir sened hüccet, yâni delil sayılmaz, demiştir. Kuvvetli olan görüş bunun sahîh ol&shy;masıdır ve böyle bir senedden maksad Şuayb'in Abdul&shy;lah' dan rivayet etmesidir. Bu itibarla bu durumu parantez içi ifâde üe belirtmek isterim. Allah daha iyi bilir. [56]



14- Katil (Maktula) Vâris Olmaz, Babı





2645) Ebû Hüreyre (Radtyallâkü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallakü Aleyhi ve Selîem) :

«Kati! (öldürdüğü yakınının malına) vâris olmaz» buyurmuştur."



2646) Amr bin Şuayb'den rivayet edildiğine göre :

Müdlic oğullarından Ebû Katâde denilen bir adam oğlunu öldür&shy;dü. Ömer (Radıyallâhü anh) kendisinden otuz hikka (beş yaşına basmış dişi deve), otuz cezaa (dört yaşına basmış dişi deve) ve kırk hahfa (hâmile deve) olmak üzere yüz deve aldı. Sonra:

Maktulün erkek kardeşi nerdedir? Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim buyurdu ki:

«Kâtü'e (maktulün malına) vâris olma hakkı yoktur,» dedi."

Not : Bu hadîsin seneaınin hasen olduğu Zevâid'de belirtilmiştir. [57]



İzahı





Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini Tirmizi de rivayet etmiştir. N e s a i de büyük süneninde rivayet et&shy;miştir.^ Tirmizi bu hadîsi rivayet ettikten sonra : Bu hadis sa&shy;hih değildir. Ancak bu senedle bilinmektedir. Senedin râvîlerinden îshâk bin Abdilîah bin Ebi Ferve'yi bâzı ilim adamları terketmişlerdir. A h m e d bin Hanbel de onu terkedenlerdendir. Âlimlerin uygulaması ise bu hadise göredir. İs&shy;ter kasden, ister yanlışlıkla olsur. bir kimse bir yakınını öldürürse, öldürdüğü kişinin mirasçısı olamaz. Bâzı âlimler : Yanlışlıkla öldüren katil maktulün malına mirasçı olur, demişlerdir. Mâlik de böy&shy;le söyleyenlerdendir, diye bilgi vermiştir.

Tuhfe yazarı da Ş e v k â n i' den naklen bu hususla ilgili ge&shy;nişçe bilgi vermektedir. Kasden veya yanlışlıkla bir yakınım öldüren kimse ona vâris olamaz, diyen âlimlerin delillerini beyân eden Ş e v -kani de bu görüşün kuvvetli olduğunu söyler. Orda verilen bilgiye göre :

1. Ebû Hanîfe, arkadaşları ve Şafii ile ilim ehli&shy;nin ekserisi: Katil, öldürdüğü kimsenin mirasçısı olamaz, öldürme işi kasden olsun, yanlışlıkla olsun fark etmez. Katil, maktulün malı&shy;na mirasçı olmadığı gibi onun diyetine, kan bahasına da mirasçı ol&shy;maz, demişlerdir.

2. Mâlik, Nahaİ ve Hâdevîler; Yanlışlıkla öldü&shy;ren kişi, maktulün malına mirasçı olur. Fakat diyetine mirasçı olmaz, demişlerdir.

Ömer (Radıyallâhü anh), A 1 i (RadıyaHâhü anh), Ş ü -r e y h (Radıyallâhü anh) ve diğer İslâm kadılarının da katilin mi&shy;rasçı olamayacağına hükmettikleri rivayet olunmuştur.

Amr bin Şuayb (Radıyallâhü anh)'m hadisi ise Zevâid türündendir. Bundan çıkan hüküm de şöyledir:

1. Baba, öldürdüğü oğlunun malına ve diyetine mirasçı olmaz.

2. Baba oğlunu öldürdüğü takdirde, kısas olarak öldürülmez. Diyet vermekle mükelleftir. Bu diyet katilden sonra gelen ve mak&shy;tulün baba tarafından olan yakınlarına verilir. [58]



Evlâdını Öldüren Baba Kısas, Misilleme Olarak Öldürülür Mü ?





1. Hanefiler, Şâfiiler ve Hanbeiiler: Adam, oğlunu öldürdüğü gerekçesiyle kısas edilmez. Çünkü Peygamber (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem : «Baba, veledini (çocuğunu) öldürdüğü ge&shy;rekçesiyle kısas edilmez» buyurmuştur. Bu, meşhur bir hadistir. İs&shy;lâm ümmeti bu hadisle amel etmiştir. Şu halde bu hadis kısas âye&shy;tinin hükmünü hususîleştirmiş olur. Ömer (Radıyallâhü anh) da oğlunu öldüren kimse aleyhinde diyetle hükmetmiş ve hiç bir sahâbi bu hükme karşı çıkmamıştır, derler.

2. M â 1 i k İ 1 e r ise : Baba oğlunu öldürdüğü için kısas edil&shy;mez. Ancak oğlunu yere yatırıp boğazlarsa veya aç ve susuz olarak bir yere hapsedip ölümüne sebebiyet verirse, o zaman kısas edilir. Yâni öldürülür. Şayet baba öldürme kasdı olmaksızın oğluna büyük bir taş atsa veya sopa ile dövse ve oğlu bu darbelerden ölse, baba kısas edilmez. Hülâsa baba öldürme kasdını taşıyor idi ise teammü-den öldürdüğünde kısas edilir. Öldürme kasdı yok ise kısas edilmez, demişlerdir. [59]



15- Kadının (Cinayet İşlemesinden Dolayı Ödenecek) Diyeti Onun Asabası (Baba) Tarafından Olan Erkek Yakınları) Üzerindedir Ve Kadının Mirası Evlâdınadır, Babı





2647) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Amre bin el-As) (Ra-âtyallâhü anhüvı)'öen; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : Kadının mevcud asa-bası (yâni baba tarafından erkek, akıllı akrabası)nm onun (cina&shy;yet işlemesi hâlinde ödenmesi gerekli) diyetini vermelerine ve bun&shy;ların, kadının vereselerinden (belirli hisse sahiplerinden) artan mal dışında onun hiç bir malına mirasçı olmamalarına hükmetti. (Ay&shy;rıca şuna da hükmetti:) Kadın öldürülürse diyeti (kan bahası), onun mirasçıları arasındadır (Farâiz hükümlerine göre aralarında taksim edilir). Bu itibarla katilini onlar öldürür,"



2648) Câbir (bin Abdillah) (Radıyallâhü anhümâ)'dan; Şöyle de&shy;miştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) diyeti, katile kadının âkilesi (baba tarafından erkek ve akıllı yakınları) üzerine yükledi.

Bunun üzerine öldürülmüş olan kadının âkilesi (baba tarafın&shy;dan olan erkek ve akıllı yakınları) :

Yâ Resûlallah! Öldürülen kadının mirası bizedir, dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Hayır. Mirası kocasına ve çocukların ad ir» buyurdu. [60]



İzahı





Bu babın ilk hadîsini Ebû Dav û d ve Nesâi de ri&shy;vayet etmişlerdir. Câbir (Radıyallâhü anh) in hadîsi ise yine Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir.

Bu hadislerde geçen Asaba kelimesini biraz daha açıklayalım :

Farâiz kitabında görüleceği üzere mirasçılar asaba ve Zevi'l-Furûd, diye iki kısma ayrılır. Kur'ân-i Kerim'de belirli bir payı takdir ve tâyin edilmiş bulunan mirasçılara Zevi'l-Furûd denilir. Böyle be&shy;lirli bir payı olmayıp da paylardan artanı alan ve Zevi'I-Furüd'dan kimse bulunmadığı takdirde ölünün terekesinin tamamını alan mi&shy;rasçılara da Asaba denilir.

Âkile kelimesi bu bâblarda sık sık geçmektedir. Bu kelime ile il&shy;gili geniş bilgi bu kitabın 7. babında verilmiştir. Orada beyân edil&shy;diği gibi âlimler kişinin usûl ve furûunu, yâni babasını, baba baba&shy;sını, oğullarını ve torunlarını Âkilesi kavramının dışında tutmuş&shy;lardır. Burdaki iki hadis de kişinin babası ile dedesi, evlâdı ve eşi&shy;nin Âkile'den sayılmıyacağına delâlet ederler. [61]



Hadîslerden Çıkan Hükümler





1. Kadm bir cinayet işlediği takdirde ödenmesi gerekli diyet kadının baba tarafından olan erkek yakınlarına ödettirilir,

2. Asaba durumundaki yakınlar, belirli hisseleri bulunan miras&shy;çılardan artan mala mirasçı olup bunun dışında mîrasçılık hakları yoktur .

3. Kadın öldürüldüğü zaman onun kan bahası mirasçıları ara&shy;sında taksim edilir. Eğer katili kasden öldürdüğü için kısas cezası verilecekse bu cezayı uygulama yetkisi, öldürülen kadının mirasçı&shy;larına aittir.

4. Kadın öldürüldüğü zaman mirası, kocasına ve çocuklarına-dır, âkilesine değildir. Yâni baba tarafından olan erkek yakınlarına değildir. Bu husus, geniş izahat ister. Bu itibarla bunu Farâiz kita&shy;bına havale edelim.

5. Belirli hissesi bulunan mirasçılar ve evlâd, kişinin Âkilesi'n-den sayılmaz.

H a 11 â b i ilk hadîsin şerhinde özetle şu bilgiyi verir: Yâni asaba durumundaki akrabalar, katil erkeğin diyetini üst&shy;lendikleri gibi katile kadının diyetini de yüklenirler. Diyet ödemeyi gerektiren cinayetler ister bir erkek tarafından ister bir kadın ta&shy;rafından işlensin, bundan dolayı ödenecek diyet bunların asabasma yüklenir. Cinayet işleyenin erkek veya kadın olması diyetin yüklene&shy;ceği akrabalarda bir değişiklik yaptırmaz. Bu hadîs, baba ve baba babanın Âkile ismi verilen gruptan sayılmayacağına delildir. Çün&shy;kü bunlara altıda bir miras hissesi tâyin edilmiştir. Akıla, amca ve bunun oğullan gibi asabalardır. Hadîsin; «Öldü&shy;rülen kadının diyeti vârisleri arasında taksim edilir» cümlesinden maksad şudur: Öldürülen kadının kan bahası, onun diğer mallan gibidir. Kocası dâhil bütün mirasçıları buna vâris olurlar. Nitekim Resûl-i Ekrem (Aîeyhi's-salâtü ve's-selâm) Eşyem ed-Dıbâ-b i' nin karısını onun diyetine mirasçı kıldı, (2642 nolu hadise baki demiştir.

Hadîsin bu cümlesinden çıkan hüküm şudur; Öldürülen kadının diyetine bütün mirasçıları vâris olur. Mirastan belirli payı olanlar hisselerini alırlar. Artan malı asaba ismi verilen vârisler alır. Şayet belirli payı olan mirasçılardan kimse yok ise diyetin tamamını asa&shy;ba denilen mirasçılar alır. [62]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ   DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ Icon_minitimeC.tesi Mayıs 08, 2010 3:52 am

16- Diş Hakkında Kısas (Mîsîlleme) Babı





2649) Enes (bin Mâlik) (Radtyallâhü anh)'den; .Şöyle demiştir: Enes'in (yâni kendisinin) halası er-Rubeyyi' (Radıyallâhü anhâ) (bir kere) bir cariyenin ön dişini kırdı. Rubeyyi'in yakınları (karşı taraftan) afıv dilediler. Fakat cariyenin adamları (afıv etmekten) imtina ettiler. Bunun üzerine Rubeyyi'in yakınları dişin tazminatını ödemeyi onlara teklif ettiler. Onlar bunu da kabul etmeyerek Pey&shy;gamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e vardılar. Resûl-i Ekrem (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) de kısasın uygulanmasını emretti. (Rubey&shy;yi'in kardeşi) Enes bin en-Nadr (Radıyallâhü anh) :

Yâ Resûlallah er-Rubeyyi'in ön dişi (misilleme olarak) kırılacak (mı?) Seni hak (din) ile gönderen Allah'a yemin ederim (ve Al&shy;lah'ın yardımını umarak derim) ki er-Rubeyyi'in dişi kınlmıyacakür, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de :

«Yâ Enes (bin en-Nadr) Allah'ın farz kıldığı hüküm kısastır,» buyurdu.

Hâvi demiştir ki: (Enes'in umutlu yemininden) sonra cariyenin adamları (diyete) razı oldular ve (er-Rubeyyi'i kısas cezasından) afıv ettiler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Şüphesiz, Allah'ın kullarından öyle kişi vardır ki, Allah'a ye&shy;min etse Allah onun yeminini yerine getirir» buyurdu." [63]



İzahı





Bu hadisi Buhâri. Ebû Dâvûd ve Nesâi de ri&shy;vayet etmişlerdir. Er-Rubeyyi (Radıyallâhü anhâ), Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)Tın halası ve Enes bin en-Nadr (Radıyallâhü anh)'in kız kardeşidir.

Seniyye . Dört ön dişten birisi anlamındadır. Çoğulu Senâyâ'dır.

Hadiste geçen «Kitâbullah» ifâdesi «Allah'ın hükmü» veya «Al&shy;lah'ın farzı» mânâsına yorumlanmıştır. Bu ifâde ile kısas âyetinin kasdedilmiş olması muhtemeldir. Hangi şekilde yorumlanırsa yo&shy;rumlansın cümleden kasdedilen mânâ şudur:

«Cariyenin adamları diyete razı olmayınca ve er-Rubeyyi'i ba&shy;ğışlamayınca Allah'ın koyduğu hüküm, er-Rubeyyi'in dişinin kısas olarak kesilmesidir.»

E n e s : «Er-Rubeyyi'in dişi kesilmez» sözü ile Resûl-î Ekrem (Aîeyhi's-salâtü ve's-selâm)'in beyân buyurduğu hükme karşı gel&shy;meyi veya tasvib etmemeyi kasdetmiş değildir. E n e s ' in mak&shy;sadı Allah Teâlâ'nın cariyenin adamlarım yumuşatmasını, kısastan vaz geçirip diyete razı etmesini ummak ve Allah'ın yardım edece&shy;ğini beklemektir. Bunun içindir ki, önce diyete kesinlikle karşı çıkan cariyenin adamları E n e s ' in yemininden sonra birden değişip diyete rızâ gösterince Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), E n e s ' in umduğu ilâhî yardımın ulaştığını işaret etmek üzere buy&shy;ruğunu ifâde etmiştir. [64]



17- Dişlerin Diyeti Babı





2650) (Abdullah) hin Abbâs (RadiyaUâhü an hü mâ y dan rivayet edil&shy;diğine göre: Resûlullah (Sallalhıhü Aleyhi ve Sellenı) şöyle buyurmuştur:

«Dişler (diyet mikdan bakımından) eşittir. Seniyye (denilen ön) diş ve dırs (denilen diğer dişler) eşittir.»"



2651) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhii atıhünıâ)\\nn rivayet edil&shy;diğine göre :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) dişin diyetinin beş de&shy;ve olduğuna hükmetti."

Not: Bu hadisin senedinin sahih olduğu, Zevâid'de belirtilmiştir. [65]



İzahı





îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in ilk hadîsi T i r m i z i ve Ebû Dâvûd tarafından da rivayet edilmiştir. Onun ikin&shy;ci hadisi Zevâid türündendir. Ebû Dâvûd ve Nesâî bu&shy;nun bir benzerini Amr bin Şuayb'in dedesinden merfû olarak rivayet etmişlerdir.

Seniyye, ön diş manasınadır. Öndeki dört dişin her birine bu isim verilmiştir. Bunların ikisi yukarda, diğer ikisi de aşağıda olur. Seniyye'nin çoğulu Senayadır, öndeki dört dişe senâyâ ismi veril&shy;miştir. Bunların dışında kalan dişlere de dırs denilir. Dırs'ın çoğulu da Adrâs'tır. îlk hadisten çıkarılan hüküm şudur: Diyet mikdarı ba&shy;kımından ön dişler ile diğer dişler arasında fark yoktur. İkinci ha&shy;dîste ise bir dişin diyetinin beş deve olduğu bildirilmektedir.

Bir dişin diyetinin beş deve olduğu hususunda fıkıhçılar ittifak halindedir. Bir kimse bir kimsenin dişini kasden kırar veya kökünden çıkarırsa bunun cezası kısastır. Yân karşı tarafın dişi kesilir veya kökünden çekilir. Ancak dişi kırılan veya çekilen taraf kısas yeri&shy;ne diyete razı olursa kısas yapılmaz ve diyet olarak beş deve öde&shy;nir. Keza hatâen, yâni yanlışlıkla diş kesilir, kırılır veya kökünden çıkarılırsa, bunun cezası beş deve diyettir. Hür ve müslüman kadı&shy;nın dişinin diyeti ise hür ve müslüman erkeğin diş diyetinin yan&shy;sıdır. Yâni iki buçuk devedir. Zimmî, yâni hristiyan ve yahûdinin diş diyeti ise bir deve ve bir devenin üçte ikisidir. Mecûsî, yâni ateş&shy;perestin diş diyeti ise bir devenin üçte bindir. [66]


18- Parmakların Diyetinin Babı





2652) (Abdullah) bin Abbâs (Radtyallâhü anhümâ)'dax\ rivayet edil&shy;diğine s«re :

Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Şu ve şu» yâni küçük parmak, yüzük parmağı ve baş parmak (diyet mikdarı bakımından) «eşittir» buyurmuştur."



2653) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Ra-dıyaltâhü atthüın)'(\en rivayet edildiğine £Öre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi vr Sellem) şöyir buyurmuştur :

«Parmakların hepsi (diyet mikdarı bakımından) eşittir. Bunlar&shy;da onar deve (diyeti) vardır.»"

Not : Bunun senedinin hasen olduğu, Zevâid'de bildirilmiştir.



2654) Ebû Mûs;ı el-Eş'arî (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine fîöre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

-Parmaklar (diyet mikdarı bakımından) eşittir» buyurmuştur." [67]


İzahı





İ b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Müslim1-den başka Kütüb-i Sitte sahiplerinin hepsi rivayet etmişlerdir. Amr bin Şuayb'in hadîsini Zevâid yazarı Zevâid türünden say&shy;mıştır. Halbuki Ebû Dâvûd ve Nesâî de bunu rivayet

etmişlerdir. Ancak Ebû Dâvûd'un rivayetinde ilk cümle yok&shy;tur. Oradaki rivayette Amr bin Şuayb'in dedesi meâlen şöyle demiştir :

"Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) sırtını Kabe'ye daya&shy;narak okuduğu hutbede «Parmaklarda onar (deve diyet) vardır.» buyurdu."

Ebû Müsâ (Radıyallâhü anh) 'in hadisini Ebû Dâvûd ve N e s â i de rivayet etmişlerdir.

Bu bâbta rivayet olunan hadîslerden çıkarılan hüküm şudur:

El parmağı olsun ayak parmağı olsun, küçük parmak olsun bü&shy;yük parmak olsun her parmağın diyeti on devedir. Fıkıhçılar bu hü&shy;kümde ittifak halindedir.

Abdurrahmân el-Cezeri, dört mezhebin fıkhına âit kitabının Hudûd bölümünde parmakların diyeti ile ilgili olarak özet&shy;le şu bilgiyi verir :

"Ellerin ve ayakların parmaklarından birisini yanlışlıkla kesen kimsenin tam diyetin onda birisini vermesi gereklidir. Bu hususta el parmaklan ile ayak parmaklan arasında bir fark olmadığı gibi büyük parmak ile küçük parmak arasında da bir fark yoktur. Keza, erkek ile kadın, müslüman ile kâfir, çocuk ile yetişkin insan ara&shy;sında bir fark yoktur. Yâni her hangi bir insanın her hangi bir par&shy;mağım yanlışlıkla kesen kimse on deve diyet vermek durumundadır. Bu hususlarda fıkıhçılar arasında bir fark yoktur. Tam diyetin yüz deve olduğu malumdur. Bir parmağın diyeti de on devedir."

Şu noktayı da belirteyim : Parmakların diyeti yanlışlıkla kesilen parmakla ilgilidir. Çünkü kasden kesilecek olursa onun cezası kısas hükmünün uygulanmasıdır. Yâni bir müslümanın parmağını maf&shy;saldan kasden kesen kimsenin cezası onun parmağım ayni şekilde kesmektir. Ancak parmağı kesilen kişi kısastan vazgeçip diyeti ka&shy;bul ederse o takdirde diyet verilir. [68]



19- Mudıha (Yâni Kemiğe Varan Baş Ve Yüzdeki Yaranın Diyeti) Babı





2655) Anır hin Şııayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radtvaltâhü (whünı)'(\en rivayet edildiğine <*Öre: Peygamber (Sallallahü Aleyhi vr Selimi) şöyle buyurmuştur :

«Mevâdih (kemiğe dayanan baş ve yüzdeki yaralar) da beşer de&shy;ve (diyet) vardır.»" [69]



İzahı



Bu hadisi Ebû Dâvûd. Tirmizi ve Nesâi de ri&shy;vayet etmişlerdir.

Mevâdıh, mûdıha'mn çoğuludur. Mûdıha: Eti kemikten ayırıp ke&shy;miği vazıh ve açık hâle sokan yara manasınadır. Hadîs böyle bir yara&shy;nın diyetinin beş deve olduğunu bildirir. Sözü edilen yaranın başta veya yüzde olmasına dâir bir kayıt hadîste bulunmamakla beraber âlimler bu şekilde yorumlayarak : Başta veya yüzde kemiğe daya&shy;nan yaranın diyeti beş devedir. Hadîsten maksad budur. Vücûdun başka tarafında kemiğe dayanan yaranın diyeti beş deve değil, hü&shy;kümet ismi verilen tazminattır, demişlerdir. Başta ve yüzde kasden böyle bir yara meydana getirmenin cezası kısastır. Yâni yaralaya&shy;nın başı veya yüzü ayni şekilde yaralanır. Ancak yaralı taraf, yara&shy;layanı bir tazminat karşılığı veya karşılıksız bağışlayabilir.

Mûdıha ismi verilen yara bir yanlışlık eseri ise bunun diyetinin tam diyetin yirmide biri olan beş deve olduğu hususunda âlimler ittifak halindedir. Delil bu hadis ile benzeri hadîslerdir.

Bu diyet hür ve müslüman erkeğe aittir. Hür ve müslüman kadı&shy;nın diyeti ise bunun yarısıdır. Yâni iki buçuk devedir. Çünkü kadı&shy;nın tam diyeti elli devedir.

Geniş bilgiyi fıkıh kitablanna havale edip bu kadarlık bilgi ile yetiniyorum. [70]






20- Bir Kimse Bir Adamı(n Elini) Isırır, Âdâm Da: Elini (Onun Ağzından Hızla) Çeker Ve (Bu Isırır Ön Dişleri Düşer. Bâbî





2656) tlmeyye oğulları Ya'lâ ve Seleme (Radıyaltâhü anlıümu )\hın rivayet edildiğine göre şöyle demişlerdir :

Biz Tebûk savaşında Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ile beraber yola çıktık. Bizim beraberimizde bir arkadaşımız da var&shy;dı. Biz yolda iken arkadaşımız ile diğer bir adam döğüştüler. Ya'lâ demiştir ki: Adam, (döğüştüğü) arkadaşının elini ısırdı. Arkadaşı da elini onun ağzından (hızla) çekti ve adamın Ön dişini düşürdü. Adam, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Selîem)'in yanına vararak (düşürülen) ön dişinin diyetini istedi. Bunun üzerine Resulullah (Sal-lalîâhü Aleyhi ve Sellem) :

«Biriniz (din) kardeşine yönelerek erkek devenin ısırması gibi onu ısırır, sonra gelip (düşen dişine) diyet ister. Düşürülen dişe di&shy;yet yoktur,» buyurdu. Ya'lâ demiştir ki: Resulullah (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) (dâvayı red ederek) dişin diyetinin bâtıl olduğuna hük&shy;metti."



2657) İmrân bin Husayn (RadıyaUâhü anfı)'(\en rivayet edildiğine

Bir adam (başka) bir adamın kolunu ısırdı. Işınlan adam da ko&shy;lunu (hızla) çekti de ısıranın ön dişi düştü. Dâva Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) 'e intikal ettirildi. Peygamber (Sallallahü ASeyhi ve Sellem) dişin diyetinin bâtıl olduğuna hükmetti ve:

-Biriniz erkek devenin dişleriyle sert yem yediği gibi (din kar&shy;deşinin kolunu) çatır çatır yiyer (ısırır), (ısıranın düşen dişinin di&shy;yeti yoktur), buyurdu." [71]


İzahı





Bu babın ilk hadîsini Buharı, Müslim. Ebû Dâ* vûd ve Nesâi de benzer cümlelerle rivayet etmişlerdir. İkin&shy;ci hadîs ise B u h â r i ve Müslim tarafından da rivayet edil&shy;miştir.

Hadîslerde geçen bâzı kelimeleri açıklayalım t Seniyye : Ön diş demektir. Idâd : Isırmaktır.

Kadm: Dişlerin kenarlarıyla yemek manasınadır. FahI: Erkek hayvan manasınadır. Burada erkek ve kuvvetli de&shy;ve mânâsı kasdedilmiştir.

Akl: Diyet ve tazminat manasınadır.

Zira: Kolun dirsekten parmak uçlarına kadar olan kısmına de&shy;nilir.

Yed : El mânâsına geldiği gibi, kol mânâsına da gelir.

İki hadiste anlatılan olayın bir olay olması muhtemeldir. Müs&shy;lim'in rivayeti bunu teyid eder.

Y a'l â (Radıyallâhü anh)'m beraberindeki arkadaşının onun hizmetçisi olduğu bâzı rivayetlerde belirtilmiştir. Diğer bâzı rivayet&shy;lerde de Y a ' 1 â (Radıyallâhü anh) ile bir adamın dönüştükleri ve birisinin diğerinin elini ısırdığı belirtilmektedir. Bu itibarla bâzı rivayetlere dayanarak bir kısım âlimler Y a' 1 a ile hizmetçisinin döğüştüklerini, Ya ' 1 â ' nın hizmetçisinin elini ısırdığım ve Y a ' -1 a' nın dişinin düşürüldüğünü ifâde etmektedir. Başka görüşler de var ise de bunları anlatmaya gerek görmüyorum.

Avnü'l-Mabûd yazan Yala (Radıyallâhü anh)'m hadîsinin şerhinde özetle şöyle der:

"Bu hadîs, zararı defetmek amacıyla kişinin kendini savunurken karşı tarafın uğradığı zararın tanzim ettirilemeyeceğine delâlet eder.

Cumhurun görüşü böyledir. Cumhura göre adamın elini ısıran ta&shy;raf saldırgan durumundadır. Mâlik, Tazmin ettirme görüşünde ise de bu sahih hadîs onun görüşünü reddeder." [72]



21- Hiç Bir Müslüman Her Hangi Bir Kâfir (i Öldürmesi) Karşılığı Olarak (Yâni Kısas


Olarak) Öldürülmez, Babı





2658) Ebû Cühayfe (Veheb bin Abdillah es-Suvâî)[73] (Radtyallâ-%,hü anh)'den; Şöyle demiştir:

Ben Ali bin Ebî Tâlib (Radiyalîâhü anh)'a :

(Allah'ın kitabından başka) halkın yanında bulunmayıp yalnız sizin yakınınızda (yazılı olarak ve vahya âit) bir bilgi var mıdır? di&shy;ye sordum. Alî:

Ya'Iâ bin Ümeyye (R.A. )'m Hâl Tercemesi

Birinci hadisin râvîsi Ya'Iâ bin Ümeyye (R.A.)'ın hâl tercemesi 1065 nolu hadîs bölümünde geçmiştir. Diğer râvi Seleme bin Ümeyye (R.A.) ise Ya'lâ'nın kardeşidir. Kûfe'ye yerleşen sahâbilerdendir. Buhâri ile Müslim onun bir hadîsi&shy;ni rivayet etmişlerdir. Râvîsi de kardeşi Ya'lâ'nın oğlu Safvân'dır. îbn-i îshâk böyle demiştir. Fakat hıfzedilen rivayet şekli Safvân'ın kendi babası olan Ya'Iâ bin Ümeyye'den rivayetidir. (Hülâsa: 147)

Hayır! Vallahi halkın yanında bulunandan başka bir şey bizim yanımızda yoktur. Ancak (bizde) Allah'ın kişiye Kur'an hükümleri&shy;ni anlamak kabiliyeti vermesi ve şu sahifede (yazılı) olan hüküm&shy;ler vardır. Şu sahifede Resûlullah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) ta&shy;rafından buyurulan diyetlerin hükümleri ve hiç bir müslümanm her&shy;hangi bir kâfirfi öldürmesinle karşılık öldürülmemesi hükmü var&shy;dır, dedi."



2659) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Anır bin el-Âs) (Ra-dtyallâhü anhünı)\len rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Hiç bir müslüman herhangi bir kâfir (i öldürmesin) e karşılık öldürülmez.»*1 '



2660) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyaîlâhü anhümâ)Vlan rivayet edil&shy;diğine göre; Peygamber (Sallalîahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Hiç bir mü'min herhangi bir kâfirü öldürmesinle karşılık öl&shy;dürülmez ve ahid (güvence) sahibi (kâfir) ahdi (süresi) içinde öl&shy;dürülmez.»" [74]



İzahı





Ebû Cühayfe (Radıyaîlâhü anh) 'm hadisini B u h â r i, Tirmizî, Nesâî ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. Amr bin Şuayb'in dedesinin hadisini T i r m i z i, Ebû

Dâvûd ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. ! b n-i Ab&shy;bâs (Radıyaîlâhü anh}'in hadisinin başkaca kim tarafından riva&shy;yet edildiğini tesbit edemedim.

İlk hadiste Ebû Cühayfe (Radıyaîlâhü anh), A 1 i (Radıyaîlâhü anh)'a soru tevcih ederken «Sizin yanınızda» diye hi&shy;tap etmekle çoğul zamirini kullanmıştır. Çoğul zamirini saygı mak&shy;sadıyla kullandığı muhtemel olduğu gibi bununla Ehl-i Beyti kasdet-miş olması ihtimali de vardır. Yâni sahâbilerin bilmediği ve yalnız Resül-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in Ehl-i Beyti olan A 1 i (Radıyalîâhü anh) ile Fatma ve çocuklarının bildiği vahya da&shy;yalı yazılı bir bilginin bulunup bulunmadığı sorulmuş olur. H z. A1İ, Ehl-i Beyt'in reisi olduğu için bu soru kendisine yö&shy;neltilmiştir.

Ebû Cühayfe (Radıyaîlâhü anh)'m bu soruyu sorması&shy;nın sebebine gelince, Tuhfe yazarı bu hususta şöyle der:

"Şiiler1 den bir cemaat : Ehl-i Beyt'in ve özellikle A 1 i' -nin yanında vahye dayalı bâzı bilgiler vardır ki Resûl-i Ekrem (Aley&shy;hi's-salâtü ve's-selâml'in bu bilgileri birer sır olarak onlara vermiş ve onlardan başkası bu bilgilerden haberdar olmamıştır, diye iddia&shy;da bulunuyorlardı. Bu iddiada gerçek payının bulunup bulunmadı&shy;ğını Öğrenmek için Kays bin Ubâde ve el-Eşter e n - N a h a i' nin de H z . A 1 i' ye bu soruyu sorduklarını ve burdaki cevâbın benzerini aldıklarını Nesâi ve Ebû Dâ&shy;vûd rivayet etmişlerdir."

Hz, Ali (Radıyaîlâhü anh), verdiği cevapta bu iddiayı red&shy;deder ve şunu demek ister: Herkesin yanında yazılı olarak bulu&shy;nan Kur'an-ı Kerim'den başka bizim yanımızda gizli bir şey yoktur. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) irşâd ve tebliğ hizmetini umuma açık olarak yapmıştır. Sahâbiler arasında ilmi açıdan bulu&shy;nan farklılık Kur'an-ı Kerim'den hükümler çıkarma istidad ve kabi&shy;liyet derecesinin değişikliğinden ibarettir. Kur'an-ı Kerim'in âyetleri&shy;ni mütalâa ve mânâlarım düşünme kudreti verilen kişilere ilimlerin kapılan açılır ve Allah'ın yardım ve lütfü ile başkalarının elde ede&shy;mediği bilgileri edinirler. A 1 i (Radıyaîlâhü anh), yanındaki sa-hifeye işaretle bundaki bilgilerin başka sahâbilerin yanında bulun&shy;mayabildiğim belirtmek ister. Yanındaki sahifede diyetlere âit hü&shy;kümlerin ve bir kâfiri öldüren müslüman hakkında kısas hükmü&shy;nün uygulanmayacağı emrinin bulunduğunu beyân eder.

Hadîsin : «Bir kâfiri öldüren müslüman hakkında kısas hükmü&shy;nün uygulanmamasına» âit cümlenin izahı bölümünde Kadı I y â z özetle: Bu hüküm umûmidir. Kâfir kişi, harbî yâni mal ve can em&shy;niyeti verilmemiş ve düşman görülen gayri müslim olsun, ister zim-mî yâni mal ve can emniyeti verilmiş elçi ve vatandaşlık hakkı ta&shy;nınmış gayri müslim olsun bunu öldüren bir mü'min hakkında kı&shy;sas hükmü uygulanmaz. Ömer, Osman, Ali ve Zeyd bin Sabit (Allah cümlesinden razı olsun) böyle hükmetmiş&shy;lerdir. Ata, İkrime, el-Hasan, Ömer bin A b -dilazîz, Sevri, Evzâî, Mâlik, Şafiî, Ahmed ve İ s h â k da böyle demişlerdir.

Nahaî, Sabi ve Ebû Hanîfe' nin arkadaşları ise: Bir mü'min zimmî (Cizye vergisini ödemek karşılığı vatandaşlık hakkı verilen) olan bir gayri müslimi kasden öldürürse kısas hük&shy;mü uygulanır. Bu mesele hadîsin umumî hükmünün dışında tutu&shy;lur, demişler ve dayanakları olan bir hadîsi delil göstermişlerdir. An&shy;cak bunların gösterdikleri delil münkati bir hadîstir, diye bilgi vermiştir. Kadı Iyâz'ın sözü burada bitti.

H a t t â b i ve Avnü'I-Mabûd yazarının konuya ilişkin ver&shy;dikleri bilgiyi aktarmadan önce kâfirlerin nevileri olan Zimmî, Har&shy;bi ve Müstemen ile Zû Ahd hakkında kısa bilgi verip izahta bu te&shy;rimleri kullanmayı uygun buldum.

Zimmî: Cizye ismi verilen vergiyi ödemeyi kabullenen ve İslâm memleketinde oturup yerleşmesine izin verilen gayri müslimlere de&shy;nilir. Başka bir deyimle vatandaşlık hakkı verilen gayri müslimler-dir, denilebilir. Bugün memleketimizde oturan hristiyanlar gibi.

Müstemen: Mal ve can emniyeti verilen ve vatandaş olamayan yabancı gayri müslimlere denilir. Elçiler bu neviden sayılır.

Zû Ahd = Ahid sahibi: ise müslümanlarla kendileri arasında andlaşma yapılan ve andlaşmaya aykırı harekette bulunmayan ya&shy;bancı gayri müsîimlerdir.

Harbî j Yukarda saydığımızın dışında kalan gayri müslimlere de&shy;nilir. Bunlara bu ismin verilmesinin sebebi ise müslümanlar ya bun&shy;larla savaş halindedir veya savaşmak için hazırlanmaktadır.

Bu bâbta geçen hadîslerde meâlen:

"Hiç bir mü'min hiç bir kâfiri öldürmesi sebebiyle Ckısâs olarak) öldürülmez" buyuru 1 muştur.

H a 11 â b î : Bu cümle apaçık delâlet ediyor ki, müslüman ki&shy;şi hiç bir kâfire bedel olarak öldürülmez. Müslümanın öldürdüğü kâfir zimmî olsun müstemen olsun başka neviden olsun fark etmez, demiştir.

Avnü'I-Mabûd yazan da özetle şu bilgiyi verir:

"Bu hadîs, bir kâfiri öldürdüğü için bir müslümanın kısas edil&shy;meyeceğine delildir. Öldürülen kâfir harbi ise bu hüküm hakkında ittifak ve icmâ vardır. Öldürülen kâfir şayet zimmî ise cumhura göre hüküm aynıdır. Fakat, Ebû Hanîfe, onun arkadaşla&shy;rı, N a h a i ve Ş a' b i' ye göre öldürülen kâfir zimmî ise onu öldüren müslüman hakkında kısas hükmü uygulanır."

İbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadisinin son cümle&shy;si Ali (Radıyallâhü anh) 'in hadîsinin bâzı rivayetlerinde de mev&shy;cuttur.

Müslüman kişi, zimmî dâhil her hangi bir kâfiri öldürdüğü za&shy;man onun hakkında kısas hükmü uygulanmaz diyen âlimler î b n - i A b b â s' m hadisini ve onun hadîsinin benzeri olan Ali* nin hadîsinin son kısmını tercemede beyân ettiğim şekilde açıklamış&shy;lardır. Onlara göre hadisten kasdedilen mânâ şudur: Hiç bir mü'&shy;min her hangi bir kâfiri öldürdüğünden dolayı kısas olarak öldü&shy;rülmez ve ahid sahibi, yâni güvence verilen bir gayri müsiim öldü&shy;rülmez. Yâni böylesine can ve mal emniyeti verildiği için, hıyanet et&shy;medikçe veya güven süresi bitmedikçe dokunulmamalıdır, öldürül&shy;mesi haramdır.

Zimmi kâfiri öldüren mü'min kısas edilir, diyen Ebû Ha&shy;nîfe, onun arkadaşları, Nahaî ve Şa'bi ise bu hadisi şöyle yorumlamışlardır:

Hadisteki kâfirden maksad harbî olan kâfirdir ve hadisin mâ&shy;nâsı şöyledir: "Bir mü'min harbî olan bir kâfiri öldürdüğünden do&shy;layı kısas edilmez ve ahid sahibi (yâni güvence verilen - andlaşma yapan) kâfir ahdi (süresesi) içinde (veya ahdine sadakat gösterdiği sürece), harbî olan bir kâfiri öldürdüğünden dolayı kısas olarak öl&shy;dürülmez."

Bunlara göre hadîsten çıkan hükümler şunlardır i

1. Bir mü'min harbi bir kâfiri öldürdüğünden dolayı kısas edil&shy;mez.

2. Zimmî veya müstemen bir kâfir, harbî bir kâfiri öldürdüğün&shy;den dolayı kısas edilmez.

3. Hadisteki kâfir harbî kâfir anlamına yorumlandığından do&shy;layı bir mü'min harbî olmayan bir kâfiri (meselâ bir zimmî'yi veya bir müstemeni) öldürdüğünden dolayı kısas edilir.

Birinci grubtaki âlimlere göre hadîsteki kâfir umûmi mânâda kullanılmıştır. O kâfir ister harbi olsun ister zimmî veya müstemen olsun öldürüldüğü zaman onu öldüren mü'min kısas edilmez. Ahid sahibinden maksad ise zimmi ve müstemen gibi can ve mal emni&shy;yeti verilen kâfirlerdir. Hadis böyle güvence verilmiş bir kâfiri öl&shy;dürmenin yasaklığmı ifâde eder. [75]



22- Baba, Oğlunu Öldürmesi Sebebiyle Kısas Edilmez. Bâbî





2661) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anJtüwâ)\\an rivayet edildiği&shy;ne tföro: Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Setimi) şöyle buyurmuştur:

«Baba, oğlunu öldürmesi sebebiyle kısas edilmez.»"



2662) Ömer bin el-Hattâb <Radıyallâhü <mh)\\ex\\ Şiiyle demiştir:

Ben, Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve SellemKi şöyle buyurur&shy;ken işittim :

«Baba oğlunu öldürmesi sebebiyle kısas edilmez.»" [76]



İzahı





I b n - i Abbâs (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z i, A h m e d ve Hâkim de rivayet etmişlerdir. Ömer (Ra-dıyaliâhü anh)'m hadisini T i r m i z i de rivayet etmiştir. Bu iki hadisten çıkarılan hüküm şudur: Bir baba oğlunu kasden öldürmüş olsa bile onun hakkında kısas hükmü uygulanmaz. Şu halde baba, kısasa ait hükümlerin dışında tutulmuştur. B e y h a k i bu hadislerin senedlerinin zayıf olduğunu söylemiştir.' T i r m i z î de ilk hadîsin senedinde bulunan râvi İsmail bin M ü s -1 i m ' in hafızası aleyhinde bâzı âlimlerin konuştuklarını beyân et&shy;miştir. Şafiî de : Babanın evlâdını öldürmesinden dolayı kısas edilmeyeceği hükmünü müteaddid âlimlerden işittim. Ben de bunun&shy;la hükmediyorum, demiştir. [77]



Âlimlerin Bu Meseleye Âit Görüşleri





1. Hanef iler, Şâfiîler ve Hanbelîler: Bu hadîsle hükmederek adam, oğlunu öldürmesi gerekçesiyle kısas edil&shy;mez. Bu hadis meşhurdur. Ümraet-i İslâmiyye bunu kabullenmiştir. Bu itibarla öldürme olaylarında kısasın vâcibliğine dâir âyetin hük&shy;münden bu meselenin istisna edilmesi ve böylece bu hadîs sözü edilen âyetin hükmünü husüsîleştirnıeye elverişlidir. Ayrıca Ömer (Ra&shy;dıyallâhü anh) oğlunu öldüren baba aleyhinde diyet cezasını vermiş ve hiç bir sahâbi onun babayı öldürtmeyip diyet ödeme cezasına çarp&shy;tırması kararma itiraz etmemiştir, derler. Ömer {Radıyallâhü anh)'m bu kararına dâir hadîs 2646 numarada geçti. Keza baba, ev&shy;lâdının hayatına vesile olmuş iken evlâdın onun hayatının sona erdi&shy;rilmesine sebep olması uygun olmaz.

2. M â 1 i k i 1 e r' e göre baba evlâdını kasden öldürdüğü tak&shy;dirde hakkında kısas hükmü uygulanır. Çünkü kısas hükmü umû&shy;mîdir. Kısas âyetinin umûmî olan hükmü ahâd hadîsiyle husûsîleş-tirilmez. [78]



23- Hür Kimse, Köle (Yi Öldürmesi) Sebebiyle (Kısas Olarak) Öldürülür Mü, Babı?





2663) Semüre bin Cündeb (Radıyallâhü ank)'Aen rivayet edildiğine ; Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Scllevi) şöyle buyurdu, demiştir:

«Kim kölesini öldürürse biz (deJ o kimseyi öldürürüz ve kim kö&shy;lesinin burnunu keserse biz (de) o kimsenin burnunu keseriz.»"



2664) Amr bîn Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra-dıyallâhü anhüm)\\en\ Şöyle demiştir:

Bir adam kölesini kasden ve teammüden öldürdü. Bunun üzeri&shy;ne Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (de) o adama yüz sopa attırdı, onu bir yıl süreyle sürgün etti ve müslümanlann (hisseleri&shy;nin) içinden onun hissesini sildi."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde İshâk bin Abdillah bin Ebî Ferve bulunur. Bu râvi zayıftır. Senedde İsmail bin Ayyaş da vardır. [79]



İzahı





Semüre (Radıyallâhü anh) 'in hadîsini T i r m i z î, E b û Dâvûd, Nesâi ve Ahmed de rivayet etmişlerdir. îkinci hadîs Zevâid türündendir.

Birinci hadîste geçen Ced'i kelimesini açıklayalım: En-Nihâye'de: Ced'ı burunu, kulağı ve dudağı kesmek mânâla&shy;rına gelir. Genellikle burun kesme mânâsında kullanılır. Bir yerde kayıtsız kullanıldığı zaman ekseriyetle burun kesme mânâsına alı&shy;nır. Falan kişi Ecda'dır veya Mecdû'dur, denildiği zaman burunu kesiktir denildiği anlaşılır.

Birinci hadisin zahirine göre bir kimse kölesini kasden öldürür&shy;se o kimse hakkında kısâş hükmü uygulanır. Keza bir kimse köle&shy;sinin burnunu veya kulağını ya da dudağım keserse, misilleme olarak o kimsenin o tarafı kesilir.

Tirmizî bu hadisin rivayetini takiben: Tabiîlerden 1 b -râhîm Nahai gibi bâzı âlimler bu hadîsin zahiriyle hükmet&shy;mişlerdir. Hasan-ı Basri ve Ata bin.Rabâh gibi bâzı âlimler ise: Hür kimse bir köleyi öldürür veya bir tarafını ke&shy;serse o hür kimse hakkında kısas ve misilleme hükmü uygulanmaz, demişlerdir. Ahmed ve İshâk'in kavli de böyledir. Di&shy;ğer bir kısım âlimler de: Hür kişi kendi kölesini öldürdüğünde o kişi hakkında kısas hükmü uygulanmaz. Fakat başkasının kölesini öldüren hür kimse kısas olarak öldürülür, demişlerdir, Süfyân-ı S e v r î böyle demiştir, diye bilgi verir.

El-Kar i' de Hattâbi' nin şöyle dediğini nakletmek&shy;tedir :

"Bu hadis köle sahiplerini tehdîd mâhiyetinde olup» kölelerin öldürülmemesi ve burun, kulak, dudak kesme gibi işkencelerin ya&shy;pılmamasını istemiştir. Bâzılarına göre bu hadis eskiden köle olup sonradan hürriyetine kavuşmuş bir kimse hakkında buyurulmuştur. Bu tevile göre adam, eskiden kölesi olup sonra hürriyetine kavuşan bir adamı öldürmüştür. Bu takdirde hür bir kimseyi öldürmüş olur. Cezası da kısastır. Bir kısım âlimler de : Bu hadîs, Bakara sûresinin 178. âyetinde geçen; Hür kimse, hür kimse(yi öldürmek) ile ve köle kimse köle(yi öldürmek) ile kısas edilir...»

emriyle neshedilmiştir, demiştir."

Ebû Hanîfe' nin arkadaşlarına göre hür kimse kendi kölesini öldürürse, kısas edilmez. Fakat başkasının kölesini Öldürür&shy;se kısas edilir.

yi â 1 i k ve Ş â f i i' ye göre hür kimse ne kendi kölesini ne de başkasının kölesini öldürmekle kısas cezasına çarptırılmaz.

Şerhü's-Sünne'de: Bütün âlimler hür kimsenin bir tarafı, kö&shy;lenin bir tarafını kesmesi gerekçesiyle misilleme cezasına çarptırıl&shy;maz, demişlerdir. Âlimlerin bu ittifakı, bu hadîsin ya tehdîd mânâ&shy;sına yorumlanıl masına ya da mensutı olduğuna delâlet eder, denil&shy;miştir. [80]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ   DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ Icon_minitimeC.tesi Mayıs 08, 2010 3:53 am

24- Katil (Maktulü) Ne Şekilde Öldürmüş İse Ayni Şekilde Kısas Edilir, Babı





2665) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anh)\\ew rivayet edildiğine göre:

Yahudi bir adam (Ensâr'dan) bir kadının başım iki taş arasın&shy;da ezerek onu öldürmüştü. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yahûdînin başını iki taş arasında ezdirdi (yâni bu şekilde kısas edilmesini emretti.)"



2666) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü anh)'ûen rivayet edildiğine göre:

Yahudi bir adam (Ensârdan) genç bir kadını üzerindeki gümüş ziynet eşyasına temaen (başını iki taş arasında ezmek suretiyle) öl&shy;dürdü. (Kadın henüz can vermemiş iken Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in huzuruna getirildi.) Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kadına:

— «Falan kişi mi seni öldürdü?» diye sordu. Kadın i

— Hayır, diye başıyla işaret etti. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) (başka adamın ismini söyleyerek : «Falan adam mı se&shy;ni öldürdü,» diye) ikinci kez sordu. Kadın:

(Yine) hayır, diye başıyla işaret etti. Sonra Resûl-i Ekrem (Sal&shy;lallahü Aleyhi ve Sellem) (bir başka adamın ismini söyleyerek : «Fa&shy;lan adam mı seni öldürdü,» diye) üçüncü defa kadına soru sordu. Kadm t

Evet, diye başıyla işaret etti. (Kadının işaret ettiği yahûdî adam yakalanarak huzura getirildi. Adam suçunu itiraf etti.) Bunun üze&shy;rine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in emriyle katil (in ba&shy;şı) iki taş arasında (ezilerek) öldürüldü." [81]



İzahı





Müellifimizin iki senedle rivayet ettiği ve metinleri birbirine ben&shy;zeyen, ayni olayı anlatan Enes (Radıyallâhü anh) 'in hadîsi Kü-tüb-i Sitte'nin hepsinde rivayet olunmuştur. Kadın henüz can ver&shy;memiş iken katilin kim olduğu yolunda kendisine soru soran zâtın Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) olduğu, Ebû Dâvûd ile T i r m i z i' nin rivayetlerinden anlaşıldığı için bu durumu açıkladım. Katilin suçunu itiraf ettiği Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd ve Tirraizî' nin rivayetinde belirtilmiştir. T i r m i z î bu hadîsin sahih olduğunu ifâde etmiştir.

İkinci hadîste geçen "Evdâh" kelimesi "Vadah"ın çoğuludur. En-Nihâye yazarı bu kelimenin gümüşten imal edilen ziynet ve hüliyat mânâsına geldiğini ifâde eder.

Birinci hadîste geçen "Radh" taşla kırıp ezmek manasınadır. 'hadisten çıkarılan hükümler

T i r m i z i bu hadîsi rivayet ettikten sonra : "İlim ehlinin bâ&shy;zısı bu hadisle hükmetmiştir. (Yâni katili, maktulü öldürdüğü şekil&shy;de kısas etmenin câizliğine hükmetmişlerdir.) Ahmed ve t s -h â k'ın kavli böyledir. İlim ehlinin bâzısı ise kısasın ancak kılıç&shy;la yapılabildiğine hükmetmişlerdir, der.

Avnü'l-Mabüd yazan? da bu hadîsin şerhinde özetle şu bilgiyi vermiştir:

"Bu hadîsten çıkarılan hükümlerin bir kısmı şunlardır :

1. Bir erkek bir kadını kasden öldürürse o erkek kısas olarak öldürülür. Sözüne itimad edilen âlimler bu hususta ittifak halinde&shy;dir.

2. Cinayet işleyen Kişi ne şekilde ve nasıl cinayet işlemiş ise ayni şekilde kısas edilir. Eğer cânî kılıçla öldürmüş ise kendisi de kılıçla kısas edilir. Şayet cinayeti taşla veya sopayla veya benzen

bir şeyle işlemiş ise kendisi de o şeyle öldürülür. Çünkü bu hadîste belirtildiği gibi yahûdî, kadını taşla öldürdüğü için kendisi de taşla öldürülmüştür.

3. Kısas cezasını gerektiren katil cinayetinin kılıç, kama ve bı&shy;çak gibi keskin bir âletle işlenmiş olması şart değildir. Katil, cina&shy;yeti taş, ağaç ve benzerî ağır bir cisimle işlemiş ise yine kısas ceza&shy;sına çarptırılır. Nitekim bu olayda yahûdî, kadım taşla öldürmüş&shy;tür. Mâlik, Şafiî, Ahmed ve cumhurun mezhebi bu&shy;dur. Fakat Ebû Hanîfe'ye göre katilin kısfts cezasına çarp-tırılabilmesi için cinayeti keskin bir âletle işlemiş olması şarttır. Bu âlet keskin bir demir veya keskin bir ağaç ya da keskin bir taş ola&shy;bilir. Yahut cinayetin yüksek yerden bırakmak ve ateşe atmak gibi insanları öldürmek için kullanıldığı bilinen bir yolla işlenmiş olması gereklidir." [82]



25- Kısas (Cezası) Yalnız Kılıçla Înfaz Edilir, Babı





2667) Numân bin Beşîr (Radıyallâhü a»A)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallaltakü Aleyhi ze ScUem) şöyle buyurmuştur :

«Kısas (cezası) ancak kılıçla yerine getiılllr.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir: Bunun senedinde Câbir el-Ca'fi bulunur. Bu r&vî kezzâb <çok yalan sözlü dür.



2668) Ebû Eekre (Radıyallâhü anh)'(\en rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Kılıçtan başka bir şeyle kısas (cezasının) infazı yoktur.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Mübarek bin el-Füdâla tedlisçidir ve bu hadisi an'ane ile rivayet etmiştir. Râvi el-Hasan da böyledir. [83]



İzahı





Bu babın iki hadîsi de Zevâid türündendir. Tuhfe'de bildirildiği&shy;ne göre Numân bin Beşîr (Radıyallâhü anh)'in hadisini Bezzâr, Tahâvİ, Taberâni ve Beyhaki de değişik metinlerle rivayet etmişlerdir. Ebû Bekre (Radıyallâhü anh) 'm hadisini Bezzâr ve Beyhaki de rivayet etmişlerdir. D â -rekutnî ile Beyhakî bunun bir mislini Ebû Hürey-r e (Radıyallâhü anh)'den de rivayet etmişlerdir. Keza bunun bir benzerini Beyhakî ve Tabarânî, İbn-i Mes'ûd (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir; Fakat Şevkâni bu hadislerin hepsinin senedlerinde ya zayıf ya da terk edilmiş râvîle-rin bulunduğunu ifâde etmiştir.

Şevkânî: Küfe âlimleri ki Ebû H a n i f e ve ar&shy;kadaşları da bunlardandır, böyle hükmederek demişler ki; kısas hük&shy;mü ancak kılıçla infaz edilir. Katil, maktulün başka şekillerde ve başka cisimlerle öldürmüş olsa bile yine kılıçla öldürülür, diye bil&shy;gi vermiştir. Bu grubun delillerinin bir kısmı daha vardır ki bun&shy;ları anlatmak uzun zaman alır. Bunlara muttali olmak isteyenler hadîs kitablannın şerhlerine başvurabilirler.

Numân bin Beşîr (Radıyallâhü anh) 'm hâl terceme-si 112 nolu, Ebû Bekre (Radıyallâhü anh)'m hâl tercemesi de 233 nolu hadisler bölümünde geçmiştir. [84]



26- Hiç Kimse Hiç Bir Kimsenin Günahından Dolayı Muahaza Edilmez, Babı





2669) Amr bin el-Ahvas[85] (Rıi(/tyal!â/ıii an/ı)'(\en; Şöyle demiştir:

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'i Veda haccmda şöyle buyururken işittim :

«Bilmiş olunuz ki her cânî ancak şahsının işlediği günahtan so&shy;rumludur. Hiç bir baba oğlunun günahından sorumlu tutulamaz ve hiç bir oğul babasının günahından sorumlu tutulamaz.»"



2670) Târik el-Mühâribî[86] (Radıyallâhü au/ı)\\en Şöyle demiştir:

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemJ'i koltuk altlan be&shy;yazlığını gördüğüm derecede ellerini havaya kaldırarak şöyle buyu&shy;rurken gördüm :

«Bilmiş olunuz ki hiç bir anne oğlunun günahından sorumlu tu&shy;tulamaz. Bilmiş oîunuz ki hiç bir anne oğlunun günahından sorumlu tutulamaz.»"

Not : Bunun senedinin sahih ve râvilerinin sıka oldukları, Zevâid'de bildi&shy;rilmiştir.



2671) El-Haşhâş el-Anbarî (Radıynllâhii anh)\\er\; Şöyle demiştir:

Beraberimde oğlum bulunduğu halde ben Peygamber (Sallalla&shy;hü Aleyhi ve Selleml'in yanına vardım. Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Seîlem) :

«Sen oğlunun günahından sorumlu tutulamazsın, o da senin gü&shy;nahından sorumlu tutulamaz,» buyurdu.

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedindeki râvîlerin hepsi sıka zâtlardır. Fakat Hüşeym tedlisçi idi. El-Haşhâş'm bundan başka hadisi yoktur. Kütüb-i Sitte'nin kalanlarında onun hadisi yoktur.



2672) Üsâme bin Şerik (Radıyallâhii an/Wink'den rivayet edildiğine gö&shy;re : Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Scllcm) şöyle buyurdu, demiştir :

«Hiç bir şahıs, başka bir şahsın günahından sorumlu tutulamaz.»"

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedi sahihtir. Râvi Muhammed bin Abdillah'ı İbn-i Hibbân sıka (güveniliri zâtlar arasında anmıştır. Nesâî de onun rivayetinde bir beis olmadığını söylemiştir. Ebü'l-Avvâm el-Kattân'ın adı trnrân bin Dâvûd'dur. Cumhur onun sıka olduğunu söylemiştir. Senedin kalan râvileri de Buhâri ile Müslim'in şartları üzerinedirler. [87]



İzahı





Bu babın ilk hadisini T i r m i z İ de rivayet etmiştir. Diğer hadisler Zevâid türündendir. Ebû Dâvûd 2671 nolu e 1. Haşhaş (Radıyallâhü anhl'ın hadisinin bir benzerini Ebû H i m s e (Radıyallâhü anh)'den merfû olarak rivayet etmiştir.

Hadislerde geçen ve cinayet masdarmdan yapılan fiiller cinayet işleme mânâsına değil de işlenen cinayetin müâhaza edilme ve so&shy;rumlu tutulma mânâsına yorumlanmıştır. El-Mirkat'ta böyle açık&shy;lama yapılmıştır.

Sindi de ilk hadisin açıklaması bölümünde: Yâni baba ve oğulun her birisinin işlediği cinayet kendi şahsını ilgilendirir, biri&shy;sinin işlediği suçtan dolayı diğeri sorumlu tutulamaz ve müahaza edi&shy;lemez. Hadîslerden kasdedilen mânâ şu olsa gerek: Günah ve kı&shy;sas konusunda herkes kendi şahsından sorumludur. Kimsenin işle&shy;diği günah başkasına yüklenemez ve kimsenin müstehak olduğu kı&shy;sas cezası başkasına yükletilemez. Baba ile oğul bile birbirlerinin günahından dolayı müahaza edilemez ve bunlardan birisinin müs&shy;tehak olduğu kısas cezası diğerine tatbik edilemez. Ama diyetler böy&shy;le değildir. Kişinin işlediği cinayetin diyeti bazen yakınlarından taz&shy;min ettirilir, demiştir.

En-Nihâye'de de şu bilgi verilmiştir ; Cinayetten maksad dünya&shy;da ve âhirette azâb veya kısası gerektiren suç ve günahlardır. Yâ&shy;ni kişi, yakınlarının veya uzaklarının işlediği günah ve suçlardan müâhaza edilmez ve sorumlu tutulmaz. Birisi bir suç veya günah iş&shy;lerse diğeri bundan mes'ul değildir.

Ebû Davud'un Ebû Rimse (Radıyallâhü anh)'den rivayet ettiği hadîsin sonunda; Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-sellem buyurduğu hadîsi teyiden;

«Ve günah yüklü hiç kimse başkasının günahını yüklenmez» âyeti&shy;ni okumuştur. (E n 'â m 164, İ s r â 15 ve F â t ı r 18) [88]


27- Cübâr (Yâni Kimseye Ödettirilemeyen Zarar) Babı





Bu bâbtaki hadîslerde geçen Cübâr kelimesinin mânâsım yu&shy;karda verdiğim gibi burda da biraz daha açıklayayım

Cübâr: Heder, boşa giden ve karşılığında kimseden diyet veya tazminat alınmayan zarar manasınadır. "Bu cinayet cübârdır" denildiği zaman o cinayetin zararı kimseye öd ettirilemez, anlamı kas-dedilir. Bu bâbta geçen hadislerde sahipli ve yırtıcı olmayan hay&shy;vanların verdikleri zararların, maden ocaklarında ve kuyularda uğ&shy;ranılan can zayiatının veya başka zararların ilgililerden tazmin et&shy;tirilemeyeceği bildirilmektedir. Bu hadisleri terceme ederken "Cü&shy;bâr" kelimesi karşılığı olarak "Heder" kelimesini kullanacağım. Bu-nunla yukarda anlattığım mânâyı kasdetmiş oluyorum.

Üsâme bin Şerîk (R-A.)'ın Hâl Tercemesi

Üsârae bin Şerîk es-Su'lebî sahâbilerdendir. Sekiz aded hadîsi vardır. Râvîleri ise Ziyâd bin İlâka ve Alî bin el-Akmar'dır. Sünen sahipleri onun hadîslerini riva&shy;yet etmişlerdir. (Hülâsa: 26)



2673) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Scllem) şöyle buyurdu, demiştir:

«Acmâ (yâni yırtıcı olmayan dört ayaklı hayvanın verdiği za&shy;rar) hederdir, maden ocağı (nda uğranılan zarar) hederdir. Kuyu (da uğranılan zarar) hederdir. (Yâni bu zararlar kimseye ödettirüe-mez.)»"



2674) Amr bin Avf (el-Müzenî) (Radıyattâkü anh)'den; Şöyle de&shy;miştir :

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve SellemTden şöyle buyu&shy;rurken işittim:

*Acmâ (yâni dilsiz behîme)nin verdiği zarar hederdir. Maden ocağı(nda uğranılan zarar) da hederdir.»"

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde bulunan Kesir bin Ab-dîllah'ı Ahmed ve İbn-i Muin zayıf saymışlardır. Ebû Dâvûd da : O kezzâbtır. de&shy;miştir. İmâm Şafiî de : O. yalan sözlülüğün temellerinden biridir, demiştir. İbn-i Abdillah da : Onun zayıflığı üzerinde İcmâ vardır, demiştir.



2675) Ubâde bin es-Sâmıt (Radıyallâhü anhyden; Şöyle demiştir:

Resûlullah (Saîîallahü Aleyhi ve Sellem), maden ocağı (nda uğ&shy;ranılan zararın) hederliğine, kuyu (da uğranılan zararın) hederliği-ne ve acmâ (yâni dilsiz benime) nin verdiği zararın hederliğine hük&shy;metti.

Acmâ: Deve, sığır ve koyun - keçi ve başka behime manasınadır. Cübâr da: (Kimseye) ödettirilemeyen heder manasınadır."

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir. Bunun senedindeki râviler sıka zâtlardır. Ancak Tirmizî ve başkası İshâk bin Yahya'nın Ubâde (R.A.)'ya yetişmediğini söy&shy;lemişlerdir.



2676) Ebû Hüreyre (Radtyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Resûîullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Ateşün yaptığı zarar) hederdir. Kuyu (zararı) da hederdir.»" [89]



İzahı





Bu bâbm ilk hadîsi Kütüb-i Sitte'nin hepsinde -rivayet olunmuş&shy;tur.. A m r (Radıyallâhü anh) ile Ubâde (Radıyallâhü anh)'in hadisleri Zevâid türündendir. Ebû Hüreyre {Radıyallâhü anh)'in son hadîsi Ebû Dâvûd ile Nesâi tarafından da rivayet edilmiştir.

Hadîslerde geçen Cübâr kelimesinin açıklamasını babın girişin&shy;de yaptım.

Acmâ: Behîme demektir. Hayvanın dili olmadığı için ona bu isim verilmiştir. Behime ve çoğulu olan Behâim dilimizde de kulla&shy;nılmaktadır. Yırtıcı olmayan ve mülk edinilen deve, sığır, koyun, ke&shy;çi, katır, merkeb, at ve benzeri hayvanlar demektir. Ü bade' nin hadisinin sonunda Acmâ ve Cübâr kelimelerinin açıklamasına ait cümlelerin râvî Mûsâ bin Ukbe'ye âit olduğu görüşü e 1 - H â f ı z tarafından ifâde edilmektedir. Bunun müellifimize âid olması da muhtemeldir.

Ebü Dâvûd ise Acmâ: Salıverilen, beraberinde kimse bu&shy;lunmayan ve gündüz zarar veren behimedir, demiştir.

Tirmizi de Ebû Hüreyre {Radıyallâhü anh) 'in ilk hadisini nvâyet ettikten sonra: Bâzı âlimler demişler ki; Acmâ, ba&shy;ğını koparıp sahibinden habersiz giden hayvandır, böyle bir hayvan gidip bir zarar verirse, sahibi bu zararı ödemekle mükellef değildir. Madenle ilgili cümlenin mânâsı da şudur: Bir adam bir maden oca&shy;ğı kazmıştır. Bir adam gidip bu kazılan ocağa düşerse ocak sahibi bundan dolayı bir tazminat ödemek durumunda değildir. Kuyu da böyledir. Bir adam sebil için bir kuyu kazmış iken başkası o kuyu&shy;ya düşerse kuyu sahibi bir şey ödemekle mükellef tutulmaz, diye bilgi vermiştir.

Hayvanların yaptıkları zararlar konusu 2332 nolu hadîs bölü&shy;münde işlenmiştir. N e v e v i bu hususta özetle şöyle der:

"Hayvanların gündüz verdikleri zararların sahiplerinden tazmin ettirilmemesi hususunda âlimler icmâ etmişlerdir. Ancak hayvanlar gündüz zarar verirken başında bir kimse var ise cumhura göre bu zarar tazmin ettirilir. Şayet hayvan geceleyin zarar verirse Mâ1 i k ' e göre hayvan sahibi bu zararı ödemekle mükelleftir. Şafiî ve arkadaşlarına göre hayvan sahibinin bir kusuru veya ihmâli var ise ona ödettirilir. Aksi takdirde ödettirilmez.

Hanefi âlimlere göre gündüz ve gecenin bir farkı yoktur. Önemli olan husus hayvanın beraberinde sahibinin bulunup bulun&shy;mamasıdır. Şayet sahibi beraberinde iken hayvan zarar verirse, sa&shy;hibi zararı ödemekle mükelleftir. Aksi halde mükellef değildir.

Maden ocakları ve kuyu meselesi hakkında ise Avnü'l-Mabûd ya&shy;zan özetle şöyle der:

"Yâni bir adam kendi mülkünde veya sahipsiz, mevât bir arazi&shy;de bir maden ocağını açar. Bir kimse oradan geçerken ocağa düşüp ölürse veya maden ocağı sahibinin ücretle tuttuğu işçiler ocakta çalışırken ocak çöküp işçiler ölürse maden sahibi bir diyet ve taz&shy;minat ödemekle mükellef değildir. Kuyu da böyledir. Bir adam ken&shy;di mülkünde veya mevât, yâni sahipsiz bir arazide bir kuyu kazar. Sonra bir insan veya başka bir şey kuyuya düşüp telef olursa ku&shy;yu sahibine bir şey lâzım gelmez. Keza kuyu kazmak için tuttuğu iş&shy;çi kuyuya düşüp ölürse kuyu sahibi bir tazminat veya diyet ödemek&shy;le mükellef değildir.

El-Hâfız'm el-Fetih'te beyân ettiğine göre Ebû Ubeyd: Bir kimse müslümanlarm yolu üzerinde veya başkasının arazisinde izinsiz bir kuyu kazar da bir insanın telef olmasına sebebiyet verir&shy;se, ölenin diyeti kuyu kazanın yakınlarından tahsil edilir, kefareti de kuyu kazan öder. Şayet insandan başka bir mal telef olursa bu&shy;nun zararını kuyu kazan kişi çeker. Diğer kazılar da kuyu gibidir, de&shy;miştir,

îbn-i Battal da: Hanefîler kuyu zararı konu&shy;sunda cumhura muhalefet ederek: Kuyu kazan kimse mutlaka za&shy;rarlardan sorumlu tutulur, demişlerdir. Bunlar kuyuyu sahipli hay&shy;vana kıyaslamışlardır, Nassa karşı kıyâs geçersizdir, demiştir.

Bu konular hakkında ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablanna baş&shy;vurmak gereklidir.

Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'m son hadisiyle ilgili olarak Avnü'l-Mabûd yazarı özetle şu bilgiyi verir:

"Hadîsin «Ateşin verdiği zarar hederdir» cümlesiyle ilgili ola&shy;rak H a t t â b i : Bu hadîsten kasdedilen mânâ şudur: Kişi ken&shy;di mülkünde kendi ihtiyacı için ateş yakar. Sonra kendisinin irâde&shy;si dışında rüzgâr ateşi yayıp başkasının malına veya eşyasına zarar verir. İşte böyle bir durumda ateş sahibine bir sey lâzım gelmez, di&shy;ye bilgi vermiştir." [90]



28- Kasâmet (Denilen Yeminler) Babı





Kasâmet: Ekseme fiilinin masdarıdır. Ekseme: Yemin etti, de&shy;mektir. Yeminlere genellikle kasem ismi verilirken katili meçhul maktul ile ilgili edilen yeminlere Kasâmet ismi verilmiştir.

Kasâmet: Maktulün velileri katil zanlılarından kan bahasını talep ettikleri zaman kendilerine veya katil zanlılarına taksim edi&shy;len yeminlere denilir. Îmâmü'l-Haremeyn'in anlattığı&shy;na göre fıkıhçıîar: Kasâmet, yeminlerin ismidir, demişlerdir. Lü&shy;gat âlimlerine göre ise Kasâmet, yemin edenlere verilen bir isimdir.

Nevevî' nin naklen beyânına göre Kadı Iyâz: Ka&shy;sâmet hadisi Şerîât'ın temellerinden biri ve Dîn'in hükümlerine âid bir kaidedir. Sahâbîlerin, Tabiîlerin ve onlardan sonra gelen âlim&shy;lerin hepsi Kasâmetle hükmetme keyfiyetinde ihtilâf etmekle bera&shy;ber bununla amel etmişlerdir.

Bir cemaatın kasâmetie hükmetmedikleri de rivayet olunmuştur.

Kasâmetle amel edilir, diyen âlimler öldürme olayı kasden işlen&shy;diğinde kasâmet işlemi neticesinde katil zanlısının kısas olarak öl&shy;dürülüp öldürülmeyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir. Şöyle ki:

Âlimlerden bir cemaata göre kısas vâcib olur. Mâlik, Ah-med, îshâk ve kadîm kavlinde Şafiî böyle hükmetmiş&shy;lerdir.

Küfe âlimleri ve en sahih kavlinde Şafiî: Kısas vâcib olmaz, diyet, yâni kan bahasının ödenmesi vâcib olur, demişlerdir.

Kasâmet işleminde hangi tarafın yemin edeceği hususunda da ihtilâf vardır. Şöyle ki:

Mâlik, Şafiî ve cumhura göre maktulün mirasçıları ye&shy;min ederler ve yeminleri sonucunda haklan gerçekleşmiş olur. Bu da yukarda anlatıldığı gibi bâzılanna göre katil zanlısının kısas edil&shy;mesidir. Bir kısmına göre ise kan bahasının ödenmesidir.

Ebû Hanîfü' nin arkadaşlanna göre ise cinayetin işlen&shy;diği şehir veya kasaba, ve köy halkından maktulün velîlerinin seç&shy;tikleri kimselerden elli kişi "Allah'a yemin ederiz ki biz bunu öldür&shy;medik ve katilinin kim olduğunu bilmiyoruz" diye yemin ederler. Bu yeminlerden sonra yemin edenlerle beraber o yer sakinlerine ve akılalarına (yakınlarına) diyet ödeme cezasına hükmedilir. Bunlardan alman diyet maktulün mirasçılarına teslim edilir, demiştir. (Kadı Iy âz'ın sözü bitti.)



2677) Sehl bin Ebî Hasme (Radtyallâkü anh)\n kendi kavminin ile&shy;ri gelen adamlarından rivayetine göre :

Abdullah bin Schl (bin Zcyd) ve Muhayyısa (bin Mes'ûd bin Zeyd) (Rathyallâhü anhiımâ) başlarına gelen fakirlikten dolayı (bir hurma mevsiminde hurması bol olan) Hayber'e (dostları yanında hurma toplamaya) gittiler. (Ve Hayber'e vardıklarında ken&shy;di işlerine bakmak üzere birbirinden ayrıldılar. Bir süre) sonra Mu-hayyis'a gelinip, Abdullah bin Sehl'in öldürülüp bir kuyuya veya bir pınara atılmış olduğu haberi verildi. Bunun üzerine Muhayyısa Hayber yahûdîlerîne giderek:

— Allah'a yemin ederim ki onu siz öldürdünüz, deyince yahû-dîler:

— Allah'a and olsun ki onu biz öldürmedik, dediler. Sonra Mu&shy;hayyısa ordan (Medine'ye) dönüp kavminin yanma varıyor ve du&shy;rumu onlara anlatıyor. Daha sonra kendisi, ağabeyisi Muhayyısa ve Abdurrahmân bin Sehl kalkıp (Peygamber) (Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e) gittiler. (Önce) Muhayyısa söze başladı, (maktul ile be&shy;raber) Hayber'de olan kendisi idi. Fakat Resûlullah (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) Muhayyısa'ya yaşça büyüklüğü kasdederek:

«İlk sözü büyüğe bırak, ilk sözü büyüğe bırak», uyarısında bu&shy;lundu. Bunun üzerine (Muhayyısa sustu ve ağabeyisi) Huvayyısa olayı anlattı. Ondan sonra da Muhayyısa konuştu. Neticede Resûlul&shy;lah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onlara:

«Hayber yahûdîleri ya (öldürülen) arkadaşınızın diyetini (kan bahasmı) öderler, veya onlara (karşı Allah ve Resulü tarafından) bir savaş ilân edilir,» buyurdu. Sonra Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu konu hakkında (Hayber yahûdüerine) yazı yazdırdı. (Bu yazıya cevaben) onlar:

Allah'a yemin ederiz ki onu katiyyen biz öldürmedik, diye yazı gönderdiler. Bu cevab üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lum), Huvayyısa. Muhayyısa ve Abdurrahmân'a:

«Bu cinayetin Hayber yahûdîleri tarafından işlendiğine yemin eder (mi) siniz ve (bu takdirde) arkadaşınızın kan bedeline müsta&shy;hak olursunuz?» buyurdu. Bunlar:

Hayır, (yanında) bulunmadığımız ve görmediğimiz bir cinayet hakkında nasıl yemin ederiz? dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) :

«Şu halde yahûdîler (bu cinayetten habersiz olduklarına dâir) size yemin ederler,» buyurdu. Bunlar:

Onlar müslüman değiller, (nasıl onların yeminlerine itibar ede&shy;riz), dediler. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)

maktulün diyetini kendi yanından verdi. Resûlullah (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem) maktulün yakınlarına yüz adet dişi deve gönderip ta evin içinde onlara teslim ettirdi.

Râvî Sehl (bin Ebi Hasme) demiştir ki: O sürüden kırmızı bir dişi deve bana tekme attı."



2678) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-As) (Ra-(fıyallâhü an/tüm /den; Şöyle demiştir :

Mes'üd'un oğullan Huvayyısa ve Muhayyısa ile Sehl'in oğullan Abdullah ve Abdurrahmân (Radıyallâhü anhüm), Hayber'de yiyecek temini maksadıyla, (Medîne-i Münevvere'den) çıkıp gittiler. (Hay-ber'de) Abdullah'a zulüm edilip öldürüldü. Sonra durum Hesülullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'e anlatıldı. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (maktulün arkadaşlarına) =

— «(Abdullah'ın Hayber yahûdîleri tarafından öldürüldüğüne) yemin edersiniz ve (kan bedeline) müstahak olursunuz»? buyurdu. Onlar:

— Yâ HesûlaHah yanında bulunmadığımız bir cinayet hakkında nasıl yemin ederiz? dediler. Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem) :

— «Şu halde yahûdiler (yemin etmekle) isnad ettiğiniz suçtan beraet ederler.» buyurdu. Onlar;

— Yâ Resûlallah! Yahudiler yemin etmekle beraet edebilince bi&shy;zi öldürürler, dediler. Râvî demiştir ki: Bunun sonucunda Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) maktulün diyetini kendi yanından verdi."

Not: Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun senedinde Haccâc bin Ertât var&shy;dır, O tedlîsçidir (ve an'ane ile rivayet etmiştir.) [91]



İzahı





Bu babın ilk hadîsini Buhârî, Müslim, Ebû D â -vûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. İkinci hadîs ise Zevâid türündendir.

Buradaki rivayete göre ilk hadîsin râvîsi Sehl bin Ebî Hasme (Radıyallâhü anh) hadîsi kendi kavminin ileri gelen adamlarından rivayet etmiştir, Buhârî' nin rivayetinde ise Sehl resen olayı nakletmiştir. Ebû Davud'un rivayetine göre ise Sehl ve onun kavminin ileri gelen adamları bu hadîsi Ebû Leylâ'ya rivayet etmişlerdir.

Hadîste isimleri geçen zâtlara gelince H a y b e r' de öldürü&shy;len Ablullah bin Sehl ile Abdurrahmân bin Sehl kardeştirler. Huvayyısa bin Mes'üd ile Mu&shy;hayyısa bin Mes'ûd da kardeştirler. Abdullah ile Abdurrahmân'm babaları Sehî, Mes'ûd'un kar&shy;deşidir. Durum bu olunca bunların evlâdı da amca çocuklarıdır. Huvayyısa, Muhayyısa1 dan, bu da Abdurrah&shy;mân' dan yaşça büyüktü, ilk hadîste geçen "Fakır" derin olma&shy;yan ve ağzı geniş kuyu manasınadır. "Ayn" da pınar demektir. H a y b e r' de katledilen A b d u 1 1 a h ' in cesedinin kuyu ve&shy;ya pınara atıldığı yolundaki tereddüd râvîye aittir.

Cinayet olayı Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'e arz edileceği zaman Muhayyısa söze başlıyor. Sebebi ise cina&shy;yet olayı esnasında kendisinin H a y b e r' de olmasıydı. Fakat Resûl-i Ekrem (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kendisini îkaz ederek ilk sözü yaşça büyük olan ağabeyisi Huvayyısa'ya bırak&shy;masını işaret buyuruyor. Bu buyruk bir edeb dersi mahiyetindedir. Önce Huvayyısa, sonra Muhayyısa olayı anlatıyor&shy;lar.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in «Yahudiler ya mak&shy;tulün diyetini öderler ya da onlara karşı savaş ilân edilir» emrinden maksad, cinayetin onlarca işlendiği sabit olması hâlinde onlar bu iki işten birisini yapmak durumunda kalırlar.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm] ile H a y b e r ya-hûdîleri arasında yapılan yazışma neticesinde yahûdiler suçu kabul etmeyince, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) davacılara ye&shy;min teklif etmiş ve yemin ettikleri takdirde maktulün kan bedelini almaya hak kazanacaklarım beyân buyurmuştur. Bu hak kısas mı, diyet mi? Bu husustaki ihtilâf yukarda anlatılmıştı. Bilindiği gibi bü&shy;tün dâvalarda yemin dâvâlıya aittir. Dâvâcı da şâhid getirmekle mü&shy;kelleftir. Bu hususta Kasâmet meselesi diğer dâvaların dışında tutul&shy;muştur.

Davacılar yemin etmedikleri gibi dâvâlıların müslüman olmayış&shy;ları nedeniyle yeminlerine itibar edemeyeceklerini söyleyince Pey&shy;gamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) maktulün diyetini kendi yanın&shy;dan ödemiştir. Bunun sebebi hakkında Avnü'l-Mabûd yazarı: Pey&shy;gamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), nizaa son vermek ve tarafların arasını bulmak için ödemede bulunmuştur. Çünkü maktulün tarafı yemin etmek veya dâvâlıya yemin ettirmekten başka bir hakka sa&shy;hip değildir. Burda ise iki teklife de razı olmadılar. Gönülleri de kı&shy;rıktı. Bunun için gönüllerini tamir etmek ve nizaı kesmek isteyen Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), diyeti yanından ödemiştir, der.

Davacılar maktulün katil zanlıları tarafından öldürüldüğüne dâir yemin etmekten imtina edince, katil zanlıları maktulü öldürme&shy;diklerine yemin etmek suretiyle yapılan isnaddan berâet ederler. Bu hüküm bu hadîsten anlaşıldığı gibi ikinci hadîsten daha açık bir şe&shy;kilde çıkarılır. Kasâmet meselesinde hangi tarafın yemin etmesi&shy;nin gerektiğine dâir bilgi yukarda, babın girişinde verildi.

Sehl bin Ebi Hasme (Radıyallâhü anh), hadisin sonunda, diyet olarak ödenen develerden birisinin kendisine tekme attığını söylemekle bu hadîsi çok iyi bir şekilde hatırında tuttuğunu belirtmek istemiştir.

îkinci hadiste geçen; cümlesindeki fiil İbra veya Tebrie masdarından türeme olabilir ve «Tübriuküm» veya «Tüberriu-küm» şeklinde okunabilir. Cümlenin mânâsı bakımından bu iki oku&shy;nuş arasında bir farklılık yoktur. Cümle iki şekilde mânâlandırıla-bilir:

Birincisi tercemede belirttiğim gibi şöyledir : «Şu halde yahûdî-ler (yemin etmekle) isnâd ettiğiniz suçtan berâet ederler.»

îkinci mânâ : «Şu halde yahûdîler (yemin etmekle) sizi yemin et&shy;mekten kurtarırlar (ve böylece dâva kapanmış olur.)»

Şöyle bir soru hatıra gelebilir:

Abdurrahman bin Sehl (Radıyallâhü anh), mak&shy;tul A b d u 1 1 a h ' m kardeşi olduğu halde neden amca oğullan Huvayyısa ile Muhayyisa olayı anlatmışlar ve Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) onları dinlemiş de asıl dâva sa&shy;hibi durumunda olan Abdurrahman'ı konuşturmamış-tır?

Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) yaş sırasına göre ön&shy;ce H u v a y y ı s a ' yi, ondan sonra da Muhayyısa'yı din&shy;lemiş ve Tirmizi1 nin rivayetinde belirtildiği gibi Abdur&shy;rahman'ı da dinlemiştir. Abdurrahman'in yaşça iki&shy;sinden de genç olduğunu yukarda belirtmiştim.

Kasâmet ismi verilen yemin tarzı ve hükümleri fıkıh kitabların-da genişçe izah edilmektedir. [92]



29- Kim Kölesinin Bir Organını Kesmek Suretiyle İşkence Ederse O Köle Hürdür, Babı





Sehl bin Ebî Hasme (R.A.)'ın Hâl Tercemesi

İlk hadîs râvisi Sehl'in babası Ebû Hasme'nin ismi Âmir bin Sâide'dir. Bir kavle göre ismi Abdullah bin Sâide bin Âmir'dir. Sehl Ensâr'm Hars kabilesinden yaşça küçük sahâbîlerdendir. 25 aded hadisi vardır. Buhâri ile Müslim onun üç hadisini ittifakla rivayet etmişlerdir. Râvîleri Salih bin Havvât, Urve bin Zübeyr ve Zühri'dir.Bir kavle göre mürsel hadîsler rivayet etmiştir. Ebü Hatim: O rıd-vân biahnda bulunan sahâbîlerdendir, demiştir. Hafız Zehebî: Zanrumca o, Muâ-viye (R.A.)'ın halifeliği döneminde vefat etmiştir, der. Kütüb-i Sitte'nin hepsinde onun hadisleri vardır. (Hülâsa : 157)



2679) Zinbâ (Ebû Ravh) (Radtyallâhü ank)'âtn rivayet edildiğine Kendisi bir kölesinin yumurtalarım çekip çıkarmış (veya erkek&shy;lik organım kesmiş) oüarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel-lem)'in huzuruna vardı. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu işkenceye karşı köleyi azadladı (azadlığma hükmetti)."

Not: Râvî İshâk bin Ebi Ferve'nia zayıflığı nedeniyle bu senedin zayıflığı, Zevâid'de belirtilmiştir.



2680) Amr bin Şuayb'in dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Ra&shy;dtyallâhü anhüm)'den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:

(Köle) bir adam imdâd, diye bağırarak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'in yanına geldi. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Bellem) ona:

-Neyin var?» buyurdu. Köle:

Efendim beni bir cariyesini öptüğüm esnada gördü, bu nedenle benim erkeklik organımı kesti, dedi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (sahâbilere) :

«O herifi bana getiriniz,» buyurdu. Adam arandı. Fakat buluna&shy;madı. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) «Git. Sen hürsün,» buyurdu.

(Râvî) demiştir ki -. Köle ı

Yâ Resülallah! Efendim beni köleleştirmek isterse bana yardım&shy;cı olmanın kimin üzerine (vâcib) olduğunu söyler misin? diye sordu. Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de:

«Her mü'min veya her müslüman üzerine" (vâcib) dir,» buyurdu." [93]



İzahı





îlk hadîs Zevâid türündendir. İkinci hadîsi Ebû Dâvüd da rivayet etmiştir. Ebû Dâvûd, kölenin isminin Ravh bin Dînar (Radıyallâhü anh) olduğunu ve onun erkeklik or&shy;ganım kesen efendisinin isminin Zinbâ Ebû Ravh (Radı&shy;yallâhü anh) olduğunu söylemiştir. îlk hadîste kölesinin yumurtala&shy;rını çıkardığı veya erkeklik organını kestiği bildirilen zâtın Zin-b â olduğu bildirildiğine göre iki hadîsin ayni olaya ve sonucuna âid olduğu ihtimali kuvvetlidir. Birinci hadiste geçen «Hasa» fiili yu&shy;murtaları çıkarmak mânâsına geldiği gibi erkeklik organını kesmek mânâsına da geldiğinden bu duruma ilk hadîsin tercemesinde paran&shy;tez içi ifâde ile işaret ettim.

S i n d İ: Halkın, kölelerine böyle işkence etmelerini önlemek için Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's~selâm)'in anılan kölenin âzad-lığma hükmetmiş olması kuvvetle muhtemeldir, demiştir.

Avnü'l-Mabûd yazarı da: Sahih olanı şudur ki, kim kölesine böy&shy;le şeni işkence yaparsa o kimsenin isteği dışında kölesinin âzadlan-masına hükmedilir ve köle hürriyetine kavuşmuş olur, demiştir.

Sözü edilen köleye yardım etmenin her mü'mince veya her müs-lümana düşen görev olduğuna dâir cümledeki «snü'min veya müslim» ifâdesindeki tereddüd râvîye aittir.

Hür bir kimse bir köleyi öldürür veya bir organını keserse, bu&shy;na karşılık o hür kimse hakkında kısas ve misilleme yapılıp yapıl&shy;mayacağına dâir bilgiler 2663-2664 nolu hadisler bölümünde geç&shy;miştir. Oraya bakılabilir.

îlk hadîsin râvisi Zinbâ (Radıyallâhü anh) bin Ravh bin Selâme el-Cüzâmi' nin künyesi Ebû Ravh'-dır. Filistin'e giderdi. Ebû Nuaym onun sahâbî ol&shy;duğunu söylemiştir.[94]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir




DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ Empty
MesajKonu: Geri: DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ   DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ Icon_minitimeC.tesi Mayıs 08, 2010 3:54 am

30- Öldürme Tarzı Yönünden En İffetli (Merhametli) İnsanlar İmanlılardır, Babı





2681) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radıyallâhü tm/rj'den rivayet edildi&shy;ğine göre; Resûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

-Ehli îman, öldürme tana yönünden insanların en iffetli (mer&shy;hametli) lerindendir.»"



2682) Abdullah (bin Mes'ûd) (Radıyallâhü onA/den rivayet edildi&shy;ğine göre; Resûluîlah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellcnı) şöyle buyurdu, demiştir :

«Öldürme tarzı yönünden insanların en iffetlisi (merhametlisi) îman ehlidir.»" [95]



İzahı





Müellifimizin kısmen değişik iki senedle rivayet ettiği î b n - i Mes'ûd (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini E b û D â v û d da ri&shy;vayet etmiştir. Ordaki hadis metni burdaki metnin aynisidir.

Hadîste geçen iffetten maksad helâl olmayan ve iyi karşılanma&shy;yan durum ve davranışlardan sakınmaktır. Yâni mü'minler kısas, had veya başka nedenlerle öldürülmesi gerekli veya caiz olan bir

kimseyi öldürecekleri zaman organlarını kesmek, yavaş yavaş ta-zîb etmek gibi işkenceler yapmak suretiyle değil en rahat bir şekil&shy;de öldürürler. Çünkü Allah Teâlâ, bütün yaratıklara karşı merha&shy;met ve acıma duygusunu mü'minîerin kalblerine yerleştirmiştir, imansızlarda ise bu derece merhamet ve acıma duygusu yoktur. Mekke müşriklerinin müslümanların bir kısmını işkence ve ta-zîble hunharca öldürmeleri bunun canlı bir örneğidir. [96]



31- Müslümanların Kanları (Ktsâs Ve Dîyet Hususunda) Eşittir, Babı





2683) (Abdullah) bin Abbâs (Radıyallâhü anhümâydan rivayet edil&shy;diğine göre; Peygamber (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:

«Müslümanların kanlan (kısas ve diyet hususunda) eşittir. Ve onlar, başkalarına (yâni düşmanlarına) karşı tek el (gibi olmalı) dır. Onların (kâfirlere verebilecekleri mal, can ve namus) teminatım (mertebece) en düşük olanı akdedebilir (verebilir). Ve (savaşta alı&shy;nan ganimet düşman saflanna en yakın olanlar tarafından) en uzak olana iade edilir (yâni hissesi verilir),»"



2684) Ma'kil bin Yesâr[97] (Radıyallâhü a«//)'den -ivâyet edildi&shy;ğine göre; Resûîullah (SallaUahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Müslümanlar başkalarına (düşmanlarına) karşı tek el (gibi ol&shy;malı) dır ve kanlan (kısas ve diyet hususunda) eşittir.»"



2685) Amr bin Şuayb'ın dedesi (Abdullah bin Amr bin el-Âs) (Radtyal-lâhü a?ıküm)'den rivayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve 5e/-lem) şöyle buyurdu, demiştir :

«Müslümanların (birlik ve beraberlik) eli onlardan olmayanlara (düşmanlarına) karşı (olmalı) dır. Müslümanların kanları (kısas ve diyet hususunda) ve malları eşittir. Müslümanların (mertebece) en düşüğü hepsinin adına (kâfire mal, can ve namus) teminatı verebi&shy;lir ve (savaşta) müslümanlarm en uzak olanları (yâni düşmana en yakın olanları ele geçirdikleri ganimeti düşmana uzak olan) müslü-inanlara iade eder (yâni hisselerini verir).»" [98]



İzahı





Bu babın ilk hadisi ile ikinci hadîsi Kütüb-i Sitte'nin kalanların&shy;da göremedim. İlk hadîsin mislini Ebû Dâvûd ile Nesâî (Radıyallâhü anhKden merfû olarak rivayet etmişlerdir. Son hadis ise Ebû Dâvûd ve Tirmizî tarafından da rivayet edil&shy;miştir. T i r m i z î bunu ta'likan, yâni senedini anmadan rivayet etmiştir.

Müslümanların kanlarının eşitliğine dâir olup üç hadîste de ge&shy;çen cümlenin açıklaması ile ilgili olarak Avnü'l-Mabûd yazan, Şer-hü's-Sünne'den naklen şöyle der:

Müslümanların kanlarının eşitliğinden maksad şudur: Müslü&shy;manların kanları kısas yönünden eşittir. Yâni öldürülen müslüman eşraftan veya âlimlerden olsa ve katil de eşraftan olmasa veya câ&shy;hil olsa bile yapılacak iş yalnız katili öldürmektir. Katilden başka&shy;sını öldürmek söz konusu değildir. Câhiliyet devrinde durum böyîe değildi. Eşraftan birisi öldürüldüğü zaman buna karşılık yalnız eş&shy;raftan olamayan katili öldürmekle yetinilmiyordu, katil ile beraber onun kabilesinden bir kaç kişi öldürülüyordu. İslâmiyet bu kötü âde&shy;ti kaldırdı. Eşraftan olan ile olmayan, büyük iîe küçük, âlim ile câ&shy;hil ve erkek ile kadın kısas bakımından eşit kılındı. Kısas bakımın&shy;dan hiç bir ayrıcalık bırakılmadı. Yukardaki cümle bunu belirtiyor. Yine hadîslerin «Müslümanlar başkalarına karşı tek el (hükmün&shy;de) dir.» cümlesinin mânâsı ile ilgili olarak Ebû Ubeyd: Yâ&shy;ni müslümanlar birbirlerini düşmanlarına ezdirmemelidir. Hepsi bir&shy;lik ve beraberlik içinde yardımlaşma ve dayanışma içinde olmalıdır, demiştir.

Hadîslerin «Müslümanlarm (kâfirlere verecekleri) teminatı (mer&shy;tebece) en düşük olanı akdedebilir» cümlesinin mânâsı şudur: Müs&shy;lümanlardan herhangi bir kimse, hattâ bir köle veya bir kadın bir veya birden fazla kâfire teminat verirse, yâni malı, canı ve namu&shy;sunun garanti altında olduğunu söylerse bu teminat geçerlidir, di&shy;ğer müslümanlar buna uymak zorundadır. Kâfire böyle bir teminat vermek için müslümanm eşraftan veya devlet yetkilisi ve etiketlisi olması şartı yoktur.

Hadislerin «(Ganimet malı) en uzak olana iade edilir» cümlesin&shy;den kasdedilen mânâyı tercemede parantez içi ilâvelerle açıklamak istedim. Yâni savaşa katılanların zayıfları ile kuvvetlileri, düşma&shy;na en yakın saflarda çarpışanlar ile geri saflarda ve düşmana uzak olanları ganimetten hisse almak bakımından eşittirler. Küfür diyarı&shy;na giren gazilerin hepsinin ganimet malına istihkakları vardır. [99]



32- Bir Muâhed (Kendisine Teminat Verilen Zîmmîy)i Öldüren Kimse (Hakkinda Gelen Hadisler) Babı





2686) Abdullah hin Amr (hin el-As) (Radıyallâhü anhiimâ,1'dan ri&shy;vayet edildiğine göre; Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Setlcm) şöyle buyurdu, demiştir ;

«(Müslümanlardan) kim bir muâhed (yâni zimmîyH (haksız ye&shy;re) öldürürse o kimse Cennet kokusu kokamaz. Halbuki Cennet ko&shy;kusu kırk yıllık mesafede bulunur.»"



2687) Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'den rivayet edildiğine göre; Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel/em) şöyle buyurdu, demiştir :

«(Müslümanlardan) kim, Allah'ın teminatına ve Resulünün te&shy;minatına (yâni dînen geçerli sayılan teminata) sahip olan bir muâ&shy;d (yâni zimmi'yH (haksız yere) öldürürse, o kimse Cennet koku&shy;su kokamaz. Halbuki Cennet kokusu yetmiş yıllık mesafede bulu&shy;nur,»" [100]


İzahı





îlk hadisi Buhâri de ve son hadîsi T i r m i z i de ri&shy;vayet etmişlerdir.

Muâhed ve Muâhid zimmi manasınadır. Zimmî, bilindiği gibi cizye ismi verilen vergiyi devlete vermek üzere kendisine vatandaş&shy;lık hakkı, yâni can, mal ve namus teminatı verilen gayri müslim-Iere verilen bir isimdir.

Tuhfe'de beyân edildiğine göre el-Mecma'de : Zimmet ve zimâm; ahid, teminat, garanti, dokunmazlık ve hak manasınadır. İslâm mem&shy;leketlerinde oturan gayri müslimlere zimmiler isminin verilmesinin sebebi bunların müslümanların teminatı ve taahhüdü altında bulun&shy;malarıdır, denilmiştir.

Birinci hadîste Cennet kokusunun kırk yıllık, ikinci hadîste yet&shy;miş yıllık mesafede duyulduğu bildirilmektedir. Cennet kokusunun yüz yıllık ve bin yıllık mesafeden duyulduğuna dâir rivayetler de vardır. S u y û t î bu rivayetleri belirttikten sonra : Bu rivayet&shy;lerin birleştirilmesi şöyle olur: Bu durum, müslümanlann mertebe&shy;lerine ve amellerinin çokluğu veya azlığına göredir. Allah'ın diledi&shy;ği kimseler bu kokuyu daha uzak mesafeden veya nisbeten yakm mesafeden duyarlar, demiştir. E 1 - K â r i bunu naklettikten son&shy;ra : Bu rivayetlerden maksad Cennet kokusunun uzak mesafelerden duyulabüdiğini bildirmek olabilir. El-Fetih'te bu hususta daha geniş bilgi vardır.

Bir zimmî'yi haksız yere katleden müslümanm Cennet kokusu&shy;nu kokmaması meselesine gelince bunun benzeri daha önce defalar&shy;ca geçti. Oralarda açıkladığım gibi bundan maksad, bu suçu işleyen kimselerin, ilk zamanlarda Cennete girecek müslümanlarla birlikte girmeye hak kazanmamış olmasıdır. Böyle bir hakkı bulunmamakla beraber Allah Teâlâ dilerse onu bağışlar. Dilemezse bu suça karşı cezasını çektikten sonra Cennete girer. Çünkü müteaddid kesin nass-lar, zerre mikdarı îmanı bulunan kimselerin sonuç itibariyle cen&shy;netlik olduklarına delâlet eder.

Cümlenin mânâsı şöyle de olabilir : Bu suçu işleyen müslüman Cennete girse de onun kokusunu duymaktan mahrum kılınır-.[101]



33- Bir Adama Can Teminatı Verip Sonra Onu Öldüren Kimse (Hakkında Gelen Hadîsler) Babı





2688) Rifâa bin Şeddâd el-Fityânî'den; Şöyle demiştir:

Amr bin el-Hamık el-Huzâi (Radıyallâhü anh)'den işittiğim bir kelime (hadis) olmasaydı, beri el-Muhtâr'm başı ile cesedi (ni birbi&shy;rinden ayırıp) arasında yürüyecektim. Ben Amr bin el-Hamık'tan şöyle söylerken işittim. Resûlullah (SaUallahü Aleyhi ve Sellem) bu&shy;yurdu ki:

«Kim bir adama can teminatım verip sonra onu öldürürse şüp&shy;hesiz o kimse kıyamet günü bir gadir (zulüm) sancağını taşıyacak&shy;tır.»"

Not : Zevâid'de şöyle denilmiştir : Bunun isnadı sahih ve râvileri sıka (süvenilir) zâtlardır. Çünkü râvî Rıfâa bin Şeddâd'm hadisini Nesâî kendi süne-ninde rivayet ermiş ve sıka olduğunu söylemiştir. İbn-i Hibbân da onu sıka râvî-ler arasında anmıştır. Senedin kalan râvîleri _ Müslim'in şartı üzerinedir.



2689) Rıfâa bin Şecîdâd (RadıyaUâhii anhj'âen; ŞÖyle demiştir:

Ben Muhtâr'ın yanma kendisinin sarayında girdim. Kendisi: Ceb&shy;rail (Aleyhisselâm) bu saatta benim yanımdan kalktı, dedi. Süleyman bin Sured {Radıyallâhü anh)'ın Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem) den bana rivayet ettiği:

«Adam kanı hususunda sana güvendiği zaman sen onu öldürme» hadîsinden başka hiç bir şey beni Muhtâr'ın boynuna (bu iftirasın&shy;dan dolayı kılıç) vurmakdan alakoymadı. İşte beni onun boynunu (kılıçla) vurmaktan meneden şey bu hadistir." [102]



İzahı





İlk hadîs Zevâid türündendir. Zevâid sahibi ikinci hadîsi Zevâid türünden saymadığı ve R i f â a ' nin hadisleri N e s â i tarafın&shy;dan da rivayet edildiği için bu hadisin N e s a i tarafından da rivayet edilmiş olması muhtemeldir. Fakat ben N e s â i' nin sü-neninde bu hadîse rastlamadım. Gözümden kaçmış olabilir.

Hadîs, bir kimseye can güvenliği veren müslümamn bu güven&shy;ceye sadakat göstermesinin gerekliliğine ve aksine hareket etmesi&shy;nin bir zulüm ve haksızlık sayıldığına delâlet "eder. Çünkü verdiği te&shy;minata aykırı hareket etmekle emânete hiyânet etmiş sayılır. Emâ&shy;nete hiyânet etmenin haramlığı müteaddid âyetler ve hadîslerle ha&shy;ram kılınmıştır.

Son hadiste sözü edilen Muhtar ile kimin kasdedildiğine dâir bir kayda rastlamadım. Bununla Muhtâr-i Sak af i' nin kas-dedilmiş olması muhtemeldir. Muhtâr-i Sak afi, Hic-ret-i Nebeviyye esnasında doğmuş, fakat Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'i görme şerefine erişemediği gibi hadîs rivayetinde de bulunmamıştır. H i c â z' da hilâfetini ilân eden Abdullah bin Zübeyr (Radıyallâhü anh)'ın taraftarı iken hicretin 64. yılı O'ndan ayrılarak î r â k ' a geldi ve Küf e'-de Ş i î 1 e r' le iş birliği yaparak K e r b e 1 â olayının intika&shy;mını almak üzere Ehl-i Beyt'ten (yâni Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâ-tü ve's-selâm)'in torunlarından) Mehdi Muhammed bin el-Hanefiyye tarafından görevlendirildiğini iddia etti. E! al&shy;tından yaptığı faaliyetler neticesinde 12 bin kadar taraftar topladı ve hicretin 65. yılı Kûf e'yi eline geçirdi. K e r b e 1 â olayın&shy;da bulunan veya oiayı tertipleyen bir çok kimseyi öldürten Muh&shy;tar bir buçuk yıl Kûf e'de hükümdarlık ettikten sonra hic&shy;retin 67. yılı Mus'ab bin Zübeyr'in gönderdiği askeri kuvvet tarafından katledildi.

Üç Zâtın Hâl Tercemesi

Birinci hadisin râvisi Amr bin el-Hamık bin Habîb bin Amr ei-Huzâî (R.A.) Hudeybiye andlaşmasından sonra Mekke'den Medîne-i Münevvere'ye hicret etmek şerefine erişen sahâbilerdendir. Hz, Osman (R.A.)'ın şehid edilmesi olayında O'nun evine girenlerdendir. Daha sonra Hz. Ali'ye taraftar çıkıp O'nunla birlikte Cemel, Sıffîn ve Nehrevân olaylarına katılmıştır. Râvîleri Cübeyr bin Nüfeyr ve Rıfâa bin Şeddâd'dır. Hicretin 51. yılı Abdurrahman bin Osman es-Sakafi tarafından öldü&shy;rülerek başı Muâviye'ye gönderilmiştir. İslâm tarihinde hediye edilen ilk baş bu zâtın başıdır. Nesâi ve İbn-i Mâceh onun hadislerini rivayet etmişlerdir. (Hülâ&shy;sa : 288)

Yine birinci hadisin senedinde ismi geçen Rifâa bin Şeddâd el-Pityânî'nin bağlı bulunduğu Fityân, Büceyle'nin bir koludur. Bu zatın künyesi Ebû Âsim el-Kûfi'dir. (Sünenimizin elde mevcûd nüshalarında el-Kıtbânî, diye yazılı ise tiv Hülâsa'da bu kelime el-Fİtyânî diye beyân edildiği için bu beyânı esas tuttum.) Bu zât, Amr bin el-Hamik'dan hadîs rivayetinde bulunmuştur. Kavileri ise Abdü'l-Melik bin Umeyr ve Beyân bin Bişr'dir. Nesâî onun sıka olduğunu söylemiştir. Hicretin altmış küsur yılında vefat etmiştir, (Hülâsa : 118)

İkinci hadîsin râvîsi Süleyman bin Sured el-Huzâî Ebû Mutarrif el-Kûfî (R.A.), sahâbidlr. 15 aded hadisi vardır. Buhâri ile Müslim onun bir hadîsini it&shy;tifakla rivayet etmişlerdir. Buhâri ayrıca bir hadîsini rivayet etmiştir. Râvîleri ise Yahya bin Ya'mur ve Adî bin Sâbiftir. îbn-i Abdi'1-Berr : O, Ali (R.A.) ile beraber Sıffîn olayına katılmış, sonra da Hz. Hüseyin (R.A.)'ın intikamını almak için uğraşmış ve hicretin 65. yılı el-Cezîre'nin Aynü'1-Verd denilen yerinde öldürül&shy;müştür. Bu zâ,t, âlim, sâlih ve kavminin eşrafından idi. Kütüb-i Sitte sahipleri onun hadîslerini rivayet etmişlerdir, (Hülâsa : 152) [103]


34- (Bîr Müslümanı Teammüden, Kasden) Öldüren Kişiyi Bağışlamak (Kısas Olarak Öldürmekten Vazgeçmek) Babı





2690) Ebû Hüreyre (Radıyallâhıi anh)'den; Şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hayatta iken bir adam (bir müslüman kişiyi) öldürmüştü. Dâva Peygamber (Sallallahü Aley&shy;hi ve Sellem)'e arzedildi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de katili (kısas edilmek üzere) maktulün velîsine teslim etti. Bunun üzerine katil:

Yâ Resûlallah Allah'a yemin ederim ki ben maktulü kasden öl&shy;dürmedim, dedi. Bunun üzerine Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem) , maktulün velîsine:

«Bilmiş olki, katil eğer gerçekten doğru sözlü olup sonra sen onu öldürür isen Cehennem ateşine girersin,» buyurdu.

Ebû Hüreyre dedi ki: Bu buyruk üzerine maktulün velîsi katili serbest bıraktı. Ebû Hüreyre dedi ki: Katilin elleri bir enli ve uzun kayışla arkasından bağlı idi. Katil, kayışını çekerek, yederek çıkıp gitti. Bu nedenle kendisine Ze'n-Nis'a ( = kayış sahibi) ismi verildi,"



2691) Enes bin Mâlik (Radtyallâhü anhyden rivayet edildiğine göre :

Bir adam, velisinin katilini Resûlullah CSallallahü Aleyhi ve Sel&shy;lem)'e getirdi. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) (adama) :

«(Katili) bağışla,» buyurdu. Adam bağışlamaktan imtina etti. Bu&shy;nun üzerine Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Diyetini (kan bahasını) al,» buyurdu. Adam (bundan da) im&shy;tina etti. (Bu kere) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) :

«Git katili öldür, şüphesiz sen (onu öldürür isen) onun mislisin,» buyurdu. Enes dedi ki: Sonra adama arkadan yetişildi ve kendisine denildi ki, Resûlullah (Sallaîlahü Aleyhi ve Sellem) :

«Katili öldür. Şüphesiz sen (onu öldürürsen) onun mislisin,» bu&shy;yurdu. Adam bunun üzerine katile yol verdi.

Enes (Radıyallâhü anh) dedi ki: Katil, (bağlı bulunduğu ve son anda çözülen) kayışını yederek, ev halkının yanma doğru gider va&shy;ziyette görüldü. Enes (Radıyaliâhü anh) dedi ki; maktulün velîsi ga&shy;liba katili bağlamıştı.

(Müellifin şeyhi) Ebû Umeyr dedi ki: İbn-i Şevzeb, Abdurrah-man bin eî-Kâsım'in şöyie söylediğini rivayet etti: Peygamber (Sal-lallahü Aleyhi ve Seîleml'den sonra (yâni O'ndan başka) hiç kim&shy;se (maktulün velisine) : «Katili Öldür, şüphesiz sen de (onu öldürür-sen) onun mislisin» diyemez.

İbn-i Mâceh dedi ki: Bu, Kemlilerin hadîsidir. Yalnız onların ya&shy;nında bulunur, (onlardan başka hiç kimsenin yanında bulunmaz.)" [104]



İzahı





Ebû Hüreyre (Radıyallâhü anh)'in hadisini Tirmi-zî; Ebû Dâvûd ve Nesâî de rivayet etmiştir. Enes (Radıyallâhü anh)'in hadîsini Nesâî de rivayet etmiştir.

Müslim, Ebû Dâvûd ve Nesâî bu hadislerin bir benzerini de Vâil bin H ü c r (Radıyallâhü anh)'den rivayet etmişlerdir.

Hadîslerde geçen "Nis'a" deve ve benzeri hayvanların yuların&shy;da kullanılan bir nevî kayış manasınadır.

Hadîslerde söz konusu cinayet zahiren kasden işlendiği için Pey&shy;gamber (Aleyhi's-saîâtü ve's-selâm) katili maktulün velîsine kısas için teslim etmiştir. Katil kasden öldürmediğine yemin edince, Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) maktulün velîsini uyarmıştır. Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm)'in «Eğer katil doğru söylü&shy;yor ise» emri, şu hükmü ifâde eder: Zahirine göre kasden işlenmiş bir cinayetin kasden olmadığına dâir katilin yaptığı savunma mu&shy;teber değildir. Ama maktulün velîsine uygun ve ihtiyatlı olanı o ka&shy;tili öldürmekten vazgeçmesidir. Çünkü katil bu savunmasında sa&shy;mîmi ve doğru sözlü ise maktulün velîsi onu öldürmekle günaha gir&shy;miş olur.

İkinci hadîste sözü edilen cinayet olayında Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) katilin bağışlanmasını, sonra diyetin alınmasını maktulün velîsine teklif etmiş ise de velî bu iki teklife rızâ göster-meyince katil, kısas edilmek üzere kendisine teslim edilmiş ve bu ara&shy;da Peygamber (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) :

«Katili öldür sen de (katili öldürürsen) onun mislisin» buyur&shy;muştur. Parantez içi ifâde diğer rivayetlerden yararlanılarak ilâve edilmiştir. Bu cümle ile ilgili olarak şöyle bir soru hatıra gelir .

Bir müslümanı kasden öldürmek büyük bir günahtır. Bu cina&shy;yeti işleyen kişiyi öldürmek ve kısas hükmünü tatbik etmek meşru&shy;dur. Maktulün velîsi bunu öldürmekle günah" işlemiş olmaz. Halbu&shy;ki bu hadîste Resûl-i Ekrem maktulün velîsine.- «Sen katili Öldürür&shy;sen sen de onun misli olursun» buyurmuştur. Bu nasıl olur?

Buna cevaben Sindi : Yâni adam öldürme bakımından ikisi aynidir. İkisi de adam öldürmüş olur. Ama birisi haksız ve zulüm olarak cinayet işlemiş oîur. Diğeri ise haklı olarak öldürmüş olur. Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) arayı bulmak ve bağışla&shy;maya teşvik için bu ayırımı yapmadan bu buyruğu söylemiştir. Bu gibi hallerde tarizde bulunmak caizdir. Kasdedilen mânâ şu olabilir : Katil, maktulü kasden öldürmediğine yemin ediyor. Eğer bu sözünde doğru ise katili öldürmek caiz değildir. Yâni mânevi yönden mes'û-Hyetli bir iştir, demiştir.

N e v e v î de bu cümlenin yorumu hakkında: Sıhhatli yorum şudur : Sen katili öldürürsen, bir tarafın diğer tarafa bir üstünlüğü ve bir ikram ile iyiliği yoktur. Çünkü maktulün velisi katili öldür&shy;mekle hakkını tam olarak almış olur. Fakat katili bağışlarsa, üstün&shy;lük, minnet, iyilik, bol sevab ve dünyada bol takdir kazanmış olur. Bir kavle göre bundan maksad şudur: Katili öldürmekle maktulün velîsi de adam öldürmüş olur. Fakat birinci cinayet haram olan bir cinayettir. İkincisi ise helâl olan bir cinayettir. Bununla beraber iki&shy;si de öfkeye uymak, nefsi arzuyu gerçekleştirmek hususunda eşit&shy;tir. Özellikle Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm), katili bağış&shy;lamayı talep ettiğine rağmen maktulün velîsi bu taleb'e rızâ gös-termeyip katili öldürme yolunu tercih ederse ne değeri kalmış olur, diye bilgi vermiştir, [105]



Bu İki Hadîsten Çıkarılan Hükümler





1. Maktulün velisi kasden cinayet işleyen katili, öldürmek, kan bahasını almak ve katili bağışlamak hususunda muhayyerdir.

2. Devlet yetkilisi, kısası gerekli katili bağışlamak için maktu&shy;lün velisinden ricada bulunabilir.

3. Kısas edilmesi gerekli katilin kaçması endişesi bulunduğu takdirde onu bağlamak caizdir.

4. Bağlı olan sanığın bu durumda, yâni bağlı olduğu halde ifâ&shy;de vermesi caizdir.

5. Katil bağışlandığı zaman, tazîr ismi verilen cezaya çarptırıl&shy;ması şart değildir. Yâni bağışlanan katilin, teşhir, tahkir, dayağa çekmek gibi cezalarla cezalandırılması mecburiyeti yoktur. H a t -tâbi' nin anlattığına göre Mâlik bin Enes: Bağışla&shy;nan katil yüz değnekle dövülür ve bir yıl süre- ile hapsedilir, demiş&shy;tir.

Son hadîsi Müellifimize üç zât rivayet etmiştir. Bunlar Remli oldukları için Müellifimiz, bu hadisin yalnız Remlilerin yanında bu&shy;lunduğunu ifâde etmiştir.

Abdurrahmân bin el-Kâsım'ın hadisin sonun&shy;da rivayet olunan sözünün mânâsı şudur: Kasden bir müslümanı öldürdüğü sabit olan bir katili kısas olarak Öldüren maktulün velîsi hakkında: "Katili öldürürsen sen de onun gibi olursun" demeye kim&shy;senin hakkı ve yetkisi yoktur. Bu sözü ancak Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) buyurmuştur. Başkası böyle söyleyemez.

Resûl-i Ekrem (Aleyhi's-salâtü ve's-selâm) 'in bu sözünün yoru&shy;mu yukarda beyân edildi. Başkası bu sözü söyleyip maktulün velîsi&shy;ni katile benzetemez. Çünkü katilin cinayeti gayri meşrudur, haram&shy;dır. Maktulün velîsinin yaptığı iş ise meşrudur ve bir hakkı kullan&shy;maktan ibarettir. [106]



35- Kısas (Dâvasın) Da Bağışlama Babı





2692) Enes bin Mâlik (Radıyallâhü ank)'âer\ rivayet edildiğine göre şöyle demiştir :

Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e arzedilen kısasla il&shy;gili her dâvada O, bağışlamayı emir (yâni teşvik) ederdi."



2693) Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anhyden; Şöyle demiştir:

Ben Resûlullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)'den işittim, buyur&shy;dular ki;

«Vücûdundan bir şey (yâni yaralanma veya bir tarafının kesil&shy;mesi) ile başına bir musibet gelip de bunu sadaka eden (yâni has&shy;mını bağışlayıp misillemeden vazgeçen) hiç bir (müslüman) adam yoktur ki, bu (bağışlaması) ndan dolayı Allah onu bir derece yükselt&shy;mesin veya bundan dolayı onun bir günahını bağışlamasın.»

(Ebü'd-Derdâ demiştir ki) : Bu hadîsi iki kulağım işitti ve kalbim iyice hıfzetti." [107]



İzahı





Enes (Radıyallâhü anh)'m hadîsini Ebû Dâvûd ve Nesâi de rivayet etmişlerdir. Bu hadîs kısas, yâni gerek katili öldürme dâvasında ve gerekse bir müslümanın bir organını kestiği için kendisinin de o organının kesilmesi gereken cânî ile ilgili dâ&shy;vada bağışlama girişimlerinin meşruluğuna delâlet eder. En-Neyl yazarı: Afıv ve bağışlamaya teşvik işi sahîh hadisler ve Kur'an-ı Ke-rîm'in âyetleriyle sabittir. Genel olarak bağışlamanın meşruiyeti ko&shy;nusunda ihtilâf yoktur. Bulunan ihtilâf şudur: Zulüme uğrayanların zâlimleri bağışlaması mı, bağışlamayı bırakması mı evlâdır?

Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh) 'm hadîsini T i r m i z î de rivayet etmiştir. T i r m i z î bunu rivayet ettikten sonra: Bu, garîb bir hadistir. Râvi Ebü's-Sefer'in Ebü'd-Derdâ (Radıyallâhü anh)'den hadis işittiğini bilmiyorum. E b ü's-S e -f e r' in ismi Saîd bin Ahmed, bir kavle göre bin Yuh-m i d' dir, der.

Hadis, yaralanan veya vücûdunun bir tarafı kesilen müslümanın caniyi, yâni kendisine bu zararı veren müslümanı bağışlamasının ve misillemeden vazgeçmesinin sevabını bildirmekle bağışlamayı teşvik eder. Hadîsteki tasadduk, sadaka etmek, bağışlamak manasınadır. [108]



36- Kısas Olarak Öldürülmesi Gerekli Hâmile Kadın (Hakkinda Gelen Hadîs) Babı





2694) Muâz bin Cebel, Ebû übeyde bin el-Cerrâh, Ubâde bin es-Sâ-mit ve Şeddâd bin Evs (Radıyalîâhü anhümyden rivayet edildiğine göre; Re-sûlullah (SallaUahü Aleyhi ve Scllcm) şöyle buyurmuştur :

«Kadın teammüden (bir kimseyi) öldürdüğü zaman, hâmile olur&shy;sa, hamlini bırakıp bebeğini bir bakıcıya teslim edinceye kadar öl&shy;dürülmez ve hâmile kadın zina ederse, doğum yapıp bebeğini bir ba&shy;kıcıya teslim edinceye kadar recmedilmez.»"

Not : Zevâid'de şöyJe denilmiştir : Bu hadîsin senedinde İbn-i En'üm bulu&shy;nur. Bunun adı Abdurrahmân bin Ziyâd bin Enlim olup zayıftır. Kendisinden rivayet eden Abdullah bin Lehia da böyledir. [109]



İzahı





Zevâid türünden olan bu hadîs; bir kimseyi öldürdüğü için kı&shy;sas olarak öldürülmesi gereken veya bekâr olmadığı halde zina et&shy;tiği için recmedilmesi gereken kadın hâmile olduğu takdirde bu ce-

zâlann derhal infaz edilemeyip, kadının doğum yapması ve doğa&shy;cak bebeği besleyip bakacak bir kimseye teslim edinceye kadar erte&shy;leneceğine delâlet eder.

Bu hükümler hususunda âlimler ittifak halindedir. Çünkü hâmi&shy;le kadın kısas veya had olarak Öldürüldüğü takdirde karnındaki ce&shy;nin de öldürülmüş olur. Ceninin bir günahı söz konusu olmadığı için ceza infazı ertelenir.

Konu hakkında ayrıntılı bilgi için fıkıh kitablarına müracaat edilmelidir.

Bu hadisi rivayet eden dört sahâbinin hâl tercemeleri daha ön&shy;ce beyân edilmiştir. [110]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
DİYETLER (TAZMİNATLAR) BÖLÜMÜ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Rehabilitasyon Bölümü ( Spastik, obsesif ... vs ) Hastası Bulunanlara Daimi Destek Bölümü
» TIB BÖLÜMÜ
» ŞUF’A BÖLÜMÜ
» Dua Bölümü
» AV BÖLÜMÜ...

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( SAV) Hakkında Herşey

 :: Hz. Peygamber Efendimiz'in Hadisi Şerifleri Hakkındaki Eserler :: İbni Mace
-
Buraya geçin: