iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Muhyiddin ibn Arabinin Hayati

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
islam73
Medaratör

Medaratör
islam73


Mesaj Sayısı : 3832
Kayıt tarihi : 04/03/10
Nerden : Türklügün Bekcisi ve islamin Kölesi

Muhyiddin ibn Arabinin Hayati Empty
MesajKonu: Muhyiddin ibn Arabinin Hayati   Muhyiddin ibn Arabinin Hayati Icon_minitimePaz Mayıs 02, 2010 6:34 pm

Muhyiddin ibn Arabinin Hayati 100_3451


H. 560-638 / M. 1164-1240 yılları arasında yaşamış olan Cenab-ı Şeyh'in bilinen
yüce isimleri; Ebubekir Muhyiddin İbn. Muhammed bi Ali bin al-arabî at-Taî al Hatemî, İbnu
Süraka, Kibriti Ahmer, Rehberi Âlem, Kutbu'l-Ârifin, Şeyhu'l A'zam'dır. Abdullah
Muhyiddin al-Arabî ve Şeyhu'l Ekber, İbn'i Arabî isimleri onun en tanınmış olan isimleridir.
Tasavvuf büyükleri arasında ise; Hazreti Muhammed'in velayet mührü manâsına gelen
"Hatmu'l-Vilâyet el Muhammediyye" diye anılmıştır. Kendileri bu mevzuyla ilgili olarak
şöyle buyurmaktadır: "Ben Nebi değilim, Resûl'de değilim, velâkin ben vârisim. Verâset-i
Muhammediyye hasebiyle tecelli etmekteyim, Hakikat-i Muhammediyyeden mütecelll olan
mâhiyeti, O'nun Um ü hâlini, kemâlatının bütün suretini, evlâd-ı sulbisi gibi uâris olarak,
verâset-i külliyeyyi cem'iyyetim hasebiyle emri Hak ve emr-i Resul ile inzal ve tenzil
ederim. Ve bu esrarı, süret-i Muhammediyyeden alıp emr-i Hak ile izhâr etmekle merci'ım
ve akıbetim yine Hazreti Muhammed dir. Âhıretim için ise harisim."
Sahabe-i kiramın cömertliğiyle meşhur Adiy b. Hatem et-Taî'nin kardeşi Abdullah b.
Hâtem et-Taî'nin neslinden zuhura gelmiştir.
Fiziği - Ahlâkı:
Sahih olan rivayetlere göre İbn-i Arabî hazretleri orta boylu, orta başlı, daima şefkatli
bakışlı, açık buğday tenli, münevver yüzlü, beyaz sakallı bir zattı. Alnı açık, hilâle yakın
kaşlı, orta ve çekme burunlu, mübarek vücudu zayıf, mütenasib endamlı, el ve ayakları
küçük ve lâtifti. Sabır ve metanette benzersiz, cömerdlikte eşsizdi. Sözleri denizler kadar
dalgalı ve coşkun olup nihayetsiz cami olmakla onu herkes ilk hamlede anlayamaz, ancak
onun lâhuti büyüklüğü altında hayrette kalırdı. O, ahlâkın en üstün örneklerinden birisi
olarak ahlâkının temelini daima şefkat ve merhamette görürdü. Herkese en derin bir
muhabbetle bakar hatta düşmanları olanlar için bile "Benim şefaatim beni inkâr edenlere"
buyurarak düşmanları olanlara bile muhabbet beslediğini duyurmuştur.
Bir başkası: "O sûreten narin, temiz olduğu kadar siyreten de ahlâkın en yüce
mertebesinde idi. Çoğu zaman riyazet yapmışlardır. Yaşadıkları dönemlerde ülkenin meliki
olan Ebu Bekir bin Eyyub tarafından çok sevilmiş ve onun tarafından kendisine hediye
olunan bütün şeyleri hatta evini bile ihtiyaç sahihlerine cömertçe dağıtmış ve kendisi
ölmeyecek kadar rızıkla yetinmiştir. Kısaca nefsani hislerden kendisini arıtmış ve halkın
arasında Hakk ile olarak Fîsebilillâh "Allah için" daim irşâd görevini yerine getirmiş ve
getirmektedir" demiştir.
Bir başkası: "Onun ahlâkı Kur'ân'dır" demiştir.
Bir başkası: "Onun ilmi; ilm-ü ledündür. Onun lisanı Hakk'm lisanıdır" demiştir.
Doğumu, Yetişmesi ve Üstatları:
H.560 senesinin Ramazan ayının on yedisine denk gelen Pazartesi günü
Endülüs'ün Mursiya kentinde doğmuştur. Arifler arasında bugün "nimet günü" olarak
anılmıştır.
Cenab-ı Şeyh sekiz yaşına gelince babası Mehmed efendi ile birlikte İşbiliye'ye
şimdiki Sevilla şehrine taşınmıştır. Çok küçük yaşta olmasına rağmen oranın ünlü
alimlerinden ders alarak Hadis ve fıkıh ilimlerinin yanı sıra birçok ilmi tahsil etmiştir. Ders
aldığı alimler arasında bölgenin ünlü alimlerinden olan Ebu Muhammed Abdulhak b. Abdurrahman
b. Abdullah el-İşbilî de bulunmaktadır. Ayrıca Kur'ânı, Hafız Abdullah ve
Ebûbekir İbn-i Half'dan yedi kıraat üzere talim etmiş bu üstadlarmdan icazet almıştır.
Eğitimi esnasında ünlü filozof İbni Rüşd'le görüşerek onunla sohbet etmiştir. Daha
sonraları Endüsülüs'te ve Mağrib(Fas) da birçok yerlere gitmiştir. Bu seyahatleri esnasında
görüşmüş olduğu birçok alim ve mutasavvıfla istişarelerde bulunarak çeşitli ilim
dallarında bilgi sahibi olmuştur. Görüşmüş olduğu alimler arasında; İbn-i Asakir, Ebu'l
Ferec İbn-i Cevzî, İbn-i Sekine, İbn-i Ulvan, Cabir bin Eyyub'un yanı sıra özellikle batını
ilim de söz sahibi olan Cemâlleddin Yunus ibn Yahya al-Kassar, Ebu Abdullah al-Fasî,
Ebu al-Hasan bin al-Cami, Şeyh Abdulaziz el-Mehdevi ve Şeyh Ebu Medyen al-Mağribî
hazretlerinin isimlerini "El Futuhat-ı Mekkiye" adlı eserinde bizzat bildirmiştir. Özellikle
bunlardan ünlü mutasavvıflardan olan Şeyh Ebu Medyen al- Mağribi ve Şeyh Abdulaziz
el-Mehdevi hazretlerinden övgüyle bahsetmiştir. Ayrıca Mekke'de bulunduğu H. 600
senesinde adı geçen üstadına tevcih ettiği ve Müşahedetu'l-esrari'l-kuddisiye ve metaliu'lenvari'l-
ilahiye adı verilen "Ruhu'1-Kuds" risalesinde daha önce bilmediği bazı hakikatleri
bu zatlardan öğrendiğini özellikle belirterek, Tunus'ta Ahmed b. Kasiyy'in oğluyla tanıştığını
ve ondan babasının Hal'un-na'leyn" adlı kitabından ders aldığını bildirmiştir. Beyazıd-ı
Bestâmi k.s hazretlerinden de sevgiyle, övgüyle bahsederek, onun görü şlerine kitablarında
çok yer vermiştir. Ayrıca batında Kutb'ul Azam Şeyh Abdulkadir Geylâni hazretleriyle
görüştüğünü ondan engin feyizler aldığını ve manen derecelere nail olduğunu söylemiş ve
yine Hızır Aleyhisselâm'la manevî hususi arkadaşlığı olduğunu ve kendisine Hızır
aleyhisselâm tarafından hırka giydirildiğini beyan etmiştir.
Seyahatleri:
Sahih rivayetlere göre; ilk Endülüs dışı seyahati Fas(Marakeş)a olmuştur. Oradan
H.598 senesinde hac maksadıyla Medine'ye ardından Mekke'ye gitmiş Hicaz'da iki sene
kalmıştır. Sonra H.601 tarihinde Bağdat'a gitmiş orada 12 gün kalarak ulemâ ve meşayışla
görüşmüş Abdulkadir Geylâni tarafından yarım asır evvel kendisine bırakılan elbiseyi
giymiştir. Daha sonra önce Kudüs'e oradan da h.607 tarihinde Kahire'ye geçmi ş, h.608
tarihinde bir kez daha Bağdat'a gelmiştir. H.611 tarihinde Mekke'ye bir kez daha gitmiş
sonra tekrar Musul'a ve Haleb'e sonra da Anadoluya geçerek bir müddet Konya'da
kalmıştır. Orada rivayete göre Sadreddin Konevî hazretlerinin dul olan annesiyle evlenmi ş
ve onu yetiştirmiştir. Daha sonra Sivas yoluyla Malatya'ya gelmiştir. Orada iki oğlu
Sadreddin k.s ve İmadettin k.s ve kitablarında da olağanüstü özelliklerinden bahs ettiği tek
kızı Zeyneb dünyaya gelmiştir. Bir müddet burada ailesiyle beraber yaşayan Cenab-ı
Şeyh ailesini de yanma alarak Konyaya ardından da Şam-ı Şerife giderek yerleşmiştir. H.
638 tarihinde "Mate Kutbu Humam" ibaresinin remziyle yetmiş sekiz yaşında Hakk'ın
rahmetine kavuşmuşlardır. Cebel-i Kasiyun eteğinde Salihiyye adı verilen mahalde defn
edilmişlerdir. Kabri şeriflerinin yanında evladlarıda medfun bulunmaktadır.
Kabri şerifleri bir müddet sonra kendisine muhalif olan bazı kişilerce tahrib edilmişse
de Yavuz Sultan Selim Han tarafından Şam feth olununca Hazreti Şeyh'in "İzâ dehales
siynu fiş şıynî yazharu kabri muhyiddînî / Sin sına girerse ben Muhyiddînin kabri meydana
çıkar" sözünün tecellisiyle belirlenmiştir. Padişah tarafından türbesi, camisi ve imareti
yaptırılmıştır. Hala kabri şeriflerinin bulunduğu mevki etrafında bulunan çarşısı ile bir
bereket timsali olarak türbesiyle camisiyle huzur mevkidir. Dünyanın çeşitli yerlerinden
gelen ziyaretçilerini zahiri ve batını ikramlarla karşılamaktadır.
Allah kendisinden, ailesinden, sevenlerinden ve ümmet-i muhammedden hoşnud ve
razı olsun.
Hazreti Şeyh'in İlmi Şahsiyeti:
Şeyh-i Ekber İbn Arabi, tasavvufun sembol isimlerinden biri olarak ün salmış,
mutasavvıflar tarafından da Veliyullah olarak derecesinin yüksekliği tartışmasız kabul
edilmiştir. Tasavvuf erbabı nazarında o "Allah'ın başkasına bahşetmediği sırlara vakıf
kıldığı" kimselerden birisidir. Dolayısıyla onun eserlerini inceleyen, okuyup anlamaya
çalışan arif-i billâh zümresinin haklı olarak saygısını ve sevgisini kazanmıştır. Ancak zahir
uleması olarak tanınan bazı kimseler tarafından da çok çeşitli eleştirilere uğramıştır.
Muhyiddin ibn-i Arabi hazretleri zamanında anlaşılamamanın verdiği elem ve ızdırabı
bütün ömrünce duymuştur. Halbuki onun zekâsının genişliği, engin ilm ü irfanı anlayanları
dün olduğu gibi bugün de hatta yarında hayretten hayrete düşürecek seviyededir. Onun
asırlarca zaman sonra vuku bulacağını haber verdiği nice hadiseler bugün birer birer
hakikat olmuştur. Büyük insanların dostları kadar ve belki daha çok düşmanları bulunuyor.
Ancak onun dostlarından olan İbn Müsdi onun hakkında şöyle demiştir: "Genelde ve
ayrıntılarda güzeldi. İlmin her dalında en özel bilgilere sahip olmuştu. Edebiyatta erişilmez
bir önceliği, geçilmez bir öncülüğü vardı. İbadette zahiri, akidede Batıni idi. O ibareler
denizlerine dalmış, remzler alemine uzanıver-miştir. Ortaya koyduğu eserler, basiret sahibi
kimseler nazarında öncülüğünün, önderliğinin, ayakların çokça kaydığı kaygan zeminlerde
dimdik duruşunun kanıtlarıdır. Bu yüzden onun hakkında en küçük bir kuşkuya düşmedim.
Bununla beraber onun gizli hallerini Allah herkesten daha iyi bilir."
Muhammed Şahabeddin Arabî ise görüşlerini şöyle ifade etmiştir: "İbn-i Arabi'nin
tasavvuf anlayışının dayandığı en önemli esaslar, marifet nazariyesi, vahdet-i vücud
(varlığın birliği), dinlerin birliği ve Muhammedi hakikat şeklinde sıralanabilir. Marifet;
geleneksel şekilleri ve mutassavıflarca geliştirilen üçlü tasnifiyle mükaşefe, tecelli ve
müşahede'den ibarettir. Bu, İbn Arabi'nin ilgisiz kalmayacağı temel kabullerden biridir,
ancak İbn Arabi bu kavramı daha açık bir yöntemle izah etmiştir. Bu bağlamda marifete
dair bu şekillerin arasında kesin ayrılıkların olduğu gibi karışımın da söz konu olduğunu
vurgulamıştır. Konuyla ilgili olarak şöyle der: "Müşahede tecelli ile beraber olabildiği gibi
tecellisiz de olabilir. Tecelli müşahede ile beraber olabildiği gibi müşahe-desiz de olabilir.
Ama her ikisi de mükaşefesiz olmaz. Ama mükaşefe, bunlar olmadan da olur." Sonunda
mükaşefeyi beşer nefsi ile ilahi celâl arasındaki bir perde olarak nitelendirir. Ona göre
perdeyi aradan kaldırmak ve ilahi sırları keşfetme derecesine ulaşmak mümkündür. Ama
bunun için insan nefsinin-ta-savvuf tarikatlarında kabul gören- mücahede ve riyazet
aşamalarından geçmesi gerekir. Bu aşamaları geçtiğinde nefis, kendisiyle Allah'a yakınlık
makamı arasında bir engel gibi duran yaratılmışlık niteliği ortadan kalkar.
Ona göre tecelli "ilahi zat ve sıfatların, manevi ve ilahi işlerin nurani olarak zuhur
etmesinden ibarettir." Allah'ı nurun merkezi kabul eder. "Ondan sadır olan bütün
mahlukatın da nurlu, aydınlık olması zorunludur. Ancak her mahlukun nurluluk derecesi
farklıdır. İnsan nefsi de Allah tarafından yaratıldığına göre, o da Allah'ın nurundandır.
Ancak bedenle bütünleştiği için nuru, aydınlığı zayıflamıştır. Bununla beraber Allah'ın nuru
ondan büsbütün kopmuş, uzaklaşmış değildir. Halâ insan nefsinde Allah'ın nurundan bir iz
vardır. Az önce söndürülmüş bir lambanın fitilinden yükselen cılız duman gibi. Hiç
kuşkusuz cılız da olsa bu duman, ışık saçan parlayan bir lambadan kaynaklandığını
gösterir. Ve çünkü lambanın nuru, ışığı bu duman aracılığıyla lambanın fitiliyle temas
kurar. îşte ilahi nur da bu şekilde nefislerle bağını kesmez. İlahi nurun nefislere tecelli
etmesi tam veya eksik, bir şekilde nurun derecesine göre mutlaka gerçekleşir... Bu tecellî
de ya ruh yoluyla gerçekleşir ya da doğrudan yüce Allah tarafından gerçekleşir. Ne var ki,
ruh-ki İbn Arabi'ye göre hayvani bir mahluktur-Al-lah'tan sadır olan şualara tahammül
edemez, bunların ağırlığını taşıyamaz. Bu yüzden, kalbe yönelik nur dalgaları başladığı
zaman ruh kamaşır kalır. Vecd bu anda gerçekleşir. Bundan az önce ise, müthiş bir ruhi
bunalım baş gösterir. Bu bunalım, ruhun, Allah katından üzerine inen şualara tahammül
etme çabasının bir neticesidir."
İbn Arabi bakış açısına göre müşahede makamı şu şekilde elde edilir: "Perdeler
kaldırıldığı, nefis yüce, ulvî nurlarla aydınlandığı zaman, geride bir tek seçenek kalır, o da
müşahededir." İbn Arabi'ye göre müşahedeyi tasavvur etmek, çıplak gözle algılamak
mümkündür. Onun bakış açısında nefis, Allah'ı doğrudan algılama, kavrama dürtüsüyle
yanıp tutuşurken asıl hedefi, ilahi nuru tecrübî olarak doğrudan görmektir.... O cevheri
görmek ki, onun yanında, mahlukata tahakküm gibi yüklenen şekiller ve keyfiyetler arınır
gider. Bu hususta İbn Arabi şöyle der: "Mükaşefe, ilahi nuru insanların gözlerinden
gizleyen perdelerin kaldırılması ve tecellî de ilahi yüceliğin nurlarının algılanması olduğuna
göre, müşahede,bu nurların kalbe yansımasından başka bir şey değildir. Kalb, bir ayna
gibidir; zikir sayesinde parlatılmıştır. Bu parlak yüzeyinde ilahi nurdan kaynaklanan nurlar
görülür."
İbn Arabi, tasavvufî marifetin şekillerini tahlil ederken oldukça girift, remizli bir
yaklaşım sergiler. Ojıa göre bu marifet "Allah ile beraberdir, kulun çalışmasıyla, kazancıyla
elde edebileceği bir makam değildir. O Allah'tan gelen bir keramettir, ve Allah kendisinden
bir lütuf olarak onu kullarından dilediğine bahşeder. Bununla beraber bu hususta da farklı
dereceler vardır. Allah, bir inayetle bu dereceleri belirlemiştir ki, nefis bu Batınî bağışa
ulaşabilsin. Derken erdem ve kemâlin en yüksek makamlarına yükselebilsin." Ve "İnsanlar
ehl-i kemâl ve seyr-i cemâl için bu dünyaya gelmişlerdir" buyurmuşlardır.
İbn-i Arabî (k.s.) Vahdet-i Vücûd inancını şiir kalıplarında şöyle dile getirir:
Ey varlıkları yaratan; kendi içinde!
Sen yarattıklarını toplamışsın kendinde;
Yaratırsın, varlığı son bulmayan şeyleri.
Dar ve geniş olan sensin, kendi içinde
Başka bir yerde de: "Vücûdun tamamı birdir. Yaratılmışların mevcudiyeti de
Yaradanın mevcudiyetiyle mevcuddur. Yetersiz akıl iki varlık arasında fark olmadığını
anlayamaz. Gerçekte ikisi arasında öz cihetinden fark yoktur." diyerek su ve buhar örneğini
vererek suyun buzun hakikatinin buhar olmasına rağmen kendilerine mertebeleri yani şekil
aldıkları halleri itibariyle buhar denmeyeceğini ancak asılları itibariyle BİR olduklarını
söyleyerek Tevhid inancını öğretmeye çalışmışlardır. Ve bir başka yerde bu mevzuyu
cömerdçe açarak; "Gerçekte olan sadece O dur. Bizim varlığımız, Onun varlığıdır. Biz
varlığımız açısından O'na muhtacız. O ise kendisini göstermek için bize muhtaçtır.
Hükümler hususunda sen Onun gıdasısın, varlık hususunda O senin gıdandır. Dolayısıyla
senin açından belirginleşen husus Onun açısından da belirginleşmiştir. Sen O'nu
zikredersin, O da seni zikreder. Bir farkla sana mükellef denir... Ama "O" mükellef diye
isimlendirilmez" demişlerdir. "Fütuhat" adlı eserinde ise: "Varlıkta Allah'dan başka bir şey
yoktur. Biz, eğer var ise bizim varlığımız O'nunladır. Varlığı bir ba-şkasıyla olan bir şey'de
"yok" hükmündedir." diyerek aşağıdaki şiirleri söylemiştir:
Kimden kaçıyorsunuz,varlıkta "O"ndan başkası yok ki?
"O"ndan başkasına "O" demek caiz olur mu?
Eğer "O" desem, gözün görmesi inkar eder
Ya da "nedir O?" desem, "O"ndan başkası olmaz.
Kaçma; aramaya da kalkma;
Çünkü gördüğün her şey Allah vechidir.
İbn-i Arabî (k.s.) bu bağlamda, bütün eşyanın içinde toplandığı "zâti bir"liği açıklama
amacındadır. İbn Arabi, Vahdet-i Vücûd'u kanıtlamak için geliştirdiği sisteminde kendine
özgü bir şekilde Kur'ânı tefsir etmiş, batını birçok hakikatlerin perdelerini aralamıştır.
Örneğin "Ey insanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak
O'dur." ayetini, "zatî birlik" hakikatinin idraki olarak açıklamıştır. Kısaca insanlara Ehl-i
Tevhîd imanının yani şirkten kurtuluşun nasıl olacağını, Resulullâh Efendimizi s.a.v.
tebliğlerini nasıl anlamamız ve uygulamamız gerektiğini Vahdet-i Vücûd öğretisi içinde
öğretir diyebiliriz.
Zaman olarak Cenab-ı Şeyh'den önce yaşamış olan ünlü sufî Hallac-ı Mansur (k.s.)
"Varlık olmadan önce Muhammedi nur parladı. Nebiler, Rasuller hidayetlerini ve veliler
irfanlarını bu nurdan aldılar" der. Ve, bu teorisine "Muhammedi Nur" adını verir, aynı
şekilde Şeyhu'l Ekber hazretleri de: "Muhammedi hakikat, ilâhî nurdur ki, bu nur; Allah' ın
nurunun feyzinden yarattığı bütün mahlukattan öncedir" demiştir. Bunu vahdet-i vücûd
teorisini destekleyici bir burhan olarak kullanarak: "Yüce Allah tozdan mahlukat ı yaratmaya
başlayınca, orada ilk mevcud olan Muhammed'in rahmani hakikatiydi, ki rahman'm ar şına
istiva etmekle nitelenmiştir. Dolayısıyla bu hakikat ilâhî arştır, ayırt edilmediği içinde
"Eyne/nerede" ile sınırlandırılamaz. Toz, Hakkın kendisiyle kaim olan ve O'na dair bilgi
diye tabir edilen misâl üzere var oldu. O da Muhammedi hakikatin var ettiği ilahi
hakikatlerin ortaya çıkması için var edilmiştir. Sonra O'ndan (s.a.v.) ruhların pınarları
fışkırdı. Bunlar da en ulu görünümde olan mele-i a'lâyı arındırdılar. Muhammed (s.a.v.)
bütün mahlukatın en yüce hemcinsidir. Bütün varlıkların ve insanların en büyük babasıdır.
Bundan yüce Allah, nuru yarattı ki, arş Ö'ndan doğmuştur. Sonra Allah bu nurun arşı istiva
etmesini sağlamıştır. Mele-i a'lâyı ve başka varlıkları da bunun muhtevası kılmıştır."
Hallac-ı Mansur (k.s.) ve İbn-i Arabî (k.s.) hazretleri semavî olsun putperest olsun
insanların hakikatleri yönünden aralarında bir fark görmemişlerdir. Dolayısıyla bütün
inançların amacının BİR hakikat olduğunu yani Allah sevgisi olduğunu söylemişler yalnız
puta tapanların surette kaldıklarını hakikatin Bir ligini idrak edemedikleri için delalete
düşerek şirk ehli yani gerçeği örtenlerden (kafir) olduklarını belirtmişlerdir. Onların bu
görüşüne Dinlerin Birliği adını verenler olmuştur. İbn-i Arabi'den önce ve sonra yaşamış
mutasavvıfların bir çoğunun savunduğu bir fikirdir bu. Bu hususta İbn-i Arabî hazretleri:
"Özel bir akideye bağlanmaktan ve onun dışındaki akideleri inkar etmekten kaçın, yoksa
büyük bir nasibi kaçırırsın. Daha doğrusu gerçeği olduğu gibi elinden kaçırmış olursun.
Çünkü yüce Allah, bütün inanç sistemleri içinde sadece bir inanç sistemi tarafından
kuşatılmaktan, sınırlandırılmaktan yücedir, geniştir. Allah şöyle diyor: "Fe eynema tuvellu
fesemme vechullahi/ Nereye dönerseniz Allah'ın vechi oradadır." Şu halde bu hakikata
inanan ve bu hakikatin gereğini yerine getiren herkes "kullar" doğruyu bulmuştur. Her
doğruyu bulanda sevabını alır, "kul" olarak da sevabını alan herkes de mutlu olur, mutlu
olan herkesten de razı olunur." Sonra bu söylemini şiir olarak dile getirir:
Kullar ilah hakkında akideler ortaya koydular
Ben de kulların inandıkları akidelerin tümüne inandım.
Böylece iman ettiği akidesini, insanları çağırdığı ve yayılması için amel ettiği inanç
sisteminin yani "İslarrTm, diğer bütün inanç sistemlerini içeren bir ilâhi sistem akidesi
olduğunu açıklamıştır.
İbn-i Arabî (k.s.) hazretlerinin görüşlerini kısaca anlatma saadedinde bu özet
açıklamanın ardından belirtmek gerekir ki, hazreti şeyhi diğer bütün ilim dallarından çok
tasavvuf ilmi ilgilendirmiştir. Bütün eserlerinin eksenini tasavvuf ilmi oluşturmuştur. Bunun
yanında kendine özgü üslûbu, irfâni boyutu, ilmi kapasitesi ve te'vil gücüyle diğer tasavvuf
ekollerinde ayrılmıştır. Bu farklılığı, karşılaştığı her meseleyi ele alış yönteminde rahatlıkla
gözlemlemek mümkündür. Bunu da vurguladıktan sonra diyoruz ki: İbn-i Arabî hazretleri
tasavvufu kendine meşreb edinmiş, hayat felsefesi olarak kabul etmiş bütün âlimlerden
ayrı ve seçkin bir yere sahibdir. Arif-i bil-lâhların Muhammedi rehberidir. Telif etmiş olduğu
eserler birçok ünlü mutasavvıf tarafından şerh edilmeye çalışılmıştır.
Eserleri:
Telif ettiği eserler, yine kendisinin kendisiyle ilgili olarak kaleme aldığı bir müzekkire
de belirttiğine göre toplam iki yüz seksen dokuz (289) eser kaleme almıştır. Eş-Şa'rani
el Yevakit ve'l-cevahir adlı eserde İbn-i Arabi'nin geride dört yüz (400) bir başkası ise
beş yüz (500) eser bıraktığını söylemiştir.
Bunların en mühimlerinden biri 37 cild olan Mekke'de başlayıp Konya'da devam ettiği
ve Şam'da bitirmiş olduğu "Futuhat-ı Mekkiye ve Şam'da telif ettiği "Fususu'l Hikem" adlı
eseridir.
Fütuhat, Cenab-ı Şeyh'in hayatını, üstadlarını ve kendi tasavvuf görüşlerinin yanında,
telif etmiş olduğu diğer eserlerindeki konuları açıklayan bölümleriyle birlikte, kendisini
destekleyen mutasavvıfların görüşlerini ihtiva etmesiyle adeta bir nevî tasavvuf
ansiklopedesi mahiyetindedir.
Fusûsu'l-Hikem ise; eserin önsözünde İbn Arabî, Hz. Rasulullah (s.a.v.) görüştüğünü
ve kendisine Fu-sûs kitabını verdiğini beyan ederek şöyle söyler:
- "İmdi... Ben altı yüz yirmi yedi senesinin Muharrem ayının son on gününde Şam
bölgesinde gerçekleştirdiğim bir riyazette Resulullah'ı (s.a.v) gördüm. Elinde bir kitab vardı.
Bana dedi ki: "Bu Fusûsu'l-Hikem (Hikmetlerin Mahiyetleri) kitabıdır. O'nu al ve insanların
önüne koy, ondan yararlansınlar" dedim ki: Allah'ı, Resulünü ve bizden olan
emir sahibini, bize emredildiği gibi duyduk ve itaat ettik. Kendime güvenimi sağladım,
niyetimi hâlis kıldım, maksadımı arındırarak kitabı Resülullah'ın (s.a.v) belirlediği şekilde
insanlara duyurmaya karar verdim.Ne bir arttırmada bulundum, ne de eksiltmeye gittim. O
halde Allah'ı dinleyin ve Allah'a dönün."
Cenab-ı Şeyh'in diğer eserlerinden bazıları şunlardır:
Risâlet'ul-Ahlâk
Ankâ'u Mugrib
Divân
Heyâkil el-envâr
Mevâki'un Nucûm
Meşâhid'ul- Kudsiyye
El-Tedbîrât-ul Eşvâk
El-Zaman ve Mârifet'ud Dehr
Mârifet'ul Kutb vel-İmâmeyn...


ALINTIDIR


Muhyiddin ibn Arabinin Hayati 581808turkbayraklaru_1__2
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Emir Sultan
Medaratör

Medaratör
Emir Sultan


Mesaj Sayısı : 1130
Kayıt tarihi : 16/01/10
Nerden : Lefkoşa/k.k.t.c.

Muhyiddin ibn Arabinin Hayati Empty
MesajKonu: Geri: Muhyiddin ibn Arabinin Hayati   Muhyiddin ibn Arabinin Hayati Icon_minitimePaz Mayıs 02, 2010 9:19 pm

Allah Razı Olsun kardeşim,Emeğine,Ellerine sağlık,Yüreğine sağlık.



CENAB-I ALLAH YAR VE YARDIMCIN OLSUN.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
islam73
Medaratör

Medaratör
islam73


Mesaj Sayısı : 3832
Kayıt tarihi : 04/03/10
Nerden : Türklügün Bekcisi ve islamin Kölesi

Muhyiddin ibn Arabinin Hayati Empty
MesajKonu: Geri: Muhyiddin ibn Arabinin Hayati   Muhyiddin ibn Arabinin Hayati Icon_minitimeÇarş. Mayıs 05, 2010 12:51 am

Emir Sultan demiş ki:
Allah Razı Olsun kardeşim,Emeğine,Ellerine sağlık,Yüreğine sağlık.



CENAB-I ALLAH YAR VE YARDIMCIN OLSUN.


Temizli kalpli kardesim sendende ALLAH razi olsun
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
islam73
Medaratör

Medaratör
islam73


Mesaj Sayısı : 3832
Kayıt tarihi : 04/03/10
Nerden : Türklügün Bekcisi ve islamin Kölesi

Muhyiddin ibn Arabinin Hayati Empty
MesajKonu: Geri: Muhyiddin ibn Arabinin Hayati   Muhyiddin ibn Arabinin Hayati Icon_minitimeCuma Kas. 05, 2010 12:20 am

güncel
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Muhyiddin ibn Arabinin Hayati
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Muhyiddin ibn Arabinin CELÂL VE CEMÂL KİTABI
» Muhyiddin ibn Arabinin ELİF “TEKLİK” KİTABI
» MUHYIDDIN iBN ARABININ CUMA GÜNDÜZ DUASI
» MUHYIDDIN iBN ARABININ CUMA GECE DUASI
» MUHYIDDIN iBN ARABININ CUMARTESI GÜNDÜZ DUASI

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

İslamiyet ( Her Müslüman 'a Lazım Din 'i Bilgiler )

 :: Tarihi ve Dini Kişilerin Biyografileri
-
Buraya geçin: