iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?

Aşağa gitmek 
+4
Tevazu
mümine sultan
Rayiha arşınca
haydarı kerrar
8 posters
YazarMesaj
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Empty
MesajKonu: Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?   Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_minitimePaz Nis. 18, 2010 12:46 am

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?



Namaz, dinimizin ifâsını emrettiği ibadetlerin en önemlisidir. Kelime-i şehâdetten sonra, İslâm binasının üzerine kurulduğu beş esastan birincisidir. Akıllı ve erginlik çağına ulaşan her müslümana, istisnasız farzdır. Farziyeti Kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Terkedilmesi ve -geciktirmeyi câiz kılan meşru bir mazeret bulunmaksızın- vaktinde edâ edilmeyip, kazaya bırakılması, en büyük günahlardan biridir. Bu itibarla, her müslümanın beş vakit namazını vakti içinde edâ etmesi; geciktirmeyi caiz kılan meşru bir mazeret olmadıkça, hiçbir vaktin namazını kazaya bırakmaması gerekir.
Bilindiği üzere, beş vakit namaz ve Ramazan orucu gibi, edâsı belirli vakitlere bağlanmış olan ibadetlerde, hem ibadetin ifası, hem de emrin belirlenen zaman içinde yerine getirilmesi olmak üzere iki ayrı mükellefiyet söz konusudur. Bu tür ibadetleri, dinimizin tayin ettiği vakti içinde eda edenler, her iki mükellefiyeti birden yerine getirmiş olurlar. Vaktinde edâ etmeyip, daha sonra kaza edenler ise, bu iki sorumluluktan sadece birini yerine getirmiş olurlar.
İslâmî hükümlere göre, hiç kimse gücünün yetmediği bir şeyi ifâ ile mükellef olmaz ve bundan dolayı sorumlu tutulmaz. Nitekim Kur´an-ı Kerim´de (Bakara Sûresi, âyet : 286): "Allah kişiyi ancak gücünün yettiğinden sorumlu tutar..." buyrulmuştur. Bu itibarla, bir ibadeti meşru bir mazeret sebebiyle vakti içinde edâ edemeyip, daha sonra kaza eden kişi dinen sorumlu olmaz. Fakat meşru bir mazeret olmadığı halde namazlarını vaktinde edâ etmeyenler, daha sonra bunları kaza etmekle emri, vakti içinde yerine getirmeme sorumluluğundan kurtulmuş olmazlar. Bu gibilerin ayrıca tevbe ve istiğfarda (günahlannın affı için niyazda) bulunmaları ve bu sorumluluğu telâfi edecek iyi işler ve nâfile ibadetler yapmaları gerekir. (1) Nitekim Kur´an-ı Kerim´de (Hûd Sûresi, âyet: 114): "İyilikler kötülükleri (günahları) giderir." buyrulmuştur.
Namazın terki için, dinimizde hiçbir mazeret yoktur. Geciktirilmesi (kazaya bırakılabilmesi) için dinin meşru saydığı mazeret ise, unutma ve uyku gibi şuur dışı haller ile, o anda (vakti içinde) edâ edebilme imkanının bulunmayışından ibarettir. Sözgelimi, Ramazan´da seferde veya savaşta olan bir kimse, -oruç tutma imkanı olsa bile- orucunu kazaya bırakabilir; bundan dolayı günahkâr olmaz. Fakat edâ imkânı varsa fiilî savaş hali bile, namazı kazaya bırakmayı meşru kılan bir mazeret değildir. Çünkü namaz, kişiye daima ilahî mürakabe altında bulunduğunu hatırlatarak, onu her türlü kötü davranıştan koruduğu gibi; her durumda kolayca edâ edilebilen bir ibadettir. Abdest alamayanın teyemmümle, ayakta duramayan veya oturamayanın yattığı yerde, sadece başı ile ima ederek namazını edâ etmesi müınkündür. O halde, aklı başında ve edâ imkanı olan bir müslümana namazı kazaya bırakmak için meşru bir mazeret, söz konusu değildir. Bu itibarla, bir namazı kaza etmekle borç ödenmiş olursa da, mazeretsiz vaktinde edâ etmemenin sorumluluğu kalkmış olmaz.
Şimdi, konu ile ilgili bu girişten sonra, soruda belirtilen hususların açıklanmasına geçebiliriz.
1. Bir müslüman namazını, ya uyku, unutma, dalgınlık... gibi dinen meşru sayılan bir mazeretle; veya mazeretsiz olarak geçirmiş olabilir. İster mazeret sebebiyle, ister mazeretsiz olarak, her ne şekilde olursa olsun, namazını vaktinde edâ etmemiş olan bir kimsenin, onu kaza ederek, borcunu ödemesi gerekir. Ancak, meşru bir mazeretle vaktinde kılınmamış bir namaz, ilk fırsatta kaza edildiği takdirde, her hangi bir sorumluluk söz konusu olmaz. Nitekim Rasûlüllah (s.a.s.) : "Her kim bir namazı unutur veya ondan gaflet edip uyuyakalırsa, onu hatırladığında hemen kılsın. Onun bundan başka keffâreti yoktur..." buyurmuştur. (2)
Şüphesiz mazeret sayılan uyku, namaza kalkmamak üzere yatıp uyumak değildir. Namazı geçirmeme azmi ile gerekli tedbir alındğı halde uyanamamak veya uyuyup kalmaktır. Nitekim Rasûlüllah (s.a.s.) Efendimiz, bir gece seferinde son derece yorulmuş olan ashabına, ancak içlerinden birini kendilerini namaza uyandırmak üzere görevlendirdikten sonra istirahat için izin vermiş, fakat herkes uykuya dalınca, görevli de uyuyuvermiştir. Konu ile ilgili rivayetlerden, bir kaç defa tekerürü muhtemel bulunan bu olayda, Rasûlullah (s.a.s.) sabah namazını güneş doğup yükseldikten sonra, yine cemaatle kıldırmıştır. (3)
Hendek savaşında da zor bir gün Rasûlüllah (s.a.s.) ve ashabı, öğle, ikindi ve akşam namazlarını vaktinde kılma imkanı bulamamışlar; bu üç vakti, yatsı namazından önce tertip üzere, cemaatle kaza etmişlerdir. (4)
Görüldüğü üzere, meşru mazeretlerle vaktinde edâ edilemeyen namazlann daha sonra kaza edilmesi Rasûlüllah (s.a.s.) in kavlî ve fiilî sünnetiyle sabittir. Mazeretsiz terkedilmiş namazların kaza edilip edilemeyeceğine gelince :
2. Kasden namazı terketme günahının, kaza ile telâfisinin mümkün olmayacağı, esâsen Rasûlüllah (s.a.s.) in bu konudaki söz ve uygulamalannın hep mazeret sebebiyle vakti geçirilmiş namazlarla ilgili olduğu düşüncesinden hareketle, sahabeden Hz. Ömer, oğlu Abdullah, Sa´d b. Ebî Vakkas, İbn Mes´ud, Selman Fârisî ve tâbiundan el-Kasım b. Muhammed, Muhammed b. Sîrin, Mütarraf b. Abdillah, Ömer b. Abdilaziz, Büdeyl b. Meysere ve Sâlim b. Ebi´l-Ca´d ile Dâvud ez-Zâhîri, İbn Hazm ve İbn Rüşd gibi Zâhiri mezhebi müctehit ve fakihleri kasden terkedilmiş olan namazların kaza edilemeyeceği görüşünde iseler de, (5) başta dört mezheb müctehid ve fakihleri olmak üzere İslâm âlimlerinin cumhuruna (çoğunluğuna) göre, edâsı farz olan namazların, mazeretsiz (kasden) terkedilmiş de olsa, kazası da farzdır. (6)
Cumhur bu hükme mesnet olmak üzere:
a. Hadis-i şeriflerde unutma, uyku gaflet... gibi, şuur dışı haller sebebiyle vakti geçirilen namazların kazası emredildiğine göre, mazeretsiz terkedilen namazlann kazasının evleviyetle gerekeceği (7)
b. Hadis-i şeriflerde yer alan "nisyan" (unutma) kavramının, kasden terketmeyi de ifade ettiği; çünkü bu kelimenin, ister zuhûlen, ister kasden olsun, (Tevbe Sûresi, âyet : 67 ve Haşr Sûresi, âyet : 19 da olduğu gibi) mutlak "terk" anlamında da kullanıldığı (Cool
c. Yine unutma veya uyku gibi şuur dışı haller sebebiyle geçirilen namazlann kazası ile ilgili hadis-i şeriflerde yer alan "onun bundan başka keffareti yoktur." ifadesinin, mazeretsiz olarak namaz vaktini geçirenlere de delâlet ettiği; çünkü mazeretle vakti geçirmiş olanlar için günah olmadığından, keffaretin de söz konusu olamayacağı; (9)
d. Namazı kasden terkedenlerin de, Cenab-ı Hakk´ın emrine muhatap olmaları dolayısıyla, onlar üzerine de namazın borç olduğu; borcun ise ancak ödenmekle zimmetten düşeceği; (10) nitekim Rasûlüllah (s.a.s.) in de: "Allah´a olan borç, ödenmeye en lâyık olandır," (11) buyurduğu;
e. Namazın edâsı ile ilgili emrin, edâ edilmediği takdirde kaza için de emir sayılacağı, çünkü emirle vacip olan şey, edâ edilmedikçe emrin hükmünün devam ettiği... (12) gibi delillere dayanmışlardır.
Görüldüğü üzere, meşru mazeretlerle terkedilen namazlar gibi, mazeretsiz olarak vaktinde edâ edilmemiş olan farz ve vacip namazların da kaza edilmesi gerektiği görüşü, delil yönünden daha kuvvetlidir. Ancak İslâm müctehid ve fakihlerinin, ittifaka yakın derecede büyük çoğunluğuna göre, hangi sebeple olursa olsun vaktinde edâ edilmemiş olan farz ve vacip namazların kazası fevridir; geciktirilmemesi gerekir. Bu sebeple günlük iş ve ibadet saatleri ile yemek, uyku, dinlenme... gibi hayatî ihtiyaçların karşılanması için geçen zamanlar dışında kalan bütün boş vakitlerde devamlı olarak kaza namazı kılınarak, borcun bir an önce bitirilmesi gerekir. (13)
3. Kaza namazlarının gecikmesi açısından, kaza namazı borcu olan kimselerin nâfıle ve sünnet namazlara vakit ayırıp ayıramayacağı konusu, mezhepler arasında ihtilaflıdır.
a. Şâfiî mezhebinde, kaza borcu olan kimselerin günlük farz namazlar dışında, ister beş vaktin farzı ile birlikte kılınan sünnetler, ister terâvih, teheccüd... gibi diğer sünnet ve mutlak nâfileler olsun, kaza borcunu tamamlamadıkça, sünnet ve nafile kılarak kaza namazlarını geciktirmeleri haramdır. Ancak bu hükmün anlamı, diğer boş zamanları değerlendirmeyip, sadece sünnet yerine kaza kılarak borçlann tamamlanması değil; kaza borcu olan kimselerin, sünnet kılacak kadar zaman bile kaza borçlarını geciktirmelerinin câiz olmadığıdır.
b. Mâlikîlere göre de, günlük farz namazlar ile sabah namazının sünneti, vitir, bayram ve tahiyyetü´l-mescid dışında sünnet veya nafile ile meşgul olarak kaza namazını geciktirenler, günah işlemiş olurlar.
c. Hanbelilere göre ise, bu durumda olan kimselerin, gerek beş vakitte farzla beraber kılınan sünnetleri, gerek bunlar dışındaki diğer sünnetleri kılmaları câiz ise de, borcu çok olanların, sabah namazının sünneti müstesna; bunların yerine de kaza namazı kılmaları efdaldir. Sünnet olmayan mutlak nafile ile meşgul olmaları ise haramdır. (14)
d. Hanefilere gelince: Üzerinde ister az, ister çok, kaza borcu olan kimselerin, gerek farz namazlarla birlikte kılınan revâtib sünnetlerini, gerek Peygamber (s.a.s.) Efendimizin kılınmasını tavsiye buyurduğu terâvih, teheccüd, tesbih, duhâ, tahiyyetü´1-mescid, evvâbîn... gibi diğer sünnetleri kılmaları, -bu yüzden kaza borçlarının ödenmesi gecikmiş olsa bile-, efdal görülmektedir. Sünnet olmayan mutlak nâfile namaz kılmak da haram veya mekruh olmayıp; câiz ise de bunların yerine kaza kılmak efdaldir. (15)
Hanefî mezhebinde muteber kaynak niteliği taşıyan ve bir kısmı isim, cilt ve sahife numaraları 15´inci dipnotta gösterilen fıkıh kitaplarında bu husus bu şekilde beyan olunmaktadır. Bu itibarla, kaza borcu olan kimselerin sünnet kılmalarının ahmaklık olduğu; bunların Allah katında makbul olmayıp boşa gideceği... gibi sözler, Hanefî fukahasının kaynak olarak kabul ettiği muteber eserlerde yer almayan mesnetsiz iddialardan ibarettir. Esasen, -yukarıda görüldüğü üzere; Şafiîler dışında diğer üç mezhebe göre de, kaza borcu olan kimselerin sünnet kılmaları câiz; Hanefîlere göre ise efdaldir.
4. Üzerinde "fâite" yani meşru bir mazeret sebebiyle vaktinde edâ edemediği namaz borcu olan kimselerin sünnetleri kılabileceği; üzerinde meşru mazeret olmadan terkedilen namaz borcu olanların ise, sünnet ve nafile kılamayacağı, çünkü fâite ile mazeretsiz terkedilmiş namazların kazasının aynı olmadığı... hususuna gelince :
Sözlük anlamında "fevt" bir şeyi yapamadan vakti geçmek; "terk" ise, bir şeyi bırakmak, bir işten vazgeçip, onu kasden yapmamak demektir. Ancak, sözlük anlamları farklı olan bu iki kelime fıkıhta, namazla ilgili terim olarak, arada fark gözetilmeksizin , aynı anlamda, birbiri yerine kullanılmaktadır. Hemen bütün fıkıh kitaplarında "fâite" kelimesi, ister mazeret sebebiyle, ister mazeretsiz olsun, "vaktinde edâ edilmemiş olan namaz" anlamında kullanıldığı gibi, mesela Alaüddin es Semerkandî´nin "Tuhfetü´l-fukaha" adlı eserinde; (kaza namazlarında tertibin sukutu ile ilgili olarak) "Kim bir namazı terkeder, sonra bu fâiteyi hatırlar olduğu halde beş vakit kılarsa..." ve
"Kim bir vakit namazı terkeder, sonra bu fâite hatırında olarak bir ay namaz kılarsa..." (16) ...
gibi ifadelerinde, bu iki kelime arasında hiçbir mana ve hüküm ayrılığı gözetilmemiş; terkedilen namaza "fâite" denilmiştir. Bâbertî´nin "el-İnâye" adlı "Hidâye" şerhinde "... men fâtethü salâtün ev fevvetehâ amden..." (kim bir namazı kaçırır veya kasden geçirirse...) (17) ibaresinde de, fevt kelimesi hem mazeret sebebiyle, hem de kasden vakti geçen namaz için kullanılmıştır.
Esasen, vaktinde edâ edilmemiş olan namazlara "metrûke" (terkedilmiş) yerine "fâite" (vakti geçmiş) denilmesinin, -başka bir maksatla değil, sadece; müslümanın namazını ancak bir özürle geçirmiş olabileceğine dair hüsn-i zan sebebiyle olduğu, fıkıh kitaplarında beyan edilmektedir. (18)
5. Hem bir kaza namazına, hem de vaktin sünnetine olmak üzere bir namazın iki ayrı niyyetle kılınması ise, kaynak niteliği taşımayan (Necâtü´l-mü´minin ve benzeri) bazı ilmihal tipi kitaplar ile, bu kitaplardan nakiller yapan kişiler dışında, Hanefî müctehid ve fakihlerince câiz görülmemektedir.
Bilindiği üzere, sünnet ve nafile namazların sıhhati için, mutlak namaz niyyeti yeterli ise de, farz ve vacip namazların sıhhati için, (söz gelimi, "bu günkü öğle namazının farzı..." veya "dünkü ikindinin kazası..." gibi) niyyette kılınacak namazın hem aslını, hem isim ve vasfını tayin şarttır. (19) Bu itibarla, sünnet veya nafile bir namazda, söz gelimi hem tahiyyetü´l-mescid, hem duha (kuşluk) gibi, iki ayrı niyyet câiz görülmekte ise de, -ister edâ, ister kaza olsun-; bir farz namazda iki ayrı niyyet câiz değildir. Bu takdirde niyyet, bunlardan kuvvetli olana masruf olur.
Mesela; aynı namaz için:
a. Biri farz-ı ayn, diğeri farz-ı kifâye iki ayrı farz namaza niyyet, farz-ı ayn olan namaz için;
b. Biri vakti girmiş, diğeri henüz vakti girmemiş iki ayrı namaza niyyet, vakti girmiş olan namaz için;
c. Biri edâ, diğeri kaza iki ayrı farz namaza niyyet, -vakit müsait ise; kaza için; vakit dar ise, vaktin farzının edâsı için;
d. İki ayrı vaktin kazasına niyyet, -kişi sahib-i tertib ise; ilk kazaya kalan için; (aksi halde bu niyyetin hükmü yoktur.)
e. Hem bir nafileye, hem cenaze namazına niyyet, -nafile rükû ve secdeli kâmil namaz olması itibariyle; nafile için;
f. Hem farz (mesela bir kaza namazı), hem de sünnet veya nafile bir namaza niyet, -İmam Ebû Yusufa göre; sadece farz namaz için geçerli olur. İmam Muhammed´e göre ise, sonuncusunda her ikisi içinde geçerli olmaz. (20)
Görüldüğü üzere bir kısmı dipnotta gösterilen en muteber kaynakların beyanına göre, "hem geçmiş bir namazın kazası, hem de vaktin sünneti" niyyetiyle kılınan bir namaz, İmam Muhammed´e göre, ne farz, ne sünnet, ne de nafile olarak sahih olur. İmam Ebû Yusuf a göre ise sadece farz olarak câiz olur; aynca sünnet veya nafile sevabı söz konusu olmaz. İki tane müctehidin bu konudaki ictihatları, böyle olunca, fakih bile sayılmayan "filan kişinin kitabında şöyle buyruldu" demenin, hiç bir anlamı yoktur.
Şüphesiz, sünnet yerine kaza namazına niyyet ederek, sünnet namazlan terkeden müslümanlar, günahkar olmazlar. Kıldıklan namazlar kaza olarak sahihtir. Ancak, sünnetlerin sevabından mahrum kalacakları gibi, -müekked sünnetlerin mazeretsiz terkinden dolayı- isâet (ihmal ile zarar vermek) etmiş olurlar. Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.) in itâb (azarlama, darılma) ve tekdirine maruz kalırlar. (21)
6. Soruda söz konusu edilen Hadis-i şerif, kısmen değişik senet ve lafızlarla, Buhari ve Müslim dışında bütün Kütüb-i Sitte´ de, ayrıca Ahmed b. Hanbel´in Müsned´i, Dârimî´nin Sünen´i ve Hâkim´in Müstedrek´inde rivâyet edilmektedir ki anlamı şöyledir : "Kıyamet günü, müslüman kulun ilk hesaba çekileceği şey, farz namazdır. Eğer bunu tam kılmışsa, mesele yok. Aksi takdirde meleklere :-Bakınız onun nafile namazları var mı?, denilir. Eğer nafilesi varsa, farz namazları nafilelerinden ikmal edilir. Sonra diğer farz ameller için de bunun gibi yapılır." (22)
Görüldüğü üzere hadis-i şerifte, farz namazlardaki eksikliklerin, nafilelerden ikmal edileceği beyan olunmaktadır. Hadis şarihleri, ikmal keyfiyetinin hadis-i şerifin zahiri manasına da uygun olarak, "kılınmamış farz namazların nafilelerle tamamlanacağı" şeklinde olmasını da "edâ edilmiş olan farz namazlardaki âdâb, sünnet, huşu, dua ve zikirlerle ilgili noksanlarının ikmâli" şeklinde olmasını da ihtimal olarak zikrediyorlar. Ebû Bekr İbnü´l-Arabî, "Arîzatü´l-ahvezî" adlı Tirmizi şerhinde, "bana göre, edâ edilmeyen farzların nafilelerle tamamlanması ihtimali, daha açıktır; çünkü hadisin devamında diğer farz ameller için de, bunun gibi yapılır, ifadesi bunu göstermektedir..." demektedir. (23)
7. İddialara mesnet gösterilen kitapların kaynak niteliğinde olup olmadığı ve bunlardan yapılan nakillerin ne derece doğru olduğu hususuna gelince; bu yazıdan, sanırım bu konuda bir kanaate varmak mümkündür. Bir örnek vermek gerekirse, Kudüs Kadısı Sakızlı Muhammed Sadık Efendi´nin "en-Nevadiru´l-fıkhıyye fi mezhebi´l-eimmeti´l-Hanefiyye" adlı gayr-ı matbu eserinden, İbn Nüceym´in : -"Üzerinde kaza namazı olan bir kimsenin; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsının sünnetlerini, bu namazların kazalarına niyyet ederek kılarsa, sünnetleri terketmiş olur mu?” şeklindeki bir soruya cevaben : -Hayır olmaz; çünkü sünnet kılmaktan maksat, şeytanın burnu sürtülmesi için, vakit içinde farzdan başka bir namaz daha kılmaktır..." dediği nakledilmektedir.
Oysa, yukarıda (ve 20 numaralı dipnotta cilt ve sahife numaralan ile) gösterildiği üzere İbn Nüceym, "el-Eşbâh ve´n Nazâir" ve "el-Bahrü´r-râik" adlı kendisine ait kıymetli eserlerin her ikisinde de, en-Nevâdiru´l-fıkhiyye´de kendisine isnat edilen sözlerin tam aksini nakletmekte; bu anlamda hiçbir ifadeye yer vermemektedir. O halde bu sözler, yeterli araştırma yapmadan, mezkür kitaba dercedilmiş, asılsız bir isnattan başka bir şey değildir.
Kaldı ki, ibn Nüceym büyük ve muhakkık bir fakih olmakla birlikte -fukaha arasındaki derecesi itibariyle; "tahric ve tercih ashabı"ndan bile sayılmamaktadır. Hükmü beyan edilmiş olan bir konuda, tahric ve tercih ehlinden olan fakihlerin bile müctehide muhalefeti söz konusu olamayacağına göre, (24) farz-ı muhal, isnat edilen bu sözlerin kendisine ait olduğu sabit bile olsa, -yukarıda İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed gibi müctehidlerden nakledilmiş olan hükümler karşısında, ictihad yetkisini haiz olmayan bir fakihin sözlerine itibar edilemeyeceği aşikardır.

Kaynaklar: (1) Ahmed b. Muhammed et-Tahtâvi, Hâşiye ala Merâlcı´1-felah, sh. 358. İst., 1985; Alaüddin el-Haskefi; ed-Dürrii´1-münteka, 1/144, İst., 1328; a. mlf., ed-Dürrü 1 muhtâr, 1/485 (Reddü´1-muhtar kenarında). Bulak, 1272; İbn Abidin, Reddü 1-Muhtar, 1/485, Bulak, 1272; H. Zihni Efendi, Nimet-i İslâm (Kitabü s-salat), sh. 453, İst., 1326; Haseneyn M. Mahlûf, Fetavayı Şer´iyye, 1/242-243, Kahire, 1391/1971. (2) Buhari, es-Sahih, 1/148 (Mevâkit; 37) İst., 1315; Şevkânî, Neylü´l-evtâr, 2/26-27, Kahire, 1380/1961; Mansur Ali Nâsıf, et-Tâcü´l-câmi, 1/147, Kahire, 1381/1961; Tecrid Tercemesi, 2/537 (Hadis No: 354), Ankara, 1975. (3) Buhari, a.g.e., 1/148 (Mevakıt, 35); Şevkânî, a.g.e., 2/29; M. Ali Nâsıf, a.g.e., 1/147, Tecrid Tercemesi, 2/252-260 (Hadis No: 226) ve 2/532 (Hadis No: 352). (4) Buhari, a.g.e. 1/148 (Mevâkıt, 38) ve 3/233 (Cihâd, 98) ve 5/48 (Meğâzî, 29); İbn Hümam, Fethu´l-Kadir, 1/349, Bulak 1315; Zeyleî, Nasbü´r-râye, 2/164, Beyrut, 1393/1973. (5) Aynî, Umdetü´l-kari, 2/602, İst., 1308; ibn Hazm, el-Muhallâ, 1/238, Beyrut, 1352; Şevkânî, es-Seylü´l-cerrâr, 1/289, Beyrut, 1405/1985; Tecrid Tercemesi, 2/538-539. (6 ) Aynî a.g.e., 2/206; Abdurrahman el-Cezîrî, el-Mezâhibu´l-erbea, 1/488, Kahire ts., Tecrid Tercemesi, 2/538-539. (7) Şevkânî, Neylü´l-evtâr, 2/27; Mansur Ali Nâsıf, a.g.e., 1/147; Tecrid Tercemesi, 2/539. (Cool Aynî, a.g.e., 2/608; Şevkânî, Neylü´l-evtâr, 2/27. (9) Şevkânî, Neylü´l-evtâr, 2/27. (10) Şevkânî, Neylü´l-evtâr, 2/27-28; es-Seylül-cerrâr, 1/289. (11) Buhari, a.g.e., 2/240 (sıyam, 42); Müslim, es-Sahih, 2/804 (Sıyâm, 154-155 No: 1147) Kahire, 1374/1955. (12) Aynî, a.g.e., 2/608; Şeyhzâde Abdurrahman b. Muhammed, Mecmeu´l-enhur, 1/144, İst., 1328; Ahmed b. Muhammed et-Tahtâvî, Haşiye ala Merâki´l-felâh, sh. 357-358. (13) Aynî, a.g.e., 2/602; Şevkânî, Neylü´l-evtâr, 2/28; Abdurrahman el Cezîri, a.g.e., 1/491. (14) Abdurrahman el Cezîrî, a.g.e., 1/491-492. (15) Ahmıed b. Muhammed et-Tahtâvî, a.g.e., sh. 363; ibn Abidin, Reddu´l-Muhtar, 1/493, Bulak, 1272; el-Fetâvâl-hindiye, 1/125, Bulak, 1310; Abdurrahman el-Cezîrî, a.g.e., 1/491-492; Osmanlica Tahtâvî Tercemesi, 2/143; İst. 1285; Zühdü Paşa, el-Mecmûatü´z-Zühdiye, 1/131-132, İst., 1311; Hacı Zihni Efendi a.g.e., sh. 467; Hacı Muhammed Nehif Ef., İlaveli Enisü´l-abidin, sh. 67, İst., 1327; Ahmed Davudoğlu, İbn-i Abidin Tercemesi, 3/152, Ist., 1982; Ö.N. Bilmen, Büyük İslâm İImihali, sh. 183, İst., ts. (16) Alaüddin es-Semerkandi, Tuhfetü´l-fukaha, 2/231-232, Beyrut, 1405/ 1984. (17) Bâbertî, el-İnâye, 1/346 (Fethu´l-kadir kenarında), Bulak, 1315. (18) Alaüddin Haskefı, ed-Dürrii-1-münteka, 1/144 (Mecmeu´l-enhur kenarında) İst., 1328; ed-Dürrü´l-Muhtar 1/475 (Reddü´l-Muhtar kenarında); Ahmed b. Muhammed et-Tahtâvî, a.g.e., 1/485; Hacı Zihni Ef., a.g.e., sh. 452. (19) İbn Hümam, a.g.e., 1/186-187; Ahmed Tahtâvî, a.g.e., sh. 179; Haskefi, ed-Dürrü’l-Muhtâr, 1/279-280; İbn Abidin, a.g.e., 1/279-280; Hacı Zihni Ef., a.g.e., sh. 84. (20) İbn Hümam, ´ a.g.e., 1/187; İbrahim el-Halebî, Günyetü´l-mütemelli (Halebî Kebir), sh. 249-251, İst., 1325; Halebî Sağîr, sh. 121-122, Ist., 1309; İbn Nüceym, el-Eşbâh ve´n-nezâir, sh. 39-43, Dımaşk, 1403/ 1983; el-Bahru´r-râik, 1/296-297, Beyrut, ts.; el-Fetâva´l-Hindiye, 1/65; Ahmet et-Tahtâvî, a.g.e., sh. 174; İbn Abidin, a.g.e., 295-296; Zihni Efendi, a.g.e., 84-86; Ö.N. Bilmen, a.g.e., sh. 118-119. (21) Bâbertî a.g.e., 1/13; Ebû Gudde, Takdimetu Fethi bâbi´l-inâye bi şerhi kitabi´n-Nükaye, 1/14-15, Haleb, 1387/1967. (22) Ebû Davud, es-Sünen, 1/200 (Salat, 145, No: 8(i4), Kahire, 1371/1952; Tirmizi el-Camiu´s-sahih, 2/270 (Salat, 188, No: 413), Kahire, 1356/ 1937; Nesâî, es-Sünen, 1/232 (Salat, 9) Kahire 1312; İbn Mâce, es- Sünen, 1/458 (İkame, 202, No: 1425), Kahire, 1372/1952; Darimî, es- Sünen, 1/313, (Salat, 91) Mısır, 1349; Hâkim, el-Müstedrek, 1/394 (No:966), Beyrut, 1411/1990. (23) 2/207, Kahire (Matbaatü’1-Mısrıyye), 1350/1951; Azimabâdî, Avnü´l-mâbûd, 2/116, Delhi, 1322; Seharenfûri, Bezlül-mechûd, 5/136; Mahmud Muhammed es-Sübkî, el-Menhelü´l-azbi´l-mevrûd, 5/311, Mısır, 1394; Süyûtî, Zehru´r-ruba ale´l-Mücteba, 1/233 (Sünen-i Nesâî ile birlikte); Haşiyetü´s-Sindi ala Şerhi´n-Nesâî Lis´s-Suyûtû, 1/232-233 (Sûnen-i Nesaî ile birlikte); Beğavî, Şerhu´s-Sünne, 4/159, Dimaşk 1390-1400/1970-1980; Haydar Hatiboğlu, Sünen-i İbn Mâce Tercemesi ve Şerhi, 4/248. İst., 1983. (24) İbn Abidin, Reddü´l-muhtar, 1/52-53; Ukûdu resmi´l-müftî (Mecmûatti´r-resâil içinde), sh. 11-12, İstanbul, 1325; M. Ebû Zehra Ebû Hanife, sh. 442-447, Kahire, İkinci baskı, ts.; Aynı eser, çeviren: Osman Keskioğlu, sh. 388-393, Ankara, 1962; Seyyid Bey, Usûl-ı Fıkh (Medhal), sh. 243-249; İstanbul, 1333; Ö. Nasuhi Bilmen, Istılahat-ı Fıkhıye Kamusu, 1/324-325, İstanbul, 1949; Hayreddin Karaman, İslâm’ ın Işığında Günün Meseleleri, 2/505-506, Istanbul, 1988. İrfan YÜCEL Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Bu yazı Güncel Dini Konular (Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 399, Halk Kitapları, 118 ISBN: 975-19-2085-X sayılı, (Ankara 1999, s 37-51) kitaptan alınmıştır)


En son haydarı kerrar tarafından Perş. Haz. 10, 2010 9:52 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Rayiha arşınca
Medaratör

Medaratör
Rayiha arşınca


Mesaj Sayısı : 1038
Kayıt tarihi : 06/06/09

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Empty
MesajKonu: Geri: Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?   Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_minitimePtsi Mayıs 24, 2010 12:40 pm

güncel...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Empty
MesajKonu: Geri: Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?   Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_minitimePerş. Haz. 10, 2010 9:52 am

soru üzerine güncel
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
mümine sultan
Administrator

Administrator
mümine sultan


Mesaj Sayısı : 6157
Kayıt tarihi : 15/01/10
Yaş : 48
Nerden : ELFU ELFİ SALATİN VE ELFU ELFİN SELAMİN ALEYKE YA RASULALLAH.

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Empty
MesajKonu: Geri: Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?   Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_minitimePerş. Haz. 10, 2010 11:03 am

ALLAH c.c razı olsun çok hayırlı bir konu teşk. ederiz bilgilendirme için
benim bir arkadaşım sünnet namazlarını kaza olarak kılıyordu... Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_question
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Tevazu
Normal Üye

Normal Üye



Mesaj Sayısı : 117
Kayıt tarihi : 08/06/10
Nerden : istanbul

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Empty
MesajKonu: Geri: Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?   Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_minitimePerş. Haz. 10, 2010 8:28 pm

Teşekkür ederim,Allah razı olsun hocam...

"Bazı sorularım olacak.Benim namaz borclarım var,yani kaza.Ama mesela Evvabin namazını çok seviyorum.Kaza kılmam gerekirken nafile namaz kılamayacağıma dair bazı bilgilere ulaştım bu ne denli doğrudur...


Bir de sabah;Kuşluk ta kıldığımız kuşluk namazı sabah namazı kazalarının yerine geçermi?Örneğin 6 rekat kılacağımız kuşluk namazını hem kuşluk hemde sabahın kazasına niyet ederek kılabilirmiyiz?"


Sorularım bunlardı.Buna göre;Kaza kılmam gerekirken nafile namaz kılabilirim.Bu diğer mezheplerde caizken hanefi mezhebi için efdaldir...

Diğer soru için;Sünnetleri dahi kazaların yerine eda etmek efendimizi incitir.

O halde kılınacaksa önce kazalara ehemmiyet verilmeli ama nafile de kılınamaz değil.Ve de sünnetler kaza gibi eda edilmemeli yada öyle niyet edilerek kılınmamalı...

Umarım yanlış anlamamışımdır...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Empty
MesajKonu: Geri: Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?   Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_minitimePaz Haz. 20, 2010 1:08 pm

Tevazu demiş ki:
Teşekkür ederim,Allah razı olsun hocam...

"Bazı sorularım olacak.Benim namaz borclarım var,yani kaza.Ama mesela Evvabin namazını çok seviyorum.Kaza kılmam gerekirken nafile namaz kılamayacağıma dair bazı bilgilere ulaştım bu ne denli doğrudur...


Bir de sabah;Kuşluk ta kıldığımız kuşluk namazı sabah namazı kazalarının yerine geçermi?Örneğin 6 rekat kılacağımız kuşluk namazını hem kuşluk hemde sabahın kazasına niyet ederek kılabilirmiyiz?"


Sorularım bunlardı.Buna göre;Kaza kılmam gerekirken nafile namaz kılabilirim.Bu diğer mezheplerde caizken hanefi mezhebi için efdaldir...

Diğer soru için;Sünnetleri dahi kazaların yerine eda etmek efendimizi incitir.

O halde kılınacaksa önce kazalara ehemmiyet verilmeli ama nafile de kılınamaz değil.Ve de sünnetler kaza gibi eda edilmemeli yada öyle niyet edilerek kılınmamalı...

Umarım yanlış anlamamışımdır...
evet doğru anlamışsınız fıkıh usulünün bir kaidesi vardır hatayı hata ile telafi etmek bir hatadır diye kişi namazı kazaya bırakmakla hata işliyor bu hatayı telafi edeyim derken sünneti terk yoluna giderek hata ile telafi etmeye çalışıyor işte buda bir hatadır. yukarıda izahını yaptık zaten ama unutmayın ki ahirette kişi ilk namazdan hesaba çekilir farzlarında eksiği olanlar iççin rabbim meleklere bakın bakalım kulumun nafileleri varmıdır varsa farzlar bunlarla tamamlanır. peygamber s.a.v efendimizin her farzın evvelinde ve sonunda kıldığı sünnet namazların bir hikmetide budur işte. onun için hatayı hata ile değil madem hata yaptık telafisini hata etmeden güzelce yapmamız lazımdır.vesselam
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Tevazu
Normal Üye

Normal Üye



Mesaj Sayısı : 117
Kayıt tarihi : 08/06/10
Nerden : istanbul

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Empty
MesajKonu: Geri: Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?   Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_minitimePerş. Haz. 24, 2010 10:08 pm

Teşekkür ederim...Mevlam razı olsun...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
nisra
Administrator

Administrator
nisra


Mesaj Sayısı : 610
Kayıt tarihi : 16/01/10

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Empty
MesajKonu: Geri: Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?   Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_minitimeC.tesi Tem. 17, 2010 9:52 am

Emeğinize sağlık hocam Allah Razı Olsun
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Tevazu
Normal Üye

Normal Üye



Mesaj Sayısı : 117
Kayıt tarihi : 08/06/10
Nerden : istanbul

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Empty
MesajKonu: Geri: Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?   Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_minitimeSalı Ağus. 03, 2010 12:58 pm

Recep,Şaban derken Ramazan'a bir hafta kaldı.Ramazan ayı;huzuru aramayanların dahi huzurla donandığı yegane ay.Gözbebeğimiz...

Bu ayda Hatimlerimiz,seher vakitlerinde teheccüd namazlarımız,bol bol zikirlerimiz yine o vakitlere özel vede uzun secdeleri olan ihlaslı namazlarımız olsun herbirimizin İnşallah...

Hocamızın yukarı da dediği gibi;Rabbim,meleklere bakın bakalım kulumun nafileleri varmıdır dediğinde mazlum dönmemeleri için nafilelerimizde olsun kazaların yanında. Bir tesbih namazımız olsun İnşallah en azından...

Rabbim bu mübarek ay hürmetine bizleri Affetsin kardeşlerim...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
gespenst
Administrator

Administrator
gespenst


Mesaj Sayısı : 1393
Kayıt tarihi : 23/07/09
Yaş : 44
Nerden : ANKARA

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Empty
MesajKonu: Geri: Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?   Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_minitimeSalı Ağus. 10, 2010 7:53 pm

güncel...........
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
clarnet
Yeni Üye

Yeni Üye



Mesaj Sayısı : 11
Kayıt tarihi : 28/07/10

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Empty
MesajKonu: Geri: Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?   Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_minitimeSalı Ağus. 10, 2010 8:33 pm

s.a uzun zamandır kafamı kurcalıyan bir konu sürekli araştırıyordum hatta burda da bir kaç kez sordum bugün yine araştıırken bu yazıyı buldumki daha önceki araştırdığım yerlerde hep 2 fikir oluyodu sünnet terkidelemez yada 2 niyet bulduğum bu açıklama insanın aklına gayet yatıyor diyorki 2 niyet omaz hem sünnete hemde kazaya. sünnet yerine kazaya niyet edersin sünnetide terk etmiş olmazsın çünki sünnet namazı farzdan başka kılanan bir başka namazdır namaz kılan insanlara zaten şeyten deliriyor onu kahretmek için sünnet kılınmaya başlamışki peygamberimiz hz muhammed sav hayatteyken adı sünnet namazı değilmiş ki kendisi niyet ettim allah rızası için namaz kılmaya diye niyet edermiş kısaca bu tamamını sıkılmadan okumanızı dilerim.

Nemâz, (İbâdet-i bedeniyye) olduğundan, başkası yerine kılınamaz. Herkesin kendi kılması lâzımdır. Ağır hasta ve çok ihtiyâr kimse, nemâz yerine fakîre fidye [para] veremez. Hâlbuki, oruc yerine fidye vermesi lâzımdır.
(Halebî-i kebîr)de diyor ki, (Özrlü ve özrsüz olarak nemâzı terk edenin, bunun farzını kazâ etmesi lâzımdır. Yalnız Hanbelî mezhebinde, nemâzı özrsüz terk eden mürted olacağı için, nemâzını kazâ etmesi lâzım olmaz. Önce, küfrden tevbe etmesi lâzım olur). Altıncı sahîfesinde diyor ki, (Nemâz kılmak, farz olduğu için, inanmıyan kâfir olur. İnanıp da, terk eden, ya’nî özrsüz kılmıyan fâsık olur. Kitâb, sünnet ve icmâ’ ile açıkca bildirilmiş olan farzların hepsi böyledir. İctihâd ile anlaşılmış farzlara Mukayyed denir. Bunlara inanmıyan kâfir olmaz). [Bunlara da ehemmiyyet vermiyen, aklına uyup, müctehidin hükmünü beğenmiyen kâfir olur.]
(Câmi-ul-ezher)in Cameroun cumhûriyyetindeki mümessili, üstâz İbrâhîm Muhammed Neşât “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (İslâm kültürü) kitâblarının altıncısında, yirmibeşinci sahîfesinde diyor ki, (Nemâzı bilerek terk etmenin büyük günâh olduğunu ve farzları hemen kazâ etmek farz olduğunu, cumhûr-ı ulemâ bildirmekdedir. İbni Teymiyye, nemâzı amden terk edenin kazâ etmesi lâzım değildir. Kazâ kılması sahîh olmaz. Çok nâfile kılması, çok hayrât, hasenât ve istiğfâr yapması lâzım olur dedi. Dahâ önce İbni Hazm da, uzun yazıları ile böyle uygunsuz fikrler ortaya atmışdı). İbni Teymiyye ve İbni Hazm, hükmü şübheli olan âyet-i kerîmeleri ve hadîs-i şerîfleri te’vîl etdiler. Ya’nî, yanlış ma’nâlar vererek, Ehl-i sünnetden ayrıldılar. Böylece, hayrlı işlerin, nemâz yerine geçeceği sapıklığını da körüklemişlerdir. İslâmiyyetde açdıkları yaraların en zararlı olanlarından biri de, bu olmuşdur.
(Dürr-ül-muhtâr)da, ikiyüzellialtıncı sahîfede buyuruyor ki, (Farz nemâzı, özrü olmadan, vakti geçdikden sonra kılmak, ya’nî kazâya bırakmak harâmdır). Dörtyüzseksenbeşinci sahîfede buyuruyor ki, (Farz nemâzı, özrsüz [ya’nî islâmiyyetin gösterdiği sebeb olmadan] vaktinden sonra kılmak, büyük günâhdır. Bu günâh, yalnız kazâ edince afv olmuyor. Kazâ etdikden sonra, ayrıca tevbe veyâ hac etmek de lâzımdır. Kazâ edince, yalnız nemâzı kılmamak günâhı afv olur. Kazâ kılmadan, tevbe edilince, terk günâhı afv olmadığı gibi, te’hîr günâhı da afv olmaz. Çünki, tevbenin kabûl olması için, günâhdan sıyrılmak şartdır).
[Ba’zı va’z kitâblarında, Ramezân-ı şerîf ayının son Cum’a nemâzından sonra, (Keffâret-i nemâz) olarak dört rek’at kılınır, diyor. Her rek’atde ve selâmdan sonra okunacak şeyleri de yazıyorlar. Bu nemâz, bütün ömründe kılmadığı nemâzların keffâreti olur. Hepsi afv olur, diyorlar. Bu yazı doğrudur. Fekat bu nemâz ve mubârek zemânlarda yapılan diğer ibâdetler, kazâ edilmiş olan farz nemâzların vaktlerinde kılınmadıklarının büyük günâhlarının afvı için yapılan tevbenin kabûl olması içindir. Yoksa, kılınmamış nemâzlar, kazâ edilmedikçe, hiçbir sûretle afv olmazlar. Nitekim oruc keffâreti de, oruc borcunu ödemiyor. Gün sayısınca orucun ayrıca kazâ edilmesi de lâzım oluyor].
Aşağıdaki yazı (Dürr-ül-muhtâr)dan terceme edildi:
Bir günlük beş vakt farzı ve vitr nemâzını kılarken ve kazâ ederken tertîb sâhibi olmak farzdır. Ya’nî, nemâz kılarken, sıralarını gözetmek lâzımdır. Cum’a farzını da, o günün öğle nemâzı sırasında kılmak lâzımdır. Sabâh nemâzına uyanamıyan, hutbe okunurken bile hâtırlarsa, hemen bunu kazâ etmelidir. Bir nemâzı kılmadıkca ve bunu kazâ etmedikce, bundan sonraki beş nemâzı kılmak câiz olmaz. Hadîs-i şerîfde, (Bir nemâzı uykuda geçiren veyâ unutan kimse, sonraki nemâzı cemâ’at ile kılarken hâtırlarsa, imâmla nemâzı bitirip, sonra önceki nemâzını kazâ etsin! Bundan sonra, imâmla kıldığını tekrâr kılsın!) buyuruldu.
Her cins nemâzı vaktinde kılmağa (Edâ) denir. Nâfile kılmağa başlandığı vakt, bu nâfile nemâzın vakti olur. Temâmlanması vâcib olur. Fâsid olursa, kazâsı vâcib olur. Bir nemâzı vakti içinde tekrâr kılmağa (İâde) denir. Vaktinde kılınmazlarsa, vaktinden sonra kılmağa (Kazâ) denir. İkiyüzotuzbeşinci sahîfe sonuna bakınız! Farzı, kazâ etmek farzdır. Vâcibi kazâ etmek ve fâsid olan sünnet ve nâfile nemâzları iâde etmek vâcibdir. Vaktinde kılınmıyan sünneti kazâ etmek emr olunmadı. Bu sünneti kazâ ederse, kıldığı nemâz, nâfile olur ve sünnet sevâbına kavuşmaz.
[Şî’î kitâbında diyor ki, (Nemâzlarını bir özr ile kılmıyan kimse ölünce, bunun nemâzlarını velîsi kazâ eder. Yâhud başkasına ücret ile kıldırır. Meyyitin başka ibâdetleri de ücret ile başkasına yapdırılarak, borcdan kurtarılması câizdir.) Bu sözleri doğru değildir.]
Altmışıncı madde sonunda yazılı üç vaktden başka, her zemân kazâ kılınır. Sabâh nemâzına başlamadan veyâ nemâz arasında iken, vitri kılmadığını hâtırlayan kimsenin, sabâh nemâzı kabûl olmaz. Güneş doğmasına, yalnız vitri kazâ edecek kadar zemân kalmış ise, ancak bu hâlde sabâh kabûl olur. Demek ki, bir nemâz vaktinin sonunda, kazâyı da kılacak kadar zemân kalmazsa, kazâyı önce kılmak lüzûmu afv olur. Vakt daraldı sanarak, vakt nemâzının farzını kılan, sonra dahâ zemân olduğunu anlasa, kazâyı ve sonra vaktin farzını tekrâr kılar. Vaktin nemâzına başlarken veyâ nemâz içinde iken, kazâsı olduğunu unutursa, nemâzdan sonra hâtırlasa da, kıldığı nemâzı kabûl olur. Çünki, unutmak özrdür.
Kazâya kalan nemâz sayısının altı olması da, sıra ile kılmağı afv etdiren bir özrdür. Kılmadığı veyâ kılıp da kabûl olmıyan farz nemâzı sayısı altı olan bir kimse, tertîb sâhibi olmaz. Kazâ nemâzlarının birbiri arasında ve bunlarla vakt nemâzları arasında sırayı gözetmesi lâzım olmaz. Meselâ bir farzı kılmıyan kimse, bunu hâtırladığı hâlde, beş dâne vakt nemâzı kılsa, bu beşi kabûl olmıyacağı için, kılınmamış nemâz sayısı altı olur. Vitr nemâzı, burada hesâba katılmaz. Eskiden kazâya kalmış farzlar hesâba katılır.
Nemâzlar arasında sırayı gözetmek lüzûmunu gideren dördüncü sebeb, sıranın lâzım olduğunu bilmemekdir. Nass veyâ icmâ’ olmıyan şeyi bilmemek özrdür. Meselâ, sabâhı kılmıyan, bunu hâtırladığı hâlde, öğleyi kılsa, bu kabûl olmaz. Sonra, sabâhı kazâ edip, sonra ikindiyi kılsa, ikindi kabûl olur. Çünki kıldığı öğlenin kabûl olduğunu sanmakdadır. Beşden fazla kazâları olan, bunları kazâ ederken, kılmadığı nemâz sayısı, altıdan aşağıya inince, sırayı gözetmek lüzûmu tekrâr geri gelmez. Bunları da sırasız kılabilir.
Kılmadığı altıdan az nemâz varken, sırayı bozarak, edâ olunan nemâzların kabûl olmaması, İmâm-ı a’zama göre “rahmetullahi teâlâ aleyh” şarta bağlıdır. Sonra edâ etdiği nemâz sayısı, kazâya kalanla birlikde, altı olunca, edâ etmiş olduğu nemâzlar, tekrâr kabûl olur. Meselâ, bir farzı veyâ vitri kılmasa, sonra gelen nemâzları kılsa, bu nemâzlar kabûl olmaz. Beşinci nemâzı kılmadan, önce kılmamış olduğu nemâzı kazâ ederse, kıldığı nemâzlar nâfile olmuş olur. Kazâyı kılmadan önce kıldığı beşinci nemâzın vakti çıkarsa, kazâya kalan ile kabûl olmıyan nemâz sayısı altı olur. Bu hâlde, kılınan beş nemâz tekrâr sahîh olur. Kıldığı beş nemâzın herbirinde, kazâsı olduğunu hâtırlamak lâzımdır. Birkaçında hâtırlamadı ise, bunlar hesâba katılmaz. Sabâh nemâzını kılmıyan kimse, sonra gelen nemâzları kılsa, ertesi gün güneş doğarken, kılmış olduğu beş nemâzın hepsi kabûl olur.
Sırayı bozarak kılınan nemâzların kabûl olmaması, iki imâma göre şarta bağlı değildir, kesindir.
Ayakda duramıyan veyâ zarar gören, başı dönen kimse, farzları da, secde etdiği yerde oturarak kılar. Rükü’ için eğilir. Secde için, başını yere koyar. Dıvara, değneğe, insana dayanarak, biraz ayakda durabilenin, ayakda tekbîr alması ve o kadarcık ayakda okuması farzdır. Secde için yere eğilemiyen hasta, önceden yere konulan, 25 cm.den az yükseklikde sert bir şey üzerine secde yapmalıdır. Alnında yara olan, yalnız burnu ile, burnunda yara olan da, yalnız alnı ile secde eder. Alnında ve burnunda birlikde özr olup başını yere veyâ böyle sert birşey üzerine koyamıyan, ayakda durabilse bile, yere oturarak îmâ ile kılar. Ya’nî rükü’ için biraz eğilir. Secde için, rükü’dan dahâ çok eğilir. Secde için, kendisi veyâ başkası, yerden birşey kaldırıp, yüzünü bunun üstüne koyması tahrîmen mekrûhdur. Çünki, (Feth-ul-kadîr), (Merâkıl-felâh), (Halebî) ve (Mecma’ul-enhür)de diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hastayı ziyâret etdi. Bunun, eli ile yasdık kaldırıp, üzerine secde etdiğini görünce, yasdığı aldı. Hasta, odun kaldırarak bunun üstüne secde etdi. Odunu da aldı ve (Gücün yeterse, yere secde et! Yere eğilemezsen, yüzüne birşey kaldırıp, bunun üzerine secde etme! Îmâ ederek kıl ve secdede, rükü’dan dahâ çok eğil!) buyurdu. Kaldırılan şey üzerine secde ederken, rükü’dakilerden çok eğilirse, îmâ ile kılmış olur. Nemâzı sahîh olur. O hâlde, eli ile birşey kaldırmak lüzûmsuzdur.
İbrâhîm Halebî “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Halebî-yi kebîr)de, altıyüzonsekizinci sahîfede diyor ki, (Şiddetli diş ağrısını durdurmak için konan ilâc, okumasına mâni’ olsa, vakt dar ise, imâma uyar. İmâm yok ise, okumadan kılar).
Bir uzvundaki derdden dolayı uygun oturamıyan kimse, istediği gibi oturur. Oturabilmek için, ayaklarını kıbleye karşı uzatabilir. Bir yerini yastığa veyâ başka şeye dayar. Yâhud, bir kimse tutarak düşmesine mâni’ olur. Yüksek bir şeyin üstüne oturup îmâ ile kılması câiz değildir. [Sandalyada oturarak kılanın nemâzı kabûl olmaz. Çünki, sandalyada oturmak için zarûret yokdur. Sandalyada oturabilen kimse, yerde de oturabilir ve yerde oturup kılması lâzımdır. Nemâzdan sonra, yerden ayağa kalkamıyan, sandalyadan ise kolay kalkan hastayı yerden bir kimse kaldırır. Yâhud, kıbleye karşı uzatılmış sedir üzerinde, ayaklarını sarkıtmadan oturarak kılar. Nemâzdan sonra, ayaklarını sedirin bir yanına sarkıtıp, sandalyadan kalkar gibi kalkar.] Bir şeye dayanarak veyâ bir kimsenin tutması ile de, yerde oturamıyan hasta, sırt üstü yatarak kılar. Ayaklarını kıbleye uzatır. Başı altına yastık koyar. Yüzü kıbleye karşı olur. Veyâ kıbleye karşı sağ veyâ sol yanı üzerine yatar. Rükü’ ve secdeleri, başı ile îmâ eder. Böyle de îmâ edemiyen aklı başında bir hasta, bir günden çok nemâzını kılamazsa, hiçbirini kazâ etmez. Semâvî bir sebeb ile, ya’nî elinde olmıyarak, meselâ hastalık ile veyâ baygın yâhud secde, rek’at sayılarını unutacak kadar dalgın olarak, beşden fazla nemâzını kılamıyan da böyledir. Alkollü içkiler ve uyuşdurucu maddeler veyâ ilâc alarak böyle baygın, dalgın olanın, kılamadığı nemâzlarının adedi birkaç günlük olsa da, hepsini kazâ etmesi lâzımdır.
Îmâ ile dahî kılması mümkin iken, kılmadan ölüm hâline gelen kimsenin, nemâzlarının keffâreti yapılması için vasıyyet etmesi lâzımdır. Nemâz keffâreti, her nemâz için, bir müslimân fakîre yarım sâ’ [binyediyüzelli gram] buğday vermekdir. Bunu, vasıyyet etdiği kimse veyâ vârisi verir. Vasıyyet edenin bırakdığı malın üçde birinden verilmesi lâzımdır. Ölürken vasıyyet etmedi ise, kimsenin vermesi lâzım olmaz.
Kılınmamış nemâzları beşden çok ise de, acele kazâ etmek lâzımdır. Secde-i tilâvet ve oruc kazâsı, acele değildir. Gecikirse günâh olmaz.
Dâr-ül-harbde îmâna gelen, farz olduğunu işitinceye kadar, kılmadığı nemâzları kazâ etmez. Mürted, îmâna gelince, mürted olmadan önce kıldığı ve mürted iken kılmadığı nemâzları ve orucları kazâ etmez. Fekat, tekrâr hacca gitmesi lâzım olur. Mürted olmadan önce yapmadığı farzları kazâ eder. Çünki, müslimânın farzları yapmaması büyük günâhdır. Mürted olunca, günâhları afv olmaz.
Sağlam iken kılmadığı nemâzları, hasta iken teyemmüm ve îmâ ile kazâ etmek câizdir. İyi olursa, tekrâr kılmak lâzım olmaz. Kazâ kıldığını başkasına bildirmemelidir. Çünki, nemâzı kaçırmak günâhdır. Günâhı gizlemek lâzımdır.
Farz ve vâcib olan bir nemâzı bile bile kazâya bırakabilmek için, iki özr vardır: Biri, düşman karşısında olmakdır. İkincisi, seferde olan [ya’nî üç günlük yol gitmeğe niyyeti olmasa bile, yolda bulunan] kimsenin hırsızdan, yırtıcı hayvandan, selden, fırtınadan korkmasıdır. Bunlar, oturarak ve herhangi bir tarafa dönerek veyâ hayvan üzerinde îmâ ile de kılamadığı zemân, kazâya bırakabilir. Bu iki sebeb ile ve uyku ve unutmak sebebi ile kaçırmak günâh olmaz. Kış aylarında, yatsıyı vaktinin üçde birine kadar gecikdirmek müstehabdır dedikden sonra buyuruyorlar ki, (Vakt girdikden sonra uyuyup nemâzı kaçırmak, harâm olmaz ise de tahrîmen mekrûhdur. Birisine tenbîh ederek veyâ sâat çalarak uyanmağı temîn edince ve vakt girmeden evvel uyumak mekrûh olmaz.) Kara Çelebi-zâdenin (Eşbâh) şerhinde, (Boğulmak üzere olanı ve benzerlerini kurtarmak için nemâzı vaktinden sonra kılmak sahîhdir) diyor. Fekat, [Özr bitince], hemen kazâ kılması farz olur. Harâm olan üç vaktden başka, boş vaktlerinde kılmak şartı ile, fevt olan nemâzını, çoluk çocuğunun rızkını kazanacak kadar gecikdirmek câiz olur. Dahâ fazla gecikdirirse, günâha girmeğe başlar. Nitekim, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, Hendek muhârebesinin şiddetinden kılamadıkları dört nemâzı, hemen o gece, Eshâb-ı kirâm “radıyallahü anhüm” yaralı ve çok yorgun oldukları hâlde, cemâ’at ile kıldı.
Hanefî mezhebinin âlimleri, söz birliği ile buyuruyorlar ki, (Sünnet nemâzların, yalnız vaktinde kılınmaları emr olundu. Vaktinde kılınmayan sünnet nemâzlar, insanın üzerinde borç kalmaz. Bunun için, vaktinden sonra kazâ edilmeleri emr olunmadı. Sabâh nemâzının sünneti vâcibe yakın olduğundan, o gün öğleden önce farzı ile kazâ edilir. Sabâh nemâzının sünneti öğleden sonra, başka sünnetler ise, hiçbir zemân kazâ edilmez. Kazâ olursa, sünnet sevâbı hâsıl olmaz. Nâfile kılınmış olur.)
(Dürr-ül-muhtâr)da ve (İbni Âbidîn)de ve (Merâkıl-felâh)ın Tahtâvî hâşiyesinde ve (Dürr-ül müntekâ)da ve (Cevhere)de diyor ki, (bir müslimânın herhangi bir nemâzı vaktinde kılmaması, iki dürlü olur:
1 — Özr ile kaçırmasıdır. Nemâzı özr ile kaçırmağa, (Fevt) etmek denir. Harâm, mekrûh, bid’at işlememek ve farzı, vâcibi kaçırmamak, hattâ gecikdirmemek için, sünnet terk edilir. Sünnetleri, bu sebeblerle terk etmek câiz, hattâ lâzımdır. Terk etmemek günâh olur. Farz nemâzları özr ile kaçırmak da, günâh olmaz ise de, hemen kazâ edilmeleri lâzım olur.
2 — Nemâzı vazîfe bildiği, ehemmiyyet verdiği hâlde tenbellikle terk etmesidir). Sünnetleri özrsüz ve ısrârla hep terk etmek günâh olmaz ise de, kıyâmetde sorguya çekilip, azarlanır. Kemâleddîn ibni Hümâm, (Farzı, vâcibi kılmamak günâh olur. Sünnetleri kılmamak ise, sevâblarına ve yüksek derecelere kavuşmamağa sebeb olur, dedi). (Halebî-yi sagîr)de (Sabâh nemâzının sünnetini ve başka müekked sünnetleri terk etmek günâh olmaz. Yalnız sevâblarına ve yüksek derecelere kavuşamaz ve azarlanır) diyor. Farzları özrsüz terk etmek ise, çok büyük günâhdır. Bunun için, kitâblarda, kazâ nemâzlarını anlatmağa başlarken, (Müslimân, nemâzlarını ancak özr ile kaçırır. Bunun için, her kitâbda (Fâite), ya’nî kaçırılmış nemâzların kazâsı denilmekdedir) yazılıdır. Çünki, eski müslimânlar, nemâzlarını fevt edebilirdi. Hiç kimse özrsüz terk etmezdi. (Umdet-ül islâm)da ve (Câmi’-ül-fetâvâ)da diyor ki, (Düşman karşısında, bir farz nemâzı kılmak mümkin iken, terk etmek, yediyüz büyük günâh işlemiş gibi günâhdır). Fâite nemâz, kazâya kalmış nemâz demekdir. Terk edilmiş nemâz ise, kazâya bırakılmış nemâz demekdir. Kazâya kalmış nemâzı bildirmek için, fâite de, terk edilmiş nemâz da denilir. Bu maksad için, bu iki kelimeyi birbirinin yerine kullanmak, fâite nemâz ile terk edilmiş nemâzın hükmlerinin aynı olduğunu göstermez. Fâite nemâz, günâh olmıyan nemâzdır. Terk edilmiş nemâz ise, büyük günâh olan nemâzdır. Meselâ, gâzî, insandır. Kâtil de insandır. İkisinin de insan olması, kâtilin günâhını gidermez. Gâzînin sevâbını yok etmez.
Özrden dolayı gecikdirilmesine islâmiyyetin izn verdiği birkaç nemâzı fevt olmuş bir kimsenin, bu birkaç nemâzı, beş vakt nemâzın sünnetleri yerine kılmayıp, bu sünnetleri terk etmemesi câiz görülmekdedir. Fekat, din kitâbları yazıldığı zemânlarda, islâm memleketlerinde nemâz kılmıyan kimse yokdu. Özrsüz kazâya bırakan da yokdu. Özr ile fevt olan nemâzları da azdı. Şimdi ise, özrsüz terk etdikleri için, büyük günâha girmişlerdir. Bu vak’a ve hakîkat karşısında, nemâzlarını özrsüz terk edenler, nemâz borcu ile can vermemek, Cehennem azâbından kurtulmak için, hiç olmazsa, beş vakt nemâzdan dördünün sünnetlerini kılarken, kazâ kılmağa da niyyet etmelidir. Böylece, bir nemâz kılmakla, hem kazâ, hem de sünnet kılınmış olur. Sabâh nemâzının sünneti kuvvetli olduğundan, sabâh nemâzının sünnetini, yalnız sünnet niyyet ederek kılmalıdır.
Dört mezhebin fıkh bilgilerinde mütehassıs olan seyyid Abdülhakîm Efendi “rahmetullahi aleyh” buyurdu ki, (Tenbellikle nemâz kılmıyanlar, senelerce kazâ borcu olanlar, nemâza başladıkları zemân, sünnetleri kılarken, o vaktin ilk kazâya kalmış kazâ nemâzı için de niyyet ederek kılmalıdır. Bunların, sünnetleri kazâ nemâzı için de niyyet ederek kılması, dört mezhebde de lâzımdır. Hanefî mezhebinde, bir farz nemâzı özrsüz kazâya bırakmak ekber-i kebâirdir. Bu çok büyük günâh, her nemâz kılacak kadar boş zemân geçince, bir misli artmakdadır. Çünki, nemâzı hemen kazâ etmek de farzdır. Hesâba, sayıya sığmıyan bu müdhiş günâhdan ve azâbından kurtulmak için, sabâh nemâzından başka dört vakt nemâzın sünnetlerini ve Cum’a nemâzlarının ilk, son ve vakt sünnetlerini kılarken, kılınmamış farz nemâzını da ve yatsının son sünnetini kılarken, üç rek’at vitr nemâzını da kazâ etmeğe niyyet ederek kılmalıdır. Böyle olduğunu isbât eden delîller, Hanefî âlimlerinin kitâblarında pek çokdur.
Farz nemâzı terk etmek büyük günâhdır. Hemen tevbe etmek lâzımdır. Tevbeyi [ya’nî kazâ kılmağı] gecikdirmek dahâ büyük günâhdır. Bu büyük günâh, kazâ kılacak kadar zemân, ya’nî 6 dakîka geçince, bir misli artar. Kazâ etmeği gecikdirince de, tevbe farz olur. Kazâya kalan bir nemâzın ilk kazâsı kılınınca, bu nemâzın kazâlarını gecikdirmek günâhlarının hepsi afv olur. Bunun için, kazâyı bir an evvel kılarak, kazâ borcunu bitirmek lâzımdır.
FARZLAR VE SÜNNETLER: [Başkasının malını gizli olarak almağa (Sirkat) çalmak denir. Zorlayarak, aldatarak, görerek almağa (Gasb) yağma denir. İkisi de harâmdır. Her iki malı sâhibinin kullanmasına mâni' oluyor ki, bunun günâhı, ödeyinceye kadar devâm ediyor. Bu günâha ayrıca hergün tevbe etmek lâzımdır. Farzı vaktinde yapmayıp, nâfile ibâdetleri yapanın, bu nâfileleri kabûl olmaz. Çünki, bu kimse, Allahü teâlânın emrini yapmayıp, kendi nefsinin arzûlarını yapmakdadır. Zekât vermeyince, fakîrin hakkı gasb edilmiş oluyor. Zekât vermiyen zengin, binlerce fakîrin hakkını gasb etmiş olduğu için ve Allahü teâlânın emrini yapmadığı için, bunun bütün hayrâtı, hasenâtı kabûl olmuyor. Borcunu ödemiyen de, böyle haklar altında kalmakdadır.
Nemâz kılmak, insanın Allahü teâlâya olan borcudur. Bir farzı vaktinde kılmamak, bu hakkı ve nemâzda müslimânlara yapılan düâ hakkını ödememek oluyor. Bunu kazâ edinciye kadar nâfile nemâzları, sünnetleri kabûl olmuyor. Nemâzı kazâya bırakmak büyük günâhdır. Bir nemâzın kazâsını kılmayan seksen hukbe yanacakdır. Her altı dakîka geçince, bu azâb bir misli artmakdadır. Bir sâatde on kerre, günde ikiyüzkırk kerre birer misli artmakdadır. Kazâ nemâzlarının cezâları, ilk günü seksen hukbe iken, sonraki günlerde, altı dakîkada bir misli artıyor. Her erkek oniki yaşından, her kadın dokuz yaşından i’tibâren, nemâz kılmağa başlayıncaya kadar geçen seneler adedince sene, sünnetler yerine kazâ kılmalıdır. Nemâzı kılmamak, büyük günâh olduğu gibi, kazâ kılmamak dahâ büyük günâh oluyor ve bu günâh her gün devâm ediyor. Nemâzı kazâya bırakanın tevbe etmesi lâzım olduğu gibi, kazâyı da kılmadığı için, her nemâz kılacak kadar zemânda, [ya’nî her 6 dakîkada] ayrıca tevbe etmesi lâzımdır. Kazâ kılmamağa tevbe etmek için, kazâyı da kılması lâzımdır. Bunun için, çok kazâsı olanın, her nemâzı kılarken, sünnetler yerine birinci kazâyı kılması lâzımdır. Çünki, kazâ nemâzını kılmadan, bunun sünnetleri kabûl olmamakdadır. Sünnet yerine kazâ kılarken, bu sünneti de kılmış olmakdadır.
Bir nemâzın bir kazâsını kılmıyan, nemâz kılacak kadar zemânlar geçince, [ya’nî her 6 dakîkada] günâhı evvelkinin artarak, milyonlarca kazâ borcu hâsıl oluyor. Böyle kimse, birinci kazâyı kılınca, bu günâhların hepsi afv oluyor. Kazâ nemâzı kılmanın ehemmiyyetini iyi anlamalıdır. Îmânsız ölene âhıretde hiç merhamet edilmiyecek, Cehennemde sonsuz yanacakdır. Büyük günâh işleyip de tevbesiz ölen müslimân şefâ’at ile veyâ islâmiyyeti yaydığı için afv edilecekdir. Çünki, hadîs-i şerîfde (Allahü teâlânın en çok sevdiği amel, hubb-i fillah ve buğd-ı fillahdır) buyuruldu. Ehl-i sünnet âlimlerini ve Evliyâyı seven mü’min, bu hadîs-i şerîfin müjdesine kavuşacakdır. (Unutulmuş sünnetimi meydâna çıkarana yüz şehîd sevâbı vardır) hadîsindeki müjdeye kavuşmak için de, Ehl-i sünnet kitâblarını satarak, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği islâmiyyeti yaymağa çalışmak lâzımdır. İstanbuldaki (Hakîkat Kitâbevi)nin neşr etdiği kitâbların hepsini Ehl-i sünnet âlimleri yazmışdır.]
Sünnetleri kazâ niyyetiyle de kılmak için, öğle nemâzının ilk dört rek’at sünnetini kılarken, ilk kazâya kalmış öğlenin farzını niyyet ederek, kazâ da kılmalıdır. Öğlenin son sünnetini kılarken, ilk kazâya kalmış sabâh nemâzının farzını da niyyet ederek, kazâ kılmalıdır. İkindinin sünnetini kılarken, ikindi nemâzının farzını niyyet ederek, kazâ da kılmalıdır. Akşamın sünnetini kılarken, üç rek’at akşam nemâzının farzını niyyet ederek, kazâ da kılmalıdır. Yatsının ilk sünnetini kılarken, yatsı farzını ve son sünnetini kılarken de, ilk kazâya kalmış vitri niyyet ederek üç rek’at olarak, kazâ da etmelidir. Böylece her gün bir günlük kazâ ödenir. Terâvîh nemâzlarını kılarken de, kazâ kılmağa da niyyet ederek, kazâ da kılmalıdır. Kaç senelik kazâ nemâzı varsa, buna, o kadar sene devâm etmelidir. Kazâlar bitince, yalnız sünnetleri kılmağa başlamalıdır). [63. cü maddeye bakınız!]
[Terâvîh yerine, evinde kazâ nemâzı da kılmalıdır. Çünki, farzları özrsüz kılmıyanın, sünnetlerine sevâb verilemiyeceği, kitâblarda yazılıdır. Mahalle mescidinde veyâ evde, cemâ’at ile terâvîh kılındığı zemân, kazâ borcu olan veyâ imâmın nemâzının sahîh olduğuna güvenmiyen kimse, nemâza yeni başlıyan gençlere önayak olup, onları nemâza alışdırmak ve dedikodu, fitne çıkmasını önlemek için, cemâ’at ile terâvîh kılar. Fekat, bu imâma uymağa niyyet etmez. Niyyet etmiş görünür. Kendisi kazâ da kılar. İmâm efendi, iki rek’atda bir selâm veriyorsa, sabâh nemâzı farzlarını, dört rek’atda bir selâm veriyorsa, diğer farzları kazâ etmeğe de niyyet eder. Kazâ nemâzına da niyyet edince, imâmın hareketlerine uyamaz ise, yalnız terâvîh kılmağa niyyet ederek böyle imâma da uyar.]
Bildirilen iki özr ile ve unutarak veyâ uyku sebebi ile kılamayıp, fevt olan nemâzların sayısı pekaz olup, bir günde kazâ edilebilir. Sünnetleri kazâ niyyeti ile de kılmak lâzım olmaz. Özr ile kaçırılması günâh olmadığı için, kazâ edilmesini, sünnetleri kılacak kadar gecikdirmek de, günâhın başlamasına sebeb olmaz.
Özrsüz, tenbellikle farz nemâzı vaktinde kılmamak, büyük günâhdır. Bir büyük günâhı afv etdirmek için tevbe etmek lâzımdır. Tevbenin sahîh olması için dört şart vardır. Bunlar, pişmân olup, günâha devâm etmemek, bir dahâ yapmamağa karâr vermek, afv olması için düâ ve istigfâr etmek, Allah ve kul haklarını ödemekdir. Bu dört şartdan biri yapılmazsa, günâh afv olmaz. Böyle kimselerin, hergün dört vakt nemâzın sünnetlerini de kazâ niyyeti ile kılıp, Allahü teâlânın hakkını bir ân önce ödemeleri lâzımdır. Bunların üçüncü ve dördüncü rek’atlerinde zamm-ı sûre okumazlar.
(İmdâd)da ve (İbni Âbidîn), dörtyüzellinci sahîfesinde, (Vâcibi gecikdirmemek için sünnet terk edilir) buyuruyor. Üçyüzonaltıncı sahîfesinde de böyle buyurdukdan sonra, (Cemâ’at ile nemâz kılarken farz olan hareketlerde, imâma tâbi’ olmak, farzdır. Vâciblerde vâcibdir. Sünnetlerde tâbi’ olmak sünnetdir. Tâbi’ olmak, imâmla berâber veyâ sonra yapmak veyâ önce başlayınca, imâmı beklemek demekdir. Meselâ, rükü’a imâmla berâber eğilmek veyâ sonra eğilip, ona rükü’da yetişmek veyâ imâm rükü’dan kalkdıkdan sonra eğilmek veyâ imâmdan önce eğilip kalkdıkdan sonra tekrâr imâmla birlikde veyâ ondan sonra eğilmek, imâma tâbi’ olmak demekdir. Tekrâr eğilmezse, tâbi’ olmamış, farzı terk etmiş olur ve nemâzı bozulur. Farz ve vâciblerde, imâmla berâber hareket etmek, ayrıca vâcibdir. Bir kimse, rükü’ tesbîhini üç kerre okumadan, imâm rükü’dan kalkarsa, tesbîhi temâmlamayıp, imâmla berâber kalkması vâcibdir. Vâcibi gecikdirmemek için sünnet terk edilir) diyor. Vâcibi gecikdirmemek için tesbîhi temâmlamayıp bu sünneti terk etmek lâzım oluyor. Nemâz içindeki sünnetler, nemâz dışındaki her sünnetden dahâ kuvvetlidir. Meselâ, Kur’ân-ı kerîm okumak sünnetdir ve sevâbı çokdur. Fekat nemâz içinde okunan Kur’ân-ı kerîmin sevâbı dahâ çok olduğu hadîs-i şerîfde bildirilmişdir. Bu hadîs-i şerîf, senedleri ile birlikde, (Hazînet-ül-esrâr)ın yirmiikinci sahîfesinde yazılıdır. O hâlde, özrsüz terk edilen nemâzların kazâlarını kılarak, büyük günâhdan kurtulmak için, sünnetlerin terk edilmesi lâzım geldiği, buradan da anlaşılmakdadır. Böyle olmakla berâber, sünnetleri kazâ niyyetiyle de kılan kimse, sünnetleri terk etmiş olmaz.
Yetmişinci maddede, cemâ’at ile nemâzı anlatırken bildirdiğimiz gibi, imâm sabâh nemâzını kıldırmağa başlarken gelen kimse, câmi’in dışında veyâ içerde, direk arkasında sünneti kılar. Sonra imâma uyar. Böyle, cemâ’atden ayrı bir yer bulamazsa, sünneti cemâ’atin arkasında kılmaz. Hemen imâma uyar. Çünki, cemâ’at ile nemâz kılınırken, yalnız olarak nemâza başlamak mekrûhdur. Mekrûh işlememek için, sabâh sünneti terk edilir. (Dürr-ül-muhtâr)ın bu yazısına göre de, sünnetler yerine kazâ kılmak lâzımdır. Mekrûhdan kurtulmak için, en kuvvetli sabâh sünneti bile terk edilince, harâmdan kurtulmak için, sünnet elbette terk edilir. Çünki, sünnet yerine kılınan kazâ nemâzı, insanı büyük günâhdan kurtarmakdadır.
Ba’zı kimseler ve hele, kendilerini din adamı tanıtdıran ba’zı din câhilleri, din büyüklerinin sözlerini değişdirmeğe kalkışıyor. Fekat, bir şey bilmedikleri için, i’tirâz olarak, hiçbir kitâba dayanmadan, akllarına geleni söylüyorlar. Kendilerini beğendikleri için, ulu orta fikrler yürütüyorlar. Meselâ, (Efendim, sünnet yerine farz kazâ edilmez. Ben, bunu kabûl edemem. Sâatlerce kahvede oturup, boş vakt geçireceğine, kazâlarını kılsın. Sünnetleri bırakmasın!) diyenler oluyor. Evet (kahvede sâatlerce oturmasın da, kazâlarını kılsın) sözü doğrudur. Fekat, (kazâlar için sünnetleri bırakmasın!) sözü doğru değildir. Kazâları kılmamak ve boş vakt geçirmek, büyük günâhdır. Amma, bu günâhları işleyenin, sünnetler yerine kazâ kılmamasını istemek, bu adamı üçüncü bir günâha sokmağı istemek olur. Meselâ kazâsı olup da kılmayan ve boş vakt geçiren bir kimsenin bu günâhlara girdiği için, ayrıca kumar oynamasını veyâ içki içmesini de istemek gibi olur. Büyüklerimizin (iyi bir işin hepsi yapılamazsa, hepsi de terk edilmemelidir) sözü meşhûrdur. O hâlde, nemâzlarını özrsüz olarak kılmamış olan kimse, büyük günâhdan kurtulmak için, sünnetler yerine kazâ kılmak fırsatını kaçırmamalıdır. Nitekim nemâz kılmayan, orucu da bırakmamalıdır.
(Tahtâvî) “rahmetullahi teâlâ aleyh”, aynı sahîfede diyor ki, (Sabâh nemâzının sünneti çok fazîletlidir. Bunu kılmak, hadîs-i şerîflerde çok medh edildi. Sevâbı çokdur. Fekat, sabâh sünnetini bile kılmıyan için, hiç cezâ bildirilmedi. Hâlbuki, sabâh farzını cemâ’at ile kılmayıp, yalnız kılanın Cehenneme gideceği bildirildi. Demek ki, cemâ’atin kıymeti, sabâh sünnetinden bile katkat üstündür.)
İbni Âbidîn diyor ki: (Bir kimse, imâma, sabâh nemâzının ikinci rek’atinde yetişirse, sünneti terk edip, imâma uyar. Çünki sünnet, cemâ’atden hâsıl olan yirmiyedi farz sevâbından birisine bile yetişemez). En kuvvetli olan sabâh sünneti, farzı cemâ’at ile kılabilmek için terk edilince, farz için elbette terk edilir. Farz borcu ile ölmemek için, sünnetleri kazâ niyyetiyle de kılmak lâzım olduğu buradan da anlaşılmakdadır.
Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, 1313 [m. 1896] yılında Hindistânda basılan (Fütûh-ul gayb) kitâbının kırksekizinci makâlesinde diyor ki: Mü’minin, en önce farzları yapması lâzımdır. Farzlar bitdikden sonra, sünnetleri yapar. Ondan sonra, diğer nâfilelerle meşgûl olur. Farz borcu varken, sünnet ile meşgûl olmak, ahmaklıkdır. Farz borcu olanın sünnetleri kabûl olmaz. Alî ibni Ebî Tâlib “radıyallahü anh” bildiriyor: Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Üzerinde farz nemâzı borcu olan kimse, kazâsını kılmadan nâfile kılarsa, boş yere zahmet çekmiş olur. Bu kimse, kazâsını ödemedikçe, Allahü teâlâ, onun nâfile nemâzlarını kabûl etmez). Abdülkâdir-i Geylânînin yazdığı bu hadîs-i şerîfi şerh eden Hanefî mezhebi âlimlerinden Abdülhak-ı Dehlevî buyuruyor ki, (Bu haber, farz borcu olanların, sünnetlerinin ve nâfilelerinin kabûl olmıyacağını göstermekdedir. Sünnetlerin, farzları temâmlıyacağını biliyoruz. Bunun ma’nâsı, farzlar yapılırken, bunların kemâllerine sebeb olan birşey kaçırılırsa, sünnetler, kılınan farzın kemâl bulmasına sebeb olur. Farz borcu olanın kabûl edilmiyen sünnetleri bir işe yaramaz). (Fütûh-ul-gayb)ın bu şerhi fârisî olup, İstanbulda, Bâyezîd Devlet kütübhânesinde, 3866 numarada mevcûddur. İbni Âbidîn de, nâfile bahsinde buyuruyor ki, (Hadîs-i şerîfde, (Temâm yapılmamış olan nemâz, zekât ve başka farzlar, nâfileler ile temâmlanacakdır) buyuruldu. İmâm-ı Beyhekî, bu hadîs-i şerîf, yapılmış olan farzların içindeki sünnetler noksan kalırsa, nâfilelerle bu noksanların temâmlanacağını göstermekdedir. Yoksa, yapılmamış farzların yerine nâfilelerin geçeceğini bildirmiyor dedi. Çünki, başka bir hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, nemâzını temâmlamadı ise, o nemâzın üzerine, temâmlanıncaya kadar, nâfile nemâzları eklenir) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, nâfilelerin, terk edilmiş farzı değil, noksan olarak kılınmış farzı temâmlıyacağını göstermekdedir dedi. (İmdâd)ın (Tahtâvî) hâşiyesi ikiyüzkırkyedinci sahîfesinde de, bu hadîs-i şerîf zikr edilerek, sünnetlerin, kılınmış olan farzdaki kusûrları temâmlıyacağı bildirilmekdedir. İmâm-ı Gazâlî ve İbni Arabî gibi Hanefî mezhebinde olmıyan âlimler ise, nâfilelerin özr ile kaçırılan farzların yerine konacağını bildirmekdedir).
(Uyûnül-besâir)de diyor ki, İmâm-ı Beyhekî, sünnetler, kılınmış olan farzların içindeki sünnetlerin noksanlıklarını temâmlar buyurdu. Çünki sünnetlerden hiçbirisi, hiçbir zemân bir vâcib gibi olamaz. Hadîs-i kudsîde, (Bir kimse, kendisine farz yapdığım ibâdeti yapmakla bana yaklaşdığı gibi, hiçbirşeyle yaklaşamaz) buyuruldu. Üçüncü kısmda sonsöz sonuna bakınız!
Görülüyor ki, islâm âlimlerinin bir kısmına göre nâfileler, kılınmış olan farzların noksanlıklarını temâmlıyacakdır. Bir kısmı ise, özrle kaçırılmış olan farzların yerlerine de konacakdır buyuruyorlar. Fekat bu âlimler de, nemâzlarını tenbellikle kılmayıp, büyük günâh işlemiş olanların, bu hadîs-i şerîflerden istifâde edeceklerini bildirmemişlerdir. Çünki, nemâz kılmayanın nâfileleri kabûl olmaz ki, farzları temâmlamağa yarayabilsinler. Âlimlerin, bildirdiğimiz bu iki ayrı ictihâdını bırakıp da, bir üçüncüsünü söylemek, biz mukallidler için câiz değildir. Çünki, İbni Melek “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Menâr) şerhinde, (Müctehidlerin bir din bilgisi üzerindeki sözleri birbirine uymadığı zemân, sonra gelen âlimlerin, bu bilgiyi, müctehidlerin bildirmiş olduklarından başka dürlü anlatmalarının bâtıl olduğu, sözbirliği ile bildirilmişdir) diyor. Bu icmâ’a göre, nâfilelerin, tenbellikle kılınmamış farzların yerine konacağını söylemek boş lâf olur. Müctehidlerin sözlerini anlıyamıyan, yâhud anlasa da kıymet vermiyen (Mezhebsiz) kimse, aklına gelen herşeyi söyliyebilir.
(Merâkıl-felâh) ve (İmdâd-ül-fettâh)da, farz nemâzlardan sonra okunacak şeyleri anlatırken buyuruyor ki, (İmâm, farzdan sonra nâfile nemâz yoksa, farzı kılınca veyâ farzdan sonraki tetavvu’u kılınca, cemâ’ate karşı döner). (Dürr-ül-muhtâr)da (İmâmın nâfileyi, farz kıldığı yerde kılması mekrûhdur. Biraz solda kılmalıdır) diyor. Bu sözler ve (Hazînet-ül-esrâr) kitâbındaki açıklama, beş vakt nemâzda sünnet olarak kılınan nemâzların, nâfile olduklarını açıkca göstermekdedir.
Yine bu kitâbda ve (Tahtâvî) şerhinde diyor ki, (Bütün sünnetlere nâfile denir. Nâfile, farz ve vâcib olmıyan ibâdetler demekdir. Nâfile, yâ sünnet olur veyâ insanın kendiliğinden yapdığı ibâdet olur. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Kıyâmetde, önce nemâzdan sorulacakdır. Nemâz doğru kılındı ise, kurtulacakdır. Nemâzı bozuk ise, işi kötü olacakdır. Farz nemâzında birşey noksan olursa, nâfileleri ile temâmlanacakdır). İnsanın derecesi ne kadar yüksek olursa olsun, kusûrsuz iş yapamaz. İşte nâfileler, kılınmış olan farzlarda olan kusûrları temâmlar).
Şernblâlî, (Dürer) hâşiyesinde diyor ki, (Nâfile nemâz deyince, sünnetler de anlaşılır. Kâdî imâm-ı Ebû Zeyd dedi ki, nâfile kılmak, farzdaki kusûrları temâmlamak için emr olundu. Bir kimse, farzı kusûrsuz kılabilirse, sünnetleri kılmadığı için buna birşey denemez). İbni Âbidîn, vitr nemâzını ve hayvan üstünde nâfile kılmağı anlatırken diyor ki, müekked ve gayr-ı müekked sünnetlerin hepsine nâfile denir.
(Cevhere)de (Hidâye)den alarak diyor ki, (Beş vakt nemâzın sünnetlerini özrsüz oturarak kılmak câizdir. Çünki bu sünnetler, nâfile nemâzdırlar). İbni Melek (Mecma’ul-bahreyn) şerhinde diyor ki, (Câmi’e gelen kimse, sabâh nemâzından başka nemâzların cemâ’at ile kılındığını görse, ilk sünnetini kılmayıp hemen cemâ’ate uyar. Çünki, farz için ikâmet okundukdan sonra, nâfile nemâz kılmak mekrûhdur. Sünnet kılarken, ikâmet okunursa, iki veyâ dört rek’ate temâmlayıp selâm verir ve imâma uyar. Sabâh veyâ akşam farzını kılarken okunursa, farzı kesip imâma uyar. Çünki, dahâ iyi şeklde kılmak için farz bozulur. Dahâ iyisini yapmak için câmi’i yıkmağa benzer. Cemâ’ate yetişmek için, sünneti bozmak ise böyle değildir).
(El-hikem-ül Atâiyye)de diyor ki, (İki işden, nefsine ağır geleni yap! Çünki, hak olan iş, nefse ağır gelir. Vâcibleri yapmakda gevşek davranıp, nâfile hayrâtı yapmağa çalışmak, nefsin hevâsına uymak alâmetlerindendir). Bu söz, İbni Teymiyyenin (Kazâ kılmak lâzım değildir) sözüne cevâbdır.
Kırkaltıncı maddede bildirildiği gibi, imâm-ı Rabbânî “rahmetullahi teâlâ aleyh” yirmidokuzuncu mektûbda buyuruyor ki, (Farz ibâdetin yanında nâfile ibâdetlerin hiç kıymeti yokdur. Deniz yanında, damla kadar bile değildirler. Mel’ûn şeytân, mü’minleri aldatarak, farzları küçük gösteriyor. [Kazâları kıldırtmıyor.] Nâfilelere yol gösteriyor. Zekât verdirmeyip, nâfile sadakaları güzel gösteriyor. Hâlbuki, zekât niyyeti ile fakîre bir altın vermek, yüzbin altın sadaka vermekden dahâ sevâbdır. Çünki zekât vermek, farzı yapmakdır. Zekât niyyeti olmadan verilenler ise, nâfile ibâdetdir). İkiyüz altmışıncı mektûbda buyuruyor ki, (Nâfile ibâdetlerin farzlar yanındaki kıymeti, okyanus yanında bir damla su gibi bile değildir. Hattâ, nâfile ibâdetlerin sünnetler yanında değerleri de, yine böyledir. Böyle olmakla berâber, sünnetlerin farzlar yanındaki kıymeti de, deniz yanında bir damla su gibi bile değildir). İslâm âlimlerinin bütün bu yazılarından anlaşılıyor ki, nemâzlarını özrsüz kılmamış olanlar, bir an evvel kazâ edip Cehennem azâbından kurtulma çârelerini aramalıdır. Hepsini kazâ etmeğe niyyet etdim diyerek, arada sırada kazâ etmek insanı Cehennemden kurtarmaz. İslâm âlimleri, islâmiyyeti bildirdiler. Kâfirlerin ve bid’at sâhiblerinin bölücü, bozuk sözlerine değil, Ehl-i sünnet âlimlerine uymak lâzımdır.
Abdülkâdir-i Geylânî “kaddesallahü sirrehül’azîz”, aynı makâlede buyuruyor ki, (Kazâ borcu olanın sünnet kılması, alacaklıya, borçlunun hediyye götürmesine benzer ki, elbette kabûl olmaz. Kazâ borcu varken sünnet kılan kimse, sultân da’vet etdiği hâlde, gitmeyip, onun hizmetçisi ile vakt geçiren kimse gibidir. Mü’min, bir tüccâra benzer. Farzlar, onun sermâyesi, nâfileler de kazancıdır. Sermâye kurtarılmadıkça, kazanç olamaz).
Gerek hadîs-i şerîfe, gerekse âlimlerin yazılarına dikkat edilirse, farz borcu olanın sünnetleri, nâfileleri kabûl olmaz buyurulmakdadır. Kabûl olmaz demek, sahîh olmaz demek değildir. Sahîh olur, fekat sevâbı, fâidesi olmaz demekdir. (Redd-ül-muhtâr), kurban bahsinde bunu güzel açıklamakdadır. (Bid’at işliyenin orucu, haccı, cihâdı kabûl olmaz) hadîs-i şerîfi, (Hadîka) ve (Berîka) kitâblarında açıklanırken, (Bunların ibâdetleri sahîh olur. Fekat sevâb verilmez) diyor. [Altmışüçüncü maddenin son sahîfesindeki hadîs-i şerîfe bakınız!].
Ba’zı kimseler diyor ki, (Sünnetleri kazâ niyyeti ile kılmak, Şâfi’î mezhebinde olur. Biz, Şâfi’î değiliz. Hanefîyiz). Bunlara, bu (Se’âdet-i ebediyye) kitâbını hâzırlıyanın da Hanefî mezhebinde olduğunu hâtırlatmak yerinde olacakdır. Farzı özrle fevt eden, kaçıran Şâfi’îler, bunu sünnet ile berâber kazâ eder. Hanefîler ise, yalnız fevt olan farzı kazâ eder. Terk edilen, tenbellikle kılınmıyan nemâz böyle değildir. Nemâzı terk eden Şâfi’înin ve Hanefînin, bunu hemen kazâ etmesi lâzımdır. Hemen kazâ etmezlerse, Şâfi’î mezhebinde, had cezâsı olarak katl olunur. Hanefîde ise, habs olunur. Kazâ kılıncıya kadar veyâ ölünciye kadar zındanda bırakılır. Şâfi’î âlimlerinden İbni Hacer-i Mekkî hazretleri, (Fetâvâ-i fıkhiyye)nin yüzseksendokuzuncu sahîfesinde buyuruyor ki, (Farz nemâzı özr ile kılmıyan kimse, bunu nâfileleri, ya’nî sünnetleri ile birlikde kazâ eder. Çünki, Şâfi’î mezhebinde beş vakt farzlarla birlikde kılınan nâfileleri, ya’nî sünnetleri kazâ etmek sünnetdir. Farzı özrsüz kılmamış ise, bunu kazâ etmeden önce hiçbir nâfile kılamaz. Çünki, farzı hemen kazâ etmesi lâzımdır. Sünnetleri kılmak için geçireceği zemân kadar, farzın kazâsını gecikdirmiş olur. Hemen kazâ etmeli demek, her zemânı kazâya sarf etmeli demekdir. Ya’nî, ancak kendinin ve bakması vâcib olanların nafakasını kazanacak kadar zemânı ayırıp, başka hiçbir sebeble kazâyı gecikdirmesi câiz değildir. Gecikdirmesi günâh olur). Görülüyor ki, özrsüz terk edilen nemâzları, Şâfi’îde de, Hanefîde olduğu gibi acele kazâ etmek lâzımdır. İki mezheb arasında fark yokdur. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilen şeylerde mezhebler birbirlerinden ayrılmaz. Açık bildirilmeyip, ictihâd ile meydâna çıkarılan şeylerde ayrılabilir. Farz borcu olanların nâfilelerinin kabûl olmıyacağı, hazret-i Alînin haber verdiği hadîs-i şerîfde açıkca bildirilmişdir. (Nâfile) kelimesi, farz kelimesi yanında söylenince müekked sünnetler de dâhildir. Abdülkâdir-i Geylânî hazretlerinin sözü, bunu gösterdiği gibi, Hanefî âlimlerinin kitâblarında, meselâ (Halebî-yi kebîr)de açıkca yazılıdır.
Ba’zı kimseler de, (Sünnetler yerine kazâ kılınmaz. Çünki, kazâ her vakt kılınabilir. Fekat, sünnet telâfî edilemez. Sünnet yerine kazâ kılınır demek, sünnetin ehemmiyyetini anlıyamıyanların sözüdür) diyor. Kazâ her zemân kılınabilir diyerek, terk edilen nemâzların kazâlarını gecikdirmek yanlışdır. Çünki, kazâ kılmağı gecikdirmek de, büyük günâhdır. Terk edilmiş sünnetlerin telâfîsi emr olunmadı ki, telâfîsinin mümkin olup olmadığı söz konusu olabilsin! İbni Âbidîn dörtyüzotuzüçüncü sahîfede buyuruyor ki, (Vâcib, islâmiyyetin bildirdiği özrlerle terk edilir. O hâlde, sünnet, islâmiyyetin bildirdiği özrlerle elbette terk edilir).
(Merâkıl-felâh) kitâbında ve bunu açıklıyan (Tahtâvî) “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Sabâh nemâzının farzından sonra, güneş doğuncaya kadar nâfile nemâz kılmak, tahrîmen mekrûhdur. Sabâh nemâzının sünnetini önceden kılmamış ise, bunu kılmak da, bu yasağın içindedir. Çünki bu vakt, yalnız farz kılmak için ayrılmışdır. Ya’nî, farzdan sonra güneş doğuncaya kadar, nemâz kılmayan, hep farz kılmış sayılmakdadır. Bu ise, sabâh sünneti bile olsa, nâfile kılmakdan dahâ efdaldir. Fekat, bu zemân içinde kazâ kılmak mekrûh olmaz. Çünki, hükmen farz kılmış sayılmak, sünnetden efdaldir. Kazâ kılmak ise, hakîkî farz kılmak olup, bundan dahâ çok efdaldir). Sünnetlerin, nâfile nemâz demek olduğu buradan da anlaşılmakdadır. Sünnetlerin nâfile nemâz oldukları, bunun için, özrsüz olarak hayvan üzerinde kılınabilecekleri (Cevhere)de de açıkca yazılıdır.
Aynı sahîfede, (Nemâz vakti daraldığı zemân, nâfile kılmak tahrîmen mekrûhdur. Çünki, farzın vaktini kaçırmağa sebeb olur. Lâzım olmıyan nemâzı kılarak, lâzım olan nemâzı kaçırmış olur ki, aklı olanın yapacağı iş değildir. Güneş doğarken ve tepede iken ve batarken de, nâfile kılmak böyledir. Bu nâfileler, beş vakt nemâzın sünnetleri ise de, yine böyledir) diyorlar. (Hadîka)da yüzkırkdokuzuncu sahîfede diyor ki, (Nemâz vakti daraldığı zemân, farzdan evvelki sünneti kılmak, farzın kazâya kalmasına sebeb olursa, bu sünneti kılmak harâm olur). Dil âfetlerini anlatırken buyuruyor ki, (Farz olmıyan birşeyi yapmak için farzı terk etmek câiz değildir).
Birçok Hanefî kitâblarında, meselâ (Dürr-ül-muhtâr), (İbni Âbidîn), (Mültekâ) şerhi olan (Dürr-ül-müntekâ) ve (Ni’met-i İslâm) kitâblarında diyor ki, (Bir hâkim, vazîfesini yapmak için ve bir talebe din dersini kaçırmamak için, sabâh nemâzından başka nemâzların sünnetlerini terk edebilir). Hâkimin vazîfesi, farz-ı ayn olmadığı hâlde, sünnetleri terk etmek için özr sayılınca, birikmiş kazâları ödemek, farz-ı ayn iken ve cezâsı pek şiddetli iken, bunları ödemek özr olmaz mı?
Sünnetleri ve ba’zı nâfileleri kılanlar için, çok sevâb vardır. Fekat bu sevâblar, kazâsı olmıyanlar içindir. Sevâbları çok diye, nâfilelere devâm edip, kazâları, vakt buldukça kılmak, doğru değildir. (Rûh-ul-beyân) tefsîrinde, En’âm sûresinin, yüzaltmışbeşinci âyetinde diyor ki, (Allahü teâlâ kullarını iyi iş yapmağa teşvîk için, çok sevâb va’d etdi. Çok sevâb verileceğinin bildirilmiş olması, bunların emr olunan, fekat sevâblarının çok olduğu bildirilmiyen ibâdetlerden dahâ efdal olduklarını göstermez. Âlimler sözbirliği ile bildirdiler ki, farzlar, vâciblerden ve sünnetlerden dahâ efdaldir ve sevâbları dahâ çokdur. Nâfile ibâdetler, yapılmamış farzların yerine geçemez. Nâfile yapmakla farz borcu ödenilemez. Câhiller farzı bırakıp nâfile ibâdet yapıyorlar. Nâfilelerin sevâbları çok diyerek, böylece farz borcundan kurtulacaklarını sanıyorlar. Böyle söylemeleri islâmiyyete uygun değildir). Zerkânî, (Mevâhib) şerhinde diyor ki, (Sünnet yerine farz yapan kazanır. Farz yerine sünnet yapan aldanır). (Nûr-ül-îzâh)ın, (Tahtâvî) hâşiyesinin ikiyüzonikinci sahîfesinde diyor ki, (Kâdîhân) buyurdu ki, farzdan önce sünnet kılmak, şeytânın ümmîdini kırmak, onu üzmek için emr olundu. Şeytân, Allahü teâlânın emr etmediği sünnetlerde bile, insanı aldatamıyorum, emr etdiği farzlarda hiç aldatamam diye üzülür. Böyle olduğu, (Dürr-ül-muhtâr)da ve (Redd-ül-muhtâr)da da yazılıdır.
İstanbulda, Süleymâniyye umûmî kütübhânesinde, Es’ad efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” kısmında [1037] numaralı ve Yahyâ Tevfîk efendi kısmında [1463] numaralı (Nevâdir-i fıkhiyye fî mezheb-il-eimmet-il hanefiyye) ismindeki kitâbı yazan, Kudüs kâdîsı Muhammed Sâdık efendi, fâite nemâzların kazâ edilmesini anlatırken buyuruyor ki, (Büyük âlim İbni Nüceyme soruldu ki, bir kimsenin kazâya kalmış nemâzları olsa, sabâh, öğle, ikindi, akşam ve yatsının sünnetlerini, bu nemâzların kazâlarına niyyet ederek kılsa, bu kimse sünnetleri terk etmiş olur mu?)
Cevâbında, (Sünnetleri terk etmiş olmaz. Çünki, beş vakt nemâzın sünnetlerini kılmakdan maksad, o vakt içinde, farzdan başka bir nemâz dahâ kılmakdır. Şeytân, insana hiç nemâz kıldırmamak ister. Farzdan başka bir nemâz dahâ kılarak, şeytâna inâd edilmiş, rezîl edilmiş olur. (Nevâdir)de diyor ki, sünnet yerine kazâ kılmakla, sünnet de yerine getirilmiş olur. Kazâ borcu olanların, her nemâz vakti, o vaktin farzından başka nemâz kılarak, sünneti yerine getirmek için, kazâ kılması lâzımdır. Çünki çok kimse, kazâ kılmayıp, sünnetleri kılıyor. Bunlar Cehenneme gidecekdir. Hâlbuki, sünnetlerin yerine kazâ kılan, Cehennemden kurtulur) buyurdu.
İbni Nüceym “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Eşbâh)da buyuruyor ki, (Yasaklardan, zararlardan kaçmak, iyi, fâideli şeyleri yapmakdan dahâ önce gelir. Hadîs-i şerîfde, (Emrlerimi gücünüz yetdiği kadar yapınız. Yasak etdiklerimden sakınınız!) buyuruldu. Başka bir hadîs-i şerîfde, (Yasak edilmiş şeyin zerresini yapmamak, bütün insanların ve cinnin ibâdetlerinden dahâ çok sevâbdır) buyuruldu. Bunun için, meşakkat olunca vâcib terk edilir. Fekat yasakları, hele büyük günâhları yapmağa hiç izn yokdur). İbni Âbidîn istincâyı anlatırken diyor ki, (Avret yerini açmadan necâseti temizlemek mümkin olmazsa, nemâzı, öyle kılar. Çünki, temizlemek emrdir. Açmak yasakdır. Günâhdan kurtulmak önce gelir. Sünnet emrden de sonra gelir. Sünnet, sevâb kazanmak için yapılır. Mekrûh olan birşeyi işliyerek de sünnet yapılmaz. Fekat farz yapılır, borc ödenmiş olur. Meselâ başkasının suyu ile abdest almak, mekrûh ise de, farz olan tahâret hâsıl olur. Abdestsiz olan, başkasının suyu ile abdest alınca, sünnet sevâbı hâsıl olmaz). Buradan da anlaşılıyor ki, kazâ kılıp büyük günâhdan kurtulmak, sünnet kılmakdan önce gelmekdedir.
İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, yüzyirmiüçüncü mektûbunda diyor ki, (Hadîs-i şerîfde, (Bir insanın mâ-lâ-ya’nî ile vakt geçirmesi, Allahü teâlânın, onu sevmediğinin alâmetidir) buyuruldu. Mâ-lâ-ya’nî, fâidesiz iş demekdir. Bir farzı yapmayıp, bunun yerine, nâfile ibâdet [sünnet] yapmak, mâ-lâ-ya’nî ile vakt geçirmek olur). İkiyüzaltmışıncı mektûbda buyuruyor ki, (Nâfilelerin farz yanındaki kıymeti, bir damlanın, deniz yanındaki kıymeti kadar bile değildir. Sünnetin farz yanındaki kıymeti de böyledir). Birinci kısm, birinci maddeye bakınız!
(Dürr-ül-muhtâr)ın dörtyüzellisekizinci sahîfesinde, (Nâfile kılmak istiyen, önce nemâz kılmağı adamalı, sonra, nâfile yerine, bu adak nemâzı kılmalıdır. Nâfileleri adak yapmaksızın kılmalıdır diyenler de oldu. Sünnet nemâzları nezr etdikden sonra kılan, bu sünnetleri kılmış olur) diyor. İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” bu satırları açıklarken, (Nemâzları nezr etmeden kılmalı diyenler, şarta bağlıyarak adak yapmamalı demişlerdir. Çünki, şart edilen şey, ibâdete karşılık yapılmış olur. Hadîs-i şerîf, Allahü teâlâ hastamı iyi ederse, Allah için şu ibâdetimi yapayım gibi şarta bağlanan nezri yasaklıyor. İbâdetleri şarta bağlı olmıyarak nezr etmek böyle değildir. Nezr edilen nemâzı kılmak vâcib olduğu için, vâcib sevâbı hâsıl olur. Sünnet yerine, nezr olunan nemâz kılınınca, sünnet de kılınmış olur) diyor. Sünnetleri önceden nezr edip de, nezr olarak kılmak dahâ iyi olduğu (Halebî)de ve (Tahtâvî)nin (Merâkıl-felâh) hâşiyesinde, nâfile nemâzlar sonunda yazılıdır. Böylece, öğle sünnetini kılmadan önce (Dört rek’at nemâz kılmak nezrim olsun) dese, sonra adak nemâzı olarak niyyet edip, kılsa, hem vâcib sevâbı kazanır, hem de öğle nemâzının sünnetini kılmış olur. Kulun, kendine vâcib etdiği nemâzı kılması ile, sünnet terk edilmiş olmayınca, Allahü teâlânın farz etdiği kazâ nemâzı kılınınca, sünnet elbette terk edilmiş olmaz. Hem kazâ kılınmış olur, hem de sünnet kılınmış olur. Çünki, farz nemâzları tenbellikle terk etmek büyük günâhdır. Her günâha hemen tevbe etmek farzdır. Otuzbirinci maddenin sondan üçüncü sahîfesini okuyunuz!
Sünnet kılarken, kazâ nemâzı için niyyet edilmez diyenlere, sebebini sorunca, hiçbir kıymetli kitâb gösteremiyorlar. Yalnız, (İbni Âbidîn)de, (Halebî)de ve (Tahtâvî)nin (İmdâd) şerhinde, (Fevt olmuş nemâzların kazâlarını acele kılmak lâzımdır. Fevt olmuş nemâzların kazâlarını kılmak, nâfile kılmakdan dahâ iyi ve önemli ise de, beş vakt nemâzın sünnetlerini ve hadîs-i şerîfde övülmüş olan Duhâ, Tesbîh, Tehıyyet-ül-mescid ve ikindiden önce dört rek’at ve akşamdan sonra altı rek’at sünnet gibi belli nemâzları kılmak böyle değildir. Bunları nâfile niyyeti ile kılmalıdır) yazılıdır, diyorlar. Bu yazılar, beş vakt nemâzın farzlarını fevt eden, ya’nî elinde olmıyarak özr ile kaçırmış olanlar içindir. Böyle, kaçırılmış farzların kazâlarını sünnet yerine kılmamalı, ayrıca kılmalı denilmekdedir. Biz de böyle söylüyoruz. Özr ile kaçırılan birkaç vakt farzların kazâlarını, sünnetler yerine kılmağa lüzûm yokdur diyoruz. Çünki, nemâzları özr ile kazâya bırakmak suç, günâh olmadığı gibi, bunların kazâlarını, sünnetleri kılacak kadar gecikdirmek de suç olmaz diyoruz. Fekat, nemâzı özr ile kılamamak [fevt etmek] başkadır. Bile bile tenbellikle kılmamak [terk etmek] başkadır. Birincisi, hiç günâh değildir. İkincisi, büyük günâhdır. İkisini birbirine karışdırmak pek yanlışdır. Özr ile kaçırılan farzların, sünnetler yerine kılınmıyacağını kitâblarda görerek, tenbellikle terk edilmiş farzların da, sünnetler yerine kılınamıyacağını sanmak ve onu buna delîl, sened göstermeğe kalkışmak, bir ilm adamına yakışacak şey değildir. Hanefî kitâblarının bu yazısı, (Farzları tenbellikle kılmayıp, büyük günâha girmiş olanlar, sünnetleri kazâ niyyeti ile kılamaz) demiyor. Bundan başka, sünnetlerin nâfile nemâz olduklarını, nâfile niyyeti ile kılınacaklarını bildiriyor. (Cevhere)de diyor ki, Hanefî fıkh kitâbları (Fâite nemâzların kazâsı) diyor. (Terk edilmiş nemâzların kazâsı) demiyor. Çünki, müslimân nemâzını bilerek terk etmez. Gaflet, uyku ve unutmak gibi özrle fevt eder. Bu ikisini birbiri ile karışdırmamalıdır.
Farzların ehemmiyyeti Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmişdir. Meselâ, fârisî (Tergîb-üs-salât) kitâbının müellifi “rahmetullahi teâlâ aleyh” altıncı sahîfesinde diyor ki, (Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (İki farz nemâzı bir araya getirmek, büyük günâhlardandır). Ya’nî, bir nemâzı vaktinde kılmayıp, vaktinden sonra kılmak, ekber-i kebâirdir, en büyük günâhdır. Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir nemâzı, vakti çıkdıkdan sonra kılan kimseyi, Allahü teâlâ, seksen hukbe Cehennemde bırakacakdır). Bir nemâzı, vaktinden sonra kılmanın cezâsı bu olursa, hiç kılmıyanın cezâsını düşünmeli).
(Umdet-ül-islâm) kitâbı, Süleymâniyye kütübhânesi, Muhammed Es’ad efendi kısmında vardır. m. 1989'da Hakîkat Kitâbevi tarafından (Menâhic-ül ibâd) kitâbı ile birlikde basdırılmışdır. Bu kitâbda buyuruyor ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Nemâz dînin direğidir. Nemâz kılan, dînini doğrultmuş olur. Nemâz kılmıyan, dînini yıkmış olur). Bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki, (Kıyâmet günü, îmândan sonra, ilk süâl nemâzdan olacakdır). Allahü teâlâ buyuracak ki, (Ey kulum, nemâz hesâbının altından kalkarsan, kurtuluş senindir. Öteki hesâbları kolaylaşdırırım!). Bir hadîs-i şerîfde buyuruldu ki, (Bir nemâzı, bilerek, özrsüz kılmıyan kimse, seksen hukbe Cehennemde kalacakdır!). Bir hukbe seksen senedir ve bir âhıret günü, bin dünyâ senesi kadar uzundur. Bir farzı özrsüz kılmıyan, seksen kerre üçyüzaltmış bin sene Cehennemde yanacakdır. [(Medâric-ün-nübüvve) beşyüzonuncu ve (Ma’rifetnâme)nin yüzonsekizinci sahîfelerinde diyor ki, (Böyle meşhûr misâlleri söylemek, sayı bildirmek için değil, sayının çokluğunu ve ehemmiyyetini göstermek içindir).] O hâlde, nemâzı özrsüz, tenbellikle kılmıyanlara yazıklar olsun! Âlimlerimiz, söz birliği ile diyor ki, (Nemâz kılmıyanın şâhidliği kabûl olmaz. Çünki, nemâz kılmıyan fâsıkdır. Farz nemâzlar, mü’minin Allahü teâlâya karşı olan borcudur. Vaktinde kılmadıkca borcdan kurtulamaz). (Akîdetünnecâh) kitâbında diyor ki, (Bir kimse, tevbe-i nasûh yaparsa, günâhları afv olur. Nemâzlarını kazâ etmedikce, yalnız tevbe ile afv olmaz. Kazâ etdikden sonra tevbe ederse, afv olması ümmîd edilir).
İbni Nüceym Zeyn-ül-Âbidîn, (Kebâir ve segâir) kitâbında buyuruyor ki, (Farz nemâzları [yanlış takvîmlere uyarak] vakti girmeden önce kılmak ve vakti çıkdıkdan sonra kılmak büyük günâhdır. Büyük günâh, ancak tevbe etmekle afv olur. Küçük günâhları afv etdirecek şeyler çokdur. Tevbe ederken, kılmadığı nemâzları kazâ etmesi lâzımdır. Kabûl olan hac, büyük günâhları temizler diyen âlimler, nemâzları kazâ etmek lâzım olmaz dememişlerdir. Nemâzı vaktinden sonraya özrsüz gecikdirmek günâhı afv olur demişlerdir. Ayrıca kazâ etmek lâzımdır. Kazâ etmeğe gücü varken kazâ etmezse, ayrıca büyük bir günâh dahâ işlemiş olur). Hanefîde iftitâh tekbîrini vakt çıkmadan alan, şâfi’îde ve mâlikîde bir rek’ati vakt çıkmadan kılan, nemâzını vaktinde kılmış olur. Nemâzın hepsi vakt içinde temâm olmazsa, küçük günâh olur.
(Dürr-ül-müntekâ)da buyuruyor ki, (Nemâzı vazîfe tanımıyan, farz olduğuna inanmıyan kâfir olur. Mürted ve kâfir memleketinde îmâna gelenler, nemâzın farz olduğunu işitinceye kadar, kılmadıkları nemâzları kazâ etmez).
İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, nemâzın niyyetini anlatırken ve (Fetâvâ-i kübrâ) kitâbı, yirmialtıncı sahîfede buyuruyor ki, (Bir kimse, senelerce nemâz kılsa, fekat hangileri ilk ve son sünnet olduğunu bilmese, hepsini, farz niyyet ederek kılsa, hepsi kabûl olur. Çünki, sünnetlere, farz diye niyyet edilirse, sünnet kabûl olur). Her nemâz vaktinde ilk kıldığı, farz olur. Sonra kıldıkları sünnet olur. (Halebî-yi sagîr)de diyor ki, (Senelerce kılmış olduğu nemâzlarda [ya’nî oniki şartından herhangisinde] noksanı olduğunu anlıyan kimsenin, bu nemâzların hepsini kazâ etmesi iyi olur. Noksanı yok ise, bunları kazâ etmesi, mekrûh olur veyâ olmaz denildi. Mekrûh olmaz diyenler de, bu kazâları, sabâh ve ikindi nemâzlarından sonra kılmamalıdır. Çünki, [kazâsı yok ise], hep nâfile olurlar dedi).
(Eşbâh)da buyuruyor ki, (Beş vakt nemâzın ilk ve son sünnetlerini, ya’nî müekked sünnetleri kılarken, sünnet olduğuna niyyet etmek lüzûmunda sahîh olan, güvenilen fetvâ, şart olmadığını göstermekdedir. Revâtib sünnetler, nâfile niyyeti ile veyâ yalnız nemâza niyyet ederek sahîh olur. Ya’nî o vaktin sünneti olur. Ayrıca sünnet diye niyyet etmeğe lüzûm yokdur. İmâm-ı Zeyla’î de “rahmetullahi teâlâ aleyh”, böyle buyurmuşdur. Meselâ fecr doğmadan, teheccüd niyyeti ile, iki rek’at kılınca, fecrin başlamış olduğu, sonradan anlaşılsa, bu nemâz, sabâh sünneti yerine geçer. Ayrıca sabâh sünneti kılmak lâzım olmaz. Öğlenin farzında dördüncü rek’atde oturdukdan sonra unutarak beşinci rek’ate kalksa, altıncı rek’ati de kılıp selâm verir. İki rek’ati nâfile olur. Bu iki rek’atin son sünnet olmaması, sünnet olarak niyyet edilmediği için olmayıp, sünnete ayrı bir tekbîrle başlamadığı içindir. Terâvîhde de, terâvîh olduğuna niyyet etmek şart olmadığı haberi sağlamdır. Bunun gibi, kazâya kalmış öğle nemâzı olmıyan kimse, Cum’a nemâzından sonra kıldığı dört rek’ate (Vaktine yetişip kılmamış olduğum son öğleyi kılmağa) niyyet etse, sonra Cum’a nemâzının sahîh olduğu anlaşılsa, sağlam ve sahîh habere göre, bu dört rek’at, Cum’a sünneti olur). Ellidokuzuncu sahîfede diyor ki, (Nâfileleri ve Râtibe sünnetleri, yalnız nemâz kılmağa veyâ sünnetden başka bir nemâza niyyet ederek kılınca, sahîh olacaklarını dahâ önce bildirmişdik). Görülüyor ki, nemâz vakti içinde, o vaktin farzından başka kılınan her nemâz [meselâ kazâ nemâzı], o vaktin sünneti de olur.
İbni Âbidîn, nemâza niyyeti anlatırken ve (Uyûn-ül-besâir) ellidördüncü sahîfesinde diyorlar ki, (Derin âlimlere göre, yalnız nemâza niyyet edilerek kılınan sünnet sahîh olur. Çünki, beş vakt nemâzın sünneti demek, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” kıldığı nemâz demekdir. Bu nemâzlara sünnet ismi sonradan verilmişdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, beş vakt nemâzın sünnetlerini kılarken, yalnız (Allah rızâsı için nemâz kılmağa) derdi. (Sünnet kılmağa) diye niyyet etmezdi. Her vakt içinde böyle kılınan her nemâz, sünnet ismi verilen nemâz olur). (Halebî-yi kebîr)de de böyle yazılıdır. Elliikinci sahîfede buyuruyor ki, (Tecnîs) kitâbında bildirildiği gibi, beş vakt nemâzın sünnetleri nâfile nemâzdır. Nâfile niyyeti ile de kılınır. (Dürr-ül-muhtâr)da ve Molla Hüsrev, (Dürer) kitâbında diyorlar ki, (Beş vakt nemâzın sünnetleri ve terâvîh nemâzı, aslında nâfile nemâzdır. Bunları kılarken, yalnız nemâza diye niyyet yetişir).
(İbni Âbidîn) ve (Nûr-ül-îzâh) hâşiyesinde buyuruyorlar ki, (Câmi’e girince iki rek’at nemâz kılmak sünnetdir. Buna (Tehıyyetülmescid) nemâzı denir. Câmi’e girince, farz, sünnet ve herhangi bir nemâz kılınırsa, tehıyyetülmescid de kılınmış olur. Kılınan nemâzlara, tehıyyetülmescid diye de ayrıca niyyet etmeğe lüzûm yokdur. Çünki, tehıyyetülmescid kılmakdan maksad, nemâz ile câmi’ sâhibi olan Allahü teâlâya hurmet etmekdir. Bu nemâzlarda bu maksad hâsıl olmakdadır).
İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Tehıyyetülmescid) nemâzını anlatırken buyuruyor ki, (Öğlenin farzına dururken, hem farz, hem de sünneti olarak iki niyyet yapılırsa, iki imâma göre, yalnız farz kılınmış olur. İmâm-ı Muhammede göre ise, o nemâz kabûl olmaz. Çünki, farz ile sünnet ayrı cinsden iki nemâzdırlar. [Bir nemâz vaktinde, kılınan nemâzlar, yâ vaktin farzıdır. Yâhud bu farzdan başka, herhangi bir nemâzdır. Vaktin sünnetleri ve kazâ nemâzları bu ikinci cinsdendir. Hâlbuki, kazâ nemâzı ile sünnet, aynı cinsden oldukları için, tek bir nemâz iki niyyet ile kılınır.] İki imâma göre, kuvvetli olanı kılınmış olur. Hâlbuki, câmi’e girince kılınan herhangi bir nemâz, tehıyyetülmescid yerine de geçdiği için, farz kılarken tehıyyetülmescid olarak da, ayrıca niyyet etmek, imâm-ı Muhammede göre de câiz olur. Yalnız farza niyyet edince de, bu iki nemâz birlikde kılınmış olur). Vaktin farzı ile sünnet, başka nemâz iseler de, sünnet, farzdan başka kılınan nemâz demek olduğu için, sünnetin kazâya benzerliği tehıyyetülmescid nemâzının farza benzerliği gibidir.
(Eşbâh)da, otuzuncu sahîfede diyor ki, (Bir ibâdetde sevâb hâsıl olması için, yalnız bu ibâdetin sahîh olması şart değildir. Hâlis niyyet edilmesi de şartdır. Hâlis niyyet ederek yapılan bir ibâdet, bilmiyerek fâsid olursa, sahîh olmaz. Fekat niyyet edildiği için, çok sevâb hâsıl olur. Meselâ, abdestli olduğunu zan ederek, abdestsiz kılınan nemâz sahîh olmaz. Fekat, niyyetine karşılık çok sevâb verilir. Necs olduğunu bilmediği suyu, temiz zan ederek, bununla abdest alıp kılınan nemâzın şartı noksan olduğu için sahîh olmaz ise de, niyyet mevcûd olduğu için sevâb verilir. Şartlarına uygun olduğu için sahîh olan bir nemâz, riyâ ile, gösteriş için kılınırsa, sevâb hâsıl olmaz). Sünnet yerine kazâ kılan, sünneti terk etmiş olmaz ise de, sünnetin sevâbına kavuşmak için de, kazâyı kılarken, sünneti kılmağa da niyyet etmesi, ya’nî kalbinden geçirmesi lâzımdır. Farz nemâz ile sünnet nemâz birbirinden başka ol
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
clarnet
Yeni Üye

Yeni Üye



Mesaj Sayısı : 11
Kayıt tarihi : 28/07/10

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Empty
MesajKonu: Geri: Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?   Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_minitimeSalı Ağus. 10, 2010 8:33 pm

Bu hadîs-i şerîfde sünnet demek, islâmiyyet yolu demekdir. Çünki, mü’min kimse, büyük günâh işlese de, şefâ’atden mahrûm olmaz. Hadîs-i şerîfde, (Büyük günâh işleyenlere şefâ’at edeceğim) buyuruldu. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Hak teâlâdan getirdiği dîne tâbi’ olmak lâzımdır. Bunu terk eden, şefâ’ate kavuşamaz. (Şir’at-ül-islâm) kitâbında diyor ki, (Bu hadîs-i şerîfdeki sünnet, yapması vâcib olan şeyler demekdir. Bu da, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’în ve Tebe’ı tâbi’înin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” îmânı ve ibâdetleridir. Bu sünnete yapışanlara, (Ehl-i sünnet) denir. O hâlde, hadîs-i şerîfin ma’nâsı, inanılacak şeylerde ve yapılacak ve sakınılacak işlerde Ehl-i sünnetden ayrılanlar, şefâ’ate kavuşamıyacaklardır demekdir).
[(Ümmetimin arasında fitne, fesâd yayıldığı zemân, sünnetime sarılana yüz şehîd sevâbı vardır) hadîs-i şerîfi de, (Selef-i sâlihîn zemânındaki îmân ve ahkâm-ı islâmiyye bilgilerine uyan kimseye yüz şehîd sevâbı vardır) demekdedir. (Rıyâd-un-nâsıhîn)de, nemâzın ehemmiyyetini anlatırken diyor ki, (İmâm-ı Nâsır-üddîn Seyyid Ebül-Kâsım Semerkandî diyor ki, bu hadîs-i şerîf, ümmetim arasında fesâd çıkdığı zemân, Ehl-i sünnet ve cemâ’at i’tikâdında olup, beş vakt nemâzı cemâ’at ile kılana yüz şehîd sevâbı verilir demekdir). Bunun için, önce ehl-i sünnete uygun îmân etmek, sonra harâmlardan sakınmak, sonra farzları yapmak, sonra mekrûhlardan sakınmak, sonra müekked sünnetleri, dahâ sonra da müstehabları yapmak lâzımdır. Bu sırada, önce olanı yapmıyanın, sonra olanı yapmasının hiç fâidesi olmaz ve önce olanı yapabilmek için, sonra olanı terk etmesi câiz, hattâ vâcib olur. Ellialtıncı maddede istincâ bahsine bakınız! Meselâ, îmânı olmıyanın günâhdan sakınması, harâma devâm edenin farzları yapması, âhıretde işe yaramaz. Bunlardan birini yapmıyanın sakal bırakmasının fâidesi olmaz. Çünki sakal uzatmak, yukarıdaki sırada bunlardan sonra gelmekdedir. Sakal traş etmenin bid’at olduğu da söylenemez. Çünki bid’at, islâmiyyetin emr etmediği birşeyi ibâdet olarak, ya’nî sevâb kazanmak için yapmak demekdir. Hiçbir müslimân, sevâb kazanmak için sakalını kazımaz. Sakal traş etmenin mekrûh olduğunu bilir. Bundan dahâ önce lâzım olan din vazîfesini yapabilmek için traş etmenin câiz olduğunu bilmekde, böylece ahkâm-ı islâmiyyeye, ya’nî sünnete uymakdadır.
(Bahr-ür-râık)de ve (Dürr-ül-muhtâr)ın Tahtâvî hâşiyesinde, orucu bozmıyan şeyleri anlatırken diyor ki, (Bıyığa, sakala zînet için, süs için yağ sürmek mekrûhdur. Cemâl için, ya’nî çirkinliği gidermek, vakârını, şerefini korumak için yağ sürmek mekrûh değildir. Cemâl için yapılan bir şeyde zînet de hâsıl olursa, zînete niyyet etmezse, zarar vermez. Yeni, güzel şeyler giymek de, cemâl için olunca mubâh olur, iyi olur. Kibr için olursa, harâm olur. Giydiği zemân hâlinde bir değişiklik olmazsa, kibr için olmadığı anlaşılır. Sakalın uzunluğu sünnet mikdârı ise, dahâ uzatmak için yağlamak tahrîmen mekrûh olur. Sakalın sünnet mikdârı, bir kabzadır, bir tutamdır. Sakalın, çenedeki ile birlikde bir tutamdan fazlasını kesmek vâcibdir. (Sakalınızı uzatınız!) hadîs-i şerîfi, bir tutamdan fazla uzatınız demek değildir. Sakalı bir tutamdan kısa yapmayın veyâ temâmen kazımayın demekdir. Çünki, bu hadîsi haber veren Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anhümâ”, sakalının bir tutamdan fazlasını keserdi. Sakalın bir tutamdan kısa olmasına hiçbir âlim mubâh demedi. Sakal kazımak, ateşe tapanların ve Hind yehûdîlerinin âdetidir. Kâfirlere teşebbüh harâmdır). Görülüyor ki, âlimler sakal bırakmanın sünnet olduğunu bildiriyor. Vâcib diyenler, Cumhûra karşı gelmiş oluyorlar. Kâfirlere veyâ kadınlara benzemek için sakalı bir tutamdan kısa yapmak veyâ temâmen kazımak harâmdır. Benzemek niyyeti olmayıp, memleketin âdetine uymak için olursa, mekrûh olur. Kısa sakala sünnet demek bid’at olur. Sünnete ehemmiyyet vermezse, kâfir olur. Sünneti özr ile terk etmek câiz, hattâ lâzım olduğu kitâblarda yazılıdır].
İbni Âbidîn, yetmişbir ve üçyüzondokuz ve dörtyüzotuzüç ve dörtyüzelliüçüncü sahîfelerde buyuruyor ki, (Nemâzların sünnetlerine ehemmiyyet, kıymet verip, tenbellikle, özrsüz ve çok zemân terk eden, azarlanır. Fekat şefâ’atden mahrûm kalmaz). (Öğleden önce olan sünneti terk eden, şefâ’atime kavuşamaz) hadîs-i şerîfi, özrsüz ve isrâr ile terk eden kimse, bu nemâz için olan ve derecenin yükselmesine yarayan şefâ’atime kavuşamaz demekdir. Özr ile terk etmenin, buna mâni’ olmıyacağı, (İbni Âbidîn)de ve (İmdâd)ın (Tahtâvî) hâşiyesinin ikiyüzüçüncü sahîfesinde yazılıdır. Zâten, sünnetleri kazâ niyyeti ile kılınca, sünnet terk edilmiş olmaz. Sünnet olan nemâz, farzdan başka kılınan nemâz demek olduğu, 281.ci sahîfe sonunda yazılıdır.
(İbni Âbidîn) üçyüzdoksanaltıncı sahîfede ve (Mecma’ül-enhür)de yüzonikinci sahîfede diyor ki, (Nâfile kılan kimse, farz kılan imâma uyduğu zemân, üçüncü ve dördüncü rek’atlerde zamm-ı sûre okuması farz olmaz. Nâfile olur. Çünki, bu nemâzı, farz şeklini almışdır). Sünnet yerine kazâ kılarken de, üçüncü ve dördüncü rek’atlerde zamm-ı sûre okumanın farz olmıyacağı anlaşılmakdadır. (Uyûn-ül-besâir) yüzüçüncü sahîfesinde diyor ki, ((Tâtârhâniyye)de, kazâya kalmış nemâzı olup olmadığını bilemiyen kimsenin öğle, ikindi ve yatsının sünnetlerinde zamm-ı sûre okuması dahâ iyi olur buyuruldu. Bundan maksad, sünnetlere kazâ niyyet etmesi ve zamm-ı sûre okuması dahâ iyi olur demekdir).
Farzları kılarken sünnetler yerine kazâ kılmak câiz olduğuna, Trablus fetvâ emîni fazîletli Râmiz-ül-mülk hazretlerinin fetvâ verdiği Beyrutda çıkan (Eşşihâb) mecmû’asının 14 Zilka’de 1388 [m. 1969] sayısında uzun yazılıdır.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
canasu25
Yeni Üye

Yeni Üye



Mesaj Sayısı : 69
Kayıt tarihi : 24/09/10
Nerden : ERZURUM-DADAŞ

Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Empty
MesajKonu: Geri: Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?   Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi? Icon_minitimeC.tesi Ara. 11, 2010 11:15 pm

allah razı olsun hocam.vakit namazlarıma dahada çok dikkat edeceğim.emeğinize sağlık
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bilerek kılınmayan farz ve vacip namazlar kaza edilir mi?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Nafile Namazlar
» Nafile Namazlar Bölümü
» Namazlar Nasıl Kılınır?
» NAMAZ ÇEŞİTLERİ(NAFİLE NAMAZLAR)
» Muska Nasıl Yok edilir

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

İbadetimi Nasıl Yaparım ( Detaylı Açıklama )

 :: Vaktimde Kılamadığım 5 Vakit Namaz'ın Kazasını Nasıl Eda Ederim ( Kaza Namazlarını Nasıl Kılarım )
-
Buraya geçin: