iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 İDEOLOJİK ATEİZM

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İDEOLOJİK ATEİZM Empty
MesajKonu: İDEOLOJİK ATEİZM   İDEOLOJİK ATEİZM Icon_minitimePaz Mart 21, 2010 5:26 pm

İDEOLOJİK ATEİZM

1. Bilimsel (Materyalist) Ateizm Dayatması
Özünde felsefî bir problem olan ateizm çağımızda ideolojik bir kabul olarak görülmüş ve bazı siyasî (Komünist) partilerin propaganda aracı olarak kullanılmıştır. Özellikle Sovyetler Birliği döneminde Marxist ve Leninist dünya görüşünün ayrılmaz bir parçası olarak görülmüş ve "bilimsel ateizm” adıyla takdim edilip, eğitim ve öğretimde zorunlu bir ders olarak okutulmuştur. Bütün insanların ateist olması amaçlanmış, hatta bu da yeterli görülmeyerek, herkesin aktif olarak dinî inançlarla mücadele etmesi gerektiği belirtilmiştir.

Materyalizmin mutlak doğru olarak kabul edildiği bu ülkelerde ateizmin bilimsel (materyalistik) temellere dayandığı söylenmiş, toplumsal bir hadise olarak görülen dinin de ortadan kalkması için yoğun mücadele verilmiştir. Bu çerçevede bütün dinî inançlar, kurumlar, ibadetler, törenler, alışkanlıklar, âdet ve gelenekler şiddetle reddedilmiş ve yasaklanmıştır. Bu yönüyle kendini Batı'daki ateizmden ayırmış, onları burjuva ateizmi diye nitelemiş, kavramlarını ve üslûbunu eleştirmiştir.
Bilimsel ateizm kendini idealizmin karşıtı olan materyalist bir dünya görüşü olarak takdim etmiştir. Bunun yanında kendini teorik ve pratik açılardan inançsızlığı yaymanın yöntemi, yani bir anlamda ateistik eğitim sistemi olarak görmüştür.
Daha önce ifade edildiği gibi materyalizm maddenin tek gerçek varlık olduğunu ileri sürmüş ve onun dışında ki Tanrı, ruh, metafizik gibi gerçeklikleri reddetmiştir. Sahip olduğumuz bilinç, düşünce, algı gibi özelliklerin maddenin birer tezahürü olduğunu ileri sürmüş, mânevî bir alanın varlığını tanımamıştır. Özellikle Marx'ın ve Engels'in öncülüğünü yaptığı diyalektik materyalizm evrenin kendi başına var olduğunu, bir yaratıcısı bulunmadığını, Tanrı'ya ya da insan zihnine bağımlı olmadığını vurgulamış, şuurun da maddeden sonra geldiğini ileri sürmüştür.(79)
Bilimsel ateizm yukarıda özetlenen ilkelerinden dolayı kendini bütün dinî düşünce, duygu ve davranışların bir eleştirisi olarak görmüştür. Ayrıca kendinde din olgusunu açıklama, çürütme ve ortadan kaldırma hakkını bulmuş ve bunu da insanlara dikte ettirmeye çalışmıştır. Dinin kaynağının toplumdaki sosyal ve ekonomik yapı olduğunu belirtmiş, onu kültür, ahlâk, hukuk, politika, estetik gibi sosyal şuur (kavrayış) biçimlerinden biri olarak değerlendirmiştir.
Tanrısız bir dünya görüşüne sahip olan ve bilimsel ateizmin temeli olan materyalizm idealizmle olan kavgasını genellemiş, bütüncül bir yaklaşımla kendi ilkelerinin doğru, başta idealizm olmak üzere metafiziğe yer veren diğer görüşlerin yanlış olduğunu iddia etmiştir. Bu süreçte de doğal olarak kendi yanlışlarını veya başkalarının doğrularını görebilme objektifliğini yitirmiştir. Yaşamda ve insanlık tarihinde olup biten her şeyi de kendi gözlüğüyle görmeye çalışmış, olup bitenleri materyalist bir anlayışla yorumlamaya çalışmıştır.
Maddenin varlığını ezelî gören ve var olan her şeyin ondan kaynaklandığını iddia eden materyalizme elbetteki büyük eleştiriler yöneltilmiştir. Tarih boyunca çok ciddi tenkitlerle karşılaşmış, açıklamakta zorluk çektiği pek çok soruya muhatap kalmıştır. Meselâ şekilsiz bir maddeden bugünkü evrenin nasıl meydana geldiğini izah edememiş, insanın yaşamıyla, psikolojisiyle, inançlarıyla, etik değerleriyle, düşünce gücü ve arzularıyla ilgili olarak sistemli bir felsefe üretememiştir. Evrenin ve insan yaşamının varlığıyla ilgili büyük çıkmazlara düşmüş, belirsizlik içerisinde kendini bulmuştur.(80)
Maddenin nasıl ortaya çıktığı, insanı ne şekilde oluşturduğu, nasıl canlandırdığı ve düşünce sahibi ahlâkî bir varlık kıldığı, hâlâ materyalizm tarafından cevaplandırılmış değildir. Bu konuda ileri sürülen ve bilimsellik atfedilen var sayımlarda tatminkâr değildir. Her türlü laboratuar şartlarında dahi canlı bir hücrenin kendiliğinden oluşamaması, oluşmasının imkânsız oluşu, materyalizmin daha işin başında tıkanmasına yol açmış, materyalist düşünürleri varlıkla ilgili zorlama türünden açıklamalara sevketmiştir.
İnsan düşünce ve zekâsının maddeye indirgenmesi de materyalizmin diğer bir çıkmazı olmuştur. Ayrıca beynin işlevinin ve kişinin ruhsal yapısının olduğu kadar, insanın inançlarıyla, ahlâkî değerlerinin de artık sadece maddî yapıyla açıklanamayacağı herkesçe kabul edilen bir durum olmuştur.
Bilimsel ateizm kendine Marx, Lenin ve Engels'in görüşlerini esas almış onların dinle ilgili temelsiz, suçlayıcı ve yıkıcı fikirlerini yaymaya çalışmıştır. Bu çerçevede ön yargılı ve haksız yakıştırmalarda bulunmuş ve ideolojik bir tutum sergilemiştir. Bir yandan dini tenkit ederken kaba davranmayı, boş konuşmayı ve dindarların duygularını tahkir etmeyi hoş görmeyen bilimsel ateizmin taraftarları, diğer yandan da yakışıksız ifadelerle dinin sahte ve hayalî olduğunu, gerçek dünyayla bir ilgisinin bulunmadığını belirterek gerçek yüzlerini ortaya koymuşlardır. Bunun yanında daha da ileriye giderek dinin cahillik, çaresizlik, evrenin kanunlarını bilmezlik, efsane ve temelsiz inançlar olduğunu iddia etmiş, toplumsal gelişmenin, medeniyetin ve kişisel özgürlüğün düşmanı olduğu yalanını yaymaya çalışmıştır.
Aklı, mantığı ve vicdanı olan sağlıklı herhangi bir insanın söyleyemeyeceği bu tür şeyler ne yazık ki yıllarca bilim adına propaganda edilmiş, okullarda ezberletilmiş ve halk yığınlarına zorla kabul ettirilmiştir. Birçok okumuş insan tarafından da bu var sayımlar körü körüne taklit edilmiş ve ideolojik amaçlar uğruna doğruluğu düşünülmeden savu-nulmuştur.
2. Bilimsel Ateizm Çarpıtması ve İslâmın Evrenselliği
Bilimsel (materyalist) ateizm İslâmiyet'le ilgili temelsiz pek çok fikir beyan etmiş ve tarihî olayları bilimsellik adına çarpıtmıştır. Bütün olumsuzluklarına rağmen Marxist dünya görüşünü aklamak ve haklı çıkarmak için Peygamberlerin dile getirdiği ve Hz. Muhammed'in de insanlara aktardığı tevhid (tek Tanrı) anlayışı karalanmış, kurulan medeniyetler de birtakım saçma açıklamalarla kötü gösterilmeye çalışılmıştır.
Materyalist ateistler İslâmiyet'i, merkezinde tevhid inancının bulunduğu ilâhî bir din olarak anlamamış onu birtakım maddî gerekçelerle açıklamaya çalışmışlardır. Öncelikle İslâmiyet'in ortaya çıkmasında ve yayılmasında Arap kabileleri arasındaki sosyal ve ekonomik münasebetleri öne çıkarmışlardır. İslâm dininin inançlarını açıklarken de Mekke toplumunun yapısını, bölgenin coğrafî özelliklerini ve iklim şartlarını gündeme getirmişlerdir. Daha kötüsü bunları yaparken, İslâmiyet'in yıkmaya çalıştığı eski putperest toplumun sömürü, kölelik, mal hırsı, kabilecilik, büyücülük, kan davası, fetişizm gibi alışkanlıklarını İslâm'a mal etmeye çalışmışlardır. Ne yazık ki bu tavır günümüzde de benzeri çevrelerce sürdürülmektedir. İslâmiyet'i bazı ülke, millet, toplum, grup ya da kişinin şahsında değerlendirerek onların kendilerine has olan özelliklerine indirgemekte ve haksız yere itham etmeye çalışmaktadırlar. İslâmiyet'in gerçek modeli Peygamber olduğu halde O'nun tavır, söz ve fiillerini dikkate almamakta, buna karşın tarihte cereyan eden ve hiçbir zaman Peygamber'in onaylamayacağı siyasî, coğrafî ve ticârî kavgaları İslãmın kendisi olarak takdim etmeye çalışmaktadırlar.
Marxist ateistler Hz. Muhammed'in haber verdiği şeyleri anlamak istememişlerdir. Ona birtakım iftiralarda bulunarak, onun çevresinden ve eski dinlerden etkilendiğini iddia etmişlerdir. Bununla da kalmamışlar İslâmiyet'in gelişmeye, düşünceye ve tartışmaya karşı olduğu yalanını yaymışlar ve her fırsatta sıradan inançların arkasında dahi çarpıtılacak bir unsur aramışlardır.
Aslında bilimsel (materyalist) ateizmin dini kavrayışı ve tek Tanrı inancını yorumlayışı pek çok bilimsel hatayı içermektedir. Bırakınız dini çürütmeyi ve iddialarını yanlışlamayı, onu anlamakta ve tasvir etmekte dahi büyük zaafiyetler göstermiştir. Bunun böyle olması da doğaldır. Çünkü onlar kendi gözlükleriyle olaylara bakmış, gördüklerini hatta görünmediği halde din adına hayal ettikleri ve görmek istedikleri şeyleri insanlara göstermeye çalışmışlardır. Kısacası onların din dediği şey din olmadığı gibi İslâm dedikleri şey de gerçek İslâmiyet değildir.
Meselâ ateistler, İslâm dininin çerçevesini Mekke toplumunun sosyal ve ekonomik yapısının belirlediğini iddia etmişlerdir. Onlar Tanrı varlığına inanmadıkları için İslâmiyet'in ilâhî kaynaklı olamayacağını ve Mekke toplumunun bu dini ortaya çıkardığını dile getirmişlerdir. Halbuki Hz. Peygamber'e baktığımızda O'nun şahsiyetinde Mekke toplumunun ve o toplumda yaşayan sıradan bir insanın önceliklerinin belirleyici olmadığını görmekteyiz. Yine İslâmiyet'in ilkeleri de Mekke toplumunun düşünceleri ve hayalleri olmak yerine, onların mevcut değerlerini alt üst eden kökünden kazıyan inançlar olmuştur. Dolayısıyla birazcık tarih bilgisi dahi Marxistler'in iddialarının ne kadar yanlış ve ön yargılı olduğunu ortaya koyacaktır. Ancak Marxistler'in tarihe kendi gözlükleriyle baktıklarını bildiğimiz için de bunun kolayca kabul edilebileceğini zannetmiyoruz.
Hz. Peygamber kendine kırk yaşında vahiy gelinceye kadar mütevazi bir yaşam sürmüş, o dönemdeki insanların hayalini kurdukları aristokratların (birçok câriye ve devesi bulunan zengin kabile liderlerinin) yaşamına özenmemiş, yaşamının büyük bir bölümünü tek bir kadınla geçirmiş, paganizme iltifat etmemiş, büyücülüğe inanmamış ve çevresindeki kadınlara, yaşlılara, kız çocuklarına ve kölelere (hizmetçilere) kötü muamele edilmesine karşı çıkmıştır. Şimdi o dönemdeki ekonomik yapının belirleyici olduğunu bir an için doğru kabul etsek bile bunun ortaya çıkmadığını, tersine Hz. Peygamber'in her türlü rahatlığı, lüksü ve zenginliği reddetme pahasına dahi olsa zorluklara katlanarak mesajını devam ettirdiğini görmekteyiz.
Hz. Peygamber'in çevresinden ve eski dinlerden etkilendiği de söylenmiştir. Elbetteki Kur'ân'da önceki peygamberlerin haber verdiği dinî ve ahlâkî değerler yer almaktadır. Ancak bu durum Hz. Peygamber'in mesajlarını Tanrı'dan değilde çevresindeki kültürden almış olduğunu göstermez. Gerek Kur'ân'a ve gerekse Hz. Peygamber'in düşüncelerine baktığımızda o dönemde hâkim olan inançlardan bir eser görmemekteyiz. Meselâ Hz.Peygamber'in çevresinde putperestlik vardı. Halbuki iddiaların aksine o putperestliğe karşı mücadele etmişti. Görüştüğü kimseler arasında hıristiyanlar ve yahudiler de vardı. Ancak o hıristiyanların teslis (üçleme) anlayışıyla, ruhbanlıkla, İsa'yı Tanrı'nın oğlu olarak görmeleriyle ve enkarnasyonla ciddi bir şekilde ihtilâfa düşmüş ve onları kabul etmemişti. Yine Hz. Peygamber yahudilerin o günkü mevcut Tanrı anlayışlarını da reddetmiş idi. Halbuki ateistlere göre Peygamber'in onlardan etkilenmesi gerekirdi. Ancak böyle bir etkilenme doğru olmuş olsaydı, Hz. Peygamber'in sözlerinde de mevcut inançların (teslîs, enkarnasyon, vaftiz, aslî suç vb.) izlerinin bulunması gerekecekti. Ancak Hz.Peygamber Tanrı'dan bahsetmesine rağmen karşılaşmış olduğu hıristiyanların yorumlarını benimsememiş aslına uymadığı gerekçesiyle onları reddetmiştir. Sonuçta böyle bir şeyin olmadığı ve Hz. Peygamber'in de kendi kafasından herhangi bir şeyi uydurmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır.
Yine ateistlere göre İslâm dini Hz. Peygamber'in içerisinde yetiştiği toplumun yapısıyla ilgili idi. Ancak Kur'ân'a ve Hz. Peygamber'in sözlerine baktığımızda bunun böyle olmadığını görmekteyiz. Onlar İslâmiyet'in sonradan ortaya çıkmış bir din olmadığını ve bir geleneğin devamı olduğunu belirtmişlerdir. Bu da tevhidi (monoteist) bir gelenek olup Hz. Âdem'den Hz. Muhammed'e kadar bütün peygamberlerin insanlara anlattığı tek Tanrılı dinin ta kendisidir.
Hz. Mûsâ, Hz. İsa veya Hz. Muhammed başta olma üzere tarihteki hiçbir peygamber kendi başına yeni bir din getirmemiş veya böyle bir iddia da bulunmamıştır. Hepsi de tek Tanrı'nın varlığını insanlara haber veren ve ondan başka tapılacak, kutsanacak ya da ilâhlaştırılacak herhangi bir varlığın bulunmadığını öğreten dinin elçileri olmuşlardır. Yine bu peygamberlerin hiçbirisi de insanlardan kendilerini kutsamalarını veya kendilerine tapınmalarını istememiş gerçek Tanrı'nın sadece yaratıcı Allah olduğunu öğretmişlerdir. Durum böyle olunca evrende niçin birden fazla din (yahudilik, hıristiyanlık, İslâmiyet) var gibi sorular ya da acaba hangisi doğru ya da yanlış gibi düşünceler de kendiliğinden ortadan kalkmış olacaktır.
Ne var ki bu tevhidî gelenek bazan ilgili peygamberlerin adıyla zikredilmiş ve bir diğeri gelinceye kadar onların ismiyle anılmaya başlanmış veya zaman içerisinde bir peygamberin ismiyle anılmakla birlikte insanlar tarafından özünden koparılmış ve geleneğin biraz dışına çıkarıldığı için farklı bir din olarak gözükmüştür. Özünde bir olan fakat günümüzde inanç esasları farklı yorumlanan bütün ilâhî dinler kaynak itibariyle bir olup aynı Tanrı'nın göndermiş olduğu dinlerdir. Bu dinlerin en sonuncusu da tek Tanrı anlayışını günümüze kadar en iyi şekilde muhafaza eden İslâmiyet olmuştur.
İslâmiyet kendini diğer peygamberlerin anlattıklarından ayrı görmemiş, Hz. Âdem ve Hz. İbrâhim'den beri gelen tevhidî geleneğe sahip çıktığını ve bu noktada diğerleriyle aynı olduğunu ifade etmiştir. İslâmiyet'in hıristiyanlık'la ihtilâflı olmasının nedeni ise hıristiyanların İsa'yı tanrılaştırmaları ve tevhidî geleneğe aykırı davranmaları olmuştur.
İslâmiyet'le diğer dinler arasındaki benzerliklerin nedeni, yukarıda ifade edildiği gibi, hepsinin aynı Tanrı'nın ve aynı geleneğin bir uzantısı olmasıdır. Her üçünün arasındaki ortak özellikler de temelde aynı Tanrı tarafından gönderilen üç ayrı peygamberin haber vermiş olduğu benzeri inançlar sayesinde olmuştur. Peygamberler kendilerini aynı halkanın devamı olarak görmüş ve birbirlerini destekleyici şeyler söylemişlerdir. Ancak tarih içerisinde taraftarları ihtilâfa düşmüş ve birbirinden ayrılmış olsa da bütün peygamberler kendi aralarında bir birlik olduğunu ve aynı Tanrı'nın habercisi olduklarını belirtmişlerdir. Bu açıdan Hz. Muhammed de peygamberler dizisinin en son halkasını oluşturmuş ve tabiatıyla bütün insanları inançsızları, putperestleri, milli Tanrı anlayışına sahip yahudilerle teslîse inanan hıristiyanları, tek Tanrı inancına çağırmıştır. Bu durumda kendisinden önceki peygamberlerin mesajlarını tekrarlamaktan, putperestliği, ahlâksızlığı, şirki ve zulmü ortadan kaldırmaya çalışmasın-dan daha tabii ne olabilir.
Tanrı inancının temel kaynağını yukarıdaki gibi tek Tanrı (monoteist) geleneği ile beraber anlarsak bu durumda peygamberlerin içerisinde yetişmiş olduğu sosyal yapının ve ekonomik koşulların ikinci planda kaldığını daha rahat görürüz. Mevcut sosyal yapının peygamberleri ortaya çıkarması ve onları etkilemesi bir tarafa, peygamberler o toplumu yeniden yapılandırmak ve değiştirmek için gelmiş-lerdir.
Peygamberlerin içerisinden çıktığı toplumların pek çoğunun ahlâksızlıkta, küfürde, zulümde ve sapıklıkta aşırı gidenler olduğunu görmekteyiz. Doğrusu peygamberlerin geliş nedenleri de bu tür olumsuz durumların ortadan kaldırılması ve insanlara yol gösterilmesidir. Bütün peygam-berler ikna yoluyla insanları, şirkten, putperestlikten, paganizmden, sapıklıktan ve kötü alışkanlıklardan vazgeçirmeye çalışmış, onları Tanrı'ya inanmaya, sevgiye ve güzelliğe davet etmişlerdir. Onlar kendi zamanlarında bile pek çok engel, iftira ve inkârla karşılaşmış, yaşamlarını tehlikeye sokacak çirkin saldırılara mâruz kalmışlardır. Dolayısıyla bu insanların çağrılarının ve verdikleri mesajların altında aklî, ahlâkî ve bilimsel etmenleri görmek yerine, ideolojik saplantı ve ön yargıların gerekçelerini bulmaya çalışmak doğru olmayacaktır. Gerçeği yansıtmayan ve tarihi gerçeklerden uzak olan içi boş slogan laflarla İslâmiyet'i izah etmek de insanlığa ve bilimselliğe sığmayacaktır.
Her şeye rağmen Tanrı'ya ve onun elçilerine inanmamak insanın kendi vereceği bir karardır. Ancak bir insanın Tanrı'ya inanmaması ve dini reddetmesi ona inanmadığı şey hakkında tutarsız, saçma sapan şeyler söyleme hakkını vermediği gibi hakaret ve küfür hakkını hiç vermez. Yine bir şeyin fikrî olarak çürütülmesiyle, o şeyin ideolojik olarak karalanması da birbirinden farklı şeylerdir. Ne yazık ki pek çok materyalist ikincisini yapmış ve kendi ilkeleriyle çelişerek, yanılgıya düşmüşlerdir.
Sosyalizmi kendine yaşam biçimi olarak kabul eden Marxist ateizm düşman olarak gördüğü kapitalist sistemi eleştirirken feodal yapı, burjuva hâkimiyeti, emeğin sömürülmesi gibi kavramları ve kendince birtakım sloganları kullanmıştır. İlkelerini haklı çıkarmak için de karşı tarafı şiddetli bir şekilde kötülemiştir. Bunun doğru ya da yanlış olduğu bir tarafa konuyla ilgili göze çarpan bir nokta bulunmaktadır. O da şudur: Bu ideolojik tartışmanın ve çatışmanın sınırları her iki anlayışla sınırlı kalmamış din de bu tartışmadan önemli ölçüde nasibini almıştır. Batı'da hıristiyanlık Doğu'da İslâmiyet olumsuz bir şekilde bu çatışmalardan etkilenmiştir.
Marxist ateistler kapitalizme karşı yönelttikleri eleştirilerin benzerini İslâm'a da yöneltmişlerdir. Sanki İslâmiyet kapitalist bir sistemi öngörüyormuş ya da toplum yapısı içerisinde hıristiyanlığın konumundaymış gibi. Halbuki İslâmiyet ne XIX. yüzyıl Avrupa toplumunun inandığı hıristiyanlık'tır ne de Batı kültürünün ortaya çıkardığı kapitalizmdir. Yine İslâm sosyalizm de değildir. Öyle olması da mümkün değildir. Dolayısıyla Marxist ateistlerin İslâm dinine ve o dinin oluşturduğu medeniyete kendi pencerelerinden bakmaları ve orada kendi önyargılarını görmeleri yanlış olmuştur.
Marxist ateizm insanlara en doğal hakları olan düşünce (inanç), mülkiyet ve teşebbüs özgürlüğünü tanımamış buna karşın dinin özgürlüğe, gelişmeye ve sosyal huzura engel olduğu yalanını ileri sürmüşlerdir. Nitekim bu tutarsız iddialar günümüzde de benzeri çevrelerce sık sık tekrarlanmaktadır. Aslında bu konunun tartışılması dahi söz konusu iddiaların ciddiye alındığı anlamına gelecektir. Ancak şunları söylemekte de yarar vardır: Materyalist ya da Marxist bir ateizm anlayışında insanların özgürlüğüne önem verildiği doğrudur. Ancak bu özgürlüğün de sadece materyalist bir ateist olma özgürlüğü (ya da zorunluluğu) olduğu açıkça ortadadır. Materyalist bir ateizmin hâkim olduğu yerlerde insanların bırakınız dinsizliği reddetmeyi, ateizmi eleştirme özgürlükleri dahi bulunmamaktadır. Hatta böyle yerlerde Marxist olmayan bir ateiste dahi itibar edilmemektedir. Dolayısıyla materyalist bir ortamda, diğer bir deyişle bilimsel ateizmin hâkim olduğu yerlerde, Tanrı'ya inanma, O'na tapınma, inancını ifade etme, dinî törenlere katılma, yaşamını dinî değerlere göre şekillendirme ya da günlük hayatda dinî motiflere yer verme gibi özgürlüklerin bulunmasını beklemek de hayal olacaktır.
Özgürlüğü ön plana çıkaran bilimsel ateizmin hâkim olduğu ortamlarda insanın en doğal hakkı olan aile mahremiyetine dahi saygı duyulmamış, kişinin istediği ismi kullanmasına, arzu ettiği biçimde giyinmesine ve istediği şekilde çocuklarını eğitmesine dahi müdahale edilmiştir. İnsanlara özgürlüğü vaad eden Marxist ateistler ataları müslüman olan toplumların değerlerine iyi gözle bakmamış, her fırsatta, onların tarihî, millî ve kültürel kimliklerinden soyutlanmasına çalışmışlardır. Öyle ki, aile toplantılarında, nikâh, evlilik, doğum, cenaze gibi törenlerde dahi dinî motiflere yer verilmesine tahammül edememişlerdir. Ancak ne kadar hazindir ki bu tür insanlar her türlü çelişkilerine rağmen özgürlükten bahsedebilmiş ve bunu da toplumun mutluluğu için yaptıklarını söylemişlerdir. Elbetteki böyle katı bir ateizm denemesi her türlü dayatmaya ve zorlamaya rağmen devam edememiş günümüzde de gücünü yitirmiştir. Tabii ki bu durum birtakım çevrelerce (bazı Marxist ateistler) bir türlü kabullenilmemiş ve teorik olarak hâlâ böyle bir dünya görüşünün geçerli olduğu savunulabilmiştir. "Acaba yanlış mı yaptık?” ya da "Bu iş böyle gitmez” diyen entellektüel Marxistler dahi Ortaçağ'daki kilisenin tutumuna benzer bir şekilde kendi çevrelerinden afaroz edilmişlerdir.
Toplumsal ahlâkı ve kültürel değerleri ayaklar altına alan kapitalist sistemin gücü devam ettikçe elbetteki sosyalizmin teorisyenleri de boş durmayacaktır. Ne yazık ki çağımızda toplumların büyük çoğunluğu her türlü olumsuzluklarına rağmen her iki ekonomik sistemden birini tercih etmek durumunda kalmışlardır. Her iki sistem de birbirinin panzehiri olmaya devam edecektir. Buna benzer bir ikilem de düşünce tarihinde görülmüş orada da idealizm ve materyalizm karşıtlığı oluşmuştur. Ancak şu bir gerçek ki yüce bir değer olarak din (İslâmiyet), kapitalizm ve sosyalizm gibi dünya sistemlerin ya da idealizm ve materyalizm gibi fikrî karşıtlıkların ötesindedir. Din ne bu akımların muhatabıdır, ne de herhangi bir tarafın olumsuzluklarını savunacak veya bir diğeri adına ötekini eleştirecek konumdadır. Dinin kendine özgü hayat anlayışı ve yine kendine özgü değerleri mevcuttur.
İslâmiyet'in Ateizme Bakışı
Buraya kadar görüldüğü gibi ateistler çeşitli gerekçelerle Tanrı'nın varlığını reddetmiş ve her türlü dinî inanca karşı çıkmışlardır. Elbetteki İslâmiyet de ilâhî bir din olarak böyle bir tutum karşısında sessiz kalmamış, insanları yaratıcının varlığına inanmaya çağırmış, onlara her fırsatta inançsızlığın, paganizmin ve putperestliğin beyhude olduğunu anlatmıştır.
Daha önce de ifade edildiği gibi ortada bir tek ateizm anlayışı bulunmamaktadır. Dolayısıyla İslâmiyet'e karşı ateistlerin reaksiyonları da farklı olmaktadır. Bazı ateistler sadece teorik açıdan Tanrı inancını reddetmiş buna karşın inanan bir insanla tartışmaya girmemiştir. Bir kısmı ise reddetmekle birlikte teorik ve pratik açıdan dini eleştirmiş ve her fırsatta inançlarla mücadele etmiştir. İslâmiyet'in bu iki yaklaşımla çok ciddi ihtilâfı olmakla birlikte sonuç itibariyle onları iknaya çalıştığı ikna olmazlarsa kendi kanaatleriyle başbaşa bıraktığı da bir gerçektir. Ancak üçüncü bir yaklaşım daha vardır. O da ateizm adı altında bütün dinî ve ahlâkî değerlere savaş açan, toplumdaki Tanrı inancını ve bu inancı hatırlatan her şeyi yok etmeye çalışan bunun için de gerektiğinde zora başvuran politik ve ideolojik tavırlardır. Nitekim bu tür ateistler değişik kılıflarla da olsa tarih boyunca var olmuş, inançsız ve ahlâksız bir yapı kurmak için olanca güçleriyle Tanrı inancıyla ve Tanrı'ya inananlarla mücadele etmişlerdir.
İslâmiyet'in tepki gösterdiği, kınadığı ve kendisiyle mücadeleyi zorunlu gördüğü ateistik anlayış bu üçüncü yaklaşımdır. Bu tür (ideolojik) ateistler sadece inandığı için insanları mağdur etmeyi, yurtlarından sürmeyi, haklarını kısıtlamayı, gerektiğinde öldürmeyi göze almış, kanlarını dökmüş, canlarına ve mallarına kastetmiş, iffetlerine dil uzatmıştır. İnanan insanların bireysel hak ve özgürlüklerini ellerinden almış günlük yaşamlarında, eğitimlerinde ve eğlencelerinde dinî ve ahlâkî değerlere yer verilmesine karşı çıkmış, kısacası özel yaşamlarına dahi müdahale etmişlerdir. Ne yazık ki bu tür bir inkârcılık zaman zaman zulüm, işkence, baskı ve tecavüzle özdeşleşmiştir. Özellikle peygamberlerin ve ilk müslümanların mâruz kaldığı bu tür tavırlara günümüz dünyasında da sık sık rastlanmaktadır. Ateist olmasına rağmen bazı insanların (filozoflar) dahi şiddetle karşı çıktığı bu tür tutumlara İslâm da gereken tepkiyi göstermiştir. Hatta onları inançsız olmaktan ziyade gayri insanî ve gayri ahlâkî tutum ve davranışları yüzünden eleştirmiş, bir an önce bu alışkanlıklarına son vermelerini tavsiye etmiştir. Kur'ân'da da bu durumun sayısız örnekleri mevcuttur.
Kur'ân'a ve Hz. Peygamber'in yaşamına bakıldığında öncelikli amacın insanlar arasında tevhid inancının tesisi olduğu görülecektir. Ancak bunun da insanlara dayatma biçiminde sunulmadığı ve isteğe bağlı olarak ortaya konduğu açıktır. Nitekim bu konuda gerek Kur'ân ve gerekse peygamber tamamen iknâî bir yöntemi tercih etmiş ve onları kâinatın ihtişamını anlatarak Tanrı'ya çağırmışlardır. Durum böyle olunca İslâm dininde inanç özgürlüğünün çok geniş bir biçimde görüleceği kesindir. Ancak bununla birlikte İslâmiyet'in tâviz vermediği ve kesinlikle rızâ göstermediği konular da bulunmaktadır. Bunlardan biri putperestliktir. Yani ne olduğu belli olmayan birtakım nesnelerin kutsal sayılması ve onlara ilâhlık atfedilmesi dolayısıyla insan onurunun ayaklar altına alınmasıdır. Bir diğeri de insanlar arasında görülen zulüm, katliam, soykırım, tecavüz, işkence, haksızlık, ayrımcılık ve sömürü gibi insanlık dışı fiillerdir. Şimdi İslâm'ın önem verdiği öncelikli konular bunlar olunca, onun ateizmle ilişkisi de kolaylıkla anlaşılacaktır.
Yukarıda ifade edildiği gibi ateizm sadece bir inanç konusu olarak kalıp gayri insanî ve gayri ahlâkî tavırlara bürünmez ise fikrî plandaki mücadelenin ötesinde İslâm'ın onunla pratikte çatışması söz konusu olmayacaktır. Hele günümüz şartlarında inansın ya da inanmasın pek çok farklı insanın birlikte yaşadığı toplumlarda karşılıklı anlayışın ve hoşgörünün varlığı kaçınılmazdır. Ancak yüzyılımızda görüldüğü gibi ateizm bazan ideolojik bir tavır alır, bir bakış açısı olmaktan öteye geçerek insanlık dışı uygulamalara basamak olursa İslâmiyet'in ona sessiz kalması düşünülemez. Dolayısıyla bu önemli noktayı gözden kaçırmamak gerekmektedir.
Kur'ân sadece inançsızlardan ya da gayri müslimlerden değil, müslüman olan herhangi bir insandan gelebilecek benzeri tutum ve davranışlara da şiddetle karşı çıkmış her yerde adaletin, eşitliğin, erdemin ve sevginin yaygınlaşmasını talep etmiştir. Zaten onu anlamlı kılan, farklı dilde, dinde, renkte ve coğrafyadaki binlerce insanın, özellikle ezilmiş, sömürülmüş, yurtlarından sürülmüş, hor görülmüş ve haksızlığa uğramış kişilerin gönlünde yer almasını sağlayan şey de İslâm'ın bu evrensel değerleri olmuştur.
İslâmiyet gerek Kur'ân-ı Kerim ve gerekse Hz. Peygamber aracılığı ile Tanrı'nın varlığını gösterir pek çok kanıt ileri sürmüş ve bunlarla ilgili çeşitli örnekler sunmuştur. Nitekim burada ele alınan kanıtların hepsi çeşitli şekillerde de olsa kutsal kitaplarda zikredilmiştir. Özellikle âlem (kozmolojik) deliliyle, gaye ve nizam (teleolojik) deliline sıkça başvurulmuş, bir anlamda insanın kâinat üzerinde düşünmesi amaçlanmıştır. Evrende olup bitenlerle ilgili örnekler sergilenmiş bütün bunların nasıl var olduğuyla ilgili olarak insanların tefekküre dalması ve ibret alması istenmiştir.
İslâmiyet'e ateistlerden gelen eleştirilere Kur'an'da cevaplar vardır. Hz. Peygamber de inanmayanlarla diyalogu kesmemiş onlarla konuşmaya ve tartışmaya devam etmiştir. Onlara özellikle Tanrı'nın varlığı konusu başta olmak üzere yaşamın, evrenin, varlığımızın ve bütün kâinatın gerçek olduğunu ve çevremizdeki hiçbir şeyin de tesadüf olmadığını anlatmaya çalışmıştır. Yine İslâmiyet insanın ölümlü bir varlık olduğunu, ancak iyilikleri, erdemi ve inancıyla Tanrı katında ölümsüzlüğü hak edebileceğini belirtmiş bunun içinde iman ve ahlâkın üzerinde önemle durmuştur.

2. Ateizmin İslâm'a Yaklaşımı
İslâmiyet'in inançsızlara karşı olan tutumu yanında bir de ateistlerin İslâm'a karşı tutumları vardır. Burada da genelde iki yaklaşım söz konusu olmuştur. Birincisi tamamen felsefî kaygılardan hareketle ortaya konan ve düşünce ürünü olan eleştirilerdir. Bu tür eleştirilerde belli bir seviye ve entelektüel bir tavır görülmektedir. Bu eleştiriler tamamen düşünce seviyesinde kalmakta pratikte yıkıcılığa ve ahlâksızlığa dönüşmemektedir. Çünkü bu tür ateistlerde din veya Allah inancı tamamıyla teorik bir tartışma konusu olup dünyaya bakış açısıyla ilgili zihnî bir problemin unsurlarıdır. Buna karşın günlük yaşamda, ahlâk ve estetik gibi konularda çatışma mevzuu değildir.
Ateizmin ikinci yaklaşımında ise birincisinden oldukça farklı olan ideolojik eleştiriler ön plana çıkmıştır. Bu eleştirilerin temelinde de teorik kaygılardan ziyade ideolojik ön yargılar ve saplantılar görülmektedir. Öyle ki bu çerçevede fikirler dile getirilirken, özellikle üslûp açısından, inanan insanları incitici ve onlara hakaret edici öğelere sıkça rastlanmaktadır. Şüphesiz ki İslâmiyet'in bunlara karşı sessiz kalması beklenemez. Hatta meşru ölçüler içerisinde bunlarla mücadele etmesi de kaçınılmazdır.
Yukardaki iki yaklaşımın dışında bir de dinle (İslamla) barışık olan ancak inançlarını kabul etmeyen ateistler vardır. Bunların bir kısmı İslâmiyeti içerisinde yaşadıkları kültürün bir parçası olarak görmüş bu nedenle saygı duyduklarını ifade etmişlerdir. Bir kısmı da inanmasa bile İslâmiyet'in Allah c.c inancını inanmaya ve kabul etmeye yakın bulmuş, bunun yanında Hz. Muhammed'e olan sempatisini de gizlememiştir.
İslâmı, kültürün bir parçası olarak gören ve inanmadığı halde dindarlardan rahatsız olmayan ateistler sosyal ilişkilerinde ve iş hayatlarında da çevresiyle barışık bir tutum içerisinde bulunmuşlardır. Hiçbir zaman da karşısındakiyle mücadele etmeyi ya da onlara müdahaleyi aklından geçirmemiştir.
Bazı ateistler de dinler arasında mukayese yapmış ve inanmasalar da İslâm'ın diğerlerinden farklı olduğunu itiraf etmişlerdir. Bu duruma Batı kültüründe oldukça sık rastlanmaktadır. Hıristiyanlığın paradokslarından, dramatik hikayelerinden ve kilisenin hiç de insancıl olmayan tarihi geçmişinden bunalan bazı kişiler çareyi ya ateizmde ya da başka bir inanca geçmekte görmektedirler. Bu nokta da İslâmiyet kilisenin kutsal şarabı karşısında bardaktaki içme suyu kadar saf görünmektedir. Ne var ki o kişilere temiz suyu bulanık gösteren içerden (Kilise bağnazlığı) ve dışardan (ideolojik propagandalar) pek çok unsur bulunmak-tadır.
3. Ateizm Karşısında İslâm
Ateistlerin çarpıtmalarına rağmen İslâmiyet bütün sadeliği ve yeniliğiyle beraber apaçık ortadadır. Kendisine ateistlerce (özellikle materyalistler) atfedilen olumsuz niteliklerin çok uzağında, çağımız insanına bir umut olma özelliğini muhafaza etmektedir.
İnsanlığa hitap eden din (İslâmiyet) ateistlerin düşündüğünün aksine ne bir ideoloji, ne sadece ekonomik ve politik bir yapı, ne de felsefî bir dünya görüşüdür. O evreni ve canlıları kucaklayan, bütün insanları insan olmak bakımından hoşgörüyle karşılayan, onları dili, rengi, kültürü, sosyal statüsü, ekonomik durumu, cinsiyeti, nesebi ya da geçmişiyle yargılamayan tek Allah c.c inancını savunan, putperestliği yıkan ve yeryüzünde adaleti amaçlayan engin bir inanç sistemi ve hayat düzenidir. Büyüklüğü ve kucaklayıcılığı içerisinde yaşamın her alanıyla ilgili olarak bizlere temel ilkeler sunan, hayatî konularda çözüm yolları öneren evrensel bir değerler sistemidir. Canlılara şefkatle yaklaşılmasını isteyen, insanlar arasında iyiliği ve dürüstlüğü tavsiye eden ve maddi âlemin geçici olduğunu düşündüren bir yaşam tarzıdır. Bu anlamda İslâmiyet herhangi bir teorisyenin zihnine sığacak kadar dar olmadığı gibi, bütün varlığa, tarihe, toplumsal yapıya ve insanlığa idelojilerin yaptığı gibi tek bir ilkeyle yaklaşacak kadar da sığ bir bakış değildir.
Sosyal alanda toplum ve fert dengesini gözeten İslâmiyet, hem ferdin hem de toplumun haklarını koruyan, toplumsal düzenin yanında bireysel hakların da savunucusu olan ilâhî bir dindir. İslâm birtakım ideolojiler gibi toplumla fert arasında uçurum oluşmasına imkân tanımamış, birini diğerine feda etmemiştir. Hukukta adalet ve eşitlik ilkesini esas almış bütün insanların bunlara her koşulda riayet etmelerini tavsiye etmiştir.
İslâmiyet çalışmayı, ticareti, dürüst yollarla para kazanmayı teşvik etmiş, aldatmayı, yalanı, sömürüyü ve borçluyu ezmeyi ise şiddetle yasaklamıştır. Bilimde araştırmayı ve tecrübeyi teşvik etmiş, hurafelerin, bâtıl inançların ve kâhinliğin şiddetle karşısında yer almıştır. Yönetimde danışmaya ve seçime önem vermiş, idarecileri de halkın hizmetçisi olarak görmüştür. Halkına zulmeden yöneticilere, krallara, sultanlara, diktatörlere lânet okumuş, onları müşfik ve merhametli olmaya çağırmış yönetimde yaşlı, yoksul, kimsesiz ve zayıfların kollanmasını tavsiye etmiştir.
İslâmiyet her türlü egoizmi ve ırkçılığı reddetmiş, bu amaçla öldürmeyi ve zulmetmeyi reddetmiş, bir başkasının canına, malına, ailesine, inancına ve özel yaşamına müdahale edilmesini de yasaklamıştır. Müslümanlara, müslüman olmayanların inançlarına da saygı göstermelerini ve kesinlikle bir başkasının inancına kötü söz söylememesini tavsiye etmiş, kimseye de inanç konusunda baskı yapılmamasını öğütlemiştir.
İslâmiyet günlük ibadetin temiz olan her yerde yapılabileceğini belirtmiş, bu iş için herhangi bir mekân şartını koşmamıştır. Namaz, oruç, zekât ve hac gibi belli şekil ve zamanlarda yapılması zorunlu olan ibadetlerde dahi insan vücudunun ve psikolojisinin yapısını göz önünde bulundurmuş, hastalık, bilgisizlik, tehlikelidurum, çocukluk, yaşlılık, unutkanlık vb. durumlarda kimseyi sorumlu tutmamıştır.
İslâmiyet inancın kul (insan) ile Allah c.c arasındaki bir mesele olduğunu belirtmiş bu konuda olumlu ya da olumsuz dış müdahaleyi yasaklamıştır. Âlimlere büyük önem vermesine rağmen, onlar dahil olmak üzere kimsenin Allah c.c adına söz söyleyemeyeceğini ve insanlara dayatma yapamayacağını ifade etmiş, hıristiyanlıkta görüldüğü gibi ruhban sınıfına da (klerikal yapılanma) imkân tanımamıştır.
İslâm ibadetlerde dahi insanla Allah c.c arasına kimsenin giremeyeceğini belirtmiş, insanlar arasında hiçbir kimsenin bir diğerini cennete ya da cehenneme gönderme yetkisinin bulunmadığını ifade etmiştir. Din âlimi dahi olsa kimsenin din adına affetme ya da ceza verme durumunda olmadığını söylemiştir.
İslâmiyet ibadetlere büyük önem vermekle birlikte insanların bunların eksikliğinden dolayı ümitsizliğe ya da karamsarlığa kapılmalarını da iyi görmemiş bir an önce bu tür insanların kendilerini toparlamalarını tavsiye etmiştir. İslâmiyet çeşitli gerekçelerden dolayı alkol, uyuşturucu ve kumar gibi alışkanlıklara kapılanların da kendilerini bırakıp, dinden uzaklaşmamalarını istemiş, zor olsa bile bu tür alışkanlıkların tedrîcen sona erdirilmesi gerektiğini hatırlatmıştır. İslâmiyet ümitsizliği de yasaklamıştır. Geçmişi ve yaptıkları ne olursa olsun bir insanın Allah’a dönebileceğini ve yaşamın her safhasının da bu iş için güzel bir fırsat olduğunu ifade etmiştir.
Görüldüğü gibi İslâmiyet gerek bireysel, gerek toplumsal ve gerekse evrensel açılardan mutluluğun temini yönünde ilkeler ortaya koymuş, niçin var olunduğu ve nereye gidileceğine dair getirmiş olduğu açıklamalarla insanlara bir vizyon sunmuştur.
Ateizmin ise insanlara bir vizyon sunması ve varlık alemiyle ilgili tatmin edici açıklamalar getirmesi bugüne kadar mümkün olmamıştır. Sadece niçin var olduğumuzla alâkalı olarak değil ayrıca nasıl var olduğumuz ve nereye gideceğimizle ilgili olarak da ateizmin sunacağı bir şey bulunmamaktadır. Doğrusu ateizmden böyle bir izah beklemenin de anlamı yoktur. Çünkü kendisi reaksiyoner bir tavırdır. Sistemli ve ahenkli bir dünya görüşü ortaya koymak yerine dine ve Allah c.c inancına karşı eleştirel bir tutum takınmakla yetinmiştir. Ortaya yeni bir şey koyamadığı gibi insanların ufkunu açacak, onlara ümit verecek ve geleceği aydınlatacak bir sistem de sunmamıştır.
Yukarıdaki durum ideolojik ateizm için de söz konusudur. Orada dahi her türlü dayatmaya ve fikrî doğmatizme rağmen tıkanma olmuş ve insanların yeni arayışlara girdiği gözlenmiştir. Hâlâ bir kısım insanların teorik olarak ideolojik ateizmden vazgeçmemiş oldukları gözlense de sonuç itibariyle onların da özeleştiri de bulundukları bilinmektedir.
Her şeye rağmen İslâmiyet bütün sadeleği ve çekiciliği ile insanlığın önünde durmaktadır. Geleneğin ve değişik kültürlerin her türlü olumsuzluğuna rağmen İslâmiyet'in öz kaynakları (Kur'an ve Hz. Peygamber'in dinle ilgili sözleri) bizlere tarihi kaynaklarca ulaştırılmıştır.
Özünde barış, kardeşlik, erdemlilik, temizlik, insan severlik ve hoşgörü olan İslâm ne yazık ki günümüzde, olduğundan farklı bir şekilde sunulmuştur. Bütün insanlığa hitap ettiği halde özellikle Ortadoğudaki bazı toplumların gelenek ve kültürleriyle özdeşleştirilen İslâm, kendine en fazla ihtiyaç duyulduğu bir asırda kenarda kalmış ve modernitenin ihtiyaç duyduğu manevi boşluğu doldurmasına müsade edilmemiştir. Bilgisiz ve kaba insanlar yüzünden de bazı çevrelerce kendisinden nefret edilen ve uzaklaşılan İslâm dini her türlü hurafeden, paganizmden, fetişizmden, büyücülükten, miskinlikten ve bilim düşmanlığından uzak olduğu halde gerici bir din gibi takdim edilmiş ve karalanmıştır.
Bunda Müslümanların ihmali de elbette vardır. Ancak bunun sorumlusu ne dindir (İslâmdır), ne yaşamı bizlere bahşeden Allah, ne de "Birbirinizi sevin. Sevmedikçe iman etmiş olmazsınız..." diyen Hz. Peygamber'dir s.a.v(81)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İDEOLOJİK ATEİZM
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İslam ve Ateizm

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Reddiye Kitabı Ve İslama Davet ( Nasıl Müslüman Olurum )

 :: İnsanları İmanlar 'ından Ederek, Dünyayı zulme ve Kötülüğe Boğan hırıstiyan ve yahudi kökenli akım ve görüşlere Reddiye :: ateizme Reddiye
-
Buraya geçin: