iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 İSLAM TARİHİ 10- PEYGAMBERİMİZİN A.S HÜKÜMDARLARI İSLAMA DAVETİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 10- PEYGAMBERİMİZİN A.S HÜKÜMDARLARI İSLAMA DAVETİ Empty
MesajKonu: İSLAM TARİHİ 10- PEYGAMBERİMİZİN A.S HÜKÜMDARLARI İSLAMA DAVETİ   İSLAM TARİHİ 10- PEYGAMBERİMİZİN A.S HÜKÜMDARLARI İSLAMA DAVETİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 6:14 pm

PEYGAMBERİMİZ ALEYHİSSELAMIN ELÇİLERİ
HÜKÜMDARLARI İSLAMİYETE DAVET EDİYOR

Elçilerin Gönderiliş Tarihi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Hicretin 6. yılında, Zilhicce ayında, Hudeybiye'den Medine'ye döndükten sonra [1] veya Hicretin 7. yılı Muharrem ayında [2] bir gün, ashabının yanlarına varıp:
"Ey insanlar! Hiç şüphesiz, Yüce Allah, beni herkese rahmet olarak göndermiştir!
Havarilerin İsa b. Meryem'in emrinde ihtilaf ettikleri gibi, siz de benim emrimde ihtilaf etmeyiniz!" buyurdu.
Ashab:
"Yâ Rasûlalları! Havariler nasıl ihtilaf ettiler?" diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim sizi davet edeceğim şeye, o da havarileri davet etmişti.
Yakındaki bir yere gönderdiği kimseler razı oldular ve selameti buldular. Uzak bir yere gönderdiği kimseler ise, suratlarını astılar ve ağır davrandılar.
İsa da bunu Allah'a şikâyet etti.
Bunun üzerine, ağır davrananlar, gönderildikleri halkın diliyle konuşur oldukları halde sabaha çık¬tılar!" buyurdu. [3]

İsa Aleyhisselamın Kimleri, Nerelere Gönderdiği?

İsa Aleyhisselam, havarilerden ve etbaından uzak yerlere gönderdiği kişilerden;
1. Butrus'u, havari olmayan etbaından Buluş ile birlikte, Rûmiye'ye,
2. Enderais ile Menta'yı, halkı adam yiyen Yamyamîler diyarına,
3. Tomas'ı, Maşrık'ta Babil diyarına,
4. Flübüs'ü, Kartacannaya (Afrika'ya),
5. Yuhannes'i, Efsus'a (Ashab-ı Kehf gençlerinin karyesine),
6. Yakubüs'ü, Oraşalim'e (Beytül-Makdis karyesi İlya'ya),
7. İbn Selmayı, göçebe Araplara (Hicaz toprağına),
8. Simun'u, Berber toprağına,
9. Havarilerden olmayan Yahuda'yı da, Yudis'in yerine, göndereceği yere göndermişti. [4]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Ashabdan Kimleri, Kimlere Gönderdiği?

Peygamberimiz Aleyhisselamın Muhacir sahabileri, ayağa kalkarak:
"Sen bizi nereye göndermek istersen, oraya gönder! Biz senin emrini yerine getiririz! [5] Vallahi, hiçbir şey hakkında sana muhalefet etmeyiz. Bize emret ve göndereceğin yere gönder bizi!" dediler. [6] Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, ashabından:
1. Dıhye b. Halîfe el-KelbFyi, Rum hükümdarı Kayser'e;
2. Abdullah b. Huzâfe es-Sehmîyi, Acem şahı Kisrâ'ya,
3. Amr b. Ümeyye ed-Damrî'yi, Habeş hükümdarı Necaşî'ye,
4. Hâtıb b. Ebi Beltaa'yı, İskenderiye hükümdarı Mukavkıs'a,
5. Şüca1 b. Vehb'i, Gassan hükümdarı Hevze b. Ali'ye gönderdi [7]
Yola çıkarılan bu elçiler de, Peygamberimiz Aleyhisselamın bildirdikleri gibi, gönderildikleri millet¬lerin dillerini konuşur oldukları halde sabaha çıktılar. [8]
Peygamberimiz Aleyhisselam, gönderdiği elçilerin yanlarına varacakları hükümdarlara da, bireryazı yazdırdı . [9]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Yazdırdığı Yazıları Mühürlemesi

Peygamberimiz Aleyhisselam Acem şahına, Rum Kayserine ve Habeş Necaşî'sine mektup yazdır¬mak istediği zaman: [10]
"Yâ Rasûlallah! Onlar, bir mektubu, mühürlü olmadıkça, okumazlar!" denilmişti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam gümüşten bir mühür yüzük edindi ki, kaşına, üç satır üzerine Allah Resûl Muhammed nakşedilmişti. [11]
Mühür yüzükteki yazı; aşağıdan yukarıya doğru, 'Muhammed1 bir satır, 'Resûl' bir satır, Allah' da bir satır olmak üzere üç satır halinde idi. [12]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu mühür yüzüğü sol elinin serçe parmağına takardı . [13]
Sağ elinin parmağına taktığı da olurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun kaşlı tarafını avucunun içine çevirir, getirirdi. [14]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu mühür yüzük parmağında olduğu halde vefat etmiştir. [15]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mühür yüzüğünü, Hz. Ebu Bekir, ondan sonra Hz. Ömer, Hz. Ömer'den sonra Hz. Osman parmağına takmıştır.
Hz. Osman bir gün Eriş kuyusunun başında oturduğu sırada onu parmağından çıkarmış, elinde evirip çevirirken kuyunun içine düşürmüş, kuyunun bütün suyu çektirildiği, üç gün gidilip gelinip arandığı halde bu yüzük bulunamamıştır. [16]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Hükümdarlara Elçiler Göndermesinin Sebebi

Hudeybiye'de Kureyş müşriklerine de açıklanmış olduğu üzere, Kureyş müşrikleri Peygamberimiz Aleyhisselamı uğraştırmadıkları takdirde, Peygamberimiz Aleyhisselam İslâmiyet] başka kavim ve kabileler arasında yaymaya çalışacaktı . [17]
Peygamberimiz Aleyhisselam Hudeybiye'de Kureyş müşrikleriyle yaptığı muahede ile çarpışmayı bırakarak on yıl barış içinde yaşamayı sağlayınca; [18] Yüce Allah'ın:
"De ki: 'Ey İnsanlar! Ben Allah'ın hepinize gönderdiği peygamberim!'" [19] buyruğuna uyarak, en yakınından en uzağına kadar, komşu hükümdarlara ve kabile başkanlarına İslâmiyeti duyurmak, kendi¬lerini İslâmiyete davet etmek sırası gelmişti.
Bunun için, ashabından bazılarını hükümdarlara gönderdi ve yazdırıp ellerine verdiği mektuplarla onları İslâmiyete davet etti. [20]

Amr b. Ümeyye'nin Habeş Necaşi'sine* Gönderilişi

Gönderiliş Tarihi

Amr b. Ümeyye ed-Damrî'nin Habeş Necaşî'sine gönderilişi, Hicretin 7. yılı Muharrem ayında idi. [21] Amr b. Ümeyye, hükümdarlara gönderilen elçilerin ilki idi. [22]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Habeş Necaşî'sine gönderdiği, Muhammed Resûlullah mührü ile mühürlü mektubunda şöyle buyurdu:
"Bismillâhirrahmânirrahîm
Bu, Peygamber Muhammed'den, Habeşlerin ulusu Necaşî'ye yazılan yazıdır:
Doğru yola tâbi olanlara; Allah'a ve Allah'ın Resûlüne iman edenlere; Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına, O'nun şeriksiz bir tek ilah olduğuna, kendisinin hiçbir eş ve oğul edinmediğine, Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet getirenlere, selam olsun!
Ben seni Allah'ın davetiyle (İslâmiyete) davet ediyorum!
Ben O'nun Resûlüyüm!
Sen Müslüman ol ki, selamete eresin!
'Ey Ehl-i Kitab! Geliniz: Bizim aramızla sizin aranızda eşit ve ortak bir sözde (kelime-i tevhidde) bir¬leşelim de, Allahtan başkasına ibadet etmeyelim ve O'na hiçbir şeyi şerik koşmayalım!
Allah'ı bırakıp da, birbirimizi rabler edinmeyelim!
Eğer bu davetten yüz çevirirsen, Hıristiyan kavminin vebali senin üzerindedir!" [23]
İbn İshak'a ve daha başka kaynaklara göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın Necaşî'ye gönderdiği mektupta şöyle buyurdukları da rivayet edilir:
"Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah'ın Resûlü Muhammed'den, Habeş Kralı Necaşî Ashama'ya!
Selam olsun sana!
Senin temelli selamette olmanı diler, [24] sana olan nimetinden dolayı Allah'a hamd ü sena ederim-ki, O'ndan başka ilah yoktur! O Melik'tir, Kuddûs'tür, Selam'dır, Mü'min'dir, Müheymin'dir! [25] Şehadet ederim ki; İsa b. Meryem, Allah'ın çok temiz, iffetli, dünyadan el etek çekmiş olan Meryem'e ilka ettiği Ruhu ve Kelimesidir ki, Meryem böylece ona gebe kalmış, Yüce Allah onu Ruhundan nefhedip yarat-mıştır. Nasıl ki, Âdem'i de, Kudret Eliyle ve nefhiyle öyle yaratmıştı.
Ben seni, Bir olan, eşi ortağı bulunmayan Allah'a ve O'na ibadet ve tâata, bana tâbi olmaya ve Allah'tan getirip tebliğ etmiş olduğum şeylere iman etmeye davet ediyorum.
Çünkü, ben Allah'ın Resûlüyüm!
Amcamın oğlu Cafer'i, bazı Müslümanlarla birlikte sana göndermiştim. Yanına geldikleri zaman, zulmü bırak, onları ağırlamaya bak!
Ben seni ve askerlerini Yüce Allah'a ibadet ve tâata davet ediyorum.
Sana gereken tebligatı yapmış, öğüdü vermiş bulunuyorum.
Öğüdümü kabul ediniz!
Doğru yola uyan gidenlere selam olsun!" [26]

Amr b. Ümeyye'nin Necaşi'nin Huzuruna Küçük Kapıdan Girmekten Kaçınışı

Amr b. Ümeyye, Habeş ülkesine gittiğinde, adamların Necaşî'nin huzuruna küçük bir kapıdan eğil¬erek girdiklerini gördü. Kendisi de, kapıya kadar vardı. Hemen oradan geri döndü.
Amr b. Ümeyye'nin bu davranışı oradakilerin ağırlarına gitti. Amrb. Ümeyyeyi hırpalamak, tartak¬lamak istediler.
Necaşî, Amr b. Ümeyye'ye:
"Seni küçük kapıdan içeri girmekten alıkoyan nedir?" diye sordu.
Amrb. Ümeyye:
"Bizler Peygamberimize böyle yapmayız! Onun yanına, eğilerek girmeyiz!" dedi.
Necaşî:
"Doğru söyledin!" dedi ve adamlarına da:
"Serbest bırakınız onu!" diye emir verdi [27]

Amr b. Ümeyye'nin Necaşi'nin Huzurundaki Hitabesi

Amr b. Ümeyye, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Necaşî'ye sunduktan sonra, şöyle hitab etti:
"Ey Ashama! Bana düşen söylemek, sana düşen de dinlemektir:
Sen bize ne kadar şefkat ve nezaket gösterdinse, bizim de sana o derece güvenimiz olmuştur.
Biz senden hangi hayrı ve iyiliği ummuşsak, muhakkak ona kavuşmuşuzdur.
Biz senden hiçbirzaman hiçbir hususta hiçbir korku ve endişe duymamış; daima emniyet ve güvenç içinde bulunmuşuzdur.
Zaten, biz senden, 'Sizinle bizim aramızda, İncil, reddolunmaz bir şahit, haksızlık etmez, bu yolda kesip aralayıcı hüküm verir bir hâkim olsun! Şu kadar ki, Yahudilerin İsa b. Meryem hakkındaki davranışları gibi, sen de şu ümmî peygamber hakkında kötü davranmayasın!1 diye bir hüccet ve teminat da almış bulunuyorduk.
Peygamber Aleyhisselam elçilerini ayırıp hükümdarlara yolladığı zaman, ben, o elçilerin kendileri için ummadıkları şeyi senden umduğum ve onların korktukları şey hakkında ben senden emniyet içinde bulunduğum halde, geçmişteki hayır ve iyiliklere göre ecir ve mükâfat bekleyerek gelip huzuruna çıkmış bulunuyorum!" dedi. [28]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Okunuşu ve Necaşi'nin Müslümanlığını Açıklayışı

Necaşî, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Amr b. Ümeyye'den alınca, gözlerine sürdü. [29] Öpüp başına koydu. [30] Hemen tahtından indi, tevazu göstererek yere oturdu ve Müslümanlığını açık¬ladı. Şehadet getirdi ve:
"Eğer yanına kadar gitmeye imkân bulsaydım, muhakkak giderdim! [31]
Allah'ı şahit tutarak söylerim ki: O, Kitab Ehli olan Yahudilerle Nasrânîlerin [Hıristiyanların] gele¬ceğini bekleyip durdukları ümmî peygamberdir!
Musa Peygamber, 'Merkebe biner!' diyerek İsa Peygamberin geleceğini müjdelediği gibi; İsa Peygamber de, Deveye biner!' diyerek Muhammed Peygamberin geleceğini öylece müjdelemiştir!
Gözle görmek, bu müjde haberinden daha tatmin edici, daha içe sindirici değildir! [32]
Fakat, ne yapayım ki, Habeşlilerden pek az yardımcılarım vardır. Yardımcılarımın çoğalmasını ve kalblerin İslâmiyete ısınmasını bekliyorum" dedi. [33]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Kutu İçinde Saklanışı

Necaşî, fil kemiğinden (dişinden) yapılmış bir kutu getirtip Peygaım berim iz Aleyhisselamın mektu¬plarını onun içine koydu ve:
"Bu mektuplar aralarında bulundukça, Habeşlerde hayır ve bereket devam edecektir!" dedi. [34] Rivayete göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın mektupları, Habeş Necaşî'lerinin ellerinde bulun¬makta devam etmiş, Necaşîler tarafından bu mektuplara büyük saygı ve itina gösterilegelmiştir. [35]

Halen Şam'da Bulunan ve Peygamberimiz Aleyhisselama Ait Olduğu Sanılan Mektup

D. M. Dunlop'un verdiği bilgiye göre; Peygamberimiz Aleyhisselamın Necaşîye göndermiş olduğu mektuba benzeyen bir mektup halen Şam'da bir şahsın elinde bulunmaktadır.
Sözü edilen şahıs; bunu birkaç yıl önce, bir Habeş pazarından aldığını söylemiştir.
Mektup, yaklaşık olarak 23x33 cm. eb'âdında bir deri üzerine kahverengi mürekkeple yazılmıştır.
Mektubun 17. satırının sonunda yuvarlak mühür izi vardır.
Bu mühür, 2/5 cm. çapındadır ve aşağıdan yukarıya doğru 'Muhammed' bir satır, 'Resûl' bir satır, 'Allah' da bir satır olmak üzere üç satır halindedir. [36]

Amr b. Ümeyye'nin Öldürülmek Üzere Necaşi'den İstenilişi

Kureyş müşriklerinden Amr b. As, Hendek savaşından sonra, bazı kafadarlanyla birlikte, Habeş ülkesinde oturmayı, Peygamberimiz Aleyhisselamla müşriklerden hangi taraf kazanırsa o tarafa katıl¬mayı kararlaştırmışlar; tabaklanmış bir hayli meşin toplayıp Habeş ülkesine gitmişlerdi.
Bunların Habeş ülkesinde bulundukları sırada, Peygamberimiz Aleyhisselam da, Amr b. Ümeyye'yi elçi olarak oraya göndermişti. Amr b. Âs, Amr b. Ümeyye'nin Necaşî'nin yanına girip çıktığını görünce, arkadaşlarına:
"Bu, Amr b. Ümeyye'dir!
Eğer Necaşf'nin yanına girersem, onu bana teslim etmesini, Necaşî'den isteyeceğim! Bana verdiği zaman da, onun boynunu vuracağım!" diyerek Necaşî'nin yanına girdi.
Öteden beri yaptığı gibi, Necaşî'nin huzurunda yere kapandı.
Necaşî, ona:
"Hoşgeldin dostum! Memleketinden bana hediye olarak birşeyler getirdin mi?" dedi.
Amr b.Âs:
"Evet! Ey hükümdar! Sana birçok meşin hediye edeceğim!" dedi, getirdiği meşinleri Necaşî'nin yanı¬na yaklaştırdı.
Meşinler Necaşî'nin hoşuna gitti.
Bunun üzerine, Amr b. Âs:
"Ey hükümdar! Ben senin yanından bir adamın çıktığını gördüm ki, o, bize düşman bir adamın elçi-sidir!
Onu bana teslim et de, öldüreyim?
Çünkü, o, eşrafımızdan ve hayırlılarımızdan bazı kişileri öldürmüştür!" dedi.
Amr b.Âs derki:
"Ben bunu söyler söylemez, Necaşî kızdı; sonra da, elini uzatıp bumuma öyle bir çarptı ki, bumu¬mu kırdı sandım!
Eğer o sırada yer benim için yanlsaydı, korkumdan yerin dibine girerdim!"
Bundan sonra, Amr b. Âs:
"Ey hükümdar! Vallahi, bundan hoşlanmadığını bilseydim, onu senden dilemezdim" dedi.
Necaşî:
"Demek, sen Musa Peygambere gelmiş olan Nâmûs-u Ekber (Cebrail)'in kendisine gelip durduğu bir zâtın elçisini öldürmek üzere sana vermemi istiyorsun ha?" dedi.
Amr b.Âs:
"Ey hükümdar! O, gerçekten, böyle bir peygamber midir?" diye sordu.
Necaşî:
"Yazıklar olsun sana ey Amr! Sen benim sözümü dinle de, ona tâbi ol!
Çünkü, o, vallahi hak üzeredir! Kendisine karşı koyanlara galebe çalacaktır-Musa Peygamberin Firavuna ve ordusuna galebe çaldığı gibi!" dedi.
Amr b.Âs:
"Öyleyse, sen benim ona İslâmiyet üzere bey1 atı mı alır mısın?" diye sordu.
Necaşî:
"Olur!" dedi ve elini uzattı.
Amr b.Âs da, ona İslâmiyet üzere bey'at ettikten sonra, arkadaşlarının yanına döndü ve Müslüman olduğunu onlardan gizli tuttu. [37]

Habeş Halkının Necaşi'ye Karşı Ayaklanışı

Habeş halkı toplanıp Necaşîye:
"Sen dinimizden ayrıldın!" diyerek ayaklandılar.
Necaşî, Hz. Cafer'le arkadaşlarına haber gönderdi, gemiler hazırlattı ve:
"Gemilere biner, bir müddet onların içinde bulunursunuz.
Eğer ben şu halka yenilirsem, siz istediğiniz yere kavuşmak üzere çıkıp gidersiniz.
Eğer ben onlan sindirir, kendime boyun eğdirmeyi başarabilirsem,yine burada kalırsınız!" dedikten sonra yazılı bir kağıdı eline aldı.
Kağıttaki yazıda:
"Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed Aleyhisselamın Allah'ın kulu ve resûlü olduğu¬na, İsa b. Meryem Aleyhisselamın da Allah'ın kulu ve resûlü ve Allah'ın Meryem'e ilka eylediği Ruhu ve Kelimesi olmaktan başka bir vasfı bulunmadığına şehadet" ediliyordu.
Necaşî, bu yazıyı kaftanının içinden sağ omuzuna doğru yerleştirdikten sonra, Habeş halkının yan¬larına doğru vardı.
Onlar, Necaşî için sıralanmışlardı.
Necaşî, onlara:
"Ey Habeş cemaati! Ben size insanların en yakını ve en lâyıkı değil miyim?" diye sordu.
"Evet! Öylesin!" dediler.
Necaşî:
"Siz, benim aranızdaki hal ve gidişatımı nasıl buluyorsunuz?" diye sordu.
Habeşliler:
"En hayırlı bir hal ve gidişat olarak görüyor ve buluyoruz!" dediler.
Necaşî:
"O halde, siz benden ne istiyorsunuz?" diye sordu.
Habeşliler:
"Sen dinimizden ayrıldın, İsa'nın bir kul olduğunu söyledin!" dediler.
Necaşî:
"Ya siz, İsa hakkında ne dersiniz?" diye sordu.
Habeşliler:
"'O, Allah'ın oğludur!' deriz" dediler.
Bunun üzerine, Necaşî elini göğsüne ve kaftanına bastırarak:
"Bu, şehadet eder ki; İsa b. Meryem, bundan [göğsümdeki yazıda olandan] başka birşey değildir!" dedi.
Habeşliler, Necaşî'nin bu sözünden hoşnut oldular, karşısından çekilip gittiler. [38]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektuplarını Necaşi'nin Cevaplayışı

Necaşî, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektuplarını şöyle cevaplandırdı:
"Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah'ın Resûlü Muhammed'e Necaşî Ashama tarafındandır
Ey Allah'ın Peygamberi!* [39]
Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan ve beni İslâmiyete hidayet eden Allah'ın selamı, rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun [40]
Bundan sonra, arzederim ki yâ Rasûlallah! İçinde İsa'nın işi anılan mektubun bana erişti.
Göklerin ve yerin Rabbine yemin ederim ki; İsa da, kendisi hakkında, senin andığından zerre kadar fazla değildir.
O, ancak senin dediğin gibidir.
Senin bize neleri tebliğ etmek üzere gönderildiğini öğrenmiş, amcanın oğlu ve arkadaşlarıyla tanışmış, kendilerini ağırlamış bulunuyoruz.
Şehadet ederim ki; sen, muhakkak, sözlerinde doğru olan ve kendinden önceki peygamberleri de doğrulayıcı olarak gönderilmiş bulunan Resûlullahsın!
Ben sana bey'at için amcanın oğluna bey'at etmiş; âlemlerin Rabbi olan Allah'a, onun önünde boyun eğip Müslüman olmuşumdur.
Oğlum Erha b. Ashama b. Ebcer'i de sana gönderiyorum.
Ben, kendimden başkasına güç yetirememekte, söz geçirememekteyim.
Eğer benim de muhakkak yanına gelmemi istiyorsan, ben onu da yaparım yâ Rasûlallah!
Ben senin söylediğin şeylerin hak ve gerçek olduğuna şehadet ediyorum!
Selam olsun sana yâ Rasûlallah!" [41]

Necaşi'nin Muhacir Müslümanları Gemilere Bindirip Medine'ye Yollayışı

Necaşî; Muhacir Müslümanların yol hazırlıklarının görülmesini, düzenlenmesini ve Amr b. Ümeyye ile birlikte iki gemiye bindirilmelerini adamlarına emretti. [42]
Hemen, kaptanlanyla birlikte, iki gemi tahsis edildi. [43]
Kureyş müşriklerinin liderlerinden Ebu Süfyan'ın kızı olup Habeşistan'da mürted kocası ölünce Peygamberimiz Aleyhisselama nikahlanan Hz. Ümmü Habibe de, onlarla birlikte bu gemilere bindiril¬di. [44]
Necaşî, Hz. Cafer'le arkadaşlarının yanına 70 kişi de kattı ki, bunların 62'si H abeşli, B'i Şamlı idi. [45]
Hepsinin üzerlerinde softan cübbeleri vardı.
Hepsi de, kilise ve din adamlarının iyilerinden ve yürekleri yufka, gözleri yaşlı olanlarındandılar. [46]
Hz. Ümmü Habibe'nin bildirdiğine göre;
Necaşî'nin gemicileri, Müslümanları Car limanına kadar getirip karaya çıkardılar. [47]
Car; Kulzum denizinin sahilinde bir şehirdir.
Car ile Medine arası, bir gün bir geceliktir.
Car ile Eyle arası üç merhale, Cuhfe sahiline doğru da üç merhale kadardır.
Car; Habeş, Mısır, Aden, Çin ve diğer Hind beldelerinden gelen gemilerin çıkış yeri, limanıdır.
Car'ın yarısı denizde, ada üzerindedir; yarısı da sahildedir.
Pek çok köşkleri ve yalıları olan bir yerdir. [48]
Yolcular, Car'a çıkınca, oradan, develere binerek Medine'ye gittiler. [49]

Necaşi'nin Peygamberimiz Aleyhisselama Gönderdiği Bazı Hediyeler

Necaşi'nin Peygamberimiz Aleyhisselama, hediye olarak gömlekler, donlar, kaftanlar, iki çift ince ve yumuşak mest.. gönderdi. [50]

Necaşi'nin Oğlu Erha ile Yanına Katılanların Gemilerinin Batıp Denizde Boğulmaları

Necaşî, Hz. Cafer'le arkadaşlarının arkasından, oğlu Erha'yı da, 60 Habeşli ile birlikte bir gemiye bindirip Peygamberimiz Aleyhisselama yollamıştı.
Denizin ortalarına geldikleri zaman, bunların gemileri battı, hepsi de suda boğularak öldüler. [51]

Dıhye b. Halife'nin Rum Kayseri Herakliyus'a Gönderilişi

Gönderiliş Tarihi ve Gönderiliş Sebebi

Dıhye b. Halife'nin Rum Kayseri Herakliyus'a gönderilişi, Hicretin 7. yılı Muharrem ayında idi. [52] Peygamberimiz Aleyhisselam, Kayser Herakliyus'u İslâmiyete davet etmek üzere, ashabından
Dıhye b. Halife'yi bir mektupla ona gönderdi. Mektubu, Kayser'e sunması için, Busra emîrine teslim etmesini de, Dıhyeye emir buyurdu. [53]
Dıhye b. Halife, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu alıp Busra'ya hareket etti. [54]

Kayser'in Adağı ve Adağını Yerine Getirişi

Kayser Herakliyus:
"Eğer Allah İranlıların askerlerini bozguna uğratırsa, Hımstan İlyaya (Kudüs'e) kadar yaya olarak yürüyeyim!" diye adakta bulunmuş; [55] ülkesine giren Acem ordusunu yenip, onları toprağından çıkar¬maya ve iğtinam ettikleri en büyük salibi, haçı da geri almaya muvaffak olmuştu. [56]
Herakliyus, adağını yerine getirmek üzere, Hıms'tan İlya'ya kadar yaya yürümeye kalkmış, ken¬disinin yoluna döşekler serilmiş, [57] yürüyüp giderken üzerine kokular serpilmiş durmuş, böylece Kudüs'e erişmiş, adağını yerine getirmişti. [58]

Dıhye'nin Gassan Emîrine Başvuruşu ve Kudüs'e Gönderilişi

Herakliyus'un Kudüste bulunduğu sıralarda, Dıhye b. Halife de, Peygamberimiz Aleyhisselamin mektubunu Kayser'e sunmayı sağlamak üzere Busra'daki Gassan emîri Hâris'e başvurdu. [59]
O da, Dıhye'yi Herakliyus'a götürmesi için, Adiyy b. Hâtim'i vazifelendirdi.
Adiyy b. Hatim de, Dıhye'yi alıp Kudüs'e götürdü. [60]
Dıhye'ye, kavim ve kabilesinden bazı kişiler:
"Kayser'in yanına vardığın ve kendisini gördüğün zaman, yere kapan! Kayser izin verinceye kadar da, başını secdeden kaldırma!" dediler.
Dıhye:
"Ben bunu hiçbir zaman yapmam ve Allah'tan başkasına hiçbir zaman tapmam!" dedi.
"Eğer sen böyle yaparsan, o ne mektubunu alır, ne de sana bir cevap yazar!" dediler.
Dıhye:
"İsterse almasın!" dedi.
İçlerinden bir adam:
"Ben sana birşey daha salık vereyim mi ki, sen öyle yapınca hem mektubun alınsın, hem de ona secde etmek zorunda kalmayasın?" dedi.
Dıhye:
"Nedir o?" diye sordu.
Adam:
"Kayser'in her eşiğine oturacağı bir minberi vardır.
Sen gider, sahifeni minberin üzerine bırakırsın.
Kayser onu alınca sahibini çağırır; o zaman sen de Kayser'in yanına varırsın!" dedi.
Dıhye:
"Bak, işte bunu yapabilirim!" dedi. [61]

Kayser'in Tasalanışı

Kudüs'te oturan ve Şam Hıristiyanların a piskopos tayin edilen İtin Nâtur'un bildirdiğine göre; Herakliyus, Kudüs'e geldiği sıralarda, [62] günün birinde, pek üzüntülü ve tasalı göründü.
Meclisindeki devlet adamlarından bazıları, ona:
"Biz senin halini başka türlü görüyoruz!?" dediler. [63]
Herakliyus, yıldızlara bakar, kâhinlikten anlardı.
"Ben, bu gece yıldızlara baktığımda, Hitan Melikini (Sünnetliler Hükümdarını)zuhur etmiş gördüm!
Bu ümmet içinde sünnet olanlar kimlerdir?" dedi.
"Yahudilerden başka, sünnet olan yoktur! Onlardan da, sakın endişelenme! Hükmün altındaki şehirlere yaz: Oradaki Yahudileri öldürsünler!" dediler. [64]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Okutturuluşu

Kayser'in yıldızlara bakarak tasalandığı sırada, Dıhye gelip, Peygamberimiz Aleyhisselamin mek¬tubunu Kayser'in üzerinde oturup dinlendiği minberlerden birisinin üzerine bırakmıştı.
Kayser mektubu getirtti. Mektubun Arap dili ve yazısıyla yazıldığını görünce, Arapça yazıyı okumayı bilen bir tercüman çağırttı.
Mektuba:
"Allah'ın kulu ve resûlü Muhammed'den Rumların sahibi, büyüğü Herakliyus'a!" diye başlandığını görünce, Herakliyus'un kardeşinin oğlu kızdı, tercümanın göğsüne şiddetli biryumruk indirip adamı yere oturttu ve mektubu da elinden çekip aldı.
Herakliyus, ona:
"Sana ne oluyor ki, mektubu çalıp kaçıyorsun?!" dedi.
Yennek:
"Adamın mektubunu görmüyor musun?! Mektubuna hem senin isminden önce kendi ismiyle başlamış; hem de senin hükümdar olduğunu anmayarak 'Rumların sahibi, büyüğü Hrakl'a1 demiş!?
Neden 'Rumların Hükümdan!' diye yazmamış ve senin isminle başlamamış!
Onun mektubu bugün okunamaz!" dedi.
Herakliyus:
"Vallahi, sen ya küçük bir akılsızsın ya da büyük bir delisin!
Ben senin böyle olduğunu bilmiyordum.
Ben daha adamın mektubunun içindekine bakmadan, onu yırtıp atmak mı istiyorsun?!
Hayatıma yemin ederim ki; eğer o dediği gibi gerçekten Resûlullah ise, mektubuna benim ismim¬den önce kendi ismiyle başlamakta ve beni 'Rumların büyüğü ve sahibi' diye anmakta haklıdır. [65]
Ben ancak onların (Rumların) sahibiyimdir, hükümdarları değilimdir.
Fakat, Allah onları bana uysal kılmıştır.
Allah dileseydi Farsların Kisrâ üzerine yürüyüp onu öldürdükleri gibi, onları da benim üzerime yürütürdü!" dedi. [66]
Kardeşinin oğlu hakkında da:
"Dışarı çıkarınız bunu!" diye emretti.
Uskufu yanına çağırttı.
Uskuf; görüşü alınır, sözü dinlenir danışman kişi idi. [67]
Hıristiyan bilginlerinin ve Hıristiyanların başkanı idi . [68]
Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubu okunduğu zaman, uskuf Herakliyus'a:
"Vallahi, o, Musa ve İsa'nın bize geleceğini müjdelemiş olduğu peygamberdir. Zaten biz onun gelmesini bekleyip duruyorduk!" dedi.
Herakliyus:
"Sen bana bu yolda ne yapmamı tavsiye edersin?" diye sordu.
Uskuf:
"Benim görüşüm, ona tâbi olmanızdır!" dedi.
Herakliyus:
"Ben senin dediğin şeyi yapmanın gerekliliğini çok iyi biliyorum!
Fakat, ben ona tâbi olmaya güç yetinemeyeceğim!
Çünkü, hem hükümdarlığım elden gider, hem de Rumlar beni öldürürler!" dedi. [69]

Dıhye b. Halife'nin Sünnetli Olup Olmadığının Muayene Ettirilişi

Herakliyus, adamlarına:
"Gidiniz de, bu adam sünnetli midir, değil midir; bir bakınız!" dedi. [70]
Dıhye'yi soyup baktıkları zaman, onun sünnetli olduğu görüldü.
Herakliyus:
"Vallahi, gördüm onu! Elbisesini veriniz de, giysin o!" dedi. [71]
Herakliyus, Arapların sünnetli olup olmadıklarını, Dıhye'den sorunca, Dıhye:
"Araplar sünnet olurlar!" dedi.
Bunun üzerine, Herakliyus:
"Bu ümmetin meliki, hükümdarı zuhur etmiş bulunuyor!" dedi. [72]

Herakliyus'un Roma'daki Dostu Dagatır'a Peygamberimiz Aleyhisselam Hakkında Yazı Yazışı ve Şam Taraflarında Bulunan Ebu Süfyan'a Sorular Soruşu

Herakliyus Rûmiye'de (Roma'da) oturan ve bilgide kendisinin dengi olan bir dostuna (Dagatır'a) Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında yazı yazdı . [73]
Herakliyus'un bu dostu, İbranice okur, yazardı. [74]
Herakliyus, ayrıca:
"Peygamber olduğunu söyleyen şu kişinin kavminden, buralarda bir kimse var mıdır?" diye sor-m ustu.
"Vardır!" dediler. [75]
Herakliyus, Kudüs emniyet amirini çağırdı ve ona:
"Peygamber olduğunu söyleyen şu kişinin soyundan, kabilesinden Şam'da bir adam bulunuz ve onu muhakkak benim yanıma getiriniz!" diye emir verdi. [76] Kendisi, kalkıp Hıms'a gitti.
Daha Hımstan ayrılmadan, Roma'daki dostundan, Peygamberimiz Aleyhisselamın zuhuru ve gerçekten peygamber olduğu hakkındaki görüşüne uygun bir mektup geldi. [77]
O sırada, Ebu Sülyan b. Harb, ticaret için Şam'a giden bir Kureyş kafilesinin içinde, Herakliyus da Kudüste bulunuyordu. [78]
Ebu Süfyan'ın bildirdiğine göre; Gazze'de bulundukları sırada, Herakliyus'un emniyet amiri, üzer¬lerine saldırır gibi gelip:
"Siz, şu Hicaz'daki zâtın kavminden misiniz?" diye sordu.
Ebu Süfyan'la arkadaşları:
"Evet" deyince, emniyet amiri:
"Haydi, benimle birlikte hükümdarın yanına kadar gideceksiniz!" dedi. [79]
Herakliyus'un emniyet âmiri, Ebu Süfyan'la arkadaşlarını oradan Kudüs'e götürüp Herakliyus'un huzuruna çıkardı.
Herakliyus, çevresinde Rumların büyükleri olduğu halde oturmuş, başına da tacını giymişti. [80]
Herakliyus, Ebu Süfyan'la 30 kişi olan Mekkelileri, İlya (Kudüs) Kilisesinin içinde kabul etti. [81]
Tercümanını çağırdı. [82]
Ebu Süfyan'la arkadaşlarına:
"Peygamber olduğunu söyleyen o zâta soyca en yakın olan hanginizdir?" diye sordu.
Ebu Süfyan der ki:
"'Onların soyca ona en yakın olanı benim' dedim.
Gerçekten de, kafile içinde, o zaman Abdi Menaf oğullarından benden başka kimse bulunmuyordu.
Bunun üzerine, Kayser:
'Onu benim yakınıma getiriniz. [83]
Onun arkadaşlarını da ona yaklaştırınız!
Onlar bunun arkasında dursunlar1 dedi. [84]
Beni, Herakliyus'un önüne, arkadaşlarımı da benim arkama oturttu I ar. [85]
Herakliyus:
'Aranızda zuhur edip peygamberlik davasında bulunan şu kişi hakkında bana bilgi ver' dedi.
Ben, onun işini ve gidişini küçültmek istedim de:
'Ey hükümdar! Sen onun işine pek o kadar önem verme! Onun hali, sana eriştirilmiş olandan düşük ve küçüktür!' dedim.
Herakliyus benim bu sözümü hiç umursamadı.
'Sen onun hakkında soracağım şeylere cevap ver!1 dedi.
İstediğini sor' dedim. [86]
Bundan sonra Herakliyus, tercümanına:
'Söyle onun arkadaşlarına: Peygamber olduğunu söyleyen o zât hakkında, ben bundan birtakım şeyler soracağım!
Eğer bu kişi, sorduğum şeyler hakkında bana yalan söylemeye kalkışırsa, kendisini yalanlasınlar!' dedi.
Vallahi, onun (Peygamber Aleyhisselamın) bana sorulacak şeyler üzerinde uyduracağım yalanımı, arkadaşlarımın orada-burada anlatıp durmalarından utanma saydı m [87] muhakkak yalan uydururdum!
Fakat, benim yalan söylediğimi anlatacaklarından utandığım için, Herakliyus'a doğrusunu söyled¬im ! [88]
Bundan sonra, Herakliyus'un bana onun hakkındaki ilk sorusu, [89] tercümanına:
'Söyle ona: Peygamber olduğunu söyleyen o kişinin içinizdeki soyu nasıldır?' diye sormak oldu. [90]
'O, aramızda en iyi soyludur. [91] Soy yönünden en seçkinimizdir' dedim. [92]
Herakliyus:
'Sizden, bu peygamberlik sözünü ondan önce söylemiş hiçbir kimse var mıydı?1 diye sordu.
'Yoktu!' dedim.
Herakliyus:
'Onun ataları içinde hiçbir hükümdar gelmiş mi idi?' diye sordu.
'Hayır!' dedim.
Herakliyus:
'Ona halkın eşrafı mı, yoksa zayıf ve fakirleri mi tâbi oluyorlar?' diye sordu.
'Hayır! Ona halkın zayıf ve fakirleri, [93] gençler ve kadınlar tâbi oluyorlar! Kavminin yaşlılarından ve eşrafından ona tâbi olan yoktur!' dedim. [94]
Herakliyus:
'Ona tâbi olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?1 diye sordu.
'Evet! Artıyor!' dedim.
Herakliyus:
'Onlardan, onun dinine girdikten sonra, beğenmeyerek, kızarak ondan dönen bir kimse var mı?' diye sordu.
'Yoktur!' dedim.
Herakliyus:
'Peygamberlik sözünü söylemeden önce, onu hiç yalanla suçladığınız, kötülediğiniz olmuş mu idi?' diye sordu.
'Hayır!' dedim.
Herakliyus:
Kendisinin hiç ahdini bozduğu, sözünde durmadığı var mıdır?' diye sordu.
'Hayır! Ancak, biz şimdi onunla bir müddet için çarpışmayı bırakarak anlaşma yapmış bulunuy¬oruz. [95] Kendisinin bu müddet içinde ne yapacağını bilmiyoruz! [96] Bu yoldaki ahdini bozacağından korkuyoruz!' dedim. [97]
Vallahi, verdiğim cevaplara bu sözden başka birşey katmak imkân ve fırsatnı bulamadım ! [98]
Arkadaşlarımın yalanımı anlatıp yaymalarından korkma s ay di m, yine de, onu başka şeylerle kusuriamaya çalışırdım!
Herakliyus:
'Siz onunla hiç çarpıştınız mı? Yahut, o sizinle hiç çarpıştı mı?' diye sordu.
'Evet!' dedim.
Herakliyus:
'Sizin onunla yaptığınız, onun sizinle yaptığı harp nasıl sonuçlandı?' diye sordu.
'Yenme, aramızda sıra ve nöbetle sonuçlandı: Bir kez o bizi yendi, bir kez de biz onu yendik!' dedim.
Herakliyus:
'O size ne emrediyor?' diye sordu.
'Yalnız bir Allah'a ibadet etmeyi ve O'na hiçbir şeyi eş, ortak tutmamayı bize emr, atalarımızın tap¬mış oldukları şeylerden de bizi nehy ediyor.
Namaz kılmayı, doğru olmayı, yoksullara sadaka vermeyi, haramlardan sakınmayı, verilen sözde durmayı, emaneti sahiplerine vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi, onları görüp gözetmeyi emrediyor' dedim. [99]
Ben bunları Herakliyus'a söylediğim zaman, Herakliyus, tercümanına:
'Ona de ki: Ben senden onun içinizde soyunun nasıl olduğunu sordum. Sen kendisinin içinizde en soylu [100] olduğunu söyledin.
Zaten, peygamberler de, böyle, kavimlerinin en soyluları içinden seçilip gönderilirler.
Ben sana 'Bu peygamberlik sözünü, ondan önce, içinizde söyleyen bir kimse var mı idi?' diye sor¬dum. Sen 'Hayır! Yoktur' dedin.
Eğer ondan önce bu sözü söylemiş bir kimse olsaydı, 'Bu da, belki, kendisinden önce söylenmiş bir söze uymak istemiş bir kimsedir' diye söyleyebilirdim. Ben sana, 'Onun atalarından bir melik, bir hüküm¬dar var mı idi?' diye sordum. Sen 'Hayır! Yoktur!' dedin.
Eğer onun atalarından gelmiş bir melik, bir hükümdar olsaydı, 'Bu da, belki, babalarının saltanatını elde etmeye çalışan bir kimsedir' diye söyleyebilirdim.
Ben sana, 'Bu peygamberlik sözünü etmeden önce, onu hiç yalanla suçlamış mı idiniz?' diye sor¬dum. Sen 'Hayır!' dedin.
Benim bildiğime göre; insanlara karşı hiç yalan söylememiş olan kişi, Allah'a karşı asla yalan söyle¬mez!
Ben sana, 'Ona tâbi olanlar insanların eşrafı mıdır? Yoksa, zayıf ve fakir takı mı mıdır?' diye sordum. Sen halkın zayıf ve fakir takı m inin ona tâbi olduklarını söyledin!
Zaten, Peygamberin tabileri de onlardır.
Ben sana, 'Ona tâbi olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?' diye sordum. Sen onların arttıklarını söyledin.
Zaten, iman işi de, tamamlanıncaya kadar, hep böyle gider!
Ben sana, 'Onun dinine girdikten sonra, beğenmeyerek, kızarak dininden dönen oldu mu?' diye sor¬dum. Sen 'Hayır!' dedin.
Zaten, iman işi de böyle olur; taşıdığı ferahlık ve neşe kalbe karışıp kökleşince, hiç kimse onu beğenmemezlik etmez.
Ben sana, 'O hiç ahdini, sözünü bozar mı idi?' diye sordum. Sen 'Hayır!1 dedin.
Zaten, peygamberler de böyle olur!
Ben sana, 'Siz onunla hiç çarpıştınız mı ve o sizinle hiç çarpıştı mı?' diye sordum. Sen, sizin onun¬la çarpışma yaptığınızı, onun da sizinle çarpışma yaptığını ve bir kez onun sizi yendiğini, ikincisinde de sizin onu yendiğinizi söyledin.
Zaten peygamberlerde, böyledir İbtilâlara uğratılırlar. Sonunda, güzel akıbet ve sonuç onların olur.
Ben sana, 'O neler emrediyor size?' diye sordum. Sen de, onun Yüce Allah'a ibadet etmeyi ve ona hiçbir şeyi eş ve ortak koşmam ayı size emr, atalarınızın tapmış oldukları şeylerden de sizi nehy ettiğini; namaz kılmayı, sadaka vermeyi, doğru olmayı, haramlardan sakınmayı, verilen sözde durmayı, emaneti sahiplerine teslim etmeyi size emrettiğini söyledin.
Bunlar, peygamberde bulunan sıfatlardır.
Zaten, ben onun zuhur edeceğini biliyordum. Fakat, sizden olacağını ummuyor, sanmıyordum.
Eğer onun hakkında söylediklerin doğru ise, o, şu ayaklarımın bastığı yere yakında hâkim olacak¬tır!
Eğer onun yanına varabileceğimi bilsem, kendisine kavuşmak için her zahmete katlanırdım!
Yanında olsaydım, ayaklarını yıkardım!1 dedi. [101]
Vallahi, ben bu gılıflı (sünnetsiz Herakliyus)'dan daha keskin görüşlü, daha zeki bir adam görmed¬im !" [102]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Herakliyus'a Hitaben Yazdırıp "Muhammed Resûlullah" Mührü ile Mühürlediği Mektubun Türkçe Tercemesi

"Bismillâhirrahmânirrahîm
Allah'ın kulu ve resûlü Muhammed'den Rumların büyüğü Herakliyus'a.
Hidayete uyan, doğru yolu tutanlara selam olsun!
Bundan sonra, derim ki: Ben seni İslâm davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum.
Müslüman ol, selameti bul da, Allah sana ecrve mükâfatını iki kat versin!
Eğer bu davetimi kabul etmezsen, yoksul çiftçilerin, bütün tebaan olan halkın vebali senin boynuna olsun [103]
'De ki: Ey Ehl-i Kitab! Gelinil, bizim aramızla sizin aranızda eşit ve ortak bir sözde (kelime-i tevhid-de) birleşelim de, Allahtan başkasına ibadet etmeyelim ve O'na hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalım! Allah'ı bırakıp da, birbirimizi rabler edinmeyelim!
Eğer onlar bu davetten yüz çevirirlerse: Siz şahit olunuz ki, bizler muhakkak Müslümanlarız, deyin!1" [104]

Herakliyus'un Mektubu Saklayışı, Mektuba Rumların Tepkileri

Herakliyus:
"Ben, Süleyman Peygamberden sonra, böyle Besmele ile başlayan bir mektup görmemiştim!" dedi. [105] Mektubu okuttuktan sonra, dürüp beline soktu, sakladı. [106]
E bu Süfyan der ki:
"Herakliyus diyeceğini dedikten ve mektubu okutma işini bitirdikten sonra, Herakliyus'un yanında gürültüler çoğaldı, sesler yükselmeye başlad. [107]
Fakat, ben ne söylediklerini anlayamadım. [108]
Herakliyus bizim dışarı çıkarılmamızı emretti, dışarıya çıkarıldık.
Dışarıya çıkınca, arkadaşlarıma:
'İbn Ebi Kebşe'nin [109] işi iyice büyümeye başladı! Baksanıza! Benî Asf arlar in hükümdarı bile ondan korkuyor!1 dedim. [110]
Vallahi, hiç de istemediğim halde, Yüce Allah kalbime İslâmiyeti sokuncaya kadar, onun davasının zafer ve başarıyla sonuçlanacağına kesin olarak inanmakta devam ettim." [111]

Dıhye'nin Herakliyus'u Uyarışı ve İslâmiyete Davet Edişi

Peygamberimiz Aleyhisselamın elçisi Dıhye b. Halife, Herakliyus'a:
"Ey Kayser! Beni sana Hıms'tan bir kimse gönderdi ki, o, senden hayırlıdır!
Allah'a yemin ederim ki; beni ona göndermiş olan zât ise, hem ondan, hem de senden daha hayır¬lıdır!
Sen benim sözlerimi tevâzuyla, alçakgönüllülükle dinleyip, verilen öğüdü kabul et!
Çünkü, sen tevazu gösterir, alçakgönüllülük edersen, öğütleri anlarsın. Öğüdü kabul etmezsen, insaflı olmazsın!" dedi.
Kayser Herakliyus:
"Devam et!" dedi.
Dıhye:
"Biliyor musun, Mesîh (İsa Aleyhisselam) namaz kılar mıydı?" diye sordu.
Kayser:
"Evet!" dedi.
Dıhye:
"Öyleyse, ben seni Mesîh'in Kendisi için namaz kılmış olduğu Allah'a davet ediyorum!
Ben seni, Mesîh daha annesinin kamında iken gökleri ve yeri yaratıp idare etmekte bulunan Allah'a davet ediyorum!
Ben seni, önceden Musa'nın, ondan sonra Meryem oğlu İsa'nın geleceğini müjdelediği, haber verdiği şu ümmî peygambere imana davet ediyorum!
Eğer sende bu hususta eskiden kalma biraz ilim varsa, eğer kendin için dünya ve ahiret mutlu¬luğunu elde etmek istiyorsan, onları gözlerinin önüne getir, dök!
Aksi takdirde, ahiret mutluluğu elinden gider, dünyada küfür ve şirk içinde kalırsın!
Şunu da iyi bil ki, senin Rabbin olan Allah, cebbarları helak edici ve nimetleri değiştiricidir!" dedi.
Kayser Herakliyus, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu öpüp gözlerine sürdü, başına koydu. Sonra da:
"Vallahi, ben ne elime geçen biryazıyı okumadan, ne de yanıma gelen bir bilgini bilmediklerimi ken¬disine sorup öğrenmeden bırakırım!
Bunda da, ancak hayır ve iyilik görürüm.
Sen bana, Mesîh'in Kendisine namaz kılmış olduğu Zâtı düşünüp buluncaya kadar, mühlet ver!
Ben bugün senin davet ettiğin şeyi kabul etmeyi uygun bulmuyorum.
Yarın sabaha kadar, ondan daha iyisi var mı diye düşüneceğim!" dedi. [112]

Kayser'in İtirafları, Endişeleri ve Dıhye'yi Dagatır'a Gönderişi

Kayser Herakliyus, Dıhye'ye:
"Allah senin iyiliğini versin, rahmetine endirsin!
Vallahi, ben çok iyi biliyorum ki; senin sahibin, Allah tarafından insanlara gönderilen peygamberdir!
Zaten, biz de onun gelmesini bekleyip duruyorduk.
Kitablarımızda da, onun ismini ve vasfını yazılı bulmuştuk.
Fakat, ben hayatım hakkında Rumlardan korkuyorum! Eğer korkm asaydı m, [113] kendisi ülkemde bulunsaydı, ona hemen tâbi olur ve yardım ederdim!" dedi. [114] Dıhyeyi Uskuf Dagatır'a gönderdi ve gönderirken de:
"Sahibinin işini ona anlat! Vallahi, o, Rumların içinde, benden daha ulu kişidir. Kendisinin sözü de, Rumlar katında, benim sözümden daha geçerlidir! O sana ne diyecek, bir bak!" dedi. [115]
Bu hususta yazdığı bir mektubu da, Dıhye'nin eline verdi. [116]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, Uskuf Dagatır'a bir mektup yazdırıp Dıhye'ye teslim etmiş ve onda şöyle buyurmuş bulunuyordu:
"İman edenlere selam olsun!
Hiç şüphesiz, İsa b. Meryem, Allah'ın pâk ve nezih Meryem'e ilka eylediği Ruhu ve Kelimesidir.
Ben Allah'a ve Allah tarafından bize indirilenlere, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yâkub'a ve esbâta indirilenlere, Musa'ya ve İsa'ya verilmiş olanlara ve bütün peygamberlere Rableri tarafından verilenlere inanırım.
Biz, onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırt etmeyiz; hepsinin peygamberliğine inanırız.
Biz, Allah'a boyun eğen Müslümanlarız!
Doğru yola tâbi olanlara selam olsun!" [117]

Dagatır'ın Müslüman Oluşu ve Şehit Edilişi

Dıhye, Kayser'in yanından ayrılıp Dagatır'a gitti.
Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından Herakliyus'a ne için geldiğini ona haber verdi ve kendisini de İslâmiyete davet etti.
Dıhye'nin bildirdiğine göre, Dagatır:
"Vallahi, senin sahibin, Allah tarafından gönderilmiş peygamberdir!
Biz, onun sıfatlarını tanıyoruz, ismini de Kitablanmızda yazılı bulmuşuzdur!" dedi. [118]
Nasrânîler, her Pazar toplanırlar; Uskuf Dagatır da, yanlarına vanp onlara öğütler verdikten, kıs¬salar anlattıktan sonra, öteki Pazara kadar evinde otururdu.
Pazar günü gelince, Nasrânîler Dagatır'ın dışarı çıkmasını beklediler.
Dagatır, hastalığını bahane ederek çıkmadı.
Bunu birkaç kez yaptı.
En sonunda, Nasrânîler
"Ya o bizim yanımıza çıkacaktır, ya da biz onun yanına gireceğiz!
Şu Arap geleliden beri, biz senin tutumundan hoşlanmıyoruz!" diyerek Dagatır'a haber saldılar.
Dıhye derki:
"Uskuf Dagatır, bana:
'Sahibine (Resûlullah'a) git, benden selam söyle. Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, Muhammed'in Resûlullah olduğuna, İsa'nın da Allah'ın kulu ve temiz, iffetli, dünyadan el etek çekmiş Meryem'e ilka eylediği Ruhu ve Kelimesi olduğuna şehadet ettiğimi haber ver!' dedi. [119]
Dagatır odasına girip üzerindeki siyah elbiseyi attı, üzerine beyaz bir elbise giydi. Sonra, asasını eline aldı. Kilisede toplanmış bulunan Rumların yanına vardı [120] ve:
'Ey Rum cemaati! Bize Ahmed Peygamberden bir mektup geldi.
Mektubunda, bizi Yüce Allah'a davet ediyor.
Ben şehadet ederim ki; Allahtan başka hiçbir ilah yoktur! Ahmed de, Allah'ın kulu ve resûlüdür!' dedi.
Dagatır bunu der demez, Rumlar hep birden onun üzerine atıldılar. Döve döve onu şehit ettiler!" [121]
Yüce Allah ondan razı olsun! [122]

Kayser Herakliyus'un Rumları İslâmiyete Davet Edişi

Kayser Herakliyus da, Hınıs'taki köşküne Rutin ulularını çağırıp, kapıların kapatılmasını emretti. Sonra, yüksek bir yere çıktı [123] ve:
"Ey Rum cemaatin [124] Siz, temelli kurtuluşu ve doğru yola kavuşmayı, hâkimiyetinizin devamlı olmasını, [125] İsa b. Meryem'in söylediğine uymayı istemez misiniz?" dedi.
Rumlar
"Ey hükümdar! Bunları elde etmek için ne yapalım?" diye sordular.
Herakliyus:
"Ey Rum cemaati! Ben sizi, hayırlı bir iş için topladım:
Bana o zâtın mektubu geldi. Beni dinine davet ediyor!
Vallahi, o, gelmesini bekleyip durduğumuz, Kitablarımızda kendisini yazılı bulduğum uz, [126] alâmet¬lerini ve zamanını bildiğimiz [127] peygamberdir!
Geliniz, ona tâbi olalım da, dünyamız ve ahiretimiz bize selamet olsun! [128] der demez, homurda¬narak, dışarı çıkmak için kapılara doğru koşuştular. Fakat, kapıları kapalı buldular. [129]
Herakliyus, Rumların İslâmiyetten böyle tedirgin olduklarını görünce, iman etmelerinden ümidini kesti. [130] Kendi hayatı hakkında da, endişeye düştü. [131]
Adamlarına:
"Onları geri çeviriniz!" diye emretti. [132]
Rumlar geri dönüp gelince, onlara:
"Ey Rum cemaati ! [133] Ben size demin söylemiş olduğum sözlerimi, dininize bağlılığınızın sağlam¬lığını öğrenmek, sınamak için söylemiştim. [134]
Dininize bağlılığınızın sağlamlığını gösteren ve beni sevindiren halinizi, tutum ve davranışınızı, [135] sizden umduğum, beklediğim şeyi gözlerimle görmüş bulunuyorum!" dedi. [136]
Bunun üzerine, Rumlar Herakliyus'a secde ettiler ve kendisinden hoşnut oldular. [137]
Herakliyus emretti, köşkün kapıları açıldı, Rumlar köşkten çıkıp gittiler. [138]

Dagatır'ın Şehit Edilişinden Sonra Dıhye'nin Herakliyus'un Yanına Dönüşü

Dıhye b. Halife; Dagatır'ın Rumlar tarafından şehit edilmesi üzerine, oradan hemen dönüp Kayser Herakliyus'a durumu haber verdi. Herakliyus:
"Sana 'Biz hayatımız hakkında Rumlardan korkarız!1 demiştim ya! İşte, dediğim çıktı!
Vallahi, Dagatir Rumlar katında benden daha ulu kişi idi ve onun sözü de benim sözümden daha geçerli idi!" dedi. [139]
Kayser Müslüman olmaya niyetlenmiş, fakat Rumların baskın çıkmaları üzerine bundan vazgeçmiş, Müslüman olmam ıştır. [140]

Kayser Herakliyus'un Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubuna Cevap Yazışı

Herakliyus, Dıhye b. Halife'ye bahşişler, kıymetli hediyeler ve elbiseler verdi. [141]
Peygamberimiz Aleyhisselamin mektubuna da, cevap yazdı.
Yazısında şöyle dedi:
"İsa'nın müjdelemiş olduğu Allah'ın Resûlü Muhammed'e Rum Hükümdarı Kayser tarafındandır:
Elçin, mektubunla birlikte bana geldi.
Ben şehadet ederim ki; sen Allah'ın Resûlüsün!
Biz zaten seni yanımızdaki İncil'de yazılı bulmuştuk. İsa b. Meryem, seni bize müjdelemişti.
Rumları sana iman etmeye davet ettimse de, yanaşmadılar, kaçındılar. Onlar beni dinleselerdi, kendileri için muhakkak ki hayırlı olurdu.
Ben senin yanında bulunup da sana hizmet etmeyi, senin ayaklarını yıkamayı ne kadar arzu ederdim !" [142]

Dıhye'nin Medine'ye Dönüşü ve Yolda Başına Gelenler

Dıhye b. Halife, Kayser Herakliyus'tan aldığı bahşişler, kıymetli hediyeler ve elbiselerle dönüp Hısma'ya geldi. [143] Cüzamlardan birtakım adamlar, üzerindeki eskimiş elbiseden başka, yanındaki herşeyi yağmaladılar.
Dıhye, Medine'ye gelince, daha evine girmeden, doğruca Peygamberimiz Aleyhisselamın kapısına kadar vardı, kapıyı çaldı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kim o?" diye sordu.
Dıhye:
"Dıhyetü'l-Kelbf!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İçeri gir!" buyurdu.
Dıhye içeri girdi.
Bütün olan bitenleri, başından sonuna kadar, Peygamberimiz Aleyhisselama birer birer haber verdi. [144]
Kayser'in mektubu okununca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onun için, bir müddet daha kalmak vardır! Onlar bir müddet daha kalacaklardır! [145] Onun saltanatı bir müddet daha devam edecektir! [146]
Mektubum yanlarında bulundukça, onların saltanatları sürecek, devam edecektir!" buyurdu. [147]
Dıhye:
"Yâ Rasûlallah! Kayser'in yanından dönüp gelirken, Hısma'da bulunduğum sırada, Cüzamlardan bir cemaat beni baskına uğrattı. Hiçbir şey bırakmaksızın, yanımdaki şeyleri yağmaladılar. Nihayet, Medine'ye şu eski püskü elbisemle gelebildim!" dedi. [148]
Dıhye'yi soyanlar, Cüzamlardan Huneyd b. Us (VâkıdT ve İbn Sa'd'a göre Arız) ile oğlu Us (yahud Ârız) [149] ile aynı kabileden bazı kimselerdi. [150]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubunun Kayser ve Kayser Hanedanınca Korunuşu

Kayser Herakliyus; Peygamberimiz Aleyhisselamın gönderdiği mektubu atlas bir ipeğe sardı. [151] Altından bir kutunun içine koyup sakladı.
Kayser hanedanı katında nesilden nesile devredilegelen bu mübarek mektup, Alfons b. Ferdinand'ın Tulaytıla üzerine yürüyüp Endülüs memleketlerinden ele geçireceği yerleri ele geçirdiği tar¬ihte (Hicrî 464) onun nezdinde idi.
Alfons'tan sonra da, kızının oğlunun nezdinde kaldı. [152]
Yine Süheylî'nin (doğumu H. 508, vefatı H. 581) bir arkadaşından, onun da mektubu gören tanın¬mış İslâm kumandanlarından Abdülmelik b. Safd'den sorup öğrenmiş bulunan birzâttan rivayetine göre; Abdülmelik demiştir ki:
"Mektubu, kral getirip bana gösterdi. Ben onu okumak ve öpmek isteyince, mektubu korumak için elimi tutup beni men etti, yapmak istediğim şeyi benden esirgedi." [153]
İbn Hacer el-Askalânîye (doğumu H. 773, ölümü H. 852) birçok kişinin Kadı Nûreddin b. Sâıgu'd-Dımaşkî'den rivayet ederek bildirdiklerine ve ona da Seyfeddin Kılıcu'l-Mansûrî'nin söylediğine göre; [154] Seyfeddin Kılıç demiştir ki:
"Melik Mansur Kılavunu's-Sâlihî (ölümü H. 689), beni bazı hediyelerle Mağrib ülkesi kralına gön¬derdi.
Mağrib kralı da, beni arabuluculuk için Efrenc (Avrupa) kralına yolladı.
Avrupa kralı, arabuluculuğumu kabul ve yanında kalmaklığımı bana teklif etti. Fakat, ben onun yanında kalmaktan kaçındım.
Bana:
'Ben sana yüce bir armağan sunacağım!1 deyip, altından kaplamalı bir kutu ve kutunun içinden altın¬dan bir boru, borunun içinden de bir mektup çıkarıp gösterdi. [155]
Mektup, ipek bir beze yapıştırılmıştı. [156]
Mektubun, zamanla, birçok harfleri silinmiş bulunuyordu.
Kral:
'Bu, sizin peygamberinizin atam Kayser'e göndermiş olduğu mektubudur!
Biz ona bugüne kadar elden ele tevarüs etmekten geri kalmadık.
Bize ata ve babalarımızdan tavsiye ve tenbih edilmiştir ki; bu mektup yanımızda bulundukça, saltanat bizden gitmeyecektir!
Biz onu son derecede titizlikle korumakta ve ona saygı göstermekteyiz.
Saltanatımızın sürüp gitmesi ve yaşaması için, onun yanımızda bulunduğunu, Nasranîlerden de gizli tutmaktayız!' dedi." [157]

Abdullah b. Huzâfe'nin İran Şahı Kisra'ya Gönderilişi

Gönderiliş Tarihi ve Sebebi

Hicretin 6. yılında Zilhicce ayında Hudeybiye'den dönüldükten sonra, Hicretin 7. yılında Muharrem ayında İslâmiyete davet etmek üzere birer mektupla hükümdarlara gönderilen altı zâttan birisi de Abdullah b. Huzâfe olup, Acem Şahı Kisrâ'ya gönderilmişti. [158]
Peygamberimiz Aleyhisselam, mektubunu Kisrâya sunmak üzere, Bahreyn valisine vermesini de, Abdullah b. Huzâfe'ye emir buyurdu. [159]
Peygamberimiz Aleyhisselam; yazdırdığı "Muhammed Resûlullah" mührüyle mühürlü mektubunda şöyle buyurdu:
"B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Allah'ın Resûlü Muhammed'den Farsların büyüğü Kisrâya!
Hidayete uyan, doğru yolu tutanlara, Allah'a ve Resûlüne iman edenlere, Allah'tan başka hiçbir ilah ve mâbud olmadığına, O'nun eşi, ortağı bulunmadığına ve Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet getirenlere selam olsun!
Ben seni Allah'a imana davet ediyorum!
Çünkü, ben, Allah'ın kalbleri diri ve akılları başında olanları uyarmak, kâfirler hakkında da o azap sözü gerçekleşmek üzere bütün insanlara göndermiş olduğu peygamberiyim!
Öyleyse, Müslüman ol, selameti bul!
Davetimden yüz çevirirsen, kaçınırsan, bütün Mecusîlerin günahı senin boynuna olsun!" [160]
Abdullah b. Huzâfe; Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mektubunu, Kisrâya sunmak üzere, Bahreyn valisi Münzirb. Sâvâ'ya başvurdu. O da, onu Kisrâ'ya yolladı. [161]
Abdullah b. Huzâfe'nin bildirdiğine göre; kendisi Kisrâ'nın kapısına kadar vardı, yanına girmek için izin istedi. [162]
Kisrâ, önce köşk salonunun süslenmesini emretti. Sonra Fars devlet adamlarının, daha sonra da Peygamberimiz Aleyhisselamın elçisinin içeri alınmasına müsaade etti. [163]
Abdullah b. Huzâfe içeri girdi. [164]
Kisrâ, mektubun elçiden alınmasını emretti.
Abdullah b. Huzâfe:
"Onu, Resûlullah Aleyhisselamın buyruğu üzere, sana kendim vereceğim!" dedi.
Kisrâ:
"Öyleyse, haydi, yanıma yaklaş!" dedi.
Abdullah b. Huzâfe, yaklaşıp Kisrâ'ya mektubu verdi.
Kisrâ, mektubu okutmak için Hîre'li kâtibini çağırdı, mektubu ona okuttu.
Kâtip, mektubu:
"Allah'ın Resûlü Muhammed'den, Farsların büyüğü Kisrâ'ya!" diyerek okumaya başlayınca, Kisrâ mektuba Resûlullah Aleyhisselamın ismiyle başlanmış olmasına son derecede kızdı, bağırdı, çağırdı.
Daha mektubun içinde ne denildiğini anlamadan, [165] mektubu alıp yi itti [166] ve:
"O, benim bir kölem durumunda bulunduğu halde, bana böyle yazıyor ha?!" dedi. [167]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 10- PEYGAMBERİMİZİN A.S HÜKÜMDARLARI İSLAMA DAVETİ Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 10- PEYGAMBERİMİZİN A.S HÜKÜMDARLARI İSLAMA DAVETİ   İSLAM TARİHİ 10- PEYGAMBERİMİZİN A.S HÜKÜMDARLARI İSLAMA DAVETİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 6:15 pm

Abdullah b. Huzâfe İle Kisrâ'nın Karşılıklı Konuşmaları

Abdullah b. Huzâfe, Kisrâ'nın huzurunda yaptığı konuşmasında:
"Ey Fars cemaati! Sizler, peygambersiz, Kitabsız ve yeryüzünden ancak ellerinizde bulunan bir kıs¬mına hakim olarak sayılı günlerinizi geçiriyor, bir düş hayatı yaşıyorsunuz!
Halbuki, yeryüzünün hakim olamadığınız kısmı daha çoktur.
Ey Kisrâ! Senden önce, nice dünyalık ve ahiretlik hükümdarlar gelmiş ve hüküm sürmüşlerdir.
Onlardan, ahiretlik olanlar, dünyadan da nasiplerini almışlardır.
Dünyalık olanlar ise, ahiret nasiplerini yitirmişlerdir.
Sana getirip teklif ettiğimiz bu iş sence küçümseniyor; amma, vallahi, nerede olursan ol, küçümsediğin şey gelince, ondan korkacak ve korunamayacaksın!
Sen, vaktiyle girmiş olduğun yerden sürülüp çıkarıldığını da yalanlayamazsın!
Zikar vak'asındaki durum, bunun delilidir!" dedi.
Kisrâ da, yaptığı konuşmasında, özet olarak:
"Mülkve saltanat bana münhasırdır!
Benim bu hususta ne yenilgiye uğramaktan, ne de bana bir ortak çıkacağından korkum vardır!
Firavun, İsrail oğullarına hakim olmuştu.
Siz, onlardan daha iyi, daha güçlü değilsiniz!
Benim sizi hemen hakimiyetim altına alıvermeme ne engel var?
Ben Firavun'dan daha iyi ve daha güçlüyüm dür! [168]
Zikar vak'asına gelince, o, Şam vak'asıdır" dedi. [169]
Kisrâ, Abdullah b. Huzâfe'nin dışarı çıkarılmasını adamlarına emretti, Abdullah b. Huzâfe dışarı çıkarıldı. [170]

Abdullah b. Huzâfe'nin Medine'ye Dönüşü

Abdullah b. Huzâfe, Kisrâ'nın huzurundan çıkar çıkmaz, hayvanının üzerine atlayıp Medine yolunu tuttu.
Kendi kendine:
"Vallahi, benim için, iki yoldan hangisi olursa, gam çekmem.
Resûlullahın mektubunu verilecek yere vermiş, vazifiemi yapmış bulunuyorum ya!" dedi.
Kisrâ, öfkesi geçtikten sonra, elçinin içeri alınmasını emretti ve onu Hîre'ye kadar arattırdı ise de, bulduramadı. [171]
Abdullah b. Huzâfe, Medine'ye gelip, durumu Peygamberimiz Aleyhisselama haber verdi. [172]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ Aleyhindeki Duası

Abdullah b. Huzâfe Kisrâ'nın mektubu yırttığını söyleyince, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onlar da parça parça olsunlar [173]
O benim mektubumu parçaladı ha? [174] Allah da onun mülk ve saltanatını parçalasın! [175]
O, kendi eliyle mülk ve saltanatını parçalamış oldu! [176]
Allah'ım! Onun mülk ve saltanatını parçala!" dedi. [177]

Kisrâ'nın Peygamberimiz Aleyhisselam Hakkında Yemen Valisine Emir ve Direktif Verişi

Kisrâ, Yemen valisi Bâzân'a Peygamberim iz Aleyhisselam hakkında bir yazı gönderdi ve yazısında şöyle dedi:
"Mekke'de, Kureyşten biri ortaya çıkmış! Kendisinin peygamber olduğunu söylüyormuş [178]
Ona söyle: Kendisi ya bu peygamberlik dâvasından vazgeçer, ya da onu ve kavmini öldürecek adamları üzerlerine salarım! [179]
Sen, yanındaki güçlü kuvvetli adamlarından ikisini ona sal [180] Kavminin dinine muhalefet etmiş olan kişiye, kavminin dinine dönmesini emret! [181]
Dönmekten kaçınırsa, kendisinin başını kesip bana gönder!" [182]
Kisrâ'nın Yemen valisi Bâzân, Kisrâ'nın mektubunu alır almaz, yazıcı, muhasip ve Farsça okur yazar vekilharcı olan Bâbeveyh'i, yanına Farslılardan Hurre Hüsre adındaki bir adamı da katarak, Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi.
Kisrâ'ya gitmesi için, Peygamberimiz Aleyhisselama yazdığı bir yazıyı da, ellerine verdi. Vekilharcı olan Bâbeveyh'e, Peygamberimiz Aleyhisselam için:
"Şu zâtın memleketine git! [183] Haline, gidişatına bir bak! [184] Kendisiyle konuş! [185] Kendisini imti¬han et! [186] Onun haberini bana getir! [187] İşin içyüzünü anla, bana anlat!" dedi. [188]
Bâbeveyhle Hurre Hüsre, Mekke'ye doğru yollandılar.
İlk önce, Taife vardılar.
Taif'in Nahb deresinde Kureyş müşriklerinden bazı adamlara rastladılar. [189]
Kureyş eşrafından Ebu Süfyan'la Salvan b. Ümeyye ve daha başkaları, rastladıkları kişiler arasın¬da idi. [190]
Elçiler onlara Peygamberimiz Aleyhisselamın nerede bulunduğunu sordular.
Kureyşfler de;
"O, Medine'dedir!" dediler.
Kureyş müşrikleri, vali Bâzân'ın mektubunda yazılı olanı elçilerden sorup öğrenince, çok sevindiler ve birbirlerine:
"Sevininiz! Hükümdarlar Hükümdarı olan Kisrâ onun karşısına dikilince, artık siz onun hakkından kolayca gelebilirsiniz!" dediler.
Bâzân'ın elçileri, Taif'ten Medine'ye, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler. [191]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların münasip bir yere kondurulup ağırlanmalarını ashaba emir buyurdu.
Onlar birkaç gün oturup dinlendikten sonra, haber salıp onlan yanına çağırdı. [192]
Bâbeveyhle Hurre Hüsre, gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına girdiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Oturunuz!" buyurdu.
Onlar, dizlerinin üzerine çöktüler. [193]
Yemen valisi Bâzân'ın bu elçileri, sakallarını dibinden kazıtmışlar, bıyıklarını ise alabildiğine uzat¬mışlar, büyütmüşlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam onları böyle görünce, hoşlanmadı ve onlara:
"Yazıklar olsun size, bu kılığa girmenizi size kim emretti?" diye sordu.
Elçiler
"Böyle yapmamızı Rabbimiz Kisrâ emretti bize!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Fakat, benim Rabbim bana sakalımı salmamı, bıyığımı ise kesmemi emretti" buyurdu.
Elçi Bâbeveyh, şöyle konuşmaya başladı:
"Şahlar Şahı, Hükümdarlar Hükümdarı Kisrâ, vali Bâzân'a yazı yazıp, seni kendisine getirmek üzere sana adam göndermesini emretti.
Bâzân da, yanıma düşüp gitmen için, beni sana yolladı!
Eğer benimle birlikte gidersen, Yemen valisi, Hükümdarlar Hükümdarına senin lehinde mektup yazar, seni bağışlatır!
Eğer benimle gelmekten kaçınırsan, sen de bilirsin ki, Kisrâ seni de senin kavmini de yok eder, memleketini de yıkar!" dedi [194] ve Bâzân'ın mektubunu Peygamberimiz Aleyhisselama sundu. [195]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Bâbeveyh'i dinledi, mektupta yazılanları da öğrendi. [196] Gülümsedi ve elçileri İslâmiyete davet etti.
Bâbeveyh'le Hurre Hüsre, Peygamberimiz Aleyhisselamın huzurunda duydukları manevî heybetten hem titriyorlar, [197] hem de cesaretli cesaretli konuşmaktan geri durmuyorlardı.
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Eğer bizimle gelmeyeceksen, vali Bâzân'ın mektubuna cevap yaz!" dediler. [198]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer ben bu işi kendiliğimden yapmış olsaydım, vazgeçerdim!
Fakat, beni sânı yüce olan Allah gönderdi . [199]
Siz bugün yanımdan ayrılıp konutunuza dönünüz! Yarın sabahleyin yanıma geliniz!
Ne yapmak istediğimi, o zaman size haber vereyim!" buyurdu. [200]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ Hakkında Allah'tan Aldığı Haberi Elçilere Bildirişi

Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yüce Allah, Kisrâya oğlu Şfreveyh'i musallat kıldı: Şîreveyh onu filan ayda, filan gecede ve gecenin de filan filan saatleri geçince öldürdü!" diye vahiy geldi.
Ertesi gün, Peygamberimiz Aleyhisselam, elçileri yanına çağırıp, bunu onlara haber verdi [201] ve:
"Sahibinize (Bâzân'a) tebliğ ediniz ki; benim Rabbim olan Allah, onun rabbi Kisrâ'yı bu gece, gece¬den yedi saat geçince, gecenin yedinci saatinde öldürmüştür!" buyurdu. [202]
Bâbeveyh'le arkadaşı şaşırdılar [203] ve Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Sen ne söylediğini biliyor musun?!
Üzerine yürüyüp seni cezalandırmamız, bizim için, bu söylediğini vali Bâzân'a haber vermekten daha kolaydır!
Biz senden işittiğimiz bu sözü gerçekten ona yazalım ve hükümdara haber verelim mi?!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Bunu benden işittiğinizi ona haber veriniz! Hem de ona deyiniz ki: 'Benim dinim ve hakimiyetim Kisrâ'nın mülk ve saltanatının ulaştığı yerlere kadar ulaşacak, atların ve develerin ayak basacakları en uzak yerlere kadar uzanacaktır!'
Yine ona deyiniz ki: 'Eğer sen Müslüman olursan, idaren altında bulunan yerleri sana vereceğim! Seni, Ebnâlardan, Yemen'deki Farslılardan olan kavmine hükümdar yapacağım!1" buyurdu.
Peygamberimiz Aleyhisselam; elçilere söyleyeceklerini söyledikten sonra, Hurre Hüsre'ye altın ve gümüşle işlenmiş bir kemer verdi.
Bunu, Peygamberimiz Aleyhisselama, hükümdarlardan birisi hediye etmişti.
Hurre Hüsre'ye, bu kemerden dolayı, "Zülmaceze=Kemerii" derlerdi.
Hurre Hüsre'nin soyundan gelen oğulları ve torunları da bu adla anıldılar. [204]

Elçilerin Gördüklerini ve Duyduklarını Vali Bâzân'a Anlatmaları

Bâbeveyh'le Hurre Hüsne, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrıldılar.
Bir hayli yolculuktan sonra Bâzân'ın yanına geldiler ve ona, Peygamberimiz Aleyhisselamda gördüklerini ve kendisinden işittiklerini., haber verdiler.
Bâzân:
"Vallahi, onun bu sözü hükümdar sözü değildir!
Ben öyle sanıyorum ki; bu zât, dediği gibi, bir peygamberdir!
Kendisinin Kisrâ hakkında söylemiş olduğu sözün neticesini bekleyelim.
Eğer kendisi bu husustaki sözünde doğru çıkacak olursa, o gerçekten Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir.
Eğer onun söylediği doğru çıkmazsa, o zaman, hakkında gereğini düşünürüz!" dedi. [205]
Bâzân, Bâbeveyh'le Hurre Hüsre'ye:
"Siz onu nasıl buldunuz?" diye sordu.
Bâbeveyh'le Hurre Hüsre:
"Biz, ondan daha heybetli, onun kadar hiçbir şeyden korkmayan, muhafızları bulunmayan, ondan daha tevazulu, alçakgönüllü, halk arasında yaya yürüyen bir hükümdar görmedik!
Ashabı, onun yanında, seslerini yükseltmiyor, kısıyorlar..." dediler. [206]

Kisrâ Şîreveyh'in Vali Bâzân'a Mektubu, Bâzân'la Ebnâların Müslüman Olmaları

Aradan çok geçmemişti ki, Vali Bâzân'a, Kisrâ'nın oğlu Şîreveyh'ten bir yazı geldi.
Gelen yazıda şöyle deniliyordu:
"Bundan sonra, derim ki: Ben Kisrâyı öldürdüm!
Ben onu, ancak, Fars eşrafından birçok kimseleri öldürmeyi, onları hudut boylarında toplayıp tutuk¬lamayı mubah saymasına kızdığım için öldürdüm!
Bu mektubum sana gelince, halkın benim için bey'atını al!
Kisrâ'nın sana yazı yazmış olduğu zât hakkında da, buyruğum gelinceye kadar bekle, onun üzer¬ine pek düşme!"
Şîreveyh'in mektubu okunup sona erince, Vali Bâzân, Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında:
"Bu zât, muhakkak, Allah tarafından insanlara gönderilmiş bir peygamberdir!" diyerek Müslüman oldu.
Aslen Farslı olup Yemen'de oturan Ebnâlar da Müslüman oldular. [207]
Allah hepsinden razı olsun!
Kisrâ'nın öldürüldüğü haberi geldiği sırada, Bâzân hasta idi.
Süvarileri, Bâzân'ın başında toplandılar ve:
"Sen birisini bizim başımıza vali tayin et!" dediler.
Bâzân:
"Sizin için gelecek bir hükümdar, herisin önünü sonunu gören, gözeten bir hükümdar vardır: Siz şu zâta uyunuz, O'nun dinine giriniz, Müslüman olunuz!" dedi.
Bâzân öldükten sonra, Ebnâların başkanı, Peygamberimiz Aleyhisselam a bir heyet göndererek, Müslüman olduklarını bildirdi. [208]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Kisrâ'ya Gönderdiği Mektubun Ele Geçişi

Peygamberimiz Aleyhisselamın İran Şahına göndermiş olduğu mektubun aslı, Lübnan Dışişleri Bakanlığında bulunmuş olan Mr. Henri Pharaon'un babası tarafından Birinci Dünya Savaşı sonunda Şam'da 150 altına satın alınmış olup; 1962 yılı Kasım'ının sonuna doğru Dr. Selahaddin el-Müneccid'e okutturulmak için başvurulması üzerine ortaya çıkmıştır.
Dr. Selahaddin Müneccid'in tarif ve tasvirine göre; parşümen üzerine yazılmış bulunan bu mübarek mektubun rengi zamanla değişmiş ve dokuması eskimiş yeşil bir kumaşa yapıştırılmıştır.
Mahfaza, ayrıca, camdan bir çerçeve tarafından muhafaza edilmiş olup parşümen oraya yapışık kalmıştır.
Parşümen eski ve yumuşaktır.
Parşümenin rengi, koyu kahverengidir.
Sahife kenarları, bu yüzden, siyahlanın ıştır.
Mektubun boyu 28 cm, eni 21,5 cm .dir.
Mektubun eb'âdı ince uzun ise de, üst kısmı alt kısmından geniştir.
Mektupta, yerine göre uzunlukları 21,2 cm.den 21,5 cm.ye kadar değişen 15 satır vardır.
Satırların en altında dairemsi bir mühür izi olup, bunun çapı 3 cm.dir.
Mektupta, yukarıdan aşağıya doğru akmış su izleri vardır.
Bunlar, bazı yerlerde harfleri veya kelimeleri silmiş, bazı yerlerde mürekkep izini hafifletmiş ve mührün ortasına doğru bulunan Resûl kelimesindeki R hani hariç olmak üzere, mühürdeki yazıyı da silmiştir.
Denilebilir ki; mektup yırtılmak istenilmiştir.
Gerçekten de, yırtık, başlangıçtaki ufkî 3. satırdan, bu satırın ortasına kadar inmekte; böylece, yırtık izi, tersine bir L harfi manzarası arz etmekte d ir.
Yırtık, mektubun yazıldığı parşümenden ayırt edilebilen ve daha sonraki devre ait deriden yapılmış ince bir iplikle dikilmiştir.
Mektubun yazı karakteri, Hendek savaşı sırasında Sel1 dağındaki grafit kaya üzerine yazılmış bulu¬nan en eski yazı karakterine uymakta d ir. [209]

Hâtıb b. Ebi Beltea'nın Mukavkıs'a Gönderilişi

Gönderiliş Tarihi ve Sebebi

Peygamberimiz Aleyhisselamın İslâmiyete davet etmek üzere Hicretin 7. yılında [210] Muharrem ayında [211] hükümdarlara birer mektupla gönderdiği altı elçiden birisi de Hâtıb b. Ebi Beltea olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu İskenderiye hükümdarı, Kıbtîlerin büyüğü Mukavkıs'a gönder¬mişti. [212]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu göndermeden önce:
"Ey insanlar! Ecir ve sevabını Allah ödemek üzere, şu mektubu Mısır hükümdarına hanginiz götürür?" diye sorunca, Hâtıb b. Ebi Beltea sıçrayıp ayağa kalktı ve Peygamberimiz Aleyhisselama doğru vardı ve:
"Yâ Rasûlallah! Ben götürürüm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Hâtıb! Allah bu vazifeni senin hakkında mübarek kılsın!" buyurdu.
Hâtıb b. Ebi Beltea mektubu Peygamberimiz Aleyhisselamdan aldı, vedalaşıp evine gitti. Hayvanının çulunu, kolanını sıkılaştirdı. Ailesiyle de vedalaştiktan sonra yola çıktı.
Hâtıb, önce Mısır'a gitti. Mukavkıs'ı orada bulamayınca, İskenderiye'ye gitti. [213] Mukavkıs'ın saray kapıcısının yanına vardı. Ne için geldiğini ona haber verdi. Kapıcı, Hâtıb'a çok hürmet etti. Onu hiç bek¬letmedi. [214]
Mukavkıs, o sırada, deniz üzerinde bir mecliste bulunuyordu.
Hâtıb, bir sandala binip Mukavkıs'ın meclisi hizasına kadar vardı; Peygamberimiz Aleyhisselam m mektubunu, baş ve şehadet parmağı arasına alarak ona gösterdi.
Mukavkıs, mektubu görünce, Hâtıb b. Ebi Beltea'yı önüne getirmelerini adamlarına emretti. [215]
Mukavkıs, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu Hâtıb'ın elinden aldı, [216] okuttu.
"Muhammed Resûlullah" mührü ile mühürlü mektupta şöyle buyuru I uy ordu:
"B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Allah'ın kulu ve resûlü Muhammed'den Kıbtîlerin büyüğü Mukavkıs'a!
Hidayete uyan, doğru yolu tutanlara selam olsun
İmdi, ben seni İslâm davetiyle Müslümanlığa davet ediyorum.
Müslüman ol, selameti bul da, Allah sana ecir ve mükâfatını iki kat versin!
Eğer bu davetimi kabul etmez, kabul etmekten kaçınırsan, Kıbtîlerin günahı senin boynuna olsun!
'De ki: Ey Ehl-i Kitab! Geliniz! Bizim aramızla sizin aranızda eşit ve ortak bir Kelime'de birleşelim de, Allah'tan başkasına tapmayalım! Ona hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalım! Allah'ı bırakıp da, birbirimizi rab diye tanımayalım!
Buna rağmen, onlar bu davetten yüz çevirirlerse, onlara: Siz şahit olunuz ki, bizler muhakkak Müslumanlarız, deyiniz.'" [217]
Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubu okununca, Mukavkıs, Hâtıb b. Ebi Beltea'ya "Hayırlı olsun!" dedi. [218]

Mukavkıs'ın Hâtıb b. Ebi Beltea ile Konuşmaları ve Tartışmaları

Hâtıb b. Ebi Beltea derki:
"İskenderiye hükümdarı Mukavkıs, haber gönderip beni yanına getirtti. Patriklerini de yanına topladı.
Bana:
'Ben anlamak istediğim bazı şeyleri sana soracak ve seninle konuşacağım!1 dedi.
Kendisine:
'Buyurunuz, konuşalım!1 dedim.
Mukavkıs:
'Bana haber ver: Senin efendin bir peygamber değil midir?' diye sordu.
'Evet! O, Allah'ın Resûlüdür!1 dedim.
Mukavkıs:
'O gerçekten böyle bir peygamber idi ise, kendisini öz yurdundan çıkarıp başka bir yurda sığınmak zorunda bırakan kavminin aleyhinde ne için Allah'a dua etmedi?' diye sordu.
Ona:
'Sen İsa b. Meryem'in Resûlullah olduğuna şehadet edersin değil mi?
O gerçekten peygamber olduğuna göre, kavmi onu yakalayıp asmak istedikleri zaman; kendisini dünya semasına kaldırıp yükselteceğine, kavmini helak etmesi için Allah'a dua etse olmaz mı idi?' dedim. [219]
Mukavkıs söyleyecek söz bulamadı. Bir müddet sustuktan sonra:
'Sözünü tekrarla!' dedi.
Tekrarladım. Mukavkıs yine sustu. [220] Sonra da:
'Güzel söyledin! Sen bir hakîmsin, yerli yerince konuşuyorsun. Hakîm olan, yerli yerince konuşanın da yanından geliyorsun!' dedi." [221]
Bundan sonra, Hâtıb la Mukavkıs, konuşmaya şöyle devam ettiler:
Hâtıb, Mukavkıs'a:
"Senden önce, burada bir adam, kendisinin en yüce Rab olduğunu iddia etmiş; [222] o Firavun, kavmine, 'Ben sizin en yüce Rabbinizim!' diyerek bağırmıştı. [223]
Yüce Allah onu dünya ve ahiret azabıyla yakalayıp cezalandırdı, ondan intikam aldı.
Sen, senden başkasından ibret al da, başkasına ibret olma!" dedi. [224]
Mukavkıs:
"Bizim için, bir din vardır! Biz, bu dinimizi, ondan daha hayırlısı olmadıkça, bırakmayız!" dedi. [225]
Hâtıb:
"Senin bağlı bulunduğun ve daha hayırlısı olmadıkça bırakmayacağını söylediğin dininden daha hayırlı olan din, hiç şüphesiz İslâmiyettir! [226] Biz seni İslâmiyete davet ediyoruz ki, Allah din olarak insanlara onu yeterli kılmıştır, dahası da yoktur! [227]
Bu peygamber [Muhammed Aleyhisselam], İslâmiyete yalnız seni değil, bütün insanları davet etti.
Onlardan, kendisine karşı en katı, en sert ve kaba davrananlar, Kureyş müşrikleri oldu!
Ona karşı en azgın düşmanlığı da Yahudiler yaptılar!
İnsanlardan, ona en çok yakınlık gösterenler ise, Hıristiyanlar oldu.
Hayatım üzerine yemin ederim ki; [228] Musa Peygamber nasıl İsa Peygamberi haber vermiş ve onun geleceğini müjdelemiş ise, İsa Peygamber de Muhammed Aleyhisselamı öylece haber vermiş, gele¬ceğini müjdelemiştir! [229]
Bizim seni Kur'ân'ı kabule davet etmemiz, senin Tevrat'a bağlı olanları İncil'i kabule davet etmen gibidir.
Her peygamber bir kavme yetişmiş olup, o kavim o peygamberin ümmetinden sayılmış, o peygam¬bere itaat edenler de o ümmete katılmıştır.
Sen ise, bu peygambere (Muhammed Aleyhisselama) yetişenlerdensin! [230]
Biz, seni İslâm dinine davet etmekle, İsa Peygamberin dininden men ediyor değiliz! Bilakis, onun¬la, onun gerçek tebligatıyla amel ve hareket etmeni sana teklif etmiş oluyoruz" dedi. [231]
Mukavkıs:
"Ben bu peygamberin işini, dinini inceledim. Gördüm ki, onda ne dünyadan el etek çekilmesi emrediliyor, ne de mergub ve makbul şeyler yasaklanıyor!
Kendisini de, ne yolunu şaşırmış bir sihirbaz, ne de gaibden haberler aldığını iddia eden yalancı bir kâhin olarak bulmuş değilim!
Fakat, kendisinde benim bulduğum; gaibi, gizli, kapalı şeyleri keşfedip haber vermek gibi peygam¬berlik alâmetleridir.
Bununla beraber, ben biraz daha düşünmek isterim!" dedi. [232]
Mukavkıs, bir gece haber salıp Hâtıb'ı huzuruna getirtti.
Mukavkıs'ın yanında, Arapça tercümanından başka kimse yoktu.
Mukavkıs, Hâtib'a:
"Onun (Muhammed Aleyhisselamın) hakkında soracağım şeylere doğru cevap verir misin?
Ashabının arasından, sahibinin seni niçin seçip gönderdiğini biliyorum. [233]
Ben sana üç şey soracağım!" dedi.
Hâtıb:
"İstediğini sor! Ben sana ancak doğruyu söyleyeceğim!" dedi. [234]
Mukavkıs:
"Muhammed insanları nelere davet ediyor?" diye sordu.
Hâtıb:
"Yalnız Allah'a ibadet etmeye davet ediyor. Gece gündüz, beş vakitte namaz kılmayı emrediyor! Ramazan orucunu tutmayı, Beytullah'ı hacc ve ziyaret etmeyi, verilen sözde durmayı... emrediyor. Ölmüş hayvanın etini yemekten ve kandan men ediyor!" dedi. [235]
Mukavkıs:
"Onun (Muhammed Aleyhisselamın) şekil ve şemailini (fizikî yapısını) bana tarif et, anlat!" dedi.
Hâtıb kısaca tarif etti.
Mukavkıs:
"Anlatmadığın daha bazı şeyler kaldı: Gözlerinde biraz kırmızılık, sırtında iki omuzu arasında da peygamberlik hâtemi (mührü) vardır. Merkebe biner, sırtına harmani giyer, hurma ve az etli kemikle geçinir, amcaları ve amca oğulları tarafından korunur!" dedi.
Hâtıb:
"Bunlar da onun sıfatıdır!" dedi. [236]
Mukavkıs:
"Ben, gelecek bir peygamber daha kaldığını biliyordum. Fakat, onun Şam'dan çıkacağını sanıyor¬dum. [237] Çünkü, daha önceki peygamberler hep oradan çıkmışlardı.
Gerçi, son peygamberin Arabistan'da, sertlik, darlık, yoksulluk ülkesinden çıkacağını da Kitablarda görmüştüm. [238]
Allah'ın Kitabında sıfatlarını yazılı bulduğumuz peygamberin zuhuru zamanı da, tam bu zamandır!
Biz, onun vasfını, İki kızkardeşi bir nikâh altında birleştirmez! Hediyeyi kabul eder, sadakayı kabul etmez! Fakiri er, yoksullarla oturur kalkar!' diye de, Kitabda yazılı bulmuştuk! [239]
Ona uymak hususunda Kıbtîler beni dinlemezler! [240]
Ben saltanatımdan da ayrılmaya kıyam ayacağı m! Bu hususta çok cimriyim dir! [241]
Ben Kıbtîlere bundan ne bir kelime ananm, ne de hiç kimseye bu konuşmamı bildirmeyi, duyurmayı isterim!" dedi [242] ve Arapça yazı yazan bir yazıcı çağırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubuna şöyle cevap yazdırdı:
"B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Muhammed b. Abdullah'a Kıbtîlerin büyüğü Mukavkıstan!
Selam olsun sana!
Bundan sonra, arzederim ki; mektubunu okudum.
Mektubunda andığın ve beni davet ettiğin şeyleri anladım. [243]
Gelecek bir peygamber daha kaldığını biliyor ve fakat onun Şam'dan çıkacağını sanıyordum.
Elçini ağırladım.
Sana Kıbtîler katında mevkileri yüksek iki cariye ile elbiseler gönderdim.
Binmen için, sana bir de katır hediye ettim.
Selam olsun sana!"
Mukavkıs, bundan fazla ne birşey yaptı, ne de Müslüman oldu. [244]
Mukavkıs, Hâtıb'a:
"Sakın hâ! Kıbtîler senin ağzından tek kelime bile işitmesinler!" diye tenbihatta bulundu. [245]

Mukavkıs’ın Peygamberimiz Aleyhisselama Gönderdiği Hediyeler

1. İki cariye (Mâriye ile kızkardeşi Şîrîn),
2. Bin miskal altın,
3. İki binit hayvanı (bir katırla bir merkep),
4. Yirmi kat Mısır işi ince elbise, [246]
5. Bir adet billur kadeh, [247]
6. Kokulu bal, [248]
7. Sarık,
8. Kabâtî Mısır keten kumaşı,
9. Öd, misk gibi güzel koku,
10. Gülyağı,
11. Kutu içinde sürmelik,
12. Tarak,
13. Makas,
14. Misvak,
15. Ayna,
16. İğne,
17. İplik,
18. Baston.
Mukavkıs Hâtıb'a Peygamberimiz Aleyhisselam hakkında:
"Sürme kullanır mı?" diye sormuştu.
Hâtıb:
"Evet! Aynaya bakar, saçını tarar; seferde ve hazerde, aynayı, sürmedanlığı, tarağı, misvağı yanın¬dan ayırmaz!" demişti. [249]
Mukavkıs'ın Peygamberimiz Aleyhisselama hediye ettiği iki cariyeye Hâtıb Müslüman olmalarını teklif etti, onlar da Müslüman oldular. Mâriye'yi Peygamberimiz Aleyhisselam zevceliğe kabul etti, Sîrîn'i de Hassan b. Sabite verdi.
Peygamberimiz Aleyhisselamın Hz. İbrahim adındaki oğlu, Hz. Mariye'den doğmuştur. [250]
Mukavkıs'ın hediye ettiği katır Düldül, merkep de Ufeyr, Yâfur diye anılırdı . [251] Bunlar, iyi cins binit hayvanlarındandı. [252] Her ikisi de gri tüylü idi. [253] O güne kadar, Arabistan'da ak tüylü katır görülmemişti. İslâm'da ilk görülen ak tüylü katır, Düldül oldu. [254]
Peygamberimiz Aleyhisselam, hediye edilen billur kadehle de su içerdi. [255] Mukavkıs tarafından Hâtıb'a verilen hediye, 100 dinar (altın) ile 5 kat elbise idi. [256]

Hâtıb'ın Medine'ye Yollanışı

Hâtıb'ın bildirdiğine göre; kendisi, Mukavkıs'ın yanında, kısa bir müddet, beş gün kaldı ve son dere¬cede ağırlandı. [257]
Yabancı heyetler ise, Mukavkıs'ın yanında bir ay ve bir aydan da fazla kalmakta idiler. [258]
Hâtıb, beş günden sonra, Mukavkıs'ın ülkesinden ayrıldı. [259]
Mukavkıs Hâtıb'ı Cezîretü'l-Arab'a muhafız askerlerle yolladı.
Bunlar Arabistan'a ayak bastıkları sırada, Şam'dan Medine'ye gitmekte olan bir kafileye rastladılar.
Hâtıb, Mukavkıs'ın askerlerini geri çevirip kafileye katıldı. [260] Medine'ye gelip kavuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Mukavkıs'ın hediyelerini kabul etti. [261]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mukavkıs Hakkındaki Sözleri

Hâtıb b. Ebi Beltea Mukavkıs'ın sözlerini Peygamberimiz Aleyhisselama anlatınca, [262] Peygamberimiz Aleyhisselam: "Yaramaz adam saltanatına kıyamadı! Esirgediği saltanatı ise, ken¬disinde kalmayacaktır!" buyurdu. [263]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mukavkıs'a Gönderdiği Mektubunun Saklanışı ve Son
Zamanlarda Ele Geçişi

Mukavkıs, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubunu filciişinden yapılmış bir kutu içine koyup kutuyu mühürledi ve cariyesine teslim etti. [264]
Hicretin 1267. yılında Mısır'ın Ahmim beldesinde eski bir manastırdaki Kıbt kitapları arasında bulu¬nan ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Mukavkıs'a gönderdiği mektup olduğu anlaşılan mektup, Abdülmecid Han tarafından satın alınarak İstanbul Topkapı Sarayı Müzesinde Mukaddes Emanetler Bölümünde saklanmaktadır.
Mektup; 16x19 cm. eb'âdında, kahverengi bir deri üzerine siyah mürekkeple yazılmış olup, oniki satırdır.
Mektubun altında Peygamberimizin mührü bulunmaktadır.
Mektupta yer yer güve yenikleri vardır. [265]

Şüca' b. Vehb'in Hâris b. Ebi Şimr el-Gassanî'ye Gönderilişi

Gönderiliş Tarihi ve Sebebi

Hicretin 7. yılında, [266] Muharrem ayında, [267] İslâmiyete davet etmek üzere hükümdarlara gönder¬ilen altı elçiden birisi de Şüca' b. Ebi Vehb olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu Şam sınırı hüküm¬darı Haris b. Ebi Şimr el-Gassanî'ye göndermişti. [268]
Haris b. Ebi Şimr, Hıristiyan Arapların hükümdarı idi. [269]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Haris b. Ebi Şimr'e gönderdiği "Muhammed Resûlullah" mührü ile mühürlü mektubunda şöyle buyurdu:
"B ismi İlâhirrahm âhirrahîm
Allah'ın Resûlü Muhammed'den Haris b. Ebi Şimr'e!
Doğru yola uyan, tâbi olanlara, Allah'a iman eden ve Resûlünü doğrulayanlara selam olsun!
Ben seni eşi, ortağı olmayan Bir Allah'a imana davet ediyorum!
Davetimi kabul edersen, hüküm ve saltanatın yine sende kalacaktır." [270]
Şüca' b. Ebi Vehb, mühürlenip kendisine verilen bu mektupla yola çıktı. [271] Şüca' b. Ebi Vehb der ki:
"Haris b. Ebi Şimr'e gittim.
Kendisi, o sırada Dımaşk'ın Gota bölgesinde* bulunuyor, Kayser Herakliyus'a yapılacak kondurma, ağırlama ve armağan hazırlıklarıyla uğraşıyordu.
Kayser Herakliyus, Hıms'tan İlyaya (Kudüs'e) gelmişti. [272]
Hâris'in kapısında iki veya üç gün kadar oturup onu bekledim.
Hâris'in kapıcısına:
'Ben Resûlullah Aleyhisselamın Hâris'e gönderdiği elçisiyim!1 dedim.
Kapıcı:
'Sen onunla buluşamazsın! O ancakfilan gün, filan saatte çıkar!1 dedi.
Kapıcı Rum'du ve kendisinin adı da Mira idi.
Mira, Resûlullah Aleyhisselamı benden sondu.
Ben de, Resûlullah Aleyhisselamın sıfatlarını ve Haris b. Ebi Şimr'i nelere davet ettiğini anlatınca, içi kabardı, en sonunda kendisini tutam ayarak ağlamaya başladı.
Ağlarken de;
'Ben İncil'i okudum. Bu peygamberin sıfatlarını [273] ve onun insanları nelere davet edeceğini [274] İncil'de aynen yazılı buldum! [275]
Fakat, ben onun Şam'dan çıkacağını sanıyordum. Kurazîlerin yurdundan (Medine'den) çıktığını gördüm! [276]
Ben ona iman ve kendisinin peygamberliğini tasdik ediyorum. Fakat, Haris beni öldürür diye, imanımı açıklamaktan korkuyorum!' diyor, ondan hayır gelmeyeceğini üzülerek haber veriyor, bana ikramda bulunuyor, beni en güzel şekilde ağırlıyordu.
En sonra, Haris bir gün çıkıp tahtına oturdu, başına tacını koydu.
Kendisinin yanına girmeme izin verildi. Girip Resûlullah Aleyhisselamın mektubunu ona sundum.
Haris, mektubu okuduktan sonra, yere attı ve:
'Saltanatımı benden kim sökebilecekmiş göreyim?!
O Yemen'de de olsa, halkla üzerime gelmeden, ben ona gideceğim!' dedi.
Gece gelip kavuşuncaya kadar, oturduğu yerden ayrılmadı. Sonra, kalkıp atların nallanmasını emretti.
Bana da:
'Sahibine, gördüğünü haber ver!' dedi.
Kayser'e bir mektup yazıp elçiliğimin haberini bildirdi ve Resûlullah Aleyhisselamın üzerine yürüm¬eye hazırlandı. [277]
O sırada, Kayser Herakliyus Kudüste, Dıhyetü'l-Kelbî de Kayser'in yanında bulunuyordu. [278]
Kayser Herakliyus, Hâris'in mektubuna yazdığı karşılıkta:
'Sakın, onun üzerine varayım deme! İlya'da benimle buluş!' dedi.
Kayser'den mektubunun cevabı gelince, Haris beni huzuruna çağırdı ve bana:
'Sahibinin yanına ne zaman gitmek istiyorsun?1 diye sordu.
'Yarın!' dedim.
Bana yüz miskal altın bahşiş verilmesini emretti.
Hâris'in kapıcısı Mira da, bana yol için azık ve elbise yetiştirip:
'Resûlullah Aleyhisselama benden selam söyle! [279] Dinine tâbi ve Müslüman olduğumu haber ver!' dedi. [280]
Medine'ye dönüp Haris b. Ebi Şimr'in dediklerini ve davranışını Peygamber Aleyhisselama haber verdim.
Peygamber Aleyhisselam:
'Onun saltanatı yok olsun!' buyurdu.
Mira'nın selam söylediğini ve dediklerini de haber verdim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Doğrudur!' buyurdu." [281]
Haris b. Ebi Şimr, Mekke'nin fethi (Hicretin 8.) yılında öldü. [282]
Onun ölümü ile Gassanî saltanatı Cebele b. Eyhem'e geçti ve onda da sona erdi. [283]

Salît b. Amr'ın Yemame Hükümdarı Hevze b. Ali'ye Gönderilişi

Gönderiliş Tarihi ve Sebebi

Hicretin 7. yılında [284] Muharrem ayında [285] İslâmiyete davet etmek üzere hükümdarlara gönderilen altı elçiden birisi de Salît b. Amr olup, Peygamberimiz Aleyhisselam onu Yemâme hükümdarı Hevze b. Ali'ye göndermişti. [286]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Hevze b. Ali'ye gönderdiği, "Muhammed Resûlullah" mührü ile mühürlü mektubunda şöyle buyurmuştu:
"B ismi İlâhirrahm ânirrahîm
Allah'ın Resûlü Muhammed'den Hevze b. Ali'ye!
Doğru yola tâbi olan, uyanlara selam olsun!
İyi bil ki; benim dinim develerin ve atların ayak basacakları en uzak yerlere kadar uzanacak, bütün dinlere galip ve üstün gelecektir! Sen de Müslüman ol, selameti bul!
Müslüman olursan, idaren altındaki yerlerin idaresini yine sana bırakırı m !" [287]
Salît b. Amr Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mühürlü mektubu ile vardığı zaman, Hevze b. Ali Salît'i konukladı ve ağırladı.
Mektup kendisine okununca, Peygamberimiz Aleyhisselamın davetini, redden başka türlü bir redle, yani kibarca reddetti. [288]

Salît b. Amr'ın Hevze b. Ali'yi Öğütleyişi

Salît b. Amr, Hevze b. Ali'ye:
"Ey Hevze! Şüphe yok ki, sen de kavminin ulu kişisisin!
Senin ulu sandığın, kendilerine yöneldiğin kimselerin cesetleri çürümüş, canları da Cehenneme gir¬miş bulunmaktadır!
Seyyid, ulu kişi, ancak, imanla korunmuş, sonra da, Allah'ın emirlerini yerine getirmeyi, yasakların¬dan sakınmayı kendisine ahiret azığı edinmiş olan kişidir.
Eğer bir kavim iman mutluluğuna ermişse, sakın onları kendi görüşünle doğru yoldan saptırayım deme!
Ben yapılması emrolunan hayrı sana emr, yapılması yasaklanan şenden de seni men ederim!
Yani, ben Bir olan Allah'a ibadeti sana emr, şeytana tapmaktan da seni men ederim!
Çünkü, Allah'a ibadet insanı Cennete, şeytana tapmak da Cehenneme götürür!
Eğer bu öğütlerimi kabul edersen, umduğuna erer, korktuğundan da kurtulursun!
Öğütlerimi kabul etmekten kaçınır, yüz çevirirsen, bizim aramızla senin anandaki perde kalkar, aramız açılır!" dedi.
Hevze b. Ali:
"Ey Salît! Sen beni seyyidlikle, ulu kişilikle şereflendirip yücelttin! Benim görüşüm; işleri önce ince¬leyip düşünmem, sonra da onu dilememdir. Şimdi, sen bana biraz mühlet ve genişlik ver. Ben düşünür, danışırım; inşaallah, davetini kabul ederim!" dedi. [289]

Hevze b. Ali'nin Durumu Eregün'le Konuşması

Hevze b. Ali'nin yanına, Hıristiyan ulularından Dımaşk ulusu Enegün gelmişti. Enegün, Hevze'den, Peygamberimiz Aleyhisselamı sondu. Hevze:
"Onun bana mektubu gelmişti. Beni İslâmiyete davet ediyordu. Ben onun davetini kabul etmedim" dedi.
Enegün:
"Niçin kabul etmedin?" diye sordu.
Hevze:
"Dinimi esirgedim.
Bununla beraber, ben kavmimin hükümdarı bulunuyorum.
Ona tâbi olsaydım, hükümdarlık yapamayacaktım!" dedi.
Eregün:
"Hayır! Vallahi, sen ona tâbi olsaydın, o sana yine hükümdarlık yaptırırdı.
Senin için hayırlı ve yararlı olan, ona tâbi olmaktı.
Muhakkak ki, o, İsa b. Meryem'in geleceğini müjdelemiş olduğu Arap peygamberdir!
O, yanımızdaki İncil'de 'Muhammed Resûlullah' diye yazılı bulunmaktadır" dedi. [290]
Hevze:
"Anlattığın şeyi ben de İncil'de okumuştum" dedikten sonra, Eregün'e:
"Peki, sen ona niçin tâbi olmuyorsun?" diye sordu.
Eregün:
"Ona kıskançlıktan ve içki içmekten vazgeçememekten!" dedi.
Hevze:
"Herakliyus bu hususta ne yaptı?" diye sordu.
Eregün:
"Kendi dininde kaldı, saltanattan ayrılmaya kıyamadı, cimrilik etti!" dedi. [291]

Hevze b. Ali'nin Peygamberimiz Aleyhisselamın Mektubuna Cevap Yazışı

Hevze b. Ali, Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubuna yazdığı karşılıkta:
"Davet ettiğin şey ne kadar güzel, ne kadar iyidir!
Ben kavmimin şairi ve hatibiyim!
Araplar, benim kavmimden korkar ve titrerler!
Sen bana işinden bazı yetkiler ver de, sana tâbi olayım" dedi.
Hevze b. Ali, elçi S al it b. Amr'a bahşişler ve iyi dokunmuş kumaştan elbiseler verdi.
Salıt b. Amr, Hevze'nin verdiği hediyeleri Peygamberimiz Aleyhisselama getirdi. Hevze'nin sözleri¬ni haber verdi ve mektubunu da okudu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yerdeki bir hurma koruğunu bile dilese, ona vermem! Onun ellerindeki herşeyiyok olsun, yok!" diy¬erek dua etti.
Mekke'nin fethi yılında (Hicretin 8. yılında), Mekke'den dönerken, Cebrail Aleyhisselam Hevze b. Ali'nin öldüğünü Peygamberimiz Aleyhisselama haberverdi. [292]




________________________________________
APAÇIK BİR ZAFERE DOĞRU

Zeyd b. Hârise'nin Cüzamları Te'dib İçin Hısma'ya Gönderilişi

Seferin Tarihi, Mevkii ve Sebebi

Hısmâ seferi, Hicretin 7. yılı başlarında vuku bulmuştur. [1]
Hısmâ; Şam toprağında bir kırdır. Vâdi'l-kurâ'ya iki gecelik uzaklıktadır. Cüzamların konak yeridir. [2]
Peygamberimiz Aleyhisselamın elçisi Dıhye b. Halife Kayser Herakliyus'un yanından Medine'ye dönerken, Hısma'ya geldiği sırada, Cüzamlardan Huneyd ve Huneyd'in oğlu ile daha bazı adamlar, önünü keserek Kayser'in vermiş olduğu birçok kıymetli hediyeleri soymuşlar, Medine'ye ancak üzerinde¬ki eski elbise ile gelebilmişti. [3]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Zeyd b. H ârise'yi, 500 kişilik askerî birte'dib birliğinin başında Cüzamlara yolladı.
Dıhye b. Halifeyi de Zeyd b. Hârise'nin yanına kattı.
Benî Uzrelerden bir adam da, kılavuz olarak yanlarına katıldı. [4]
Zeyd b. Harise ve askerleri, kılavuzlarıyla birlikte, geceleri yürüyorlar, gündüzleri gizleniyorlardı. [5]
İslâm mücahidi erinin Cüzamların yurtlarına geldikleri sırada, Cüzamların ileri gelenlerinden Rifâa b. Zeyd Müslüman olup Peygamberimiz Aleyhisselamın mektubu ile kavminin yanına dönmüş, Cüzamlardan bütün Gatafanlarve Vâillerile Selaman ve Sa'd-ı Hüzeymlerden ve Behralardan birçok kişilerde, Harretü'r-Reclâ'ya gelip konmuşlardı.
Rifâa b.Zeyd de, Benî Dubayblardan bazı kişilerle birlikte Kurâ-i Rebbe'de, öteki Benî Dubayblar ise Harre nahiyesinin Medan vadisinde bulunuyorlardı.
Zeyd b. Hârise'nin gelip saldıracağından hiçbirinin haberi yoktu.
Kılavuz, İslâm mücahidlerini Harre'nin Evlac tarafından getirmişti. [6] İslâm mücahidleri, sabahleyin, Huneyd ve oğlunun konak yerine ve onların yanında bulunanlara ansızın baskın yaptılar.
Huneyd ile oğlu öldürüldü.
Benî Ahnef veya Ecneflerden de iki kişi öldü. [7]
1000 deve ile 5000 davar iğtinam edildi. [8]
Rifâa b. Zeyd'in cemaatinden, Benî Dubayblardan yeni Müslüman olmuş bulunan bazı kişiler, Huneyd ile oğlunun Dıhye b. Halifeyi soyduklarını haber alır almaz toplanmış, onların üzerlerine yürüyüp çarpışmış, yağmaladıkları şeyleri-Dıhye'ye teslim etmek üzere-ellerinden kurtarmış bulunuyor¬lardı. [9]

Dubayb Oğulları Temsilcisinin Zeyd b. Hârise ile Konuşması

Dubayb oğulları, İslâm mücahidlerinin Medan çölünde bulunduklarını öğrenince, onlardan Hassan (Vâkıdî'ye göre Hıbbas) b. Melle Süveyd b. Zeyd'in Acace adındaki atına, Üneyf b. Melle ise Melle'nin Rıgal adındaki atına, Ebu Zeyd b. Amr da Şemr adlı kendi atına binip gittiler.
Bunlar İslâm mücahidlerine yaklaşınca, Ebu Zeyd'le Hassan, Üneyf b. Melleye:
"Sen bizden ayrıl, dönüp git! Çünkü, biz senin dilinden korkuyoruz!" dediler, onun üzerine dikildiler ve atının üzerinden ayrılmadıkça, yanından uzaklaşmadılar.
Üneyf ise:
"Ben de, iki atlının yaya yürüyücüsü olurum!" diyerek arkalarından koştu ve yetişti. Ona:
"Sen bizimle gel, ama şimdiye kadar yapageldiğin şeyleri bugün sakın yapma! Biz konuşurken, sen dilini tut! Bugün bize bir uğursuzluk getirme!" dediler.
İçlerinden, yalnız Hassan b. Melle'nin konuşmasını kararlaştırdılar. Bunlar, Cahiliye çağında aralarında bazı kelimelerle (parolalarla) birbirlerini tanırlardı. "Kavedî" dedikleri de, olurdu. [10]
Herhangi bir kimse kendilerine kılıçla vurmak istediği zaman "Bûrî" veya "Sûrî" parolasını kullanır¬lardı. [11]
Temsilciler İslâm mücahidlerinin yanlarına doğru varırlarken, onlar da bunlara doğru gelmeye başladılar.
Hassan, İslâm mücahidlerine:
"Biz, Müslüman bir cemaatiz!" dedi.
Siyah bir at üzerinde Müslümanların yanına götürülen, varan ilk kişi o oldu.
Üneyf:
"Bûrî" [12] veya "Kavedî" dedi. [13]
Hassan, ona:
"Sabırlı ol!" dedikten sonra, Zeyd b. Hârise'nin yanına kadar varıp durdu.
Zeyd b. Harise:
"Öyleyse, Ümmü'l-Kitâbı [Fatiha sûresini] okuyunuz bakayım?" dedi.
Hassan Fatiha sûresini okuyunca, Zeyd b. Harise:
"Askerlere sesleniniz ki; Yüce Allah, şu kavmin içinden çıkıp geldikleri yeri bize haram ve dokunul¬maz kılmıştır. Ahdini bozan, bundan müstesnadır!" dedi. [14]
Zeyd b. Harise, onlardan yalnız birisini Fatiha sûresinden imtihan etti, başka birşey yapmadı. [15]
Zeyd b. Harise esirleri Dubayb oğullarına iade etmek istediği zaman, arkadaşlarından bazıları, onların işlerinde karışıklık bulunduğunu haber verdiler.
Bunun üzerine, Zeyd b. Harise iade işini bir müddet için geri bıraktı ve:
"Onlar hakkında, Allah hüküm verecektir!" dedi. [16]
Hassan b. Melle'nin kızkardeşi de esirler arasında idi.
Zeyd b. Harise, Hassan b. Melle'ye:
"Al, götür onu!" dedi.
Ümmü'l-Fezer ed-Dulaiye, Hassan b. Melle'ye:
"Kızlarınızı götürüyorsunuz da, analarınızı mı bırakıyorsunuz?!" dedi.
Hasib oğullarından birisi de:
"Onlar Dubayb oğullarındandır. Her zaman, onların dilleri büyülüdür!" diye mırıldandı.
Mücahidlerden bazısı bunu işitip Zeyd b. Hâriseye haber verdiler.
Bunun üzerine, Zeyd b. Harise emretti, Hassân'ın kızkardeşinin elindeki bağ çözüldü.
Zeyd, Hassân'a:
"Yüce Allah şu amcanın kızları hakkında hükmünü verinceye kadar, sen de onlarla birlikte burada otur!" dedi.
Elçiler dönmek istediler.
İslâm askerleri, onların gelmiş oldukları vadilerine inip gitmelerine engel oldular.
Onlar da ev halklarının yanında akşamladılar. [17]
Dubayb oğulları temsilcileri, Zeyd b. Harise ile arkadaşlarını gözetlemeye başladılar; ve onların uyuduklarını anlayınca, [18] gecenin bir kısmını geçirdikten sonra, hayvanlarına binip Rifâa b. Zeyd'in yanına vardılar.
Ebu Zeyd b. Amr,
Ebu Şemmas b. Amr,
Süveyd b. Zeyd,
Ba'ce b. Zeyd,
Berza' b. Zeyd,
Muharribe b. Adiyy,
Üneyf b. Melle,
Hassan b. Melle, Leylâ Harresi kuyusunun üzerindeki Kurâ-i Rebbe'de Rifâa b. Zeyd'in yanında sabahladılar. [19]
Sabahleyin, Hassan b. Melle, Rifâa b. Zeyd'e:
"Sen oturup keçi sütü içmeyi düşünüyorsun! Cüzam kadınları ise, baskın yapılıp esir edilmiş bulunuyorlar!?
Halbuki, senin elinde, Peygamberden getirmiş olduğun mektup da var!" dedi. [20]
Başlarına geleni ona haber verdi. [21]
Rifâa b. Zeyd, devesinin getirilmesini istedi, sıçrayıp onun üzerine bindi.
Baskın sırasında Hasiblerden öldürülmüş olanın kardeşi Ümeyye b. Zafere de yanlarında olduğu halde, üç gecede Medineye yetiştiler.
Rifâa b. Zeyd'le arkadaşları Mescide kadarvardılar.
Müslümanlardan birisi, onlara bakıp:
"Develerinizi ıhdırmayınız!" deyince, temsilcilerin elleri yanlarına düştü. Hayvanlarından indiler, hay¬vanlarını ıhdırmayıp ayakta durdurdular.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onları görünce:
"Halkın arka tarafına geliniz!" diye eliyle işaret buyurdu.
Rifâa b. Zeyd, söze başlamak istediği sırada, halktan birisi ayağa kalkıp:
"Yâ Rasûlallah! Bunlar, insanı ücretsiz olarak zorla çalıştıran bir kavimdir!" dedi.
Rifâa b. Zeyd, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Allah seni rahmetiyle esirgesin! Sen o gün bize hayırdan başkasını vermemiştin!" dedikten sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın kendisi için yazdırmış olduğu yazıyı Peygamberimiz Aleyhisselam m önüne koydu ve:
"Yâ Rasûlallah! Önündeki, Rifâa b. Zeyd'e daha önce yazıp [yazdırıp] vermiş olduğun yazıdır.
Ona sonradan yapılan vefasızlık da ortadadır!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Oku onu ey oğul! Dileğini de açıkla!" buyurdu.
Rifâa b. Zeyd yazıyı okuduğu zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam ondan haberi sordu. [22]
Temsilciler, Zeyd b. Hârise'nin yaptığını, Peygamberimiz Aleyhisselama anlattılar. [23]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ya öldürülmüş olanları ne yaparım?" buyurdu [24] ve bunu üç kere tekrarladı..
Rifâa b. Zeyd:
"Yâ Rasûlallah! Sen daha iyi bilirsin: Sen kendine helâl olanı haram kılma! Kendine haram olanı da helâl kılma! [25]
Sen bizim için de, helâl olanı haram kılma! Haram olanı da bize helâl kılma!" dedi. [26]
Temsilcilerden Ebu Zeyd b. Amr:
"Yâ Rasûlallah! Sen, bizden sağ olanlan salıver! Öldürülmüş olanlara gelince; onlar şuracıkta ayak¬larımın altında kalıversin gitsin! Onlardan dolayı hiçbir hak istenilmesin!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ebu Zeyd doğru söyledi!" buyurdu. [27]
Temsilciler:
"Yâ Rasûlallah! Zeyd b. Hâriseye bizimle birlikte bir adam gönder de, o, ailelerimizin ve mal¬larımızın arasından çekilsin!" dediler. [28]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 10- PEYGAMBERİMİZİN A.S HÜKÜMDARLARI İSLAMA DAVETİ Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 10- PEYGAMBERİMİZİN A.S HÜKÜMDARLARI İSLAMA DAVETİ   İSLAM TARİHİ 10- PEYGAMBERİMİZİN A.S HÜKÜMDARLARI İSLAMA DAVETİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 6:15 pm

Hz. Ali'nin Zeyd b. Hârise'ye Gönderilişi

Cüzam temsilcilerinin istekleri üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ali'ye:
"Haydi, yâ Ali! Bin de, onlarla birlikte git!" buyurdu.
Hz. Ali:
"Yâ Rasûlallah! Zeyd bana boyun eğmez!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Al şu kılıcımı!" buyurdu ve kılıcını Hz. Ali'ye verdi. [29]
Hz. Ali:
"Yâ Rasûlallah! Benim üzerine bineceğim bir hayvanım da yok!" dedi.
Temsilciler:
"İşte sana deve!" dediler.
Hz. Ali, temsilcilerden birisinin devesine bindi ve birlikte yola koyuldular. [30] Yolda, Zeyd b. Harise tarafından Ebi Vebr'in Şemr adındaki hayvanına bindirilip Peygamberimiz Aleyhisselama gönderilmiş olan elçi [31] Râfi' b. Mıkyes'e rastladılar. [32]
Cüzam temsilcileri, Râfi'i devenin üzerinden indirdiler.
Râfi':
"Yâ Ali! Ya benim halim ne olacak? Ben neye bineceğim?" dedi.
Hz. Ali:
"O, onların malıdır. Onu görünce, tanıdılar ve aldılar" dedi. [33]
Râfi'i terkisine aldı. [34] Gittiler, Fahleteyn çölünde Zeyd b. Harise ile askerlerine kavuştular. [35]
Hz. Ali, Zeyd b. Hârise'ye:
"Resûlullah Aleyhisselam, şu kavme, elinde bulunan esirlerin ve malların hepsini iade etmeni sana emrediyor!" dedi.
Zeyd b. Harise:
"Resûlullah Aleyhisselam tarafından geldiğine bir alâmet, bir işaret var mıdır?" diye sordu.
Hz. Ali:
"Bu kılıcıdır!" dedi.
Zeyd b. Harise, Peygamberimiz Aleyhisselamın kılıcını görünce, tanıdı.
Hemen hayvanından inip askerlere seslendi:
Askerler kendisinin yanında toplanınca, onlara:
"Kimin elinde esirlerden veya maldan ne varsa, onu hemen Resûlullah Aleyhisselamın şu elçisine iade etsin!" dedi. [36]
Herkes, Cüzamlardan almış oldukları herşeyi geri verdiler. [37]

Sihir ve Kehanetin Mânâları, Çeşitleri, Tarihçeleri; ve Yahudi Sihirbazı Lebid'in Peygamberimiz
Aleyhisselamı Sihirle Öldürmeye Kalkışı

Sihrin Çeşitli Mânâları

Sihir sözü, Araplarca, birşeyi yönünden çekip çevirmek, değiştirmek yerine de kullanılır. [38]
Sihir, lügatta, sebebi gizli ve ince olan şeye; şeriat teriminde de, sebebi gizli olan ve aslına uymayan, gözbağcılık, düzenbazlık, oyunculuk biçimindeki şeylere denir. [39]
Sihir, kötü kişilerde görülen, itiraz ve reddedilmesi güç olmayan olağanüstü işler diye de tarif edilir. [40]
Sihrin Türkçe'de karşılığı, büyü ve cadılıktır.
Sihir, aslında, insanın ciğerine vurarak sersemletmek mânâsına masdar olup; sonradan, cadılıkta kullanıl mıştır. [41]
Sihrin üç türlü mânâsı vardır:
1- Aslı ve hakikati olmayan zihnî hayallemeler, kuruntular, düzen ve oyunlardır ki; hokkabazların el çabukluğuyla gözlerden kaçırmak ve koğucuların da yaldızlı sözlerle kulakları avutmak suretiyle yaptık¬ları şeyler sihrin birinci bölümündendir.
Yüce Allah, bu çeşit sihir ve sihirbazlar hakkında: "...Halkın gözlerini büyülediler ve onlara korku saldılar." [42]
"Onların ipleri ve değnekleri, sihirleri yüzünden, kendisine, gerçekten koşuyormuş hayalini verdi" buyurmuştur. [43]
O zaman, imansızlar Mûsâ Aleyhisselamı da böyle bir sihirbaz sandıkları için, ona: "Ey sihirbaz! Bizim için Rabbine dua et!" diye [44] hitap etmişlerdi.
2- Sihrin ikinci mânâsı; herhangi bir suretle yaklaşıp şeytanın yardımını sağlam aktır ki, Yüce Allah, bu hususta da:
"Şeytanın, kimlerin üzerine indiğini size haber vereyim mi? Onlar her günahkâr yalancının üzerine inerier. [45] Fakat, o şeytanlar, kâfirlerdir ki, insanlara sihri (büyüyü) öğretiyorlardı" [46] buyurmuştur. [47]
Sihrin bu çeşidi, ikinci çeşit olarak hayırlı ve mü'min olan cinlerle kâfir şeytan olan cinlerden yardım biçiminde gösterilmiştir. [48]
3- Suret ve tabiatların değiştirilmesine güç yetirilebileceğine ve meselâ bir insanın merkep yapıla¬bileceğine inanılan şeydir ki, bu çeşit sihrin ilim adamları katında aslı ve hakikati yoktur. [49]
Böyle olmakla beraber, sihrin insanlar üzerinde etkili olduğu ve sinirlenen, büyülenen kişinin boş yere kendisini eşek sanarak eşeklenmeye yeltendiği de görülür. [50]
İbn Haldun da, bu hususta şu bilgiyi verir
"Sihir ve tılsım bir ilim olup, insan ruhu bunlarla ya doğrudan doğruya, ya da dolayısıyla temel ele¬manlara tesir edebilir.
Doğrudan doğruya olanına sihir, dolayısıyla olanına tılsım denir.
İnsanlar ruhları itibarıyla bir cinsten iseler de taşıdıkları bazı özellikleri dolayısıyla sınıflara ayrılırlar ve her sınıf da ayrı bir özellik taşır.
İnsanlar üzerindeki tesirleri itibarıyla, sihirbazların ruhları üç gruba ayrılır:
1. İstediklerini doğrudan doğruya kalb ile etkilerler ki; filozofların sihir adını verdikleri budur.
2. Feleklerin tabiat ve mizaçlarından, yahut temel elemanlardan, ya da sayıların özelliklerinden birisiyle etki yaparlar ki; buna tılsım denir ve bu, tesir yönünden birinci gruptakine nisbetle çok zayıf ve düşük kalır.
3. Hariçte hiç aslı ve vücudu olmadığı halde, yapılan ruhî tesir ve telkinlerle birtakım suretler ve hay¬ aller hissettirilir ki; filozoflar, buna da, gözbağcılık adını verirler.
Sihirbazların ruhlarındaki özellik, sair beşerî özellikler, kendilerinde yaratılıştan mevcut olup, bunun fiil alanına çıkması ya riyâzâtla, ya da şeytanlara itaat ve tapmakla olabilir.
Peygamberlere gelince; onların ruhlarında öyle bir özellik vardır ki, onlar bu özellikleriyle Allah'ı marifet ederler, Allah tarafından gelen meleklerle görüşür ve konuşurlar. Allah'ın izni ve yardımıyla bir¬takım mucize ve harikalar gösterirler." [51]

Sihrin Peygamberlik Sıfatları ve Vazifeleri Üzerinde Tesirinin Olmadığı

Sihir; peygamberlerin ne peygamberlik sıfatlarına, ne de peygamberlik vazifelerine tesir edemez.
Ancak, peygamberlerin birer insan olmaları itibarıyla, hastalanmaları nasıl tabiî ise, sihrin de kısa bir müddet için kendilerinin bazı dış organları üzerinde az çok bir sarsıntı yapabileceği, bir donukluk, dur¬gunluk meydana getirebileceği mümkün görülmüştür. [52]

Sihrin Keramet ve Mucize ile İlgisinin Bulunmadığı

Sihir, fâsık, dinle ilgisi kesilmiş kimselerde görülür. Böyle olan kişilerde keramet zuhur etmez.
Sihirbaz, yapmak istediği şeyi oluşturuncaya kadar, hertürlü sözden ve işten yararlanmaya çalışır. Keramette ise, böyle şeylere gerek ve ihtiyaç duyulmaz. Keramet, ancak şeriata son derecede bağlı, dince tehlikeli sayılan tutum ve davranışlardan son derecede çekingen olan Allah dostlarından, kendil¬iğinden zuhur eder.
Mucizeye gelince; peygamberlerin, peygamberliklerini isbatlamak üzere Allah'ın izniyle gösterip inkarcılara meydan okudukları birtakım olağanüstü işlerdir ki, bu vasıflarıyla kerametten de ayrılırlar ve üstünlük taşırlar. [53]

Sihrin İslâm'da Yasaklığı

Peygamberimiz Aleyhisselam, bir gün:
"İnsanı helâka sürükleyen yedi şeyden çekininiz!" buyurmuştu.
"Yâ Rasûlallan! Nedir bu tehlikeli şeyler?" diye sordular.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"1. Allah'a şerik koşmak,
2. Sihir yapmak,
3. Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı nefsi haksız yere öldürmek,
4. Ribâ (faiz) yemek,
5. Yetim malı yemek,
6. Savaş meydanında dönüp kaçmak,
7. Zinadan korunan, böyle birşey hatırından bile geçmeyen Müslüman kadınlarına zina isnad etmek!" buyurdu. [54]
Yine Peygamberimiz Aleyhisselamın buyurduklarına göre:
"Birşeye düğüm vurup efsun yapan kişi sihir yapmış; sihir yapan da küfre sapmış (büyük bir günah işlemiş) olur!" [55]
"Muhabbet vesaire için efsun yapmak, iplik okumak veya nüsha yazmak suretiyle sihir yapmak, şirk-tir!" [56]
"Kim bir sihirbaza veya kâhine veya yıldızlara bakıp gaibden haber veren kimseye gider, ondan birşeyler sorar ve onun söylediklerini de doğrularsa, Muhammed Aleyhisselama indirilmiş olanı inkâr etmiş olur!" [57]
"Sihre inanan kişi, Cennete giremez!" [58]

Sihrin ve Sihirbazlığın Tarihçesi

Sihir ve sihirbazlık, öteden beri, birçok milletlerde; Araplarda, Rumlarda, Hintlilerde, Acemlerde (İranlılarda), [59] Mısırlılarda.. görülegelen tarihî bir vâkıadır. [60]
Nuh Aleyhisselamın torunu Erfahşed'in oğlu Kaynan, sihirbazdı. [61]
Dahhâk b. Ulvan b. Amlîk b. Âd, Babile taraflarına vanp orada yerleştikten sonra Babil'i kurmuş, etrafta ne kadar sihirbaz varsa hepsini Babil'de toplamış, sihri öğrenmiş ve hatta sihirbazlıkta önder olmuştu. [62]
Dahhâktan sonra, Babil'de Nemrud (Nümrud) b. Ken'an (Feridun) hüküm sürdü. Kendisi, hey'et ilmine vâkıftı. Her taraftaki hey'et bilginlerini Babil'de topladı. İbrahim Aleyhisselamı ateşe atan, bu idi. [63]
Musa Aleyhisselamın karşısına 72 sihirbaz çıkarılmıştı. Bunların 70'i İsrail oğullarındandı, ikisi de Farslı idi. [64]
İsrail oğullarından olan sihirbazlar, Musa Aleyhisselamın mucizesi karşısında Müslüman olmuşlar ve Firavun tarafından astırılmışlardı. [65] Farslı olan sihirbazlar ise, Müslüman olmamışlar ve kaçmışlardı. [66]
Süleyman Aleyhisselamın devrinde de, sihirbazlık çok yaygındı. Süleyman Aleyhisselam, bu husus¬ta yazılan kitapları toplattırıp bir sandık içinde, kürsüsünün altına gömdürmüştü.
Süleyman Aleyhisselamdan sonra, bu kitaplar ortaya çıkarılarak:
"Bu, Allah'ın Süleyman'a indirdiği, onun da halktan esirgediği, gizlediği ilimdir!" dediler ve onu din edindiler.
Yahudiler arasında sihirbazlık sürdü gitti. [67]
Sihirbazlıkla kâhinlik arasında sıkı bir münasebet vardı.
Musa Aleyhisselamın karşısına çıkarılan sihirbazlar, Mısır başkâhinleri idi. [68]
İsa Aleyhisselamın devrinde de birçok başkâhinin bulunduğu ve hatta İsa Aleyhisselamın asıl¬masını en başta onların istedikleri ve bu hususta en çok direnenin de kâhin-i âzam olduğu görülür. [69]

Kehânet ve Çeşitleri

Kehânet; gaibden haber vermek, falcılık, bakıcılık etmek demektir.
Kişinin işlerini gözeten, yöneten kimseye de, kethüda mânâsına olarak, kâhin denilir. [70]
Kâhin; gelecek zamanda olacak şeylerden haber veren ve kâinatın sırlarına, gayb ilmine vâkıf olduğunu iddia eden kimse demektir. [71]
Kâhinler; kendilerinin cinlerden tabileri bulunduğunu, onların görünüp kendilerine haberler getirdik¬lerini söylerlerdi.
Kâhine arrâf ve müneccim de denilir.
Araplar, her ilim sahibine müneccim, tabibe de kâhin ismini verirlerdi.
Arrâflar sözün gelişinden, işten, halden soruşturup birşeyler anlarlar; bununla da, herşeye vâkıf olduklarını, çalınmış şeyleri, yitiklerin yerlerini vesâireyi bildiklerini iddia ederlerdi.
Medine Yahudilerinden Kurayza ve Nadir kabilelerine de, kitab sahibi, anlayış ve bilgi sahibi olduk¬ları için "Kâhinân=iki kâhin kabile" denirdi. [72]
Önceleri, cinler, şeytanlar göklere çıkmaktan men edilmedikleri için, göklerin ses dinleme yerlerine sinerek, yeryüzünde vuku bulacak ölüm, yağmur... gibi hadiseler hakkında meleklerin kelamlarından işitebildiklerini gelip kâhinlere haber verirler, onlar da bunları birtakım yalan dolanlarla doldurulmuş olarak halka söylerlerdi. [73]
Peygamberimiz Aleyhisselamın peygamber olarak gönderilmesi üzerine, cinler ve şeytanlar, gök¬lere çıkmaktan, haber hırsızlığından men edildiler. [74]

Kehânetin Tarihçesi

Kehânetin tarihi de, Tûfan'dan çok öncelerine çıkar.
Nuh Aleyhisselamın devrinde kâhinlik çok yaygındı. Nuh Aleyhisselama muarız olan kral, çevre halkına yazı yazarak, tapılmakta olan putlardan başka ilahlar olduğunu bilip bilmediklerini sormuştu. [75] Nuh Aleyhisselamın öldürülmesini emreden de, o zamanın kâhini idi. [76]
İdris Aleyhisselamın öldüğünü ortalığa yayan ilk kâhin de, şeytandı. [77]
Kâhinlerin en büyükleri, Mısır'da bulunuyordu.
Kâhinlerin kehânetleri, yıldızlar üzerine idi. Kâhinler; bütün ilimlerin kendilerine yıldızlardan geldiği¬ni ve gayb haberlerinin onlar tarafından verildiğini, tabiat sırlarının onlar tarafından öğretildiğini, bütün gizli ilimlerin onlar tarafından gösterildiğini iddia ederlerdi.
Kâhinler; türlü türlü tılsımlar düzerler, konuşur heykeller yaparlar, yürür sureti er çizerler, yüksek yüksek binalar çatarlar, tıp ilimlerini taşların üzerine kazırlar, düşmanları yurtlarından men edecek birtakım şaşılacak şeyler yaparlardı.
Kâhinlerin Mısır'da 85 şehri olup, bunlardan 45'i yeraltında, 4O'ı da yerüstünde idi. Her şehirde kâhinlerden bir başkan bulunmakta, kâhinlerin sayıları da binleri aşmakta idi.
Kâhinler; kâinatı yönettiğine inandıkları 7 yıldızdan birine yedi yıl taparlar ve Mahir adını alırlardı.
Mahir, yedi yıldızdan her birine yedişer yıl taptıktan sonra, Kaaatır diye anılırdı.
Kaaatırlık mertebesine erişen kâhin, kral ile oturur kalkardı.
Kral; kaaatırın görüşü ve reyi ile hükmeder, onu görünce ayağa kalkar, ona saygı gösterirdi.
Kaaatır, her gün, kralın yanında bulunmak üzere; giyinip kuşandıktan sonra, gider, kralın yanına otururdu.
Sonra, diğer kâhinler de, sanat ve hüner sahipleriyle birlikte içeri girerler ve kaaatırın hizasında dururlardı.
Kâhinlerden her biri, bir yıldıza hizmet eder ve Arapların Abduşşems diye ad taktıkları gibi, bunlara da Yıldız Kulu mânâsına gelen Abdulkevkeb adı verilirdi.
Kaaatır, mahir adını taşıyan kâhinlerden birine:
"Sahibin nerede?" diye sorar, o da:
"Filan burçta, filan derecede, filan dakikada!" diye cevap verirdi.
Kaaatır, yıldızların bulundukları yeri öğreninceye kadar, hizasındaki mahirlere sorusunu tekrar¬ladıktan sonra, krala döner ve:
"Kralın bugün şöyle şöyle yapması, şunu şunu yemesi, şu vakitte cinsel münasebette bulunması yararlı görünüyor ve bütün göreceği şeyler yararlı görünüyor!" derdi.
Kaaatırın önünde duran kâtip de, kaaatırın bütün söylediklerini yazardı.
Bundan sonra, kaaatır sanat ve hüner sahiplerine döner; birer birer, onlara:
"Sen taş üzerine şöyle bir sureti şöylece çiz!" derdi.
Sanat sahipleri Dârü'l-Hikme merasimine gittikleri zaman da, o gün yapmaları yararlı olacak işler, kendilerinin önlerine konulurdu.
Kral da kaaatırın söylediklerine göre hareket ederdi.
Böyle, olan biten bütün şeyler, o gün, bir sahifeye kaydedilir, sahife dürülüp bükülür, kralın mahze¬nine konulurdu. [78]
Tûfan'dan sonra, Mısır'da bir müddet Nuh Aleyhisselamın dini üzere kalındı. Kâhin adı ayıp sayıldı. Bunun yerine, buyruklarına karşı gelinmez mânâsına olarak hâkim adı taşındı. [79]
Araplanda ilk kâhin de, Şıkk b. Huveyl, b. İrem, b. Sam, b. Nuh idi. [80]
Arap kâhinleri arasında Satîh, erişilemeyecek bir dereceye erişmiş, kendisine "Kâhinler Kâhini" diye ad verilmişti.
Satîh gaibden haber verir, şaşılacak şeyler anlatırdı. [81]
Yemen kralı Rebia b. Nasr, bir rüya görmüş, ondan ürkmüştü.
Ülkesinde ne kadar kâhin, sihirbaz, falcı ve müneccim varsa, hepsini yanına toplamış ve onlara:
"Ben bir rüya gördüm, ondan ürktüm. Bunun yorumunu bana bildiriniz?" demişti.
Onlar:
"Rüyanı bize anlat da, sana yorumunu bildirelim?" dediler.
Kral:
"Ben rüyamı size anlatırsam, bildireceğiniz yorumun doğruluğuna emin ve mutmain olamam.
Rüyamı anlatmadan onu bilemeyen kimse, onun doğru yorumunu da bilemez!" dedi.
İçlerinden birisi:
"Eğer kral böylesini istiyorsa, Satîh'a haber salsın!
Çünkü, ondan daha bilgili kimse yoktur! [82] Bu hususta sözlerine inanılabilecek en bilgili kişi odur!" dedi. [83]
Satîh'ın muasın olan Şıkk b. Yeşkür de, Araplar arasında yetişen İkinci Şıkk idi.
Kendisi, Arapların hakîmlerindendi. [84]

Yahudiler Peygamberimiz Aleyhisselamı Ne Zaman ve Nasıl Sihirle Öldürmeye Kalkıştılar?

Hicretin 7. yılında idi ki; Müslüman olduğunu açıkladığı halde münafıklıktan ayrılmayan ve sihirba¬zlıkta çok maharetli olan Yahudi Lebid b. A'sam'a, Yahudilerin elebaşıları:
"Ey Ebu'l-A'sam! Sen bizim en bilgili sihirbazımızsın!
Muhammed bizim erkeklerimizi ve kadınlarımızı sihirledi, büyüledi.
Biz ona karşı birşey yapamadık!
Sen onun bize neler yaptığını, dinimize nasıl aykırı davrandığını, bizden kimleri öldürdüğünü veya sürgün ettiğini gördün!
Biz, bütün yaptıklarına karşı onu sihirleyip cezalandırmak üzere seni tutuyor, görevlendiriyoruz!" dediler ve Peygamberimiz Aleyhisselama sihir yapması için de üç dinar (altın) verdiler.
Lebid b. A'sam, Peygamberimiz Aleyhisselamın tarağıyla başından taranmış saçlarını elde etmeye girişti. [85]
Yahudilerden bir genç; gelir gider, Peygamberimiz Aleyhisselamın işini tutardı.
Yahudiler, Peygamberimiz Aleyhisselamın saç ve sakal tarantısıyla bazı tarak dişlerini elde edinc¬eye kadar bu gencin üzerine düştüler. [86]
Yahudi genci, Peygamberimiz Aleyhisselamın saç tarantısıyla tarak dişlerini alıp Yahudilere verdi. [87]
Lebid b. A'sam, istediğini ele geçirince, ona birtakım düğümler dövdü ve üfledi.
Bu düğümlenmiş ve üflenmiş saç tarantılarını, erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığının içine koydu. Sonra, onu götürüp kuyunun içindeki basamak taşının altına yerleştirdi. [88]
Bu kuyu, Zurayk oğullarına aitti. [89]
Lebid b. Asam sihir yaptıktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam hastalandı. [90] Başının saçları dökülmeye başladı. [91] Peygamberimiz Aleyhisselam, yapmadığı bir işi yapmış; [92] zevcesine yaklaş¬madığı halde, yaklaşmış gibi sanır oldu! [93] Peygamberimiz Aleyhisselamın gözlerinin feri de azaldı.
Ashab-ı Kiram, hastalığını yoklamaya geldiler. [94]
Hastalığı günlerce sürdü. [95] Yemekten içmekten., kaldı. [96]
Peygamberimiz Aleyhisselam hastalanınca, Lebid b. A'sam'ın kızkardeşlerinden birisi, Hz. Âişe'nin yanına gelmişti.
Kadın, Peygamberimiz Aleyhisselamın hastalandığını öğrenince, dönüp bunu kızkardeşlerine ve Lebid'e haber verdi.
Onlardan birisi:
"Eğer o gerçekten peygamberse, kendisine bu iş haber verilir. Aksi takdirde, bu sihir kendisine nere¬den gösterilir? En sonunda, aklı başından gider. Böylece de, kavmimiz ve dindaşlarımız, umduklarına ermiş olur!" dedi.
A'sam'ın kızları, Lebid'den daha sihirbaz, daha beter idiler.
Yüce Allah, Peygamberine yapılan sihrin kim tarafından ve nasıl yapıldığını ve konulan yerini gös-terdi. [97]
Hz. Âişe derki:
"Nihayet, Resûlullah Aleyhisselam, günün birinde tekrar tekrar dua etti. Sonra da, bana:
'Ey Âişe! Yapmış olduğum duamı Allah'ın kabul buyurduğunu biliyor musun? Bana meleklerden iki melek geldi [98] Onlardan birisi:
'Sihirlenmiştir!' dedi.
Biri, öbürüne:
'Kim sihir yapmış ona?' diye sordu.
Öbürü:
'Lebid b. A'sam!' dedi.
Biri, öbürüne:
'Sihir ne ile yapılmıştır?1 diye sordu.
Öbürü:
'Erkek hurmanın kurumuş çiçek kapçığı, tarak, saç sakal tarantısıyla!' dedi.
Biri, öbürüne:
'Nerededir o?' diye sordu.
Öbürü:
'Zervan kuyusunda, [99] basamak taşının altındadır!' dedi.
Biri, öbürüne:
'Onun şifa bulması ne iledir?' diye sordu.
Öbürü:
'Kuyu suyunun tamamıyla çekilip içindeki basamak taşının kaldırılması ve altındaki kurumuş erkek hurma çiçeği kapçığının çıkarılması suretiyledir!' dedi.
Bundan sonra, melekler havalanıp gittiler." [100]

Yapılan Sihrin Zervan Kuyusundan Çıkarılışı ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Kurtuluşu

Peygamberimiz Aleyhisselam, Hz. Ali ile Ammar b. Yâsir'i çağırdı. Meleklerden işittiği şeyleri onlara beyan ve Zervan kuyusuna hemen gitmelerini emir buyurunca, Hz. Ali ile Ammar b. Yâsir, Zervan kuyusuna gittiler. Kuyunun suyu kınaya boyanmış, [101] kuyunun başındaki hurma ağaçlarının başları da, şeytan başları gibi idi. [102]
Hz. Ali ile Ammar b. Yâsir, kuyunun suyunu çekip boşalttılar, içindeki basamak taşını kaldırdılar.
Taşın altındaki hurma çiçeği kapçığı. [103] Peygamberimiz Aleyhisselamın tarağı, başının saç taran¬tısı, üzerine iğneler saplanmış mumdan bir heykeli, yine üzerine onbir düğüm vurulmuş ve iğneler saplanmış bir yay kirişi bulunup çıkarıldı . [104]
Yay kirişi üzerindeki düğümleri çözmeye güç yetirilemedi. [105]
Cebrail Aleyhisselam gelip Felak ve Nâs sûrelerinin âyetlerini okudukça, düğümler çözülmeye başladı!
Peygamberimiz Aleyhisselam, her düğüm çözüldükçe, önce elem, sonra rahatlık duymakta idi. [106]
En son düğüm çözüldüğü zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, diz bağından boşanmış, kurtulmuş gibi açılıverdi. [107]
Yemek yemeye, su içmeye başladı. [108]

Zervan Kuyusunun Kapatılışı ve Lebid b. A'sam'ın Sorguya Çekilişi

Peygamberimiz Aleyhisselam, emredip Zervan kuyusunu kapattırdı. [109] Lebid b. A'sam'a haber gönderdi ve:
"Allah bana senin yaptığın sihri haber verdi ve yerini de gösterdi. Sen bunu ne için yaptın?" diye sordu.
Lebid:
"Dinar (altın) sevgisinden dolayı!" dedi. [110]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallan! Onu öldürsen!" denildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Onun sonunda göreceği ilahî azab, daha şiddetlidir!" buyurdu. [111]
Bir daha onun ne yüzünü gördü, ne de bu suçunu anıp başına kaktı. [112]
Hayatına kasdetmiş olan Zurayk oğulları Yahudilerinden hiç kimseyi öldürmedi. [113]

Eban b. Saîd b. Âs'ın Müslüman Oluşu

Eban b. Said'in Kimliği

Eban b. Saîd b.Âs'ın soyu, Peygamberimiz Aleyhisselamın soyu ile Abdi Menaf'ta birleşir. [114]
Eban'ın babası Ebu Uhayha Saîd b. Âs, Kureyş müşriklerinin ulularındandı. Ebu Uhayha'nın oğullarından Halid ile Amr, ilk sıralarda Müslüman olmuşlardı. [115]
Eban, Ebu Cehil'in halasının oğlu idi. [116] Ebu Cehil gibi, o da, Peygamberimiz Aleyhisselamın azılı düşmanlarındandı. [117]
Kardeşleri Halid'le Amr Müslüman oldukları zaman, onları, söylediği bir şiirle kınamıştı. [118]

Eban'ın Müslüman Oluşunun Sebebi

Eban b. Saîd, Hudeybiye seferinden önce, ticaret için Şam'a gitmiş, orada bir Hıristiyan papazla karşılaşmıştı.
Eban, ona:
"Ben Kureyş kabilesinden bir adamım. İçimizden bir adam çıktı. Kendisinin Resûlullah olduğunu; Musa ve İsa gibi, kendisini de Allah'ın peygamber olarak gönderdiğini iddia ediyor! Sen buna ne der¬sin?" diyerek Peygamberimiz Aleyhisselam hakkındaki görüşünü sorunca, papaz:
"O adamınızın adı nedir?" diye sordu.
Eban:
"Muhammedi" dedi.
Papaz:
"Ben onu sana tarif edeyim!" diyerek Peygamberimiz Aleyhisselamın şekil ve şemailini (fizikî yapısını),yaşını, babasını, dedesini, soyunu anlattı.
Eban:
"O da, aynen böyledir!" dedi.
Papaz:
"Öyleyse, vallahi, o, önce Araplara, sonra da bütün yeryüzüne galip ve hakim olacaktır! Sen o salih zâta benden selam söyle!" dedi.
Eban, Mekke'ye döndüğü zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam ve ashabı hakkında, bizatihî, birşey söylemeden soruşturmalar yaptı. Aldığı bilgiler, papazın söylediği gibi idi.
Eban; Peygamberimiz Aleyhisselamın H udeybiye'den dönüşünden sonra, Hudeybiye musâlahasıy-la Hayber seferi arasında, yani Hicretin 6. yılının sonu ile 7. yılı arasında Müslüman oldu ve Müslümanlığını güzel amellerle güzelleştirdi. [119]
Allah ondan razı olsun! [120]

Haccac b. Ilâtu's-Sülemî'nin Müslüman Oluşu

Haccac'ın Kimliği ve Müslüman Oluşunun Sebebi

Haccac, Süleym oğulları kabilesindendi. [121] Kendisi çok zengindi. Süleym oğulları yurdundaki altın madenleri ona aitti. [122]
Haccac; Süleym oğulları kabilesinden bazı kimselerle birlikte, hayvanlarına binip Mekke'ye doğru yola çıkmışlardı.
Korkunç bir vadide bulundukları sırada, gece karanlığı basınca, orada oturakaldılar, yollarına devam edemediler.
Arkadaşları, Haccac'a:
"Ey Ebu Kilâb! Kalk da, kendin ve arkadaşların için bir eman ve selamet çaresine bak!" dediler.
Haccac, ayağa kalkıp arkadaşlarını korumak üzere, onların çevresinde dolaşmaya ve:
"Selametle dönünceye kadar, kendim ve arkadaşlarım ve binitlerimiz için şu vadideki her cinnîden Tanrı'ya sığınırım!" demeye başladı.
O sırada, birisinin:
"Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse, haydi, geçip gidiniz! Allah'ın bahşedeceği bir kudretle olmadıkça, asla geçip gidemezsiniz!" [123] (Rahman: 33) diy¬erek seslendiğini işitti.
Haccac, Mekke'ye varınca, Kureyş müşriklerinin toplandıkları bir mecliste, bunu onlara haber verdi.
Kureyş müşrikleri:
"Vallahi, ey Ebu Kilâb! Sen dinden çıktın, sapıttın.
Muhammed de, bu sözün kendisine vahyedildiğini söylüyordu" dediler.
Haccac:
"Vallahi, ben bu sözü kulaklarımla işitin isimdir! Bunu şu arkadaşlarım da işitm işlerdir" dedi. [124]
Haccac, Peygamberimiz Aleyhisselamın nerede olduğunu sordu.
"Medine'dedir" denildi. [125]
Haccac; Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber'de bulunduğu sırada Müslüman oldu ve Hayber'in fethinde Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulundu. [126]
Haccac; Medine'ye hicret ederek, Ümeyye b. Zeyd oğulları yanında bir ev yapıp yerleşti ve orada bir mescid de yaptı. [127]
Allah ondan razı olsun! [128]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Hayber Yahudilerini Hakkı İtirafa, Allah'a ve Allah'ın Resûlüne
İmana Davet Edişi

Peygamberimiz Aleyhisselam, Hayber Yahudilerine bir yazı göndererek onları hakkı itiraf ve kabule davet etti.
Onlara gönderdiği yazısında şöyle buyurdu:
"Bismillâhirrahmânirrahîm
Musa'nın ve kardeşinin dostu ve Musa'nın getirdiklerinin doğrulayıcısı Muhammed Resûlullah tarafı ndandır.
Ey Tevrat ehli topluluğu!
Allah size Kitabınızda:
'Muhammed, Allah'ın Resûlüdür! Onunla birlikte bulunanlar da, kâfirlere karşı çok şiddetli, kendi aralarında ise çok merhametlidirler. Onları, hep rükû ve sücud halinde, Allah'tan lütuf ve hoşnutluk dil¬erlerken görürsün. Onlar yüzlerindeki secde eserinden tanınırlar. Bu, onların Tevrat'taki tavsif ve temsil¬leridir.
Onların İncil'deki tavsif ve temsilleri de, filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerinde dimdik yükselmiş, ekincilerin hoşuna giden bir ekin gibidir. Onlar, kâfirleri kızdırmak için yetiştir¬ilmişlerdir. Allah, onlardan iman eden, salih amellerde bulunanlara, hem yarlıganma, hem büyük mükâ¬fat va'd etmiştir1 [129] diye buyurmadı mı?
Siz bunu Kitabınızda muhakkak yazılı bulmuşsunuzdur.
Ben, size Allah hakkı için and veriyorum!
Üzerinize indirilmiş olanlar için and veriyorum!
Sizden önceki torunlara kudret helvası, selva kuşu eti yediren Allah için and veriyorum!
Babalarınızı Firavun'dan ve onun yaptığı kötülüklerden kurtarıncaya kadar denizi kurutan Allah için and veriyorum!
Allah'ın size indirdiği Kitabda, Muhammed'e iman edeceğiniz hakkındaki âyetleri bulmadığınızı bana haber verebilir misiniz?! [130]
Eğer bunu Kitabınızda bulmadınızsa, size zorlama yok! [131]
'Artık iman ile küfür apaçık belli olmuştur...' [132]
Sizi Allah'a ve O'nun Peygamberine imana davet ediyorum!" [133]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İSLAM TARİHİ 10- PEYGAMBERİMİZİN A.S HÜKÜMDARLARI İSLAMA DAVETİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İSLAM TARİHİ 16-VEDA HACCI
» İSLAM TARİHİ 6-BEDİR GAZÂSI
» İSLAM TARİHİ 19-PEYGAMBERİMİZİN AHLAKI
» İSLAM TARİHİ 18-PEYGAMBERİMİZİN S.A.V ÜMMETİNE BIRAKTIĞI EMANET KİTAB VE SÜNNET
» İSLAM TARİHİ 15-İNSANLAR BÖLÜK BÖLÜK İSLAMA GİRİYOR

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( SAV) Hakkında Herşey

 :: Peygamber Efendimizin Soy Agacı Ve Hayatı Ve Mucizeleri
-
Buraya geçin: