iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Vakit Namazınızı Kıldınızmı?

Hoş Geldiniz Forumdaki Konulardan Tam Anlamıyla Faydanalabilmek İçin Giriş Yapınız Uye Degılsenız 1 Dakıkanızı Ayırarak Kayıt Olunuz---ByNoKta
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi

CİNLERE, ŞEYTANLARA, İFRİTLERE ve DİĞERLERİNE, BÜYÜYE VE SİHRE KARŞI İNSANLARIN KALESİ ( SİTEMİZDEKİ HERŞEY ÜCRETSİZ ve KARŞILIKSIZDIR )
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Empty
MesajKonu: İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ   İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:23 pm

PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ


Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye Hicret Etmesine Allah Tarafından İzin Verilişi

Suikastin kararlaştırıldığı gün; Peygamberimiz (a.s.)ın Mekke'den, kavminin arasından çıkıp Medine'ye hicret etmesine, Yüce Allah tarafından izin verildi. [1]
Cebrail (a.s.) gelip: "Sen, geceleri üzerinde yatageldiğin döşeğinde bu gece yatma!" denil¬di. [2]
Hz. Âişe der ki:
"Resûlullah (a.s.)ın Ebu Bekir'in evine-ya akşam, ya sabah-gelmediği gün olmazdı.
Mekke'den, kavminin arasından çıkıp hicret etmesine izin verildiği gün, öğle vaktinin sıcağında, hiç gelmediği bir saatte, [3] zeval vaktinin ilk saatinde Ebu Bekir'in evinde, evimizde oturuyorduk.
Ev halkından biri* Ebu Bekir'e:
'İşte, Resûlullah (a.s.), bize, hiç gelmediği bir saatte, [4] başını bir örtü ile örtmüş olarak geliy¬or!' dedi.
Ebu Bekir
'Babam, anam ona feda olsun! [5]
Vallahi, [6] o, yeni bir hadise olmadıkça, bu saatte gelmezdi!' dedi. [7]
Resûlullah (a.s.), gelince, içeri girmek için izin istedi; izin verildi, içeri girdi. [8]
Resûlullah (a.s.) girince, Ebu Bekir sedirinden kalktı, Resûlullah (a.s.) oturdu. [9]
Ebu Bekir'in yanında, benimle Esma binti Ebi Bekir'den başka kimse yoktu. [10]
Resûlullah (a.s.) Ebu Bekir'e:
'Yanındaki kimseleri dışarı çıkar!' buyurdu. [11]
Ebu Bekir
'Yâ Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun! [12] Onlar, iki kızımdır! [13] Senin ehlin ve mahremindir. [14] Bizi gözetleyen, yabancı bir kimse yoktur' dedi. [15]
Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.):
'Benim buradan çıkıp Medine'ye gitmeme Yüce Allah tarafından izin verildi!' buyurdu.
Ebu Bekir
'Yâ Rasûlallah! Benim için, seninle yoldaşlık, arkadaşlık etmek de var mı?' diye sordu.
Resûlullah (a.s.):
'Evet!' buyurunca, [16] Ebu Bekir sevincinden ağladı!
Vallahi, ben, Ebu Bekir'in o gün ağladığını görünceye kadar, bir erkeğin sevincinden ağlayacağını bilmiyordum. [17]
Ebu Bekir
'Ey Allah'ın Peygamberi! Ben şu iki deveyi bunun için hazırlamıştım. [18]
Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Şu iki deveden birisini al!' dedi.
Resûlullah (a.s.):
'Onu ancak bedelini ödemek üzere alırım' buyurdu.
Resûlullah (a.s.)la Ebu Bekir'in sefer levazımını çarçabuk hazırladık:
Her ikisi için bir miktar azık yapıp dağarcık içine koyduk.
Ebu Bekir'in kızı Esma, belinin kuşağından bir parça yırtıp, onunla dağarcığın ağzını bağladı.
Bunun için, ona 'Zâtu'n-nıtakayn=İki kuşaklı' denildi." [19]
Dil oğullarından, müşrik, fakat güvenilir bir adam olan Abdullah b. Uraykıt'ı da yol kılavuzu olarak ücretle tuttular.
İki deveyi, yanında bulundurmak ve belirlenen güne ve saate kadar yaymak, [20] üç gün sonra sabahleyin Sevr dağında buluşmak [21] üzere kendisine teslim ettiler. [22]

Kâbe'nin Üzerindeki Putun Sökülüp Aşağı Atılışı

Hz. Ali der ki:
"Resûlullah (a.s.) Mekke'den hicret edip çıkacağı ve bana o gece kendisinin döşeğinde yat¬mamı emrettiği sırada, [23] ben ve Peygamber (a.s.), Kabe'ye vardık.
Resûlullah (a.s.), bana:
'Otur! Çok!1 buyurdu. Omuzuma basıp yükselmek istedi.
Birden, gücüm kuvvetim gitti!
Peygamber (a.s.), benim kuvvetten düştüğümü görünce, hemen omuzumdan indi.
Benim için kendisi oturdu (çömeldi) ve:
'Bas omuzlanma!' buyurdu.
Omuzlarına bastım. Bana birden güç kuvvet geldi. İstesem semanın ufkuna ulaşacağım gibi bir hal geldi!
Nihayet, Beytullah'ın üzerine çıktım.
Beytullah'ın üzerinde, tunçtan veya bakırdan bir put vardı.
Onu sağından, solundan, önünden ve arkasından itip, yerinden oynatüm.
Resûlullah (a.s.), bana:
'At onu aşağı!1 buyurdu.
Aşağı atar atmaz, o, sırça çanakların kırıldığı gibi, kınlıverdi!
Hemen Kabe'nin üzerinden indim.
Ben ve Resûlullah (a.s.), insanlardan herhangi bir kimse ile karşılaşmaktan sakınarak, yarışırcasına oradan uzaklaştık." [24]

Hicretin Gizli Tutuluşu ve Peygamberimiz (a.s.)ın Hz. Ali'ye Emir ve Tavsiyeleri

Peygamberimiz (a.s.)ın ne zaman Mekke'den çıkıp Medine'ye gideceğini, Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ebu Bekir'in ev halkından başka, hiç kimse bilmiyordu. [25]
Peygamberimiz (a.s.) Mekke'den ayrılıp Medine'ye gideceğini Hz. Ali'ye haber verip, ken¬disinden, geriye kalarak, yanında bulunan ve Mekkelilere ait olan emânetleri sahiplerine teslim etmesi¬ni, [26] sonra da, gelip kendisine kavuşmasını [27] emretti. [28]
Mekke'de; Peygamberimiz (a.s.)ın doğruluğunu ve emînliğini bilmeyen ve saki ay a m a mak¬tan korktuğu şeyi onun yanında bulundurmayan bir kimse yoktu. [29]
Peygamberimiz (a.s.); o gece kendisine ait döşekte yatıp uyumasını, Hz. Ali'ye emretti: [30]
"Benim döşeğimde yat, uyu!
Şu Hadramevt işi yeşil abama da, iyice bürün!
Sana, onlardan, hoşuna gitmeyecek birşey erişmeyecektir!" buyurdu [31]
Hz. Ali döşeğe girdi. Hadramevt işi abaya da büründü. [32]
Peygamberimiz (a.s.) da, uyuyacağı zaman, bu abanın içinde uyurdu. [33]
Hz. Ali Peygamberimiz (a.s.)ın döşeğine yatıp uykuya daldı. [34]

Evin Cellatlar Tarafından Kuşatılışı ve Duvardan İçeri Girilmek İstenilişi

Kabilelerden seçilmiş olan cellat delikanlılar, gecenin üçte biri geçince, [35] Peygamberimiz (a.s.)ın kapısının önünde toplandılar. [36]
Peygamberimiz (a.s.)ın abası içinde yatan, uyuyan [37] Hz. Ali'yi Peygamberimiz (a.s.) sandılar. [38]
Evin kısa duvarlarından, damına çıkıp, oradan içeriye inmeye kalkıştıkları zaman, içeriden bir kadın çığlık kopardı.
Bunun üzerine, cellat delikanlılar, birbirlerine:
"Vallahi, amcalarımızın kızlarının üzerlerine duvardan indiğimiz Araplara söylenir, rezil oluruz, sövülürüz, hürmet örtümüzü yırtmış oluruz!" dediler. Sabaha kadar, kapının önünde durdular ve Peygamberimiz (a.s.)ın dışarı çıkmasını beklediler. [39]
İşlenilecek cinayetin tan yeri ağarıncaya kadar bırakılışında, bunun kabileler arasında ortaklaşılmış olduğunu Hâşim oğullarına göstermeyi, onların müteaddit kabilelere karşı öç almayı göze alamayarak diyete razı olmalarını sağlamayı amaçlamış olmaları muhtemeldir. [40]
Fakat, bu, ancak, Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir'in gece karanlığında kimse görme¬den Sevr mağarasına yetişip saklanmalarına yaramıştır. [41]

Peygamberimiz (a.s.)ın Kapısı Önünde Toplanan Müşriklerden Bazıları

Peygamberimiz (a.s.)ın evinin önünde toplanan gözetleyici müşrikler arasında:
1. Ebu Cehil Amr b. Hişam,
2. Hakim b. Ebi'l-Âs,
3. Ukbe b. Ebi Muayt,
4. Nadr b. Haris,
5. Ümeyye b. Halef,
6. İbnü'l-Gaytala,
7. Zem'a b. Esved,
8. Tuayme b. Adiyy,
9. Ebu Leheb,
10. Übeyyb. Halef,
11. Nübeyh b. Haccac,
12. Münebbih b. Haccac da vardı. [42]
Ebu Cehil, yanındakilere:
"Muhammed'in iddiasına göre; siz Müslüman olur, kendisine uyarsanız, Araplara ve Arap olmayan¬lara hakim olacakmışsınız!?
Ölümünüzden sonra, diriltilecekmişsiniz!?
Sizin için, Ürdün bahçeleri gibi bahçeler olacakmış!?
Eğer dediğini yapmazsanız, kendisi için sizin öldürüleceğiniz muhakkakmışl?
Öldükten sonra da, diriltiIecekmişsiniz ve sizin için, içinde sizi yakacak bir ateş (Cehennem) ola¬cakmış!?" diyerek alay etti. [43]

Peygamberimiz (a.s.)ın Müşriklerin Başlarına Toprak Saçarak Aralarından Geçip Gidişi

Peygamberimiz (a.s.) dışarıda kendisini gözetleyen müşriklerin yanına çıktı.
Eline yerden bir avuç toprak aldı [44] ve Ebu Cehil'e:
"Onu ben söylüyorum! Bana inanmayarak öldürüldükten sonra Cehennemde yanacak olanlardan birisi de sensin!" buyurdu. [45] Ve elindeki toprağı onların başlarına saçtı. [46]
Saçılan topraktan, başına isabet etmeyen kimse kalmadı!
Yüce Allah onların gözlerini aldı. Onlar Peygamberimiz (a.s.)ı göremediler!
Peygamberimiz, onların aralarından geçip giderken, Yâsîn sûresinin başından on âyet okudu. [47]
Sonra da, gitmek istediği yere yöneldi.
Müşriklerle birlikte bulunmayan bir kimse, müşriklerin yanlarına gelip, onlara:
"Siz burada neyi bekliyorsunuz?" diye sordu.
Onlar:
"Muhammed'i bekliyoruz!" dediler.
Adam:
"Allah sizi umduğunuza erdirmesin!
Vallahi, Muhammed yanınıza çıkmış, sonra da, sizden, başına toprak saçmadık kimse bırakmayıp işine gitmiş! Siz kendinize yapılan şeyi görmüyor musunuz?" dedi.
Müşriklerden her biri elini başının üzerine sürdü, bir de ne görsün: Üzerlerine toprak saçılmış! [48]
Sonra, içeriye bakıp, Peygamberimiz (a.s.)ın döşeğinin üzerinde Hz. Ali'nin Peygamberimiz (a.s.)ın abasına bürünmüş olduğunu gördükleri zaman:
"Vallahi, işte Muhammedi Abasının içinde uyuyor!" dediler.
Öylece, sabaha kadar beklemekten geri durmadılar. [49]
Hz. Ali, sabah namazı için döşekten kalkınca, [50] hemen üzerine yürüdüler!
Bir de ne görsünler? Karşılarındaki Hz. Ali ! [51]
Kendi kendilerine:
"Vallahi, adamın bize söylediği doğru imiş!" dediler. [52]
Kureyş müşrikleri, Hz. Ali'ye:
"Nerede şu sahibin? [53] Nerede amcanın oğlu?" dediler. [54]
Hz. Ali:
"Bilmiyorum! [55] Benim bu hususta bir bilgim yok! [56] Ben onun üzerinde gözcü değilim!
Siz ona çıkıp gitmesini emrettin iz! [57] 'Bizden ayrıl, git!' dediniz. [58] O da çıkıp gitti" dedi. [59]
Bunun üzerine, müşrikler Hz. Ali'yi azarladılar ve tartakladılar; Kabe Mescidine götürüp bir süre hapsettikten sonra, bıraktılar. [60]

Sevr Dağı ve Sevr Mağarasında Gizleniş

Sevr dağı Mekke'nin aşağı kesiminde [61] ve sağındadır. Sevr dağının Mekke'ye uzaklığı iki-üç mildir. Yüksekliği bir mildir*
Sevr dağının tepesinde bir mağara vardır. Dağdan, deniz gürünür. [62] Mağaranın girişi tepesindedir. [63]
Sevr dağında sorgun ve hamel gibi Hicaz ağaç ve bitkileri bulunur. [64]
Peygamberimiz (a.s.); evinden ayrıldıktan sonra, hemen Hz. Ebu Bekir'in evine geldi.
Evin arkasındaki küçük kapıdan, Hz. Ebu Bekir'le birlikte dışarı çıktılar. [65]
Mekke'nin aşağı tarafında bulunan Sevr dağındaki mağaraya doğru, geceleyin, yürüyerek gittiler. [66]
Hz. Ebu Bekir Peygamberimiz (a.s.)ın kâh önünde, kâh arkasında yürüyordu.
Peygamberimiz (a.s.) onun bu hareketinin farkına varınca:
"Ey Ebu Bekir! Sen niçin kâh önümde, kâh arkamda yürüyorsun?" diye sordu.
Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Rasûlallah! Senin müşriklerce arandığını hatırladıkça arkanda, gözetlendiğini hatırladıkça da önünde yürüyorum!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Başıma gelecek bir musibetin benim yerime senin başına gelmiş olmasını ister misin?" diye sordu.
Hz. Ebu Bekir:
"Evet! Seni hak dinle peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; gelecek bir musibetin senin yer¬ine benim başıma gelmesini isterim" dedi.
Nihayet, mağaraya ulaştılar.
Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Rasûlallah! Ben senin için girip mağarayı temizleyinceye kadar, sen yerinde dur!" dedi.
Kendisi mağaraya girdi.
Mağaranın içini temizleyip yukarı çıkınca, içindeki delik deşikleri gidermediğini hatırladı.
"Yâ Rasûlallah! Ben delik ve deşikleri de giderinceye kadar, sen yerinde dur!" dedi. Mağaranın içine girip onları da giderdikten sonra:
"İn artık yâ Rasûlallah" dedi. [67]
Hz. Ebu Bekir; mağaranın içinde bulunması ve Peygamberimiz (a.s.)a zarar vermesi muhtemel yılan ve yırtıcı hayvanlara kendisi hedef olmak için önce kendisi girip her tarafı eliyle yok¬ladıktan sonra, Peygamberimiz (a.s.)ı indirdi. [68]
Mağaranın içinde erkek ve dişi yılanlara ait delikler bulunuyordu.
Hz. Ebu Bekir bir deliği tıkamadığını görmüş, oradan yılan çıkıp da Peygamber (a.s.)a zarar vermesin diye o deliğe ökçesini dayamış, deliğin içindeki yılan tarafından ısın İmi ştı . [69]
Hz. Ömer halifeliği sırasında bazılarının kendisini Hz. Ebu Bekir'e üstün tutar biçimde konuştuklarını işitince:
"Vallahi, Ebu Bekir'in o gecesi, Ömer'in bütün hanedanından daha hayırlıdır!
Ebu Bekir'in o günü, Ömer'in bütün hanedanından daha hayırlıdır!
Resûlullah (a.s.) mağaraya gitmek için evden çıktığı zaman, Ebu Bekir onun yanında idi" demiştir. [70]

Sevr Mağarasının Kapısında Gerçekleşen Mucizeler

Ashabdan Zeyd b. Erkam, Enes b. Malik ve Mugîre b. Şûbe'nin Peygatm berim iz (a.s.)dan rivayetlerine göre;
Yüce Allah'ın emriyle, mağaranın önünde, Peygamberimiz (a.s.)ın yüzünü örtüp göster¬meyecek biçimde bir ağaç* yetişti!
Mağaranın kapısına hemen bir örümcek gelip, ağaçla Peygamberimiz (a.s.)ın arasına üstüste ağ gerdi, Peygamberimiz (a.s.)ın yüzünü örttü!
İki dağ güvercini de, gelip mağaranın ağzında, [71] örümcekle ağaç arasında [72] yuvalandı. [73]

Müşriklerin Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir'i Aramaya Koyulmaları

Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir'in Sevr mağarasında gizlenmeye gittikleri sırada, aralarında Ebu Cehil'in de bulunduğu bir topluluk, Peygamberimiz (a.s.)ı evinde bulamayınca, hemen Hz. Ebu Bekir'in evine gidip kapısına dikildiler.
Esma binti Ebi Bekir dışarı çıktı. Ona:
"Ey Ebu Bekir'in kızı! Nerede baban?" diye sordular.
Esma Hatun:
"Vallahi, babamın nerede olduğunu bilmiyorum!" deyince, Ebu Cehil elini kaldırıp onun yanaklarına şiddetli bir şamar attı.
Esma Hatunun küpesi kulağından yere fırladı! [74]
Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.)ı çok sıkı bir arayışla [75] her tarafta; [76] Mekke'nin yukarısında, aşağısında aramaya koyuldular. [77]
Mekke'nin bütün dağlarını dolaşarak aradılar. [78]
Birtakım adamları da, hayvanlara bindirip, her tarafa saldılar. [79]
Çevrelerdeki su kuyuları sahiplerine haberler, adamlar gönderip, Peygamberimiz (a.s.)ı yakalamalarını emir ve kendilerine büyük ücretler verileceğini vaad ettiler. [80]
Sahillerde oturanlara da aynı şekilde haberler saldılar. [81]
Peygamberimiz (a.s.)ın izini izleyip kendisini buldurmak için, iki izciyi; [82] Kürz b. Alkame ile [83] Sürâka b. Malik b. Cu'şum'u da görevlendirdiler.
Sürâka b. Malik, Peygamberimiz (a.s.)ın iki yüz zira' (arşın) kadar yakınında bulunduğu sırada, müşriklere:
"İşte, şu taşta bir iz!
Onun, bundan sonra, ayağını nereye koyduğunu (bastığını) bilmiyorum! [84]
Vallahi, aradığınız, şu mağaradan ileriye gitmemiştir!" dedi. [85]
Genç müşrikler, Sürâkaya:
"Sen, bu geceye kadar, hiç yanılmamıştın!?" dediler. [86]
Herkabilederviçlerinde ileri gelenlerde bulunan-silahlı, elleri kılıçlı gençler, mağaraya yaklaştılar. [87]
Sabah olunca, Sürâka b. Malik, onlara:
"Şu mağaraya gidip bir bakın!" dedi.
Orada toplanmış bulunanlar, mağaraya elli zira1 kalıncaya kadaryarıştılar. [88]
İçlerinden birisi, [89] Sürâka b. Malik, [90] mağaranın içine bakmak için ilerledi.
Mağaranın ağzında iki dağ güvercininin yuvalandığını görür görmez, geri döndü.
Kendisine:
"Sana ne oldu? Niçin mağaranın içine bakmadın?" diye sordular.
Sürâka da:
"Mağaranın ağzında iki dağ güvercininin yuvalandığını gördüm. İçeride kimse bulunmadığını anladım!" dedi. [91]
Sürâka'nın bu konuşmasını, Peygamberimiz (a.s.) da işitti. [92]
Kürz b. Alkame de, Peygamberimiz (a.s.)ın izini mağaraya kadar sürüp götürmüş: [93]
"İşte, iz şurada kesildi!" demiştir. [94]
Sevr dağının üzerine çıkıp da, mağaranın kapısının üzerinde gerili örümcekağını gördükleri zaman, müşriklerin işleri karıştı:
"Eğer o oraya girmiş olsaydı, kapının üzerinde örümcek ağı bulunmazdı! [95] Eğer mağaranın içinde bir kimse bulunsaydı, şuradaki örümcek ağı olmazdı!" dediler. [96]
Bazıları:
"Mağaranın içine bir girin bakalım!" dedikleri zaman, Ümeyye b. Halef:
"Sizin hiç aklınız yok mu? Mağarada ne işiniz var?!
Üzerinde üstüste, kat kat örümcek ağı bulunan şu mağaraya mı gireceksiniz?!
Vallahi, benim kanaatime göre, [97] şu örümcek ağı Muhammed doğmadan öncesine aittir!" dedi [98] ve oraya da işedi.
Hatta, kendisinin sidiği, mağaranın içine doğru aktı gitti. [99]
Müşrikler mağaranın sağını solunu dolaşıyor ve:
"Eğer mağaraya girmiş olsalardı, güvercinlerin yumurtası kırılır, örümcek ağı da bozulurdu!" diyor¬lardı. [100]
Ebu Cehil ise:
"Vallahi, ben sanıyorum ki, o yakınımızdadır!
Fakat, bazı sihri ile gözlerimizi bağladı, göremez etti!" dedi. [101]

Hz. Ebu Bekir'in Telaşlanışı ve Korkuya Düşüşü

Hz. Ebu Bekir, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Ben öldürülürsem, nihayet, bir tek kişiyim. Ölür giderim!
Ama sen öldürülecek olursan, o zaman bir ümmet helak olur gider!" diyordu. [102]
O sırada, Peygamberimiz (a.s.), ayakta dikilerek namaz kılıyor, Hz. Ebu Bekir de gözcülük ediyordu.
Peygamberimiz (a.s.)a:
"Şu kavmin seni arayıp duruyorlar!
Vallahi, ben kendim hakkında tasalanmıyorum.
Fakat, sana yapılmasını istemediğim birşeyin yapıldığını göreceğim diye korkuyorum" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ey Ebu Bekir! Korkma! Hiç şüphesiz, Allah bizimledir!" buyurdu. [103]
Hz. Ebu Bekir mağaranın içinde iken başlarının üzerinde müşriklerin ayaklarını görünce; [104] Peygamberimiz (a.s.)a:
"Ey Allah'ın Peygamberi! Onlardan bazısı gözünü aşağı eğip baksa muhakkak bizi görür!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Sus ey Ebu Bekir! İki kişi ki, üçüncüsü Allah'tır!" buyurdu. [105]
Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Rasûlallah! Onlardan birisi [106] ayağını kaldıracak, [107] ayaklarına bakacak olursa, ayaklarının altında [108] bizi görecek!" dedi. [109]
Peygamberimiz (a.s.):
"Mahzun olma (üzülme)! Allah bizimledir! [110]
Ey Ebu Bekir! Üçüncüsü Allah olan iki kişiyi sen ne sanıyorsun?!" buyurdu. [111]
Yüce Allah, bu vakıayı Kur'ân-ı Kerîminde şöyle anar:
"Eğer siz ona (Peygamber (a.s.)a) yardım etmezseniz, (hatırlayınız o zamanı ki) kâfirler onu (Mekke'den) çıkardıkları (hicret etmek zorunda bıraktıkları) zaman, bizzat Allah ona yardım etmişti.
(O zaman), Resûlullah (ancak) ikinin ikincisinden ibaretti.
O zaman, onlar (Sevr dağının tepesindeki) mağarada idiler.
Peygamber, arkadaşına (Ebu Bekir'e):
'Mahzun olma (Üzülme)! Allah hiç şüphesiz bizimledir!' derken, Allah onun üzerine sekînetini indirmiş, onu (Peygamberini) görmediğiniz ordularla (meleklerle) desteklemiş, kâfirlerin kelimesini alçalt-mışt. Allah'ın kelimesi ise, o çok yücedir. Allah mutlak galibdir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir." [112]
Müşrikler Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir'i Sevr dağında ve mağarasında bula¬mayınca, umutları kesilmiş olarak geri döndüler. [113]
Peygamberimiz (a.s.)ı ve Hz. Ebu Bekir'i bulup kendilerine geri getirene [114] veya öldürene [115] yüz deve verileceğini, [116] Mekke'nin aşağı ve yukarı kısımlarında ilan ettiler. [117]
Peygamberimiz (a.s.), Perşembe günü geceleyin, Hz. Ebu Bekir'i yanına alarak Sevr mağarasına girmişti.
Cuma, Cumartesi ve Pazar günlerini orada geçirdiler. [118]
Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah, çok anlayışlı ve çok becerikli bir gençti. [119]
Babasının emri üzerine, [120] her gece Sevr mağarasında Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir'in yanında geceler, seher vakti yanlarından ayrılır, Mekke'de gecelemiş gibi, Kureyş müşriki eriyle sabahlardı. [121]
Gündüzün de, Kureyş müşriklerinin arasında onlarla birlikte bulunur, onların konuşmalarını, danış¬malarını, Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir hakkında söylenen şeyleri dini er, [122] müşriklerin hile ve tuzaklarından, [123] duyduklarını da [124] ezberler, [125] akşamleyin gelip Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir'e haberverirdi. [126] Hz. Ebu Bekir'in azadlısı Âmirb. Füheyre de; Hz. Ebu Bekir'e ait [127] davarları Mekkelilerin çobanlarıyla birlikte yayardı. [128] Sabahleyin onlarla birlikte çıkar, akşam dönüşünde ise, davarlarının yürüyüşünü ağırlaştınp çobanlardan geride kalır, gece karanlığı basınca, davarlarıyla birlikte Sevr mağarasına dönerdi. [129]
Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir, ihtiyaçları olan sütü sağıp alırlardı. [130]
Sağmal, bol sütlü davarlardan sağılan süt, içine güneşte kızmış temiz taş konularak ısıtılır, böylece taze süt içerek gecelerlerdi.
Âmir b. Füheyre gecenin sonuna doğru sağmal koyuna seslenir, onu alıp ötekilerle birlikte mağaranın önüne götürürdü. [131]
Sabahleyin erkenden Mekke'ye dönen Abdullah'ın ayak izlerini de, arkasından götürdüğü davar¬ların izleriyle siler, belirsiz eder, [132] otlakta Mekke çobanlarıyla sabahlardı.
Çobanlar işin farkına varmazlardı. [133]

Hz. Ebu Bekir'in Evdeki Parasını Getirtip Medine'ye Götürüşü

Hz. Ebu Bekir'in Müslüman olduğu zaman, kırk bin dirhemi vardı. [134]
Müşriklerin işkence altında kıvran d irdi ki arı Müslüman köleleri onlardan satın alıp azad etmek ve Müslümanları güçlendirmek için servetini harcamaktan geri durmadı.
Medine'ye hicret edeceği zaman, ancak beş bin [135] veya altı bin [136] dirhemi kalmıştı. [137] Oğlu Abdullah'ı gönderip, onları da Sevr mağarasına getirtti [138] ve yanında Medine'ye götürdü. [139] Orada da, Mekke'de yaptığı gibi yaptı. [140]

Peygamberimiz (a.s.)ın Mekke'de Peygamber Olarak Ne Kadar Kaldığı ve Medine'ye
Ne Zaman ve Nasıl Hicret Ettiği

Peygamberimiz (a.s.) kırk yaşında peygamber olup, kendisine vahiy geldiği halde Mekke'de onüç yıl kaldıktan sonra, Medine'ye hicret etmesi Allah tarafından emrolundu. [141]
Nübüvvetin onüçüncü yılında, [142] Zilhicce ayında Akabe'de Peygamberimiz (a.s.)a Ensar (Medineli Müslümanlar) tarafından yapılan İkinci Bey'attan sonra, Peygamberimiz (a.s.), o yıl, [143] Zilhicce'den kalan günlerle Muharrem ve Safer ayında Mekke'de oturdu. [144]
Perşembe günü Hz. Ebu Bekir'le birlikte Sevr mağarasına girdi. [145] Mağarada üç gece kaldılar. [146]
Halk iyice sakinleşti. [147]
Sevr mağarasına girişlerinden, üç gece sonra, Sevr'de bulunmak üzere ücretle tutulmuş olan Abdullah b. Uraykıt da, kendisine teslim edilmiş bulunan iki deve ile birlikte, üçüncü gecenin sabahında, seher vaktinde Sevr'e gelmiş bulunuyordu. [148]
Nübüvvetin ondördüncü yılında. [149] Rebiülevvel ayının dördünde, [150] Pazartesi günü [151] seher vakti, [152] Hz. Ebu Bekir iki devenin üstün olanını Peygamberimiz (a.s.)a takdim ederek:
"Babam, anam sana feda olsun! Bin!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ben, benim olmayan deveye binmem!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Rasûlallah! O senindir! Babam, anam sana feda olsun!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Hayır! Binmem! Fakat, onu ne kadara satın aldınsa bana söylemelisin!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Şu kadara! Şu kadara!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.):
"Ben de, onu o bedelle aldım!" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir:
"Artık o senindir yâ Rasûlallah!" dedi. [153]
Peygamberimiz (a.s.); Ced'â, Adbâ diye de anılan Kasvâ'yı Hz. Ebu Bekir'den dört yüz dirheme satın alınca, [154] onun üzerine bindi.
Hz. Ebu Bekir de, diğer deveyi binip, azadlısı Âmir b. Füheyre'yi-yolda kendilerine hizmet etmesi için-terkisine aldı. [155]
Kılavuz Abdullah b. Uraykıt önlerine düştü. Sahiller yolunu tutup, Medine'ye gitmek üzere, Sevr'den aynldılar. [156]

Peygamberimiz (a.s.)ın Yurt Sevgisi ve Hz. Ebu Bekir'in Kureyş Müşrikleri Hakkındaki Sözü

Peygamberimiz (a.s.); Hazvere çarşısında durarak, [157] Beytullah'a baktı. [158] Mekke'ye:
"Vallahi, [159] biliyorum ki, [160] sen, hiç şüphesiz, Allah'ın yarattığı yerlerin hayırlısı ve Allah'a en sevgili olanısın! [161]
Eğer senin halkın [162] beni senden çıkarmamış olsalardı, çıkmazdım!" buyurdu. [163]
Peygamberimiz (a.s.)ın:
"Senden daha güzel ve bana senden daha sevgili bir belde yoktur!
Eğer kavmim beni senden çıkarmamış olsalardı, ben senden başkasında oturmazdım!" buyurduğu [164] ve:
"Ey Allah! Sen, beni beldelerin bana en sevgili olanına götür!
Beni, beldelerin sana sevgili olanında yerleştir!" diye dua ettiği de rivayet olunmuştur. [165]
Peygamberimiz (a.s.)a Yüce Allah tarafından hicret emri verildiği zaman, İsrâ sûresinin sek¬izinci âyeti de indirilmiş ve bu âyette:
"'Rabbim! Beni (gireceğim yere) sıdk (ve selâmet) girdirişiyle girdir!
(Çıkacağım yerden de) sıdk (ve selâmet) çıkarışıyla çıkar!
Ve tarafından, bana hakkıyla yardım edici bir hüccet (ve kudret) de ver' de!" buyurulmustur. [166]
Peygamberimiz (a.s.) Mekke'den çıkarken, Hz. Ebu Bekir: "İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn! Onlar Resûlullah (a.s.)ı çıkardılar! Hiç şüphesiz, kendileri de helak olacaklar" dedi. [167]

Medine'ye Gidilirken Takip Edilen Yollar ve Uğranılan Yerler

Kılavuz Abdullah b. Uraykıt; Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir'i Mekke'nin aşağı tarafından götürüp sahile geçirdi.
Usfan'ın aşağısında, yoldan ayrıldılar. [168]
Usfan; Mekke ile Medine arasında, Mekke'ye iki günlük kadar uzaklıkta bir kariyye olup, kuyuları ve akarsuları sayılamayacak kadar çoktur. [169]
Hz. Ebu Bekir, kâh önde gidiyor, kâh arkadan birisinin gelmesinden korkunca, geride kalıp arkada gidiyor ve böyle yapmaktan geri durmuyordu. [170]
Hz. Ebu Bekir, ticaret maksadıyla zaman zaman Şam'a gidip geldiği için, herkesçe tanınırdı.
Mekke ile Medine arasındaki bu yolculukları sırasında da, [171] tanıdığı birisiyle karşılaştıkça, Peygamberimiz (a.s.)ı: [172]
"Ey Ebu Bekir! Kimdir şu önündeki zât?" diye ona soruyorlar, o da:
"Kılavuzdur! Bana yol gösteriyor!" diyor, [173] bu sözü ile de:
"O bana hayır yolu gösteriyor!" demek istiyordu. [174]
Kılavuz Abdullah b. Uraykıt Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir'i Emec'in altından
götürdü. [175] Emeç; Usfan ile Kudeyd arasında, Huzâalara ait ekinlik bir vadi olup, yirmi kadar su kuyusu
vardır. [176] Emec'i geçtikten sonra, yol ayrıldı.
Kudeyd'e vardılar. [177]
Kudeyd; Mekke ile Medine arasında, [178] Mekke'ye Medine'den daha yakın, [179] su kuyuları çok olan biryerdir. [180]
Kudeyd çadırlarına ulaştıkları sırada Müdlic oğullarından bir adama rastladılar. [181]

Peygamberimiz (a.s.)ın Bir Kayanın Gölgesinde Dinlenişi

Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir, her tarafta aranıyor olmalarına rağmen, Mekke'den ayrıldıkları gün ve o günden sonraki gece, durmadan yollarına devam ettiler. [182]
Ertesi gün de yanlanmış, [183] yol da boşalıp, yoldan hiç kimse geçmez olmuştu. [184]
Hz. Ebu Bekir, gölgesine sığınılabilecek bir yer var mı diye göz gezdirirken, [185] gölgeli, uzun bir kaya gördü. Kayanın üzerine henüz güneş gelmemişti. Hemen varıp onun yanına indiler. [186] Hz. Ebu Bekir kayanın gölgesinde Peygamberimiz (a.s.)in uyuyacağı bir yeri düzelttikten ve üzerine bir post serdikten sonra:
"Yâ Rasûlallah! Sen yat, uyu. [187]
Ben senin için etrafa göz kulak olurum" dedi. [188]
Peygamberimiz (a.s.) yatıp uyudu. [189]
Hz. Ebu Bekir kendilerini arayan kimse var mı diye etrafa bakınırken, bir davar çobanının davar-larıyla birlikte kayaya doğru gelmekte olduğunu ve onun da kayanın gölgesinden yararlanmak istediğini gördü.
Kendisini karşılayıp, ona:
"Sen kimin çobanısın ey oğul?" diye sordu. [190]
Çoban:
"Şehir halkından. [191] Kureyşîlerden [192] bir adamın çobanıyım!" dedi. [193]
Adamın ismini haber verince, Hz. Ebu Bekir onu tanıdı [194] ve çobana:
"Davarında süt var mı?" diye sordu.
Çoban, "Evet! Var!" dedi.
Hz. Ebu Bekir:
"Bizim için süt sağır mısın?" diye sordu.
Çoban "Evet!" deyince, Hz. Ebu Bekir bir koyun tutmasını ona emretti:
"Memeyi kıldan, topraktan, kirden silkip tem iz I ey i ver!" dedi.
Çoban Hz. Ebu Bekir'in dediğini yaptıktan sonra, yanındaki çanağa bir miktar süt sağdı. [195]
Hz. Ebu Bekir'in yanında ufak bir tulum vardı.
Hz. Ebu Bekir; Peygamberimiz (a.s.) ondan su içsin, abdest alsın diye, o tulumla su taşırdı. [196]
Peygamberimiz (a.s.) o sırada çok susamıştı. [197]
Hz. Ebu Bekir sütün üzerine su döküp biraz soğuttu ve:
"Yâ Rasûlallah! İç sütten!" dedi. [198]
Peygamberimiz (a.s.) içince, Hz. Ebu Bekir'in içi rahaflaştı. [199]
"Yâ Rasûlallah! Yolculuk için vakit geldi!" dedi. [200]
Güneş batıya doğru eğildikten sonra, kalkıp yollarına devam ettiler [201] ki, o gün Salı günü olup, Kudeyd'e gelmiş bulunuyorlardı. [202]
Müşriklerde, Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir'i her tarafta aramaktan geri durmuyor¬lardı. [203]

Ümmü Ma'bed Hatunun Çadırına Uğranılması

Ümmü Ma'bed Hatun, Huzâaların atası Aımr b. Rebia'nın şovundan olup, akıllı, iffetli ve güçlü bir kadındı.
Kuraklık ve kıtlık yıllarında Kudeyd'deki [204] çadırının önüne oturur, gelen geçen yolcuların su ve yiye¬cek ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırdı.
Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir, Âmir b. Füheyre ve Abdullah b. Uraykıt da onun çadırına uğradılar. Ondan hurma [205] veya et satın almak istediler.
Fakat, Ümmü Ma'bed Hatunun yanında bunlardan hiçbir şey bulamadılar.
Çünkü, hazerde, seferde azığı tükenen veya kıtlığa uğrayan halk, onda bulduklarını, olanları satın alır, tüketirlerdi. [206]
Ümmü Ma'bed Hatun:
"Vallahi, yanımızda birşey bulunsaydı, sizin ihtiyacınızı gidermek için ikram ederdim!" dedi. [207]
Peygamberimiz (a.s.):
"Ey Ümmü Ma'bed! Yanında süt bulunur mu?" diye sordu.
Ümmü Ma'bed Hatun:
"Yoktur! Vallahi davarlar kısırdır!" dedi. [208]
Peygamberimiz (a.s.), çadırın bir tarafında duran arık koyunu gördü ve:
"Ey Ümmü Ma'bed! Nedir şu koyun?" diye sordu.
Ümmü Ma'bed Hatun:
"O, arık, davar sürüsünden geri kalmış, dermansız, güçsüz bir koyundur!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Onda süt var mı?" diye sordu.
Ümmü Ma'bed Hatun:
"O, bundan tamamıyla mahrumdur!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Benim onu sağmama izin verir misin?" diye sordu.
Ümmü Ma'bed Hatun:
"Evet! Anam, babam sana feda olsun! Eğer sen onda süt bulabileceğini sanıyorsan, sağ!" dedi. [209]

Peygamberimiz (a.s.)ın Sütsüz Koyundan Süt Sağışı

Peygamberimiz (a.s.), koyunu getirtti. Koyunun arkasına çömelcii. Bacaklarını ayırdı. Besmele çekti. Koyunun memesini eliyle sığadı [210] ve:
"Ey Allah! Ona (Ümmü Ma'bed'e) koyununu bereketli kıl!" diyerek [211] dua edince, koyunun meme¬si sütle dolup taştı!
Peygamberimiz (a.s.) beş-on kişinin kanasıya içeceği büyüklükte bir kap getirtti ve içine süt sağdı. Kabı ağzına kadar doldurdu.
Önce Ümmü Ma'bed Hatun ondan kanasıya içti.
Peygamberimiz (a.s.)ın yoldaşları da ondan kanasıya içtiler. Onlardan sonra da, Peygamberimiz (a.s.) içti ve:
"Kavmin sulayıcısı, onlardan sonra içer!" buyurdu.
Hepsi de, susadıktan sonra, ondan tekrar içtiler ve kandılar.
Peygamberimiz (a.s.), tekrar kabın içine süt sağıp doldurdu ve Ümmü Ma'bed Hatuna bıraktı. [212]
Ümmü Ma'bed Hatun bir koyun getirip kesti. Etini pişirdi. Peygamberimiz (a.s.)la arkadaşları ondan yediler.
Ümmü Ma'bed Hatun; pişirdiği etten, yolda yiyecekleri kadar da, onların sofralarına koydu.
Etin daha çok kısmı kendilerine kaldı. [213]

Ümmü Ma'bed Hatunun Peygamberimiz (a.s.)da Gördüklerini ve Peygamberimiz
(a.s.)ı Kocasına Anlatması

Peygamberimiz (a.s.)la arkadaşları ayrılıp gittikten biraz sonra, Ümmü Ma'bed'in kocası Ebu Ma'bec! geldi.
Kapta dolu sütü görünce, şaşırdı:
"Bu süt size nereden geldi?!
Koyunlar kısır ve uzaktalar! Çadırda da süt sağılır hayvan yok!?" dedi.
Ümmü Ma'bed:
"Hayır! Vallahi, bize ancak mübarek bir zât uğradı. Şöyle şöyle söyledi. Şöyle şöyle yapti!" diyerek olan bitenleri birer birer anlatınca, Ebu Ma'bed:
"Vallahi, ben sanırım ki, o, Kureyşîlerin aramakta oldukları sahihleridir!
Ey Ümmü Ma'bed! Hele sen onu bana bir tarif et bakayım?" dedi.
Ümmü Ma'bed:
"Gördüğüm öyle birzât idi ki, güzelliği besbelli idi. Güzel huylu idi. Kendisinde ne karın büyüklüğü, ne de baş küçüklüğü vardı. Kendisi çok biçimli ve güzel çehreli idi. Kendisinin gözlerindeki siyahlıkta ve kirpiklerinde çokluk, sesinde naziklik vardı. Gözünün akı pek ak, siyahı da pek siyahtı. Gözü, Kudretten sürmeli idi. Kaşlarının ucu ince, saçları koyu siyahtı. Boynunda uzunluk ve yükseklik, sakalında sıklık vardı.
Sustuğu zaman kendisinde bir vakar ve ağırbaşlılık, konuştuğu zaman da güleryüzlülük, tatlı sözlülük görülmekte; sözleri, sanki dizilmiş birer inci gibi, ağzından tatlı tatlı akmakta idi.
Sözü açık, ve hak ile bâtıl arasını ayırıcı olup, ne acizlik sayılacak derecede az, ne de boş ve gerek¬siz sayılacak derecede çoktu.
Uzaktan bakılınca, kendisi insanların en heybetlisi idi. Yakınına gelince, herkesten daha tatlı ve çekici idi.
Kendisi orta boylu olup, boyu ne hoşa gitmeyecek derecede uzun, ne de göz hakir görecek, başkasına bakacak derecede kısa idi. Sanki o birfidan idi ki; iki fidan arasında bitmiş, parlaklığı ve yeşil¬liği onlara üstün gelmişti.
Onun yanında yoldaşları da vardı ki, o birşey söylediği zaman onlar dinlerler, onun verdiği emri yer¬ine getirmeye koşuşurlardı.
Kendisi ekşi ve asık suratlı değil, güleçti.
Kimseyi kınamaz ve azarlamazdı" dedi.
Eb Mâbed:
"Vallahi, bu zât, Mekke'deki işi bize anlatılmış olan, Kureyşîlerin sahibidir.
Ey Ümmü Ma'bed! Eğer ben kendisine rastlamış olsaydım, arkadaşlığına kabul edilmemi dilerdim!
Yine de, bir yolunu bulursam, muhakkak bunu yapacağım!" dedi. [214]

Ümmü Ma'bed Hatunun Mucize Sütlü Koyunu

Ümmü Ma'bed Hatunun bildirdiğine göre; Peygamberimiz (a.s.) tarafından memesi sığanan ve kesilmemesi emrolunan koyun, Hicretin 18. yılındaki kuraklığa kadar kalmış, kuraklıktan yeryüzünde az veya çok birşey kalmamışken, onlar bu koyundan sabah akşam süt sağmış durmuşlardır! [215]

Ümmü Ma'bed Âtike Hatunla Kocası Eksem'in Müslüman Oluşu

Peygamberimiz (a.s.) Medine'ye gittikten sonra, Ümmü Ma'bed Atike Hatun, Yüce Allah'ın dilediği kadar bir müddet Kudeyd'de kalıp, küçük oğlunu yanına alarak Medine'ye gitti.
Peygamberimiz (a.s.)ın Mescidinde Müslümanlara hitapta bulunduğu sırada Ü mmü Ma'bed Hatunun Mescide uğrayan oğlu, koşarak annesinin yanına geldi ve:
"Anneciğim! Ben, bu gün, Mübarek Zâtı gördüm!" dedi.
Ümmü Ma'bed Hatun:
"Oğulcuğum! O, Resûlullah (a.s.)dır!" dedi. [216]
Ümmü Ma'bed Hatun Medine'de Müslüman olup Peygamberimiz (a.s.)a bey'at etti. [217]
Ümmü Ma'bed'in kocası Ebu Ma'bed Eksem b. Cevn (Abduluzzâ) Huzâaların atası Amr b. Rebia'nın soyundan olup, Hicret sırasında Müslüman olmak için Peygamberimiz (a.s.)ın arkasından giderek [218] Ri'm vadisinde [219] Peygamberimiz (a.s.)a yetişmiş, Müslüman olmuş, bey'at edip yurduna dönmüştür. [220]
Yüce Allah her ikisinden de razı olsun!
Peygamberimiz (a.s.), Ebu Ma'bed'e:
"Ey Eksem! Amr b. Luhayy, b. Kaman, b. Hındif'i, Cehennemde barsaklarını sürürken gördüm! Onun kadar sana benzeyen, senin kadar da ona benzeyen bir kimse görmedim" buyurmuştu. Eksem:
"Yâ Rasûl alları! Onun bu benzeyişinin, bana zarar vermesinden korkuyorum!" dedi. Peygamberimiz (a.s.):
"Hayır! Korkma! Sen mü'minsin! O ise kâfirdir! O, İsmail (a.s.)ın dinini ilk değiştiren, putlar diken, Bahire, Sâibe, Vasile ve Hami bid'atlarını ihdas eden kimsedir!" buyurdu. [221]

Mekkelilerin Bir Cinden Beyitler İşitmeleri ve Ümmü Ma'bed'den Peygamberimiz (a.s.)ı Sormaları

Üç gece bekledikleri halde, Hz. Ebu Bekir'in ev halkı da, [222] Kureyş müşrikleri de, Peygamberimiz (a.s.)ın nereye doğru gittiğini ve halen nerede olduğunu bilmiyorlardı.
Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir ve arkadaşları, Salı günü Kudeyd'de bulundukları sırada idi ki, [223] cinlerden bir adam, [224] Arapça bazı beyitler okuyarak Mekke'nin aşağı tarafından yukarı taraflna doğru gitti.
Halk da, kendisini görmedikleri halde, onun sesini takip ederek Mekke'nin yukarısına doğru gittiler.
Okunan beyitlerde, özetle, Peygamberimiz (a.s.)la arkadaşının Ümmü Ma'bed Hatunun çadırında dinlendikleri anlatılıyor, Ümmü Ma'bed'in iyiliği övülüyordu. [225]
Kureyş müşrikleri cinden Ümmü Ma'bed'in adını işitince, Ümmü Ma'bed'in çadırına vardılar.
Ona:
"Sen Muhammed'i gördün mü? Kendisinin şekil ve şemaili şöyle şöyledir!" diyerek Peygamberimiz (a.s.)ı tarif ettiler ve sordular.
Ümmü Ma'bed:
"Ben sizin söylediğiniz şeyleri bilmiyorum.
Ancak, bana bir konuk uğrayıp, kısır koyundan bol süt sağdı!" dedi.
Kureyş müşrikleri:
"İşte, biz de onu soruyor ve bulmak istiyoruz!" dediler ve hemen aramaya gittiler. [226]

Sürâka b. Malik b. Cu'şum'un Peygamberimiz (a.s.)ı Takip Edişi ve Eman Dilemek
Zorunda Kalışı

Kureyş müşriklerinin saldıkları elçi Müdlic oğulları yurduna vanp, Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir'den her birini öldüren veya esir eden kimseye mükâfat olarak birer diyet (yüzer deve) ver¬ileceğini duyurmuştu. [227] Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir de, o gün, Salı günü, Müdlic oğullarının yurdu olan Kudeyd'e ulaşmış bulunuyorlardı. [228] Sürâka b. Malik'in Müdlic oğullarının meclis¬lerinden birisinde oturduğu sırada, Müdlic oğullarından bir adam gelip üzerine dikildi [229] ve ona:
"Ey Sürâka! Ben biraz önce sahile doğru giden birkaç yolcu gördüm. [230] Sanırım ki, onlar Muhammed ile ashabıdır!" dedi. [231]
Sürâka, adamın gördüklerinin Peygamberimiz (a.s.)la ashabı olduğunu anladı. [232] Ona, gözüyle "Sus!" diye işaret ettikten sonra: [233]
"Senin gördüğün yolcular onlar değildir. Herhalde, sen filan filan kişileri görmüşsündür ki, biraz önce, yitiklerini aramak için, gözümüzün önünden geçip gitmişlerdi. [234]
Onlar ancak filan oğullarıdır. Yitiklerini anyorlardır!" dedi.
Adam da:
"Olabilir!" diyerek karşılık verdi. [235]
Sürâka, mecliste biraz eğleştikten, oyalandıktan sonra, kalkıp evine girdi. Hemen atını alıp çık¬masını ve yüksek tepenin arkasında kendisini beklemesini cariyesine emretti. [236]
Zırhını giyindi, silahını kuşandı, fal okunu çıkardı.
Onlara zarar verip veremeyeceğini anlamak için, fal okunu çekti.
Hoşlanmadığı şey, zarar veremeyeceği oku çıktı!
Buna rağmen, Sürâka, Peygamberimiz (a.s.)ı tutup Ku rey şile re teslim edince yüz deveye kavuşacağı umudunu yitirmedi. [237]
Hemen kargısını alıp, evin arka tarafından dışarı çıktı.
Kargısının parıltısı göze çarpmasın diye alt tarafını yerde sürükleyerek, üst tarafını da aşağıya doğru tutarak atının yanına vardı, üzerine ati adı. Kendisini gayesine bir an önce yaklaştırması için, onu dörtnala kaldırdı. [238]
Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir'i gördü. [239] Seslerini işitecek kadar, kendilerine yak¬laştı, yetişti. [240]
Hz. Ebu Bekir dönüp bakınca, bir süvarinin kendilerine gelip yetiştiğini gördü [241] ve:
"Yâ Rasûlallah! Bu, bizi anyor!? [242] Bu süvari bize yetişmiş bulunuyor!?" dedi. [243]
Peygamberimiz (a.s.):
"Mahzun olma! Allah bizimledir!" buyurdu. [244]
Hz. Ebu Bekir:
"Yâ Rasûlallah! Bu, bizi anyorve bize de gelip yetişmiş bulunuyor!?" dedi ve ağladı.
Peygamberimiz (a.s.), Hz. Ebu Bekir'e:
"Sen ne için ağlıyorsun?" diye sordu.
Hz. Ebu Bekir:
"Vallahi ben kendim hakkında ağlamıyorum! Fakat, senin hakkında ağlıyorum!" dedi. [245]
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.), arkasına dönüp baktı [246] ve:
"Ey Allah! Şuna karşı, dilediğin şeyle bize kâfi ol! Onun şerrini üzerimizden defet! [247] Düşür onu atından!" diyerek dua etti. [248]
At birden tökezleyip yere kapandı! Sürâka da atın üzerinden yere yuvarlandı! Hemen kalktı.
Elini fal oku torbasına uzatıp, ondan fal kalemlerini çıkardı ve:
"Şunlara zarar verir miyim, yoksa veremez miyim?" diye, onlarla fal çekti. Yine, hoşlanmadığı şey, zarar veremeyeceği oku çıktı.
Fakat, Sürâka çıkan oka uymadı. Yine, atının üzerine atladı. Kendisini gayesine ulaştırması için onu dörtnala kaldırdı.
Peygamberimiz (a.s.)la arkadaşlarına daha çok yaklaştığı zaman, at yine yere kapandı!
Sürâka da, atın üzerinden yere yuvarlandı!
Kalktı. Tekrar elini ok torbasına uzatıp, ondan fal kalemlerini çıkardı ve:
"Şunlara zarar verir miyim, yoksa veremez miyim?" diye, onlarla fal çekti.
Yine, hoşlanmadığı şey, zarar veremeyeceği oku çıktı.
Sürâka oka isyan etti. Yine, atına ati adı.
Kendisini gayesine ulaştırması için onu dörtnala kaldırdı.
Peygamberimiz (a.s.)ın okuduğu Kur'ân-ı Kerîm'i işitecek kadar yaklaştı. [249]
Aralarındaki mesafe iki-üç mızrak boyuna kadar indi. [250]
Peygamberimiz (a.s.) arkasına hiç dönüp bakmıyor, Hz. Ebu Bekir ise, arkasına sık sık, çok çok dönüp dönüp bakıyordu!
Peygamberimiz (a.s.)ın okuduğu Kur'ân-ı Kerîm'i işittiği sırada, Sürâka'nın atının iki ön ayağı birden yere, kuma battı, gömüldü! Bu batış, atın dizlerine kadar erişti!
Sürâka da, atin üzerinden yere yuvarlandı!
Sürâka atı kalkmaya zorladı ve at da kalkmaya çabaladı ise de, ayaklarını gömüldüğü yerden çıkaramadı!
Sürâka Peygamberimiz (a.s.)ın böyle Allah tarafından korunduğunu görünce, İslâmiyetin her tarafa yayılıp hakim olacağına kanaat getirdi. [251]
"El-emân!" diyerek [252] seslendi [253] ve: "Ben, Sürâka b. Malik b. Cu'şum'um! Bana bakınız! Sizinle konuşacağım. Vallahi, ben artık size ne eziyet edeceğim, ne de benden size hoşlanmayacağınız birşey gelecektir! [254]
Ey Muhammed! Anladım ki, bu başıma gelen şey, senin işindir! Dua et de, Allah beni şu içinde bulunduğum durumdan kurtarsın! [255] Üzerime borç olsun ki; [256] vallahi [257] ben arkamdan gelenlere halinizi gizleyeceğim!
İşte ok torbam! Bu oklardan bir ok al! Sen filan ve filan yerde benim develerimin ve davarlanmın yanına uğra! Onlardan neye ihtiyacın varsa al!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Benim senin develerine ve davarlarına ihtiyacım yok!" buyurdu [258] ve Allah'a dua etti. [259]
At hemen silkinip ayağa kalktı!
Atın yere gömülen ayaklarının izinden, göğe doğru, ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. [260]
Sürâka:
"Kavmin, senin öldürülmen veya esir edilmen için diyet (yüz deve) vaad etti!" dedi.
Kureyşlilerin Peygamberimiz (a.s.)a ve ashabına neler yapmak istediklerini haber verdi.
Sürâka Peygamberimiz (a.s.)la arkadaşlarına yol azığı ve levazımı vermek istedi ise de, ondan birşey almadılar. [261]
Peygamberimiz (a.s.), Hz. Ebu Bekir'e:
"Söyle ona! Kendisinin de bizden bir isteği var mı?" buyurdu.
Hz. Ebu Bekir bunu ona söyledi. [262]
Sürâka:
"Seninle benim aramda bir alâmet olmak üzere, bir yazı, [263] benim için bir emannâme [264] yaz!" dedi. [265]
Peygamberimiz (a.s.), Hz. Ebu Bekir'e:
"Onun için bir yazı yaz!" buyurdu. [266]
Âmir b. Füheyre emir buyurulan yazıyı bir deri parçasına yazdı. [267]
Sürâka da, o yazıyı alıp ok torbasının içine koydu [268] ve:
"Ey Allah'ın Peygamberi! Sen ne dilersen bana emret!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Sen yerinde dur! Arkamızdan gelecek hiçbir kimseyi bırakma!" buyurdu.
Günün başında Peygamberimiz (a.s.)a harp açan Sürâka, günün sonunda onun silahlı bir koruyucusu olmuştu! [269]
Sürâka, oradan geri dönüp, rastladığı herkese:
"Ben, sizin adınıza, burada olanlara yeterim!" diyor ve onları geri çeviriyordu. [270]
O, vermiş olduğu sözünde böylece durdu. [271]

Peygamberimiz (a.s.)ın Sürâka'ya Bir Müjdesi

Sürâka dönüp gitmek istediği zaman, [272] Peygamberimiz (a.s.) ona:
"Ey Sürâka! Sen Kisrâ'nın [273] bileziklerini koluna takınacağın, kemerini kuşanacağın ve tacını giye¬ceğin zaman nasılsın?!" buyurdu. [274]
Sürâka:
"Krallar kralı [275] Kisrâ b. Hürmüz'ün mü?!" diye hayretle sorunca, Peygamberimiz (a.s.):
"Evet!" buyurdu [276] ve Fars beldelerinin fetholunup ve Kisrâ'nın servetinin ashabına ganimet kılı¬nacağını Yüce Allah'ın kendisine müjdelediğini Sürâkaya haber verdi. [277]
İran fütuhatında, Kisrâ'nın bilezikleri, kemeri ve tacı Medine'ye getirildiği zaman, Hz. Ömer Sürâka'yı çağırıp bunlan ona taktı!
Sürâka kollan kıllı bir zât idi. Hz. Ömer, ona:
"Ey Sürâka! Ellerini kaldırıp 'Allahuekber! Hamdolsun o Allah'a ki, bunları 'Ben insanların Rabbiyim!' diyen Kisrâ b. Hürmüz'den soyup, Müdlic oğullarından Sürâka b. Mâlik b. Cu'şum bedevisine takındırdı!' de" dedi. [278]

Ebu Cehil'in Sürâka'yı Yermeye Kalkışı ve Sürâka'nın da Ona Ders ve Öğüt Verişi

Ebu Cehil Sürâka'nın eli boş olarak döndüğünü görünce, [279] Müslüman olmasından korktu, [280] söylediği beyitlerle onu kötülemeye, halkın gözünden düşürmeye kalkıştı.
Sürâka da, Ebu Cehil'e verdiği manzum cevabında:
"Ey Hakem'in babası! Sen benim atımın ayakları yere battığı zamanki halini bir görmüş olsaydın, anlar ve hiç şüphe etmezdin ki, Muhammed delilli ve bürhanlı peygamberdir!
Artık ona kim dayanabilir ki?
Sana yaraşan, Kureyş kavmini ona saldırmaya kışkırtmak değil, onlara engel olmaktır!
Ben iyice kanaat getirdim ki; onun duyurmak ve yaymak istediği şey, muhakkak, bir gün yerleşecek ve gelişecektir!
Öyle ki, bütün halk ona karşı koymayı değil, uymayı ve kendisiyle barışıklık içinde bulunmayı isteye¬cektir!" dedi. [281]

Medine'ye Doğru Yola Devam Edilişi

Kılavuz Abdullah b. Uraykıt Peygamberimiz (a.s.)la arkadaşlarını yollarına devam ettirip,
Harrar'a getirdi.
Harrar'dan sonra, Seniyetü'l-Mere'ye vardılar. [282]
Harrar; Cuhfe yakınında bir yer, bir sudur. [283]
Seniyetü'l-Mere de; Râbiğ vadisinde Ecya diye anılan suyun yakınındadır. [284] Peygamberimiz (a.s.) Sevr mağarasından ayrılınca, müşrikler tarafından yakalanmak korkusuyla, başka ve sapa bir yol tutularak gidilmeye devam edilmiş, düşmanın takibatından emin kalındığı zaman Mekke'ye gidiş yolu olan ve Mekke ile Medine arasında bulunan Cuhfeye inilmiş, [285] ulaşılmıştı ki; Peygamberimiz (a.s.)ın kalbine, kendisinin, baba ve atalarının yurdu ve İbrahim (a.s.)ın Hareminin özle¬mi düşmüştü. [286]
Cebrail (a.s.) inip Peygamberimiz (a.s.)a:
"Mekke'yi özlüyor musun?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet!" buyurdu. [287]

Büreyde b. Husayb'la Cemaatının Peygamberimiz (a.s.)la Buluşup Müslüman Olmaları

Peygamberimiz (a.s.)la arkadaşları; Seniyetü'l-Mere'den ayrıldıktan sonra, Râbiğ ile Cuhfe arasında bulunan [288] Gamîm mevkiine ulaştıkları, [289] Büreyde b. Husayb da konmak üzere kavminden bazı süvarilerle birlikte bulutlu (yağışlı) biryer aradıkları sırada, [290] onlar Peygamberimiz (a.s.)la karşılaştılar ve buluştular.
Peygamberimiz (a.s.) İslâmiyete davet edince, onlar hemen Müslüman oldular. [291] Kendileri seksen ev halkı idiler. [292]
Büreyde b. Husayb ve yanındakiler:
"Sağmal hayvanlarımız çok az süt veriyorlar!" diyerek, yanlarında az süt bulunduğu için özür diledil¬er, Peygamberimiz (a.s.)a biraz süt getirdiler.
Peygamberimiz (a.s.) onlar için bereket duası yaptı. [293]
Peygamberimiz (a.s.) orada akşam namazını kılarken, onlar da Peygamberimiz (a.s.)ın arkasına durup kıldılar. [294]
Peygamberimiz (a.s.), Büreyde b. Husayb ile buluştukları gece, ona Meryem sûresinin baş tarafını öğretti. [295]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ   İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:24 pm

Talha b. Ubeydullah ile Zübeyr b. Avvam'ın Peygamberimiz (a.s.)la Buluşmaları ve
Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye Doğru Yol Almaya Devam Edişi

Peygamberimiz (a.s.); Harrar'dan Medine'ye hareketlerinin ertesi günü, ticaret ketvanı içinde Şam'dan gelen Talha b. Ubeydullah ile karşılaştı. Talha b. Ubeydullah, Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir'e birer Şam elbisesi hediye etti.
Medine'deki Müslümanlardan bir zâtın:
"Resûlullah (a.s.) geciktiler!" dediğini haberverince, Peygamberimiz (a.s.) hareke¬tini hızlandırdı.
Talha b. Ubeydullah da, Mekke'deki işini görüp geri dönmek üzere, yoluna devam etti. [296]
Şam'dan gelirken buluşup Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir'e beyaz birer Şam elbis¬esi hediye eden sahabinin Zübeyr b. Avvam olduğu açıklandığı gibi, [297] her iki sahabinin buluşmuş olması da mümkün ve muhtemel görülmüştür. [298]
Peygamberimiz (a.s.); Abdullah b. Uraykıt'ın kılavuzluğuyla, Seniyetü'l-Mere'den sonra:
7. Lakf'a vardılar. Kılavuz, Lakf'tan sonra,
8. Medlice Lakf'a götürdü. Medlice Lakftan sonra,
9. Medlice Mehac veya Medlice Micac vadisine indirdi. Medlice'den sonra,
10. Mercıh Mehac'a götürdü. [299]
Lakf; tatlı su kuyuları bulunan bir yer ise de, üzerinde ekinlikler ve hurmalıklar yoktur. [300]
Medlice Mehac; Mekke nahiyelerindendir. [301]
Mercıh Mehac; Mekke yolundadır. [302]
Kılavuz, Mercıh Mehac'dan sonra,
11. Zülgadaveyn'in Mercıh vadisine indirdi. Mercıh vadisinden sonra,
12. Zûkeşr vadisine götürdü. Zûkeşr vadisinden sonra,
13. Cedâcid üzerini tutturdu. [303] Cedâcid üzerinden sonra,
14. Ecred üzerini tutturdu. Ecred'den sonra,
15. Âdâ-i Medlice Tihn vadilerinden olan Zû Selem'e götürdü. [304]
Ecred; Medlice Tihn'den önce biryerdir. [305]
Cedâcid; içinde eski kuyuları bulunan düzlük ve sert biryerdir. [306]
Tihn; Mekke ile Medine arasında, Sukyâya üç mil uzaklıkta bir suyun ismi olup, bir kadın orada otu¬rur, hiç kimseye su içirmezdi. [307] Zû Seleme'den sonra,
16. Abâbid veya Abâbib'in üzerine erişildi. Kılavuz, buradan sonra,
17. Elfacce veya Elkahhaya geçirdi. Elfacce veya Elkahha'dan sonra,
18. Arc'a indirdi. [308]
Abâbid veya Abâbib; Tihn'in yakınında bir yerdir. [309]
Elkahha; Kudeyd ile Cuhfe arasında, [310] Medine'ye üç merhalelik (konaklık) birvadi olup, [311] Gıfâr oğullarına aittir. [312]
Arc; Mekke ile Medine arasında, hacıların yolu üzerinde ve Sukyâ yakınındadır. [313]
Arc'a indirildikleri zaman, yüklü develerin yürüyüşleri ağırlaşmıştı.
Eşlemlerden Evs b. Hucr, kendisine ait bir deveye Peygamberimiz (a.s.)ı bindirip, uşağı Mes'ud b. Hüneyde'yi de Peygamberimiz Aleyhiselamın yanına kattı. [314]
Peygamberimiz (a.s.) Medine'ye kısa yoldan gitmek istiyordu. [315]
Kerbûbe'de namaz vakti olunca, Peygamberimiz (a.s.) namaza durdu.
Hz. Ebu Bekir de, Peygamberimiz (a.s.)ın sağına durdu.
Mes'ud b. Hüneyde'nin kalbine İslâm sevgisi düştü ve hemen Müslüman oldu, birlikte namaz kıldılar. [316]
Kılavuz; Peygamberimiz (a.s.)la arkadaşlarını Arc'dan çıkardıktan sonra, Rekûbe'nin sağın¬dan
19. Seniyetü'l-Gair (veya Seniyetü'l-Âri)'e götürdü. Seniyetü'l-Gair'den sonra,
20. Ri'm vadisine indirdi. [317] Ri'm vadisinden sonra,
21. Akîk vadisine indiler.
22. Cescâseye kadar ilerlediler.
Orada, Peygamberimiz (a.s.):
"Medine'ye yaklaştırmadan, Amr b. Avf oğullarının yurduna giden yolu bize kim gösterecek?" diye sordu.
23. Tabiy (ceylan) yolunu tutup, Usbeye kadar gittiler. [318]
Cescâse; Akîk vadisi tarafından, Bakiyy'e doğru biryerdir. [319]
Usbe; Cehceba (Cahcaba) oğullarının yurdu olup, Küba mescidinin batısındadır. [320]

Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'de Gözlenişi, Özlenişi

Medineli Müslümanlar, Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye gelmek üzere Mekke'den yola çıktığını işittikleri zaman, her gün, sabah namazını kıldıktan sonra Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya, zeval vaktine kadar Peygamberimiz (a.s.)ı gözlerlerdi.
Yine, bir gün, uzun uzun gözledikten sonra dönüp evlerine girdikleri sırada idi ki, Yahudilerden birisi kendisine ait bir iş için kalelerden bir kalenin üzerine çıkıp uzakları gözetlerken, Peygamberimiz (a.s.)la arkadaşlarının beyazlara bürünmüş olarak serap ve sisleri yara yara gelmekte olduk¬larını gördü.
Yahudi, kendisini tutamayarak, yüksek sesle:
"Ey Arap cemaatı! Ey Kayle oğulları! İşte, nasibiniz, devletliniz, gelmesini bekleyip durduğunuz ulu kişiniz geliyor!" diyerek haykırdı. [321]
Yahudinin sesini işiten Medineli Müslümanlar, Peygamberimiz (a.s.)ı karşılamak için, silahlanarak evlerinden dışarı Tırladılar. [322]
Amr b. Avf oğullarının yurdu Küba, tekbir sesleriyle sarsıldı. [323]
Karşılamaya çıkan Müslümanların çoğu, Peygamberimiz (a.s.)ı, daha önce görmedikleri için, tanımıyorlardı.
Onlarla Hz. Ebu Bekir konuşuyordu. Onlarda, onu Peygamberimiz (a.s.) sanıyorlardı.
Peygamberimiz (a.s.) ise hiç konuşmuyor, susuyordu.
Peygamberimiz (a.s.)ın üzerine güneş gelip de, Hz. Ebu Bekir'in onu ridasıyla gölgelemesi üzerine, Peygamberimiz (a.s.)ı tanıdılar [324] ve selamladılar. [325]

Peygamberimiz (a.s.)ın Kuba'ya Varışı ve Külsûm b. Hidm'e Konuk Oluşu

Peygamberimiz (a.s.); nübüvvetin ondordüncü, [326] Hicretin birinci yılı, [327] Rebiülevvel ayının [328] onikisinde, [329] Pazartesi günü, kaba kuşlukta, güneşin en kızgın sırasında, Küba'da Amr b. Avf oğullarından [330] Külsûm b. Hidm'in evine indi. [331]
Rebiülevvel ayının o yıl Rumî aylardan Eylül ayına rastladığı bildirildiği gibi, [332] bunun Miladî 622. yılın Eylül'üne rastladığı da hesapla isbatlanmıştır. [333]

Peygamberimiz (a.s.)a Kuba'da Ümmü Cirzan Hurmasının İkram Edilişi

Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebu Bekir ve Amir b. Füheyre Külsûm b. Hidm'in evine inince, Külsûm b. Hidm, azadlı kölesine:
"Yâ Necîh!" diye seslendi ve:
"Bize yaş hurma yedir!" dedi.
Necîh de, Ümmü Cirzan diye anılan hurma cinsinden, üzerinde yaş ve olgun hurmaları bulunan, taze yapraklı bir hurma salkımı getirdi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Nedir bu?" diye sordu.
"Ümmü Cirzan hurması!" dediler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.):
"Ey Allah! Ümmü Cirzan'ı bereketlendir!" diyerek dua etti. [334]
Külsûm b. Hidm, Medinelilerin eşrafından ve yaşlılarından, salih ve hanedan bir zât idi. Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinden önce Müslüman olmuştu Ashabdan:
1. Ebu Ubeyde b. Cerrah,
2. Mikdad b. Amr,
3. Süheyl b. Beyzâ,
4. Safvan b. Beyzâ,
5. lyaz b. Züheyr,
6. Abdullah b. Mahreme,
7. Vehb b. Sa'd,
8. Ma'mer b. Ebi Şerh,
9. Amr b. Ebi Amr,
10. Umeyr b. Avf
ve daha başkaları, Küba'ya geldikleri zaman, Külsûm b. Hidm'in evine inmişlerdi. [335]




________________________________________
PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN KUBA GÜNLERİ

Kuba'da Sa'd b. Hayseme'nin Evinin Sohbet Evi Olarak Kullanışı

Peygamberimiz (a.s.), Kuba'da bulunduğu sırada, Külsûm b. Hidm'in evinden çıktıkça Sa'd b. Hayseme'nin evine gider, orada Müslümanlarla oturur, konuşurdu. Sa'd b. Hayseme bekârdı.
Muhacir Müslümanların bekârları, onun evinde kalırlardı. Bunun için, Sa'd b. Hayseme'nin evine "Bekârlar Evi" denirdi. [1]

Es'ad b. Zürâre'nin Korunuşu

Peygamberimiz (a.s.) Kuba'ya geldiği zaman, Evs ile Haznec kabileleri arasında düşmanlık vandı.
Hazrecîler Evsîlerin evine, Evsîler de Hazrecîlerin evine girmekten korkarlardı. Peygamberimiz (a.s.):
"Es'ad b. Zürâre nerededir?" diye sordu.
Sa'd b. Hayseme ile Mübeşşir b. Abdulmünzir ve Rifâa b. Abdulmünzir:
"Yâ Rasûlallah! O, Buas günü bizden bir zâtı öldürmüştü!" dediler.
Çarşamba günü gece olunca, Es'ad b. Zürâre, başını örtmüş ve sarmış olduğu halde, akşamla yatsı arasında Peygamberimiz (a.s.)ın yanına geldi.
Peygamberimiz (a.s.), onu görünce:
"Ey Ebu Ümâme! Evinden, şuracığa hemen nasıl gelebildin?!
Seninle şu kavim arasında geçmiş ne var?" buyurdu.
Ebu Ümâme:
"Seni hak din ve kitabla gönderen Allah'a yemin ederim ki, birşey yok" dedi.
O gece, Peygamberimiz (a.s.)ın yanında kaldı.
Ertesi günü, sabaha çıkınca, Peygamberimiz (a.s.) Sa'd b. Hayseme ile Rifâa b. Abdulmünzir ve Mübeşşir b. Abdulmünzir'e, Es'ad b. Zürâre hakkında:
"Onu himayenize alınız, koruyunuz!" buyurdu.
"Yâ Rasûlallah! Onu sen himayene al! Senin himayendeki, bizim himayemizde demektir!" dediler.
Peygamberimiz (a.s.):
"Bazınız onu himaye ediyordur" buyurdu.
Bunun üzerine, Sa'd b. Hayseme; "O, benim himayemdedir" dedikten sonra, Es'ad b. Zürâre'nin evine gitti.
Birbirlerinin koruyucusu ve yardımcısı olduklarını anlatmak için, onunla elele tutuşup, Amr b. Avf oğullarının mahallelerine kadar yürüdüler.
Bunun üzerine, Evsîler:
"Yâ Rasûlallah! Hepimiz onun himayecisiyiz!" dediler.
Bundan sonra, Es'ad b. Zürâre, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına sabah akşam gitmeye başladı. [2]
Peygamberimiz (a.s.); Küba'da, Amr b. Avf oğulları nezdinde bulunduğu sırada, cenazel¬erde bulunur, hastalan ziyaret eder, davetlere giderdi. [3]

Kuba'da İlk Mescidlerin Yapılışı ve İlk Cuma Namazının Kılınışı

Başta Ebu Seleme b. Abdulesed olmak üzere, Medine'ye hicret edenler, Küba'ya indikleri zaman, orada içinde namaz kılacakları bir mescid yapmışlardı.
Peygamberimiz (a.s.) da, Küba'ya geldiği zaman, bu mescidde namaz kılmıştır.
Peygamberimiz (a.s.) gelinceye kadar, Ebu Huzeyfe'nin azadlısı Salim, içlerinde Hz. Ömer de bulunduğu halde, bu mescidde bütün Muhacirlere imam olup namazlarını kıldırmıştı. [4]
Ammar b. Yâsir'in de "Resûlullah için, istediği zaman gölgesinde yatıp dinleneceği, gölgeleneceği ve içinde namaz kılacağı bir yer yapsak olmaz mı?" dediği ve taş toplayarak Küba'da bir mescid yaptığı rivayet edilir. [5]
Peygamberimiz (a.s.) Küba'da daha önce hiç görmediği birşeyi, [6] Ensar'ın mallarını, [7] hurma bahçelerini [8] sakladıklarını ve esirgediklerini görünce: [9]
"Keşke bayramınız [Cuma gününüz] gelseydi! Durup, söyleyeceklerimi dinlerdiniz. [10] Sizinle konuşurdum!" [11] buyurdu.
Ensar:
"Olur yâ Rasûlallah! Babalarımız, analarımız sana feda olsun!" dediler.
Cuma günü gelince, Peygamberimiz (a.s.), onlara Cuma namazını kıldırdı. [12]
Ensar, gözlerini minbere diktiler.
Peygamberimiz (a.s.), irad buyurduğu hutbesinde; Allah'a hamd ü senada bulunduktan sonra, [13] onlara:
"Ey Ensar cemaatı!" diyerek hitap etti. [14] Ensar:
"Lebbeyk=Buyur, emrine amadeyiz yâ Rasûlallah!" dediler. [15]
Peygamberimiz (a.s.):
"Sizler, Allah'a ibadet etmediğiniz Cahiliye devrinizde bile. [16] en ağır yükleri taşır. [17] yetimlere bakar, [18] mallarınızı [19] meşru olan yerlere harcar. [20] yolda beride kalanlara iyilik ve yardım eder durur¬dunuz!
Yüce Allah size İslâmiyetle ve gönderdiği peygamberi ile ihsanda bulununca, [21] size İslâmiyeti getirip nasip edince, [22] mallarınızı, [23] hurma vs. türlü bahçelerinizi duvarlarla çevirip; muhtaçların, açların onlardan yemelerini engelliyor, [24] esirgiyor ve saklıyorsunuz!?
Halbuki, onlardan Âdemoğulları yer, size ecir ve sevap yazılır.
Kurtlar kuşlar yer, size ecir ve sevap yazılır!" buyurdu. [25]
Bunun üzerine, Ensardan hemen gidip de bahçelerinin duvarlarından yıkarak [26] birer veya ikişer gedik açmayan, [27] birçok kapılar bırakmayan [28] kimse kalmadı. [29]

İslâm'da İlk Olarak Kılınan Cuma Namazları

Peygamberimiz (a.s.)ın Mekke'de Müslümanları Kabe mescidinde biraraya toplayıp Cuma namazı kılması, kıldırması mümkün olmamıştı. [30]
Mus'ab b. Umeyr, Medine'ye gönderildiği zaman, Cuma namazı kılmak için Peygamberimiz (a.s.)dan izin istemiş; Peygamberimiz (a.s.) da, ona gönderdiği yazıda, Cuma günü zeval vakti çıktıktan sonra cemaatle kılacakları iki rekat namazla Allah'a yakınlaşmaya çalışmalarını ve bu vesile ile Müslümanlara hitapta bulunmasını emir buyurmuştu.
Bunun üzerine Mus'ab b. Umeyr Küba'da Sa'd b. Hayseme'nin evinde on iki kişi toplayarak bir koyun kesilip yenilmiş ve İslâm tarihinde Cuma namazı için Müslümanları ilk toplayan kişi o olmuştur. [31] Es'ad b. Zürâre de; Medine'de, Nakîu'l-H adım âtta (Beyaza oğullarının kara taşlığı) kırk kişi toplayıp Cuma namazı kılmışlardı. [32] Peygamberimiz (a.s.) da, Küba'da kaldığı evde, ilk defa olarak iki rekat namazı kıldırmış ve hutbe irad buyurmuştu. [33]
Medine'nin içine girerken, Salim b. Avf oğullarının oturdukları Rânuna vadisindeki mescidde de, ilk defa olarak Cuma namazı kılmış ve hutbe irad buyurmuştur. [34]

Cuma Gününün Fazileti ve Cuma Namazına Ait Bazı Bilgiler

Peygamberimiz (a.s.):
"Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı Cuma günüdür!
Âdem ((a.s.)) o gün yaratıldı ve o gün Cennete konuldu. O, yine o gün Cennetten çıkarıldı. [35]
Kıyamet de, Cuma'dan başka bir günde kopmayacaktır! [36]
İnsanlardan ve cinlerden başka hiçbir yaratık yoktur ki, Cuma günü, tanyeri ağardıktan güneş doğuncaya kadar:
Kıyamet belki bugün kopar!1 korkusuyla kulak kabartmasın!
Bir de, o günün içinde öyle bir saat vardır ki, Müslüman bir kul namaz kılar ve Allah'tan bir dilekte bulunurken o saate rastlarsa, Allah istediğini ona muhakkak verir!" [37]
"Bizler, (Ehl-i Kitaba nazaran) en sonra gelmiş bulunduğumuz halde, Kıyamet gününde faziletçe en başa geçecek olanlarız!
Çünkü, bizden önce onlara, daha sonra bizlere Kitab verildi de; Allah'ın onlara farz kıldığı gün bu Cuma günü iken, onlar ihtilaf çıkarıp başka günlere saygı gösterdiler.
Fakat, o günü ibadet günü edinmek hususunda, Allah bize hidayet verdi. Artık, bu yolda o halk biz¬den geri kalmış oldular.
Yahudilerin ibadet günü yarın [Cumartesi günü], Nasranîlerinki de öbür gün [Pazar günü]'dür." [38]
"Cuma günü, Allah katında, günlerin en ulusudur!" buyurmuşlardır. [39]
1. Cuma günü, ezan okununca, alışverişlerin bırakılarak namaz kılmak üzere camiye gidilmesi farzdır, Allah'ın kesin emridir. [40]
2. Cuma namazı; köleler, kadınlar, çocuklar, hastalar, [41] misafirler [42] dışında, her müslümana farzdır. [43]
3. Cuma namazı, farz olarak iki rekattır [44] ve öğle namazı vakti girer girmez, öğle namazı yerine kılınır. [45]
4. Cuma günü, Cuma namazı için gusledilir. [46]
5. Cuma namazına gidileceği zaman-varsa-güzel elbise giyinilir, dişler misvaklanır, güzel kokular sürünülür. [47]
6. Cuma günü, Peygamberimiz (a.s.)a çokça salât ve selam getirilir. [48]
Cuma namazına erkence gitmek çok sevaplıdır:
7. Namaza en erken gelen bir deve, ondan sonra gelen bir sığır, ondan sonra gelen bir koç., kurban etmiş gibi sevaba nail olur. [49]
8. İmam minbere çıktıktan sonra camiye gelen, sadece namaz sevabını almak için gelmiş olur. [50]
9. Cuma günü, camide imam minbere çıkmadan önce, dört rekat sünnet kılınır. [51]
10. İmam minbere çıkıp oturunca, cami içinde Cuma ezanı okunur. Cami dışında okunan ezan, Medine halkına namaz vaktini bildirmek için ihdas edilmiştir. [52]
11. İmam, cemaata karşı, ayakta iki hutbe okur ve hutbenin arasını hafif bir oturuşla ayırır. [53]
12. Hutbede Allah'a hamd u sena ve şehadette ve Peygamberimiz (a.s.)a şehadet ve salavatta bulunulduktan sonra, [54] Kur'ân-ı Kerîm'den bazı âyetler okunur, cemaata va'z u nasihatlerde bulunulur. [55]
13. Hutbe okunurken susulup dinlenir.
O sırada, konuşana "Sus!" bile denmez. [56]
14. Hutbeden sonra, kamet getirilip, cemaatla iki rekat Cuma namazı kılınır. [57]
15. Bundan sonra, imam ve cemaat, kendi kendilerine dört rekat, sonra da iki rekat sünnet kılarlar.
Önce iki, sonra dört de kılınabilir. [58]
16. Cuma namazının herhangi bir sebeple kabul olunmamış bulunması ihtimali gözönünde tutularak, öteden beri, Zuhr-u ahir (en son öğle namazı) niyetiyle dört rekat bir namaz daha kılınagelmiş ve bunda bir sakınca görülmemiştir.
17. Meşru bir mazeret veya hastalık yokken, üç Cuma namazını kılmayan kimsenin kalbinin Yüce Allah tarafından mühürleneceği bildirilmiştir. [59]
18. Böylelerinin, kılmadıkları Cuma namazlarının her biri için, fakirlere birer altın, bulamazlarsa yarımşar altın keffaret vermeleri gerekir. [60]

Peygamberimiz (a.s.)ın Kuba'da Kalış Süresi ve Kuba Mescidinin Yapılışı

Peygamberimiz (a.s.) Küba'da ondört gece kaldı. [61]
Külsûm b. Hidm'den, mirbed'ini (hurma serme ve kurutma yerini) alıp Küba Mescidini yaptı ve içinde namaz kıldı, kıldırdı. [62]
Ensar kadınlarından Şemus binti Numan'ın bizzat görüp anlattığına göre; Küba Mescidi yapılırken, Peygamberimiz (a.s.) güçlükle kaldırabildiği ağır bir taşı veya kaya parçasını alır. [63] Kureyşlilerden veya Ensar'dan [64] gelip, [65] "Babam, anam sana feda olsun [66] yâ Rasûlallah! Onu bana ver! Senin yerine ben yeteyim, taşıyayım" diyenlere "Hayır! Sen de git, bunun gibisini al, taşı!" buyurur¬du.
Peygamberimiz (a.s.), mescid yapılıncaya kadar, böylece çalışmaktan geri durmamıştır. [67]

Kuba Mescidinin Fazileti

Küba Mescidinin fazileti ve orayı ziyaretin gerekliliği hakkında birçok hadis-i şerifler ve haberler vardır.
Küba Mescidinde namaz kılmanın umre yapmak gibi sevaplı olduğu ve kılınacak namazın bir umre sevabı kazandıracağı, Peygamberimiz (a.s.) tarafından haber verilmiştir.
Peygamberimiz (a.s.); her Cumartesi günü yaya veya binitli olarak gidip Küba mescidini ziyaret ederdi.
Pazartesi günü gittiği de olurdu.
Hz. Ömer, Pazartesi ve Perşembe günleri Küba Mescidini ziyareti âdet edinmiş, "Eğer bu mescid etraf memleketlerden birisinde olsaydı, develere binip türlü zahmet ve meşakkatlere katlanarak onu ziyarete giderdik!" demiştir. [68]
Emevî halifelerinden Ömer b. Abdulaziz (ö. 101 Hicrî); Peygamberimiz (a.s.)ın Mescidi yenilenirken, Küba Mescidini de genişletti, taşla ve kireç harçla yaptırdı.
Mescidin içine taştan direkler diktirdi ve onları demirle berkiştirtti, nakışlattı ve ona bir minare de yaptırdı.
Mescidi sac ağacı ile tavanl attı ve ona kemerler yaptırdı.
Mescidin ortasındaki meydanlığın üzerini açık bıraktırdı.
Küba Mescidi; daha sonra, Hicretin 555, 671, 733, 840, 877 ve 881. yıllarında da vezirler, hüküm¬darlar tarafından tamir ve tecdit ettirildi. [69]
Hicretin 950. yılında Kanunî Sultan Süleyman, Küba Mescidinin hem minaresini, hem tavanını yık¬tırıp yeniden yaptırdı. Ona hatipler, imamlar ve müezzinler tayin ettirdi. Mescidin içine ve dışına İstan¬bul'dan kandiller gönderdi.
Hicretin 1111. yılında Sultan Mustafa tarafından Küba Mescidinin hem duvarları, hem de minaresi yıktırılarak yeniden yaptırıldı.
Küba Mescidi Hicretin 1244. yılında Sultan Mahmud tarafından da yıktırılıp yeniden yaptırıldı.
Mihrab, kubbe, tak ve kuyu üzerindeki yazılar da o zaman yazdırıldı . [70]

Hz. Ali'nin Kuba'ya Gelişi

Peygamberimiz (a.s.); Kureyş müşriklerini n-saklamak üzere-kendisine bırakmış oldukları emanetleri sahiplerine iade edinceye kadar Mekke'de kalmasını, Hz. Ali'ye emretmişti.
O da, bu iş için Mekke'de üç gün üç gece oturdu. [71]
Mekke vadisinde dikilerek:
"Resûlullah'ın yanında kimin bir emaneti varsa gelsin, ona emanetini teslim edeceğim!" diye seslendikten ve emanetleri sahiplerine dağıttıktan sonra. [72] Medine yolunu tuttu. [73]
Geceleri yürüdü, gündüzleri gizlendi. [74] Rebiülevvel'in ortalarına doğru Küba'ya geldi. [75]
Küba'ya geldiği zaman, ayaklarının altı kabarmış, şişmiş, yarılmıştı; kanıyordu.
Peygamberimiz (a.s.) Hz. Ali'nin geldiğini işitince:
"Ali'yi bana çağırınız!" buyurdu.
"Yâ Rasûlallah! Yürümeye takati yok!" dediler.
Peygamberimiz (a.s.) hemen kalkıp onun yanına vardı.
Halini görünce rahmet ve şefkatinden ağladı, kucakladı.
Ayaklarının altını eliyle sığadı, iyileşmesi için Allah'a dua etti. Böylece, Hz. Ali'nin hiçbir ıztırabı kalmadı. [76]

Hz. Ali'nin Halinden Şüphelendiği Bir Kadını Sorguya Çekişi

Hz. Ali derki:
"Küba'da gece yansında bir adamın gelip kocasız Müslüman bir kadının kapısını çaldığını, dışarı çıktığı zaman ona birşeyler verdiğini sezince, bu işten şüphelenerek:
'Ey Allah'ın kulu kadın! Kimdir bu adam ki, her gece gelip senin kapını çalıyor?! Sen onun yanına çıkınca o sana-ne olduğunu anlayamadığım-birşeyler veriyor. Halbuki sen kocasız Müslüman bir kadın¬sın1 dedim.
Kadın, bana:
'O, Sehl b. Huneyftir. Benim kimsesiz bir kadın olduğumu bildiği için; gece olunca kavmine ait put¬lara musallat olur, onlardan birisini kırar da, yakayım diye odununu bana getirir!' dedi." [77]

Kabilelerinin Putlarını Kıranlardan Bazıları

Müslüman oldukları zaman:
1. Es'ad b. Zürâre,
2. Umâre b. Hazm,
3. Avf b. Afra
Malik b. Neccar oğullarının putlarını kırdılar.
4. S al it b. Kays,
5. Ebu Sırma
Adiyy b. Neccar oğullarının putlarını kırdılar.
6. Salebe b. Ganeme,
7. Muaz b. Cebel,
8. Abdullah b. Üneys
Seleme oğullarının putlarını kırdılar.
9. Ziyad b. Lebid,
10. Ferve b. Amr
Beyaza oğullarının putlarını kırdılar.
11. Sa'd b. Muaz,
12. Useyd b. Hudayr
Abduleşhel oğullarının putlarını kırdılar. [78]

Suheyb b. Sinan'ın Kuba'ya Gelişi

Allah yolunda işkencelere uğratılan kimsesiz Müslümanlardan Suheyb b. Sinan, Hz. Ali'den sonra, Medine'ye hicret etmek maksadı ile Mekke'den yola çıkınca, Mekkelilerden bazıları arkasından yetiştil¬er ve:
"Sen buraya fakir, hakîr olarak geldin.
Yanımızda erişemeyeceğin kadar bol servete eriştin!
Sonunda da kendinle birlikte servetini de alıp gitmek istiyorsun ha?
Vallahi işte bu olmaz!" dediler.
Suheyb hemen hayvanından yere indi. Ok çantasındaki okları çıkardı ve:
"Ey Kureyş cemaatı! İyi bilirsiniz ki; ben sizin en iyi ok atanlarınızdan birisiyim.
Vallahi, yanımda bulunan ok çantamdaki okların hepsini size atar, sonra da kılıcımı çalarım. Bunlardan birisi elimde bulundukça bana yaklaşamazsınız. Ancak onlar elimden çıktıktan sonra bana istediğinizi yapabilirsiniz.
Size şimdi servetimin yerini gösterir, onu size bırakırsam; yolumu açar, beni serbest bırakır mısınız?" dedi.
Müşrikler:
"Evet!" dediler.
Suheyb servetini onlara bırakarak yoluna devam etti. Rebiülevvel ayının ortalarında Küba'ya gelip Peygamberimiz (a.s.)a kavuştu.
O sırada, Peygamberimiz (a.s.)ın yanında Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer bulunuyordu.
Önlerinde de Külsûm b. Hidm'in getirdiği, Ümmü Cirzan diye anılan hurma cinsinden, üzerinde yaş ve olgun hurmaları bulunan taze yapraklı salkım halinde hurma vardı.
Suheyb b. Sinan'ın yolda gözleri ağrımış, kamı da son derecede acıkmıştı. Hemen kendini hur-m al ara attı.
Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah! Suheyb'i görmüyor musun? Hem gözü ağrıyor, hem yaş hurma yiyor!?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) Suheyb'e:
"Hem gözün ağrıyor, hem de yaş hurma yiyorsun ha?!" buyurunca, Suheyb:
"Ben, onu gözümün ağrımayan tarafıyla yiyorum!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) gülümsedi.
Suheyb, Hz. Ebu Bekir'e:
"Sen bana yoldaş olacağını vaad etmiştin. Beni bırakıp yola çıktın, değil mi?
Yâ Rasûlallah! Sen beni Mekke'de bırakıp yola çıktığın zaman, Kureyş müşrikleri beni yakaladılar, hapsettiler.
Ben de servetimi vererek kendimi ve ailemi satın aldım!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Suheyb kazandı!
Suheyb kazandı!
Ebu Yahya! Satış kârlı çıktı!
Satış kârlı çıktı!" buyurdu. [79]
Suheyb b. Sinan der ki:
"Resûlullah (a.s.), beni görünce:
'Ebu Yahya! Satış kârlı çıktı!
Ebu Yahya! Satış kârlı çıktı!
Ebu Yahya! Satış kârlı çıktı!' buyurdu.
'Yâ Rasûlallah! Senin yanına gelmekte beni kimse geçmemişti.
Herhalde, bunu sana Cebrail (a.s.)dan başkası haber vermemiştir! dedim." [80]

Benî Nadîr Yahudilerinin Başkanı Huyey İle Kardeşinin Peygamberimiz (a.s.)ı Görmek
İçin Kuba'ya Gitmeleri

Benî Nadîr Yahudilerinin başkanı Huyey b. Ahtab'ın kızı ve Peygamberimiz (a.s.)ın zevce¬si Hz. Safiyye der ki:
"Ben, babama, çocuklarının en sevgilisi idim. Amcam Ebu Yâsir de beni çok severdi.
Rasûlullah Medine'ye gelip Küba'da Amr b. Avf oğullarının evine inince, babam Huyey b. Ahtab ile amcam Ebu Yâsir b. Ahtab, ertesi günü, sabahleyin erkenden Resûlullah'ı görmeye gittiler. Güneş batın-caya kadar oradan dönmediler. Kendilerinin yorgun argın, isteksiz, düşkün ve perişan bir halde yürüy¬erek geldiklerini görünce-her zaman yaptığım gibi-onları sevinç ve neşe ile karşıladım. Vallahi, hiçbiri bana iltifat etmedi. Kendilerini derin bir gam ve keder bürümüştü.
Onlar konuşurlarken işittim.
Ebu Yâsir, babam Huyey b. Ahtab'a:
'O, o mudur?' diye sordu.
Babam:
'Evet! Vallahi odur!1 dedi.
Amcam:
'Onu iyice tanıdın mı? Aranan vasıflar kendisinde iyice gözüküyor mu?1 diye sordu.
Babam:
'Evet! Vallahi!'dedi.
Bunun üzerine, amcam:
'Peki! Ona karşı kalbinde ne var?' diye sordu.
Babam:
'Vallahi, sağ olduğum müddetçe ona düşmanlık edeceğim!' dedi." [81]
Peygamberimiz (a.s.) Medine'ye gelince, Ebu Yâsir gidip Peygamberimiz (a.s.)in huzurunda oturup onu dinleyerek kavminin yanına döndüğü zaman:
"Ey kavmim! Bana itaat ediniz! Hiç şüphesiz, sizin gelmesini beklediğiniz peygamber gelmiştir. Ona tâbi olunuz ve sakın muhalefet etmeyiniz" demişti.
Kardeşi Huyey b. Ahtab da gitmiş, oturup Peygamberimiz (a.s.)ı dinledikten sonra kavminin yanına dönünce, onlara:
"Ben öyle bir adamın yanından geliyorum ki, vallahi hiçbir zaman ona düşmanlıktan geri durmaya¬cağım!" demişti.
Kardeşi Ebu Yâsir "Ey anamın oğlu! Şu işte beni dinle, kendini helak etme de, sonradan, istediğin şeyde bana karşı koy!" diyerek öğüt vermiş ise de, Huyey b. Ahtab:
"Hayır! Vallahi seni hiçbir zaman dinlemeyeceğim!" demiş, kavmi de ona uymuştur. [82]
Nihayet Huyey b. Ahtab da, kardeşi Ebu Yâsir de, Yahudilerin Araplara karşı kıskançlıkta en katısı kesilip; halkın İslâmiyet'e girmelerini önlemek için olanca gayretlerini sarfetmekten geri dur¬mamışlardır. [83]

Kuba Münafıkları ve Ebu Âmir'in Peygamberimiz (a.s.)la Tartışması ve Âkıbeti

Küba'da oturan oniki münafık vardı. [84]
Onlar Ebu Âmir Fâsık ile gizli gizli görüşür, konuşur, Peygamberimiz (a.s.) ile ashabını Medine'den çıkarmayı tasarlarlardı. [85]
Ebu Âmir; Dubay'a oğullarından olup, Rahip diye anılırdı. [86]
Allah adamlığına, ruhbanlığa özenir, kıldan ruhbanlık elbisesini giyerdi.
Kendisi; baş münafık Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün de halasının oğlu idi.
Peygamber (a.s.) peygamber olarak gönderil ince, Ebu Âmirin kıskançlığı tuttu. [87]
Peygamberimiz (a.s.)a gelerek:
"Senin şu getirmiş olduğun din nedir?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"İbrahim ((a.s.))ın dini olan hanîfliği getirdim" buyurdu.
Ebu Âmir
"Onun üzerinde olan, benim!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Sen onun üzerinde değilsin!" buyurdu.
Ebu Âmir
"Hayır, ey Muhammedi Sen, hanîfliğe, ondan olmayan şeyleri soktun!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ben öyle birşey yapmadım. Fakat, onu saf ve tertemiz olarak getirdim" buyurdu.
Ebu Âmir
"Yalancıyı Allah kovulmuş, garip ve yapayalnız bir halde öldürsün!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet! Yalancı kimseyi Yüce Allah böyle yapsın! [Kovulmuş, garip ve yapayalnız bir halde öldürsün!]" buyurdu. [88]
Ebu Âmir; kendisine tâbi olan 50 genci yanına alarak Mekke'ye gitti . [89]
Bedir savaşında müşriklerin yanında yer alıp çarpıştı . [90]
Müşrikleri Uhud [91] ve Hendek savaşı için de ayaklandıranlar ve Peygamberimiz (a.s.)la çarpışanlar arasında idi. [92]
Peygamberimiz (a.s.) Mekke'yi fethedince Ebu Âmir Taife, Taifliler Müslüman olunca da Şam'a kaçtı. [93] Orada, Hıristiyanlığı kabul etti. [94]
Şam'da kovulmuş, garip, yapayalnız olarak ölüp gitti! [95]
Küba'da, Amr b. Avf oğullarının bazı akılsızları ile münafıkları, geceleyin Peygamberimiz (a.s.)ın yatıp kalktığı evi taşlamaya başladılar. Peygamberimiz (a.s.), bunu görünce: "Himaye ve komşuluk bu mu?!" diye yakınarak Küba'dan ayrıldı. [96]

Neccar Oğullarının Peygamberimiz (a.s.)ı Kuba'dan Medine'ye Götürmeleri

Peygamberimiz Aleyhisselatn, Küba'dan Medine'ye hareket edeceği zaman, (dedesi Abdulmuttalib'in dayıları olan) Neccar oğullarının eşrafına haber saldı.
Onlar da, silahlanıp geldiler. [97]
Peygamberimiz (a.s.)la Hz. Ebubekir’e selam verdiler ve:
“Güvenliğiniz sağlanmış ve sizlere boyun eğilmiş olarak develerinize bininiz!” dediler.
Cuma günü güneş yükselince Peygamberimiz (a.s.) devesi Kasva’ya bindi.
Hz. Ebubekir arkasında, Neccaroğullarının eşrafı Müslümanlarda sağında, solunda ve çevresinde oldukları halde Medine'ye hareket etti. [98]
Amr b. Avf oğulları toplanarak:
"Yâ Rasûlallah! Bizden usandığın için mi, yoksa bizim evimizden daha hayırlı bir yere gitmek için mi buradan çıkıp gidiyorsun?" dediler.
Peygamberimiz (a.s.):
"Te'külü'l-Kurâ karyesine [Medine'ye] gitmekliğim bana emir buyuruldu.
Devenin yolunu açınız! Nereye gideceği, ona emrolunmuştur!" buyurdu. [99]

Ensarın Vaad ve Dilekleri

Peygamberimiz (a.s.) Küba'dan çıkıp Ensar evlerinin önlerinden geçerken, onlar devenin önüne geriliyorlar ve
"Yâ Nebiyyallah! Yâ Rasûlallah! Bizde kuvvet, cemaat ve servet var! Bize buyur, bize!" diyerek yardım ve himaye vaadinde bulunuyorlar; Peygamberimiz (a.s.) da gülümsüyor, "Allah onları size hayırlı ve mübarek kılsın!" diyerek dua ediyor ve:
"Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmuştur!" buyuruyordu. [100]



________________________________________
PEYGAMBERİMİZ ALEYHİSSELAM MEDİNE'DE

Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'de Kıldırdığı İlk Cuma Namazı

Küba'dan Medine'ye doğru yola çıkan Peygamberimiz Aleyhisselam, Salim b. Avf oğullarının otur¬dukları Rânuna vadisine geldiği zaman, Cuma namazı vakti girmişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, oranın üst tarafına indi. Orada Cuma namazını kıldı. Bu, Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine içinde kıldığı ilk Cuma namazıydı . [1]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunan ve Cuma namazı kılan cemaat da, yüz kişi idi. [2]

Peygamberimiz Aleyhisselamın İrad Buyurduğu Hutbeleri

İbn İshak'ın Ebu Seleme b. Abdurrahman'dan nakline göre; Peygamberimiz Aleyhisselam, bu Cuma günü, ayakta dikilerek ardarda irad ettiği hutbelerinde, Allah'a lâyık olduğu veçhile hamd ve sena¬da bulunduktan sonra, şöyle buyurdu:
"Ey insanlar! Kendiniz için, önden ahiret azığı olacak şeyler gönderiniz. Elbette, bilirsiniz ki; her biriniz ölecek ve davarını çobansız bırakacaktır!
Sonra Rabbi ona tercümansız, perdedarsız olarak:
'Sana Resûlüm gelip emirlerimi tebliğ etmedi mi?
Ben sana mal verdim, ihsanda bulundum.
Sen kendin için [âhiret azığı olarak] ne gönderdin? buyuracak.
O da, sağına soluna bakacak, hiçbir şey göremeyecek!
Sonra önüne bakacak. Önünde de cehennemden başka birşey göremeyecek!
Öyle ise yarım hurma ile de olsa cehennemden kendisini korumaya gücü yeten kimse, hemen o hayır işlesin!
Onu bulamayan da, güzel bir sözle kendisini korumaya çalışsın.
Çünkü bir iyiliğe on mislinden yedi yüz misline kadar sevab verilir!
Selam ve Allah'ın rahmet ve bereketleri üzerinize olsun!"
"Allah'a hamd olsun!
Allah'a hamd eder ve O'ndan yardım dilerim.
Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerinden, Allah'a sığınırız.
Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz!
Saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez!
Şehadet ederim ki: Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur!
O, birdir; O'nun şerîki yoktur!
Sözlerin en güzeli, Yüce Allah'ın Kitabıdır.
Allah kimin kalbini Kur'ân'la süsler ve onu küfürden sonra İslâmiyete girdirir, o da Kur'ân'ı insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse felah bulmuş, kurtulmuştur.
Doğrusu, Kitabullah sözlerin en güzeli, en belâgatlısıdır.
Allah'ın sevdiğini seviniz!
Allah'ı candan gönülden seviniz!
Allah'ın kelamından, zikrinden usanmayınız!
Allah'ın kelamından, kalbinize kasvet ve darlık gelmesin!
Çünkü, Allah'ın kelamı, herşeyin üstününü ayırıp seçer, amellerin hayırlısını, kulların seçkinlerini, kıssaların iyisini zikreder.
Helal ve haram olan herşeyi beyan eyler.
Artık Allah'a ibadet ediniz ve O'na hiçbir şeyi şerik koşmayınız.
O'ndan gereği gibi sakınınız.
Dilinizle söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah'ı tasdik ve ikrar ediniz.
Allah'ın ihsan ettiği rahmetle aranızda sevişiniz.
Muhakkak biliniz ki: Allah, ahdinin bozulmasına gazab eder.
Selam olsun sizlere!" [3]
Peygamberimiz Aleyhisselamın Beni Salim mescidinde Cuma günü irad buyurduğu hutbe olmak üzere, Saîd b. Abdurrahman el-Cumahî'den nakledilen hutbede de şöyle buyurulmustur:
"Hamd, Allah'a mahsustur.
Ben, O'na hamd eder, O'ndan yardım, yarlıganmak ve hidayet dilerim.
O'na iman ederim, inanmazlık etmem.
İnanmazlık edenlere de düşmanlık ederim.
Ben Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, O'nun bir olduğuna, şerîki ve nazîri olmadığına, Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederim.
Allah, onu peygamberlerin gelmesinin kesildiği, ilmin azaldığı, insanların sapkınlığa düştüğü, zamanın kesintiye uğradığı, Kıyametin kopma ve âlemin sona erme zamanının yaklaştığı bir sırada, tam bir hidayet, tam bir nur, tam bir öğüt olan Kur'ân'la göndermiştir.
Allah'a ve Resûlüne boyun eğen, muhakkak doğru yolu bulmuştur.
Allah'a ve Resûlüne karşı gelen de, azgınlık ve taşkınlığa, sapkınlıktan sapkınlığa düşmüştür.
Size Allah'tan korunmayı tavsiye ederim.
Zaten bir Müslümanın bir Müslümana en hayırlı tavsiyesi de, onu ahirete isteklendirmesi, ona Allah'tan korunmayı emretmesidir.
Allah'ın sizi sakındırdığı şeylerden sakınınız!
Bundan daha üstün ve hayırlı bir öğüt, bundan daha üstün ve hayırlı bir hatırlatma yoktur.
Rabbinden korkarak, ürpererek ibadet eden kimse için, Allah'tan korunmak, istediğiniz ahiret mut¬luluğu için en güvenilir bir yardımdır.
Kim gizli ve açık her işinde Allah'ın hoşnutluğunu gözeterek Allah'la arasını düzeltirse, dünyada onun adı hayırla anılır.
Öldükten sonra da, bu, kendisinden önce göndermiş olduğu hayra muhtaç bulunduğu bir zamanda kendisine azık olur.
Bunun dışındaki işlerden uzak uzak kaçmayı, onlarla kendi arasında uzun mesafeler olmasını ister.
Allah, azabından sizi korkutur.
Allah, kulları hakkında çok esirgeyici ve merhametlidir.
Sözünü doğrulayan, va'dini yerine getiren Allah'a andolsun ki; bundan cayma yoktur!
Çünkü, Yüce Allah 'Benim katımda söz değiştirilmez. Ben, kullara zulümkâr da değilim' [Kâf: 29] buyuruyor.
Şimdiki ve gelecekteki işlerinizde gizli ve açık yaptıklarınızdan dolayı Allah'tan korununuz!
Kim Allah'tan korunursa, Allah onun günahlarını örter, ecrini de büyütür.
Allah'tan korunan büyük bir kurtuluşa ermiştir.
Allah'tan korunmak, insanı Allah'ın azab ve gazabından korur.
Allah'tan korunmak, yüzleri ağartır, Rabbi hoşnut eder, dereceyi yükseltir.
Nasibinizi alınız!
Allah katında ifrartlı olan hareketlerde bulunmayınız.
Allah doğruları da, yalancıları da bilsinler diye size Kitabını ve yolunu açıkça öğretmiştir.
Allah'ın size ihsan ettiği gibi, siz de ihsanda bulununuz.
Allah'ın düşmanlarına düşman olunuz.
O'nun yolunda, gereği gibi cihad ediniz!
Sizi O seçip Müslümanlar diye adlandırdı ki, helak olan açık delillerle helak olsun, sağ kalan da açık delillerle sağ kalsın.
Allah'tan başkasında kuvvet ve kudret yoktur.
Allah'ı anmayı çoğaltınız.
Bu günden sonrası için çalışınız.
Kim Allah'la arasını düzeltirse, Allah da onun insanlarla arasını düzeltir.
Çünkü Allah insanlar üzerinde hükmünü yürütür.
İnsanlar ise Allah üzerinde hükümlerini yürütemezler.
Allah insanlar üzerinde tasarruf eder.
İnsanlar ise Allah üzerinde tasarruf edemezler.
Allah en büyüktür. Büyük olan Allahtan başkasında kuvvet ve kudret yoktur." [4]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Cuma namazını kıldıktan sonra, devesine bindi. [5] Devenin yularını da devenin başına doladı. [6]
Yine, Peygamberimiz Aleyhisselam önde, Hz. Ebu Bekir arkasında, Neccar oğullarının eşrafı da çevresinde olduğu halde, Medine'nin içine doğru hareket ettiler. [7]

Sâlim b. Avf Oğullarının Vaad ve Dilekleri

Peygamberimiz Aleyhisselamın devesi Kasvâ sağa sola baka baka ilerlerken, [8] Salim b. Avf oğullarından Itban b. Malik ile Abbas b. Ubâde, Salim b. Avf oğullarından bazıları ile birlikte gelip:
"Yâ Rasûlallah! Bizim yanımızda kal!
Sayıca çok, mal ve silahça hazırlıklı, düşmanlarına karşı seni koruma ve savunma gücüne malik olan bize buyur!" dediler. [9]
Başka rivayete göre:
Salim b. Avf oğullarından Itban b. Malik ile Nevfel b. Abdullah, Kasvâ'nın yularından tutarak:
"Yâ Rasûlallah! Bize in!
Biz sayıca çokluğuz! Mal ve silahça hazırlıklıyız!
Yâ Rasûlallah! Biz geniş meydanlar, bağ ve bahçeler sahibiyiz!
Araplardan bu yurda giren kimse-korkarsa-bize sığınır..." dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, gülümsedi [10] ve:
"Allah onları size hayırlı ve mübarek kılsın!" diyerek dua ettikten sonra: [11] "Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmustur!" buyurdu. [12]

Ubâde ve Abbas b. Sâmit'in Vaad ve Dilekleri

Ubâde b. Sâmit ile Abbas b. Sâmit:
“Ya Rasulallah! Bize in!
Biz sayıca çokluğuz. Mal ve silahça hazırlıklıyız” dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
“Allah onları size hayırlı ve mübarek kılsın!” diyerek dua ettikten sonra:
“Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmuştur!” buyurdu. [13]

Beyâza Oğullarının Vaad ve Dilekleri

Kasvâ, yolu açılınca, Beyaza oğullarının evleri hizasına kadar gitti. Beyaza oğullarından Ziyad b. Lebid ile Ferve b. Amr geldiler ve:
"Yâ Rasûlallah! Bize buyur! Sayıca çokluğuz. Mal ve silahça hazırlıklıyız. Düşmanlarına karşı seni koruma ve savunma gücüne sahibiz" dediler. Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmustur!" buyurdu.
Kasvâ'nın yolunu açtılar.
Kasvâ, Benî Sâidelerin evlerine kadar gitti. [14]

Saide Oğullarının Vaad ve Dilekleri:

O sırada, Abdullah b. Übeyy b. Selül; köşkünde, dizlerini dikmiş, iki elini kavuşturmuş oturuyor, yanında da birçok kimseler bulunuyordu. Peygamberimiz Aleyhisselamın kendisine doğru geldiğini görünce:
“Git! Sen, seni davet etmiş olanlara in!” dedi.
Sa'db.Ubâde:
"Yâ Rasûlallah! Onun sözlerinden kalbine bir üzüntü gelmesin!
Senin bize geldiğin şu sıralarda, Hazrec oğulları onu kendilerine hükümdaryapmak istiyorlardı! İşte şurası benim evim!
Yâ Rasûlallah! Kavmimin içinde hurmalığı, kuyu başı, serveti, silahı, aile efradı., benimkinden daha çok ve benden daha cesaretli bir kimse yoktur!" dedi. [15]
Hem Sa'd b. Ubâde, hem Münzir b. Amr ve Beni Sâidelerden bazı zâtlar
"Yâ Rasûlallah! Bize buyur! Biz sayıca çokluğuz. Mal ve silahça hazırlıklıyız. Düşmanlarına karşı seni koruma ve savunma gücüne sahibiz" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmustur!" buyurdu.
Yolu açılınca, Kasvâ, Beni Harise b. Hazreclerin evleri hizasına kadar gitti. [16]

Hârise b. Hazrec Oğullarının Vaad ve Dilekleri

Sa'd b. Rebi', Hârice b. Zeyd, Abdullah b. Revâha ve Beni Hâriselerden bazıları, devenin önüne gerilerek:
"Yâ Rasûlallan! Bize buyur!
Sayıca çokluğa, silahça hazırlığa, seni düşmanlarından koruma ve savunma gücüne sahip bulunan bize gel! [17] Bizi geçme!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah, onları size mübarek kılsın [18]
Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona em rol unm ustur!" buyurdu. [19]

Adiyy b. Neccar Oğullarının Vaad ve Dilekleri

Yolu açılınca, Kasvâ ilerleyip Peygamberimiz Aleyhisselamın dedesi Abdulmuttalib'in annesi Selmâ binti Amr'ın mensup bulunduğu Adiyy b. Neccar oğullarının evlerini geçeceği sırada, Adiyy b. Neccar oğullarından Salit b. Kays, Ebu Salît ve Üseyre b. Ebi Hârice ile Adiyy b. Neccarlardan bazıları:
"Yâ Rasûlallah! Dayılarına gel! Sayı ve silah çokluğuna, düşmanlarına karşı seni koruma ve savun¬ma gücüne sahip olan bize buyur [20] Bizi bırakıp, bizden başkasına geçme! Sana kavmimiz içinde akra¬ban olarak bizden daha yakın kimse yoktur!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Devenin yolunu açınız! Nereye çökeceği, ona emrolunmustur!" buyurdu. Kasvâ'nın yolunu açtılar.
Kasvâ; Malik b. Neccar oğullarının evleri yanına varınca, Peygamberimiz Aleyhisselamin bugünkü Mescidinin kapısının bulunduğu yere çöktü ki, orası o zaman Neccar oğullarından Sehl ve Süheyl adlarında iki yetim gence ait hurma serme, kurutma yeri idi.
Bu gençler; Muaz b. Afrâ'nın [21] himayesi altında idiler.
Kasvâ çöktüğü zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam, onun üzerinden inmedi.
Kasvâ ayağa kalktı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, yine, onun yularını serbest bıraktı.
Kasvâ, biraz gittikten sonra, birdenbire arkasına dönüp ilk önce çöktüğü yere kadar geldi, oraya tekrar çöktü, artık oradan kalkmadı. Boynunu ve göğsünü yere uzatıp böğürmeye ve deprenmeye başladı. Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam Kasvâ'nın üzerinden indi [22] ve:
"İnşaallah, menzil burasıdır!" buyurdu. [23]
Kasvâ çöktüğü zaman, Cebbar b. Sahr çöktüğü yerden kaldırmak için ona ayağı ile vurmuş, tep¬mişti.
Ebu Eyyub Halid b. Zeyd kızdı ve:
"Ey Cebbar! Sen benim evimin önünden kaldırmak için ona vurdun, teptin ha?! Resûlullahı hak dinle, Kitabla peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki, İslâmiyet mani olmasaydı sana kılıçla vurur¬dum!" dedi. [24]
Aynı kaynaklar. [25]

Peygamberimiz Aleyhisselamı Konuk Etmek İçin Tartışılması ve Kur'aya Başvurulması

Medineli Müslümanlar Peygamberimiz Aleyhisselamın yanından ayrılmıyor, herkes onu götürüp ağırlamaya can atıyor ve bu hususta birbirleriyle de tartışıyorlardı. [26]
Nihayet, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben bu gece Abdulmuttalib'in dayıları olan Neccar oğullarına iner, bununla onlara ikramda bulun¬muş olurum" buyurdu. [27]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Akrabamızın evlerinden, buraya en yakını hangisidir?" diye sorunca, Ebu Eyyub Halid b. Zeyd:
"Benimkidiryâ Nebiyyallah! İşte, evim şurasıdır! Evimin kapısı da şurasıdır!" dedi. [28]
Fakat, Neccar oğulları, aralarında kur"a çekilip kur'a Ebu Eyyub Halid b. Zeyd'e çıkmadıkça, Peygamberimiz Aleyhisselamı ağırlamak şerefini bırakmaya razı olmadılar. [29]
Bunun üzerine, Ebu Eyyub Halid b. Zeyd, Peygamberimiz Aleyhisselama "Evim, buraya evlerin en yakınıdır. Ağırlığını oraya taşıyayım" deyince, Peygamberimiz Aleyhisselam "Olur!" buyurdu. [30]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Eyyub'un Evine Gidişi

Ebu Eyyub Halid b. Zeyd, Kasvâ'nın yükünü indirdi. Palanını soydu. Yükünü evine taşıyınca Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kişi, binitinin ve ağırlıklarının yanında bulunur" buyurdu.
Es'ad b. Zürâre, Kasvâ'nın yularını tutup kendi evine götürdü. [31]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ebu Eyyub Halid b. Zeyd'e:
"Git! Bizi kabul için yer hazırla!" buyurdu.
Ebu Eyyub, hemen gidip yeri hazırladıktan sonra geldi ve:
"Yâ Nebiyyallah! İkinize de yer hazırladım.
İkiniz de, kalkınız, Allah'ın bereketi üzere, yerinize buyurunuz!" dedi. [32]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Gelişine Mini Mini Kızların Sevinmeleri

Peygamberimiz Aleyhisselam; Ebu Eyyub Halid b. Zeyd'in evine ineceği sırada, Neccar oğullarının mini mini kızları deflerle çıkıp:
"Neccar oğullarının kızlarıyız biz!
Muhammed'in hısımlığı, komşuluğu ne mutlu, ne hoş!" diyerek neşîdeler okuyorlardı. [33]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Beni seviyor musunuz?" diye soruyor, onlar da:
"Evet yâ Rasûlallah!" diyorlar, [34] Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Vallahi, ben de sizleri seviyorum!
Vallahi, ben de sizleri seviyorum!
Vallahi, ben de sizleri seviyorum!" buyuruyordu. [35]

Medineli Müslümanların Olağanüstü Sevinçleri ve Coşkuları

Berâ' b. Azib der ki:
"Ben, Medinelilerin, hiçbir şeye, Resûlullah Aleyhisselamın gelişine sevindikleri gibi sevindiklerini görmedim! [36]
Medine halkı, [37] erkekler ve kadınlar, [38] yollara, [39] evlerin üzerlerine çıkmışlar, oğlan çocukları ve hizmetçiler yollara dökülmüşler. [40]
'Nebiyyullah geldi! Nebiyyullah geldi! [41]
Yâ Muhammedi Yâ Rasûlallah! [42]
Allahuekber! Resûlullah Aleyhisselam geldi! Muhammed geldi! [43]
Muhammed geldi! Resûlullah geldi!
Allahuekber! Muhammed geldi! Resûlullah geldi!1 diyerek bağ iriyorlardı . [44]
'Resûlullah bu! Geldi! Geldi! dediklerini işittim." [45]
Enes b. Malik de:
"Ben, Resûlullah'ın Medine'ye girdiği günden daha güzel, daha parlak bir gün görmedim" demiştir. [46]

Medinelilerin Peygamberimiz Aleyhisselam İçin Kurban Kesmeleri

Peygamberimiz Aleyhisselam Medine'ye geldiği zaman, Medineli Müslümanlar, bir deveyi veya sığırı kurban olarak kesmişlerdir. [47]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Ebu Eyyub'a Konuk Oluşu

Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensârî der ki:
"Resûlullah, evime indiği zaman, evimin alt katına inmişti. Ben ve zevcem Ümmü Eyyub, yukanda bulunuyorduk. Kendisine:
'Babam, anam sana feda olsun yâ Rasûlallah! Ben yukarda olmamı, senin ise altımda bulunmanı iyi görmüyor, ağır buluyorum!
Sen yukarı çık, yukanda ol!
Biz inelim, aşağıda bulunalım dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Yâ Ebâ Eyyub! Evin alt katında bulunmamız, bize daha uygun ve elverişlidir' buyurdu, alt katta otur¬du.
Biz de meskende onun üstünde bulunduk.
O sırada, içinde su bulunan testimiz kırıldı.
Resûlullahın üzerine damlayıp onu rahatsız etmesinden korkarak, ben ve zevcem Ümmü Eyyub, tek örtüneceğimiz kadife yorganımızı hemen suyun üzerine bastırdık." [48]
Ebu Eyyub bir gece kendi kendine:
"Biz Resûlullah Aleyhisselamın başının üzerinde yürüyoruz ha!?" dedi ve bir kenara çekilerek gecelediler.
Sabahleyin bunu Peygamberimiz Aleyhisselama arzetti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Alt kat daha elverişlidir!" buyurdu ise de, Ebu Eyyub:
"Sen altında bulundukça, ben bir çatının üstüne çıkamam!" dedi.
Bunun üzerine, yerlerini değiştirdiler:
Peygamberimiz Aleyhisselam üst kata çıktı, Ebu Eyyub da alt kata indi. [49]

Es'ad b. Zürâre'nin Peygamberimiz Aleyhisselama Serir (Somya) Hediye Edişi

Hz. Aişe der ki:
"Kureyşîlere Mekke'de serir üzerinde uyumaktan daha hoş birşey yoktu.
Resûlallah Aleyhisselam, Medine'ye geldiği ve Ebu Eyyub'un evine indiği zaman, ona:
'Yâ Ebâ Eyyub! Sizin bir seririniz yok mu?' diye sordu.
Ebu Eyyub:
'Yoktur vallahi!' dedi.
Es'ad b. Zürâre, bunu haber alınca, Resûlullah'a, direkleri sac ağacından yapılmış, üzeri keten lifle dokunmuş, hasırla kaplı bir serir gönderdi.
Resûlullah Aleyhisselam, evine taşınıncaya kadar, onun üzerinde uyumuştu.
Vefatına kadar da onun üzerinde uyudu. [50]
Resûlullah Aleyhisselam, yıkanıp kefenlendiği zaman, bu seririn üzerine konuldu, cenaze namazı da kendisi bu şerir üzerinde bulunduğu halde kılındı. [51]
Halk, ölülerini taşımak üzere onu bizden isteyip alır ve onunla teberrük ederlerdi.
Ebu Bekir'in, Ömer'in cenazesi de onun üzerinde taşınmıştı." [52]
Peygamberimiz Aleyhisselamın bu mübarek seriri Emevîler devrinde Hz. Âişe'nin mirası içinde satışa çıkarılınca, onu Muaviye b. Ebi Süfyan'ın azadlılarından Abdullah b. İshak adında bir adam dört bin dirheme satın almıştı. [53]

Peygamberimiz Aleyhisselama Her Gün Ensar Tarafından Yemekler Gönderilişi

Zeyd b. Sabit der ki:
"Ebu Eyyub'un evine indiği zaman Resûlullah'ın yanına ilk önce girip ona tereyağı ve sütle yapılmış bir çanak tirit takdim eden ben idim ve:
'Bu çanağı annem gönderdi' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Allah onu bereketli kılsın!' diyerek dua etti.
Ashabını çağırdı, onu yediler.
Yemeğin arkası kesilmeden, Sa'd b. Ubâde, uşağının başında üzeri örtülü bir çanak tirit ve haşlan¬mış kemik söğüşü ile kapıya gelip içeri girdi. Malik b. N eccar oğullarından, sıra ile Resûlullahın kapısı¬na üç-dört yerden yemek taşınmadığı bir gece yoktu.
Bu, Ebu Eyyub'un yedi ay kaldığı evinden ayrılıp kendi evine taşınıncaya kadar devam etti." [54]
Sa'd b. Ubâde ile Es'ad b. Zürâre'den her gece birer çanak yemek gelirdi. [55]
Sa'd b. Ubâde; etle veya sütle veya sirkeli zeytinyağıyla veya tereyağıyla yapılmış tirit gönderirdi.
Bunlardan en çok gönderdiği de, etli tiritti . [56]
Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensarî de der ki:
"Resûlullah'a biz de daima akşam yemeği yapıp gönderirdik.
Kalanını bize geri çevirdiği zaman, ben ve Ümmü Eyyub, Resûlullahın elinin değdiği yerleri araştırarak oralardan yer ve bununla teberrük ederdik.
Yine bir gece yapıp gönderdiğimiz soğanlı veya samnısaklı yemeği Resûlullah geri çevirmişti.
Onda elinin izini göremeyince, korkarak yanına gittim ve:
'Yâ Rasûlallah! Babam, anam sana feda olsun!
Sen akşam yemeğini geri çevirdin. Fakat onda elinin izini göremedim? Halbuki ben ve Ümmü Eyyub geri çevirdiğin yemekte senin elinin değdiği yerleri araştırmakta ve bununla teberrük etmekte idik' dedim.
Resûlullah:
'Ben sizin görüşemediklerinizle görüşen, meleklerle fısıldaşan bir kimseyim. [57]
İnsanı rahatsız eden şeyden melekler de rahatsız olurlar. [58]
Ben sizler gibi değilim: Arkadaşımı [Cebrail'i] rahatsız etmekten korkarım!1 buyurdu. [59]
Kendisine:
'Haram mı dır o yemek?' diye sordum.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Değildir! Fakat, ben kokusundan dolayı ondan hoşlanmadım!' buyurdu.
Kendisine:
'Senin hoşlanmadığın şeyden ben de hoşlanmam!' dedim. [60]
Resûlullah Aleyhisselam:
'Siz onu yiyiniz!' buyurdu.
Bunun üzerine biz ondan yedik ve Resûlullaha bir daha o sebzeden yemek yapmadık." [61]
Bir gün Ümmü Eyyub'a:
"Resûlullah senin kocanın evinde yedi ay oturmuştu. Resûlullahın en sevdiği yemek hangisiydi?" diye sorulmuştu.
Ümmü Eyyub:
"Onun ne kendisi için bir yemeğin yapılmasını emrettiğini gördüm, ne de bir yemeği yerdiğini gördüm.
Kendisine herise yapar, hoşuna gittiğini görürdük de, ona bu beş, altı yahut on günde bir hazır¬lanırdı" dedi. [62]

Peygamberimiz Aleyhisselamın İçinde Yedi Ay Kaldığı Evin Tarihçesi

Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye gelince içinde yedi ay oturduğu mübarek ev Mescidin doğusunda olup; yediyüz yıl önce Medine'ye gelen, Yemen hükümdarlarından Tüban [Tübba] Ebu Kerib Peygamberimiz Aleyhisselamın Mekke'de zuhur ve Medine'ye hicret edeceğini Yahudi alimlerinden öğrenince, bu evi daha o zamandan yaptırmış, yazıp altın mühürle mühürlediği bir mektubu da Peygamberimiz Aleyhisselama takdim edilmek üzere Medine alimlerinin en büyüğüne vererek, kendisi erişemezse çocuğundan veya çocuğunun çocuğundan erişecek olan vasıtasıyla takdim edilmesini emretmişti.
İşte bu ev; babadan evlada geçe geçe, Tüban'ın mektubu ile iman etmiş Medine alimlerinden birinin soyundan gelen Ebu Eyyub Halid b. Zeyd'in eline geçmişti. [63]
Tüban Ebu Kerib Es'ad, mü'mindi; Peygamberimiz Aleyhisselama yedi yüz yıl önce iman etmişti.
Çünkü o manzum mektubunda meâlen şöyle demişti:
"1- Ben, Hz. Ahmed'in Allah tarafından gönderileceğine kesin olarak kanaat getirdim.
2- Ömrüm onun ömrüne uzansaydı [onun zamanına yetişseydi], muhakkak ona, o amcamın oğlu¬na vezir ve yardımcı olurdum.
3- Yeryüzündeki Arapları ve Arap olmayanları, herkesi ona boyun eğmeye mecbur kılardım.
4- Kılıç çeker, onun düşmanlarıyla çarpışır, kalbinden her kederi dağıtırdım !" [64]
Tüban'ın manzumesinde birinci ve ikinci beyitlerle birlikte:
5- Zebur'da onun ümmeti ismen anılmıştır.
Onun ümmeti, ümmetlerin hayırlısıdır" beyti de bulunuyordu. [65]
Tüban'ın mektubunu ellerinde bulunduranlar, Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye gelmekte olduğunu işitince; mektubu, ona teslim etmek üzere, Süleym kabilesinden güvenilir bir zât olan Ebu Leyla'ya verdiler.
Ebu Leyla Mekke yolunda Peygamberimiz Aleyhisselamı buldu.
Peygamberimiz Aleyhisselam onu görünce yanına çağırdı [66] ve ona:
"Sen, Ebu Leyla mısın?" diye sordu. [67]
Ebu Leyla:
"Evet!" dedi. [68]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Senin yanında I. Tübba'ın mektubu var! [69] Getir, ver bana mektubu!" buyurdu. [70]
Ebu Leyla Peygamberimiz Aleyhisselamı tanımıyordu. Kendi kendine, düşündü kaldı. [71]
Doğrusu, şaşılacak şey!" [72] dedi ve:
"Sen kimsin? Ben senin yüzünde sihir [sihirbazlık] eseri görmüyorum.
Sen bende bulunanı nasıl bildin?!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben, Muhammed'im! Getir, ver mektubu bana!" buyurdu. [73]
Adam mektubu sakladığı yerden hemen çıkarıp Peygamberimiz Aleyhisselama verdi.
Hz. Ebu Bekir onu Peygamberimiz Aleyhisselama okuyunca, [74] Peygamberimiz Aleyhisselam üç kere:
"Merhaba=Hoşgeldin, safa geldin salih kardeş Tübba!" buyurdu. [75]
Ebu Leyla'ya da, hemen Medine'ye dönmesini emretti.
Ebu Leyla, Medine'ye dönüp, Medinelilere Peygamberimiz Aleyhisselamın gelmekte olduğunu müjdeledi. Medinelilerden her biri, bu müjdesinden dolayı ona bahşiş verdi. [76]
Peygamberimiz Aleyhisselam: "Tübba'a sövmeyiniz! Çünkü, o Müslüman olmuştu" buyurmuştur. [77]
Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensârî'nin evi sonradan azadlı kölesi Eflah'a geçti.
Duvarlarından gedikler açılmaya başladığı, yıkılmaya yüz tuttuğu zaman, Mugîre b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam onu Eflah'ın oğlundan bin dinara (altına) satın alarak tamir ettirip vakfetti. [78]
Zamanla yine harab olan ve arsa haline gelen bu mübarek ev tekrar satılınca, Melik Muzaffer Şihabüddin Gazi b. Melik Âdil Seyfüddin Ebi Bekr b. Eyyub b. Sadi onu satın alıp üzerine dört mezhep talebesinin okuyacağı mükemmel bir medrese yaptırdı.
Bu medrese için, kendi memleketinde, Dımaşk'ta, Medine'de ve sair yerlerde zengin vakıflar tesis etti. Medresenin içinde, pek çok nefis kitaplar bulunan bir kütüphanesi de vardı. [79]
Sonraları, bakımsızlık yüzünden harab olup küçük bir zaviye haline gelen ve Hicretin 1259. yılında Sultan Abdülmecîd tarafından yıktırılarak mükemmel bir surette yeniden yaptırılan bu zaviye, "Zâviye-i Cüneydiyye" adıyla anılır ve ziyaret edilirdi. [80]

Medine'nin Coğrafî Durumu, İsimleri ve İlk Sakinleri

Medine-i Münevvere; deniz sathından 916 metre kadar yükseklikte, [81] Kızıl Denizin 100 kilometre doğusunda, [82] meridyen olarak 39 derece 55 dakika doğuda, paralel olarak 24 derece 15 dakika kuzeyde, [83] Mekke'nin yarısı büyüklüğünde, çorak topraklı, kara taşlık bir şehir olup, kuzeyinde Uhud dağı bulunmaktadır. Ki, şehre en yakın dağ, Uhud dağıdır.
Medine-i Münevvere'nin hurma bahçeleri çok ve suları boldu. [84]
Medine-i Münevvere'de sebzelerin her çeşidi yetiştiği gibi; başta hurmaların en iyisi olmak üzere, kavun, karpuz, şeftali, incir, limon, turunç, üzüm, elma, nar, muz, vişne... gibi her çeşit meyve de yetişir. [85]
Yazın, gündüzleri havanın gölgede hararet derecesi 48'e kadar yükselir.
Kışın gündüzleri sıfırın altında 10 dereceye, geceleri ise -15 dereceye kadar düştüğü ve hatta suların donduğu bile olur. [86]
Rivayete göre; Medine'ye ilk gelip yerleşen kimsenin oğlunun adı Yesrib olduğundan, Medine o zamandan itibaren bu adla anılagelmiştir. [87]
Yâkutu'l-Hamevî, Medine'nin 29 ismini sıralar. [88]
Semhûdî de, "İsim çokluğu isim sahibinin şerefliliğine delalet eder" dedikten sonra, çeşitli kay¬naklara dayanarak, Medine'nin:
1- Tâbe,
2- Tayyibe,
3- Asıma,
4- Darü'l-emân,
5- Dârü's-sekîne,
6- Bârre,
7- Berre,
8- Beytü'r-resûl,
9- Habîbe,
10- Mahbûbe,
11- Dârü'l-ebrar,
12- Dârü'l-hicre,
13- Dârü's-selâme,
14- Darü'l-feth,
15- Mahfûze,
16- Haremü'r-resûl,
17- Medine gibi 94 ismini sayıp, onlar hakkında açıklama yapar. [89]
Medine'ye Tâbe ve Taybe isimleri Yüce Allah tarafından verilmiştir. [90] Miraç gecesinde Cebrail Aleyhisselam, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"İn de, namaz kıl!" demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam inip namaz kıldığı zaman, Cebrail Aleyhisselam:
"Sen nerede namaz kıldın biliyor musun?
Sen Taybe'de namaz kıldın! Oraya da hicret edeceksin!" demiş; [91] Peygamberimiz Aleyhisselam da, Tebük seferinden dönerken, Medine görününce:
"İşte, Tâbe!" buyurmuştur. [92]
Nuh Aleyhisselamın oğlu Sam'ın oğlu Lâvez'in oğullarından Amlîk (lmlak) [93] Amalikaların atası olup, Amalikalar bütün beldelere yayılmış, dağılmışlardı.
Maşrık, Umman, Hicaz, Şam, Mısır halkları onlardandı.
Bahreyn, Umman, Necd, Teymâ halkı onlardandı.
Kenânîler diye anılan [94] Şam zorbaları, Mısır firavunları da onlardandı . [95]
İrem b. Şam'ın oğlu Avs'ın oğullarından birisinin adı Abil ve Abil'in oğlunun adı da Yesrib'di.
Bu baba oğul, Medine'nin ilk sakini idiler.
San'aya yerleşen Amalikalardan bazıları Yesrib'e inip Abil'i oradan çıkarmışlar, oraya kendileri yer¬leşmişlerdi. [96]
Medine'de ilk kez ekin ekenler, hurma ağacı ve üzüm asmaları dikenler, [97] yüksek evler, köşkler yapanlar, Amalikalardı . [98]
Buhtunnassar [Buhtunnasr] Beytü'l-Makdisi yıkıp İsrail oğullarından süreceğini sürdükten, esir ede¬ceğini esir ettikten sonra, İsrail oğullarından bir cemaat Hicaz taraflarına gittiler. Vâdi'l-Kura'ya, Teymâ'ya ve Yesrib'e indiler.
O zaman, Yesrib'de, Amalikaların kalıntıları ile Cürhümîlerden bir cemaat bulunuyordu.
İsrail oğulları orada bunlarla birlikte oturdular ve onlara karıştılar.
Medine'nin yerlileri gittikçe azalırken, İsrail oğulları çoğaldılar.
Yerlilerin azaldıklarını, zayıfladıklarını görünce, üzerlerine yürüdüler; onları Yesrib'den sürüp çıkardılar. Mallarını, mülklerini ele geçirdiler.
İsrail oğulları böylece, Allah'ın dilediği kadar, Medine'de kaldılar. [99]
Yemen'deki Me'rib seddini, ilk önce fındık fareleri oymaya başlamış, sonra da Yüce Allah bir sel salıp yıkmıştı. [100]
Yurtlarının harab olduğunu gören, Evs ve Haznecîlerin atası Müzeykıya Amrb. Âmir b. Harise b. Salebe bütün mallarını, mülklerini ve hayvanlarını satarak, oğulları ve kendilerine tâbi olanlarla birlikte gidip önce Âklerin beldelerinde oturdu..
Sonra Mekke'ye, Mekke'den sonra da Medine'ye gitti.
O zaman Medine'nin içinde Yahudiler oturdukları için, bunlar Medine'nin dışında oturdular.
Sayıca çoğalıp güçlendikleri zaman Yahudileri şehrin dışına çıkarıp, şehrin içine kendileri yerleştil¬er.
Bu sefer de Yahudiler şehrin dış kısımlarında oturdular. [101]
Medine'de bütün mallar, mülkler, köşkler, hurma bahçeleri Yahudilerin elinde idi. Çokluk ve güçlülük de onlarda idi.
Bir müddet sonra, Evs ve Hazrecler hem Yahudilerle aralarında, hem birbirlerine karşı güvenlik, hem de başkalarına karşı birbirlerini savunma antlaşması yapmak isteyip yaptılar ve uzun müddet buna bağlı kaldılar.
Evsî ve Hazrecîlerin mal mülk sahibi olmaya başladıklarını, sayıca da çoğaldıklarını gören Beni Kurayza ve Beni Nadîr Yahudileri onların kendilerine galebe çalıp evlerini ve mallarını zaptedeceklerinden korktular.
Kendi aralarında görüşüp konuşarak Evsî ve Hazrecîlerle yapmış oldukları antlaşmayı bozdular.
Yahudiler sayıca çok kalabalık idiler.
Evsî ve Hazrecîler, Yahudilerin kendilerini Medine'den sürüp çıkaracaklarından korkar bir halde yaşamaya başladılar.
Benî Salim b. Avf b. Hazrec'in kardeşi Malik b. Aclan'ı kendilerine seyyid, başkan yaptılar. [102]
İsrail oğullarının başına Fıtyevn adında ahlâksız bir adam geçmiş, [103] Evs ve Hazrecîleri de hükmü altına almıştı. [104]
Yahudiler de, Evsî ve Hazrecîler de, ona boyun eğmişlerdi. [105]
Fıtyevn; evlenecek her kızın ve kadının kocasından önce kendisinin yanında bir gece kalmasını âdet haline getirtmiş ve bunu Evsî ve Hazrecîlere da uygulamaya [106] ve Malik b. Aclan'ın, Süleym oğullarından bir adamla nikahlanan kızkardeşini yanına getirtmeye kalkışmıştı. [107] Kızkardeşinin kocasıyla gerdeğe gireceği gecede kavminin meclisine bacakları açık girdiğini gören Malik b. Adan, ona:
"Sen, bacakların açık olarak çirkin bir çıkışla kavminin yanına çıktın ha!?" diyerek çıkışınca, kızkardeşi:
"Bu gecemde bana yapılmak istenilen şey, kocamdan başkasının yanına sokulmak istenilişim, bun¬dan daha ağırdır!" dedikten sonra evine girdi.
Malik b. Adan, hemen onun yanına vardı. Ne demek istediğini öğrenince, ona:
"Senin elinden bir hayır, bir iyilik gelir mi?" diye sordu.
Kızkardeşi:
"Evet, gelir! Sen benden ne gibi bir iyilik istersin?" dedi.
Malik b. Adan:
"Ben senin yanındaki kadınlarla birlikte içeri girerim! Yanına girince de Fıtyevn'i kılıçla vurur, geber¬tirim!" dedi.
Kızkardeşi:
"Yap bunu!" dedi.
Malik b. Adan, kadın elbisesi giyinip kadınlarla birlikte gitti.
Kadınlar Fıtyevn'in yanından çıkınca Malik b. Adan içeri girip Fıtyevn'i kılıçtan geçirdi, öldürdü ve Şam'a kaçtı.
Orada, hükümdarlardan Ebu Cebele'ye, Fıtyevn'i kadınlara yaptığı kötülüklerden dolayı öldürdüğünü ve Yahudilerden korktuğu için artık Medine'ye dönemeyeceğini söyledi.
Bunun üzerine, Ebu Cebele; Medine'ye gidip Yahudileri hor hakir kılmadıkça kadınının yanına var-mamaya, koku sürünmemeye, içki içmemeye yemin etti.
Büyük bir ordu ile Medine'ye gelip Yahudilerin ileri gelenlerini ziyafete davet ederek, hepsini kılıçtan geçirdi.
Bundan sonra, Evsî ve Hazrecîler aziz, Yahudiler ise zelil oldular. [108]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ   İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:25 pm

Evs ve Hazrec Kabileleri: Ensar

Evs ve Hazrec kabileleri, iki kardeşten üreyip çoğalmış oldukları halde, aralarında sık sık anlaşma¬zlıklar çıkar, kılıçlara sarılırlar, yıllarca çarpışır dururlardı.
Aralarındaki çarpışmaların sonuncusu ise Buas çarpışması idi ki, Hicretten beş-altı yıl önce dur¬muştu. [109]
Hz. Âişe'nin dediği gibi; Hicret sırasında Evs ve Hazrec kabilelerinin toplulukları dağılmış, en asaletti ve şerefli adamları öldürülmüş veya yaralanmış bulunuyordu.
Sanki Yüce Allah İslâm dinine hazırlamak için onları bu duruma düşürmüştü. [110]
Evs ve Hazrec kabilesinden Müslüman olanlara Ensar denir.
Ensar; nasîrkelimesinin çoğuludur.
Nasîr de, nâsır'ın mübalağa sîgası olup, ziyadesiyle yardım edici demektir.
Gaylan b. Cehrin:
"Siz, öteden beri mi Ensar ismiyle anılırdınız? Yoksa bu ismi size Allah mı koydu?" sorusuna, Enes b. Malik:
"Evet! Bize bu ismi Allah koydu!" demiştir.
Kur'ârvı Kerîm'de Ensar hakkında şöyle buyurulur
"İslâm'da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile, onlara güzellikle tâbi olanlar (yok mu?); Allah onlardan razı olmuştur.
Onlar da Allah'tan razı olmuşlardır.
Allah bunlar için-kendileri içinde temelli kalıcı olmak üzere- altlarından ırmaklar akar cennetler hazırladı.
İşte, bu en büyük kurtul ustur. " [111]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Medinelilere İlk Tavsiyeleri

Yahudi iken Müslüman olan Abdullah b. Selam der ki: "Resûlullah [Aleyhisselam] Medine'ye gelince, halk ona koşuştu. 'Resûlullah geldi!1 denilince, onu görmek için ben de halkın arasında onun yanına gittim. Resûlullahın yüzünü görünce, anladım ki, onun yüzü bir yalancı yüzü değildir! Konuşurken, kendisinden ilk işittiğim söz de: [112]
'Ey insanlar! [113] Selamı yayınız (Selamlaşmayı yaygınlaştırınız!) Yemek yediriniz! [114] Akrabalarla ilgileniniz! [115] İnsanlar uykuda iken siz namaz kılınız ki, selametle Cennete giresiniz sözü idi." [116]

Selamın Mânâsı, Selam'ın Allah'ın İsimlerinden Biri Oluşu

Selam; selamet gibi masdar olup, kusurlardan, âfetlerden uzak ve salim olmak demektir.
Müslümanlar arasında alınıp verilen "Selâmün aleyküm" sözü de selametle dua etmek mahiyetindedir.
Es-Selam: Her türlü noksandan, kusurdan, yok olma, zevale erme şaibelerinden tamamıyla uzak bulunan Yüce Allah'ın isimlerindendir. [117]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Selam Yüce Allah'ın isimlerinden bir isimdir ki, onu Allah yeryüzüne koymuştur.
O halde, selamı aranızda yayınız!" buyurmuştur. [118]
Es-Selam, Kur'ân-ı Kerîm'de de Yüce Allah'ın ismi olarak anıldığı gibi, [119] bunun, dua mahiyetinde de, Cennet'in ismi olarak da anıldığı vardır. [120]

İnsanlık Tarihinde Geçen İlk Selamlaşma Hadisesi

Yüce Allah, Adetin Aleyhisselamı yarattığı zaman, [121] ona:
"Haydi, şu melekler cemaatının yanına git de, onlara [122] 'Esselâmü aleyküm diyerek [123] selam veril [124]
Senin selâmına onların nasıl karşılık vereceklerine [125] bak! [126] Söyleyeceklerine iyice kulak veril [127]
Çünkü, o, hem senin, hem de senin zürriyetinin selamlaşmasıdır" buyurdu. [128]
Adem Aleyhisselam gidip meleklere:
"Esselâmü aleyküm!" dedi.
Melekler de:
"Esselâmü aleyküm ve rahmetullah! [129] Yahut:
"Ve aleykesselâmü ve rahmetullah!" dediler. [130] Selamlarına "Rahmetullah" sözlerini ekledirler. [131]

Selamın Üstün ve Sevaplı Şekilleri

Peygamberimiz Aleyhisselam, bir mecliste otururken, bir zât gelip: "Esselâmü aleyküm!" diyerek selam verdi. [132]
Peygamberimiz Aleyhisselam onun selamına karşılık verdi. Adam oturunca, [133] Peygamberimiz Aleyhisselam:
"On sevap kazandı!" buyurdu.
Sonra başka bir adam geldi ve "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!" diyerek selam verdi. [134]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onun selamına karşılık verdi. Adam oturunca, [135] Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Buna yirmi sevap var!" buyurdu.
Sonra başka bir adam geldi ve:
"Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü!" diyerek selam verdi. [136]
Peygamberimiz Aleyhisselam onun selamına karşılık verip adam oturunca: [137]
"Buna da, otuz sevap var!" buyurdu. [138]
O sırada, meclisten bir adam kalkıp selam vermeden gitti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Arkadaşınız unuttuğu şeyi (selam vermeyi) ne çabuk da unuttun [139] Sizden biriniz meclise gelince selam versin, oturmayı uygun görürse otursun!
Meclisten ayrılmak için kalkınca da yine selam versin!
Verilmeye layı klik ve gereklilikte, önceki selam sonrakinden farklı değildir" buyurdu. [140]
Hz. Ömer der ki:
"Ben bir gün Ebu Bekir'in terkisinde giderken, Ebu Bekir rastladığı insanlara:
'Esselâmü aleyküm!' diyor, onlar:
'Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!' diyorlardı.
Ebu Bekir
'Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!' diyor, onlar:
'Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh!' diyorlardı.
Bunun üzerine, Ebu Bekir
'Bugün insanlar selam faziletinde bizi pek çok geçtiler!1 dedi." [141]
Selam vermek veya verilen selamı almak, Müslümanın Müslüman üzerindeki haklarındandır. [142] Selamlaşmakta cimrilik etmek, iyi sayılmamıştır. [143]
Peygamberimiz Aleyhisselam; evine selam vererek giren kimsenin hem Allah'a karşı korunmuş ola¬cağını, [144] hem de bunun kendisine ve ev halkına bereket getireceğini haber vermiştir. [145]

Selam Verme ve Almanın Hükmü ve Âdâbı

Selam vermek nafile bir ibadet olmakla beraber, verilen selamın alınması gerekmektedir. [146] Selam verilirken de:
1- Binitli olan, yayaya,
2- Yaya, oturana,
3- Azlık, çokluğa, [147]
4- Yaşça küçük olan, büyük olana önce selam verir. [148]
5- Selamı cemaat içinden birisine tahsis ederek vermek mekruhtur ve Kıyamet alâmetlerindendir. [149]
6- Tanıdığına ve tanımadığına selam vermek İslâm'ın hayırlı hasletlerindendir. [150]
7- Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekke'nin fethinde yanına gelen ve kendisine selam veren amcası Ebu Talib'in kızı Ümmü Hani Hatuna:
"Merhaba=hoşgeldin Ümmü Hani!" buyurdu. [151]
Yanına geldikçe Hz. Fâtıma'ya da:
"Merhaba kızcağızım!" buyurup, onu sağına veya soluna oturttuğu bildirilmektedir. [152]
8- Müslüman olmayanların verdikleri selama "ve aleyküm!" denilerek mukabele edilir. [153]
9- Mü'min kardeşi ile selamlaşmak, musafaha ile tamamlanır. [154]
Musafaha; iki kişinin, esenleşmek için birbirlerinin ellerini-avuç içleri birbirine yapışacak biçimde-tutuşmalarına ve yüzyüze gelmelerine denir. [155]
10- Enes b. Malik der ki:
"Biz:
Yâ Rasûlallah! Bazımız bazımıza (hürmeten) eğilebilir mi?' diye sorduk. Resûlullah Aleyhisselam: 'Hayır!' buyurdu.
[11-12.] 'Bazımız bazımızla kucaklaşabilir mi?' diye sorduk. Resûlullah Aleyhisselam: 'Hayır! Fakat, musafaha ediniz!' buyurdu." [156] "Bir adam:
'Yâ Rasûlallah! İçimizden biri, bir din kardeşi veya bir dostu ile karşılaşınca, ona (hürmeten) eğilebilir mi?' diye sordu. Resûlullah Aleyhisselam: 'Hayır!' buyurdu.
'Onu kucaklayabilir ve öpebilir mi?' diye sordu. Resûlullah Aleyhisselam: 'Hayır!' buyurdu. Adam:
'Onun elini tutar ve kendisi ile musafaha yapabilir mi?' diye sordu. Resûlullah Aleyhisselam: 'Evet!' buyurdu." [157]
13- Ebû Mes'ûd el-Ensârî der ki: "Bir gün, Berâ' b. Âzib'e rastlamıştım.
Bana selam verdi. Elimi tutup yüzüme güldü ve:
'Sana niçin böyle yaptım, biliyor musun?' diye sordu.
Ona:
'Bilmiyorum! Fakat senin her yaptığın şeyde hayırdan başka birşey görmem!' dedim.
Bunun üzerine:
'Resûlullah Aleyhisselam da, bana rastlayınca, sana yapmış olduğumun tıpkısını bana yapmış ve niçin böyle yaptığını benden sormuştu.
Ben de senin şimdi bana söylemiş olduğun gibi söylemiştim.
Resûlullah Aleyhisselam da:
'Müslümanlardan iki kişi karşılaşırda birisi öbür arkadaşına selam verir ve elini tutarak musafaha yaparsa, Yüce Allah onların günahlarını-onlar daha birbirlerinden ayrılmadan önce-bağışlar' buyurmuş¬tu' dedi." [158]
Berâ' b. Âzib'in kendisi de:
"Resûlullah Aleyhisselam:
'Birbirlerine kavuşup da musafaha yapan iki Müslüman yoktur ki, onlar daha birbirlerinden ayrıl¬madan önce günahları bağışlanmış olmasın!' buyurdu" demiştir. [159]
14- Küçük çocuklarla musafaha yerine onların üç kere başları sığanır, okşanır, kendileri için "Allah sana bereket versin!" diyerek dua edilir. [160]
15- Erkeklerin kadınlarla musafaha yapmaları, el sıkışmaları caiz değildir.
Esma binti Zeyd Hatun, Peygamberimiz Aleyhisselamın bey'at etmek isteyen Ensar kadınlarına:
"Ben kadınlarla musafaha yapmam!" buyurduğunu; [161]
Hz. Âişe de, Peygamberimiz Aleyhisselamın, kadınlardan bey'at alırken bile elinin onlardan hiçbirinin eline, [162] avucunun onlardan hiçbirinin avucuna [163] değmediğini bildirmiş; [164] "Bey'atını sözle aldığı her kadına [165] 'Git, senin bey'atını aldım' buyururdu" demiştir. [166]
16- İslâm'da ilk topluca musafaha, Medine'ye geldikleri zaman, Yemenliler tarafından yapılmıştır. [167]

Berâ' b. Ma'rur'un Vefatı ve Cenaze Namazının Kılınışı

Berâ' b. Ma'rur; Hazrec kabilesinden ve Ensarın başkanlarından olup, [168] Safer ayında, Peygamberimiz Aleyhisselam Medine'ye gelmeden bir ay önce vefat etmişti.
Ölüm döşeğine düştüğü zaman, ailesine:
"Kabrimde, beni Kabe'ye doğru yöneltiniz!" demiş, dediği yapılmıştı. [169] Kendisi hac mevsiminde Mekke'ye geleceğini, Peygamberimiz Aleyhisselama vaad etmiş bulunuyordu.
Hac mevsimine erişemeden ölüm döşeğine düşünce, ailesine:
"Muhammed (Aleyhisselam)a olan va'dim dolayısıyla beni Kabe'ye doğru çeviriniz! Çünkü, ben ona gelmeyi va'd etmiştim!" demiş ve böylece sağ ve ölü olarak Kabe'ye yönelenlerin ilki olmuştu. [170] Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine'ye gelince, Berâ' b. Ma'rur'un kabrine ashabı ile birlikte gitti. Kabrinin üzerinde saf bağlayıp cenaze namazını kıldı ve:
"Allah'ım! Onu yarlığa! Ona rahmet et, ondan hoşnut ol!" diyerek dua etti.
Berâ' b. Ma'rur, Akabe Bey'atnda bulunan Ensar kabileleri temsilcilerinden ilk vefat eden ve kabri üzerinde cenaze namazı kılınan zât idi. [171]

Cenaze Namazı ve Bu Namaza Ait Bazı Bilgiler

Cenaze namazı, farz-ı kifâyedir. Ölen bir Müslümanın cenaze namazını Müslümanlardan bir kısmı kılınca, öteki Müslümanların üzerinden cenaze namazı kılma borcu kalkar. [172]
Cenaze namazı, abdestli olarak ayakta, Kıbleye karşı dönülerek, rükûsuz, secdesiz, dört defa tek¬bir alınmak suretiyle kılınır.
İmam, cenazeye karşı, cemaat da imamın arkasında saf olurlar. [173]
İmam ve cemaat ellerini kulaklarına kadar kaldırarak tekbir alıp ellerini bağlarlar.
İçlerinden "Sübhâneke allâhümme..." duasını okurlar.
Eller kaldırılmaksızın, imamın açıktan aldığı ikinci tekbire cemaat içinden katılır ve "Allâhümme salli" ve "Allâhümme bârik..." salavatlarını okurlar.
Üçüncü tekbir alınınca:
"Allah'ım! Bizim dirimizi, ölümüzü, küçüğümüzü, büyüğümüzü, erkeğimizi, kadınımızı, burada bulu¬nanımızı, bulunmayanımızı yarlığa!
Sen, bizden kimi yaşatırsan, müslüman olarak yaşat!
Sen, bizden kimi öldürürsen, mü'min olarak öldür!" [174]
Allah'ım! Bizi bu ölünün ecrinden mahrum etme! Onun ardından, bizi azdırma!" mealli dua okunur.
Dördüncü tekbir alınınca, imamla birlikte, önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa selam verilir.
Cenaze namazına katılana bir kırat ağırlığında, defin esnasında da bulunana iki kırat ağırlığında ecir ve sevap verilir ki, her kırat Uhud dağı büyüklüğü ve ağırlığındadır.
Cenaze giderken, hürmeten ayağa kalkılır.
Cenaze sesler ve meş'alelerle takip edilmez. [175]
Cenaze duası olarak Fatiha sûresini okumak da, sünnettendir. [176]
Cenaze kabre konulurken:
"Bismillah alâ milleti Rasûlillah= Allah'ın ismi ve Resûlullah'ın dini üzere!" denilir. [177]

Yeryüzünde Kılınan İlk Cenaze Namazı

Yeryüzünde ilk cenaze namazı, Adem Aleyhisselam için kılınmıştır.
Âdem Aleyhisselam, ölüm döşeğine düştüğü zaman, oğullarına:
"Oğulcuklarım! Ben Cennet meyvelerinden yemeyi özlüyorum!" dedi. Oğulları onu babalan için ara¬maya, elde etmeye gittiler, meleklerle karşılaştılar.
Meleklerin yanlarında, Âdem Aleyhisselam için kefen, güzel koku ile kazma, kürek ve zenbil vardı.
Melekler
"EyÂdem'in oğulları! Nereye gidiyorsunuz ve ne istiyorsunuz?" diye sordular.
Onlar da:
"Babamız hastadır. Cennet meyvelerinden yemeyi arzuluyor. Onu toplamak için bizi gönderdi" dediler.
Melekler onlara:
"Geri dönünüz! Babanızın eceli geldi!" dediler.
Âdem Aleyhisselamın oğulları, meleklerle birlikte geri döndüler.
Melekler Âdem Aleyhisselamın yanına girince, Hz. Havva korktu ve Âdem Aleyhisselama yapıştı.
Âdem Aleyhisselam, ona:
"Yüce Rabbimin melekleriyle benim aramdan çekil!" dedi.
Bunun üzerine meleklerÂdem Aleyhisselamın ruhunu kabzettiler.
Sonra onu yıkadılar, kefenlediler, güzel koku ile kokuladılar.
Kabrini kazdılar.
Meleklerden birisi öne geçti.
Öteki meleklerde onun arkasına durdular.
Âdem Aleyhisselamın oğulları da onların arkasında sıralandılar.
Cenaze namazını kıldılar.
Melekler kabrin içine girip Âdem Aleyhisselamı kabre indirdiler, kabirden çıktılar.
Kabrin üzerini kerpiçle kapattılar.
Kabrin üzerine toprak çektikten sonra:
"Ey Âdem'in oğulları! İşte, ölüleriniz hakkında tutacağınız yol budur!" dediler. [178]

Ensardan Yüz Seksen Kişinin Peygamberimize Bey'at Edişi

Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensârî der ki:
"Bir gün, Resûlullah Aleyhisselama ve Ebu Bekir'e yetecek kadar yemek yapıp getirince, Resûlullah:
'Git, bana Ensarın eşrafından otuz kişi çağır! buyurdu.
Yanımda hazırladığım yemeğe ekleyecek birşey bulunmadığından, bu bana çok ağır geldi. Biraz ağırdan aldım.
Peygamber Aleyhisselam, tekrar:
'Git, bana Ensarın eşrafından otuz kişi çağır!1 buyurdu.
Bunun üzerine, gidip onları çağırdım, geldiler. Gelince, onlara:
'Yemek yiyiniz!' buyurdu.
Yediler. Önlerinden, ancak bir kısmını yiyebildiler!
Bu mucize karşısında, Peygamber Aleyhisselamın Resûlullah olduğuna şehadet ve oradan ayrıl¬madan Peygamber Aleyhisselama bey'at ettiler.
Peygamber Aleyhisselam, bundan sonra:
'Git, bana Ensarın eşrafından altmış kişi çağır!' buyurdu.
Vallahi, altmış kişi beni otuz kişiden daha çok korkuttu!
Gidip çağırdım.
Onlar da önlerinden ancak bir kısmını yiyebildiler!
Bu mucize karşısında, Peygamber Aleyhisselamın Resûlullah olduğuna şehadet ve daha oradan ayrılmadan Peygamber Aleyhisselama bey'at ettiler.
Bundan sonra, Resûlullah Aleyhisselam:
'Git, bana Ensarın eşrafından doksan kişi çağır!1 buyurdu.
Beni, bu doksan kişi, altmış ve otuz kişiden daha çok korkuttu.
Onları da gidip çağırdım. Yemekten yediler.
Onlar da önlerinden ancak bir kısmını yiyebildiler ve bu mucize karşısında Peygamber Aleyhisselamın Resûlullah olduğuna şehadet ve daha oradan ayrılmadan da Peygamber Aleyhisselama bey'at ettiler. İşte o zaman bu yemekten yüz seksen zât yedi ki, hepsi de Ensardan idiler." [179]
Yüce Allah, onların hepsinden razı olsun! [180]

Ensar Kadınlarının Bey'at Edişi

Ensar kadınlarından Ümmü Atiyye'nin bildirdiğine göre:
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine'ye gelince, Ensar kadınlarını bir eve topladı.
Onlara Hz. Ömer'i gönderdi.
Hz. Ömer evin kapısına dikildi, selam verdi ve Peygamberimiz Aleyhisselamın selamını onlara söyledi ve:
"Ben size Resûlullah Aleyhisselamın gönderdiği elçiyim!" dedi.
Onlar da:
"Resûlullah'a ve Resûlullah'ın elçisine merhaba!" dediler.
Hz. Ömer:
"Allah'a hiçbir şeyi şerik koşmayacağınıza,
Zina etmeyeceğinize,
Çocuklarınızı öldürmeyeceğinize,
Ellerinizle ayaklarınız arasından bir iftira düzüp getirmeyeceğinize,
Mârufta (meşru olan hususlarda) Resûlullah'a karşı gelmeyeceğinize dair, bana bey'at ediniz!" dedi.
Kadınlar
"Olur!" dediler ve evin içinden, bey'at için, ellerini dışarıya doğru uzattılar.
Hz. Ömer de evin dışından elini onlara doğru uzattı.
Sonra da:
"Allah'ım! Şahit ol!" dedi. [181]
İbn Sa'd'ın Tabakâtü'l-kübrâ'sında isimleri ile kaydettiğine göre, Peygamberimiz Aleyhisselama bey'at eden Evsve Hazrec kabilesi kadınlarının sayısı 343tü. [182]
Rebiülevvel ayından ikinci yıl Safer ayına kadar, Medine'de, Evs kabilesinden Müslüman olmayan, müşrikliği bırakmayan yalnız Vâkıf, Hatma, Vâil ve Ümeyye oğulları kaldı. [183]
Peygamberimiz Aleyhisselam bey'at eden Ensar kadınlarından Ü mmü Âmir der ki:
Resûlullah Aleyhisselamın mescidimizde akşam namazını kıldığını görünce, hemen evime gelip biraz ekmekle hurma pekmezi (veya kuru üzüm) getirdim ve:
'Babam, anam sana feda olsun! Ye!' dedim.
Resûlullah, ashabına:
'Yiyiniz! Bismillah!' buyurdu.
Kendisi ve kendisiyle birlikte gelen ashabı ve evde bulunanlar da, ondan yediler.
Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; kırk kişilik erkekler cemaati, ne hurma pekmezinin (veya kuru üzümün) bir kısmını, ne de ekmeğin tamamını yiyebildiler!
Yanımda bulunan kırbadaki sudan da içtikten sonra, ayrıldılar.
Hastalandıkça veya hayır ve bereket umdukça bu kırbadaki sudan içtik durduk!" [184]

Ümmü Süleym Hatunun Oğlunu ve Kendisine Talip Olan Ebu Talha'yı Müslüman Edişi

Neccar oğullarından Milhan b. Malik'in kızı ve Ümmü Haram'ın kızkardeşi olan Ümmü Süleym Hatun, Malik b. N adr ile evli idi.
Ümmü Süleym Hatun Müslüman olup Peygamberimiz Aleyhisselama bey'atettiği sırada, oğlu Enes b. Malik yanında değildi.
Enes b. Malik, annesinin Müslüman olduğunu öğrenince, geldi ve ona:
"Sen dinden çıktın, saptın mı?!" dedi.
Ümmü Süleym Hatun:
"Ben dinden çıkmadım ve sapmadım! Fakat, şu (yurdumuza gelen) zâta iman ettim!" dedi ve Enes'e de İslâm dinini telkin etti. Eliyle işaret ederek:
"Haydi, sen de 'Şehadet ederim ki; Muhammed (Aleyhisselam) Allah'ın Resûlüdür de bakayım?" dedi.
Enes b. Malik, annesinin istediğini yapınca, babası Malik:
"Oğlumun itikadını bozma!" dedi.
Malik evden çıkıp gidince bir düşmanıyla karşılaştı ve öldürüldü.
Medineli müşriklerden Ebu Talha, Ümmü Süleym'le evlenmek istedi.
Ümmü Süleym Hatun, onunla evlenmeye yanaşmadı:
"Sen, sana ne zararı, ne de yaran olmayan bir taşa tapmayı nasıl uygun görürsün?!
Bir marangozun getirip senin için yonttuğu bir ağaç parçasının sana ne zararı, ne yararı dokunur?!" dedi.
Ümmü Süleym Hatunun sözü, Ebu Talha'nın kalbine tesir etti.
Ebu Talha, Ümmü Süleym Hatuna, evlenme talebini tekrarladı.
Ümmü Süleym Hatun:
"Ey Ebu Talha! Sen, sizin tapmakta olduğunuz putlarınızı filan ailenin marangoz kölesinin ağaçtan yontup yaptığını; ve ona bir ateş parlatacak olursanız hemen tutuşup yanacağını bilmez misin?!" dey¬ince, Ebu Talha onun yanından ayrıldı.
Ebu Talha, başka bir gün gelip, evlenme talebini tekrarladı.
Ümmü Süleym Hatun, yine:
"Ey Ebu Talha! Senin tapmakta olduğun put, yerde biten ve filan oğullarının Habeşî kölesinin yont¬tuğu değil midir?" dedi.
Ebu Talha:
"Evet!" deyince, Ümmü Süleym Hatun:
"Sen, yerde biten ve filan oğullarının Habeşî kölesi tarafından yontulan birşeye tapmaya utanmaz mısın?!
Sen, Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed (Aleyhisselam)ın Resûlullah olduğuna şehadet etsen de, senden bundan başka mihr istemeyerek sana varsam olmaz mı?" dedi.
Ebu Talha:
"Bırak beni, bir düşüneyim!" dedi, gitti.
Düşünüp taşındıktan sonra, geldi ve:
"Bana yaptığın teklifi kabul ettim: Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed (Aleyhisselam)ın Resûlullah olduğuna şehadet ediyorum!" deyince, Ümmü Süleym Hatun, oğlu Enes b. Malik'e:
"Kalk ey Enes! Ebu Talhayı benimle evlendirmek için, gereğini yap!" dedi. [185]
Enes b. Malik der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, Medine'ye geldiği zaman, ben sekiz-on yaşında idim. [186]
Annem bana başörtüsünün yarısını izar, yarısını da rida yaptı. [187] Beni elimden tutup Resûlullah Aleyhisselama götürdü ve:
'Yâ Rasûlallah! Ensar erkek ve kadınlarından sana hediye vermeyen kimse kalmadı.
Ben, bu oğlumdan başka, sana hediye edecek birşeye malik değilim. [188]
Yâ Rasûlallah! Bu oğlum Enes'ciktir! Sana hizmet eder, senin hizmetçindir!
Onun hakkında Allah'a dua et!' dedi.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
'Allah'ım! Bunun malını ve evladını çoğalt! [189]
Verdiğin şeylerde, onun için bereket ihsan et!' diyerek dua etti. [190]
Resûlullah Aleyhisselam, benim için üç şey hakkında dua etti.
İkisini dünyada gördüm:
Vallahi, malım pek çoktur!
Çocuklarımın ve çocuklanmın çocuklarının sayısı ise, bugün yüz civarındadır!
Üçüncüsünü de, âhirette göreceğimi umuyorum!" [191]
Yüce Allah, onlardan razı olsun! [192]

Yahudi Alimlerinden Abdullah b. Selam'ın Müslüman Oluşu

Abdullah b. Selam [193], Yusuf Aleyhisselamın neslindendi. [194] Medine Yahudilerinin ulularından ve alimlerindendi. [195]
Medine'deki İsrail oğullarının alimlerinden başlıcaları [196] beş kişi olup, bunlardan birisi Abdullah b. Selam'dı. [197]
Abdullah b. Selam'ın babası Selam da Yahudi alimlerindendi.
Abdullah b. Selam der ki:
"Ben Tevrat'ı ve tefsirini, babamdan öğrenmiştim.
Babam, bir gün; âhir zamanda gelecek peygamberin sıfatını, alâmetini ve yapacağı işler hakkında¬ki âyeti bana anlattı ve:
'Eğer o Harun evladından gelecek olursa ona tâbi olurum, yoksa tâbi olmam!' dedi.
Peygamber Aleyhisselamın Medine'ye gelişinden önce, öldü. [198]
Resûlullah Medine'ye, Küba'ya gelip Amr b. Avf oğullarının evine ininceye kadar, sustum.
Ben kendime ait hurma ağacının üzerinde uğraşır, [199] yaş hurma toplarken, [200] Benî Nadîrlerden birisinin:
'Bugün, Arapların bekledikleri adamları geldi!' diye bağırdığını işittim ve bir kimse de gelip onun geldiğini bana haber verince, [201] beni bir titreme tuttu, yüksek sesle [202] 'Allahuekber!1 diyerek tekbir getirdim.
O sırada, Halide binti Haris, hurma ağacının altında oturuyordu. [203]
Kendisi çok yaşlı idi. [204]
Tekbirimi işitince:
'Allah seni umduğuna erdirmesin, elini boşa çıkarsın ey habîs!
Vallahi Musa b. İmran'ın gelişini işitmiş olsaydın, bundan daha fazlasını yapmazdın!" diyerek çıkıştı.
Ona:
'Ey hala! Vallahi, o, [205] Musa b. İmran'ın kardeşidir. [206] Onun gibi, peygamberdir. [207] Onun dinindedir. Onun gönderildiği şeyle gönderilmiştir' dedim.
Bunun üzerine, halam:
'Ey kardeşimin oğlu! Yoksa, o Kıyamete yakın, gönderileceği bize haber verilmiş olan peygamber midir?' dedi.
'Evet!' dedim.
Halam:
'Peki öyleyse!' dedi. [208]
'Resûlullah geldi' denilince, onu görmek için, halkın arasında ben de gittim.
Resûlullah'ın yüzünü görünce, anladım ki, onun yüzü yalancı yüzü değildir." [209]
Abdullah b. Selam, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına varınca:
"Ben sana üç soru soracağım ki, bunların cevaplarını ancak peygamber olan bilebilir" dedi:
"1. Kıyamet alâmetlerinin evvelkisi nedir?
2. Cennetlikler Cennete girince ilk önce hangi yiyeceği yiyeceklerdir?
3. Çocuk ne sebeple babasına benzer ve hangi sebeple annesine benzer?" diye sordu.
Peygamber Aleyhisselam:
"Bu soruları, senin önün sıra, Cebrail (Aleyhisselam) bana gelip haber vermişti:
1. Kıyamet alâmetlerinin en öncesi bir ateştir ki, o insanları doğudan batıya sürecektir!
2. Cennetliklerin yiyeceği ilk yiyecek de, balık ciğerinin sarkmış olan fazlasıdır!
3. Çocuğun babaya veya anaya çekmesine gelince:
Cinsî münasebette erkeğin suyu kadınınkinin önüne geçerse, çocuk babaya benzer. Kadının suyu erkeğin suyunun önüne geçerse, çocuk anaya benzer!" buyurdu.
Bunun üzerine, Abdullah b. Selam: [210]
"Ben şehadet ederim ki; Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! [211]
Ben şehadet ederim ki; Sen, hiç şüphesiz, Allah'ın Resûlüsün! [212]
Yâ Rasûlallah! Yahudiler, insanı hayrette bırakacak derecede yalan söyleyen, asılsız isnadve ifti¬ralarda bulunan haksız bir kavimdir. Eğer, sen beni onlardan sormadan önce onlar benim Müslüman olduğumu öğrenirlerse, senin yanında bana akla gelmedik isnad ve iftiralarda bulunurlar. [213]
Sen beni odalarından birine koyarak gizledikten sonra, onlar arasındaki durumumu, nasıl olduğu¬mu onlara sormanı; bunu Müslüman olduğumu öğrenmelerinden önce sana haber vermelerini istiyorum" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onu odalarından birisine koydu. [214]
Yahudilere haber saldı, geldiler. [215]
Onlara:
"Ey Yahudi cemaatı! Yazıklar olsun size!
Allah'tan korkunuz!
Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki: Siz benim Resûlullah olduğumu ve benim size hak ve gerçeği getirdiğimi muhakkak biliyorsunuzdur! Müslüman olunuz!" buyurdu.
Yahudiler, üç kere:
"Biz bunu bilmiyoruz!
Biz bunu bilmiyoruz!
Biz bunu bilmiyoruz!" dediler. [216]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"İçinizde [217] Husayn, [218] Abdullah b. Selam, nasıl adamdır?" diye sordu. [219]
Yahudiler
"Bizim seyyidimizdirve seyyidimizin de oğludur! [220]
Bizim en alimimizdirve en alimimizin de oğludur. [221]
Bizim hayırlı m izdir ve hayırlımızın da oğludur!" dediler. [222]
Resûlullah Aleyhisselam, onlara:
"İbn Selam Müslüman olduysa ne dersiniz? [223] Siz de Müslüman olur musunuz?" diye sordu. [224]
Yahudiler
"Hâşâ! O, Müslüman olmaz! [225] Allah onu böyle şeyden korusun!" dediler. [226]
Bunun üzerine, Peygamber Aleyhisselam:
"Ey İbn Selam! Çık bunların yanına!" buyurdu. [227]
Abdullah b. Selam, hemen yanına çıkıp onlara:
"Ey Yahudi cemaatı! Allah'tan korkunuz!
Onun size getirdiği şeye yöneliniz!
Vallahi, siz de muhakkak biliyorsunuz ki, o Allah'ın Resûlüdür!
Onun ismini ve sıfatını yanınızdaki Tevratta da yazılı bulmuş bulunuyorsunuz.
Ben şehadet ederim ki, o Resûlullah'tır!
Ben ona iman etmiş, onu doğrulamış ve onun Resûlullah olduğunu bilmiş bulunuyorum!" dedi. [228]
Abdullah b. Selam;
"Ben şehadet ederim ki; Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur!
Ve yine şehadet ederim ki; Muhammed (Aleyhisselam) Allah'ın Resûlüdür!" diyerek iman ve ikrar¬da bulunduğu zaman, [229] Yahudiler ona türiü hakaret ve iftiralarda bulundular: [230]
"Bu, bizim en şerlimizdir ve en şerlimizin de oğludur! [231]
Bu, bizim en cahilimizdir ve en cahilimizin de oğludur!" dediler. [232]
Abdullah b. Selam:
"Yâ Rasûlallah! Onların çok iftiracı, gaddar, yalancı ve fâcir bir kavim olduklarını sana haber ver¬memiş mi idim? (İşte böyle olduklarını gösterdiler)" dedi.
Bundan sonra, Abdullah b. Selam da, ev halkı da Müslümanlıklarını açıkladılar. [233]
Halaları Halide binti Haris Hatun da Müslüman oldu ve İslâm amelleri ile Müslümanlığını güzelleştir-di. [234]
Abdullah b. Selam Müslüman olduğu zaman, Yahudi alimlerinden:
1. Huyey b. Ahtab,
2. Ka'b b. Esed,
3. Ebu Râfi',
4. Eşya',
5. Şemvil b. Zeyd:
"Arapta peygamberlik olmaz! Senin adamın bir hükümdardır!" diyerek Müslümanlıktan vazgeçirmek istedilerse de. muvaffak olamadılar. [235]

Müslüman Olan Yahudi Alimlerinden Bazıları

1. Salebe b. Sa'ye,
2. Useyd b. Sa'ye,
3. Esed b. Ubeyd
ve daha başkaları, samimî olarak Müslüman oldular ve Müslümanlıkta sebat ettiler. Yüce Allah, onların hepsinden razı olsun! Yahudi alimlerinin ve kâfirlerinin bazıları ise:
"Muhammed'e ancak bizim kötülerimiz tâbi oldu. Eğer onlar bizim hayırlılarımızdan olsalardı, ata¬larının dinini bırakmazlar, başka yola gitmezlerdi!" dediler. [236]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Yahudilerle Konuşmaya Gidişi

Peygamberimiz Aleyhisselam, Yahudilerin bayram gününde, Avf b. Malik'i yanına alarak, Medine'deki Yahudi havrasına (sinagoguna) gitti.
Yahudiler Peygamberimiz Aleyhisselamın gelmesinden hoşlanmadılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Yahudi cemaatı! Siz bize oniki kişi bildiriniz ki, onlar Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet etsinler de, gök altındaki yeryüzünde bulunan bütün Yahudileri uğrayacakları ilahî gazab ve azabdan beri çeksinler!" buyurdu.
Yahudiler sustular.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına, onlardan hiçbirisi gelmedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, sözlerini tekrarladı.
Yahudiler, yine cevap vermediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, sözlerini üçüncü kez tekrarlayıp onlardan hiçbir cevap alamayınca:
"Siz yüz çeviriyor, kaçıyorsunuz, amma vallahi H âşir benim!
Âkıb benim!
Mustafa Peygamber benim!
Siz, ister inanınız, ister inanmayıp yalanlayınız!" diyerek, Avf b. Malikle geri döndüğü sırada, arkalarından bir adam Peygamberimiz Aleyhisselamın ismini anarak arkasından seslendi.
Seslenen zât, Yahudilere, kendisini nasıl tanıdıklarını sordu.
Yahudiler, ona:
"Vallahi, içimizde Allah'ın Kitabını ne senden, ne senden önceki babandan, ne de babandan önce¬ki dedenden daha çok bilen, daha çok anlayan bir kimse tanımıyoruz!" dediler. O da:
"Öyle ise, ben Allah için şehadet ederim ki; bu zât, Allah'ın Kitabı Tevrat'ta ismini ve sıfatını yazılı bulduğumuz peygamberidir!" deyince, Yahudiler:
"Sen yalan söylüyorsun!" diyerek onun sözünü red ve kendisine kötülükler isnad ettiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Siz yalan söylüyorsunuz! Sizin sözünüze hiç güvenilmez. Biraz önce onun hakkında senalarda bulunanlar, onu övenler de siz idiniz!
İman ettiği zaman ise kendisini yalanladınız ve aleyhinde söyleyeceğinizi söylediniz. Sizin sözünüz kabul edilmez!" buyurdu; Avf b. Malik ve Abdullah b. Selamla beraber dışarı çıktı . [237]

Hazerde ve Seferde Namazın Nasıl Kılınacağı

Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre; "Yüce Allah namazı farz kıldığı zaman seferde de, hazende de (gündüzün vitri olan) akşam namazından başkasını-ki o üç rekat olarak farz kilınmıştı-ikişer rekat, ikişer rekat olarak farz ki İmi ştı.
(Hicretten) sonra, sefer namazları oldukları gibi bırakıldı da, hazer namazları ikişer rekat art¬tırıldı." [238]
Bu da; Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye hicretinden bir ay sonra yapıldı . [239]
Abdullah b. Abbas da şöyle demiştir:
"Muhakkak ki, Yüce Allah; Peygamberimiz Aleyhisselamın dili ile, namazı hazerde dört, seferde iki, düşman korkusu halinde bir rekat olarak farz kıldı. [240]
Peygamber Aleyhisselam Medine'den Mekke'ye doğru yola çıkbğı ve yalnız Rabbü'l-âlemîn'den başkasından korkmadığı halde, dört rekat farzı iki kıldı. [241]
Biz Resûlullah Aleyhisselamla birlikte Mekke-Medine arasında yaptığımız seferde, Yüce Allah'tan başkasından korkumuz olmadığı halde, namazı iki rekat kılmışızdır. [242]
Peygamber Aleyhisselam, Fetih yılında, Mekke'de onyedi gün kaldı, dört rekat farzları ikişer kıldı" demiştir.237
Abdullah b. Ömer'e, bir gün, Ümeyye b. Abdullah:
"Ey Abdurrahman'ın babası! Biz Kur'ân'da korku halinde kılınacak namazı da, hazende kılınacak namazı da bulduk. Fakat seferde kılınacak namazı bulamadık?" demişti.
Abdullah b. Ömer, ona:
"Ey kardeşimin oğlu! Şüphe yok ki, Yüce Allah Muhammed Aleyhisselamı peygamber olarak gön¬derdi. Biz, ancak onun işlediğini gördüğümüz şeyi işlemekten başka birşey bilmeyiz. [243] Ben; Resûlullah ile, Ebu Bekir'le ve Ömer'le, sefer namazını hep iki rekat olarak kıldım" demiş; [244]
Resûlullah Aleyhisselamın, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın yolculuk esnasında öğle ve ikindi namazlarının farzlarını hep ikişer rekat kıldıklarını bildirmiştir. [245]
Abdullah b. Mes'ud da; Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in dört rekat far¬zları seferde ikişer rekat olarak kıldıklarını ve bunu arttırmadıklarını söylemiştir. [246]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, bir hadis-i şeriflerinde:
"Benim namazı nasıl kıldığımı gördünüzse, siz de namazı öyle kılınız!" buyurmuşlardır. [247]

Medine'de Endişeli ve Korkulu Geceler Geçirilişi

Ashab-ı Kiram'dan Übeyy b. Ka'b derki:
"Resûlullah Aleyhisselam ile ashabı Medine'ye geldikleri ve Ensar tarafından ban ndı rıl di klan zaman, bütün Araplar onları tek yaydan oka tuttular (bütün Arapların düşmanlıklarına hedef oldular).
Silahsız, ne geceleyebilirler, ne de sabahlayabilirlerdi.
Hatta 'Acaba, üzerimize emniyet gelip de silahsız yatıp kalktığımız, Allah korkusundan başka bir korku duymayacağımız günleri görecek miyiz?1 dedikleri olurdu.
İşte bunun üzerine, Yüce Allah Nur sûresinin, indirdiği 55. âyetinde şöyle buyurdu:
"Allah, içinizden iman edip de güzel güzel amel ve hareketlerde bulunanlara yeminle vaad etti ki: Kendilerinden önce gelenleri nasıl kâfirlerin yerine getirdi, hakim kıldı ise, onlan da yeryüzünde muhakkak müşriklerin yerine geçirip hükümran edecek, onlara kendileri için beğendiği dini (İslâmiyeti) payidar kılacak, onların korkularını üzerlerinden kaldırdıktan sonra, hallerini kesin bir emniyete çevirecektir tâ ki onlar bu güvenlik içinde bana ibadet edeler, bana hiçbir şeyi eş, ortak tutmayalar. Kim bun¬dan sonra nankörlük ederse, artık onlar fâsıkların ta kendisidirler." [248]
Hz. Âişe der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam [249] Medine'ye geldiği sıralarda, [250] bir gece uyuyamadı da:
'Keşke ashabımdan yararlı bir zât olsa da, geceleyin (nöbet tutup beni) korusa (beklese)' buyur-m ustu.
Bu halde iken bir silah hışırtısı işitince, Resûlullah Aleyhisselam:
'Kim o?' diye sordu. [251]
Gelen zât:
'Ben Sa'd b. Malik! [252] Sa'd b. Ebi Vakkas!' [253] dedi.
Resûlullah Aleyhisselam, ona:
'Seni getiren nedir?' diye sordu. [254]
Sa'd b. Ebi Vakkas:
'İçime Resûlullah Aleyhisselam hakkında bir korku düştü de, onu [255] seni korumaya geldim!' dedi. [256]
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam ona dua etti, sonra uyudu; [257] uykuya daldı." [258]
Enes b. Malik der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam, halkın en cesaretlisi idi.
Medine'de bir feryad, korkulu bir hal oldu mu, Peygamber Aleyhisselam hemen Ebu Talha'nın Mendub diye anılan atını emaneten alıp üzerine atlar, feryadın geldiği yere yetişirdi.
Hiçbir feryad ve imdad sesi duyulmazdı ki, Mendub'un oraya bir deniz gibi, su gibi akıp revan olduğunu görmeyelim!
Halbuki o çok yavaş ve ağır yürüyen bir attı. Hiç de yürügen değildi.
Bir gece, Medineliler bir feryad işitip çok korkmuşlar ve hemen sesin geldiği tarafa doğru gitmişler¬di.
Resûlullah Aleyhisselam ise, onları geride bırakarak ilerlemiş, sesin geldiği yere yetişmiş, durumu inceleyip dönerken halkla karşılaşmıştı.
Kendisi Ebu Talha'nın atının üzerinde, kılıcı da boynunda asılı bulunuyor ve:
'Korkmayınız! Korkmayınız!' buyuruyor ve Mendub için de:
'Onu deniz gibi, su gibi akıcı bulduk' diyordu." [259]

Mekkeli Müşriklerin Abdullah b. Übeyy b. Selûl'e Ültimatomları

Peygamberimiz Aleyhisselam Mekke'de iken, Kureyş müşrikleri Mekke'ye gelen yabancıları Peygamberimiz Aleyhisselamla görüştürmemek, İslâmiyetin yayılmasını önlemek için ellerinden geleni yapmaktan geri durmamışlardı.
Nitekim, Tufeyl b. Amr ile [260] Müslüman olmak için Mekke'ye gelen şairÂşâ'nın ve daha birçok¬larının Müslüman olmasını engellemeye çalışmışlardı. [261]
Müşrikler Mekke'de yaptıkları ile de kalmadılar. Medine'de de, Peygamberimiz Aleyhisselam a karşı, daha o Medine'ye gelmeden Medineli münafıklarla işbirliği yaparak bir zümre oluşturdular.
Peygamberimiz Aleyhisselam Medine'nin Küba köyüne gelip Külsûm b. Hidm'le Sa'd b. Hayseme'ye konuk olduğu zaman, Amr b. Avf oğullarından bazı münafıklar geceleyin Peygamberimiz Aleyhisselamın kaldığı evi taşladılar ve Peygamberimiz Aleyhisselamı:
"Bu nasıl komşuluk ve koruyuculuk?!" diyerek sitemlendirdiler. [262] Peygamberimiz Aleyhisselamın yerleşmeye ve tutunmaya başladığını gören Kureyş müşrikleri, Bedir savaşından önce Abdullah b. Übeyy b. Selûl ile Evs ve Hazrec'den onunla birlikte olan putperest Medinelilere gönderdikleri mektup¬ta:
"Muhakkak ki, siz bizim adamımızı yanınızda barındırmakta bulunuyorsunuz.
Andolsun ki, siz ya onu öldürürsünüz, ya da yurdunuzdan çıkarırsınız!
Aksi takdirde bütün Arap toplulukları ile birlikte üzerinize yürür, sizin savanlarınızı öldürür, kadın¬larınızı kendimize helal kılarız!" dediler.
Bunun üzerine, Abdullah b. Übeyy b. Selûl ve onunla birlikte hareket eden Medineli müşrikler, Peygamberimiz Aleyhisselamla çarpışmak üzere biraraya geldiler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, bunu haber alınca, onların yanına vardı, ve:
"Herhalde, Kureyşîlerin tehdidi sizi son derece etkilemiş olmalıdır. Onların tehdidi ile size vereceği zarar, sizin bizimle çarpışarak kendinize vermek istediğiniz zarardan daha fazla değildir!
Demek siz kendi öz oğullarınız ve kardeşlerinizle çarpışmak, onları öldürmek istiyorsunuz!?" buyu-runca, münafıklar dağıldılar. [263]

Müslümanlar Arasında Kardeşlik Kurulması

Peygamberimiz Aleyh iss elam; Medine'ye geldikten sonra, Mekkeli Müslümanlardan (Muhacirlerden) bazılarını, hem kendi aralarında birbirleriyle, hem deMedineli Müslümanlarla (Ensarla) ikişer ikişer kardeş yaptı. [264]
Bu kardeşlik, maddî ve manevî yardımlaşma ve birbirlerine çoluk ve çocuklarından önce varis olma esasına dayanıyor; [265] bilhassa yurttan yuvadan, kavim ve kabileden ayrı düşmenin verdiği garipliği, mahzunluğu gidermeyi, Mekkelileri Medine'ye ve Medinelilere ısındırmayı ve kendilerine destek ve güç kazandırmayı amaçlıyordu. [266]
Bu hadise Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye gelişinden beş ay sonra vuku bulmuş [267] ve Enes b. Malik'in evinde olmuştur. [268]
Rivayete göre; Peygamberimiz Aleyhisselama içinde kâfur kokusu bulunan yeşil toprak bir çanak getirilip verilmiş, Muhacirlerle Ensar onun içine ellerini batırarak antlaşmışiardır. [269]
İbn Sa'd'a göre; Enes b. Malik'in evinde ikişer ikişer kardeş yapılan Müslümanların sayısı 45'i Mekkeli Muhacirlerden, 45'i Medineli Ensardan olmak üzere 90 kişi idi.
Onların 50'si Muhacirlerden, 50'si de Ensardan olmak üzere, 100 kişi olduklarını söyleyenler de vardır. [270]
Belâzurî; 22'şerden 44 kişinin, [271]
İbn. Seyyid; 41'erden 82 kişinin, [272]
İbn Habîb; 56'şardan 112 kişinin ismini tesbit ve kaydetmiştir. [273]
Kaynaklarda isimleri açıklananların sayısının 124'ü bulduğu görülür. [274]
Kurulun kardeşlikten doğan varis olma hükmü Enfâl sûresinin Bedir savaşından sonra inen 75. âyeti ile kaldırılmış; [275] bu kardeşlik yardıma, yedirip içirmeye, bir de öğüde münhasır kalmıştır. [276]
Medineli Müslümanlar (Ensar), Muhacirleri, Medine'ye daha ilk geldikleri gün evlerine indirmek, ağırlamak için, birbirleri ile yarışa girmişler; anlaşamadıkları, onları paylaşamadıkları için, iki okla çek¬ilmedikçe, Muhacirlerden hiçbiri onlardan hiçbirinin evine inememişti. [277]
Ensar, bu kadarla da kalmadılar:
"Yâ Rasûlallah! Hurmalıklarımızı da, Muhacir kardeşlerimizle aramızda bölüştür!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Hayır! Öyle olmaz!" buyurdu.
Bunun üzerine, Ensar Muhacirlere:
"Öyle ise, timarve sulama zahmetini siz üzerinize alınız da, sizi hurma mahsulüne ortak yapalım!" dediler.
Bunu Peygamberimiz Aleyhisselam da uygun gördü.
İki taraf da:
"İşittik ve itaat ettik!" diyerek bu yoldaki tensibi kabullendiler. [278]
Ensar, arazilerinin fazlalarını da, Peygamberimiz Aleyhisselama bağışladılar ve hatta:
"Yâ Rasûlallah! İstersen, evlerimizi de al!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara hayır dua etti. Bağışlanan arazileri, Muhacir sahabilerine bölüştürdü. [279]
Yüce Allah onların hepsinden razı olsun! [280]

Aşura Günü ve Orucu

Aşura; İslâm'da, Muharremin onuncu gününe verilen isimdir. [281]
Muharrem orucunun Muharrem'in dokuzuncu gününden itibaren tutulmasının yerinde olacağı bildirilmiştir. [282]
Aşura günü, öteden beri, Kureyş müşriklerinin de oruç tuttukları, saygı gösterdikleri bir gündü. [283]
Kureyş müşriki erince, Aşura gününde Kabe'ye örtü örtülmesi de âdet edinilmişti. [284]
Aşura günü orucunu, Cahiliye devrinde Kureyş müşrikleri tuttukları gibi, kendisine peygamberlik gelmeden önce Peygamberimiz Aleyhisselam da tutardı. [285]
Rivayete göre; Aşura günü, Yüce Allah tarafından, Âdem Aleyhisselama tevbe hususunda vahyol-unduğu gündü. [286]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Aşura günü, Peygamberlerin oruç tuttukları bir gündür.
Siz de o gün oruç tutunuz!" buyurmuştur. [287]
Aşura günü, Yahudilerin de tazim ettikleri ve bayram edindikleri bir gündür. [288]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine'ye hicret edip gelince, Yahudilerin Aşura günü oruç tuttuk¬larını gördü:
"Nedir bu?" diye sordu. [289]
"Bu büyük, [290] hayırlı bir gündür. [291] Bugün, Allah'ın Musa'yı [292] ve İsrail oğullarını düşmanların¬dan kurtardığı, [293] Firavun'u ve adamlarını suda boğduğu, [294] Musa'nın da buna şükrâne olarak [295] oruç tutmuş olduğu bir gündür. [296] İşte biz bunun için bugün oruç tutuyoruz!" dediler. [297] Bunun üzer¬ine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben Musa'ya ve onun orucunu tutmaya, sizden daha yakın, daha lâyıkım!" buyurdu.
Aşura günü oruç tutmaya hem kendisi devam etti, hem de bunu Müslümanlara emretti [298] ve:
"Aşura günü orucu bir yılın keffaretidir! [299] Sağ olursam, gelecek yıl dokuzuncu gününü de, inşaal-lah oruçlu geçireceğim ! [300]
Dokuzuncu ve onuncu günü oruç tutup Yahudilere muhalefet ediniz!" buyurdu. [301]
Ramazan orucu farz kılınınca, Aşura günü oruç tutup tutmamakta Müslümanlar serbest bırakıldılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O (Aşura günü) Allah'ın günlerinden bir gündür. [302]
Aşura günü orucunu tutmak isteyen tutsun, bırakmak isteyen de bıraksın" buyurdu. [303]


________________________________________
PEYGAMBER ŞEHRİ OLARAK MEDİNE

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinin Yapılışı

Peygamberimiz Aleyhisselam devesi Kasvâ'nın üzerinde bulunduğu ve devenin yuları da devenin başına dolanmış olduğu halde, deve Medine'nin içinde ilerleyerek Adiyy b. Neccar oğullarının evleri hizasına gelince, Peygamberimiz Aleyhisselamın yapılacak mescidinin kapısının konulacağı yere çök¬müştü ki, orası o zaman Neccar oğullarından Sehl ve Süheyl isimlerinde iki yetim gence ait hurma serme ve kurutma yeri olup, adı geçen gençler Muaz b. Afrâ'nın [1] himayesi altında idiler.
Kasvâ çöktüğü zaman Peygamberimiz Aleyhisselam onun üzerinden inmemiş, Kasvâ ayağa kalka¬rak biraz daha gittikten sonra birdenbire geri dönüp ilk önce çöktüğü yere kadar gelmiş ve oraya tekrar çökmüş ve artık kalkmayarak boynunu ve göğsünü yere uzatıp böğürmeye ve deprenmeye başlamıştı.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Kasvâ'nın üzerinden inmiş [2] ve:
"İnşaallah, menzil burasıdır!" buyurmuş [3] ve:
"Kimindi burası?" diye sormuştu.
Muaz b. Afra:
"Yâ Rasûlallah! Amr'ın oğulları Sehl ve Süheyl'indir!" demişti. [4]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Sehl ve Süheyl'i çağırıp, mescid yapmak üzere, hurma serme ve kurutma yerlerini onlardan satın almak istedi ve:
"Bu arsanızın bedelini bana söyleyiniz, ödeyeyim?" buyurdu.
Gençler
"Hayır, yâ Rasûlallah! Biz orayı sana hediye ederiz!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam arsayı onlardan hediye olarak almaya razı olmadı. [5]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, Neccar oğullarının ileri gelenlerine haber gönderdi.
Geldikleri zaman, onlara:
"Ey Neccar oğulları! Şu arsanızın bedelini bana söyleyiniz de, ödeyeyim?" buyurdu. [6]
Neccar oğulları:
"Hayır! [7] Vallahi, biz onun bedelini Allahtan başkasından istemeyiz! [8] Onun bedelini hiçbir zaman almayız!" dediler. [9]
Peygamberimiz Aleyhisselamın onlar satıp bedelini almayı kabul edinceye kadar, arsayı bedelsiz almaya yanaşmadığı; en sonunda onlardan on dinar (altın)a satın alıp, bunu kendilerine ödemesini Hz. Ebu Bekir'e emir buyurduğu rivayet edilir. [10]
1- Mescid arsasının içinde, müşriklerin kabirleri, oyuk, tümsek, bakımsız harap yerler ve hurma ağaçları da bulunuyordu.
2- Peygamberimiz Aleyhisselam emir buyurdu.
Hurma ağaçları, [11] garkad ağaçlan kesildi. [12]
Müşriklerin kabirleri açılarak, kemikleri başka bir yere götürülüp gömüldü.
Bakımsız, harap yerleri [13] düzeltildi. [14]
Arsadaki, yağmur sularının akıntıları ve sızıntıları giderildi. [15]
Peygamberimiz Aleyhisselam; yapılacak mescid için kerpiç kesilmesini, hazırlanmasını emretti.
Kerpiç kesildi ve hazırlandı. [16]
3- Mescid yapılırken, Hadramevtli bir adam gelmişti ki, iyi çamur karardı.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Allah işini iyi yapana rahmet etsin!
Sen bu işe devam et!
Ben senin işini iyi yaptığını görüyorum!" buyurdu. [17]
Yemame halkından Benî Hanifelerden Talk b. Ali der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam mescidini yapar, Müslümanlar da kendisiyle birlikte çalışırlarken Resûlullah Aleyhisselamın yanına varmıştım.
Ben, çamur karma işinin ustası idim.
Düzlük ve ince kumluk yerden, kürekle toprak alıp karmaya başladım.
Resûlullah Aleyhisselam bana bakıyordu:
'Bu Hanifî, muhakkak çamur karma ustasıdır!' buyurdu. [18]
Benim toprağı düzlük ve ince kumluk yerden kürekle alışım ve çamur karışım kendisinin hoşuna git¬miş olmalı ki:
'Bu Hanifî'yi çamur karmaya çağırınız! Yaklaştırınız!
Çünkü, o, çamur karma işini en güzel yapanınızdır1 buyurdu." [19]
4- Peygamberimiz Aleyhisselamın azadlı kölesi Sefine derki:
taşını benim taşımın yanına koysun! Sonra Ömer, taşını Ebu Bekir'in taşının yanına koysun! Sonra Osman, taşını Ömer'in taşının yanına koysun! Bunlar, benden sonra halifelerdir!' buyurdu. [20] E bu Bekir geldi. B ir taş getirip tem ele koydu. Sonra Ömer geldi. Bir taş getirip temele koydu. Sonra Osman geldi. Bir taş getirip temele koydu. Resûlullah Aleyhisselam:
'Bunlar, benden sonra işi yönetecek olanlardır!' buyurdu." [21] Yine Sefine:
"Resûlullah Aleyhisselamdan işittim: 'Halifelik otuz yıldır. Ondan sonra krallık olur1 buyurdu" dedik¬ten sonra:
"Ebu Bekir'in halifeliğini (yaklaşık olarak) iki yıl,
Ömer'in halifeliğini on yıl,
Osman'ın halifeliğini oniki yıl,
Ali'nin halifeliğini de altı yıl (olarak gözönünde) tut!
Bunların otuz yıl tuttuğunu buluruz!" demiştir. [22]
5- Mescidin temelleri taşla üç zira (arşın) kadar yükseltil dikten sonra, üzerine kerpiç örüldü. [23]
Taş duvar üzerine kerpiç örülürken de, kerpiçler birbiri üzerine gelecek biçimde; [24] erkekli dişili,
enlemesine boylamasına konularak, yani birbirlerine bağlanarak örüldü. [25]
6- Yapıda, çamurdan harç da kullanıldı. [26]
7- Mescidin Kıble tarafına direk olarak sıra ile hurma ağacı gövdeleri dizildi.
8- Kapıların yan söveleri taştan örüldü. [27]
9. Abdullah b. Ömer'in bildirdiğine göre; mescidin tavanı ve direkleri hurma dalları ve gövdesindendi. [28]
10.Yapılan mescid murabba' (dörtgen) biçiminde, yükseltilen dört duvar ile bir mihrab ve üç kapı¬dan ibaretti.
11- Duvarların Kıble cihetinden beriye doğru uzunluğu yüz zira (arşın) idi.
Eni de; her iki tarafta, yüzer zira idi veya yüzer zinadan biraz eksikti.
12- Duvarların yüksekliği: üç zira'ı taştan, üst tarafı kerpiçten olmak üzere beş-yedi zira' kadardı.
13- Mescidin mihrabı (kıblesi), Beytü'l-Makdis'e (Kudüs'e) doğru idi.
14- Mescide konulan kapılardan birisi bugünkü Kıble tarafındaki Muahhara duvarında, geride olup,cemaat bu kapıdan girer çıkardı.
İkincisi: Bâb-ı Âtike, Bâbü'r-rahme diye anılan kapı idi.
Üçüncü kapı: Peygamberimiz Aleyhisselamın girip çıkuklan kapı olup, bugün Bâb-ı Cibril diye anılan Âl-i Osman kapısı idi.
Kıble Beytü'l-Makdisten Kabe tarafına çevrilince, Peygamberimiz Aleyhisselam birinci kapıyı kap¬attı.
Onun yerine, Şam duvarında başka bir kapı açtı.
İkinci ve üçüncü kapılar değiştirilmedi. [29]
15- Mescid yapılırken, Peygamberimiz Aleyhisselam; Müslümanları çalışmaya teşvik için, [30] kendiside çalışmaktan geri durmadı. Peygamberimiz Aleyhisselamın çalıştığını gören Muhacirve Ensar, çalış¬
maya giriştiler, koyuldular. [31]
Peygamberimiz Aleyhisselam kerpiç taşırken, Müslümanlardan birisi: "Yâ Rasûlallah! Onu bana ver (Ben taşıyayım)" demişti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Git, sen de başkasını al, taşı!
Sen Allah'a benden daha muhtaç değilsin!" buyurdu. [32]
Müslümanlardan birisi:
"Peygamber çalışırken biz oturursak, andolsun ki, bu amel, bizim için ancak dalâlet olur!" mealli bir beyit söylemiştir. [33]
Müslümanlar, mescidde çalışırken, [34] Abdullah b. Revâha'nın söylemiş olduğu: [35]
"Ahiret yaşantısından başka yaşantı yoktur!
Ey Allah'ım! Ensara ve Muhacirlere rahmet et!" [36]
Diğer rivayete göre:
"Ey Allah'ım! Ahiret hayrından başka hayır yoktur!
Ensar ve Muhacirlere yardım et! [37] mealli bir beyti okuyorlar;
Peygamberimiz Aleyhisselam da onlarla birlikte taş taşıyor [38] ve:
"Ahiret yaşantısından başka yaşantı yoktur!
Ey Allah'ım! Muhacirlere ve Ensara rahmet et!" [39]
Başka rivayete göre:
"Ey Allah'ım! Ahiret yaşantısından başka yaşantı yoktur. Ensarı ve Muhacirleri yarlığa!"
"Ey Allah'ım! Ahiret hayrından başka hayır yoktur! Ensara ve Muhacirlere yardım et!" [40]
"Ey Allah'ım! Ecir, ahiret ecridir! Ensara ve Muhacirlere rahmet et!" [41] diyerek, Müslümanların söylediklerine katılıyordu. [42]
16. Mescid yapılırken herkes kerpiçleri birer birer taşıdığı halde, Ammar b. Yâsir biri kendisi, birisi
de Peygamberimiz Aleyhisselam için olmak üzere ikişer ikişer taşırken, [43] Peygamberimiz Aleyhisselam
onu görüp tozlarını silkmiş ve:
"Ey Ammar! Sen ne için kerpiçleri arkadaşların gibi birer birer taşımıyorsun?" diye sormuş, o da:
"Allah'tan, bunun ecrini diliyorum!" demişti. [44]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam onun sırtını sığamış ve "Ey Sümeyye'nin oğlu! Halkın bir ecri var, senin iki ecrin var!" buyurmuştur. [45]
Ammar b. Yâsir güçlü bir zât olduğundan, kendisine ağır taşlardan ikişer ikişer, kerpiçlerden de taşıyamayacağı kadar yükledikleri zaman, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Onlar kendilerinin taşıyamayacaklarını bana yüklüyoriar! Beni öldürecekler!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, eliyle onun tozlarını çırparken:
"Vâh Sümeyye'nin oğlu! Seni öldürecek onlar değiller! [46]
Seni ancak azgın, isyankâr bir cemaat öldürecektir! [47]
Ammar onları Cennet'e çağırır, onlarsa Ammar1! ateşe (Cehennem'e) çağınrlar! [48]
Onun dünyadan en son içeceği de, bir içim sütten ibarettir!" buyurdu. [49]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ   İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:26 pm

Ammar b. Yâsir:
"Fitnelerden Allah'a sığınırım!" dedi. [50]
Hz. Ali, mescid için herkesle birlikte kerpiç taşırken, ashabdan birzâtın kerpiçleri götürüp bıraktıkça eğilerek üstünü başını silkelemeye durduğunu görmüş [51] ve:
"Mescidleri imar edenler, orada dikilmeyi, eğilmeyi, oturmayı âdet edinenlerle ve tozdan topraktan eğilmiş görülenlerle bir olmazlar!" recezini söylemişti.
Ammar b. Yâsir de, bunun kimin hakkında söylendiğini bilmeksizin, ezberleyip tekrarlamaya başlamıştı ki, bununla kendisine tariz ettiğini sanan zât, Ammar'ın yanına gelince:
"Ey Sümeyye'nin oğlu! Bugün söylediğini işittiğim sözü bir daha söylediğini işitirsem, şu değneği yüzüne vururum!" diyerek, elindeki değneği gösterdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Ammar'a söylenilen sözü işitince; elini gözleri ile bumunun arasına koyup:
"Ammar, benim iki gözümle bumum arasındaki deridir! (Yani, o benim derim gibidir. Ona vuran bana vurmuş olur)" buyurdu. [52]
Ammar'a:
"Sen Peygamberimiz Aleyhisselamın kızmasına sebep oldun! Hakkımızda âyet inmesinden korkuy¬oruz!" dediler.
Amman
"Ben ona razıyım, bana kızsa da!" dedikten sonra:
"Yâ Rasûlallah! Bana mı, yoksa ashabına mı kızdın?" diye sordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ne sana kızdım, ne de onlara!" buyurdu.
Ammar, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Onlar kerpiçleri birer birer taşıyorlar, bana ise ikişer üçeryüklüyorlar!" diyerek şikâyetlendi. [53]
16- Mescidin hurma dallan ve yapraklanyla örtülmüş bulunan tavanının üzerine, yağmuru geçinmeyecek çamurla bulgurlama yapılmış değildi.
Yağmur yağdığı zaman, mescid çamurla dolardı. [54]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Ramazan'da mescidde itikafa çekildiği sırada yağan yağmur mescidin içine akmış, Peygamberimiz Aleyhisselam sabah namazını orada kıldırdığı zaman, alnında ve yüzünde çamur izleri görülmüştü. [55]
17- Bir gece, yine yağmur yağmış, yerler ıslanmış, Müslümanlardan birisi namaz kılmak için elbis¬esi ile kum getirip altına sermişti. Namaz kılınınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu, ne kadar güzel!" buyurmuştur. [56]
Mescidin tabanına ilk kez Hz. Ömer Akîk vadisinden kum getirtip serdirmiştir. [57]
18- Mescide minber yapılmadan önce, mescidde bir hurma kütüğü vardı ki, PeygamberimizAleyhisselam hutbe esnasında ona dayanırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam, sonradan kendisi için yapılan minberin üzerine çıktığı zaman kütük¬ten gebe veya yavrusundan ayınlmış devenin bozulmasını, inlemesini andıran sesler gelmeye başlamış, [58] kütüğün bu halinden mescid çalkalanmıştı. [59]
Peygamberimiz Aleyhisselam minberden inip kütüğü kucaklayınca, kütük bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra susmuş, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O, yanında yapılan zikrullahı dinlemekten uzak kaldığı için ağlamıştı!" buyurmuş [60] ve bir çukur kazılıp kütüğün oraya gömülmesini emretmiş, kütük minberin altına. [61] sağına ve soluna gömülmüş; [62] Mescid, Hz. Osman devrinde, yeniden yapılmak üzere yıkılıp temizlendiği sırada, bu kütüğü Ensar-ı Kiramdan Übeyy b. Ka'b almış, güvelenip toz toprak haline gelinceye kadar evinde saklamıştır. [63]
19- Peygamberimiz Aleyhisselama ashabından birisi:"Sana; Cuma günü, üzerine dikileceğin, halkın seni görebileceği ve hutbelerini işitebileceği birşey yapsak olmaz mı?" diye sormuştu.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Olur!" buyurdu. [64]
Ensar kadınlarından, marangoz kölesi bulunan kadına:
"Benim için marangoz kölene söyle de, halka hitab ettiğim zaman üzerine oturabileceğim, tahtadan bir yer yapsın!" diye haber saldı.
Kadın da, Gâbe ağaçlığında yetişen esi (ılgın) ağacından onu yaptınp, Peygamberimiz Aleyhisselama gönderdi. [65]
Vaktiyle Kabe'yi yapım iş olan Rum marangoz Bakom'un:
"Ben Resûlullah'a tarfâ (ılgın) ağacından üç basamaklı bir minber yaptım" dediği de bildirilmekte-dir. [66]
Yapılan üç basamaklı minberin üçüncü basamağı, oturma yeri idi. [67]
Peygamberimiz Aleyhisselam üçüncü basamağa kadar çıkar, oturur, ayaklarını birinci basamağa koyardı.
Hz. Ebu Bekir, halifeliği zamanında, ikinci basamağa oturur, ayaklarını birinci basamağa koyardı.
Hz. Ömer, birinci basamağa oturur, ayaklarını yere koyardı.
Hz. Osman da, altı yıl, Hz. Ömer gibi yaptı.
Hicretin otuzuncu yılında, üçüncü basamağa çıkıp oturmaya başladı. İlk kez, minbere Mısır işi perde astıran da o olmuştur. [68]
Minber yapılıp mesciddeki yerine ilk konulduğu zaman, minberle Kıble arasında, bir koyun geçecek kadar açıklık vardı . [69]
Mervan b. Hakem, Muaviye b. Ebi Süfyan'ın emriyle altı basamak daha ekleyerek, minberin basamaklarını dokuza çıkardı. [70]
Hicretin 50. yılında, hacca gelen Muaviye b. Ebi Süfyan, Medine'ye uğrayınca, minberi yerinden söktürüp Şam'a, Dımaşk'a götürmek istemişti.
Minber söküldüğü sırada güneş tutulup gökte yıldızlar görünmeye başlayınca, ashabdan Ebu Hureyre'nin nasihati üzerine, Muaviye minberi götürmekten vazgeçmiş ve: "Ben ona güve düşmesinden korkmuştum da, söküp altına bakmak istemiştim!" diyerek halktan özür dilemişti.
Halife Abdülmelik de, onun oğlu Velid de aynı teşebbüsü tekrarladılar.
Birincisi, Kabîsa b. Züeyb'in, ikincisi de Saîd b. Müseyyeb'in uyarısı ve öğüdü üzerine, götürmekten vazgeçtiler.
Halife Mehdi, İmam Malik b. Enes'e:
"Ben Peygamberimiz Aleyhisselamın minberini eski haline çevirmek [yani, Mervan'ın yaptığı ek basamaklan sökmek] istiyorum!" demişti.
İmam Malik:
"Bu, ılgın ağacından yapılmıştır. Sen onu sökecek olursan, minber harab olur" deyince, Mehdi kararından vazgeçmiştir.
Minberin birinci ve ikinci basamakları dört tarafından ince abanus tahtasıyla kaplanmış; üçüncü basamağına, kimsenin oturmaması için abanustan tahta bir levha geçirilip, üzerine bir de kubbe yapılmıştı.
Halk, ellerini sürerek onunla teberrük ederlerdi.
Minber, bu şekilde uzun zaman devam etti.
Abbasi halifeleri zamanında, yenilendikçe, minberin hurdaya çıkan enkazından taraklar yapılarak teberrük edilirdi.
Muhammed b. Cübeyr'in H icretin 578. yılında bizzat görüp anlattığına göre:
Minber, adam boyu yüksekliğinde veya biraz fazlaca idi.
Minberin genişliği beş kanştı.
Uzunluğu beş adımdı.
Basamaklarının sayısı sekizdi.
Kapısı kilitlenir, Cuma günü açılırdı.
Hicretin 654. yılında Mescid yanınca, bu mübarek minber de yanmıştır.
Yemen hükümdarı Muzaffer, Hicretin 656. yılında kokulu sandal ağacından bir minber yaptırıp Peygamberimiz Aleyhisselamın yanan minberinin yerine koydurdu.
Hicretin 666. yılında hükümdar Zahir Rüknüddin Baybars, eski minberi söktürerek, yerine dokuz basamaklı bir minber yaptırıp koydurdu.
Zahir Rüknüddin'in yaptırdığı minberi güveler yemeye başlayınca, Hicretin 797. yılında Mısır hükümdan Zahir
Berkuk onu söktürüp yerine kendisinin yaptırdığı minberi koydurdu.
Mısır hükümdarı Müeyyed Şah da, Hicretin 820. ve 822. yılında yeni bir minber yaptınp gönderdi.
Bu minber de, Hicretin 886. yılında mescidin ikinci yanışında yandı.
Bunun üzerine, halk minberin yerini temizleyip kerpiçten bir minber yaparak alçı ile sıvadılar.
Hicretin 888. yılında Mısır Sultanı kerpiç minberin yerine taştan bir minber yaptırdı. [71]
Hicretin 998. yılında Osmanlı padişahlarından Sultan Murad İstanbul'da mermerden on iki basamaklı bir minberyaptırıp Medine'ye gönderdi, Mısır Sultanının minberini de Küba Mescidine naklet¬tirdi .
Halen Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinde bulunan minber, Sultan Murad'ın yaptırıp gön¬derdiği minberdir. [72]
20- Mescid de, muhtelif tarihlerde genişletilmiş ve yenilenmiştir:
A. Peygamberimiz Aleyhisselamın devrinde Mescid cemaate dar gelmeye başladığı zaman,
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Mescidi genişletmek üzere, [73] filan oğullarının hurma kurutma yerierini, [74] günahlan Allah tarafın¬dan bağışlanmak, [75] Cennette karşılığını almak üzere, hayrına [76] kim satın alır?" buyurunca; [77] Hz. Osman orayı onlardan yirmi veya yimnibeş bin dirheme satın alarak [78] Peygamberimiz Aleyhisselama vanp:
"Ben orayı satın aldım!" demiş, Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Orayı mescidimize bağışla, ecri senin olsun!" buyurmuş; [79] böylece Mescidin ilk genişletilmesi sağlan m ı ştır. [80]
B. Abdullah b. Ömer'in bildirdiğine göre; Resûlullah Aleyhisselamın devrinde Mescidin direkleri hurma ağacı gövdesinden, üzeri de hurma dalları ile örtülü olup Hz. Ebu Bekir'in devrinde bunlar
çürüyünce, Hz. Ebu Bekir onları hurma gövdeleri ve dallanyla yenilemekle yetindi. [81] Mescidin
Peygamberimiz Aleyhisselamın devrinde olanına birşey eklemedi.
C. Hz. Ömer'in devrinde, [82] Hicretin 17. yılında, [83] mescid cemaati alamayacak derecede sıkışık birhale geldiği için, Hz. Ömer Peygamberimiz Aleyhisselamın amcası Hz. Abbas'a başvurarak onun evini
satın almak istemişse de Hz. Abbas satmaya yanaşmamış, fakat sonunda mescidlerini genişletmeleri
için onu Müslümanlara bağışlamıştır. [84]
Bunun üzerine, Hz. Ömer; Peygamberimiz Aleyhisselamın zamanında olduğu gibi, mescidin duvar¬larını kerpiçle ördürmüş, üzerini hurma dallarıyla örttürmüş, [85] çürüyen [86] direklerini de hurma gövdeleriyle yeniletin iş, [87] bağışlanan evle de [88] mescidi biraz daha genişletmiştir. [89]
D. Hz. Osman'ın devrinde, Müslümanlar Cuma günleri mescidin darlığından ve namaz kılmak için meydanlara yayıldıklarından şikâyetlenip, mescidin genişletilmesini ondan istediler.
Hz. Osman da Ashabın görüş sahibi olanlanyla konuştu. Mescidin yıkılıp genişletilmesi hususunda görüş birliğine vanldı. [90]
Bunun üzerine, Hz. Osman mescidin yapısını değiştirdi. Ona birçok ilaveler yaptı. Duvarları yontma nakışlı taşlarla ve kireç harçla [91] çürüyen [92] direklerini yontma nakışlı taşla yaptırdı.
Mescidin tavanını sert ve dayanıklı sac ağacıyla kaplattı. [93] Yapının çakıl ve kumları Akîk deresin¬den taşındı. [94] Kerpici, Bakiyy'de kesildi. Mescidin temeli, adam boyu yükselinceye kadar, taşla örüldü.
Hz. Ömer devrinde olduğu gibi, mihrabın sağından, sol undan ve aksi istikametteki kısmından ikişer kapı olmak üzere, altı kapı konuldu. [95]
Yapılan değişiklikte, mescidin boyu 160 zira (arşın)a,
Eni 150 zira'a (veya 130 zira'a) çıkarıldı. [96]
Yapı işi, Hicretin 29. yılı Rebiülevvel ayının başında başladı, 30. yılın Muharremi girince, on ayda bitirildi. [97]
E- Velid b. Abdülmelik b. Mervan'ın devrinde, Mescidin Cuma günleri cemaata dar geldiği ve cemaatin Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcelerine ait odalara taştığı görülünce, odaların yıkılarak
Mescide katılmasına kararverilip, [98] Velid b. Abdülmelik tarafından Rum kralına bir yazı yazıldı. [99]
Yazılan yazıda:
"Biz, Büyük Peygamberimizin Mescidini onarmak istiyoruz.
Bize bu hususta ustalar ve füseyfisa temininde yardımcı ol!" denildi. [100]
Rum kralı da:
Rum ve Mısır halkından, usta ve işçi olarak seksen [101] veya yüz Kişi. [102]
Kırk deve yükü füseyfisa (renkli tepe camlan), [103]
Yüklerle kandil zincirleri, [104]
Ayrıca da, seksen bini [105] veya yüz bin miskal altın gönderdi. [106]
Velid b. Abdülmelik; Mescidin yıkılıp yeniden yapılması için, Medine valisi Omerb. Abdülaziz'e yazı yazdı ve kendisine gelenlerin hepsini de ona gönderdi. [107]
Salih b. Keysan adındaki zâtı da bu işe bakmakla görevlendirdi. [108]
Mescidin ve odaların yıkılması hakkındaki yazı Medine'ye geldiği zaman, Medineliler, Peygamberimiz Aleyhisselamın vefatında ağlaştkları gibi ağlaştilar. [109]
Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcelerine ait olup yıktırılan odalardan başka,
Abdurrahman b. Avf oğullarının evleri,
Abdullah b. Mes'ud'un Dârü'l-kurrâ diye anılan evi,
Hâşim b. Utbe'nin evi,
Talha b. Ubeydullah'ın evi,
E bu Sebre'nin evi,
Ammar b. Yâsir'in evi,
Hz. Abbas'ın evinden kalan kısmı,
Mervan'ın evinden bir kısmı,
Mescide katılmak üzere yıktın İdi. [110]
Mescidin temelleri taşla, duvarları birbirine uygun yontuna nakışlı taşlarla örüldü.
Yapıda kireçli harç kullanıldı. Kireç Nahl vadisinden taşındı.
Tepe camları ve mermerler yerlerine işlendi.
Mescidin tavanı, sac ağacı kerestesinden yapıldı ve altın suyu ile yaldızlandı.
Mescidin direkleri Haşa1 mevkii taşlarından yapıldı ve demirle birbirlerine kenetlendi.
Renkli tepe camları yerlerine takıldı.
Ustalardan bazıları:
"Renkli tepe camlarını yapıp yerlerine taktığımız zaman, onların üzerlerinde Cennet ağaç ve köşk¬lerinin suretlerini gördük!" demişlerdir. [111]
Mescidin Kıble cihetinden boyu 167.5 zira,
Eni de Şam cihetinden 135 zira oldu. [112]
Mescidin bu inşasına, Hicretin 88. yılında başlandı. [113]
Üç yılda bitirildi. [114]
F. Ömer b. Abdül aziz devrinde mescidin dört köşesine ilk defa birer minare yaptırıldı. Bunlardan birisinin boyu: 60 zira,
İkisinin boyu: 55'şerzira, Birisininki de, 53 zira idi. Bu minarelerin enleri de, 8'erzira idi. [115]
G. Halife Mehdi, Hicretin 160. yılında, hac mevsiminden önce Medine'ye gelmiş, Mekke ve Medine mescidlerinin genişletilmesini emretmişti.
Medine Mescidinin eni ve boyu genişletilerek Hicretin 162. yılında yapı işini bitirdiler.
Mescidin boyu 300 zira'a, eni de 200 zira'a çıkarıldı. [116]
H. Halife Memun b. Reşid'in Hicretin 202. yılında mescidi genişlettiği, yenilediği, sağlamlaştırdığı ve nakışlattığı rivayet edilir. [117]
Mescidin daha sonraki durumu hakkında Eyyub Sabri Paşa'nın Mirat-ı Medine'sinde yeterli bilgi vardır. Günümüzde; Mescid-i Nebevî, Suudî Arabistan Krallığınca yaptırılan çevre düzenlemesinde, bütün hacıları içine alacak derecede genişletilmiştir. [118]

Mescidin Kandille Aydınlatılışı

Peygamberimiz Aleyhisselamın mescidi, önceleri yatsı ve sabah namazı vakitlerinde, kuru hurma dallan, yaprakları yakılarak aydınlatılirdi. [119]
Temimü'd-Dârî, Şam'dan Medine'ye gelirken, yanında birkaç altın kandil ile, kandil bağlan getirmişti.
Cuma gecesi, uşaklarından birine emretti; kandil bağlarını serdirdi.
Kandilleri astırdı.
Kandillerin içine, fitil ve zeytinyağı koydurdu.
Güneş batıp karanlık basınca, kandilleri yaktırdı.
Peygamberimiz Aleyhisselam mescide gelip de mescidin kandillerle aydınlandığını, parladığını görünce:
"Kim yaptı bunu?" diye sordu.
"Temimü'd-Dârîyaptı yâ Rasûlallah!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen İslâmiyeti nurlandırdın ve onun mescidini süsledin. Allah da seni dünyada ve ahirette nur-landırsın!" buyurdu [120] ve:
"Mescidimizin kandilini kim yakacak?" diye sordu.
Temimü'd-Darî:
"Şu uşağım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Nedir onun adı?" diye sordu.
Tem im ü'd-Dârî:
"Fetih!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayır! Onun adı Sirac!" buyurdu, Sirac oldu. [121]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinin İlk Vazifelileri

Peygamberimiz Aleyhisselam; mescidinin ilk ve devamlı imamı, hatibi ve vaizi idi. Sefer ve gazalara çıkacağı zaman, yerine vekil olarak ekseriya İbn Ümmi Mektum'u bırakırdı. [122] Mescidin müezzinlik vazifesi Peygamberimiz Aleyhisselam tarafından ilk günden itibaren Bilal-i Habeşî'ye verilmişti . [123]
İbn Ümmi Mektum da, Bilal-i Habeşî ile birlikte müezzinlik yapardı.
Bilal-i Habeşî, uyuyanları sabah namazına kaldırmak için, ezanı erkence okurdu.
İbn Ümmi Mektum ise, âmâ olduğu için, kendisine:
"Sabah oldu! Sabah oldu!" diye uyan yapılmadıkça, ezanı okumazdı. [124]
Bu iki müezzinden Bilal-i Habeşî ezan okuduğu zaman, İbn Ümmi Mektum kamet getirirdi.
Ezanı İbn Ümmi Mektum okuduğu zaman da, Bilal-i Habeşî kamet getirirdi. [125]
Peygamberimiz Aleyhisselam Rabbine kavuştuğu zaman, Bilal-i Habeşî müezzinlikten ayrıldı.
Hz. Ebu Bekir, Bilal-i Habeşî'nin yerine, Küba Mescidinin müezzini Sa'du'l-Kurazî'yı nakletti.
Sa'du'l-Kurazî vefatına kadar bu vazifede kaldı.
Ondan sonra da, oğulları, bu şerefli vazifeyi yerine getirmeye devam ettiler. [126]
Yüce Allah hepsinden razı olsun! [127]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescidinin Fazileti

Peygamberimiz Aleyhisselam: "Üç mescidden:
Mescid-i Haram'dan (Kabe Mescidinden),
Benim şu mescidimden,
Mescid-i Aksâ'dan
başka hiçbir mescide (ziyaret etmek, sevap kazanmak maksadıyla) sefier edilmez!" buyur-muşlardır. [128]
Mukaddes bir yerde namaz kılmış olmak için, Tur Mescidine kadar giden Basra b. Ebi Basra, dönüşünde, Ebu Hureyre ile karşılaştı.
E bu Hureyre, ona:
"Nereden geliyorsun?" diye sordu.
O da:
"Tur'dan geliyorum. Orada namaz kıldım!" dedi.
Ebu Hureyre:
"EğerTur'a gitmeden önce seninle görüşmüş olsaydım, gitmiş olduğun yere kadar hiç de gitmezdin.
Çünkü, ben Resûlullah Aleyhisselamın:
'Üç mescidden:
Mescid-i Haram'dan,
Benim şu mescidimden,
Mescid-i Aksa'dan başka mescidi ere (mukaddes bir yerde namaz kılmış olmak için) sefer edilmez!1 buyurduğunu işittim" dedi. [129]
Peygamberimiz Aleyhisselam da, bir gün kendisiyle vedalaşmaya gelen bir zâtla [130] vedalaşırken, ona:
"Nereye gitmek istiyorsun?" diye sorunca bu zât:
"Beytü'l-Makdis'e (Kudüs'e) gitmek istiyorum" dedi. [131]
Peygamberimiz Aleyhisselam ona bir hacet veya ticaret için mi gitmek istediğini sordu.
Erkam b. Ebi'l-Erkam:
"Hayır! Vallahi, yâ Nebiyyallah! Ben, sadece Beytü'l-Makdiste namaz kılmak istiyorum" dedi. [132]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Benim şu mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram müstesna, başka mescidde kılınan bin namazdan daha hayırlı, daha faziletlidir" buyurdu. [133]
Erkam b. Ebi'l-Erkam da Beytü'l-Makdis'e gitmekten vazgeçti. [134] Bu husustaki hadis-i şerif; sudur sebebi açıklanmaksızın da rivayet olunmuştur. [135]
Hastalanan ve "Allah bana şifa verirse, gidip Beytü'l-Makdis'te namaz kılayım!" diyerek adakta bulu¬nan bir kadın, hastalıktan kurtulunca, yol hazırlıklarını görmüş ve yola çıkacağı sırada Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Meymune onu uğramış, selamlaştıktan sonra kadın durumu anlatınca, Hz. Meymune ona:
"Evinde otur! Yol için yaptıklarını ye! Namazını da Resûlullah Aleyhisselamın mescidinde kıl!
Çünkü, ben; Resûlullah'ın, mescidinde kılınacak bir namazın, Kabe Mescidi müstesna, başka mescidlerde kılınacak bin namazdan daha faziletli olduğunu söylediğini işittim!" demiştir. [136]

Mescidin Yanına Peygamberimiz Aleyhisselamın Zevceleri İçin Odalar Yapılması

Mescidin yanına, kerpiçten, önce iki oda yapıldı ve bu odaların üzerleri de, hurma gövdeleri ve dal¬larıyla tavanlandı. [137]
Peygamberimiz Aleyhisselamın daha sonraki zevceleri için de, Hz. Âişe'nin odasıyla Kıble arasın¬da, Mescidin doğusuna düşen kısmında odalar yapıldı ve yapılan odaların sayısı zamanla dokuzu buldu. [138] Odalardan dördü kerpiçten, beşi taştandı. [139]
Odalardan bazısı hurma gövdelerinden, Bağdadî tarzında yapılarak üzerleri çamurla sıvanmış, hurma dallarıyla tavanlanmıslardı.
Hasan b. Ebi'l-Hasan der ki:
"Ben, ergenlik çağına henüz basmış bulunduğum sırada, Peygamberimiz Aleyhisselamın odalarına girmiş, elimle uzanıp tavanına değmiştim.
Tavanına döşenen servi veya ardıç kütüğünün üzerine, kıldan dokunmuş bir çul gerilmişti. [140]
Odaların kapılarına da, kapı yerine, siyah kıldan dokunmuş perdeler tutulmuştu."! [141]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Mescid Yanındaki Evine Taşınışı

Peygamberimiz Aleyhisselam; Mescid ile yanındaki odalar yapılıncaya kadar Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensarînin evinde kaldıktan sonra, kendi evine taşındı. [142] Ebu Eyyub el-Ensarî'nin evinde yedi ay kaldı. [143]

Ezan

Ezan; lügatta, bil dirin ek; [144] şeriat dilinde ise, namaz vakitlerini, kendisine mahsus olan lafızlarla bildirmek demektir. [145]
Müslümanları namaza davet için okunan ezan meşru olmadan önce, Müslümanlar davetsiz olarak biraraya toplanıp namaz vaktini beklerlerdi. [146] Namaz için nida edilmezdi.
Bir gün, bu husus hakkında konuşuldu.
Bazıları:
"Hıristiyanların çanı gibi, çan kullanılsın!"
Bazıları da:
"Çan olmasın da, Yahudilerin boruları gibi boru çalınsın!" dediler.
Hz. Ömer:
"Halkı namaza çağırmak için ne diye bir adam göndermezsiniz?" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kalk ey Bilal! Namaz için seslen!" buyurdu. [147]
Bundan sonra, Bilal-i Habeşî:
"Essalâte câmiaten=Cemaatle namaza!" diyerek halkı toplardı. [148]
Müslümanlardan birisi de, Medine'nin sokaklarında:
"Essalât! Essalât!" diyerek koşa koşa dolaşır, Müslümanları namaza davet ederdi.
Davetin bu tarzı Müslümanlara zahmetli gelince:
"Yâ Rasûlallah! Namaza davet için, bir nâkus (çan) edinsek?" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu, Hıristiyanlara mahsustur!" buyurdu.
"Boru edinip çalsak?" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu da, Yahudilere mahsustur!" buyurdu. [149]
"Yüksek bir yerde ateş yaksak?" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu da, Mecusîlere mahsustur!" buyurdu. [150]
Halkı namaza nasıl toplayabileceğini düşünürken, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Namaz vakti gelince, bir bayrak dik! Onu görenler birbirlerine haber verirler" denildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam bunu da beğenmedi. [151]
Hicretin birinci yılında, Peygamberimiz Aleyhisselamın mescidi yapıldıktan sonra, [152] Müslümanların kendilerini namaza toplayacak birşey düşündükleri ve içlerinden bazılarının boru, bazılarının da çan çalınması teklifinde bulundukları, [153] Peygamberimiz Aleyhisselamın ise bunların hiçbirisini benimsemediği sırada idi ki, [154] Ensardan Abdullah b.Zeyd b. Abdi Rabbih'e, rüyasında ezan gösterildi. [155]
Abdullah b. Zeyd, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gidip, rüyasını anlattı:
"Yâ Rasûlallah! Bu gece [156] uyurken, elinde bir çan taşıyan, [157] üzerinde altlı üstlü iki parça yeşil elbise bulunan [158] bir adam yanıma çıkageldi. Ona:
'Ey Allah'ın kulu! Bu çanı bana satmaz mısın?' dedim.
Bana:
'Onu ne yapacaksın?' diye sordu.
Ona:
'Halkı onunla namaza çağıracağız!' dedim.
Bana:
'Ben sana bundan daha hayırlısını göstersem olmaz mı?' dedi. [159]
'Olur! Göster! [160] Nedir o?1 dedim . [161]
Bana:
'Allâhu ekber! Allâhu ekber!
Allâhu ekber! Allâhu ekber!
Eşhedü en lâ ilahe illallah!
Eşhedü en lâ ilahe illallah!
Eşhedü enne Muhammederresûlullah!
Eşhedü enne Muhammederresûlullah!
Hayye alessalah!
Hayye alessalah!
Hayye alelfelah!
Hayye alelfelah!
Allâhu ekber! Allâhu ekber!
Lâ ilahe illallah! dersin' [162] dedikten sonra, benden biraz uzaklaştı, sonra da:
'Namaza kalkacağın sırada da:
'Allâhu ekber! Allâhu ekber!
Eşhedü en lâ ilahe illallah!
Eşhedü enne Muhammederresûlullah!
Hayye alessalah!
Hayye alessalah!
Kad kametissalah!
Kad kametissalah
Allâhu ekber!
Allâhu ekber!' dersin1 dedi." [163]
Abdullah b. Zeyd der ki:
"Sabaha çıktığım zaman, Resûlullah Aleyhisselamın yanına gittim.
Rüyada gördüğümü, kendisine haber verdim.
'İnşaallah, bu rüya hak ve gerçektir buyurdu.
'Bilal ile kalk da, gördüğünü ona telkin et, ezberlet de, ezanı o okusun! Çünkü, onun sesi seninkinden daha yüksek, daha gürdür! buyurdu. [164]
Bilal ile kalktım.
Ben ona telkin etmeye başladım, o da okumaya başladı." [165]
Peygamberimiz Aleyhisselama bu hususta vahiy de gelmişti. [166]
Hz. Ömer evinde bulunduğu sırada Bilal-i Habeşî'nin okuduğu ezanı işitir işitmez ridasını sürüyerek Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına gelip:
"Ey Allah'ın Peygamberi! Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim ki, onun (Abdullah b. Zeyd'in) gördüğü şeyin tıpkısını ben de görmüştüm!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, Allah'a hamd ettikten sonra: [167]
"Vahiy seni geçti!" buyurdu. [168]
Neccar oğullarından bir hatun, [169] Zeyd b. Sabit'in annesi Nevar Hatun [170] derki:
"Benim evim, Mescidin çevresinde bulunan evlerin en yükseği idi. [171]
Resûlullah Aleyhisselamın mescidi yapılıncaya kadar, [172] Bilal her sabah [173] ezanı onun üzerinde okurdu. [174]
Seher vakti gelir, onun üzerine oturur, şafak sökünceye kadar gözler, şafağın söktüğünü görünce, ayağa kalkıp:
'Ey Allah'ım! Sana hamd eder, Kureyş müşriklerinin Senin dinine karşı koymalarına, ayaklan¬malarına karşı yardımını dilerim' derdi. [175]
Vallahi, onun bu kelimeleri terkettiği bir tek gece bile bulunduğunu bilmiyorum. [176]
Sonra, ezanı okumaya başlardı. [177]
Mescid yapıldıktan sonra da, ezanı onun sırtında (üzerinde) okurdu. [178]

Ezanın Önemi ve Ezanla İlgili Bazı Faziletler

Meşruluğu Kitab [179] ve Sünnetle sabit olan [180] ezan iman ve İslâm alâmetlerinden olduğu için, [181] Peygamberimiz Aleyhisselam ezan sesi işitilen yere baskın yapmazdı. [182]
Gönderdiği askerî birliklere de:
"Birmescid gördüğünüz veya müezzinin ezanını işittiğiniz zaman, oradan hiç kimseyi öldürmeyiniz!" buyururdu. [183]
Hadis-i şeriflerde açıklandığı gibi:
1. Namaz için nida edildiği (ezan okunduğu) zaman, şeytan, ezanı işitmemek için yüzgeri edip kaçar!
Ezan bitince gelir, namaz için kamet getirilince yine yüzgeri edip kaçar. Kamet bitirilince, gelir insan ile insanın nefsi arasına sokulup:
'Filan şeyi hatırla! Filan şeyi hatırla!1 diyerek namazdan önce hiç de aklında olmayan şeyleri hatır¬latır durur, kaç rekat kıldığını bilmez oluncaya kadar insanı meşgul eder." [184]
2. "Müezzinin sesinin yetiştiği yere kadar, insan cin... hiçbir şey yoktur ki, ezanı işitsin de, Kıyamet gününde müezzin lehinde şehadette bulunmuş olmasın!" [185]
Müezzin, sesinin yetiştiği yer nisbetinde af ve mağfiret olunur, yaş kuru herşey onun lehinde şehadette bulunur.
3. Müezzinin davet ettiği cemaat namazına hazır olana da yirmibeş namaz (sevabı) yazılır ve onun
iki namaz arasındaki (küçük) günahları da, bağışlanır. [186]
4. Ezan ile kamet arasında yapılan dua geri çevirilmez. [187]
5. Sabah ezanında, ezana:"Essalâtu hayrun minennevm! Essalâtu hayrun minennevm!" eklenir. [188]
Beş vakit namazın kametleri getirilirken de:
"Kad kametissalah!
Kad kametissalah!" denilir. [189]
6. Namaz ezanı, abdestli olunduğu halde okunur. [190]
7. Müezzin:
"Allâhu ekber! Allâhu ekber!" dediği zaman
"Allâhu ekber! Allâhu ekber!" diyen,
Müezzin:
"Eşhedü en lâ ilahe illallah!" dediği zaman
"Eşhedü en lâ ilahe illallah!" diyen,
Müezzin:
"Eşhedü enne Muhammederresûlullah!" dediği zaman
"Eşhedü enne Muhammederresûlullah!" diyen,
Müezzin:
"Hayye alessalâh!" dediği zaman
"Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh!" diyen,
Müezzin:
"Allâhu ekber! Allâhu ekber!" dediği zaman
"Allâhu ekber! Allâhu ekber!" diyen,
Müezzin:
"Lâ ilahe illallah!" dediği zaman
Bütün kalbiyle "Lâ ilahe illallah" diyen kimse, Cennete girer. [191]
8. Her kim, müezzinin şehadet getirdiğini işitince:"Ben de Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına, O'nun bir ve şeriksiz olduğuna, Muhammed Aleyhisselamın da O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet ederim.
Allah'ı Rabb, Muhammed Aleyhisselamı resûl, İslâmiyet] de din olarak kabul ettim" derse, günahları bağışlanır. [192]
9. Her kim, ezanı dinleyince; "Ey şu tam davetin ve kılınmak üzere olan namazın Rabbi olan Allah'ım! Muhammed Aleyhisselama vesileyi ve fazileti ihsan et! Kendisini, va'd buyurduğun Makam-ı Mahmud'a eriştiri [193] Şüphe yok ki, Sen va'd'inden dönmezsin!" [194] derse, Kıyamet gününde ona şefaat [195] vacip olur. [196]

Külsûm b. Hidm ile Es'ad b. Zürâre'nin Vefatları

Peygamberimiz Aleyhisselamın mescidinin ve zevcelerine ait odaların yapıldığı sırada Külsûm b. Hidm, Küba'da vefat etti. [197]
Allah ondan razı olsun.
Külsûm b. Hidm'in vefatından kısa bir müddet sonra da, Es'ad b. Zürâre vefat etti. [198]
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz Aleyhisselam Şevval ayında Es'ad b. Zürâre'nin vefat ettiği sırada, yanında bulunuyordu.
Onu yıkadı. Üç parça bezle kefenledi.
Cenaze namazını kıldı.
Cenazesinin önünde yürüdü. Bakiyy kabristanına gömdü.
Bakiyy kabristanına Ensardan ilk gömülen, Es'ad b. Zürâre idi. [199] Es'ad b. Zürâre'nin ölümü, Yahudilere ve münafık Araplara Peygamberimiz Aleyhisselam aleyhinde propaganda yapmak üzere kötü bir vesile ve bahane oldu:
"Eğer o gerçekten peygamber olsaydı, sahabisi ölmezdi! [200]
Sahabisinden ölümü önleseydi ya!" dediler. [201]
Es'ad b. Zürâre'nin ölümünden sonra, Neccar oğulları toplanıp Peygamberimiz Aleyhisselamin yanına geldiler ve:
"Yâ Rasûlalların [202] Bildiğin gibi, o [203] bizdendi. [204] Nakîbimiz [temsilcimiz] idi, öldü. [205]
Bizden, onun yerine, işimizi yürütecek bir adamı [206] nakîb [207] tayin et!" dediler. [208]
Peygamberimiz Aleyhisselam onlardan birini diğerine tercih etmeyi hoş görmeyerek:
"Siz benim dayılanmsınız. [209]
Ben sizdenim! [210]
Sizin içinizde bulunuyorum! [211]
Sizin nakibiniz benim!" buyurdu. [212]
Neccar oğulları, Peygamberimiz Aleyhisselamın kendilerine böyle nakîb olmasını kavimlerine karşı bir üstünlük sayarlar ve bununla iftihar ederlerdi. [213]

Selman-ı Fârisî'nin Kendi Dilinden Dinî Hayatı ve Müslüman Oluşu

Selman-ı Fârisî, Abdullah b. Abbas'a dinî hayatını ve Müslüman oluşunu şöyle anlatır:
"Ben; Isbahan halkından ve Ceyy denilen karyeden bir Farslı idim. Babam bu karyenin dihkanı, muhtarı idi.
Ben onun yanında Allah'ın yaratıklarının en sevgili olanı idim.
O beni bu aşın sevgisinden dolayı yanından hiç ayırmaz, kız hapseder gibi evinde hapsederdi.
Mecusîliğe (ateşperestliğe) kendimi o kadar kaptırmıştım ki, ateşgedeye bakma, ateş yakma işini bile üzerime almıştım.
Onun bir an olsun sönmesine meydan vermezdim.
Babamın büyük bir çiftliği vardı. Kendisi bir gün inşaat işiyle uğraşıyordu. Bana:
'Oğulcağızım! Ben bugün hep yapı işiyle uğraşacağım, çiftliğe gitmekten geri kalacağım. Oraya sen git!1 dedi ve bana, oradan kendisinin yapmayı istediği bazı şeyleri de emretti. Sonra da, bana:
'Sakın ha! Oralarda oyalanıp da beni gözletme!
Çünkü, gecikirsen, beni çiftliğimden daha çok sen merakta bırakır, her işimden alıkorsun!1 dedi.
Babamın beni göndermek istediği çiftliğe gitmek üzere yola çıktım.
Yolda Hıristiyan kiliselerinden bir kiliseye rastladım.
Seslerini işittim.
Hıristiyanlar içeride ibadet ediyorlardı.
Babam beni hep evinde hapsedip hiç dışarı bırakmadığı için, insanların ne gibi işler yaptıklarını, ne gibi dinler tuttuklarını bilmezdim.
Rastladığım kilisedeki Hıristiyanların seslerini işitince, ne yapıyorlar bir bakayım, diye yanlarına vardım.
Yaptıklarını seyrettim. İbadetleri çok hoşuma gitti. Dinlerine imrendim.
'Vallahi, bu bizim tuttuğumuz dinden daha hayırlıdır1 dedim ve güneş batıncaya kadar onların yanını bırakmadım.
Babamın çiftliğini bıraktım. Çiftliğe hiç gitmedim.
Onlara:
'Bu dinin aslı, kökü nerededir?' diye sordum.
'Şam'dadır1 dediler.
Artık, akşamleyin, babamın yanına döndüm.
Babam adam gönderip beni aratmış, babamın işi gücü beni aratmak olmuş.
Yanına geldiğim zaman, babam:
'Oğulcuğum! Nerede idin?! Sen benim vermiş olduğum emirlere göre hareket edecek değil mi idin?!' dedi.
Ona:
'Babacığım! Kiliselerinde ibadet eden bazı kimselere rastladım. Onların dinlerine ait şeyleri gördüm. Çok hoşuma gitti. Vallahi, güneş batıncaya kadar yanlarından ayrılamadım' dedim.
Babam:
'Oğulcuğum! O dinde hayır yoktur. Senin dinin ve atalarının dini ondan daha hayırlıdır1 dedi.
Babam, benim kaçacağımdan korkup, ayağıma bir bukağı vurdu, sonra da beni evinde hapsetti.
Kilisedeki Hıristiyanlara adam gönderdim.
'Yanınıza Şam'dan birticaret kafilesi geldiği zaman bana haber verin1 dedim.
Yanlarına Şam'dan, Hıristiyan tüccarlarından bir kafile gelince, bana haber verdiler.
Onlara:
İşlerinizi bitirdiğiniz, memleketinize dönmek istediğiniz zaman bana haber verin' dedim.
Onlar memleketlerine dönüp gitmek istedikleri zaman bana haber verince, ayağımdan demir bukağıyı çıkarıp attım.
Onlarla birlikte Şam yolunu tuttum, Şam'a geldim.
Şam'a gelince:
'Şu din adamlarının ilim yönünden en üstünü kimdir?' diye sordum.
'Kilisedeki piskopostur' dediler.
Yanına gittim. Ona:
'Ben bu dine girmek, senin yanında bulunmak, kilisede hizmet etmek, Hıristiyanlığı senden öğren¬mek, seninle birlikte ibadet etmek istiyorum' dedim.
Bana:
'Kiliseye gir!1 dedi.
Onunla birlikte içeri girdim.
Şam Piskoposu kötü bir adamdı.
Sadakalarını getirip vermelerini Hıristiyanlara emir ve onları buna teşvik eder, yanında toplanan şeylerden bir kısmını ise kendisi için gizler, yoksullara birşey vermezdi.
Hatta, böylelikle yedi küp dolusu altın ve gümüş biriktirmişti!
Onun böyle yaptığını gördükçe, kendisine son derecede kin tutuyordum. En sonunda, adam öldü.
Hıristiyanlar onu gömmek için toplandılar.
Onlara:
'Bu kötü bir adamdı. Sadaka vermenizi emir ve teşvik eder, onları kendisine getirdiğiniz zaman ken¬disi için saklar, yoksullara onlardan birşey vermezdi!1 dedim.
Bana:
'Sen bunu nereden biliyorsun?' diye sordular.
Onlara:
'Ben size onun mal gömüsünü gösterebilirim' dedim, gömünün yerini gösterdim.
Oradan, içinde altın ve gümüş dolu yedi küp çıkardılar.
Bunu görünce:
'Vallahi, biz onu hiçbir zaman gömmeyiz' dediler.
Onun ölüsünü astılar ve taşa tuttular!
Onun yerine, kiliseye başka bir din adamı getirdiler.
Beş vakit namaz kılmayanlar içinde, ben ondan (yeni din adamından) daha faziletli, dünyayı onun kadar hiçe sayan, ahirete onun kadar uyanık, gece gündüz ibadete onun kadar düşkün bir kimse görmedim.
Ondan önce hiç kimseyi, onu sevdiğim kadar da sevmedim!
Sonra bu zât ölüm döşeğine düştü.
Kendisine:
'Ey filan! Ben senin yanında bulundum.
Senden önce hiç kimseyi, seni sevdiğim kadarda sevmedim!
Görüyorsun ki, sana Yüce Allah'ın emri gelmiş; bana tavsiye ve ne yapmamı emredersin?1 dedim.
Bana:
'Oğulcuğum! Bugün, benim yolum ve gidişatımda olan bir kimse bilmiyorum.
İyi din adamlan hep ölüp gittiler.
Yaşayanlar da, dinin öteden beri tatbik edegeldikleri hükümlerini değiştirdiler ve onların çoklarını da bıraktılar.
Yalnız Mevsıl'da [Musul] bir zât vardır ki, filandır.
O, benim tuttuğum yol ve bulunduğum hal üzeredir.
Sen onun yanına git!' dedi.
Bu muhterem zât öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Mevsıl'daki arkadaşının yanına vardım.
Yanına varınca:
'Ey filan! Filan zât, öleceği sırada, senin de kendisinin yolunda ve halinde olduğunu bana haber verdi ve yanına gitmemi tavsiye etti' dedim.
'Olur! Yanımda otur!' dedi.
Yanında kaldım. Onu da, öbür arkadaşının yolunda ve halinde, çok hayırlı buldum.
Fakat, çok geçmeden o da öldü.
Öleceği sırada, kendisine:
'Ey filan! Filan zât seni bana tavsiye ve yanına gitmemi emretmişti.
Görüyorsun ki; sana da Allah'ın emri gelip çatmış bulunuyor.
Senden sonra kimin yanına gitmemi bana tavsiye ve ne yapmamı emredersin?' dedim.
Bana:
'Oğulcuğum! Vallahi, ben Nasîbin'deki [Nusaybin] filan zâttan başka, bizim yolumuz ve gidişatımız¬da bir kimse daha var mı bilmiyorum.
Sen, benden sonra onun yanına git!1 dedi.
Mevsıl'daki din adamı öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Nasîtıin'deki arkadaşının yanına vardım. Durumumu ona anlattım. Mevsıl'daki arkadaşının bana ne gibi emir ve tavsiyede bulun¬duğunu bildirdim.
Bana:
'Olur! Yanımda otur!' dedi.
Yanında kaldım.
Onu da, önceki iki arkadaşının yolunda ve halinde buldum. Bu yararlı zâtın da yanında ve
hizmetinde bulundum.
Vallahi, çok geçmeden, Nasîbin din adamına da ölüm geldi çattı.
Kendisi ölüm döşeğine düşünce:
'Ey filan! Filan zât bana kendisinden sonra falan zâtın yanına gitmemi tavsiye etmişti.
Falan zât da, kendisinden sonra senin yanına gitmemi bana tavsiye etti.
Sen bana, senden sonra kimin yanına gitmemi tavsiye ve ne yapmamı emredersin?1 dedim.
Bana:
'Oğulcuğum! Vallahi, Rum topraklarından Ammûriye'deki zâttan başka, yanına gitmeni sana emre¬deceğim, bizim yolumuz ve gidişatımızda bir kimse daha kaldığını bilmiyorum. O zât tıpkı bizim yolumuz ve gidişatımızdadır.
İstersen onun yanına git! İşte o bizim yolumuz ve gidişatımızdadır1 dedi.
Nasîbin din adamı öldüğü ve gömülüp ortadan kaybolduğu zaman, Ammûriye'deki arkadaşının yanına vardım.
Durumumu ona da anlattım.
Nasîbin'deki arkadaşının bana ne gibi emir ve tavsiyede bulunduğunu bildirdim.
Bana:
'Olur! Yanımda otur!' dedi.
Öteki arkadaşlarının doğru yolları ve gidişatlarında olan bu hayırlı zâtın da yanında ve hizmetinde bulundum.
Ammûriye'de az çok birşeyler de kazandım.
Hatta biraz davarlarım ve ineklerim de vardı.
En sonunda Ammûriye din adamına da Allah'ın emri geldi çattı.
Kendisi ölüm döşeğine düşünce, ona:
'Ey filan! Ben filanın yanında idim.
O bana kendisinden sonra falan zâtın yanına gitmemi tavsiye etti.
Sonra, falan zât bana kendisinden sonra filan zâtın yanına gitmemi tavsiye etti.
Filan zât da bana kendisinden sonra senin yanına gitmemi tavsiye etti.
Şimdi sen bana senden sonra kimin yanına gitmemi tavsiye ve ne yapmamı emredersin?' dedim.
Bana:
'Oğulcuğum! Vallahi, bugün yeryüzündeki insanlardan yanına gitmeni sana emir ve tavsiye ede¬bileceğim, bizim yolumuz ve gidişatımızda hiçbir kimse bulunduğunu bilmiyorum!
Fakat, ahir zaman peygamberinin gelmesi çok yaklaşmış, gölgesi üzerimize düşmüştür!
O peygamber İbrahim Aleyhisselamın dini üzere gönderilecektir!
Kendisi Arap toprağında ortaya çıkacak, iki kara taşlık arasındaki, hurma bahçeleri bulunan biryere hicret edecektir!
O, hediyeden yer, sadakadan yemez!
Onun iki dalı arasında da, peygamberlik mührü vardır!
Eğer o diyarlara gitmeye gücün yeterse, git; hemen yola düş!1 dedi.
Nihayet, Ammûriye din adamı da öldü ve gömülüp ortadan kayboldu.
Bundan sonra, Ammûriye'de, Allah'ın dilediği kadar oturdum.
Sonra, Kelb kabilesinden, ticaretle uğraşan bazı kimseler bana rastladılar.
Onlara:
'Beni Arap diyarına götürünüz de, şu davarlarımı, şu ineklerimi size vereyim' dedim.
'Olur!1 dediler.
Verdim ve beni yanlarında götürdüler.
Vâdi'l-kurâ'ya erişince, bana zulmettiler. Beni köle olarak bir Yahudiye sattılar.
Yahudinin yanında bir müddet kaldım.
Vadi'l-kurâ'daki hurma ağaçlarını görünce:
'Burası Ammûriye'deki efendimin bana tarif ettiği, ahir zaman peygamberinin göçeceği yer mi ola?' diye ümiüendimse de, buna kalbim pek de yatışmadı.
Ben Vâdi'l-kurâ'da Yahudi ağamın yanında bulunduğum sırada, Kurayza oğulları Yahudilerinden olan amcasının oğlu Medine'den geldi ve beni ağamdan satın alıp Medine'ye götürdü.
Vallahi, Medine'yi görür görmez, Ammûriye'deki efendimin tarif ettiği ahir zaman peygamberinin hicret yurdunun burası olduğunu tanıdım ve anladım.
Artık Medine'de oturdum durdum.
Halbuki, Resûlullah Aleyhisselam peygamber olarak gönderilmiş, Mekke'de ne kadar kalmışsa kalmış.
Fakat, ben kölelik meşguliyeti içinde bulunduğumdan onun hakkında hiçbirşey işitmemiştim.
Sonra, kendisi Medine'ye hicret edip gelmiş.
Vallahi, yine de haberim olmamıştı.
Ben, bir gün, hurma ağacının başında ağama ait işlerden bazılarını yapıyordum, ağam da altımda oturuyordu.
O sırada, ağamın amcasının oğlu gelip Yahudi ağamın başına dikildi ve:
'Ey filan! Allah, Kayle oğullarının [Evs ve Hazrec kabilelerinin] belâlarını versin!
Vallahi, onlar Mekke'den yanlarına gelen, peygamber dedikleri bir adamın başına Küba köyünde toplanmış bulunuyorlar!' dedi.
Bunu işitir işitmez beni öyle bir titreme tuttu ki, neredeyse ağamın üzerine düşeceğim sandım!
Ağamın amcasının oğluna:
'Ne dedin? Ne dedin?' diyerek hemen hurma ağacından indim.
Ağam kızdı, bana şiddetli bir tokat vurdu ve:
'Bu senin neyine gerek, seni ne ilgilendirir? Sen işinin başına git!' dedi. Ben de:
'Birşey yok! Ancak onun ne dediğini anlamak istedim' dedim.
Yanımda biriktirmiş olduğum biraz yiyecek vardı.
Akşam olunca, onları alıp Küba köyünde bulunan Resûlullah Aleyhisselama gittim, yanına girdim.
Kendisine:
'Senin salih bir zât olduğunu işittim. Yanında da, muhtaç, kimsesiz sahabilerin varmış!
Şu şeyleri, sadaka olarak vermek üzere, yanımda bulunduruyordum.
Buna, sizi başkalarından daha lâyık gördüm!1 diyerek, onları kendisine uzattım.
Resûlullah Aleyhisselam, ashabına:
'Alınız, bunu yiyiniz!' buyurdu, elini çekti ve ondan hiç yemedi.
Kendi kendime:
'Bu, bir!' dedim.
Sonra, onun yanından ayrılıp yerime döndüm.
Yine, biraz birşeyler biriktirmiştim.
O sırada, Resûlullah Aleyhisselam da Medine'nin içine gelmiş bulunuyordu.
Resûlullah Aleyhisselamın yanına vanp:
'Senin sadakadan yemediğini gördüm.
Bu, sana ikram olmak üzere hazırladığım bir hediyedir!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam, hemen ondan yedi ve ashabına da emretti, onlar da kendisiyle birlikte yediler.
Bunun üzerine, kendi kendime:
'Bu, iki!1 dedim.
Bundan sonra, Resûlullah Aleyhisselamın Bakiyyü'l-Garkad'da bulunduğu sırada, yanına vardım.
Kendisi oraya ashabından birisinin cenazesi peşinde gitmişti.
Resûlullah Aleyhisselam, ashabı arasında oturuyordu.
Üzerinde, her tarafını bürüyen iki ihram vardı.
Kendisine selam verdim.
Sonra da, Ammûriye'deki efendimin bana tarif ettiği peygamberlik mührünü görebilir miyim diye arkalarına bakmak için, arka taraflarına geçtim.
Resûlullah Aleyhisselam, bana tarif edilen şeyi anlamak için arkaya geçtiğimi anlayınca, arkasın¬dan ridasını sıyırdı.
Peygamberlik mührünü görünce, tanıdım! Üzerine kapandım, öptüm ve ağlamaya başladım.
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
'Bu tarafa dön!' buyurdu.
Gelip önlerinde oturdum.
Ey İbn Abbas! Sana anlattığım gibi, başımdan geçeni ona da anlatmıştım.
Benim bu kıssamı ashabının da işitmiş olmaları, Resûlullah Aleyhisselamın pek hoşuna gitmişti.
Esirlik, kölelik, bu Selman'ı uğraştırmış, oyalamıştır.
Bunun için, Bedir ve Uhud savaşlarında Resûlullah Aleyhisselamla birlikte bulunma imkânını bula¬mamışım dir." [214]

Peygamberimiz Aleyhisselamla Hz. Ebu Bekir'in Ev Halklarının Medine'ye Getirilişi ve
Peygamberimizin Hz. Âişe ile Evlenişi

Hz. Aişe der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam; Medine'ye hicret ettiği zaman, bizi ve kızlarını Mekke'de bırakmıştı.
Medine'den, azadlı kölesi Zeyd b. Harise ile Ebu Râfi'i, iki deve ve birde ihtiyaç duyacakları şeyi satın almak üzere, Ebu Bekir'den aldığı 500 dirhem harçlıkla birlikte bize, Mekke'ye gönderdi.
Ebu Bekir de, Abdullah b. Uraykıt'ı iki veya üç deve ile onların yanına katıp zevcesi annem Ü mmü Rûman'ı, beni ve kızkardeşim Esmayı (ki, Zübeyr b. Avvam'ın zevcesi idi) bindirerek göndermesini Abdullah b. Ebu Bekir'e yazdı, emretti.
Medine'den, konuşa konuşa yola çıktılar.
Kudeyd'e geldikleri zaman, Zeyd b. Harise, o 500 dirhemle üç deve daha satın aldı.
Talha b. Ubeydullah'a rastladılar.
O da, Ebu Bekir'in ev halkı ile birlikte Medine'ye hicret etmek istiyordu.
Hep birlikte yola çıktık.
Ebu Rafi' Fâtıma'yı, Ümmü Külsûm'u ve Şevde binti Zem'a'yı; [215]
Zeyd de Ümmü Eymen'i ve oğlu Üsâme'yi bindirip yola çıktı.
Hep birlikte konuşa konuşa Mina mevkiinden Beyz'a ulaştığımız zaman, devem kaçtı.
Ben Mahfe'nin içindeydim, annem de yanımda idi.
Annem:
'Eyvah kızağım! Eyvah gelinciğim!' diyerek çırpınıyordu.
Yüce Allah devemizi döndürüp, bizi devemize ve selamete kavuşturdu.
Nihayet, Medine'ye geldik.
Ben Ebu Bekir'in ev halkı ile birlikte idim,
O zaman, Mescid ve Mescid civarındaki odalar yapılmış bulunuyordu.
Resûlullah Aleyhisselamın ev halkı kendi odalarına indiler.
Biz de Ebu Bekir'in evinde bir müddet oturduk.
Sonra, Ebu Bekir:
'Yâ Rasûlallah! Ehlinle evlenmekten seni alıkoyan nedir?' diye sordu.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Mehrdir1 dedi.
Bunun üzerine, Ebu Bekir, mehr olarak oniki buçuk ukiyye [216] gönderince, [217] Resûlullah Aleyhisselam Şevval ayının içinde benimle evlendi." [218]
Hz. Âişe, Peygamberimiz Aleyhisselamla evlendiği zaman, dokuz [219] veya on yaşında idi. [220]
Düğün için, ne deve kesildi, ne de koyun. Yalnız, Sa'd b. Ubâde, Peygamberimiz Aleyhisselam a, büyük bir kapla yemek gönderdi. [221]

Ashabın Medine'de Hastalanışı ve Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine Hakkında Dua Edişi

Hz. Aişe der ki:
"Resûlullah Aleyhisselam Medine'ye geldiğinde [222] ve bizim Medine'ye geldiğimizde de, [223] orası vebalı (sıtmalı) bir yer idi. [224] Allah'ın en vebalı (sıtmalı) yeriydi. [225]
Medine'nin Buthan vadisinden, acı ve pis bir su akar dururdu. [226]
Resûlullah Aleyhisselamın ashabı hastalandılar. [227]
Yüce Allah, peygamberini bu hastalıktan beri, uzak kıldı.
Ashab, namazlarını ayakta kılamaz, oturarak kılar oldular.
Ebu Bekir ile azadlıları Âmir b. Füheyre ve Bilal bir evde bulunuyorlardı ve hummaya tutul¬muşlardı. [228]
Onları ziyaret için Resûlullah Aleyhisselamdan izin isteyip, izin verilince, [229] -ki bu, bize perde arkasına çekilme emrinden önce idi- [230] yanlarına girdim. [231]
Kendilerinde, şiddetini Allah'tan başkasının bilemeyeceği bir hastalık elemi vardı . [232]
Ebu Bekir'e:
'Babacığım! Kendini nasıl buluyorsun?' diye sordum.
'Her kişi ailesi içinde sabahlarken, ölüm ona ayakkabısının bağından daha yakındır1 mealli beyti okudu. [233]
'Vallahi, babam ne dediğini bilmiyor!1 dedim.
Sonra, Âmir b. Füheyre'nin yanına yaklaştım, ona:
'Ey Âmir! Kendini nasıl buluyorsun?' diye sordum. Bana:
'Muhakkak ki, ölümü daha onu tatmadan önce buldum.
Korkak kişinin ölümü, kendisinin tepesindedir
Her kişi, takati nisbetinde mücahede edicidir1 mealli beyitleri okudu.
'Vallahi, Âmir de ne söylediğini bilmiyor!' dedim. [234]
Bilal'e de:
'Kendini nasıl buluyorsun?' [235] diye sordum . [236]
O da, kendisini sıtma nöbeti [237] tutmuş halde, odanın kapısının önüne serilip yatmış vaziyette, [238] sesini yükseltti ve:
'Bilmem ki, acaba bir gece daha Mekke'nin Fahh vadisinde çevremi ızhır ve kokulu celil otları sar¬mış olduğu halde geceler miyim ola?
Acaba bir gün olup da Mecenne sularının başına bir daha vanr mıyım ola?
Acaba Mekke'nin Şâme ve Tefîl dağlan, bana bir daha görünür mü ola?' mealli kıt'ayı terennüm etti [239] ve:
'Allah'ım! Şeybe b. Rebia, Utbe b. Rebia, Ümeyye b. Halef bizi yurdumuzdan çıkarıp veba yurduna gelmeye mecbur ettikleri gibi, Sen de onlara lanet et! (Kendilerini rahmetinden uzaklaştır!) diyerek ilen¬di. [240]
Resûlullah Aleyhisselama gelip, onlardan işittiklerimi haber verdim:
'Onlar, hummanın şiddetinden, sayıklıyorlar! Akılları başlarında değil' dedim . [241]
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam semaya baktı [242] ve:
'Allah'ım! Bize Medine'yi sevdir! Mekke'yi sevdirdiğin gibi veya daha fazla sevdir! [243]
Allah'ım! [244] Bizim İçin [245] Medine'yi sağlığa elverişli kıl! [246]
Onun vebasını, [247] hummasını [248] Mehyea'ya, [249] Cuhfe'ye nakl ve havale et! [250]
Allah'ım! [251] Medine'nin müddü ve sâı hakkında bize bereket ihsan et!" diyerek dua etti. [252]
Müdd; bir rıtl ve sülüs rıti veya iki rıtl şeyi içine alan ölçeğin ismi olup, ne büyük ne de küçük olmayan bir adamın iki avucunun (kocam avucunun) dolusu demektir. [253]
Sâ'da; beş rıtl ile sülüs ntl ölçektir ki, ne büyük ne de küçük olmayan bir adamın iki kocam avucu¬nun dört dolusunu alan ölçek demektir. [254]
Peygamberimiz Aleyhisselam, Medine hakkındaki başka bir duasında da:
"Allah'ım! Mekke'ye verdiğin bereketin iki katını Medine'ye ver!" demiştir. [255]
Ashabdan Ebu Hureyre derki:
"İnsanlar (Medineli Müslümanlar), ilk çıkan turfanda meyveyi gördüler mi, onu Resûlullah Aleyhisselama getirirler; Resûlullah Aleyhisselam da, onu alınca:
'Allah'ım! Şüphe yok ki, İbrahim (Aleyhisselam), Senin kulun, halîlin ve peygamberindi. Ben de Senin kulun ve peygamberinim!
O sana Mekke için dua etmişti. Ben de, Sana Medine için dua ediyor; onun Mekke için yaptığı duasında Senden dilediğinin bir mislini, bir kat daha fazlasıyla biriikbe Medine için Senden diliyorum!' der, [256] sonra da, o turfanda meyveyi, orada bulunan çocuklardan [257] gördüğü [258] en küçüğünü [259] çağırarak [260] ona verirdi." [261] Medine, Peygamberimiz Aleyhisselamın duası bereketiyle, sakinleri için o kadar mutlu bir şehir haline gelmişti ki, Hz. Ömer Allah yolunda şehit olmayı ve Resûlullah'ın şehri olan Medine'de ölmeyi özlüyor ve diliyordu! [262]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine Yönetimini Üstlenişi ve Bu Husustaki Yönetmelik
Yazısının Tercümesi

Peygamberimiz Aleyhisselam; Medine'ye hicret edip geldiği zaman, ilk işi, Mekkeli ve Medineli Müslümanlar arasında-kendilerini mallarıyla, canlarıyla birbirlerine bağlayan-bir kardeşlik kurarak Medine'de güçlü bir İslâm toplumu oluşturmak olmuştu. [263]
Müşrik Medinelilerle Yahudilerden birçoklarının, aradaki akrabalık dolayısıyla, bu İslâm toplumuna karşı zaafları vardı.
Nitekim Mekkeli müşriklerin tehdit ve tahrikiyle Peygamberimiz ve Müslümanlar aleyhindeki teşeb¬büslerinden onları vazgeçirmeye, bu hususun hatırlatılması kâfi gelmişti.
İstekleri yerine getirilmeyen Mekkeli müşriklerin Medine'ye umumî bir baskın yapmaları ve orada Müslüman, müşrik ve Yahudi ayırmadan katliamda bulunmaları hiç de imkânsız değildi.
Çünkü, tehdit ve tahriklerinin neticesiz kaldığını öğrendikten sonra, Mekkeli müşrikler, Yahudilere de aynı tarzda tehdit ve tahrik mektubu göndermeyi ihmal etmem işlerdi. [264]
Bu da, Müslüman olmayan Medinelilerin Peygamberimiz Aleyhisselama yaklaşmalarına yol açtı.
Bundan başka; öteden beri, Evsliler ayrı, Hazrecliler ayrı, Yahudiler de ayrı birer topluluk halinde idiler ve her topluluk Medine'de yegâne söz sahibi topluluk olma dava ve sevdasında idi.
Nitekim, Hazrecîler liderleri Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün başına hükümdarlık tacı giydirmeye, kral¬lık sarığı sardırmaya hazırlanmış bulunuyorlardı. [265]
Halbuki, ne Evsfler için Hazrecîbirbaş, ne Hazrecîler için Evsîbirbaş hoşa gider değildi. Denilebilir ki; Peygamberimiz Aleyhisselamın Medine'ye geliverişi, bütün Medinelilere pek makbule geçti.
Evsî ve Hazrecîlerin müşrikleri de, Yahudiler de, Peygamberimiz Aleyhisselama yöneldiler.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam aşağıdaki yönetmelik yazısıyla Medine'nin yönetimi¬ni üzerine aldı:
"Bismiİlâhirrahmânirrahîm. [266]
Bu, Peygamber Muhammed (Aleyhisselam) tarafından, Kureyşli ve Yesribli (Medineli) mü'min ve Müslümanlar ile onlara bağlanmış ve katılmış olanlar ve onlarla birlikte savaşanlar arasında yazılan bir yazıdır:
Muhakkak ki, onlar, sair insanlardan ayn bir toplulukturlar.
Kureyş'ten olan Muhacirler kan diyetlerini aralarında-geleneğe göre-ortaklaşa ödeyecekleri gibi, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil esaslar dairesinde-ödeyecek-I erdir.
Avf oğulları da, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneğe göre-ortaklaşa ödeyecekleridir.
Her zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil esaslar dairesinde-ödeyeceklerdir.
Haris oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneğe göre-ortaklaşa ödeyeceklerdir. Her zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Sâide oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneklerine göre-ortaklaşa ödeyeceklerdir. Her zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Cüşem oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneklerine göre-ortaklaşa ödeyecek¬lerdir.
Her zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Neccar oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneklerine göre-ortaklaşa ödeyecek¬lerdir.
Her zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Amr b. Avf oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneklerine göre-ortaklaşa ödeyecek¬lerdir.
Her zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Nebit oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneklerine göre-ortaklaşa ödeyeceklerdir. Her zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Evs oğulları, öteden beri olduğu gibi, kan diyetlerini-geleneklerine göre-ortaklaşa ödeyeceklerdir. Her zümre, esirlerinin kurtulmalık akçelerini de-mü'minler arasında maruf olan adil esaslar dairesinde-ortaklaşa ödeyeceklerdir.
Mü'minler; borçlu ve çok çoluklu-çocuklu olanları kendi hallerine bırakmayarak, onların kurtulmalık
akçelerini veya kan diyetlerini-aralarında maruf olan adil esaslar dairesinde-ödeyeceklerdir.
***
Hiçbir mü'min diğer bir mü'minin mevlası [267] ile aleyhte bir anlaşma yapmayacaktır.
Takvalı mü'minler; içlerinden, azgınlık eden veya zulüm ve haksızlık yapmak isteyen veya günah işleyen veya düşmanlık eden, yahut mü'minler arasında kanşıklık çıkaran kimseye karşı cephe alacak¬lar ve-o kendilerinden birinin evladı da olsa-hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.
Hiçbir mü'min bir kâfir için bir mü'mini öldürmeyecek ve mü'mine karşı kâfire yardım da etmeye¬cektir.
Allah'ın ahdi ve te'minat birdir; onların, en hakir görülenlerine bile şâmildir. Çünkü, mü'minler, diğer insanlardan ayrı olarak, birbirlerinin m evlası di rlar.
Yahudilerden, bize tâbi olanlar da, hiçbir zulme uğratmaksızın ve aleyhlerinde bir yardımlaşma olmaksızın, yardım göreceklerdir.
Mü'minlerin sulhu, barışı birdir.
Hiçbir mü'min, Allah yolundaki bir savaşta, mü'minlerden ayrı olarak sulh yapmayacak; onlar, ancak
aralarında, müsavat ve adalet dairesinde hep birlikte sulh yapacaklardır.
***
Bizimle birlikte savaşa katılan bütün savaşçılar, aralarında, birbirleriyle nöbetleşeceklerdir.
***
Mü'minler, birbirlerinin Allah yolunda dökülen kanlarının öcünü almakla mükelleftirler.
Takvalı mü'minler, en güzel, en doğru yol üzeredirler.
Onlar hiçbir müşrik Kureyşlinin malını ve canını korumayacak, bu yolda bir mü'mine engel de olmayacaktır.
Bir kimsenin bir mü'mini sebepsiz yere öldürdüğü kesin delillerle sabit olunca, öldüren hakkında kısas hükmü uygulanacaktır.
Ölenin velîsi buna nza göstermediği takdirde, bütün mü'minler ona karşı cephe alacaklardır. Kendilerine, bundan başkası helal olmaz.
Bu sahifedekileri kabul ve ikrar eden, Allah'a ve ahiret gününe inanan bir mü'minin, ortaya kötü bir hadise çıkaran kimseye yardım etmesi ve onu barındırması helal değildir.
Öylesine yardım eden veya onu barındıran kimse, Kıyamet günü Allah'ın lanet ve gazabına uğray¬acak; onun tevbesi de, kurtulmalık akçesi de kabul olunmayacaktır.
Herhangi bir şeyde ihtilafa düştüğünüzde, o, Yüce Allah'a ve Muhammed (Aleyhisselam)a arz ve
havale olunacaktır.
***
Yahudiler; mü'minlerle birlikte savaşa devam ettikleri müddetçe, savaş masraflarına katılacaklardır.
Avf oğulları Yahudileri mü'minlerle birlikte bir topluluk oluşturacaklar; Yahudiler kendi dinlerinde, Müslümanlar da kendi dinlerinde olacaklardır.
Onların (Yahudilerin) mevlaları için de, kendileri için de, bu böyledir. Şu kadar ki, bunlardan bir
zulüm veya bir kötülük irtikap eden, ancak kendini ve ev halkını tehlikeye sokmuş olacaktır.
***
Neccar oğulları Yahudileri için olan hüküm de, Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm gibidir.
***
Haris oğulları Yahudileri için olan hüküm de, Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm gibidir.
Sâide oğulları Yahudileri için olan hüküm de, Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm gibidir.
***
Cüşem oğulları Yahudileri için olan hüküm de, Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm gibidir.
Evs oğulları Yahudileri için olan hüküm de, Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm gibidir.
Salebe oğulları Yahudileri için olan hüküm de, Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm gibidir. Bunlardan, bir zulüm veya bir kötülük irtikap eden, ancak kendini ve ev halkını tehlikeye sokmuş
olacaktır.
Sa'lebe'nin bir kolu olan Cefne de, onlar gibi (Salebe gibi) mütalaa edilecektir.
***
Şutaybe oğulları için olan hüküm de, Amr b. Avf oğulları Yahudileri için olan hüküm gibidir.
Şüphe yok ki, iyilik, kötülükten ayrı ve başkadır.
***
Salebe oğullarının mevlalan da, Salebe gibidirler.
Yahudilere karışmış ve bağlanmış olanlar, Yahudiler gibidirler.
Onlardan (Yahudilerden) hiçbir kimse, Muhammed (Aleyhisselam)ın izni olmadan askerî bir sefiere
çıkamayacaktır.
***
Bir yaralamanın öcünü almak, yasaklanmayacaktır.

Fırsat kollayarak cinayet işleyen kimse, o cinayeti kendisine ve ev halkına işlemiş olacaktır. Zalime karşı işlenecek cinayet bundan müstesnadır. Allah bu hususta doğru ve iyi davranmış olanlardan hoşnut olur.
(Savaş halinde) Yahudilerin masrafları kendilerine, Müslümanların masrafları da kendilerine ait ola¬caktır.
Şu kadar ki, onlar bu Sahife sahiplerine harp açanlara karşı aralarında yardımlaşacaklar ve aralarında öğüt verme ve iyilik dileme esas olacaktır.
Elbette ki, iyilik, kötülükten ayrı ve başkadır.
Hiç kimse, müttefikine kötülük yapmayacak, mazluma mutlaka yardım edilecektir.
Yahudiler, mü'minlerle birlikte savaşa devam ettikleri müddetçe, savaş masraflarına ortak olacak¬lardır.
Yesrib vadisinin içerisi, bu Sahife sahipleri için, haram, dokunulmaz bir bölgedir.
Himaye altında bulunan kimse-zarar verici ve kötülük işleyici olmamak şartıyla- bizzat himayeci
gibidir.
Himaye verme hakkına sahip kimsenin izni müstesna, kimseye himaye hakkı verilemez.
Bu sahife sahipleri arasında herhangi bir hadise veya münazaa çıkar ve bunun onların aralarını bozmasından korkulursa, o, Yüce Allah'a ve Muhammed Resûlullah (Aleyhisselam)a arz ve havale edilecektir.
Şüphe yok ki, Allah, bu Sahifedekilere riayetsizlikten son derece sakınan, doğruluğu ve iyiliği şiar
edinenlerden hoşnut olur.
***
Ne Kureyşîler, ne de onlara yardım edenler, hiçbir suretle himaye olunmayacaklardır.
Yesrib'e saldıracak kimselere karşı, onlar (Müslümanlar ve Yahudiler) aralarında yardımlaşacak¬lardı r.
Onlar (Yahudiler) sulh akdetmeye veya sulh akdine katılmaya (mü'minler tarafından) davet edildik¬lerinde, o sulhu akdedecekler veya o sulhun akdine katılacaklardır. Din uğrunda savaşanlar bundan müstesnadır.
Herkes, kendine düşen kısımdan sorumlu tutulacaktır.
Bu Sahife sahipleri için konulan, kabul edilen hükümler, aynen Evs Yahudilerinin mevlalarına ve kendilerine de-bu Sahife sahipleri tarafından-iyiniyetle tatbik olunacaktır. Şüphe yok ki, iyilik kötülükten ayrı ve başkadır.
Kazanıcının kazandığı ancak kendisinedir.
Muhakkak ki, Allah, bu Sahife'dekilere en doğru ve en iyi şekilde riayet edilmesinden hoşnut olur.
***
Bu yazı, bir zalimi ve suçluyu cezalandırmaya asla engel olmayacaktır.
Medine'den çıkan da emniyette, Medine'de oturan da emniyette bulunacaktır. Bir zulüm veya suç işleyen kimse bundan müstesnadır.
Allah'ın himayesi, iyilik yapan, kötülüklerden sakınan kimseler içindir. Muhammed (Aleyhisselam) Allah'ın Resûlüdür." [268]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ   İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:27 pm

Medine'nin Haremleştirilişi ve Sınırlanışı

Yüce Allah; Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselamın diliyle, Medine'nin iki kara taşlığının (tepesinin) arasını harem, dokunulmaz kıldı. [269]
Medine'nin [270] Âir, [271] Ayr [272] ile Sevr arasındaki [273] bir berid'lik, [274] oniki millik [275] mesafeye kadar olan her köşesi koru haline getirildi. [276]
Berid, üç fersahtır.
Bir fersah, üç mildir.
Bir mil, üçbin beşyüz zira'dır.
Bir zira, yirmidürt parmaktır.
Bir parmak, yanyana konulmak üzere, üç arpadır. [277]
Hz. Ali'nin, Peygamberimiz Aleyhisselamdan işitip yazarak kılıcına bağladığı Sahife'deki hadis-i şer¬iflerinde de, Peygamberimiz Aleyhisselam şöyle buyurmuşlardır:
"İbrahim (Aleyhisselam) Mekke'yi harem, dokunulmaz kıldı.
Ben de Medine'yi harem, dokunulmaz kıldım:
Onun iki karataşlığının arası harem'dir, dokunulmazdır.
Onun tümü korudur:
Onun yaş otu biçilemez!
Onun avı ürkütülemez!
Onun yitiği alınamaz.
Ancak, onu ilan için alacak kimse bundan müstesnadır. Orada herhangi bir kimsenin savaş için silah taşıması, oradan ağaç kesmesi caiz değildir. Ancak, bir kimse orada devesini otlatabilir." [278]
"Medine, Ayr ile Sevr arası olmak üzere, harem'dir, dokunulmazdır! Orada kim bir günah işler veya günah işleyeni barındınrsa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerindedir!
Kıyamet günü, Allah, onun tevbesini de, fidyesini de kabul etmez!
Müslümanların zimmeti birdir.
Bu zimmet uğrunda, onların en aşağı olanı da çaba gösterir. [279]
Kim bir Müslümanın verdiği ahdi bozarsa, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerindedir!
Onun tevbesi de, fidyesi de kabul olunmaz." [280]
Ashab-ı Kiram, Medine'nin haremliğine son derecede itina gösterirler, çocukların bile aykırı davranışlarına göz yummazlardı.
Zeyd b. Sabit, Şurahbil b. Sa'd'ın Medine çarşısında bulduğu bir kuşu elinden alarak saldıktan sonra, ona:
"Sen Resûlullah Aleyhisselamın Medine'nin iki kara taşlığı arasını haremleştirdiğini, dokunulma-zlaştırdığını bilmiyor musun?!" demiştir. [281]
Abdullah b. Ubâde Ebu İhab kuyusu mevkiinde serçe kuşlarını avlarken, babası Ubâde görüp ona elindeki kuşu bıraktırmış ve:
"Resûlullah Aleyhisselam; Medine'nin iki kara taşlığı arasını-İbrahim (Aleyhisselam)ın Mekke'yi harem leşti rdiği gibi-hareml eştirdi" demiştir. [282]
Ebu Hureyre de:
"Varlığım (Kudret) Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; eğer Medine'de bir geyik bulmuş olsam, onu asla telaşa ve sıkıntıya düşürmem!" diyerek, bu husustaki itinasının derecesini belirtmiştir. [283]

Peygamberimiz Aleyhisselamın Yazıcıları

Peygamberimiz Aleyhisselam; Mekke'de iken, yazdıracağı yazılara, Kureyşîlerin yaptığı gibi "Bismikallâhümme=Ey Allah! Senin isminle başlarım!" diyerek başlatırdı.
Hûd sûresinin 42. âyeti nazil olunca, âyetteki "Bismillah" cümlesini yazılanın başına koydurmaya başladı.
İsrâ sûresinin 110. âyeti nazil olunca, âyette geçen "er-Rahmân" ismini de katarak, yazılarına "Bismillâhirrahmân!" başlığını koydurmaya başladı.
Nemi sûresinin, Besmele'nin tam şeklini içine alan 30. âyeti nazil olduktan sonra da, yazılarını "Bismillâhirrahmânirrahîm" ile başlatırdı. [284]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yazıcıları şu kişilerdi:
1- Hz. Ebu Bekir,
2- Hz. Ömer,
3- Hz. Osman. [285]
Hz. Âişe, Cebrail Aleyhisselam Peygamberimiz Aleyhisselama vahiy getirdiği zaman, Peygamberimiz Aleyhisselamın "Ey Useym! Yaz!" buyurarak vahyi Hz. Osman'a yazdırdığını bildirmiştir. [286]
4- Hz. Ali.
Peygamberimiz Aleyhisselam; muahede ve musâlaha yaptığı zaman, bunlara ait yazılan genellikle Hz. Ali'ye yazdırırdı. [287]
Nitekim, Kureyş müşrikleriyle Hudeybiye'de yaptığı muahedeyi de ona yazdırmıştı. [288] Hz. Ali, ayrı¬ca, şahıslarla ilgili yazıları, [289] mülk fermanlarını da yazardı. [290]
5- Übeyy b. Ka'b,
6- Zeyd b. Sabit.
Medine'ye geldiği zaman Peygamberimiz Aleyhisselamın yazılarını Ensardan ilk yazan Übeyy b. Ka'b idi ve yazdığı yazıların sonuna "Filan oğlu filan yazdı" diyenlerin de ilki idi.
Medine'de Peygamberimiz Aleyhisselama inen vahiyleri Peygamberimiz Aleyhisselamın huzurunda ilk defa yazmaya başlayan Müslüman da Übeyy b. Ka'b idi. [291]
Übeyy b. Ka'b bulunmadığı zaman, Zeyd b. Sabit yazardı. [292]
Zeyd b. Sabit vahiyleri imlada üstaddı. [293]
Kendisinin vahiyden başka yazılacak yazıları yazdığı da olurdu. [294]
Peygamberimiz Aleyhisselam nazil olan âyetlerin hangi sûreye ve onun neresine konulacağını da yazıcıya bildirirdi. [295]
Bu da, Peygamberimiz Aleyhisselama Cebrail Aleyhisselam tarafından bildirilmiş bulunurdu.
Nitekim, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bana Cebrail (Aleyhisselam) geldi. Şu İnnallâhe ye'muru bil'adli...1 âyetini şu sûrenin şurasına koy¬mamı bana emretti" buyurmuştur. [296]
Zeyd b. Sabit der ki:
"Vahyi Resûlullah Aleyhisselamın huzurunda yazardım.
Yazıp bitirdiğim zaman:
'Yazdığını oku!1 buyururdu.
Eğer ondan yazılmayan birşey kalmışsa eklettirir, fazla birşey olmuşsa çıkarttırırdı. [297]
Bana:
'Ey Zeyd! Sen Yahudilerin yazısını benim için öğren!
Ben, vallahi, bana ait yazılar hakkında Yahudilere hiç emniyet edemem, güvenemem!' buyururdu.
Ben de, yanm ay geçmeden onu öğrendim ve hatta İbranice okuyup yazmakta maharet kazandım.
Yahudilere birşey yazacağı zaman, onu, Resûlullah Aleyhisselam için ben yazardım. [298]
Resûlullah Aleyhisselam bana:
'Sen Süryanice'yi de güzelce yazabilir misin? Bana Süryanice yazılar geliyor1 buyurdu.
Ben:
'Hayır! Süryanice yazmasını bilmem!' dedim.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Sen onu da öğren!' buyurdu.
On yedi günde de, onu öğrendim..." [299]
Bunun üzerine, Zeyd b. Sabit, Peygamberimiz Aleyhisselama gelen Süryanice yazılan da okur-du. [300]
Vahiy yazılırken, kağıt yerine, kürek kemikleri, [301] yassı hurma dalları, beyaz ve yassı taşlar, [302] yazı yazmaya elverişli bez ve hırka parçaları... gibi şeyler kullanılırdı. [303]
7- Zübeyr b. Avvam,
8- Halid b. Saîd,
9- Eban b. Saîd, [304]
Halid b. Saîd, Besmele'yi ilk yazan zât idi. [305]
Peygamberimiz Aleyhisselam şahıslarla ilgili yazılarından bazılarını ona yazdırmiştir. [306]
10- Hanzaletü'l-Üseydî,
11- Alâ b. Hadramî,
12- Halid b. Velid,
13- Abdullah b. Revâha,
14- Muhammed b. Mesleme,
15- Abdullah b.Sa'd,
16- Abdullah b. Übeyy b. Selûl,
17- Mugîre b. Şube,
18- Amr b.Âs,
19- Muaviye b. Ebu Süfyan,
20- Cüheym b. Salt,
21- Muaykıb b. Ebi Fâtıma,
22- Şurahbil b. Hasene, [307]
23- Abdullah b.Zeyd, [308]
24- Erkam b. Ebi'l-Erkam, [309]
25- Ukbe, [310]
26- Alâ b. Ukbe. [311]
27- Sabit b. Kays b. Şemmas, [312]
28- Talha b. Ubeydullah,
29- Yezid b. Ebu Süfyan,
30- Ebu Eyyub Halid b. Zeyd el-Ensârî,
31- Büreyde b. Husayb,
32- Husayn b. Numeyr,
33- Ebu Seleme el-Mahzumî,
34- Abdullah b. Abdulesed,
35- Huvaytıb b. Abduluzzâ,
36- Ebu Süfyan b. Harb,
37- Hâtıb b. Amr. [313]
38- Abdullah b. Erkam,
Peygamberimiz Aleyhisselamın annesi Hz. Âmine, Abdullah'ın babası Erkam'ın halası idi. [314]
Peygamberimiz Aleyhisselama biryazı geldiği ve:
"Buna, benim tarafımdan, kim cevap yazar?" diye sorduğu zaman, mecliste Hz. Ömer gibi zâtlar bulunduğu halde, Abdullah b. Erkam:
"Ben!" derdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da onayazdınr, mühürletirdi.
Kendisi güvenilir bir zât olduğu için, Peygamberimiz Aleyhisselam, hükümdarlardan gelen yazıları yanında saklamasını da ona emrederdi.
Abdullah b. Erkam, Peygamberimiz Aleyhisselamdan sonra, Hz. Ebu Bekir'in ve Hz. Ömer'in de yazı lan nı yazardı. [315]
Hz. Ömer onu Beytülmâl (Hazine) Bakanlığına da tayin etmişti.
"Ben Allah'a karşı Abdullah b. Erkam'dan daha haşyetli, daha korkulu ve saygılı bir kimse görmed¬im!" der;
Kendisine de:
"Eğer senin geçmiş kavimlerde bir benzerin olsaydı, ben hiçbirini sana tercih etmezdim!" derdi.
Hz. Osman da, Abdullah b. Erkam'ı Beytülmâl (Hazine) Bakanlığına otuz bin, diğer rivayete göre yıllık üçyüz bin dirhem tahsisatla tayin etmişse de, Abdullah b. Erkam kabul etmemiş;
"Ben bu vazifeyi Allah için yaptım. Benim ecrim de Allah'a düşer!" demiştir. [316]

Ölüsünü Yerin Dışarı Attığı Mürted Adam

Kur'ân-ı Kerîm'de de açıklandığı üzere; Ehl-i Kitabdan (Yahudilerden, Hıristiyanlardan) bir güruh, İslâmiyeti Medine'de önlemek için:
"Kendilerine indirilene iman edenlere gündüzün evvelinde inanınız ve gündüzün sonunda ise inkâr ediniz! Olur ki, mü'minler dinlerinden dönerler!" demekte idiler. [317]
Nitekim, Neccar oğullarından Hıristiyan bir adam vardı ki, [318] Müslüman olup Bakara ve Âl-i İmran sûrelerini ezberlemiş, [319] Müslümanlar arasında da, büyük bir itibar kazanmıştı. [320]
Kendisinin vahiy yazdığı da olurdu.
Tekrar Hıristiyanlığa döndü [321] ve:
"Muhammed, benim kendisine yazdığımdan başka birşey bilmiyor!" diyerek yaygaraya başlayınca, Allah onu öldürdü. [322]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yer onu kabul etmez!" buyurdu. [323]
Adamı gömdüler. Fakat, sabah olunca, [324] gömüldüğü yerin onu dışarı attığını gördüler. [325]
"Bu, Muhammed ile ashabının işidir!
Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu adamımızın kefenini soydular ve onu meydanda bıraktılar!" diyerek iftira ettiler.
Tekrar, derin bir çukur kazarak, adamlarını oraya bıraktılar.
Sabah olunca, yerin onu dışarı attığını gördüler!
Yine:
"Bu da Muhammed ile ashabının işidir! Onların aralarından çıkıp kaçtığı için, kefenini soyup bu adamımızı kabrin dışına bıraktılar!" dediler.
Bu seter, güçlerinin yettiği derecede derin bir çukur daha kazarak, onu içine bıraktılar.
Sabah olup da yerin onu yine dışarı attığını gördükleri zaman, bu işin insanlar tarafından yapıl¬madığını anladılarve onu açıkta bıraktılar. [326] Adamın böyle açıkta bırakılmış olduğunu görüp "Nedir bu adamın hali?" diye sorulduğu zaman:
"Onu tekrar tekrar gömdüğümüz halde, yer kabul etmiyor!" dediler. [327]

Muhacirlere Medine'de Ev Yerleri, Arazi ve Hurmalık Dağıtılışı ve Tapu Fermanları Yazılıp Verilişi

Muhacirleri Medine'de birer yuva sahibi yapmak için, Ensar, arsa, arazi ve hurmalıklarının fazlalarını Peygamberimiz Aleyhisselama bağışladılar ve:
"Yâ Rasûlallah! İstersen, evlerimizi de bizden al!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam onlara hayırdua etti. [328]
Herkesten önce, evlerinden ve arazisinden bir kısmını ayırarak Peygamberimiz Aleyhisselama bağışlayan da, Harise b. Numan'dı. [329]
Peygamberimiz Aleyhisselam, bu bağış üzerine, Muhacirlerden her birine ev yerleri ayırdı. [330]
Amr b. Hureys'e verdiği ev yerinin hududunu bir yayla çizdi. [331]
Zübeyr b. Avvam'a arazi ve hurmalık. [332]
Abdurrahman b. Avf'a hurma fidanlığı verdi. [333]
Peygamberimiz Aleyhisselam; verdiği yerler hakkında da, yeni sahiplerine tapu fermanları yazdırıp verirdi. [334]
Peygamberimiz Aleyhisselamın verdiği fermanlardan ikisinde şöyle denilmektedir:
"Bismillâhirrahmânirrahîm.
Bu, Muhammed Resûlullah'ın, Seleme b. Malik es-Sülem?ye ayırıp verdiği yer hakkındaki yazıdır:
Resûlullah, Zâtü'l-Hanazî'den Zatü'l-Esâvid arasında olan yeri ona verdi.
O yerde hiç kimse hak iddia edemez. Hak iddia edenin iddiası bâtıldır, boştur. Hak, Seleme'nin hakkıdır. [335]
Ali b. Ebi Talib ve Hâtıb b. Ebi Beltea şahittir. [336]
"B ismi llâhirrahm ânirrahîm.
Bu, Muhammed Resûlullah tarafından Zübeyr b. Avvam'a verilen yazıdır
Ben, ona Şevak'ın yukarısını ve aşağısını verdim.
Hiç kimse onun üzerinde bir hak iddia edemez.
Ali yazdı." [337]

Medine Çarşısının Kuruluşu ve Ticarî Hayatın Düzene Konuluşu

Peygamberimiz Aleyhisselam Medineli Müslümanlara Yahudilerinkinden ayrı bir çarşı ve pazaryeri göstermek isteyerek, Zübeyr b. Avvam'a verdiği arazinin bir tarafına bir çadır kurdurup:
"Sizin pazaryeri ve çarşınız, şimdilik burasıdır!" buyurdu.
Fakat, Yahudilerin başkanlarından Ka'b b. Eşrefin gidip oradaki çadırın iplerini kestiği görülünce, oradan vazgeçildi.
Bir adam gelip:
"Yâ Rasûlallah! Ben Medine çarşısı için münasip bir yer gördüm, oraya da bir bakmaz mısınız?" deyince, Peygamberimiz Aleyhisselam oraya gitti ve ayağını yere vurarak:
"Sizin çarşınız, pazarınız burasıdır.
Şurasından hiçbir şey kısılmaz ve buraya vergi de salınmaz!" buyurdu.
Sonra da, Sâide oğullarının yanına vardı ve onlara:
"Kabristanınızı bana veriniz. Orayı çarşı ve pazar yeri yapacağım" buyurdu. Sâide oğullarının bazıları verdiler.
Bazıları ise:
"Orası bizim hem kabristanımız, hem de kadınlarımızın çıkma yeridir" dediler.
Fakat, sonradan, birbirlerini kınadılar. Vermek istemeyenler de verenlere katıldılar. Orayı çarşı ve pazar yaptılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam; çarşı ve pazarla, alıcılar ve satıcılarla, alınan ve satılanlarla yakın¬dan ilgilenirdi.
Bir gün, Medine'nin yeni çarşısına uğramıştı.
Orada kurulmuş bir baraka gördü.
"Kimindir bu baraka?" diye sordu.
"Harise oğullarından filan adamın!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yakınız onu!" buyurdu, yaktılar.
Peygamberimiz Aleyhisselamdan sonra, Dört Halife Devrinde de, bu çarşı ve pazaryerinin herhangi bir şekilde işgaline meydan verilmedi . [338]
Kays b. Ebi Garze der ki:
"Resûlullah Aleyhisselamın devrinde [339] bize simsarlar denirdi. [340]
Resûlullah Aleyhisselam, bize uğrayıp, bundan daha güzel [NesaPye göre: daha hayırlı] birisim ver¬erek:
'Ey tacirler topluluğu! [341] Muhakkak ki, alışverişte [342] şeytan, günah, [343] yalan, [344] boş Iaf [345] ve yemin bulunur. [346]
Bunun için, siz ona, alışverişinize sadaka karıştırınız!' buyurdu." [347]
Rifâa b. Râfi de der ki:
"Biz, Resûlullah Aleyhisselamla birlikte çıkıp gidiyorduk.
Bir de baktık ki, halk sabah erken alışveriş yapıyorlar!
Resûlullah Aleyhisselam onlara:
'Ey tacirler topluluğu!' diyerek seslendi.
Onlar boyunlarını uzattılar, gözlerini Resûlullah Aleyhisselama diktiler. [348]
Resûlullah Aleyhisselam:
'Şüphe yok ki, tacirler Kıyamet günü fâcirler olarak diriltilirler.
Ancak, Allah'tan korkup yeminine bağlı kalan ve sözünde doğru olan bundan müstesnadır1 buyur¬du " [349]
Ebu Hureyre'nin bildirdiğine göre; Peygamberimiz Aleyhisselam bir ekin yığınının yanına uğrayıp, elini onun içine daldırmıştı.
Parmaklarına ıslaklık dokununca:
"Ey ekin sahibi! Nedir bu?" diye sordu.
Ekin sahibi:
"Yâ Rasûlallah! Ona yağmur değmişti!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O ıslak kısmı insanların görmeleri için ne diye ekinin üstüne çıkarmadın?!
Aldatan kimse [350] benden. [351] bizden [352] değildir!" buyurdu. [353]
Peygamberimiz Aleyhisselam;
Çarşı ve pazarda satılacak şeyleri çarşı ve pazara getirilmeden yolda karşı lam ayı, [354] satın alınan yiyeceği ve herşeyi tamamıyla teslim almadan satmayı, [355] veya yanında bulunmayan bir malı çarşıdan satın alıp müşteriye satın ayı, [356] birbirlerinin satışı üzerine satış yapmayı, müşteri kızıştırmayı., yasaklamış; [357]
"Satacağı zaman kolaylık gösteren, satın alacağı zaman kolaylık gösteren, hakkını isterken kolaylık gösteren [358] kişiye, [359] kula [360] Allah rahmet etsin!" buyurmuştur. [361]

Medine'de Adalet İşlerinin Düzenlenişi ve Yürütülüşü

Kur'ân-ı Kerîm'de açıklandığına göre; Peygamberimiz Aleyhisselam Medine'de Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar tarafından kendisine getirilen her çeşit davayı ve anlaşmazlıkları adalet dairesinde hal ve fasi edecekti. [362]
Bu husus; mü'min, müşrik, Yahudi.. bütün Medineliler için yazılan Medine Yönetmeliğinde de kab¬ullenilmiş ve açıklanmış bulunuyordu. [363]
Hâkimlik, aslında, şerefli olduğu kadar, ağır sorumluluk da taşıyan bir görevdir.
Peygamberimiz Aleyhisselam bu hususta şöyle buyurmuşlardır
"Kadılar (hâkimler) üçe ayrılır
Biri Cennette,
İkisi ateşte (Cehennemde)dir!
Hakkı bilen ve ona göre hüküm veren kişi Cennettedir!
Hakkı bilen ve fakat hükmünde zulme, haksızlığa sapan kişi ateşte (Cehennemde)dir!
Hakkı bilmediği halde insanlar arasında hüküm veren kişi de ateşte (Cehennemde)dir!" [364]
"Hâkim zulmetin edikçe, hiç şüphesiz Yüce Allah onunla birliktedir.
Haksızlığa saptığı zaman, onu nefsiyle başbaşa bırakır!" [365]
"Hâkim, hüküm verirken, içtihadda da bulunur.
İçtihadında isabet ederse, onun için iki ecir vardır.
Fakat, hüküm verirken, içtihadda bulunur da yanılırsa, ona bir ecir vardır." [366]
"Hiç kimse, sinirli olduğu halde, iki kişi arasında hüküm vermesin!" [367]
"Sizlerden biri Müslümanlar hakkında hüküm vermek durumunda kaldığı zaman, sinirli iken hüküm vermesin!
Onlara (davacıya ve dava olunana), bakışta, oturma yerinde ve işaret etmede kendilerine eşit davranılmasını
sağlasın." [368]
Peygamberimiz Aleyhisselam, muhakeme edeceği zaman, davacıyı da, dava olunanı da önünde oturturdu. [369]
Hz. Ali'yi Yemen'e kadı olarak gönderirken:
"Haklarında hüküm vereceğin iki kişiden birisi hakkında, ötekini dinlemedikçe hüküm verme! Böyle yaparsan, nasıl hüküm vereceğin sence belli olur!" buyurmuştur. [370]
Peygamberimiz Aleyhisselam, davacıdan, davasına delil ve şahit getirmesini ister; getiremediği takdirde, dava olunana yemin teklif eder [371] ve:
"Davacının sende birşeyi, bir hakkı bulunmadığına dair, Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin et!" buyurarak yemin ettirirdi . [372]
"Ben de, nihayet, bir beşerim. Siz bana davanızı getiriyorsunuz. Olur ki, bazınız hüccetini, delilini bazınızdan daha iyi anlatır da, ben de kendisinden dinlediğime göre hüküm vermiş bulunurum.
O halde, ben her kime din kardeşinin hakkından bu suretle birşey bölmüş olursam, onu hemen alıvermesin. [373] bıraksın. [374]
Çünkü, ben ona bununla ancak ateşten bir parça bölüp vermiş oluyorum demektir!" buyururdu. [375]
Biri Hadramevtten, diğeri Kinde'den iki kişi gelip, [376] Yemen'deki bir yer hakkında Peygamberimiz Aleyhisselama başvurdular.
Hadramevtli olan:
"Yâ Rasûlallah! Şu adam [377] ve babası, [378] bana babamdam kalan [379] yerimi gaspetti" dedi. [380]
Kindeli olan ise:
"Yâ Rasûlallah! O yerim bana babamdan miras kaldı. [381]
Orası benim elimde ekip biçtiğim biryerimdir.
Bunun orada hiçbir hakkı yoktur!" dedi. [382]
Hadramevtli ise, kendilerine ait olan bu yerin dava olunanın babası tarafından gaspedildiğini ken¬disinin de bildiğini ileri sürdü. [383]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Arazinin sana ait olduğu hakkında bir beyyinen (delilin) var mı?" diye sordu.
Hadramevtli:
"Yoktur!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Öyle ise, senin için, onun yemini var!" buyurdu.
Hadramevtli:
"Yâ Rasûlallah! Bu kişi birfâcirdir, yaptığı yemine aldırış etin ez! Hiçbir şeyin günahından da sakınır değildir!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ondan sana, yapacağı yeminden başka birşey yok!" buyurdu.
Kindeli yemin etmeye gidince, [384] hazırlanınca, [385] Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Eğer bu adam hakikaten onun malını haksız olarak yemek için yemin ederse, muhakkak, Yüce Allah'ın gazabına uğramış olarak huzura çıkar!" buyurdu. [386]
Bunun üzerine, Kindeli:
"O yer bunundur [387] ve babasınındır" dedi. [388]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yalan yemini ile Müslüman bir kişinin hakkını alan kimseye, Yüce Allah Cenneti haram, Cehennemi vacip kılar!" buyurunca;
"Az birşey olsa da mı yâ Rasûlallah?" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"İrak ağacından birçubuk da olsa! [389]
İrak ağacından birçubuk da olsa!
İrak ağacından birçubuk da olsa!" buyurdular. [390]
Eş'as b. Kays der ki:
"Benimle Yahudilerden bir adam arasında bir arazi vardı.
Yahudi, benim onun üzerindeki hakkımı inkâr etti.
Ben de onu Resûlullah Aleyhisselamın huzuruna götürdüm.
Resûlullah Aleyhisselam, bana:
'Senin bu hususta beyyinen (delilin) var mı?' diye sordu.
Ben:
'Yoktur!' dedim.
Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam, Yahudiye:
'Yemin et!' buyurdu.
Ben:
'Yemin ona düşünce, o yemin eder ve malımı götürür!' dedim ." [391]
Yemin ettirilecek kimseler Yahudi iseler, Peygamberimiz Aleyhisselam onlara:
"Musa (Aleyhisselam)a Tevrat'ı indiren Allah hakkı için and veriyor, soruyorum..." diyerek yemin verirdi. [392]
Anlattığımız hadise hakkında nazil olan [393] âyette şöyle buyuruldu:
"Onlar, Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini az bir değerle değiştiren, satanlardır-ki, işte onların, ahirette hiçbir nasibi yoktur.
Allah, Kıyamet günü, onlara Kelamıyla hitap etineyecek, onların yüzlerine bakmayacak, kendilerini temize çıkarmayacaktır.
Elem verici bir azab da, onlar içindir." [394]
Muhakeme sırasında taraflar sulh olmak istedikleri zaman, Peygamberimiz Aleyhisselam onların bu isteklerini kabul eder ve:
"Müslümanlar arasında sulh caizdir. Ancak, haramı helalleştiren ve helali haramlaştıran sulh caiz değildir!" buyururdu. [395]
Peygamberimiz Aleyhisselamın, Müslümanlardan bazılarına, Müslümanlardaki alacaklarından bir kısmını bağışlamalarını teklif buyurduğu da olurdu.
Ka'b b. Malik, bir alacağından dolayı İbn Ebi Hadred'le çekişmişler ve seslerini yükseltmişlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, evinden, onların sesini işitti. Kapısının perdesini açıp, Ka'b b. Malik'e:
"Ey Ka'b!" diyerek seslendi.
Ka'b b. Malik:
"Buyuryâ Rasûlallah! Emrine amadeyim!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sana olan boncunun yarısını buna bırak!" diye eliyle işaret buyurdu. [396]
Ka'b b. Malik:
"Yaptırın [397] yâ Rasûlallah! Bıraktım!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, İbn Ebi Hadned'e:
"Kalk, kalan borcunu öde ona!" buyurdu. [398]
Yahudi bilginlerinden Ka'b b. Esed, İbn Saluba b. Suriya, Şe's b. Kays, birbirlerine:
"Haydi Muhammed'e gidelim.
Olabilir ki, onu dininde bir fitneye, bir tuzağa düşürebiliriz! Nihayet, o da bir beşerdir!" diyerek, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına geldiler ve:
"Yâ Muhammedi İyi bilirsin ki, bizler Yahudilerin bilginleri, eşraf ve ulularıyız.
Biz sana tâbi olursak, Yahudiler de tâbi olurlar.
Onlar bize aykırı hareket etmezler.
Yalnız, bizimle kavmimizden bazıları arasında bir anlaşmazlık ve düşmanlık var.
Biz onlarla olan muhakememizi sana getirsek, sen onlar aleyhine ve bizim lehimize hüküm versen de, sana iman etsek, seni tasdik etsek olmaz mı?" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların bu isteklerini yerine getirmekten kaçındı.
Yüce Allah, bu hususta indirdiği âyetlerde [399] şöyle buyurdu:
"Onların aralarında-Allah'ın sana indirdiğine göre-hüküm ver. Onların keyiflerine uyma!
Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptıracaklar diye, sakın!
Eğer onlar yüz çevirirlerse, bil ki; Allah onların bazı günahları sebebiyle başlarına bir musibet getirmek istiyor.
İnsanlardan birçoğu, muhakkak, fâsıktırlar.
Onlar hâlâ Câhiliye devrinin o kötü hükmünü mü arıyorlar?!
İmanını yakın derecesine ulaştıran bir kavim nazarında, Allahtan daha güzel hüküm veren kim var?" [400]
Yahudilerden bir erkekle bir kadın zina ettiler. Yahudi bilginleri, Beytül-Midras'ta, bu işi konuşmak üzere toplanmışlardı.
Yahudi bilginleri:
"Bu adamı ve kadını Muhammed'e gönderiniz!
Bunlar hakkında nasıl hüküm verileceğini ona sorunuz bakalım?
Eğer o onlar hakkında sizin yaptığınız tecbiye gibi; elyaftan örülmüş zifte bulanmış bir iple dövüldük¬ten sonra yüzlerinin karalanmasına, sonra da iki merkebe ters olarak bindirilmelerine hüküm verirse, ona tâbi olunuz!
Çünkü, o bir hükümdar demektir. Kendisini tasdik ediniz!
Eğer onlar hakkında recm cezası uygulanmasına hüküm verirse, o bir peygamberdir. Kendisinin elinizdekini, önünüzdekini çekip almasından sakınınız!" dediler. [401]
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına, yüzü karalanmış, dayak atılmış bir Yahudi getirdiler. [402]
"Yâ Muhammedi Bu adam, evlendikten sonra, evli bir kadınla zina etti.
Sen bunlar hakkında hükmünü ver!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam kalkıp Beytü'l-Midnas'a kadar gitti.
Yahudilerin bilginleri de oraya gelmişlerdi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ey Yahudi cemaati! Bilginlerinizi yanıma çıkarınız!" buyurdu.
Yahudiler Abdullah b. Suriya'yi, Ebu Yâsir b. Ahtab ve Vehb b. Yahuza ile birlikte çıkardılar ve:
"İşte, bunlar bizim bilginlerimizdir" dediler.
Abdullah b. Suriya'nın, Medine'de kalan Yahudi bilginlerinden, Tevrat'ı en iyi bilen kimse olduğunu da söylediler.
Abdullah b. Suriya, onların en genci idi. [403]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Siz zina eden kimsenin haddini (cezasını) Kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?" diye sordu.
Yahudiler
"Evet!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam, onların bilginlerinden bir adamı çağırıp, [404] ona:
"Ey Ibn Suriya! Ben sana Allah adına and veriyor ve Allah'ın İsrail oğullarını uğrattığı ibtila [bela] günlerini hatırlatarak s örüyorum: [405]
Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah hakkı için söyle! Kitabınızda zina cezasını böyle mi buluyorsunuz?" buyurdu.
Abdullah b. Suriya:
"Hayır! Eğer sen bana bu sözle sormasa idin, sana haber vermezdim.
Biz onu recm olarak buluyoruz!
Fakat, ne yapalım ki, bu iş eşrafımız arasında çoğaldı.
O hale geldik ki, şerefli birini yakalarsak onu bırakıyoruz, zayıfı yakalarsak ona haddi vuruyoruz!
'Geliniz; soyluya da, soysuza da uygulayacağımız birşey üzerinde birleşelim!' dedik.
Kömüre boyamakla dayak atmayı, recm cezasının yerine koyduk! [406]
Vallahi, yâ Ebe'l-Kâsım! Bunlar, senin gönderilen peygamber olduğunu çok iyi biliyorlar, fakat seni kıskanıyorlar!" dedi.
Bundan sonra, kendisi de aynı hastalığa tutulup, Peygamberimiz Aleyhisselamın peygamberliğini inkâr yoluna saptı. [407]
Peygamberimiz Aleyhisselam, onlara:
"Ellerinizde bulunan Tevrafı getiriniz!" buyurup, okutturdu.
Okuyan Yahudi, elini recm âyetinin üzerine koyup, onun önündekini ve sonundakini okudu.
Peygamberimiz Aleyhisselamın yanında bulunan ve Müslümanlığı kabul etmiş bulunan Abdullah b. Selam:
"Buna emir buyur da, elini kaldırsın!" dedi.
Yahudi elini kaldırınca, altındakinin recm âyeti olduğu görüldü! [408]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Yazıklar olsun size ey Yahudi cemaatı! Allah'ın, elinizdeki hükmünü terk etmeye sizi davet eden ne idi?" buyurdu.
Yahudiler
"Vallahi, o bizim aramızda uygulanagelmekte iken, kral ailesinden ve eşrafımızdan bir adam, [409] kralın amcasının oğlu, [410] evlendikten sonra [411] zina edince, kral onu koruyup recm ettirmedi.
Bundan sonra, halktan birisi zina ettiği, kral onu recm etmek istediği zaman, krala: [412]
'Vallahi [413] kralın amcasının oğlu [414] filan kişi de recm edilmedikçe, bu da recm edilemez!' dedil-er. [415]
Aralarında toplanıp necm cezasını tecbiyeye çevirdiler, [416] terk ettiler. [417] Recimi anılmaz ve uygu¬lanmaz ettiler, öldürdüler!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"O halde, Allah'ın emrini, Kitabını ilk ihya eden ve onunla amel eden benim! [418]
Ey Allah'ım! Onlar Senin emrini uygulamayıp öldürdükleri zaman, Senin emrini ilk uygulayan, ihya eden benim!" [419] dedikten sonra, onları getirtti. [420]
Recm edilmelerini emir buyurdu, recm olundular. [421]
Yüce Allah, indirdiği âyette [422] şöyle buyurdu:
"Ey Resûl! Kalbleriyle inanmadıkları halde, ağızlarıyla inandık diyen (münafık)la Yahudilerden o küfür içinde alabildiğine koşuşanlar, seni mahzun etmesin!
Onlar durmadan yalan dinleyen, senin huzuruna gelmeyen bir kavim hesabına casusluk eden (kimse)lerdir.
Onlar, kelimeleri, yerlerine konulduktan sonra, bir tarafa atarlar.
'Size şu verilirse, onu alın! Verilmezse, onu kabul etmekten çekinin!' derler.
Allah, kimin sapkınlığını irade ederse, artık sen Allah'ın ona ait iradesini önlemeye hiçbir veçhile muktedir olamazsın!
Onlar öyle kimselerdir ki, Allah onların kalblerini temizlemek istememiştir.
Dünyada hor hakir olmak onların hakkıdır.
Ahirette de, onlara pek büyük bir azab vardır!" [423]
Bir Yahudi de, [424] Medine'de [425] Ensar'dan [426] bir kadını [427] giderken [428] yakalayıp, [429] üzerinde¬ki zîneti [430] aldı. [431] Aldıktan sonra da, öldürmek maksadıyla [432] iki taş arasında onun başını [433] taşla vurup [434] ezdi. [435] Kadıncağıza, son dakikalarını yaşadığı sırada yetiştiler. [436] Kendisi, iki taş arasında başı ezilmiş bir halde bulundu. [437]
Ona birbiri ardınca bazı kimseler gösterilip:
"Bu mu o? Bu mu o?" diye soruldu.
En sonunda katil Yahudi getirilip gösterilince, kadıncağız ona başıyla işaret etti. [438]
Kadıncağız, en son dakikalarını yaşadığı, [439] dili tutulduğu sırada [440] Resûlullah Aleyhisselama getirildi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona, sanıklardan:
"Seni filan kişi mi öldürdü?" diye sondu. [441]
Kadıncağız, başını kaldırarak, [442] başı ile "Hayır!" diye işaret etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam, sanıklardan birisi hakkında:
"Seni filan kişi mi öldürdü?" diye sordu. [443]
Kadın başını kaldırarak: [444]
"Hayır!" diye başıyla işaret etti.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Seni filan kişi mi öldürdü?" [445] diye, Yahudinin ismini anarak sordu. [446]
Kadıncağız, başını önüne eğerek: [447]
"Evet!" diye başıyla işaret etti. [448]
Bunun üzerine, katil Yahudi yakalanıp [449] Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna getirilerek sorguya çekilince, suçunu itiraf ve ikrar etti.
Kendisi de aynı şekilde öldürülüp cezalandırıldı. [450]

Müslümanlara İçme Suyu Sağlanışı ve Bahçe Sulama İşinin Düzene Konuluşu

Peygamberimiz Aleyhisselam; Medine'ye geldiği zaman, Medine'de Rûıme kuyusundan başka tatlı su bulunmadığını görüp:
"Rûme kuyusunu; Cennette ondan daha hayırlısı karşılığında, kim satın almak [451] ve kendi kovasını Müslümanların kovalanyla eşit kılmak ister?" buyurunca, Hz. Osman onu [452] öz malından bir kısmiyia [453] satın alıp. [454] Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Rûme kuyusunu şu kadara satın aldım!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ecir ve sevabı sana ait olmak üzere, onu Müslümanlara vakfet, içir!" buyurdu. [455]
Rûme kuyusu, Akîkte, [456] Akîk vadisinin aşağısında, sel sularının biriktiği yerin yakınında idi.
Kuyunun çevresi taşla örülü, derinliği onsekiz, eni sekiz zira idi.
İki zira kadarı su ile dolu idi.
Rivayete göre; bu kuyuyu ilk önce Müzeyne kabilesinden bir adam kazdırmış, sonradan Rûmetü'l-Gıfârî'nin malı olmuştu. [457] Rûmetü'l-Gıfârî, kırbasını bir müdde (iki avuç dolusu şeye) satardı. [458]
Rûme kuyusu, birYahudinin de eline geçmişti.
Yahudi de, onun suyunu Müslümanlara satar, hiç kimseye parasız bir damla su içirmezdi. [459]
Hz. Osman Yahudiye gidip kuyuyu ondan satın almak istedi.
Fakat Yahudi tamamını satmaya yanaşmayınca, kuyunun yarı hissesini ondan oniki bin dirheme satın aldı ve ona:
"İstersen, su almak için iki gün benim hisseme ayır; istersen, bir gün bana, bir gün sana ayır!" dedi.
Yahudi:
"Olur! Bir gün senin için ayrılmış olsun, bir gün de benim için!" dedi.
Hz. Osman'ın su alma gününde, Müslümanların su alma ihtiyacına iki gün bile kâfi gelmedi.
Bunun üzerine, Yahudi:
"Sen benim kuyu işimi bozdun! Öteki yarı hisseyi de satın al!" dedi.
Hz. Osman onu da oniki bin dirheme satın aldı. [460]
Hz. Osman'ın Rûme kuyusunun tamamını otuzbeş veya kırk bin dirheme satın aldığı rivayeti de vardır. [461]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Medinelilerin sulama işlerini de düzene koydu.
Medine'nin Mehzur [462] ve Müzeynib [463] sulan hakkında:
"Yukarıda bulunanın, suyu, ayak bileklerine yükselinceye kadar tuttuktan sonra aşağıdakine salmasına hükmetti. [464]
Bathan vadisi suyu hakkında da aynı şekilde hüküm verdi.
Mehzur suyu hakkında verdiği hükme göre; hurmalık sahipleri suyu ayak bileklerine, ekinciler ise nalın (takunya)larının tasmalarına yükselinceye kadar tutacaklar, bundan sonra, kendilerinden aşağıda bulunanlara salacaklardı. [465]
Peygamberimiz Aleyhisselam, suyun fazlasını satmayı da yasakladı. [466]
"Otların korunması için suyun fazlası esirgenmez." [467]
"Kuyunun suyu, su almaya gelenlerden esirgenmez!" buyurdu. [468]

Evlenme İşlerinin Yoluna Konuluşu

Abdullah b. Abbas'ın bildirdiğine göre; Cahiliye devri insanları ölen babalarının kadınlarıyla evlen¬me ve bir erkeğin iki kızkardeşle evlenmesi dışında, Allah'ın haram kıldıklarını haram kabul ederlerdi. [469]
Cahiliye devrinde, bir adam öldüğü zaman, oğlu ölen babasının karısına vâris ve mâlik olur, kalkıp onun üzerine elbisesini atar, isterse onunla mehir vermeksizin evlenirdi. [470]
Nitekim:
Ebu Kays b. Eslet; ölen babası Eslet'in zevcesi Ümmü Ubeyd binti Damrâ'ya,
Esved b. Halef; ölen babası Halefin zevcesi Ebu Kalha'nın kızına,
Safvan b. Ümeyye; ölen babası Ümeyye b. Halefin zevcesi Fâhite binti Esved'e,
Manzurb. Rebab; ölen babası Rebab'ın zevcesi Müleyke binti Hârice'ye [471] eş olmuş;
Kays b. Ebi Kays da; babası öldüğü zaman, kalkıp elbisesini babasının zevcesi Kübeyşe binti Ma'n'ın üzerine atınıştı. [472]
Kadın, ona:
"Ben seni bir oğul sayıyorum.
Sen kavminin salihlerinden, iyi halli kişilerindensin.
Ben Resûlullah Aleyhisselama gidip danışacağım!" dedi, Peygamberimiz Aleyhisselama gitti:
"Ebu Kays öldü!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Hayra ersin!" buyurdu.
Kübeyşe Hatun:
"Onun oğlu benimle evlenmek istedi! O, kavminin salih, iyi hallilerinden bir kimsedir. Ben onu ancak bir oğul sayıyorum! Sen ne buyurursun?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen şimdi evine dön!" buyurdu. [473]
Yüce Allah Peygamberimiz Aleyhisselama bu münasebetle indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu:
"Babalarınızla evlenmiş olan kadınlarla evlenmeyiniz!
Ancak, bundan önce olan olmuş, geçen geçmiştir.
Şüphe yok ki, o bir hayasızlıktı! Allah'ın hışmına uğramaya bir sebepti. O ne kötü bir yoldu!
Analarınız,
Kızlarınız,
Kızkardeşleriniz,
Halalarınız,
Teyzeleriniz,
Erkek kardeşlerinizin kızları,
Kızkardeşlerinizin kızları,
Sizi emziren süt analarınızla süt kızkardeşleriniz,
Zevcelerinizin anaları,
Kendileriyle gerdeğe girdiğiniz zevcelerinizden doğmuş olup himayelerinizde bulunan üvey kızlarınız ile evlenmek size haram kılındı. Eğer üvey kızlarınızın analarıyla gerdeğe girmemiş iseniz, onlarla evlenmenizde size bir sakınca yoktur.
Kendi sulbünüzden gelmiş olan oğullarınızın zevceleriyle evlenmeniz,
İki kızkardeşi birlikte almanız da size haram kılındı.
Ancak, bundan önce olan olmuş, geçen geçmiştir.
Çünkü, Allah gerçekten yarlıgayıcı ve çok esirgeyicidir.
Bir de, harb esiri olarak ellerinizde bulunanlar müstesna olmak üzere, evli kadınlar...
İşte bütün bunlar, size Allah yazısı olarak haramdır.
Bunlardan başkası ise, zinadan kaçınarak namuslu yaşamak üzere mallarınızla talep edesiniz diye, size helal kılındı.
O halde, hangilerinden nikâh ile müstefid oldunuzsa, mehirlerini kendilerine veriniz ki, farzdır; o mehri kesiştikten sonra aranızda rızalaştığınızda da, bir vebal yoktur.
Şüphe yok ki, Allah hakkıyla bilicidir ve mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.
İçinizden her kim hür olan mü'min kadınları nikâh edecek genişliğe güç yetiremiyorsa, ona da ellerinizin altındaki mü'min cariyelerinizden var!
Allah kadrinizi imanınızla bilir.
Mü'minler hep birbirinizden sayılırsınız.
Onun için, fuhuşta bulunmayarak, gizli dost da edinmeyerek namuslu yaşadıkları halde, onları sahiplerinin izniyle nikâh ediniz ve mehirlerini güzellikle kendilerine veriniz.
Eğer evlendikten sonra bir fuhuş irtikap ederlerse, o vakit üzerlerine, hür kadınlar üzerine terettüp edecek cezanın yansı uygulanmak gerekir.
Bu, günaha girmek korkusu olanlarınız içindir.
Yoksa, sabretmeniz, sizin için daha hayırlıdır.
Bununla birlikte. Allah Gafûr'dur. Rahîm'dir." [474]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam;
Kadının halasının üstüne,
Halanın erkek kardeşinin kızının üstüne,
Kadının teyzesinin üstüne,
Teyzenin de kızkardeşinin kızının üstüne nikâhlanmasını menetti ve: "Ne büyük küçüğün üstüne, ne de küçük büyüğün üstüne nikâhlanabilir" buyurdu. [475]
İslâmiyetten önce, erkekler on kadınla veya ondan az yahut daha çok kadınla evlenirler ve yan¬larında da, bakımını üzerlerine aldıkları yetim kız çocukları da bulunur, onların mallarını yemek için, onlardan bazılarıyla evlendikleri de olurdu. [476]
Feyrûz Deylemî der ki:
"Peygamberimiz Aleyhisselama gidip, [477] 'Yâ Rasûlallah! [478] Ben nikâhım altında iki kızkardeş varken Müslüman oldum!?' dedim. [479]
Resûlullah Aleyhisselam:
'Onlardan birini, [480] hangisini istersen, [481] boşa!' buyurdu." [482]
Kays b. Haris de:
"Müslüman olduğum zaman nikâhım altında sekiz kadın bulunuyordu. Bunu Peygamberimiz Aleyhisselama anlatınca, Peygamberimiz Aleyhisselam:
'Onlardan dördünü kendine seç! (Diğerlerini bırak!)' buyurdu" demiştir. [483]
Gaylan b. Seleme'nin, Müslüman olduğu zaman, on kadını vardı. Onlar da Müslüman olmuşlardı. Peygamberimiz Aleyhisselam Gaylan'a on kadından dördünü tutmasını, ötekileri boşamasını emretmiştir. [484]
Sehl b. Sa'd derki:
"Bir kadın, Resûlullah Aleyhisselama gelerek:
'Yâ Rasûlallah! Ben kendimi sana hibe etmeye, bağışlamaya geldim!' dedi. [485]
Resûlullah Aleyhisselam, kadına baktıktan sonra, başını önüne eğdi. [486]
Kadın uzun bir süre ayakta dikildi. [487]
Resûlullah Aleyhisselamın kendisi hakkında bir karar vermediğini görünce, kadın olduğu yere otur¬du.
Resûlullah Aleyhisselamın ashabından [488] bir zât, ayağa kalkarak:
'Yâ Rasûlallah! Eğer bu kadına senin ihtiyacın yoksa, onu bana nikâhla!' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Sende ona [489] mehr olarak [490] verecek birşey var mı?' diye sordu. [491]
O zât:
'Yok vallahi yâ Rasûlallah!' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'Sen evine git de bak, birşey bulabilecek misin?1 buyurdu.
O zât gitti. Sonra, dönüp:
'Yok vallahi, hiçbir şey bulamadım!' dedi. [492]
Resûlullah Aleyhisselam:
'Demirden bir yüzük olsun bulmaya çalış!' buyurdu. [493]
O zât gitti. Sonra, yine döndü:
'Yok vallahi, yâ Rasûlallah! [494] Demirden bir yüzük de bulamadım! Ancak üzerimdeki şu kaftanım var! Onun yarısı, onun olsun!' dedi.
Resûlullah Aleyhisselam:
'O senin kaftanını ne yapsın?
Onu sen giymiş olsan, kadının üzerinde birşey kalmayacak!
Kadın giyse, senin üzerinde birşey kalmayacak!' buyurdu.
Bunun üzerine, adamcağız da oturdu. Bir hayli oturduktan sonra, kalktı. Dönüp giderken, Resûlullah Aleyhisselam onu gördü ve çağırılmasını emirbuyurdu. [495] Gelince, ona:
'Ezberinde Kur'ân'dan neler var?' diye sordu. [496]
O zât da, bildiği sûreleri:
'Filan filan sûreler ezberimdedir' diyerek saydı. [497]
Resûlullah Aleyhisselam:
'Onları ezberden okuyabilir misin?1 diye sordu. [498]
O zât:
'Evet!' dedi. Bunun üzerine, Resûlullah Aleyhisselam:
'O kadını sana ezberindeki Kur'ân ile tezvic ve temlik ettim. [499] Haydi, git! Kadın ezbere bildiğin Kur'ân'la sana temlik olundu. [500] Ona Kur'ân öğret!1 buyurdu." [501]
Amir b. Rebia'dan rivayet olunduğuna göre; Fezâre oğullarından bir kadın mehr olarak bir çift ayakkabı karşılığında nikâhlanmıştı. Resûlullah Aleyhisselam, ona:
"Nefsinin karşılığında (mehr olarak) bir çift ayakkabıya razı oldun mu?" diye sordu. Kadın "Evet!" deyince, Peygamberimiz Aleyhisselam bu nikâhı da caiz gördü. [502]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Dinini ve ahlâkını beğendiğiniz bir kimse sizden bir kadına talip olursa, onu ona nikahlayınız! Eğer
yapmazsanız, yeryüzünde fitne ve büyük fesad olur!" buyurunca: "Yâ Rasûlallah! Kendisinde mal ve denklik bakımından noksanlık varsa da mı?" dediler. Peygamberimiz Aleyhisselam, üç kere:
"Dinini ve ahlâkını beğendiğiniz bir kimse sizden bir kadına talip olursa, onu onunla evlendiriniz! Dinini ve ahlâkını beğendiğiniz bir kimse sizden bir kadına talip olursa, onu onunla evlendiriniz! Dinini ve ahlâkını beğendiğiniz bir kimse sizden bir kadına talip olursa, onu onunla evlendiriniz!" buyurdu. [503]
Cabir b. Abdullah evlendiği zaman, [504] Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Muhakkak ki, kadınla:
Ya dini için,
Ya malı için,
Ya güzelliği için, [505]
Ya da soyluluğu için [506] evlenilir.
Sen dindar olanı ele geçirmeye bak!
Yoksa iki elin yokluğa ve darlığa düşer!" buyurmuştur. [507]
Bir hadis-i şeriflerinde de:
"Nikâhın hayırlısı, en kolay olanıdır!" buyurulmuştur. [508]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ   İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:28 pm

Peygamberimizin Meşgul Olduğu ve Ashabını Yetiştirdiği Başlıca Konular

Peygamberimiz Aleyhisselamın sözleri, işleri ve gidişlerinden başlıcalan, meşhur hadis ve sünnet mecmualarında konulara göre tasnif edilen kitaplarda ve onların batılarında gösterilmiş olup.yüzbinlerce hadis içinden, sadece yedisinde ve meselâ:
Buharî'nin el-Câmiu's-Sahîh'inde 97 kitapta, 2884 babda,
Müslim'in el-Câmiu's-Sahîh'inde 54 kitapta, 5771 babda,
Ebu Davud'un Sünen'inde 40 kitapta, 1814 babda,
Tirmizî'nin Sünen'inde 46 kitapta, 2124 babda,
İbn Mâce'nin Sünen'inde 37 kitapta, 1512 babda,
Nesâî'nin Sünen'inde 51 kitapta, 2525 babda,
Dârimî'nin Sünen'inde 23 kitapta, 1373 babda yer alan konular, başlıca:

1- Vahiy,
2- İlim,
3- İman esasları,
4- Taharet, abdest, gusül, teyemmüm, sular ve çeşitleri,
5- Namaz ve namaza ait hükümler,
6- Cenazeye ait hükümler,
7- Oruç ve oruca ait hükümler,
8- Zekât ve zekâta ait hükümler,
9- Hac ve hacca ait hükümler,
10- Bazı âyetlerin tefsir ve izahları,
11- Kurbana ait hükümler,
12- Eti yenen ve yenmeyen hayvanlara ait hükümler,
13- Yemin ve adaklar,
14- Keffaretler,
15- Köle ve cariyelerle onları azad etmeye ait hükümler,
16- Edeblere dair hükümler,
17- Yeme, içme, giyinip kuşanma edebleri,
18- İzin isteme edebleri,
19- Selamlaşma edebleri,
20- Kalb inceliğine ait hükümler,
21- Hısım ve akrabalık ilişkileri,
22- Ahiret nimet ve azabı,
23- Kaza ve kader meseleleri,
24- Sağlık ve tedavi,
25- Zuhur edecek fitne ve fesatlara dair haberler,
26- Ahlâklı ve takvalı yaşamanın gerekliliği,
27- Dualar,
28- Allah yolunda cihad,
29- Alışverişlere ait hükümler,
30- Ticaretlere ait hükümler,
31- Borçlanmaya ve ödemeye ait hükümler,
32- Akitlere ait hükümler,
33- Havalelere ait hükümler,
34- Kefaletlere ait hükümler,
35- Vekâletlere ait hükümler,
36- Şirketlere ait hükümler,
37- Sulhlara ait hükümler,
38- Şartlara ait hükümler,
39- Ziraat ortaklığına ait hükümler,
40- Ağaç mahsulü ortaklığına ait hükümler,
41- Ortak mal ve arazinin idaresine ve taksimine ait hükümler,
42- Şuf'aya ait hükümler,
43- Yitik şeylere ait hükümler,
44- Gasp ve yok etme suçlarıyla ilgili hükümler,
45- Şahitliklere ve beyyinelere ait hükümler,
46- Rehine ait hükümler,
47- Hacra ait hükümler,
48- Kiraya ait hükümler,
49- Veraset ve mirasa ait hükümler,
50- Vasiyetlerle ilgili hükümler,
51- Evlenme ve boşanma ile ilgili hükümler,
52- Nafakaya ait hükümler,
53- Hibeye ait hükümler,
54- Cinayetler ve diyetlere ait hükümler,
55- Suçlar ve mahiyetlerine göre uygulanacak cezalar,
56- İrtidadla ilgili hükümler,
57- Vergilere ait hükümler,
58- Davalarla ilgili hükümler,
59- Hakimlik ve hakimliğe ait hükümler... gibi daha pek çok hükümleri kapsar ki, bu kadarı bile,
Peygamberimiz Aleyhisselamın tebligat ve icraatının genişliğini ve ağırlığını göstermeye yeter.
İnsan gücünün bu kadar konulara bizzat eğilmeye ve yetiştirilecek olanları yetiştirmeye nasıl yete-bildiğinin cevabı ise, Peygamberimiz Aleyhisselamın zamanın sonuna kadar bütün insanlara peygam¬ber olarak gönderildiğini [509] ve kendisinin bu husustaki üstün güç ve başarısının da ilahî destekten kay-naklandığını [510] unutmamaktan ibarettir.
Yukarıya sıralanan konulan oluşturan sayısız hadis ve sünnetleri, erkek kadın sahabiler, Peygamberimiz Aleyhisselamdan bizzat işitmek veya görmek, ya da birbirlerinden işitmek suretiyle rivayet etmiş olduklarına göre, kendilerinin de o konularda iyice bilinçlenmiş oldukları anlaşılır.
Hadis ve sünnet mecmualarına bakılınca, raviler arasında birçok kadınların da bulunduğu görülür.
Misal olarak, içinde en çok hadis ve sünnet toplanmış bulunan hadis mecmualarından, Ahmed b. Hanbel'in meşhur 6 ciltlik büyük hadis ve sünnet mecmuası olan Müsned'inin 6. cildini, başta Peygamberimiz Aleyhisselamın zevceleri olmak üzere, hemen hemen en çok kadınların rivayet ettikleri hadis ve sünnetler doldurur ki, bu, Müsned'deki hadislerin altıda biri demektir.
Hz. Ebu Bekir der ki:
"İnen Kur'ân ve Peygamberimiz Aleyhisselamın sünnetleri bize öğretildi de, biz bu sayede bilgi sahibi olduk, bilinçlendik." [511]
Ensardan Übeyy b. Ka'b da:
"Resûlullah Aleyhisselam; sabahımızda, akşamımızda, İslâm fıtratını, ihlası, Peygamberimiz Muhammed Aleyhisselamın sünnetini, hanif bir Müslüman olan, müşriklerden olmayan atamız İbrahim Aleyhisselamın dinini bize öğretirdi" demiştir. [512]
Bir gün, kadın sahabiler:
"Yâ Rasûlallah! Senin sözlerini dinlemek için, erkeklerden bize meydan kalmıyor! [513]
Kendin, bizim için bir gün tahsis et!
Senin yanına gelelim de, Allah'ın sana öğrettiğini [514] bize öğret!" dediler.
Resûlullah Aleyhisselam da:
"Filan gün filan saatte filan yerde toplanınız!" buyurdu.
Kadınlar toplanınca, yanlarına gitti.
Kendisine Allah'ın öğretmiş olduğu şeyleri onlara öğretti. [515]

Eğitim İşleri: Suffa ve Ashab-ı Suffa

İslâmiyet; büyük küçük herkese, Peygatm berim iz Aleyhisselamın Medine'deki Mescidinde öğretilmekte idi. "Mescide gelen, başka birşey için değil, ancak hayır için, hayrı öğrenmek veya öğret¬mek için gelir"di. [516]
Ashab-ı Suffa, Mescidin devamlı, yatılı öğrencileri idiler.
Kıble Kabe tarafına çevrilmeden önce, Mescidin kuzey tarafında hurma dallarıyla bir gölgelik yapılmıştı ki, Medine'de kavim ve kabileleri, evleri barklan bulunmayan sahabiler orada otururlardı ve kendilerine Ashab-ı Suffa denirdi. [517]
Ashab-ı Suffa'nın sayıları, seksenden fazla idi. [518]
İçlerinden evlenen, ölen, sefere çıkan olursa, sayıları azalırdı.
Ashab-ı Suffa geceleri namaz kılmak, Kur'ân okumak ve ders görmekle geçirirler; gündüzleri de su taşırlar, odun toplayıp satarlar ve onunla yiyecek satın alırlardı. [519]
Ashab-ı Suffa'nın bazan geceleri yetmişinin birden bir öğreticinin başında toplanıp sabaha kadar ders gördükleri olurdu. [520]
Ashab-ı Suffaya kurrâ denir, kabilelere gönderilecek Kur'ân ve sünnet öğreticileri de onların arasın¬dan seçilip gönderilirdi. [521]
Peygamberimiz Aleyhisselam; hurmalık sahiplerine, hurmalarını ağaçlarından topladıkları zaman, her on vesk (yük) hurmadan Ashab-ı Suffa için Mescide bir salkım getirip asmalarını emrederdi. [522]
Ashab-ı Suffa; Müslümanların yıldan yıla zekât ve sadakalarını verecekleri gerçek fukara züm¬resinden idiler. [523]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Kapı kapı dolaşmayı âdet edinip verilen bir-iki lokma veya hurma ile geri dönen, gerçekten yoksul değildir.
Gerçekten yoksul; zaruretini giderecek malı olmayan, buna rağmen dilenmekten sıkılan ve kendi¬sine sadaka verilmesi için muhtaçlığı bilinmeyen kimsedir" buyurmuşlardır. [524]

Hicve Hicivle Mukabeleye İzin Verilişi

Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre; Resûlullah Aleyhisselam Medine'ye gelince, Kureyş müşrikleri Resûlullah Aleyhisselamı ve onunla birlikte Ensarı da hicvetmeye başladılar. [525]
Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Yâ Rasûlallah! Ebu Süfyan b. Haris b. Abdulmuttalib de seni hicvediyor!" denildi. [526]
Kureyş müşriklerinden şair Abdullah b. Zibâra, Ebu Süfyan b. Haris, Amr b. Âs ve Dırâr b. Hattab Peygamberimiz Aleyhisselamı hicvedince, Müslümanlardan bir zât Hz. Ali'ye:
"Sen de onları hicvet!" demişti.
Hz. Ali:
"Resûlullah Aleyhisselam müsaade ederse yaparım!" dedi.
"Yâ Rasûlallah! Ona [Hz. Ali'ye] müsaade buyur!" dediler.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Bu istenilen şey onda yok!" buyurdu. [527]
Ensarın üç büyük şairi vardı:
Hassan b. Sabit,
Abdullah b. Revana,
Ka'b b. Malik. [528]
Ka'bb. Malik:
"Yâ Rasûlallah! Şiir söylemek hakkında ne buyurursun?" diye sormuştu.
Resûlullah Aleyhisselam:
"Mü'min; kılıcı ile de, dili ile de cihad eder." [529]
"Resûlullaha silahlarıyla yardımda bulunmuş olan bir kavmin, ona dilleri ile de yardımda bulun¬malarına ne mani var?" [530]
"Siz de Kureyşîleri hicvediniz!
Çünkü, bu, onlara ok atmaktan daha ağır gelir!" buyurdu. [531]
Ka'b b. Malik; kahramanlık destanları tarzında şiirler söyler
"Siz bize ne yapmaya kalkışırsanız, biz de size öyle yapar, hakkınızdan geliriz!" diyerek müşrikleri tehdit ederdi.
Abdullah b. Revâha; müşriklerin inançlarını ve tapınmalarını yerer, küfür ve müşrikliğin kötülüğünü ve gülünçlüğünü belirtirdi.
Hassan b. Sabit; Ensar şairlerinin en büyüğü idi. Kureyş müşriklerinin soy ve ahlâkyönünden bütün ayıp ve kusurlarını ortaya döker, kötülükle geçmiş olan günlerini dile getirirdi. Ensar şairlerinden, sözleri Kureyş müşriklerine en ağır geleni idi. [532]
Peygamberimiz Aleyhisselam önce Abdullah b. Revâha'ya, sonra Ka'b b. Malik'e, daha sonra da Hassan b. Sâbit'e, "Kureyş müşriklerini hicvediniz!" diye haber saldı . [533]
Hassan b. Sabit gelip Peygamberimiz Aleyhisselamın huzuruna girince:
"Kuyruğu ile iki böğrüne çarpan bu arslana haber salmanızın, 'Gel artık!' demenizin zamanı gelmiş" diyerek, dilini çıkarıp oynatmaya başladı [534] ki, dili [535] yılan dili gibiydi veyanı [536] siyahtı. [537]
"Seni hak (din ve Kitab) ile (peygamber) gönderen Allah'a yemin ederim ki; onları (bu) dilimle deri parçalar gibi parçalayacağım!" dedi.
Fakat, Peygamberimiz Aleyhisselam, ona:
"Sen hele acele etme!
Ebu Bekir Kureyşîlerin neseplerini (soylarını soplarını) en iyi bilen kişidir.
Benim de Kureyşîlerin içinde nesebim var! [538] Onların içindeki nesebim ne olacak? [539]
Ben onlardan olduğum halde, onları nasıl hicvedeceksin?" [540]
Sen o amcamın oğullarını hicvederken, onlarla birlikte bana da dokundurmuş olabileceğinden endişe ederim" buyurdu. [541]
Hassan b. Sabit:
"Ya Rasûlallah! Bana Ebu Süfyan'ı hiciv için izin ver?" dediği zaman da, Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Ben onun akrabası olduğum, o benim amcamın oğlu olduğu halde. [542] sen onu nasıl hicvede¬ceksin?!" buyurdu. [543]
Hassan b. Sabit, Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Seni kerîm kılan Allah'a yemin ederim ki, seni onlardan, tereyağdan kıl çeker gibi çeker çıkarırım!" dedi. [544]
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Sen hele Ebu Bekir'e git! [545]
O, Kureyş kavminin neseplerini senden daha iyi bilir. [546]
O sana benim nesebimi hülasa ve ayırd etsin!" buyurdu. [547]
Hassan b. Sabit, Hz. Ebu Bekir'in yanına vardı.
Hz. Ebu Bekir:
"Filanı, filanı geç! Falanı, falanı diline dola!" dedi. [548]
Hassan b. Sabit, Hz. Ebu Bekir'le konuştuktan sonra, Peygamberimiz Aleyhisselamın yanına döndü ve:
"Yâ Rasûlallah! O bana senin nesebini hülasa ve ayırd etti.
Seni hak (din ve Kitab) ile peygamber gönderen Allah'a yemin ederim ki; [549] nesebini onlardan, tereyağdan kıl çeker gibi çekip çıkaracağım, onları dilime dolayacağım!" dedi. [550]
Peygamberimiz Aleyhisselam da:
"Sen Allah ve Resûlü adına savunmada bulundukça, hiç şüphesiz Rûhu'l-Kudüs (Cebrail) seni desteklemeye devam edecektir!" buyurdu. [551]
Hassan b. Sabit; Ebu Süfyan b. Hâris'e hitaben söylediği hicviyede şöyle dedi:
"Hiç şüphesiz, şerefin hörgücü, en yükseği Âl-i Hâşim'den binti Mahzum oğullarındadır.
Senin baban ise, [552] köledir. [553]
Onlardan, Zühre oğullarını doğuranlar da şereflidirler.
Senin koca karıların ise, (şereflilik şöyle dursun), şerefe yaklaşamazlar bile!
Sen ne Abbas gibisin, ne onun anasının oğlu gibisin!
Fakat, sen, kendisi için şeref dikilemeyen bir asal etsizsin!
Sen, anası Sümeyye ve babasının anası da tanınmamış Semra olan bir adamsın!" [554]
"Sen kötü mayalısın!
Âl-i Hâşim içinde bir asalaksın, süvarinin arkasına asılan asalak gibi!" [555]
Abdulmuttalib'in oğullarından Ebu Talib ile Abdullah ve Zübeyr'in annesi Fâtıma binti Amr, b. Âiz, b. İmran, b. Mahzum'du.
Hz. Hamza ile Hz. Safiyye'nin annesi Hâle binti Üheyb (Vüheyb), b. Abdi Menaf, b. Zühreydi.
Hz. Abbas ile Dırâr b. Abdulmuttalib'in annesi Nüteyle binti Cenab, b. Küleyb, b. Malik, b. Amr, b. Âiz, b. Âmir, b. Nemr, b. Kâsıt'tı. [556]
Hassan b. Sabit, Ebu Süfyan b. Hâris'i anne tarafından asaletsizliğini başına kakarak susturmak istemiştir. [557]

Abdullah b. Übeyy'in Peygamberimiz Aleyhisselama Çatışı

Peygamberimiz Aleyhisselam; Bedir savaşından önce, bir gün, [558] üzerine Fedek işi saçaklı kad¬ifeden palan vurulmuş bir merkebe binip (o sırada çocuk bulunan) Üsâme b. Zeyd'i de terkisine aldı . [559]
Haris b. Hazrec oğulları mahallesindeki evinde hasta bulunan [560] Sa'd b. Ubâdeyi ziyarete gitti.
Yolda, Abdullah b. Übeyy b. Selûl'e, [561] köşkünün gölgesinde oturduğu ve çevresinde de kavmin¬den, [562] Müslümanlardan, putlara tapan müşriklerden ve Yahudilerden birtakım kimseler bulunduğu sırada rastladı ki, Abdullah b. Revâha da o mecliste bulunuyordu. [563]
Peygamberimiz Aleyhisselam; Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ü görünce, inip selamlamadan, görüşme¬den geçmeyi uygun görmedi. [564]
Merkebin durunca kaldırdığı toz meclisi kapladı.
Abdullah b. Übeyy kaftanıyla bumunu kapadı ve:
"Üstümüzü tozlatma!" dedi. [565]
Peygamberimiz Aleyhisselam, merkepten inip onlara selam verdi. [566] Biraz oturdu. [567] Kur'ân-ı Kerim okudu. Orada bulunanları Yüce Allah'a imana ve İslâmiyete davet etti. [568] Allah'ı hatırlattı. Onları ahiret azabıyla korkuttu, ahiret nimetleriyle müjdeledi.
Abdullah b. Übeyy b. Selûl ise susuyor, hiç konuşmuyordu.
Peygamberimiz Aleyhisselam sözlerini bitirdiği zaman, [569] Peygamberimiz Aleyhisselama:
"Ey kişi! Senin bu söylediklerin hak ve gerçekse, bundan daha güzel birşey olamaz!
Fakat, sen bizim meclisimize gelip de bizi bununla rahatsız etme! Konakyerine git! Sana gelen olur¬sa, bunları onlara anlat! [570]
Evinde otur!
Sana gelmeyen kimseyi bununla rahatsız etme ve onun meclisine de, onun hoşlanmadığı birşeyle gelme!" dedi.
Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün yanında bulunan Müslümanlardan [571] Abdullah b. Revâha ise:
"Hayır. [572] yâ Rasûlallah! [573] Sen onu bize getir!
Her zaman meclislerimize, evlerimize, barklarımıza buyur! [574]
Bizi meclislerimizde onunla bürü! [575]
Vallahi, o bizim sevdiğimiz şeylerdendir. Bize Allah'ın ikram ettiği ve bizi kendisine hidayet eylediği şeylerdendir. [576]
Biz onu çok severiz!" der demez, Müslümanlarla müşriklerve Yahudiler birbirlerine sövüp saymaya, vuruşmaya başladılar.
Hatta, birbirlerini öldürecek dereceye vardılar.
Peygamberimiz Aleyhisselam onları teskine çalıştı, yatıştı I ar. [577]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl; kavminden, o zamana kadar görmediği bir muhalefeti görünce, kendi kendine:
"Senin kölen senin hasmın olduğu zaman, zelil olur gidersin!
Seninle güreş tutanlar seni yıkarlar!
Şahin, kanadı olmadan, yerden fırlayabilir mi hiç?
Şayet bir gün onun yeleği kesilirse, o mutlaka düşer!" diyerek söylendi. [578]
Bunun üzerine, Peygamberimiz Aleyhisselam, merkebine binerek Sa'd b. Ubâde'nin evine varıp girdi. [579]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün söylediği söz, Peygamberimiz Aleyhisselamın yüzünde okunuyordu.
Sa'd b. Ubâde:
"Vallahi, yâ Rasûlallah! Ben senin yüzünde birşey görüyorum!
Sanki, hoşuna gitmeyen birşey işitmiş gibisin!?" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam:
"Evet! Öyle oldu. [580]
Ey Sa'd! Ebu Hubab'ın ne söylediğini duymadın mı?
O şöyle şöyle söyledi!" diyerek, [581] Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün söylediklerini Sa'd b. Ubâde'ye haber verdi. [582]
Sa'd b. Ubâde:
"Yâ Rasûlallah! [583] Sen ona yumuşak davran! [584] Onun kusurunu affet!
Sana Kitabı indiren Allah'a yemin ederim ki; Allah'ın iradesi sana peygamberlik vermek suretiyle tecelli etti.
Halbuki, şu beldeciğin (Medine'nin) halkı İbn Übeyy'e taç giydirmeye ve tacın üzerine de krallığa mahsus sarık sarmaya hazırlanmış bulunuyorlardı.
Fakat, Allah, sana ihsan buyurduğu peygamberlik hakkı ile, onların bu tasavvurlarını imkânsız hale koydu.
Bu mahrumiyetle, İbn Übeyy mahzun ve mükedder oldu.
Yâ Rasûlallah! İşte bu kederle, İbn Übeyy gördüğünüz çirkin harekette bulunmuştur. [585]
Vallahi, o umup durduğu krallığı kendisinden senin soyup aldığın görüşüne kapılmışür. [586]
Sen onu af buyur!" dedi.
Peygamberimiz Aleyhisselam da affetti. [587]
Zaten, Peygamberimiz Aleyhisselam da, ashabı da, Yüce Allah'ın bu husustaki buyruğuna [588] uyarak gerek müşriklerin, gerek Kitab Ehli olanların kusurlarını affediyor, işkencelerine katlanıyorlardı.
Nihayet, Yüce Allah onlarla savaşmaya izin verince, Bedir savaşı yapıldı.
Böylece, Yüce Allah Kureyş kâfirlerinin ulularını, azılılarını orada öldürdü.
Bunun üzerine, putlara tapan Medineli müşriklerden, İbn Übeyy'le birlikte hareket eden kişiler
"Artık, bu, zafer ve galebenin ona yöneldiğini açıkça gösteren bir vakıadır!" diyerek Peygamberimiz Aleyhisselama İslâmiyet üzerine bey'at edip Müslüman olmak zorunda kaldılar. [589]
Abdullah b. Übeyy b. Selûl de, kavminin böyle kendisinden ayrılıp uzaklaştığını ve İslâmiyete sarıldığını görünce, kalbinde taşıdığı olanca nifakı ve düşmanlığıyla birlikte, istemeyerek İslâmiyete girmek zorunda kaldı. [590]



________________________________________
CİHAD EMRİ

Yüce Allah Tarafından Müşriklerle Savaşa İzin Verilişi

Peygamberimiz (a.s.); Akabe bey'atından önce, müşriklerle savaşmaya mezun değildi.
Ancak müşrikleri Yüce Allah'ın birliğini kabule davet etmek, karşılaşılacak işkencelere katlanmak, cahillerin uygunsuz davranışlarına aldırış etmemek, göz yummakla memurdu.
Kureyş müşrikleri ise; Peygamberimiz (a.s.)a tâbi olanları, dinlerinden döndürmek için, işkenceden işkenceye uğratmakta idiler. Müslümanlardan kimi işkenceler altında dinlerinden döndürülmüş, kimi yurtlarını yuvalarını bırakarak Habeşistan'a, kimisi de Medine'ye hicret etmiş, dağılmışlardı.
Kureyş müşrikleri; Yüce Allah'a karşı azgınlaştıkları, O'nun kendileri için dilediği nimetleri red ve Resûlünü tekzib ettikleri; Allah'ın tevhid ve ibadet ehli olan ve Resûlünü doğrulayan, dinine sarılan kullarını da işkenceden işkenceye uğrattıkları ve yurtlarında yuvalarında tedirgin ettikleri zaman, Yüce Allah Peygamberimiz (a.s.)a onlarla savaşma izni verdi.
O zalimlere ve azgınlara karşı kendisine yardım edeceğini de va'd buyurdu. Müşriklerle savaşmaya ilk defa izin veren ve kan dökmeyi, Peygamberimiz (a.s.)a mubah kılan âyetlerde [1] şöyle buyu-ruldu:
"Kendileriyle çarpışılan (Müslüman)lara, zulme uğradıklarından dolayı, çarpışmaya izin verildi.
Şüphe yok ki, Allah onlara yardım etmeye her yerde her zaman kadirdir. Onlar (Müslümanlar), 'Rabbimiz Allah'tır' demelerinden başka bir sebep olmaksızın, haksız yere yurtlarından çıkarıldılar.
Eğer Allah insanların bazısının şerrini bazısıyla def'etmemiş olsaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içlerinde Allah'ın ismi çok anılan mescidler, muhakkak yıkılır giderdi.
Elbette ki, Allah kendisine yardım edenlere yardım eder.
Hiç şüphesiz, Allah Kavîdir. Kudretiyle herşeye üstün gelendir.
Onlara (Müslümanlara) yeryüzünde bir iktidar mevkii verirsek, namazı gereği gibi kılarlar, zekatı verirler. İyiliği buyururlar, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar.
İşlerin sonucu, döne dolaşa, Allah'a vanr." [2]
"Fitne kalmayıncaya kadar onlarla (müşriklerle) savaşın!
Vazgeçerlerse, artık, zalimlerden başkasına hiçbir husumet yoktur." [3]
Peygamberimiz (a.s.) müşrikler tarafından Mekke'den çıkarıldığı, çıkmak zorunda bırakıldığı zaman, Hz. Ebu Bekir
"Onlar peygamberlerini Mekke'den çıkardılar.
İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn=Biz Allah'ın kullarıyız ve hep O'na dönücüleriz.
Onlar (müşrikler), muhakkak, helak olacaklar!" demişti.
Yüce Allah "Kendilerine zulüm ve haksızlık yapılmış, harb açılmış olanlara, savaş için izin verildi. Şüphe yok ki, Allah onlara (Müslümanlara) yardıma elbette kadirdir" (Hacc: 39) ayetini indirdiği zaman da:
"Anladım ki, yakında bir çarpışma olacak!" demiştir. [4]

Gazâ ve Seriyyelerin Sayıları ve Gayeleri

Gaza; düşmanla çarpışmaya gitmek, [5]
Seriyye de; düşman üzerine gönderilen askerî birlikler demektir. [6]
Bunların en azı 5, en çoğu da 300-400 kişilik olur. [7]
Peygamberimiz (a.s.):
"Seriyyelerin hayırlısı 400 kişilik,
Ordunun hayırlısı da 4000 kişilik olanıdır.
12000 kişilik olan bir ordu ise, azlıktan dolayı yenilmez" buyurmuştur. [8]
Hadis ve siyercilerin genellikle kabul ettiklerine göre; Peygamberimiz (a.s.)ın bizzat hâzır bulundukları askerî hareketlere gazve; kendileri bulunmayıp Ashabdan herhangi birisinin kumandası altında düşman üzerine saldıkları askerî birliklere de seriyye denilmektedir.
Sayı bakımından en az olan askerî birliğe cerîde,
50 kişiden 400 kişiye kadar olan askerî birliğe seriyye,
100 kişiden 1000 kişiye kadar olan askerî birliğe ketîbe,
1000 kişiden 4000 kişiye kadar olan askerî birliğe ceyş,
4000 kişiden 12000 kişiye kadar olan askerî birliklere hamîs,
Birliklerin tümünü içine alan birliğe ise asker denilir. [9]
Peygamberimiz (a.s.)ın bizzat katıldıkları gazaların sayısı 27, Ashabdan birisinin kuman¬dası altında gönderdiği seriyyelerin sayısı da 47 idi. [10]
Mes'ûdî, Hayber'den Vâdi'l-kurâ'ya dönüşü ayrı bir gazve saydığı için, gazaların sayısını 28, seriyyelerin sayısını da 35 olarak gösterir ve Vâkıdî'ye göre seriyye sayısının 48 olduğunu ve 66'dır diyenler de bulunduğunu açıklar. [11]
Gazalardan 9'unda:
1- Bedir,
2- Uhud,
3- Müreysi1,
4- Hendek,
5- Kurayza,
6- Hayber,
7- Mekke'nin fethi,
8- Huneyn,
9- Taif gazalarında çarpışma yapılmıştır.
Bazılarına göre; Beni Nadîr'de de, Hayber'den dönülürken uğranılan Vâdi'l-kurâ'da da, Gâbe'de de çarpışma olmuştur. [12]
Peygamberimiz (a.s.); bir gazaya gitmek isteyince, gideceği ciheti ve maksadını tevriyen (başka mânâya da gelebilecek) kelimeler içinde gizlemeyi âdet edinmişti. [13]
Bunun içindir ki, kaynaklarda Bedir savaşından önceki seriyye ve gazvelerin gayeleri, cereyan tar¬zları ve neticeleriyle bağdaşamayacak şekilde telakki ve ifade edilmiştir.
Halbuki, bu seriyye ve gazveler, herşeyden evvel, Sa'd b. Muaz'ın da Ebu Cehil'e dediği gibi, hac yollarını Müslümanlara tıkayan Kureyş müşriklerine, buna karşılık Müslümanların da Suriye ticaret yol¬larını kesmek suretiyle kendilerini ticarî ve iktisadî sıkıntıya düşürebilecekleri uyarısında bulunmayı; ve aynı zamanda onların Müslümanlara karşı ne gibi bir hazırlıkta bulunduklarını öğrenmeyi, ileride yapıla¬cak savaşlarda bazı kabilelerin Kureyş müşriki eriyle birleşmelerini önlemeyi amaçlıyordu. [14]
Peygamberimiz (a.s.) da, vazifesinin esasını ve gayesini şöyle açıklamışlardır: "Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in de Resûlullah olduğuna şehadet getirinceye, namazı kılıncaya, zekat verinceye kadar, insanlarla savaşmak bana emrolundu. Onlar bunları yapınca, Müslümanlık hakkının gerektirdiği cezalar hariç olmak üzere, canlarını, mallarını elimden kurtarırlar." [15]
Ashabdan Abdullah b. Amr:
"Ya Rasûlallah! Bana cihad ve gaza hakkında bilgi ver?" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ey Abdullah b. Amr! Eğer sen Allah'ın rızasını umarak ve güçlüklere katlanarak çarpışırsan, Allah da seni Kıyamet günü o hal üzere diriltir.
Eğer sen gösteriş ve övünme için çarpışırsan, Allah da seni Kıyamet günü o hal üzere diriltir!" buyurdu. [16]
Peygamberimiz (a.s.)a bir çöl Arabi gelip:
"Şeref ve şan kazanmak veya övülmek veya ganimet elde etmek veya gösteriş için çarpışan kimse hakkında ne buyurursun?" diye sordu. [17]
Başka birisi de:
"Yâ Rasûlallah! Allah yolunda çarpışmak nedir? Kimi kızarak, kimi hamiyetinden dolayı çarpışıyor?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Kim yalnızca Allah'ın Kelimesi en yüce olsun diye çarpışırsa, işte onunkisi Allah yolundadır!" [18]
Bir adam da:
"Yâ Rasûlallah! Bir adam Allah yolunda çarpışmak ve aynı zamanda dünya mallarından birşeyler de elde etmek isterse, buna ne buyurulur?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ona bir ecir ve sevab yok!" buyurdu.
Halk, bu cevabı ağır bularak, adama:
"Sen Resûlullah (a.s.)a sorunu tekrarla!
Herhalde cevabı iyi anlayamadın!" dediler.
Adam:
"Yâ Rasûlallah! Bir adam Allah yolunda savaşmak ve aynı zamanda dünya mallarından da birşeyler elde etmek isterse ne buyurulur?" diye tekrar sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ona sevab yok!" buyurdu.
Adama:
"Sorunu bir kez daha tekrarla!" dediler.
O da üçüncü kez sorusunu tekrarladı, Peygamberimiz (a.s.) da:
"Ona sevab yok!" buyurdu. [19]

Peygamberimiz (a.s.)ın Savaş Birlikleri Kumandanlarına Emir ve Tavsiyeleri

Peygamberimiz (a.s.); ezan sesi işitilen memleketler üzerine yürümezdi. [20]
Gönderdiği askeri birliklere de:
"Bir mescid gördüğünüz veya müezzinin sesini işittiğiniz zaman, oradan hiç kimseyi öldürmeyiniz!" buyururdu. [21]
Müslim b. Haris et-Temimî demiştir ki:
"Resûlullah (a.s.) bizi bir seriyye içinde göndermişti. [22]
Megar mevkiine ulaştık. [23]
Oradaki kavme hücum ettik. [24]
Ben atımı şaha kaldırdım. [25] Arkadaşlarımı geçtim.
Feryad eden [26] kadınlar ve çocuklarla karşılaştık. Onlara:
'Korunmak ister misiniz?1 diye sordum.
'Evet!1 dediler. [27]
'Öyleyse, Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhû ve rasûlüh, deyiniz [28] de korununuz!' dedim. [29]
Dediler. [30]
Arkadaşlarım bana:
'Sen bizi hem ganimetin üzerine getirdin, hem de bizi ondan men [31] ve ganimeti bize haram ettin!' [32] diyerek beni kınadılar.
Resûlullah (a.s.)ın yanına döndüğümüz zaman da, [33] benim yapmış olduğum şeyi ona haber verdiler.
Resûlullah (a.s.) beni çağırıp, yaptığımı benim için güzel buldu [34] ve:
'Hiç şüphesiz, Allah sana onlardan her bir insan için şu kadar şu kadar ecir ve sevab yazdı!' buyur-du" [35]
Peygamberimiz (a.s.); bir orduya veya bir seriyyeye kumandan tayin ettiği, [36] bir orduyu veya askerî birliği göndereceği zaman, kumandana: [37]
Allah'a karşı takvalı ve yanındaki Müslümanlara karşı hayırlı olmayı, iyi davranmayı tavsiye eder, sonra da şöyle buyururdu:
"Allah'ın ismiyle, Allah'ın yolunda gaza ediniz! Allah'ı tanımayanlarla çarpışınız! [38] Gaza ediniz! [39]
Ganimet mallarına hıyanette bulunmayınız!
Gadr etmeyiniz! Burun, kulak kesmeyiniz! Küçük çocuk [Ebu Hanifeye göre; küçük çocuk ve yaşlı] öldürmeyiniz!
Müşriklerden olan düşmanımla [Ebu Hanife'ye göre; düşmanınızla] karşılaştığın [Ebu Hanife'ye göre; karşılaştığınız] zaman, onları [40] üç haslete, [41] üç hasletten birini kabule davet et! [42]
Onların hangisinde sana icabet ederlerse, icabetlerini kabul et ve kendilerini serbest bırak!:
1) Onları İslâmiyete davet et! [43] Davetine icabet ederlerse, onların icabetlerini kabul et ve kendilerini serbest bırak! [44] Sonra, onları kendi yurtlarından Muhacirlerin yurtlarına göçmeye davet et ve kendilerine bildir ki; onlar bunu yaparlarsa Muhacirlere olan onlara da olacak, Muhacirlere olmayan onlara da olmayacaktır! Yurtlarından göçmeyi kabul etmezlerse, onlara bildir ki; kendileri Müslümanların bedevileri gibi ola¬caklar, kendilerine Allah'ın bedevî olan Müslümanlar hakkında cari olan hükmü uygulanacak; -Müslümanlarla birlikte cihada katılmadıkları için-ganimet ve haraçta bir payları olmayacaktır. [45]
2) Eğer onlar Müslüman olmayı kabul etmezlerse, [46] onları cizye [vergi] vermeye davet et! [47] Onlardan cizye vermelerini iste [48]
Buna icabet ederlerse, icabetlerini kabul et ve kendilerini serbest bırak!
3) İcabet etmezlerse, Allah'tan yardım dile, onlarla çarpış! [49]
Sen bir kale halkını muhasara ettiğin zaman, onlar senden kendilerine Allah'ın ahdini ve Allah'ın peygamberinin ahdini vermeni isterlerse, kendilerine Allah'ın ahdini de, peygamberinin ahdini de verme!
Fakat, kendi ahdini, [50] babanın ahdini, [51] arkadaşlarının ahdini ver!
Çünkü, sizin kendi ahidlerinizi, [52] babalarınızın ahidlerini, [53] arkadaşlarınızın ahidlerini [54] bozmanız; Allah'ın ahdini ve Resûlünün ahdini bozmaktan [55] daha iyidir.
Bir kale halkını muhasara ettiğin zaman, onlar senden kendilerini Allah'ın hükmüne göre indirmeni isterlerse, sen onları Allah'ın hükmüne göre indirme! Ancak kendi hükmüne göre indir!
Çünkü, sen onlar hakkında Allah'ın hükmüne isabet edip edemeyeceğini bilemezsin!" [56]

Hz. Hamza'nın Sîfü'l-Bahr'e Gönderilişi

Seferin Tarihi ve Mevkii

Sîfü'l-Bahr seferi, Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinden yedi ay geçtikten sonra, Ramazan ayında idi. [57] Sîfü'l-Bahr, lys nahiyesinde olup, [58] Cühenîlerin arazisindendir. [59]

Seferin Gayesi ve Sebebi

Kureyş müşrikleri Peygamberimiz (a.s.)ı Medine'de de rahat bırakmamakta; kendisini ter-ketmeleri için, Medineli Müslümanlara tehditli mektuplar göndermekte; [60] onu öldürmeleri veya Medine'den sürüp çıkarmaları için de, Abdullah b. Übeyy b. Selûl ile Evs ve Hazrec kabilesi müşrikler¬ine ültimatomlar vermekte idiler. [61]
Aynı zamanda, Müslümanlara hac yollarını da kapamışlardı.
Bunun için, Suriye ticaret yollarını keserek, kendilerini ticarî ve iktisadî cihetten sıkıntıya düşürüp yola getirmek gerekiyordu. [62]

İslam Mücahidlerinin Sîfü'l-Bahr'de Müşriklerle Karşılaşmaları

Peygamberimiz (a.s.), Sîfü'l-Bahr'e göndermek üzere, ilk defa olarak Hz. Hamza için bayrak bağladı. [63]
Hz. Hamza'nın bayrağı beyazdı ve onu müttefiki Ebu Mersed b. Kennaz b. Husayn taşımakta idi.
Ebu Mersed, uzun boylu ve gür saçlı idi. [64]
Peygamberimiz (a.s.), Hz. Hamza'nın maiyyetine-hepsi de Muhacirlerden olmak üzere-30 süvari vermişti. [65]
Hz. Hamza'nın maiyyetine Ensardan hiç kimsenin verilmemesinin, Akabe Bey'atında Ensara sadece Peygamberimiz (a.s.)ı Medine'de koruma şartı koşulmuş olmasından ileri geldiği; bunun için, Peygamberimiz (a.s.)ın, Bedir savaşına çıkıncaya kadar, Ensardan hiç kimseyi askerî seferlere göndermediği, bu devrede onlara kendisini ve Muhacirleri korutmakla yetinmiş olduğu söylenir. [66]
Hz. Hamza'nın maiyyetindeki 30 süvari arasında:
1- Ebu Ubeyde b. Cerrah,
2- Ebu Huzeyfe Utbe b. Rebia,
3- Salim Mevlâ Ebi Huzeyfe,
4- Âmir b. Rebia,
5- Amr b. Sürâka,
6- Zeyd b. Harise,
7- Kennaz b. Husayn,
8- Mersed b. Kennaz,
9- Peygamberimiz (a.s.)ın azadlısı Enese de bulunuyordu. [67] İçlerinde Ebu Cehil b. Hişam'ın da bulunduğu, Mekkeli müşriklerden 300 süvarinin himayesinde Şam'dan dönüp Mekke'ye git¬
mek isteyen ticaret kervanı Sîfü'l-Bahr'e (deniz sahiline) gelmiş bulunuyordu. [68] İki taraf, çarpışmak için
saf bağladılar. [69]

Mecdi b. Amr el-Cühenî'nin Arabuluculuk Edişi

O sırada, iki tarafın da dostu ve müttefiki olan Mecdi b. Aımr el-Cühenî, yetişip araya girdi.
Kâh onlara, kâh bunlara gide gele, en sonunda iki tarafı da çarpışmaktan vazgeçirdi.
Hz. Hamza, arkadaşlarıyla birlikte Medine'ye döndü.
Ebu Cehil de, ticaret kervanı ve arkadaşlarıyla birlikte Mekke'ye yöneldi. [70] Hz. Hamza; Peygamberimiz (a.s.)ın yanına dönünce, Mecdi'nin araya girip yaptığı hizmetini haber verdi. [71]
Peygamberimiz (a.s.), Mecdi b. Amfin, Müslüman olmadığı halde [72] kendiliğinden bu arab¬uluculuğu yapıp çarpışmayı önleyişine memnun oldu ve bu husustaki başarısını tebrik ve takdir buyur¬duğunu açıkladı.
Mecdi'nin kendi cemaatından gönderdiği kimselere de elbiseler giydirdi. [73]

Ubeyde b. Hâris'in Râbığ'a Gönderilişi

Seferin Tarihi ve Mevkii

Râbığ seferi, Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinin 8. ayının başında, Şevval ayın¬da idi. [74]
Râbığ; hacıların Mekke'ye giderken geçtikleri, Ebvâ ile Cuhfe arasında bulunan bir vadi olup, [75] Cuhfe'ye uzaklığı üç mildir. [76]

Seferin Sebep ve Gayesi

Râbığ seferinin sebep ve gayesi de, Sîfü'l-Bahr seferi için gösterilmiş olan sebep ve gayenin aynısıdır. [77]

Râbığ Seferine Katılan Süvarilerin Sayısı

Peygamberimiz (a.s.); Ubeyde b. Hâris'i Râbığ'a gönderirken, [78] ona bir bayrak bağlam işti . [79] Bağlanan bayrak beyaz bezdendi. [80] ve Ubeyde b. Haris, Hz. Hamza'dan sonra, bayrağı bağlanan Müslümanların ilki idi. [81]
Ubeyde b. Hâris'in bayrağını Mıstah b. Üsâse taşımıştır. [82]
Ubeyde b. Hâris'in maiyyetine verilen süvarilerin sayısı 60 [83] veya 80 idi. [84]
Onların hepsi Muhacirlerdendi.
İçlerinde Ensardan hiç kimse yoktu. [85]

Mücahidlerin Müşriklerle Karşılaşmaları

Muhacir mücahidler Hicaz'da Seniyetü'l-mere'nin aşağısında, [86] Râbığ vadisinde Ahyâ diye anılan bir suya eriştiler. [87]
Orada, Kureyşîlerden, büyük ve kalabalık bir cemaata rastladılar. [88]
Kureyşîler, Ebu Süfyan Sahrb. Harb'in kumandası altında 200 kişi idiler. [89]
Bu müşriklerin, İkrime b. Ebu Cehil'in veya Mikrez b. Hafs'ın kumandası altında bulundukları da söylenir. [90]
İki taraf da, hayvanlarını otlatmak için, yoldan saptılar. [91]
Çarpışmak için ne saf bağladılar, ne de kılıç sıyırdılar.
Ancak, aralarında hafif bir tutuşma, çatışma, ok gösterisi yapıldı. [92] Sa'd b. Ebi Vakkas o gün ilk oku attı ve İslâm'da ilk ok, onun tarafından orada atılmış oldu. [93]
Sa'd b. Ebi Vakkas arkadaşlarının önüne geçti, ok çantasını açtı.
Arkadaşları da onu kalkanlarıyla siperiediler.
Sa'd b. Ebi Vakkas, ok çantasındaki oklarını atıp tüketinceye kadar, müşriklere ok yağdırdı.
Sa'd b. Ebi Vakkas'ın çantasında yirmi ok vardı.
Kendisinin attığı hiçbir ok boşa gitmiyor, insan veya hayvandan, hangisine değiyorsa, onu ya öldürüyor, ya da yaralıyordu. [94]
Müşrikler, Müslümanlara yardımcı kuvvetler geleceğini sanarak korktular. [95]
İki taraf da, adamlarını esirgeyerek, birbirlerinden aynldılar. [96]
Sa'd b. Ebi Vakkas, Ubeyde b. Hâris'e:
"Ardlarına düşseydik, onları öldürürdük! Çünkü onlar korkarak dönüp gittiler" dedi. [97]

Mikdad b. Amr ile Utbe b. Gazvan'ın Müslümanlar Tarafına Kaçmaları

Müslüman oldukları halde o güne kadar Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelmeye muvaffak olamayan Mikdad b. Amr ile Utbe b. Gazvan, Müslümanlara kavuşabilmek umudu ile, müşriklerin yanı¬na katılıp yola çıkmışlardı.
Müslümanları görünce, onların yanına kaçtılar. [98]

Sa'd b. Ebi Vakkas'ın Harrar'a Gönderilişi

Seferin Tarihi ve Mevkii

Harrar seferi, Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinin 9. ayının başlarında, Zilkade ayında idi. [99]
Harrar, Hicaz'da [100] Cuhfe yakınında bir suyun adı olup, [101] Cuhfe'den Mekke'ye gelinirken Mahacca'nın solunda ve Gadîr-i Hum'un yakınındadır. [102]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ   İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:29 pm

Seferin Gayesi ve Sefere Katılanların Sayısı

Peygamberimiz (a.s.) Sa'd b. Ebi Vakkas için beyaz bir sancak bağladı. Harrar seferinde sancağı Mikdad b. Amrtaşıdı. [103] Sefere katılanların sayısı 8 idi. [104] 20 kişi oldukları da rivayet edilir. [105] Kervan halkı 60 kişi idi. [106] Sa'd b. Ebi Vakkas derki: "Resûlullah (a.s.), bana: 'Ey Sa'd! Harrar'a vanp kavuşuncaya kadar git! Çünkü, Kureyşîlerin kervanı oradan geçecektir" buyurdu. [107] Harrar'dan ileri geçmemeyi de tavsiye etti. [108] Gündüzleri sinip gizlenmekte, geceleri yürümekte idik.
Beşinci günün sabahında Harrar'da sabahladığımız zaman, kervanı, oradan bir gün önce geçip git¬miş bulduk. Resûlullah (a.s.) Harrar'dan ileri geçmem ekliği mi bana emretmişti. Böyle olmasaydı, onlara yetişmeyi arzu ederdim." [109] Mücahidler, hiçbir çarpışma yapmadan, Medine'ye döndüler. [110]

Ebvâ (Veddan) Gazâsı

Gazanın Tarihi ve Mevkii

Ebvâ (Veddan) gazası, Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinin onbirinci ayının başlarında, Safer ayında vuku bulmuştur. [111]
Hicretin onikinci ayının başlarında vuku bulduğu da rivayet edilir. [112]
Ebv'â; Furu1 ile Cuhfe arasında bir karye olup, Medine'ye uzaklığı 23 mil kadardır, yani beş günlük¬tür.
Peygamberimiz (a.s.)ın annesi Hz. Âmine'nin kabri buradadır. [113]
Peygamberimiz (a.s.) altı yaşlarında bulunduğu sırada, Hz. Âmine Medine'ye gidip zevci Hz. Abdullah'ın kabrini ziyaret ettikten sonra Mekke'ye dönerken Ebvâ'da vefat etmiş ve oraya gömülmüştü. [114]
Veddan ise, Medine ile Mekke arasında Füru1 nahiyelerinden derli toplu biryer olup Herşâya 6 mil, Ebvâ'ya 8 mil uzaklıkta ve Cuhfe yakınında Damrâ, Gıfâr ve Kinanelere ait arazidendir.
Veddan'ın Cuhfe'ye uzaklığı bir merhaledir. [115]

Gazanın Sebep ve Gayesi

Peygamberimiz (a.s.)ın Ebvâ, Veddan seferinden maksadı; Kureyş müşriki eriyle karşılaş¬mak ve Damrâ b. Eiekr oğullarıyla da bir anlaşma yapmaktı. [116]
Ebv'â gazası, Peygamberimiz (a.s.)ın bizzat katıldıkları ilk gaza idi. [117] Peygamberimiz (a.s.), Ensardan Sa'd b. Ubâde'yi Medine'de yerine vekil bıraktı. [118]

Peygamberimiz Ateyhissefamm Sancağı ve Sancaktan

Ebv'â, Veddan gazasında Peygamberimiz (a.s.)ın sancağı beyazdı ve onu Hz. Hamza taşımakta idi. [119]

Mahşi b. Amr ed-Damrî ile Anlaşma Yapılışı

Ebva gazasında, Kureyş müşrikleriyle karşılaşılmadığından, bir çarpışma olmamış; ancak, Kinane soyundan gelen Damrâ oğulları kabilesinin o zaman seyyidi ve lideri bulunan Mahşi b. Amr ile Ebvâ'da bir anlaşma yapılmıştır. [120]
Buna göre, Peygamberimiz (a.s.) onlarla çarpışmayacağı gibi, onlar da Peygamberimiz (a.s.)la çarpışmayacaklar; Peygamberimiz Aieyhisseiama karşı yığınakyapmayacakiar, bir düş¬mana da yardım etmeyeceklerdi. [121]
Peygamberimiz (a.s.), bu hususta aralarında bir yazı da yazdırdı. [122]
Yazılan yazıda şöyle denildi:
"Bismillâhirrahmânirrahîm.
Bu, Muhammed Resûlullah'ın Benî Damrâlar için yazdığı yazıdır. [123]
Onların malları ve canları emniyettedir.
Onlar, Allah'ın dinine karşı çarpışmadıkça, düşmanlarının baskınına karşı yardım görecekler; deniz bir kıl parçasını ıslatabilecek suya malik olduğu müddetçe, Peygamber onlara yardım edecektir.
Peygamber onlan kendisine yardıma çağırdığı zaman da, onlar Peygamberin davetine icabet ede¬ceklerdir. Bu, onlara, Allah'ın ve Resûlünün bir ahdi ve emânıdır. Yardım, onlardan, iyilik eden ve kötülüklerden sakınanları içindir." [124]

Medine'ye Dönüş

Ebvâ seferi 15 gece sürdü. Peygamberimiz (a.s.) bu sürenin sonunda Medine'ye döndü. [125]

Buvat Gazâsı

Gazanın Tarihi ve Mevkii

Buvat gazası Peygamberimiz (a.s.)in Medine'ye hicretinin onüçüncü ayının başlarında [126] Rebiülevvel ayında vuku bulmuştur. [127] Rebiülâhir ayında vuku bulduğu da rivayet edilir. [128] Buv'at; Radvâ nahiyesinde, Zîrıuşub'un yakınında, Cüheynîlerin dağlarından bir dağdır. Bunun Medine'ye uzaklığı dörtbürüd (36 mil) kadardır [129] Üç bürüd olduğu da söylenir. [130] Buvat'ın Bevat diye okunduğu da vardır. [131]
Radvâ; Yenbu yakınında, sulu, ağaçlı, vadili bir dağdır, Tihâme dağlarının ilkidir. Radvâ, Yenbu'ya bir günlüktür, Medine'ye yedi merhaleliktir. [132]

Gazanın Sebep ve Gayesi

Peygamberimiz (a.s.)ın maksadı bu sefierde Kureyş müşrikleriyle karşılaşmak, [133] o sırada yolda olup içlerinde Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Ümeyye b. Halefin de bulunduğu 100 kişilik bir kuvvetin himayesindeki 2500 develik Kureyş ticaret kervanına da rastla m aktı. [134]
Peygamberimiz (a.s.) Ensardan Sa'd b. Muaz'ı Medine'de yerine vekil bıraktı. [135]
Sâib b. Osman b. Maz'un'un vekil bırakıldığı da rivayet edilir. [136]
Buvat seferinde Peygamberimiz (a.s.)ın beyaz sancağını Sa'd b. Ebi Vakkas taşı m ıştır. [137]
Buv'at seferine katılan mücahidlerin sayısı 200 idi. [138]
Bu seferde Kureyşîlerle bir karşılaşma ve çarpışma olmadan Medine'ye dönülmüştür. [139]

Sefvan Gazâsı

Seferin Tarihi, İsmi ve Mevkii

Sefvan seferi; Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinin onüçüncü ayının başlarında, Rebiülevvel ayında vuku bulmuştur. [140]
Sefvan seferine Bedrül-ûlâ, Bedrü'l-ewel=ilk Bedir seferi de denilir. [141] Sefvan; Bedir nahiyesinde bir vadinin adıdır. [142] Medine ile Bedir'in arası bir beridliktir. [143]

Sefvan Seterinin Sebebi ve Gayesi

Bu sefer, Medine'ye üç mil uzaklıktaki Akîk nahiyesinin Cürüf'e kadar uzanan Cemmâ dağında yayılmakta bulunan deve ve sığır gibi büyükbaş hayvanları sürüp götürmüş olan Kürz b. Cabirel-Fihrî'yi yakalamak maksadıyla yapılmıştır. [144]
Kürz b. Cabir bunu Müslüman olmadan önce yapmış, sonradan İslâmiyeti kabul etmiş, iyi bir Müslüman olmuştur. [145]
Peygamberimiz (a.s.), Sefvan seferine çıkarken, Medine'de yerine Zeyd b. Hâriseyi vekil bırakmıştır. [146]
Sefvan seferinde Peygamberimiz (a.s.)ın bağladığı beyaz sancağı Hz. Ali taşımıştır. [147]
Peygamberimiz (a.s.) İslâm mücahidleriyle birlikte Kürz b. Cabir'in arkasından Sefvan'a kadar gitmiş ise de, Kürz oralardan daha önce savuşup gitmiş bulunduğundan kendisine yetişilememiş, Medine'ye geri dönülmüştür. [148]

Zü'l-Uşeyre Gazâsı

Seferin Tarihi ve Mevkii

Zü'l-Uşeyre seferi, Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinin onaltıncı ayının başlarında, Cumâdelâhir ayında yapılmıştır. [149]
Cumâdelûlâ ayında yapıldığı da rivayet edilir. [150]
Zü'l-Uşeyre; Mekke ile Medine arasında Yenbu nahiyelerinden bir nahiye olup, Müdlic oğullarına aitti. [151]
Zü'l-Uşeyre ile Medine'nin arası dokuz beridliktir. [152]
Zü'l-Uşeyre; Hayberve Medine'nin meşhur hurmaları müstesna olmak üzere, Hicaz'da en üstün ve en iyi cins hurma yetiştiren bir yerdi. [153]

Seferin Sebebi ve Gayesi

Zü'l-Uşeyre seferinden maksat, herşeyden evvel, oradaki Müdlic oğulları ve onların müttefikleri olan Damrâ oğullarıyla anlaşma yapmaktı. [154]
Peygamberimiz (a.s.)ın o sıralarda Kureyş müşriklerinin Şam'a yolladıklarını haber aldığı ticaret kervanlarına elkoymak istediği de rivayet edilir. [155]

Zü'f-Uşeyre Seferine Katılan Mücahidlerin Sayısı

Zü'l-Uşeyre seferine katılan mücahidler yüzelli-ikiyüz kişi kadardı [156] ve hepsi de Muhacirlerdendi. Hiçbiri sefere katılmak için zorlanmadı.
Nöbetleşe binilmek üzere, yanlarında otuz kadar da deve [157] ve bir adet de at bulunuyordu. [158] Peygamberimiz (a.s.), Ebu Seleme b. Abdulesed'i Medine'de yerine vekil bıraktı. [159] Zü'l-Uşeyre seferinde Peygamberimiz (a.s.)ın beyaz sancağını Hz. Hamza taşıdı. [160]

Müdlic ve Damrâ Oğulları ile Anlaşma Yapılışı

Peygamberimiz (a.s.) Zü'l-Uşeyne'cie Mücilic oğullarına uğradı.
Müdlic oğulları Peygamberimiz (a.s.)ı son derecede ağırladılar. [161]
Peygamberimiz (a.s.) orada hem Müdlic oğullarıyla, hem de onların müttefikleri olan Damrâ
oğullarıyla anlaşma yaptı. [162] Müdlic oğullarına da, daha önce Damrâ oğullarına yazılmış olan anlaşma
yazısının bir nüshası yazıldı. [163]

Hz. Ali'ye Şehit Edileceğinin Haber Verilişi

Ammar b. Yâsir der ki:
"Zü'l-Uşeyre gazasında Ali b. Ebi Talib'le iki yoldaştık.
Resûlullah (a.s.) Zü'l-Uşeyre'de konaklayınca, Müdlic oğullarından bazılarının su ve hurma üzerindeki çalışmalarına baktık.
Ali b. Ebi Talib bana:
'Ey Ebu Yakzan! Şu kavmin yanına vanp nasıl çalışıyorlar bir baksak olmaz mı?1 dedi.
Ben de:
'Gitmek istiyorsan, gidelim' dedim.
Gittik, onların yanlarına vardık. Yaptıkları işleri bir müddet seyrettik. Sonra, bizi uyku tuttu. Ben ve Ali, gidip küçük bir hurma ağacının altına, yumuşak toprak üzerine uzanınca, uyuyakaldık.
Vallahi, Resûlullah (a.s.) yanımıza gelip ayağıyla kımıldatmadıkça, uyanamadık!
Uyuduğumuz sırada, toza toprağa bulanmışız!
Resûlullah (a.s.), Ali b. Ebi Talib'i tozlara topraklara bulanmış görünce:
'Sana ne oldu Ebu Turab?1 diye sordu. Sonra da:
'Size halkın en haydudu, yaramazı olan iki kişiyi haber vereyim, söyleyeyim mi?' buyurdu.
'Evet yâ Rasûlallah! Haber ver, söyle!' dedik.
Resûlullah (a.s.):
'Biri, Salih Peygamberin dişi devesini ayaklarını keserek öldüren Semud kavminin Uhaymir'idir; diğeri de ey Ali, seni şöylece vuracak olandır!' buyurdu ve Ali'nin başının neresine vurulup nereye kadar kana boyanacağını sakalını tutarak işaret etti." [164]

Abdullah b. Cahş'ın Nahle'ye Gönderilişi

Seferin Tarihi ve Mevkii

Nahle seferi Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinin onyedinci ayının başlarında, [165] Recep ayında idi. [166] Seferin mevkii olan Nahle vadisi Mekke'nin yakınındadır, İbn Âmir'in bostanı dır. [167] Mekke ile Taif arasındadır. [168]

Seferin Sebep ve Gayesi

Nahle seferinin gayesi; Kureyş müşriklerini gözetlemek, denetlemek, onlar hakkında edinilecek bil¬gileri Peygamberimiz (a.s.)a getirmekti. [169]
Abdullah b. Cahş derki:
"Resûlullah (a.s.), yatsı namazını kıldırınca, beni yanına çağırdı:
'Sabah vakti olur olmaz yanıma gel! Silahın da yanında bulunsun! Seni bir tarafa göndereceğim!' buyurdu.
Sabah olunca, Mescide gittim.
Kılıcım, yayım, ok çantam, kalkanım da yanımda idi.
Resûlullah (a.s.) halka sabah namazını kıldırdıktan sonra evine döndü.
Ben ondan önce davranmıştım. Beni kapısının önünde dikilir buldu. Kureyşîlerden (Muhacirlerden) benimle birlikte gidecek bazı kişiler buldu. [170]
Übeyy b. Ka'b'ı çağırdı.
Gelince, ona emretti. O da bir yazı yazdı.
Sonra beni çağırdı. Bana Havlan işi deri üzerine yazılmış bir mektup verdi.
'Seni şu kişiler üzerine tayin ettim' buyurdu." [171]
Nahle seferine memur edildiği zaman, Abdullah b. Cahş'a, ilk defa olarak "mü'minler emîri" unvanı verildi. [172]

Nahle Seferine Katılan Mücahidlerin Sayıları ve İsimleri

1- Abdullah b. Cahş,
2- Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Rebia,
3- Vâkıd b. Abdullah,
4- Ükkâşe b. Mıhsan,
5- Halid b. Bükeyr,
6- Sa'd b. Ebi Vakkas,
7- Utbe b.Gazvan, [173]
8- Süheyl b. Beyzâ, [174]
9- Âmir b. Rebia, [175]
10- Âmir b. Füheyre,
11- Ammarb. Yâsir, [176]
12- Sa'db.Leys. [177]
Bunların hepsi Muhacirlerdendi. [178]

Mücahidlere Tahsis Edilen Binitler

Nahle'ye kadar nöbetle binmek üzere, her iki kişiye bir deve tahsis edildi. [179]

Abdullah b. Cahş'a Verilen Emir

Peygamberimiz (a.s.), Abdullah b. Cahş'a, iki gün gitmedikçe mektubu açmamasını, açtığı zaman da onda buyurulana göre hareket etmesini ve arkadaşlarından hiçbirini de kendisiyle birlikte harekete zoriamamasını emir buyurdu. [180]
Abdullah b. Cahş, Medine'den yola çıkacağı zaman da:
"Yâ Rasûlallan! Hangi taraftan gideyim?" diye sordu. [181]
Peygamberimiz (a.s.):
"Necdiyye yolunu tut! [182] Kuyuya yönel!" buyurdu.
Abdullah b. Cahş, İbn Dumeyre kuyusuna eriştiği ve mektubu açıp baktığı zaman, [183] onda şöyle yazıldığını gördü:
"B ismillâhirrahmânirrahîm.
Emmâ ba'd: [184]
Benim bu mektubuma bakınca, yürümeye devam et! Mekke ile Taif arasındaki Nahle'ye in ve orada Kureyşîleri gözetle!
Onlar hakkında edineceğin haberleri bize bildir!"
Abdullah b. Cahş:
"İşittim ve buyruğuna boyun eğdim!" dedikten sonra, arkadaşlarına:
"Resûlullah (a.s.), bana Nahle'ye kadaryürüyüp gitmemi ve orada Kureyşîleri gözetlememi ve onlar hakkında edineceğim haberleri kendisine götürmemi emr ve bu yolda sizden herhangi bir kim¬seyi zorlamaktan da beni nehy buyuruyor.
O halde, sizden herkim şehitlik ister ve onu arzularsa, benimle gitsin. Kim de bundan hoşlanmazsa, geri dönsün!
Ben, Resûlullah (a.s.)ın buyruğunu yerine getiriciyim" dedi ve yürüdü.
Arkadaşları da onunla birlikte yürüdüler. Arkadaşlarından hiçbiri ondan geri kalmadı. Abdullah b. Cahş arkadaşlarıyla birlikte Hicaz üzerinden Medine'ye kadar ilerleyip Buhran'a vardılar.
O sırada Sa'd b. Ebi Vakkas'la Utbe b. Gazvan nöbetle bindikleri develerini kaybettiler, onu aramak için geri kaldılar. [185]
Orada iki gün oyalandılar, arkadaşlarının arkasından gittilerse de buluşamadılar. [186]
Abdullah b. Cahş ile yanındaki arkadaşları ise Nahleye kadar ilerleyip oraya indiler.
Orada, Kureyşîlere ait, kuru üzüm ve deri gibi ticaret malları yüklü bir kervana rastladılar ki; müşrik¬lerden Amr b. Hadramî, Osman b. Abdullah b. MugiYe ve kardeşi Nevfel b. Mugîre ile Hişam b. Mugîre'nin azadlısı Hakem b. Keysan bu kervanda bulunuyorlardı. [187]
Kervan Taiften gelip orada konaklamıştı. [188]
Kervandaki müşrikler, Müslümanların yakınlarına indiklerini görünce, korktular.
Fakat, Ükkâşe b. Mıhsan'ın başını tıraş etmiş olduğunu görünce de:
"Bunlar umrecilerdir, bunlardan size bir zarar gelmez!" dediler. [189]
Kervan halkı yüklerini çözüp develerini saldılar, yemek yapmaya da başladılar. [190] Mücahidler ker¬van hakkında kendi aralarında görüştüler, konuştular.
Gün, Recep ayının son günü idi.
"Vallahi, eğer bunları bu gece bırakırsanız, Harem'e girerler ve kendilerini bununla korurlar.
Eğer onları bu gece öldürürseniz, muhakkak, Haram olan ayda öldürmüş olursunuz!" dediler, tered¬düde düştüler, onların üzerine yürümekten çekindiler. [191]
İçlerinden birisi:
"Biz bugün haram olan aydan mıdır, değil midir; pek bilemiyoruz"
Başka birisi ise:
"Biz bugünün haram olan aydan başka bir gün olduğunu bilmiyoruz! Onu helalleştirmeyi uygun görmeyiz!" dedi. [192]

Haram Olan Aylar

Peygamberimiz (a.s.); Veda Haccı hutbesinde, haram olan aylar hakkında şöyle buyur¬muştur:
"Allah katında ayların sayısı 12'dir [193] Bunlardan dördü haram aylardır. Üçü, birbiri ardınca gelir: Zilkade, Zilhicce ve Muharrem.
Biri de, iki Cumad ile Şaban arasında bulunan, Mudar'ın ayı Recep'tir." [194]

Mücahidlerin Kervan Mallarını İğtinam Edip Medine'ye Getirmeleri

Mücahidler, bir hayli tereddütten sonra, cesarete geldiler. Öldürebileceklerini öldürmeye ve yan¬larındaki malları almaya kalktılar. Vâkıd b. Abdullah, Amr b. Hadram?yi bir okla vurup öldürdü, Osman b. Abdullah ile Hakem b. Keysan'ı esir aldı.
Nevfel b. Abdullah ise kaçıp onlardan kurtuldu, arkasından yetişemediler. Abdullah b. Cahş ve arkadaşları, ticaret kervanını ve iki esiri Medine'ye getirdiler.
Peygamberimiz (a.s.), onlara:
"Ben size haram olan ayda çarpışmayı emretmedim!?" buyurup, onlardan birşey almaktan çekindi.
Mücahidlerin elleri yanlarına düştü. Helak ve mahv olduklarını sandılar. [195]
Peygamberimiz (a.s.) onlara ne haram olan ayda, ne de haram olan ayın başkasında çarpışmayı emretmiş değildi; ancak Kureyşîlere ait haberleri sezmeye çalışmalarını emretmişti. [196]
Onlara, Medine'deki Müslüman kardeşleri de, yaptıkları bu işten dolayı çattılar: [197]
"Siz, buyurulmadığınız birisi işlediniz!
Çarpışmakla emrolunmadığınız halde, haram olan ayda çarpışma yaptınız!" dediler. [198]
Kureyş müşrikleri de:
"Muhammed ve ashabı haram olan ayı helalleştirdiler; onda kan döktüler, mal aldılar ve adamları esir ettiler!" diyerek, yapılan işi kınadılar. [199]
Mekke'de bulunan bazı Müslümanlar ise:
"Onlar bu yaptıklarını ancak Şaban ayında yapmışlardır" diyerek, müşriklerin sözlerini reddetmeye çalıştılar. [200]
Gerçekten de, Mücahidler, kervan halkının üzerine yürüdükleri günün haram olan aydan olup olmadığı hususunda şüphe ve tereddüt halinde idiler. [201]
Medine'de Yahudiler bu hadiseden Peygamberimiz (a.s.) aleyhinde geleceğe ait birtakım kehanetlerde bulunmakta, yorumlar yapmakta idiler:
"Amr b. Hadramî'yi Vâkıd b. Abdullah öldürdü. Amr harbi geliştirdi, yaşattı! Hadramî harbe yaklaştı! Vâkıd b. Abdullah harbi ateşledi!" demekte idiler. [202]
Halk bu hususta sözü çoğaltınca, Yüce Allah Resûlüne indirdiği âyette şöyle buyurdu:
"Sana haram olan ayı ve ondaki muharebeyi sorarlar.
De ki: O ayda muharebe etmek büyük günahtır.
İnsanları Allah yolundan men etmek, O'nu inkâr etmek, ziyaretçilerin Mescid-i Harama gitmelerine engel olmak, onun halkını oradan çıkarmak ise, Allah katında daha büyük günahtır.
Fitne, adam öldürmekten de beterdir!
Kâfirler, güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle çarpışmaya devam edeceklerdir.
İçinizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, o gibilerin yaptığı iyi işler, dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir.
Onlar o ateşin (Cehennemin) arkadaşlarıdır.
Onlar orada (hiç çıkmamak üzere) temelli kalıcıdırlar." [203]
Yüce Allah bu âyeti indirip Müslümanların korku ve endişelerini dindirince, Peygamberimiz (a.s.) kendisine ayrılan ganimet payını ve iki esiri kabul etti. Kureyş müşrikleri esir edilen Osman b. Abdullah ve Hakem b. Keysan için kurtulmalık akçesi gönderdiler. [204] Gönderilen kurtulmalık akçesi, her birisi için 40 ukıyye gümüştü. 1 ukıyye, 40 dirhem di r. [205]
Peygamberimiz (a.s.), kurtulmalık akçelerini getiren Kureyş elçilerine:
"İki sahabimiz Sa'd b. Ebi Vakkas'la Utbe b. Gazvan sağ salim gelinceye kadar, sizden kurtulmalık akçenizi kabul edemeyeceğiz.
Çünkü, bu iki arkadaşımızın akıbetinden korkuyoruz.
Eğer siz onları öldürürseniz, biz de sizin iki esirinizi öldürürüz!" buyurdu. [206]
Sa'd b. Ebi Vakkas derki:
"Nihayet, Resûlullah (a.s.)ın yanına geldik ki, onlar bizim öldürülmüş olduğumuzu sanıyor¬lardı.
Biz bu seferimizde çok açlık çektik.
Müleyha'danyola çıktık.
Müleyha ile Medine'nin arası 6 beridliktir.
Müleyha'dan bir cemaatla yola çıktığımız zaman, yanımızda tadacak hiçbir şey yoktu..
Dikenli ağaçlara rastladıkça onları yemekte, üzerine de, su içmekte idik.
Nihayet Medine'ye geldik
Medine'ye gelince, orada Kureyşîlerden bazılarını, esir adamlarının kurtulmalıklarını getirmiş bul¬duk.
Biz gelince, Resûlullah (a.s.) onların getirdikleri kurtulmalık akçelerini kabul etti." [207]

Hakem b. Keysan'ın Müslüman Oluşu ve Osman b. Abdullah'ın Kâfir Olarak Ölüşü

Peygamberimiz (a.s.) Hakem b. Keysan'ı İslâmiyete davet etti ve ona İslâmiyeti uzun uzadıya anlatmaya çalıştı.
Hz. Ömer:
"Yâ Rasûlallah! Bununla ne diye konuşup durursun? Vallahi bu hiçbir zaman Müslüman olmaz! Bırak beni, onun boynunu vurayım da anasının yanına (Cehenneme) kadar gitsin!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.) Hz. Ömer'in sözüne bakmadı, Hakem'e İslâmiyeti anlatmaya devam etti.
Hakem:
"İslâm nedir?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"İslâm, Allah'a hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın ibadet etmen ve Muhammed'in de O'nun kulu ve resûlü olduğuna şehadet getirmendir" Duyurunca, Hakem:
"Müslüman oldum!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.), ashabına dönerek:
"Eğer ben demin bu hususta size uyup onu öldürmüş olsaydım, Cehenneme girmiş gitmişti o!" buy urdu. [208]
Hakem, Müslüman olunca, Medine'de, Peygamberimiz (a.s.)ın yanında kaldı; Mekke'ye gitmedi. [209]
Hz. Ömer der ki:
"Hakem'in Müslüman olduğunu görünce, sanki bütün geçmiş ve gelecek şeyler beni tuttu ve sıktı! Kendi kendime:
'Peygamber (a.s.), benden daha iyi bilirken, ben nasıl, ne diye ona karşı birşeyi dilemeye kalkarım?!1 dedim. Sonra da:
'Benim bu öğütten maksadım, ancak, Allah ve resûlünün rızasını kazanmaktı' diyerek kendimi tesel¬li ettim.
Hakem Müslüman oldu. Vallahi, Müslümanlığını da güzelleştirdi: Allah yolunda cihad etti. Nihayet, Bi'r-i Maûne'de şehit edildi.
Resûlullah (a.s.) ondan hoşnut oldu, Hakem Cennetlere girdi." [210]
Nahle'de esir edilip Medine'ye getirilmiş bulunan Kureyş müşriklerinden Osman b. Abdullah ise, kur¬tulmalık akçesi ödenip serbest bırakılınca Mekke'ye gitti ve orada kâfir olarak öldü. [211]

Abdullah b. Cahş ile Arkadaşlarının Nahle Seferinden Dolayı Ecir Ummaları

Abdullah b. Cahş ve arkadaşları, haklarında âyet indiği zaman, Allah yolundaki cihadlarından dolayı ecir ve sevaba nail olmayı da ummuşlarve:
"Yâ Rasûlallah! Mücahidlere verilecek ecirden bizler de-gazamızdan dolayı-umabilir miyiz?" diye sormuşlardı. [212]
Yüce Allah, indirdiği âyette şöyle buyurdu:
"Şüphe yok ki, iman edenler ve Allah yolunda hicret edip de cihad edenler, işte onlar, muhakkak Allah'ın rahmetini umarlar.
Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir." [213]

Şam'dan Medine'ye Gelen İbn Heyyiban'ın Yahudilere Peygamberimiz (a.s.)ın Geleceğini
Haber Verişi ve Ona Uymayı Vasiyet Edişi

Şam Yahudilerinden İbn Heyyiban, İslâmiyetten birkaç yıl önce, Medine'ye gelip yerleşmişti.
Kendisi hayırlı ve salih bir zâttı.
Vefat edeceği sırada, Yahudilere:
"Ey Yahudi cemaat! Siz benim o yiyecekleri, içecekleri bol ülkeden şu yoksulluk ve açlık yurduna gelişimin sebebini biliyor musunuz?" diye sordu.
Yahudiler
"Sen daha iyi bilirsin!" dediler.
Bunun üzerine, İbn Heyyiban:
"Ben, buraya, ortaya çıkması çokyaklaşan peygamberin gelmesini beklemek üzere gelmiş bulunuy¬orum. Bu şehir, onun hicret yurdu olacaktır! Ben onun daha evvel gönderilmesini, benim de kendisine tâbi olmamı çok arzu ederdim! Onun geleceği zaman, çok yaklaşmıştır. Ey Yahudi cemaatı! Sakın, ona inanmak ve tâbi olmakta başkaları sizi geçmesin! O, kendisine muhalefet edecek olanların kanlarını dök¬meye, çoluk çocuklarını ve kadınlarını esir almaya da memurdur. Siz bu hususta ona engel olamaz, ondan korunamazsınız da!" dedi, sonra da öldü. [214]
Allah ondan razı olsun!
İbn Heyyiban'ın vasiyeti ve öğüdü Yahudilerce dinlenmiş, fakat tutulmamış, bilakis Peygamberimiz (a.s.)a düşmanlıklarını arttırmaktan başka bir işe yaramamıştır.
Nitekim, Beni Nadîr Yahudilerinin başkanı ve bilgini Huyey b. Ahtab'la kardeşi Ebu Yâsir b. Ahtab, Peygamberimiz (a.s.)ı Küba'ya geldiği zaman gidip dinledikleri ve gelmesini bekledikleri peygamberin bütün sıfatlarını kendisinde gördükleri ve bunu itiraf da ettikleri halde, Yahudilerin İslâmiyete girmelerini önlemek için olanca gayretlerini sarfetmekten geri durmamışiardır. [215]

Yahudilerin, Gelmesini Bekleyip Durdukları Peygamberi, Gelince İnkâr Etmeleri

Evs ve Hazrec kabilelerinden oluşan Ensar, önce putperest idiler. Bunlar, kendi yurtlarında, Yahudilerle zaman zaman çarpışır dururlardı.
Yahudilerle aralan bozuldukça, Yahudiler:
"Bir peygamber gönderilmek üzeredir. Onun geleceği zamanın gölgesi düşmüştür.
O peygamber gelince biz ona tâbi ve onunla birlik olup, Âd ve İrem kavminin öldürüldükleri gibi, biz de sizi öldüreceğiz!" derlerdi. [216]
Yüce Allah, Hz. Muhammed (a.s.)ı Araplardan gönderince, Yahudiler onu inkâr ettiler.
Muaz b. Cebel ile Bişr b. Berâ1 b. Ma'rur:
"Ey Yahudi cemaatı! Allah'tan korkunuz ve Müslüman olunuz!
Biz putperest iken, siz Muhammed (a.s.)la size yardım geleceğini umuyor, onun gönder¬ilmek üzere bulunduğunu haber veriyor ve bize onun sıfatlarını belirtiyordunuz" dediler.
Sellam b. Mişkem:
"Bize, bildiğimiz birşey gelmemiştir ve gelen, bizim size anlattığımız peygamber değildir!" dedi.
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette [217] şöyle buyurdu:
"Vaktâ ki, onlara-yanlarındakini tasdik edici (ve doğrultucu)-bir Kitab geldi ki, daha önce, küfreden¬lerin aleyhine böyle bir fetih istiyorlardı.
İşte, tanıdıkları o şey gelince, inkâra kalkıştılar.
Artık Allah'ın laneti o kâfiri ere dir." [218]
Peygamberimiz (a.s.) Yahudileri İslâmiyete davet edip Allah'tan başkasına tapmaktan ve bunun akıbetinden sakındırdığı zaman, Yahudiler Peygamberimiz (a.s.)ın davetine icabetten kaçındılar. Onun Allahtan getirip tebliğ ettiklerini inkâr ettiler.
Bunun üzerine, Muaz b. Cebel ile Sa'd b. Ubâde ve Ukbe b. Vehb, onlara:
"Ey Yahudi cemaatı! Allah'tan korkunuz! Vallahi, siz elbette bilirsiniz ki, o Allah'ın resûlüdür.
Andolsun ki; onun peygamber olarak gönderilmesinden önce, siz onu bize anıyor ve sıfatını bize tarif edip duruyordunuz!" dediler.
Râfi' b. Hüreymile ile Vehb b. Yahuza:
"Bunu, biz size hiçbir zaman söylemedik!
Allah da, Musa'dan sonra ne bir Kitab indirmiş, ve ondan sonra ne bir müjdeleyici, ne de bir korku¬tucu göndermiştir!" dediler.
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette [219] şöyle buyurdu:
"Ey ehl-i kitab! Peygamberlerin arası kesildiği bir zamanda, size gerçekleri apaçık söyleyip duran Resûlümüz gelmiştir. Tâ ki, 'Bize ne bir rahmet müjdecisi, ne de bir azab habercisi gelmedi!' demenize meydan kalmasın.
İşte, size rahmet müjdecisi de, azab habercisi de, geldi artık!
Allah herşeye hakkıyla kâdirdir." [220]
Yahudi bilginlerinden Ebu Yâsir b. Ahtab, Nâfi' b. Ebi Nâfi', Azer b. Ebi Azer, İzar b. Ebi İzar ve Eşya1, Peygamberimiz (a.s.)a gelerek; peygamberlerden kimlere iman edileceğini sordular.
Peygamberimiz (a.s.) da, onlara:
"'Biz Allah'a ve bize indirilene, İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yâkub'a ve torunlara indirilenlere, Musa'ya ve İsa'ya verilenlere ve peygamberlere Rableri tarafından verilene iman ettik. Onlardan hiçbiri¬ni diğerinden ayırd etmeyiz. Biz Allah'a teslim olmuş Müslümanlarız1 deyin" (Bakara: 136) mealli âyeti okudu.
İsa b. Meryem (a.s.) anılınca;
"Biz İsa b. Meryem'e iman etmeyiz!
Ona iman edene de iman etmeyiz!" dediler.
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette [221] şöyle buyurdu:
"De ki: Ey ehl-i kitab! Sizin bizden hoşlanmayışınızın sebebi; bizim Allah'a ve bize indirilen ile daha önce indirilenlere iman ettiğimizden ve sizin de birçoğunuzun fâsık kimseler oluşunuzdan başka birşey değildir." [222]
Yahudi bilginlerinden Râfi' b. Harise, Sellam b. Mişkem, Malik b. Sayf, Râfi' b. Hureymile de:
"Ey Muhammed! İbrahim'in milleti ve dini üzerinde bulunduğunu ve Tevrat'tan yanımızdakilere inandığını söyleyen ve onların Allah tarafından gelen hak ve gerçek olduğuna şehadet eden sen değil misin?" diye sordular.
Peygamberimiz (a.s.):
"Evet! Amma, siz onda bulunmayan şeyleri ihdas ve onda Allah'ın sizden almış olduğu ahdi inkâr ettiniz. Onda insanlara açıklamakla em rol un d uğun uz şeyleri de, ketmedip gizlediniz.
Ben sizin kendiliğinizden ihdas ettiğiniz şeyleri kabul ve tasdikten uzağım!" buyurdu.
Onlar:
"Biz elimizde bulunan şeyle amel ederiz! Biz hidayet ve hak üzereyiz. Sana ne iman eder, ne de tâbi oluruz!" dediler.
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette şöyle buyurdu:
"De ki: Ey ehl-i kitab! Tevrat'ı ve İncil'i ve Rabbinizden size indirileni dosdoğru tatbik ve icra edinc¬eye kadar, siz hiçbir şey üzere değilsiniz! Andolsun ki; sana Rabbinden indirilen, onlardan birçoğunun taşkınlığını ve küfrünü arttıracaktır. O halde, o kâfirler güruhuna karşı gam çekme!" [223]
Yahudilerden Nahham b. Zeyd, Kardem b. Ka'b ve Bahri b. Amr, Peygamberimiz (a.s.)a gelerek:
"Ey Muhammed! Allah ile beraber ondan başka ilah bulunduğunu biliyor musun?" diye sordular.
Peygamberimiz (a.s.):
"Allah ki, O'ndan başka hiçbir ilah yoktur ve ben bunun için gönderildim ve buna davet ediyorum" buyurdu.
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette [224] şöyle buyurdu:
"De ki: Şahit olmak bakımından, hangi şey daha büyük?
De ki: Benim aramla sizin aranızda Allah hakkıyla şahittir.
Şu Kur'ân, bana, sizi de, (sizden sonra kendilerine) erişecek olanları da inzar etmekliğim için vahy-olundu.
Allah ile beraber başka ilahlar da olduğuna gerçekten siz mi şahitlik ediyorsunuz?!
De ki: Ben buna asla şahitlik etmem!
De ki: O, ancak bir tek ilahtır. Sizin eş tutmakta olduğunuz şeylerle, muhakkak ki, benim hiçbir ilişiğim yoktur!" [225]
Seleme b. Selâme der ki:
"Abduleşhel oğulları mahallesinde, bizim Yahudi bir komşumuz vardı.
Bu Yahudi bir gün evinden çıkarak Abduleşhel oğullarının toplandıkları yere gelip durdu.
O zaman ben Abduleşhel oğulları içinde yaşça en genci idim.
Üzerimde Yemen işi bir aba vardı. Abaya bürünmüş olduğum halde, avlumuzda yere uzanmıştım.
Yahudi; Kıyamet gününden, ölülerin tekrar dirilmesinden, ahiret hesabından, Mizandan, Cennet ve Cehennemden bahsediyordu.
O, bunları inkâr eden, puflara tapan ve insanların öldükten sonra tekrar dirileceklerine inanmayan kimselere anlatıyordu.
Onlar, Yahudiye dönüp:
'Ey filan! Yazıklar olsun sana!
Sen insanların öldükten sonra tekrar dirilip Cennet veya Cehenneme gideceklerine inanıyor musun?' dediler.
Yahudi:
'Evet! Yemin ederim ki, inanıyorum! Oradaki Cehennemde yanacağım müddet yerine, bu dünyada en büyüktandırı kızdırarak beni içine atıp sonra ağzını kapatıp sıvasalar, oradaki Cehennem azabından kurtulmak için, kabul ederdim!1 dedi.
Yahudiye:
'Yazıklar olsun sana! Ey filan! Bu söylediğin şeylerin bir delili var mı?1 diye sordular.
Yahudi:
'Evet, var! Şu beldelerden çıkacak olan bir peygamber bunun delilidir' dedi ve eliyle de Mekke ve Yemen tarafına işaret etti.
Onlar, Yahudiye:
'Peki, sen bu peygamberin ne zaman ortaya çıkacağını tahmin ediyorsun?1 diye sordular.
Yahudi, bana baktı-ki, ben o zaman orada bulunanların yaşça en küçüğü idim.
'Şu çocuk, yaşarsa, onu görecektir!' dedi.
Vallahi, çok geçmeden Yüce Allah resûlü Muhammed (a.s.)ı peygamber gönderdi ki, o Yahudi o zaman aramızda yaşıyordu.
Biz Resûlullaha iman ettik, o ise azgınlığı ve kıskançlığı yüzünden onu inkâr etti.
Kendisine:
'Yazıklar olsun sana ey filan! Onun hakkında bize söylemiş olduğun şeyleri söyleyen sen değil miy¬din?' dedik.
'Evet! Fakat, bu, o gelecek olan değildir!" dedi. [226]
Safvan b. Assai der ki:
"Ehl-i Kitabdan [227] iki Yahudi [228] den biri, öbürüne, [229] arkadaşına:
'Haydi, şu peygambere gidelim de, İsrail oğullarının men olundukları şeyleri soralım' dediler. [230] Arkadaşı:
'Sen ona peygamber deme! O senin kendisine peygamber dediğini duyarsa (memnuniyetinden) dört gözlü olur!' dedi.
Gelip soracaklarını sordular. [231]
Peygamber (a.s.):
'1. Allah'a hiçbir şeyi şerik koşmayınız!
2. Çalmayınız!
3. Zina yapmayınız!
4. Allah'ın haram kılmış olduğu nefsi, haksız yere öldürmeyiniz!
5. Sihir (büyü) yapmayınız!
6. Riba (faiz) yemeyiniz!
7. Bir suçsuzu, öldürmesi için, devlet adamına götürmeyiniz!
8. Namuslu, iffetli bir kadına zina isnad etmeyiniz!
9. Savaştan kaçmayınız!
10. Siz Yahudilere mahsus olmak üzere, Cumartesi günü yasağına da tecavüz etmeyiniz!' buyurunca, onlar Resûlullah (a.s.)ın ellerini ve ayaklarını öptüler ve:
'Biz şehadet ederiz ki; sen, hiç şüphesiz, peygambersin!' dediler.
Resûlullah (a.s.), onlara:
'Sizin bana tâbi olmanızı , [232] Müslüman olmanızı [233] engelleyen nedir?1 diye sordu.
Onlar:
'Davud (a.s.), soyundan devamlı olarak peygamber gelip durması için Allah'a dua etmiştir. [234]
Eğer biz sana tâbi olur, [235] Müslüman olursak, [236] Yahudilerin bizi öldürmelerinden korkarız dediler." [237]

Yahudi Bilginlerinden Zebîr b. Bata'nın Gerçeği Önce İkrar ve Sonra İnkâr Edişi

Yahudi bilginlerinin büyüklerinden Zebir b. Bata; babasının ölümünden sonra ve Peygamberimiz (a.s.)ın peygamber olarak gönderilişinden önce;
"Ben babamın bana okuduğu bir kitap buldum ki, içinde 'Peygamber Ahmed karaz (selem ağacı) yurdundan çıkacaktır. Onun sıfatı da şöyle şöyle olacaktır!1 diye anılmaktadır" der dururdu.
Peygamberimiz (a.s.)ın Mekke'de zuhur ettiğini işitir işitmez, elindeki kitabı imha etti ve Peygamberimiz (a.s.)ın hal ve şanını gizledi:
"Onun hakkında hiçbir bilgi mevcut değildir" dedi. [238]

Yahudilerin Peygamberimiz (a.s.)ın Sıfatlarını Kitaplarında Okudukları ve Çocuklarına da
Öğrettikleri

Peygamberimiz (a.s.)ın peygamber olarak gönderilmesinden biraz önce, Kurayza, Nadir, Fedek ve Hayber Yahudileri de, onun sıfatlarını, hicret edeceği yerin Medine olacağını yanlarındaki kita¬plarda yazılı bulmuşlardı. [239]
Benî Kurayza Yahudileri bunu çocuklarına da öğretiri erdi. [240]

Ölüm Döşeğinde Müslüman Olan Yahudi Genci

Peygamberimiz (a.s.), bir gün, Hz. Ebu Bekir'le Hz. Ömer'in arasında yürüyüp gittiği sıra¬da, kardeşinin veya kendisinin hasta olan oğluna şifa için Tevrat okuyan bir Yahudiye rastladı.
Peygamberimiz (a.s.), ona:
"Ey Yahudi! Musa'ya Tevrat'ı indirmiş ve İsrail oğullarına denizi yarmış olan Allah aşkına doğru söyle! Sen Tevrat'ında benim na'tımı, sıfatımı ve zuhur edeceğim yeri yazılı bulmadın mı?" diye sordu.
Yahudi, başıyla işaret ederek:
'Hayır!' demek istedi.
Yahudinin yeğeni veya oğlu, bu inkâra dayanamadı:
"Musa'ya Tevrat'ı indiren, İsrail oğullarına denizi yaran Allah için şehadet ederim ki; o, senin natını, sıfatını, zamanını ve zuhur edeceğin yeri kitabında yazılı bulmuştur.
Ben şehadet ederim ki; Allah'tan başka ilah yoktur.
Sen de Allah'ın resûlüsün!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.):
"Yahudiyi arkadaşınızın başucundan kaldırınız!" buyurdu.
O sırada, hasta gencin de ruhu kabzolundu.
Allah ondan razı olsun!
Peygamberimiz onun cenaze namazını kıldı. [241]

Necidlinin Peygamberimiz (a.s.) Hakkında Tevrat ve İncil'de Bildirilenleri İtiraf Edişi

Ashabdan Feletan b. Âsım'ın bildirdiğine göre; Peygamberimiz (a.s.), bir gün Mescidinde ashabıyla birlikte otururken, birisinin gezindiğini gördü. Ona:
"Ey filan!" diyerek seslendi.
O da:
"Buyuryâ Rasûlallah!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Sen benim Resûlullah olduğuma şehadet ediyor musun?" diye sordu.
Adam:
"Hayır!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.), ona:
"Sen Tevrat okur musun?" diye sordu.
Adam:
"Evet!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.), ona:
"Sen İncil de okur musun?" diye sordu.
Adam:
"Evet!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.), ona:
"Sana and veriyorum: Sen beni Tevrat ve İncil'de yazılı bulmadın mı?" diye sordu.
Adam:
"Senin sıfatında, senin gibi birinin, senin çıktığın yerden ortaya çıkacağını yazılı bulduk.
Amma, biz onun içimizden çıkmasını umuyorduk.
Sen ortaya çıkınca, baktık ki, sen bizim umduğumuz değilsin!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.), ona:
"Sen nerelisin?" diye sordu.
Adam:
"Necidliyim! O çıkacak peygamberin-korkusuz olarak Cennete girecek-yetmiş bin kişilik ümmetindenim.
Sizler ise azıcıklarsınız!" dedi.
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.), kelime-i tevhid ve tekbir getirerek:
"Varlığım Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; ben, o peygamberim!
Benim ümmetim de yetmiş binden, yetmiş binden, yetmiş binden çoktur!" buyurdu. [242]

Hıristiyan Kıskançlığı ve İnkârcılığından da Bir Örnek

Uteybe'nin azadlı kölesi Sehl, anası ve amcasının himayesinde bir yetim olup, Hıristiyandı ve İncil okurdu.
Sehl der ki:
"Amcamın (İncil) Mushaf'ını alıp okurken, bir yaprağı geçeceğim sırada, yazısı hoşuma gitmedi. Yaprağı elimle yokladığım zaman, yaprağın diğerine tutkalla yapıştırılmış olduğunu gördüm.
Yaprağı birbirinden ayırınca, içinde Muhammed (a.s.)ın sıfatlarını yazılı buldum:
'O, ne kısa, ne de uzun boyludur.
Ak tenlidir.
İki bölük halinde örgülü saçlıdır.
İki omuzunun arasında peygamberlik hâtemi vardır.
Çoğu zaman, dizlerini dikip iki elini kavuşturarak oturur.
Sadaka kabul etmez.
Merkebe ve deveye biner.
Davar sağar.
Eskimiş gömleği giyer. Böyle yapan kişi kibirden uzak olur; işte o böyle yapar.
O İsmail'in soyundandır.
Kendisinin ismi Ahmed'dir!"
Kendisinin sıfatlarını buraya kadar okuyup bitirdiğim zaman, amcam geldi. Yapışık yaprağı ayırdığımı görünce, beni dövdü ve:
'Şu yaprağı açmak, okumak senin neyine gerek?!' dedi.
Ben:
'Onun içinde Ahmed Peygamber ((a.s.))ın sıfatları var!' dedim.
Amcam:
'O artık bundan sonra gelmeyecektir1 dedi." [243]

Peygamberimiz (a.s.)ın Yumuşak Huyluluğunun Bir Yahudiyi Müslüman Edişi

Peygamberimiz (a.s.) bir Yahudiden belli bir vade ile 30 dinar borç almıştı.
Yahudi borç vadesinin bitmesine daha bir gün varken, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına gelip:
"Ey Muhammedi Hakkımı öde!
Zaten siz Abdulmuttalib oğulları borcunuzun vaktini geçirir, uzatır durursunuz!" dedi.
Hz. Ömer, ona:
"Ey habis Yahudi! Vallahi, eğer Resûlullahın evinde olmasaydın, gözünü patlatırdım!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.), Hz. Ömer'e:
"'Allah seni yarlıgasın ey Hafs'ın babası! Biz, senden, bu davranışından başkasını beklerdik:
Sen bana borcumu güzellikle ödememi söyleyecek, ona da, hakkının tahsilinde yardımcı olmakla birlikte, alacağını isterken daha nazik davranmasını tavsiye edecektin!?" buyurdu.
Peygamberimiz (a.s.)ın bu derece uysal ve yumuşak davranışı, Yahudinin Peygamberimiz (a.s.)ın yumuşak huyluluğu hakkında Tevrat'tan edinmiş olduğu bilgiyi azaltmadı, arttırdı.
Peygamberimiz (a.s.), Yahudiye:
"Ey Yahudi! Senin bendeki alacağının müddeti ancak yarın sabah dolacaktır!" buyurduktan sonra, Hz. Ömer'e:
"Ey Hafs'ın babası! Onunla birlikte bahçeye git!
Beğenirse, ona şu kadar sa' hurma ver ve hakkından biraz fazla da ver.
Verirken, 'Sana şu kadar da fazla veriyorum' de!
Razı olmazsa, ona bahçeden şu kadar daha fazla ver!" buyurdu.
Yahudi, bahçeye gidip gördü ve beğendi.
Hz. Ömer ona Peygamberimiz (a.s.)ın dediği kadar hurma verdi.
Emir buyurulan fazlayı da ödedi.
Yahudi, hurmaları teslim alınca:
"Ben şehadet ederim ki; Allahtan başka ilah yoktur! Muhammed de Allah'ın Resûlüdür!" dedikten ve Peygamberimiz (a.s.)ın bütün sıfatlarıyla ve özellikle hilm sıfatıyla tavsif buyurulduğunu gördüğünü ve sırf bunu anlamak için ona bu şekilde davrandığını açıkladıktan sonra, Hz. Ömer'e:
"Sen şahit ol ki; bu hurma ile birlikte, malımın bir kısmını Müslümanların yoksullarından bir kısmına bağışladım" dedi.
Yüz yaşlarında bulunan tek ihtiyar dışında, bütün ev halkıyla birlikte Müslüman oldu. [244]
Allah ondan ve onun Müslüman olan ev halkından razı olsun! [245]

Yahudi Bilginlerinden Başlıcaları

Peygamberimiz (a.s.) Medine'ye hicret edip geldiği zaman, Medine'de ve Medine'nin çevresinde pek çok Yahudi bilgini vardı.
Bunlar, Peygamberimiz (a.s.)a ve İslâmiyete karşı açıktan cephe almışlardı.
Yahudi bilginlerinin bütün düşmanlıkları, peygamberliğin kendilerinden alınıp Araplara verilmesin¬den duydukları kıskançlık ve kinden ileri geliyordu.
Bunlar; Evs ve Hazrec kabilesi müşrik ve münafıklarından birçoklarını da kandırarak kendi safları¬na çekmeye muvaffak olmuşlar, Peygamberimiz (a.s.)ı yalanlamak ve İslâmiyeti reddetmekte birleşmişlerdi.
Yahudi bilginleri, Peygamberimiz (a.s.)ı uğraştırmak, müşkil duruma düşürmek, sıkıntıya sokmak maksadıyla birçok karışık, dolaşık sorular sormaktan da geri durmazlardı.
Muhtelif kabilelere mensup bulunan bu Yahudi bilginlerinden başlıcalan şunlardı:
Nadir oğulları kabilesinden olanlar:
1- Huyey b. Ahtab,
2- Ebu Yâsir b. Ahtab,
3- Cüdeyyb. Ahtab,
4- Sellam b. Mişkem,
5- Kinane b. Rebi1 b. Ebi Hukayk,
6- Sellam b. Ebi Hukayk (Ebû Râfi1 AVer)
7- Rebi1 b. Rebi1 b. Ebi Hukayk,
8- Amr b. Cahhaş,
9- Ka'b b. Eşref,
10- Haccac b. Amr,
11- Kardem b. Kays. [246]
"Şu muhakkak ki, küfredenleri inzaretsen de, etmesen de, onlarca birdir; inanmazlar. Allah onların kalbleri üzerine de, kulakları üzerine de mühür basmış, gözlerinin üzerine bir de perde çekmiştir. En büyük azab da onlar içindir" [247] mealli âyetlerin Huyey b. Ahtab'la kardeşleri hakkında nazil olduğu rivayet edilir. [248]
Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerinden Ebu Süfyan Sahr b. Hart Medine'ye geldikçe Sellam b. Mişkem'e konuk olur, ondan gördüğü bol ikramdan memnun kalırdı.
Peygamberimiz (a.s.)a zehirli koyun kebabı ikram eden de, bu Sellam b. Mişkem'in karısı Zeyneb binti Haris idi.
Sa'febe oğulları kabilesinden o tan Yahudi bilginleri:
12- Abdullah b. Suriya Aver,
13- İbn Saluba,
14- Muhayrık.
Hicaz'da, o zaman, Tevrat'ı İbn Suriya kadar iyi bilen Yahudi bilgini yoktu. Başlangıçta İslâm'a düşmanlık gösteren Muhayrık ise daha sonra Müslüman olmuş ve Uhud savaşında şehit düşmüştür. Allah ondan razı olsun!
Kaynuka oğuiian kabilesinden olan Yahudi bilginleri:
15- Zeyd b. Lasit (veya Lusayt),
16- Sa'db.Huneyf,
17- Mahmud b. Seyhan,
18- Uzeyz b. Ebi Uzeyz,
19- Abdullah b. Sayf (veya Dayt),
20- Süveyd b. Haris,
21- Rifaa b. Kays,
22- Finhas,
23- Eşya',
24- Numan b. Eda',
25- Bahri b. Amr,
26- Şe's b. Adiyy,
27- Şe's b. Kays,
28- Zeyd b. Haris,
29- Sükeyn b. Ebi Sükeyn,
30- Adiyy b. Zeyd,
31- Numan b. Ebi Evfa,
32- Numan b. Amr,
33- Ebu Enes,
34- Mahmud b. Dahya,
35- Malik b. Sayf (veya Dayf),
36- Ka'bb.Raşid,
37- Âzer,
38- Rafi’ b. Ebi Rafi’,
39- Helid,
40- Ezar b. Ebi Ezar (veya Azer b. Azer),
41- Rafi’ b. Haris,
42- Rafi’ b. Hureymile,
43- Rafi’ b. Harice,
44- Malik b. Avf,
45- Rifaa b. Zeyd,
46- Abdullah b. Selam,
Abdullah b. Selam Yahudi bilginlerinin en bilgilisi olup, Müslüman olunca, Husayn olan adını Peygamberimiz (a.s.) Abdullah'a çevirmiştir.
Allah ondan razı olsun!
Benî Kurayza kabilesinden olan Yahudi bilginleri:
47- Zebir b. Bata,
48- Gazzal b. Şemvil,
49- Ka'b b. Esed,
50- Şemvil b. Zeyd,
51- Cebel b. Amr,
52- Nehham b.Zeyd,
53- Kardem b. Ka'b,
54- Vehb b.Zeyd,
55- Nafi'b.EbiNafi',
56- Ebu Nafi',
57- Adiyy b. Zeyd,
58- Haris b.Avf,
59- Kardem b. Zeyd,
60- Üsame b. Habib,
61- Rafi' b. Rümeyle,
62- Cebel b. Ebi Kuşeyr,
63- Vehb b.Yehuda,
Zurayk oğulları kabilesinden olan Yahudi bilgini:
64- Lebid b. A'sam.
Harise oğulları kabilesinden olan Yahudi bilgini:
65- Kinane b. Suriya.
Amr b. Avf oğulları kabilesinden olan Yahudi bilgini:
66- Kardem b. Amr.
Neccar oğulları kabilesinden olan Yahudi bilgini:
67- SiItıile b. Berham.
Bunlardan, Abdullah b. Selam ile Muhayrık hariç, hepsi Peygamberimiz (a.s.)a, ashabına düşmanlık, kötülük eden, kötü maksatlarla sorular soran Yahudi bilginlerinden başlıcalan idiler. [249]

Yahudi Bilginlerinin Birtakım Sorular Sorarak Peygamberimiz (a.s.)ı Oyalamaya
Çalışmaları

1. Rivayete göre İbn Abbas demiştir ki:
"Bir gün, [250] Yahudi bilginlerinden bir topluluk, Resûlullah (a.s.)a geldiler: [251]
'Ey Ebu'l-Kâsım [252] Ey Muhammed! [253] Peygamberden başka kimsenin bilemeyeceği [254] dört şeyi sana soracağız. [255]
Sen bunu yapar (sorularımızı cevaplarsan, biz sana tâbi olur, seni doğrular, sana inanırız dediler. [256]
Resûlullah (a.s.), onlara:
'Siz istediğiniz şeyi sorunuz.
Eğer ben sizin sorduğunuz şeyi söyler, [257] size haber verirsem, beni doğrulayacağınıza, [258] İslâmiyet üzere bana tâbi olacağınıza [259] Allah ahd ve misakıyla [260] ve Yâkub ((a.s.))'un oğullarından aldığı söz üzere [261] söz veriniz' buyurdu.
Yahudi bilginleri:
'Olur. [262]
1. Tevrat indirilmeden önce, İsrail'in (Yâkub (a.s.)ın) kendisine haram kıldığı yemeğin
hangisi olduğunu bize haber ver?
2. Kadının dölsuyu, erkeğin dölsuyu nasıldır, bize haber ver?
3. Dölsuyundan erkek nasıl olur ve dişi nasıl olur, bize haber ver?
4. Son zamanda gelecek olan şu ümmî peygamberin uykusu nasıldır ve meleklerden dostu hangi¬
sidir, bize haber ver?' dediler.
Resûlullah (a.s.):
'Ben sorduğunuz şeyleri size haber verecek olursam muhakkak bana tâbi olacağınıza, Allah ahdiyle söz veriniz1 buyurdu.
Yahudi bilginleri Resûlullah (a.s.)a istediği sözü verdiler.
Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.):
'Musa'ya Tevrat'ı indiren Allah aşkına, [263] Allah'ın İsrail oğullarıyla geçen günleri aşkına! [264]
Siz İsrail (Yâkub (a.s.))'in şiddetli bir hastalığa tutulup hastalığının uzaması üzerine, Yüce Allah şifa verirse hastalığından kurtarırsa kendisine en sevdiği içeceği ve en sevdiği yiyeceği haram kıl¬mayı adadığını ve en sevdiği yiyeceğin deve eti, en sevdiği içeceğin de deve sütü olduğunu bilmez misiniz?' diye sordu.
Yahudi bilginleri:
'Allah için, evet!1 dediler.
Resûlullah (a.s.):
'Allah'ım! Onların üzerine şahit ol!' dedi. [265]
'Musa'ya Tevrat'ı indiren ve Kendisinden başka hiçbir ilah olmayan Allah aşkına!
Erkeğin dölsuyunun beyaz ve yoğun, kadının döl suyunun ise sarı ve ince olduğunu;
Erkeğin dölsuyu kadının dölsuyuna üstün gelirse, Allah'ın izniyle çocuğun erkek olup ona ben¬zediğini;
Kadının dölsuyu erkeğin dölsuyuna üstün gelirse, Allah'ın izniyle çocuğun kız olduğunu bilmez misiniz?' diye sordu.
Yahudi bilginleri:
'Allah için, evet!1 dediler.
Resûlullah (a.s.):
'Allah'ım! Onların üzerine şahit ol!' dedi ve:
'Tevrat'ı Musa'ya indiren Allah aşkına!
Şu ümmî olan peygamberin gözünün uyuduğunu, fakat kalbinin uyumadığını bilmez misiniz?' diye sordu.
Yahudi bilginleri:
'Allah için, evet!1 dediler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ   İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:30 pm

Resûlullah (a.s.):
'Allah'ım! Şahit ol!'dedi.
Yahudi bilginleri:
'Şimdi, sen bize, meleklerden dostun olanı da söyle!
Onun hakkında seninle ya birleşiriz, ya da ayrılırız' dediler.
Resûlullah (a.s.):
'Benim dostum Cebrail (a.s.)dır.
Allah hiçbir peygamber göndermemiştir ki, Cebrail ((a.s.)) onun dostu olmasın!' buyurdu.
Yahudi bilginleri:
'İşte, biz bu hususta senden ayrılırız!
Eğer senin dostun ondan başka bir melek olsaydı, muhakkak sana uyar ve seni doğrulardık1 dedil¬er.
Resûlullah (a.s.):
'Sizin onu doğrulamanıza engel olan nedir?' diye sordu.
Yahudi bilginleri:
'O, bizim düşmanımızdır1 dediler. [266]
Resûlullah (a.s.):
'Allah aşkına! Allah'ın İsrail oğullarıyla geçen günleri aşkına!
Siz bana Cebrail'in geldiğini bilmez misiniz?' diye sordu.
Yahudi bilginleri:
'Allah için, evet! Biliriz!
Fakat, ey Muhammedi O bize düşmandır!
O ancak şiddet için, kan dökmek için gelen bir melektir.
Eğer o böyle olmasaydı, biz sana tâbi olurduk' dediler." [267]
Bunun üzerine, inen âyetlerde [268] şöyle buyuruldu:
"De ki: Kim Cibril'e düşmansa, bilsin ki; o Kur'ân'ı, kendisinden önceki kitablan tasdik edici ve mü'minlere bir hidayet ve müjde kaynağı olmak üzere senin kalbine-Allah'ın izniyle-o indirmiştir.
Her kim Allah'a, Allah'ın meleklerine ve peygamberlerine, Cebrail ve Mîkâil'e düşman olursa, bilsin ki; Allah da, kâfirlerin düşmanıdır.
Andolsun ki; Biz sana apaçık mucizeler indirdik. Bunları ancak fâsıklar inkâr ederler.
Ne zaman bir andlaşma ile bağlansalar, içlerinden bir grup onu bozup atıverecek, öyle mi?!
Zaten onların çoğu inanmazlar." [269]

Yahudi Bilgini Şe's b. Kays'ın Ensarı Birbirine Düşürüşü

Kaynuka oğulları Yahudilerinin bilginlerinden olan Şe's b. Kays, yaşlı kalbinde Müslümanlara karşı çok kin ve kıskançlık bağlayan, küfrü katı bir adamdı.
Peygamberimiz (a.s.)ın Evs ve Hazrec kabilelerine mensup sahabilerinden bir cemaatın oturup konuştuklarını, Cahiliye devrinde aralarında varolan düşmanlığın İslâmiyet sayesinde kalkarak aralarının düzeldiğini görünce, kızdı ve:
"Bu beldelerde Kayle oğullarının [Ensarın] ileri gelenleri biraraya gelip toplandılar hal?
Hayır! Vallahi onların cemaat ve eşrafı oralarda toplandı mı, biz onlarla hiçbir zaman karar kılamayız" dedi.
Müslümanların yanında bulunan Yahudi gencini çağırdı ve ona:
"Şunların yanına var, yanlarında otur.
Sonra da, daha önce Buas gününde aralarında geçenleri an; o zaman birbirlerine karşı söylemiş oldukları şiirlerden bazılarını da oku" dedi.
Buas gününde zafer Hazrecîlere karşı Evste idi.
O gün, Evs'in başında Hudayr b. Simakel-Eşhelî, Hazrecilerin başında da Amrb. Numan el-Beyâzî vardı.
İkisi de öldürülmüşlerdi.
Yahudi genci, Şe's'in emrini yerine getirdi.
Bunun üzerine, orada bulunan, Evs ve Hazrec'e mensup sahabiler konuşmaya, tartışmaya ve bir¬birlerine karşı övünmeye başladılar.
Evs kabilesinden Evs b. Kayzî ile Hazrec kabilesinden Cebbar b. Sahr, birbirlerine meydan okudu¬lar ve birbirlerine:
"İsterseniz başa dönelim!" dediler.
Her iki kabile mensupları kızdılar ve:
"Yapalım! Buluşma yeriniz Sahîre (Harre)'dir! Silah başına! Silah başına! [270] Ey Âl-i Evs! Ey Âl-i Hazrec!" diyerek, iki taraf kabilelerine seslendiler, silahlandılar, çarpışmak için toplandılar! [271]
Peygamberimiz (a.s.), bunu haber alır almaz, Muhacirlerden, yanında bulunan sahabi-leriyle birlikte hemen oraya vardı ve:
"Ey Müslümanlar cemaatı! Allah! Allah!
Allah sizi İslâmiyete hidayet ettikten ve onunla şereflendirdikten, Cahiliye işlerini sizden kesip attık¬tan ve sizi küfürden kurtardıktan, kalblerinizi birbirinize ısındırıp birleştirdikten sonra ve ben de aranızda bulunduğum halde, demek siz o Cahiliye davasıyla ayaklandınız ha?!" buyurunca; [272] Evs ve Hazrec kavmi, kendilerini birbirine düşürecek, aralarını bozacak olan bu davranışlarının şeytandan geldiğini, Yahudi düşmanlarının kurdukları tuzaklardan olduğunu anladılar. Ağlayarak birbirlerinin boyunlarına sarıldılar.
Peygamberimiz (a.s.)la birlikte, söz dinler ve itaat eder oldukları halde oradan ayrıldılar. [273]
Yüce Allah, Allah düşmanı Şe's b. Kays'ın tuzağını böylece söndürdü. [274] İndirdiği âyette [275] şöyle buyurdu:
"De ki: Ey Ehl-i Kitab! Kendiniz (İslâm dininin hak olduğunu kitablarınızda okuyan) şahitler olduğunuz halde, iman edenleri Allah yolundan-onda bir eğrilik aramaya yeltenerek-niçin döndürmeye çalışıyorsunuz?! Şüphe yok ki, Allah yaptıklarınızdan gafil değildir." [276] Yüce Allah, Evs b. Kayzî ile Cebbar b. Sahr ve her ikisinin kabilelerinden yanlarında bulunanlar hakkında indirdiği âyetlerde de: [277]
"Ey iman edenler! Eğer kendilerine Kitab verilenlerin içinden herhangi bir zümreye boyun eğecek olursanız, sizi imanınızdan sonra döndürüp kâfirler yaparlar.
Halbuki, siz nasıl küfredersiniz ki; hepinizin karşısında Allah'ın âyetleri okunup durmakta, O'nun resûlü de içinizde bulunmaktadır.
Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, muhakkak ki, o doğru yola iletilmiştir.
Ey iman edenler! Allah'tan, nasıl korkmak lazımsa, öylece korkunuz!
Sakın, siz Müslümanlar olmaktan başka bir sıfatla can vermeyiniz!
Hepiniz toptan Allah'ın ipine sımsıkı sanlınız, parçalanıp ayrılmayınız.
Allah'ın, üzerinizdeki nimetini düşününüz.
Hani, siz birbirinizin düşmanlar idiniz de, O, kalblerinizi İslâm'a ısındırıp birleştirmişti.
İşte, O'nun bu nimeti sayesinde din kardeşleri olmuştunuz.
Ve yine, siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi O kurtardı.
İşte, Allah size âyetlerini böylece, apaçık bildiriyor-tâ ki doğru yola eresiniz.
Bir de içinizden öyle bir cemaat bulunsun ki, onlar herkesi hayra çağırsın; iyliği emretsin, kötülükten vazgeçirmeye çalışsın!
İşte onlar murada erenlerin ta kendisidirler.
Siz, kendilerine apaçık deliller, ayetler geldikten sonra parçalanıp aynlanlar, ihtilafa düşenler gibi olmayınız!
İşte onların hali! En büyük azab onlarındır." [278]

Yahudi Bilginlerinin Müşrikliği Müslümanlıktan Üstün Göstermeye Kalkışmaları

Yahudi bilginlerinden:
1. Huyey b. Ahtab,
2. Sellam b. Ebi Hukayk,
3. Ebu Ammar,
4. Vahvah b. Âmir,
5. Hevze b. Kays, Mekke'de Kureyş müşriklerinin yanına vardıkları zaman, Kureyş müşrikleri bir¬
birlerine:
"Bunlar Yahudilerin bilginleridir, ilk Kitabı bilenlerdir.
Bunlara sizin dininizin mi, yoksa Muhammed'in dininin mi daha hayırlı olduğunu bir sorun bakalım?" dediler.
Sordular.
Yahudi bilginleri, Kureyşlilere:
"Bilakis, sizin dininiz onun dininden daha hayırlıdır.
Siz ondan ve ona uyanlardan daha doğru yoldasınız" dediler.
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyetlerde [279] şöyle buyurdu:
"Bakmadın mı, şu kendilerine Kitabdan biraz nasip verilenlere?
Kendileri cibt ve tâğuta (Allah'tan başka şeylere) inanırlar (taparlar).
Küfredenler için de:
'Bunlar iman edenlerden (Müslümanlardan) daha doğru bir yoldadır' derler.
Bunlar Allah'ın kendilerine lanet ettiği kimselerdir.
Allah kime lanet ederse, artık ona hakikî hiçbir yardımcı bulamazsın!" [280]

Yahudi Bilginlerinden Münafık Olarak Müslüman Olanlar

Yahudi bilginlerinden, kötü maksatla [281] İslâm'a sığınan ve münafık olarak Müslüman olanlar vardı.
Kaynuka oğulları Yahudi bilginlerinden münafık olanlar:
1- Sa'd b. Huneyf,
2- Zeyd b. Lusayt. [282]
3- Numan b. Evfa b. Amr,
4- Osman b. Evfa, [283]
5- Süveyd,
6- Dâis,
7- Malik b. Ebi Kavkal. [284]
Peygamberimiz (a.s.); Hicr'den kalkıp Tebük'e doğru gittiği ve bir konak yerinde konaklayıp sabaha çıktığı zaman, Peygamberimiz (a.s.)ın devesi Kasvâ kayboldu.
Ashabı onu aramaya gittiler. [285]
Ensardan Umâre b. Hazm'ın konvoyu içinde Yahudi münafıklarından Zeyd b. Lusayt bulunuyordu.
Umâre b. Hazm Peygamberimiz (a.s.)ın yanında bulunduğu sırada, Zeyd b. Lusayt:
"Kendisinin peygamber olduğunu söyleyen ve size gök haberlerinden haberler veren, Muhammed değil midir? Halbuki o, devesi nerededir; bilmiyor!?" diyerek söylendi.
Peygamberimiz (a.s.):
"Adamın, münafıkın biri:
'Muhammed, kendisinin bir peygamber olduğunu, size gök emriyle haber verdiğini söylüyor.
Halbuki, devesi nerededir; bilmiyor!1 diyor.
Vallahi, gerçekten de ben birşeyi, Allah bana bildirmedikçe, bilemem!
Fakat, Allah şimdi onu bana gösterdi:
O, işte şu vadinin içinde, vadinin içindeki şı'bda ve şı'b'ın da şöyle şöyle olan tarafında; bir ağaç onu yularından tutmuş bulunuyor!
Haydi, gidiniz de, onu bana getiriniz!" buyurdu.
Hemen gittiler, deveyi getirdiler.
Umare b. Hazm, konvoyuna döndü ve:
"Vallahi, Resûlullah (a.s.) az önce bize şaşılacak birşey söyledi. Bir adamın söylemiş olduğu sözü, Allah, resûlüne haber vermiş! Adam şöyle şöyle söylemiş!" diyerek Zeyd b. Lusayt'ın söylediklerini tekrarlayınca, o sırada Umâre b. Hazm'ın konvoyunda olup Peygamberimiz (a.s.)ın yanında bulunmayanlardan bir adam, (Umare b. Hazm'ın kardeşi) Amr b. Hazm:
"Vallahi, bu sözü, sen yanımıza gelmeden önce Zeyd söyledi!" dedi.
Amr b. Hazm hemen Zeyd'in üzerine yürüyüp boynuna vurmaya başladı ve:
"Ey Allah'ı n kul lan! Yanı m a geliniz!
Meğer Allah'ın belası benim konvoyumun içinde imiş de, ben bilmiyormuşum!
Hemen çık, git konvoyumdan ey Allah düşmanı! Sakın bana arkadaş olma!" dedi. [286]
Malik b. Kavkal, Peygamberimiz (a.s.)ın haberlerini Yahudilere taşırdı. [287]
Kurayza oğulları Yahudi bilginlerinden münafık olanlar:
8- Rafi' b. Hureymile,
9- Silsile b. Şerham,
10. Ki nane b. Suriya,
11. Rifaa b.Zeyd b. Tâbût. [288]
Rafi' b. Hureymile öldüğü zaman, Peygamberimiz (a.s.):
"Bugün, münafıkların büyüklerinden bir büyük münafık öldü!" [289]
Rifaa b. Zeyd b. Tâbut hakkında da:
"O, kâfirlerin büyüklerinden biridir!" buyurmuştur.
Beni Mustalık gazasından dönülürken, esen rüzgârdan Müslümanlar korktuğu sırada, Peygamberimiz (a.s.) "Korkmayınız!" buyurup kâfirlerin büyüklerinden birisinin öldüğünü haber vermiş; Medine'ye gelinince, Rifaa b. Zeyd'in rüzgâr estiği günde öldüğü anlaşılmıştır. [290]

Yahudilerle Düşüp Kalkan Ensar Münafıkları

Amr b. Avf oğullarından:
1- Züvey b. Haris,
Hubeyb oğullarından:
2- Cülas b. Süveyd,
3- Haris b. Süveyd.
Cülas; Tebük gazasında Peygamberimiz (a.s.)dan geride kalan kimselerden olup, Peygamberimiz (a.s.) aleyhinde:
"Andolsun, bu adam doğru ise, biz eşeklerden daha kötüyüzdür!" demişti.
Cülas'ın üvey oğlu olan Umeyr b. Sa'd:
"Vallahi ey Cülas! Sen bana insanların en sevgilisisin ve cömertlik bakımından benim katımda insanların en iyisi ve en güzelisin ve hoşa gitmeyen birşeyin kendisine isabet etmesi bana en ağırve en güç gelenisin!
Fakat sen öyle bir söz söyledin ki, eğer onu senin aleyhine açıklarsam, seni perişan ve rüsvay eder¬im!
Eğer o sözünün karşısında susarsam, dinim helak olur!
Bunlardan biri, bana ötekinden daha kolaydır!" dedikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)a gidip Cülas'ın söylediği şeyi anlattı.
Cülas, Peygamberimiz (a.s.)ın huzurunda Allah'a yemin ederek:
"Umeyr benim hakkımda muhakkak yalan söylemiştir. Ben Umeyr b. Sa'd'ın söylediği şeyi söylemedim!" dedi.
Bunun üzerine, Yüce Allah, Cülas hakkında indirdiği âyette [291] şöyle buyurdu:
"Onlar (söyledikleri sözü) söylemedikleri hakkında Allah'a yemin ediyorlar.
Andolsun ki, onlar o küfür kelimesini söylemişlerdir.
Onlar Müslümanlıklarını açıkladıktan sonra da kâfir oldular.
Onlar, başaramadıklar birşeye de yeltendiler.
Halbuki, intikam almaya yeltenmeleri için, Allah ile peygamberinin lütuf ve inayetiyle onlan zengin-leştirmiş olmasından başka da (bir sebep) yoktu.
Eğer (nifaktan) tevbe ederlerse, onlar için hayırlı olur.
Yüz çevirirlerse, Allah onlan dünyada da, ahirette de pek acıklı bir azaba uğratır; yeryüzünde onlar için ne bir yar, ne de bir yardımcı vardır artık!" [292]
L evzan oğullarından:
4- Nebtel b. Haris.
Peygamberimiz (a.s.), bunun hakkında:
"Kim şeytana bakmak isterse, Nebtel b. Hâris'e baksın!" buyurmuştur.
Nebtel; iri yapılı, uzun boylu, tepesinin saçı kabarık, kıpkızıl gözlü, siyahımsı kızıl yanaklı bir adamdı.
Peygamberimiz (a.s.)in yanına gelir, onunla konuşur, onu dinler, onun sözlerini münafıklara nakleder ve:
"Muhammed ancak bir kulaktır!
Kim ona birşey haber verirse, onu doğrular!" derdi.
Cebrail (a.s.), Nebtel'in sakınılacak bir adam olduğunu bildirmiştir.
Yüce Allah, onun hakkında indirdiği âyette [293] şöyle buyurdu:
"(Yine o münafıkların) içinde öyleleri vardır ki, peygamberi incitirler ve 'O bir kulaktır!1 derler.
De ki: O sizin için bir hayır kulağıdır!
Allah'a inanır, mü'minler(in sözün)e inanır.
İçinizden, iman edenler için de, bir rahmettir o!
Allah Resûlünü incitenler (yok mu, işte) en acıklı azab onlarındır." [294]
Dubay'a oğullarından:
5- Ebu Habibe b. Ez'ar,
Ebu Habibe, Dırar mescidini yapanlardandı.
6- Muatfib b. Kuşayr,
7- Rafi b.Zeyd,
8- Bişr.
Bunlarla Müslümanlar arasında çıkan bir ihtilaf üzerine, Müslümanlar Peygamberimiz (a.s.)a, bunlar da kâhinlere başvurmuşlardı.
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette [295] şöyle buyurdu:
"Sana indirilene de, senden önce indirilmiş olanlara da her halde iman ettiklerini boş yere iddia edenlere bakmadın mı ki, -onlar, kendini inkâr etmeleriyle emrolundukları halde-yine sihirbazın huzu¬runda muhakeme olunmalarını isterler. Şeytan da onları (bir daha dönemeyecekleri kadar) uzak bir sap¬kınlıkla büsbütün saptırmak ister." [296]
Muattib b. Kuşayr, Uhud gününde de, şöyle demişti:
"Eğer bize bu işten birşey (bir pay) olsaydı, burada öldürülmezdik!"
Yüce Allah, bu hususta indirdiği âyette [297] şöyle buyurdu:
"... Bir zümre de, canları sevdasına düşmüş, Allah'a karşı, Cahiliye zannı gibi, hakka aykırı bir zan besliyorlar ve 'Bu işten bize ne?1 diyorlardı.
De ki: Bütün iş Allah'ındır!
Onlar, sana açıklayamayacaklarını içlerinde saklıyorlar ve:
'Bu işten birşey (bir pay) olsaydı, burada öldürülm ezdik!' diyorlardı.
Onlara de ki: 'Siz evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine muhakkak, yatacakları (vurulup düşecekleri) yerlere çıkıp gidecekti.
(Allah, bunu) sinelerinizin içindekini yoklamak, yüreklerinizdekini temizlemek için (yaptı).1
Allah, sinelerdeki özü hakkıyla bilendir." [298]
Muattib b. Kuşayr, Hendek savaşı gününde de;
"Muhammed bize Kayserin hazinelerini yiyeceğimizi va'd ediyor. Halbuki bizden birisi abdest boz¬maya giderken bile güvenlik içinde bulunamıyor!" demişti.
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyette [299] şöyle buyurdu:
"O vakit, münafıklar ile kalblerinde bir hastalık bulunanlar; Allah ve Resûlü bize bir aldatıştan başka birşey va'd etmemiş!' demişlerdi." [300]
9- Sehl b. Huneyf'in kardeşi Abbad b. Huneyf,
10- Bahzac,
11- Amr b. Hizam,
12- Abdullah b. Nebtel.
Bunlar, Dırar mescidini yapanlardandı.
Sa'lebe oğullarından:
13- Cariye b. Âmir,
14- Yezid b. Cariye b. Âmir,
15- Mücemmi' b. Cariye b. Âmir.
Bunlarda, Dırar mescidini mescid edinenlerdendi.
Ümeyye oğullarından:
16- Vedia b. Sabit.
Dırar mescidini yapanlardan ve:
". . . Andolsun ki, biz ancak lafa dalmış, şakalaşıyorduk!" diyenlerdendi.
Yüce Allah, haklarında indirdiği âyette [301] şöyle buyurdu:
"Şayet kendilerine sorsan, 'Andolsun ki, biz ancak lafa dalmış bulunuyor, şakalaşıyorduk!' derler. De ki: Allah ile, O'nun âyetleriyle, O'nun resûlü ile mi eğleniyordunuz?!
Siz özür dilemeye kalkmayın!
Siz, iman ettiğinizi söyledikten sonra, küfrettiniz!
İçinizden bir zümreyi affetsek bile, diğer zümreyi, onlar cürümlerinde ısrar eden kimseler oldukları için, azabımıza uğratacağız.
Münafık erkekler de, münafık kadınlar da birbirinin parçasıdırlar.
Onlar kötülüğü emreder, iyilikten vazgeçirmeye uğraşırlar.
Ellerini yumarlar.
Onlar Allah'ı unuttular. Allah da onları unuttu!
Şüphe yok ki, münafıklar fâsıkların ta kendisidirler!
Allah, erkek münafıklara da, kadın münafıklara da, bütün kâfirlere de, kendileri içinde temelli kalmak üzere, Cehennem ateşini va'd etti. Bu, onlara yeter!
Allah onları rahmetinden kovdu! Onlara bitmez tükenmez bir azab vardır." [302]
Ubeyd b. Zeyd oğullarından:
17- Hizam b. Halid.
Dırar mescidi evinde yapılmış olan kişidir.
Nebit oğullarından:
18- Mirba' b. Kayzî,
Bu adam, Peygamberimiz (a.s.) Uhud'a giderken önüne çıkıp, bahçesinden geçirmek iste¬memiş:
"Ey Muhammed! Eğer sen gerçekten peygambersen, bahçemin içinden geçmeni sana helal etmem!" diye konuşmuş ve eline bir avuç toprak alıp:
"Vallahi, ben bu toprağın senden başkasına değmeyeceğini bilsem, onu sana atardım!" demiş; Müslümanlar onu öldürmeye kalkıştıkları zaman, Peygamberimiz (a.s.):
"Bırakınız onu! O kördür! Onun kalbi de kördür! Görüşü de kördür!" buyurmuştur.
Abduleşhellerin kardeşi Sa'd b. Zeyd, yayı ile vurup onun başını yarmıştı.
19- Mirba' b. Kayzî'nin kardeşi Evs b. Kayzî.
Hendek savaşı gününde, Peygamberimiz (a.s.)a:
"Yâ Rasûlallah ! Evlerimiz açık bir haldedir. Bize izin ver de onlara dönelim!" demiştir. Yüce Allah, bu hususta indirdiği âyette [303] şöyle buyurmuştur:
"... Onlardan bir kısmı da, 'Gerçekten, evlerimiz açıktır!1 diyerek Peygamberden izin istiyordu. Halbuki, onların evleri açık değildi. Onlar kaçmaktan başka birşey arzu etmiyor!ardı ." [304]
Zafer oğullarından:
20- Hâtıb Ümeyye b. Râfi',
İri yapılı ihtiyar bir kimse olup, kendisinin Yezid b. Hâtib isminde Müslüman ve hayırlı bir oğlu vardı ki, Uhud savaşı gününde yaralanmış ve Zafer oğullarının evine götürülmüştü.
Kendisi ölmek üzere iken, oradaki Müslüman erkek ve kadınlar onun yanına toplanmışlardı. Kendisini Cennetle müjdeledikleri zaman, babası Hâtıb, münafıklığını açığa vurarak: "Evet! Vallahi, yüzerlik otundan bir Cennet! Vallahi bu zavallıyı aldattınız!" demiştir.
21- Büşeyr b. Ubeynk.
Kendisi iki zırh hırsızı Ebu Tu'ma olup, Yüce Allah onun hakkında indirdiği âyette [305] şöyle buyur¬muştur:
"Nefislerine hainlik etmiş kimselerden yana mücadele etme!
Çünkü, Allah hainlikte ileri gitmiş günahkarları sevmez." [306] Zafer oğullarının müttefiklerinden:
22- Kuzman.
Peygamberimiz (a.s.), bunun hakkında:
"O muhakkak Cehennem ehlindendir!" buyurmuştu.
Uhud savaşı günü, şiddetli bir savaş oldu.
Müşriklerden birtakım kimseler öldürüldü.
Kuzman'da da yaralar açıldı.
Kendisini Zafer oğullarının evine götürdüler.
Müslümanlardan bazı kimseler, ona:
"Ey Kuzman! Müjdeler olsun, bugün ibtilâya uğradın. Sana, Allah yolunda, gördüğün şey isabet etmiştir!" dediler.
Kuzman:
"Ben ne diye müjdeleneyim? Vallahi, ben ancak kavmimden utandığımdan dolayı gayrete gelip savaştım!" dedi.
Kuzman, yaralarının ağrısına dayanamadığı zaman, ok çantasından bir ok alıp elinin damarlarını kesti ve intihar etti. [307]
Hazrec Kabilesinden olan münafıklar:
23- Rafi' b. Vedia,
24- Zeyd b. Amr,
Amr b. Kays,
Kays b. Amr b. Sehl.
Cüşem oğullarından:
27- Cedd b. Kays.
Cedd b. Kays; Peygamberimiz (a.s.)a:
"Yâ Muhammedi Bana izin ver, beni fitneye düşünme!" diyen kimsedir.
Yüce Allah, onun hakkında indirdiği âyetlerde [308] şöyle buyurdu:
"Onlardan kimi de 'Bana izin ver! Beni fitneye düşürme!1 diyecektir.
Haberin olsun ki; onlar zaten fitne çukuruna düşmüşlerdir.
Cehennem ise, o kâfirleri her halde ve her halde çepeçevre kuşatıcıdır.
Sana bir iyilik gelirse, bu onların fenasına gider.
Sana bir musibet erişirse, 'Biz daha önceden ihtiyat tedbiri erim izi almışızdır!' derler ve böbürlene böbürlene dönüp giderler.
De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası asla bize erişmez! O bizim Mevlâmızdır.
Onun için, mü'minler yalnız Allah'a güvenip dayansınlar.
De ki: Siz bizde iki güzelliğin birinden başkasını mı beklersiniz? Halbuki, biz sizde Allah'ın ya Kendi katından, ya da bizim elimizle bir azab getireceğini bekliyoruz. Haydi, siz bizim akıbetimizi bekleyedu-run; biz de sizinle
beraber bekleyiciyiz.
De ki: Gerek gönül rızasıyla, gerek istemeyerek harcayın, sizden hiçbir şey kat'iyyen kabul olun¬mayacaktır. Çünkü, siz fâsıklar güruhu oldunuz!
Onların nafakalarının kabul edilmesine engel olan da, sırf şudur
Çünkü, onlar Allah'a ve resûlüne küfrettiler.
Namaza da, ancak üşene üşene gelirler.
İştihasız olmadıkça da, harcamazlar." [309]
Abduleşhel oğullarından:
28- Dahhâk b. Sabit.
Hassan b. Sabit, söylediği bir şiirde Dahhâk b. Sabitin Yahudiliği sevdiğini ve Müslümanlığı sevmediğini açıklamıştır. [310]
Avf b. Hazrec oğullarından:
29- Abdullah b. Übeyy b. Selûl.
Münafıkların başı idi.
Yahudi bilginlerinin münafıklarından Vedia, Malik b. Ebi Kavkal, Süveyd ve Dâis, Abdullah b. Übeyy b. Selûl'ün yanında toplanırlardı.
Beni Mustalık gazasında:
"Medine'ye dönersek, andolsun ki, en şerefli ve en güçlü olan, en hakir ve en zayıf olanı, oradan mutlaka çıkaracaktır" diyen, o idi. [311]
Yüce Allah, bu hususta indirdiği âyette şöyle buyurdu:
"Onlar, 'Eğer Medine'ye dönersek, andolsun ki, en şerefli ve güçlü olan, oradan en hakir ve zayıf olanı muhakkak çıkaracaktır1 diyorlardı.
Halbuki, şeref, güç ve galibiyet Allah'ındır, Allah'ın resûlünündür ve mü'minlerindir.
Fakat münafıklar (bunu) bilmezler." [312]
Peygamberimiz (a.s.) Beni Nadîr Yahudilerini muhasara altına aldığı zaman, bunlar dessaslık yapmışlar;
"Siz yerinizde sabit durunuz! Vallahi, eğer siz yurdunuzdan çıkarılırsanız, biz de muhakkak sizinle birlikte çıkar gideriz! Sizin aleyhinizde, hiçbir kimseye itaat etmeyiz! Eğer sizinle çarpışılırsa, muhakkak ve muhakkak, biz size yardım ederiz!" demişlerdi. [313]
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyetlerde şöyle buyurdu:
"Ehl-i kitabdan da küfreden kardeşlerine, 'Andolsun ki, eğer siz yurtlarınızdan çıkarılırsanız, biz de muhakkak sizinle birlikte çıkar gideriz. Sizin aleyhinizde, hiçbir kimseye, hiçbirzaman itaat etmeyiz! Eğer sizinle çarpışılırsa, muhakkak ve muhakkak, biz size yardım ederiz!' demekte olan o münafıkları görmedin mi?
Halbuki, Allah şahitlik eder ki, onlar hakikaten ve kesin olarak yalancıdırlar.
Andolsun ki, onlar yurtlarından çıkanlacak olurlarsa, onlarla birlikte çıkmazlar, gitmezler.
Eğer onlar muharebeye tutulurlarsa, onlara yardım da etmezler.
Faraza yardım etseler bile, andolsun ki, mutlaka arkalarını dönerler.
Sonra da, kendileri yardım göremezler.
Herhalde sizin onların yüreklerinde yaşayan korkunuz, Allah'tan korkularından daha şiddetlidir.
Bu da, onların ince anlamazlar güruhundan oluşundandır.
Onlar müstahkem kasabalarda yahut duvarlar arkasında bulunmaksızın, sizinle toplu bir halde vuruşam azlar.
Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir.
Sen onları derli toplu sanırsın. Halbuki, kalbleri darmadağınıktır.
Bu da, onların akıllarını kullanmaz bir kavim oluşundandır.
Onların hali, kendilerinden az zaman öncekilerin hali gibidir ki, onlar yaptıklarının akıbetini tat¬mışlardı.
Onlar için, âhirette de, çetin bir azab vardır.
Münafıkların hali de, şeytanın hali gibidir:
Çünkü, şeytan insana Küfret!' derde, o küfredince; 'Ben âlemlerin Rabbi olan Allahtan korkanm' der.
Nihayet, ikisinin de akıbeti, hakikaten, temelli ateşin içinde kalmaları olmuştur.
İşte, zalimlerin cezası budur!" [314]
Münâfıkûn sûresi de, işte, başta Abdullah b. Übeyy b. Selûl olmak üzere, bu münafıklar hakkında nazil olmuş [315] ve bu sünede şöyle buy uru I m ustur:
"Münafıklar, sana geldikleri zaman, 'Şehadet ederiz ki; sen, muhakkak ve mutlak, Resûlullah'sın' dediler.
Allah da bilir ki; sen elbette ve elbette O'nun resûlüsün.
Fakat, Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduğunu da biliyor.
Onlar yeminlerini bir kalkan edindiler de, Allah'ın yolundan saptılar.
Gerçekten, onların yapmakta olduklan şeyler ne kötüdür!
Onlar (zahiren) iman ettiler. Fakat, sonra da kâfir oldular.
Bu yüzden, kalblerinin üzerine (küfür) mühr(ü) basıldı.
Bunun için, onlar (imanın hakikatini) anlayamazlar.
Onları gördüğün zaman, gövdeleri (kalıplan, kıyafetleri belki) hoşuna gider.
Söyleseler, sözlerini dinlersin.
Halbuki, onlar (elbise) giydirilmiş kocaman odunlar gibidir!
Her gürültüyü kendi aleyhlerinde sanırlar.
Asıl düşman onlardır. Allah gebertsin onlan!
Nasıl olup da (haktan) döndürülüyorlar?
Onlara, 'Geliniz! Allah'ın Resûlü sizin için istiğfar ediversin' denildiği zaman, başlarını çevirdiler!
Gördün ki, onlar, kibirlerine yediremeyerek, hâlâ yüz döndürüyorlar!
Sen, onlar için ha istiğfar etmişsin ha etmemişsin, haklarında birdir Allah onlan kat'iyyen yariıga-maz!
Şüphe yok ki, Allah, fâsıklar güruhunu doğru yola iletmez.
Oniaröyie kimselerdir ki: 'Resûlullahm yanındaki kimseleri beslemeyiniz-tâ ki dağılıp gitsinler!' diy¬orlardı.
Halbuki, göklerin ve yerin bütün hazineleri Allah'ındır!
Fakat o münafıklar ince anlamazlar.
Onlar, 'Eğer Medine'ye dönersek, andolsun ki, en şerefli ve güçlü olan, en hakir ve en zayıf olanı oradan muhakkak çıkaracaktır1 diyorlardı.
Halbuki, şeref, kuvvet ve galibiyet Allah'ındır, Resûlullahındır ve mü'minlerindir.
Fakat o münafıklar bunu bilmezler." [316]

Müslümanların Yahudilerle Dost Olmaktan Men Edilmeleri

Müslümanlardan bazıları, vaktiyle antlaşma yaptıkları Yahudilerle dost idiler.
Yüce Allah, indirdiği, onları Yahudilerle dostluktan men ettiği âyetierde [317] şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler! Sizden olmayanları dost edinmeyiniz!
Çünkü, onlar size şer ve fesad yapmakta hiç kusur etmezler.
Sizin sıkıntıya girmenizi arzu ederler.
Onların kinleri, kızgınlıkları ağızlarından taşmaktadır.
Göğüslerinde gizledikleri düşmanlıksa, daha büyüktür.
Siz o kimselersiniz ki, onları seversiniz; halbuki onlar sizi sevmezler!
Siz kitabların hepsine inanırsınız; onlar ise, sizinle buluştukları zaman 'İnandık' derler, aralarında başbaşa kaldıkları zaman da size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar!
De ki: Kininizle geberin!
Hiç şüphesiz, Allah göğüslerin gizlediklerini hakkıyla bilir.
Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasaya düşürür.
Başınıza bir musibet gelse, onunla ferahlanırlar.
Eğer siz güçlüklere göğüs gerer, korunursanız, onların hileleri size hiçbir zarar vermez.
Çünkü, Allah onları kendi amelleriyle kuşatıcıdır." [318]
Mü'min olmadıkları halde Müslüman görünen Yahudi bilginlerinden Rifaa b. Zeyd ile Süveyd, bazı Müslümanlarla dost olmuşlardı. Yüce Allah, bu hususta indirdiği âyetierde [319] şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler! Kendilerine sizden önce kitab verilmiş olanlarla kâfirlerden, dininizi bir eğlence ve bir oyun yerine tutanları, sakın dost edinmeyin! Eğer mü'minlerseniz, Allah'tan korkun!
Onlar birbirinizi namaza ezanla davet ettiğiniz zaman, onu bir eğlence ve bir oyun yerine tutarlar.
Onların böyle yapmaları, kendilerinin hakikaten akıllarını kullanmaz bir kavim olmalarındandır.
De ki: 'Ey ehl-i kitab! Sizin bizden hoşlanmayışınızın sebebi, bizim Allah'a inandığımızdan ve bize indirilenle daha önce indirilmiş olanlara iman ettiğimizden, sizin ise birçoğunuzun fâsık kimseler olduğunuzdan başka bir şey değildir.1
De ki: 'Size bundan daha kötüsünü haber vereyim mi?
Allah'ın lanet ve gazab ettiği, aralarından maymunlar ve domuzlar çıkardığı kimseler ile şeytana tapanlardır ki, işte Allah katında bunların yeri daha kötü ve doğru yoldan daha sapıktır. Onlar size geldik¬leri zaman İman ettik!' derler. Halbuki onlar muhakkak küfür ile girmişler, yine muhakkak küfür ile çık¬mışlardır. Allah onların neler gizlemekte olduğunu çok iyi bilendir." [320]

Gerekli Bir Açıklama

Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîminde Yahudileri de, Hıristiyanlar! da kendimize dost edinmememizi emretmekte, onların ancak birbirlerine dost olacaklarını haber vermektedir. [321]
Yine Kur'ârvı Kerîm'de açıklandığına göre; Yahudiler Hıristiyanların dinen uymaya değer hiçbir şeye sahip olmadıklarını söylerler. Hıristiyanlar da, onlar hakkında aynı sözleri söyleyerek, birbirlerinin din¬lerini red ve inkâr ederler. [322]
Hatta, Yahudiler Hıristiyanların tanrılaştırıp taptıkları İsa (a.s.)ı [323] öldürdüklerini ve astık¬larını da iddia ederler. [324] Ona ve annesine en ağır küfür ve iftirada bulunurlar. [325]
Bütün bunlara rağmen, Hıristiyanların Yahudilerle dost olup gerek İsa (a.s.)ave gerek onun afif ve nezih annesine en derin saygıyı gösteren Müslümanlara düşman kesilmelerindeki mantıksızlığa şaşmamak elde değildir.
Kur'ân-ı Kerîm'in bin dörtyüz yıl sonra yaşanan bu i'cazkâr ihbarından Müslümanların hâlâ ibret alamamış olmaları karşısındaki hayretimiz de, bundan aşağı değildir. [326]

Kıblenin Kâbe'ye Çevrilişi

Kıble; aslında, herhangi bir tarafa yönelme haline denirken, namaz kılınacağı sırada yönelinen yere isim olmuştur. [327]
İslâm'da ilk kıble, İbrahim (a.s.)ın Kıblesi olan Kabe idi. [328]
Kabe, İbrahim (a.s.)ın kıblesi olduğu gibi, Arapların babası, atası olan İsmail (a.s.)ın da kıblesi idi. [329]
Kabe; insanlarve herkes için mübarek bir hidayet mahalli olmak üzere, yeryüzünde kurulmuş olan ilk mâbeddi. [330] İnsanların ilk kıblesi idi. [331] Kabe; ilk önce, Âdem (a.s.) tarafından yapılmıştı. [332] Sonra da, bu mabedin yeri İbrahim (a.s.)a Yüce Allah tarafından gösterilmiş; [333] o da oğlu İsmail (a.s.)la birlikte onun temellerini yükseltmişlerdi. [334]
Kabe'nin; tavaf edenler, ibadet etmek üzere gelip orada kalanlar, rükû ve sücud edenler için temiz tutulması da, kendilerine Allah tarafından em rol unm ustu. [335]
Musa (a.s.) da, Kudüste Sahra yanında namaz kılacağı zaman, Sahra'yı önünde bulun¬durarak Kabe'ye yönelirdi.
Salih Peygamber mescidi ile Zülkameyn mescidinin mihrablarının da Kabe'ye doğru olduğu rivayet edilir. [336]
E bu Zer-i Gıfârî:
"Yâ Rasûlallan ! Yeryüzünde ilk kurulan mescid hangisidir?" diye sormuştu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Mescid-i Haram'dır!" buyurdu.
E bu Zer-i Gıfârî:
"Ondan sonra, hangisidir?" diye sordu.
Peygamberimiz (a.s.):
"Ondan sonra, Mescid-i Aksâ'dır!" buyurdu. [337]
Mekke'de bulunduğu sırada, Peygamberimiz (a.s.)a önceleri Kabe'ye; Medine'ye gelince de, Beytü'l-Makdis'e (Kudüs'e) doğru namaz kılması emir buyuru İm ustur. [338]
Bu, hikmet ve maslahat icabı idi: [339] Ehl-i kitabı, Yahudileri İslâmiyete ısındırmak içindi. [340]
Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinden önce, Müslümanlar namazlarını Beytü'l-Makdis'e doğru yönelerek kılarlardı . [341]
Peygamberimiz (a.s.), Mekke'de bulunduğu sırada, namaz kılarken Beytü'l-Makdis'e doğru yönelir, Kabe de kendisinin önünde bulunurdu. [342]
Medine'ye hicret edince, kıbleyi böylece birleştirmek mümkün olmadı . [343]
Namazlarını Kabe tarafına yönelerek kılmayı ise, özlerdi. [344]
Nitekim, Cebrail (a.s.)a, bir gün:
"Ey Cebrail! Yüce Allah'ın yüzümü Yahudilerin kıblesinden Kabe'ye çevirmesini arzu ediyorum!" demiş, Cebrail (a.s.) da:
"Sen Rabbine niyaz et, bunu O'ndan iste!" demişti.
Bunun üzerine, Peygamberimiz (a.s.), Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kılacağı zaman, başını sık sık semaya çevirir dururdu. [345]
Kıblenin Beytü'l-Makdis'ten Kabe'ye doğru çevirilişi, Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinin onsekizinci ayının başlarında, Şaban ayında, [346] Şaban ayının yarılandığı sırada idi. [347]
Bunun, onyedinci ayın başlarında, Recep ayının ortalarında olduğu da rivayet edilir. [348]
Peygamberimiz (a.s.)la ashabının Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kılmaları, Yahudilerin hoşlarına gider, sevinirlerdi.
Kabe'ye yöneldikleri zaman, bu kıbleyi inkâr ettiler: [349]
"Vallahi, Muhammed ve ashabı, biz kendilerine gösterinceye kadar, kıblelerinin de neresi olduğunu bilmiyorlardı!" diyerek yaygaraya başladılar; [350] ve hatta, Peygamberimiz (a.s.)ı dininden sap¬tırmak maksadıyla, Yahudilerin bilginlerinden Rifaa b. Kays, Kardem b. Amr, Ka'b b. Eşref, Râfi' b. Ebi Râfi', Haccac b. Amr, Rebi' b. Rebi' b. Ebi Hukayk, Kinane b. Rebi' b. Ebi Hukayk gelerek:
"Ey Muhammed! Üzerinde bulunduğun kıbleden seni çeviren nedir?
Halbuki, sen İbrahim'in milleti, dini üzere bulunduğunu söylüyordun!?
Sen yine o kıblene dön de, biz sana tâbi olalım ve seni doğrul ayali m!" dediler.
Bunun üzerine, Yüce Allah, indirdiği âyetlerde [351] şöyle buyurdu:
"İnsanlardan, birtakım beyinsizler, 'Onları üzerinde durduklan kıblelerinden çeviren nedir?' diyecek¬lerdir.
Onlara de ki: 'Doğu da Allah'ındır, batı da! O, kimi dilerse, onu doğru yola iletir.'
Biz sizi doğru bir yola çıkarıp orta yolda yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlara şahitler olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun!
Senin halen üzerinde bulunduğun Kabe'yi tekrar kıble yapışımız da, Peygambere uyanlan, iki ökçe¬si üzerinde geri döneceklerden ayırd etmemiz içindir.
Elbette ki bu, Allah'ın hidayet ettiği, doğru yola erdirdiği kimselerden başkasına muhakkak ağır gele¬cektir.
Şüphesiz ki, Allah sizin imanınızı zayi edecek değildir.
Çünkü, Allah insanları çok esirgeyendir ve onlara rahmetini saçandır.
Biz senin yüzünü çok kere göğe çevirip durduğunu görüyoruz.
Seni artık hoşnut olacağın bir kıbleye çevireceğiz!
Sen namazda yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir!
Sizler de (ey mü'minler!) nerede bulunursanız, namazda yüzlerinizi o tarafa çeviriniz!
Şüphe yok ki, kendilerine kitab verilenler, bunun Rablerinden gelen bir hak olduğunu çok iyi bilirler.
Allah onların yaptıklarından, yapacaklarından gafil değildir.
Andolsun ki; sen kendilerine kitab verilenlere her âyeti getirsen de, onlar senin kıblene uymazlar.
Sen de, onların kıblesine uyacak değilsin!
Zaten, onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar.
Andolsun ki, sana gelen bunca ilimden sonra faraza onların heva ve heveslerine uyacak olursan, o takdirde sen de muhakkak kendilerine yazık etmişlerden olursun!
Kendilerine kitab verdiklerimiz, onu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken, içlerinden bir kısmı hakikati bile bile gizlerler.
O hak, Rabbindendir; o halde, sakın şüpheye düşenlerden olma!" [352]

Namaz İçinde Beytü'l-Makdis'ten Kâbe Tarafına Dönülüşü

Rivayete göre; Peygamberimiz (a.s.), Benî Selime semtinde oturan Bişr b. Berâ1 b. Ma'rur'un annesini ziyarete gitmişti.
Kendisine yemek yapıldı. Yenildi.
Öğle vakti girince, oradaki mescidde ashabıyla birlikte iki rekat kıldıktan sonra, namaz içinde, Kabe tarafına dönmesi emrolundu, döndü ve arkasındaki cemaat da döndüler; ki bu, Hicretin onyedinci ayının başlarına doğru, bir Pazartesi gününe rastlamıştı.
Bunun için Benî Selime mescidine "İki Kıbleli Mescid" adı verildi. [353] Bu namazı Peygamberimiz (a.s.)la birlikte kılanlardan bir zât, mescidden çıkıp başka bir mescide uğramıştı ki, onlar rükû-da idiler.
Onlara "Ben Allah için şehadet ederim ki; namazımı Resûlullah (a.s.)la birlikte Mekke'ye doğru yönelerek kıldım" deyince, onlar da namazlarını bozmadan oldukları yerde Beytullah'a doğru yönelmişlerdir. [354]
Benî Selimelerden bir zât da, sabah namazının bir rekatını kılmış, rükûa varmış bir cemaata rast¬layınca, onlara:
"Haberiniz olsun ki; kıble Kabe'ye çevrildi!" diyerek seslenmiş, onlar da oldukları yerde Kabe tarafı¬na çevrilmişlerdi. [355]
Küba mescidine de, sabah namazında birzât gelip, Kabe'ye dönmesi için Resûlullah (a.s.)a vahiy geldiğini haber vermiş ve "Siz de o tarafa dönünüz!" deyince, Şam'a doğru yönelmiş bulunan cemaat, oldukları yerde yönlerini Kabe'ye çevirmişlerdir. [356]
Ensar kadınlarından Nevle (Nüveyle) binti Eşlem de der ki:
"Biz Benî Harise mescidinde Beytü'l-Makdis'e doğru yönelerek öğle veya ikindi namazını kılarken, ikinci secdede bize birzât gelip Resûlullah (a.s.)ın kıbleyi Beytü'l-Haram'a çevirdiğini haber ver¬ince, erkekler kadınların yerine, kadınlar da erkeklerin yerine geçti ve Beytü'l-Haram'a yönelmiş olarak namazımızı kıldık!" [357]

Mü'minlerin Kıble Hususunda Duydukları Endişelerin Giderilişi

Kıble değiştirilmeden önce, Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kılarak vefat etmiş veya herhangi bir suretle öldürülmüş olan Müslümanlar vardı.
Bunun için:
"Yâ Rasûlallah! Bundan önce ölen kardeşlerimiz nasıl olacak?
Onlar Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kılıp dururlarken ölmüşlerdi?" dediler.
Yüce Allah, onların yaptıkları ibadetlerin de boşa gitmediğini Bakara sûresinin 143. âyetiyle haber vererek, duyulan endişeleri giderdi. [358]

Ebu'd-Derda Uveymir (Âmir)'in Müslüman Oluşu

Ebu'd-Derda Uveymir (veya Amir) b. Salebe, Bedir seferi sırasında Müslüman oldu. [359]
Ensardan Müslüman olanların sonuncusu idi, evvelce puta tapardı. [360]
Ebu'd-Derda'nın ev halkı, kendisinden önce Müslüman olmuşlardı. [361]
Ebu'd-Derda, Abdullah b. Revâha ile, bir anneden doğma kardeş idi. [362]
Ya da, Abdullah b. Revâha, Ebu'd-Derda'nın öteden beri kardeşliği idi. [363]
Abdullah b. Revâha ile Muhammed b. Mesleme, Ebu'd-Derda'nın bulunmadığı bir sırada, evine gir¬erek putunu kırdılar.
Ebu'd-Derda, eve dönüp putunun kırıldığını görünce, hem putun kırıklarını toplamaya, hem de:
"Yazıklar olsun sana! Sen ne diye mütecavizlere engel olmadın? Ne diye üzerinden defetmedin?" demeye başlamıştı.
Ebu'd-Derda'nın zevcesi Ümmü'd-Derda (Hayret) Hatun:
"Eğer o bir kimseye yarar verebilse veya gelecek bir zararı önleyebilse idi, kendisine gelen zararı önler, kendisine yarar verirdi!" deyince, Ebu'd-Derda uyandı [364] ve kendi kendine:
"Eğer bunda bir hayır olsaydı, kendisini korurdu" diye söylendi [365] ve Ümmü'd-Derda'ya:
"Gusletmek için bana su hazırla!" dedi.
Yıkanıp elbisesini giydikten sonra, Peygamberimiz (a.s.)ın yanına varıp Müslüman olmak üzere, yola çıktı. Ebu'd-Derda gelirken, Abdullah b. Revâha Peygamber (a.s.)ın yanında bulunuyordu ve:
"Yâ Rasûlallah! Bu, Ebu'd-Derda'dır! Ben onun ancak bizi aradığını sanıyorum!" dedi.
Peygamberimiz (a.s.):
"O, Müslüman olmakiçin geliyor! Çünkü, Rabbim Allah, Ebu'd-Derda'nın Müslüman olacağını bana va'd etti" buyurdu. [366]

Ramazan Orucunun Farz Kılınışı

Orucun Lügat Ve Şeriat Dilinde Mânâsı

Türkçesi oruç demek olan Arapça savm'ın lügatta mânâsı, tutmaktır.
Orucun şeriat dilinde mânâsı; sabahleyin tanyerinin ağarmaya başlamasından güneş batıncaya kadar olan müddet içinde, yemekten, içmekten, cinsel ilişkilerden-ibadet niyetiyle-geri durmak, nefsi alı koymaktır. [367]

Ramazan Orucunun Ne Zaman Ve Nasıl Farz Kılındığı

Ramazan orucu Peygamberimiz (a.s.)ın Medine'ye hicretinin onsekizinci ayının başlarında, kıblenin Kabe tarafına çevrilişinden sonra, Şaban ayında farz kılınmıştır. [368]
Ramazan ayında oruç tutulması, Kur'ân-ı Kerîm'de emredilmiş ve bu husustaki âyetlerde şöyle buy uru I m ustur:
"Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de-takvaya eresiniz, nefsinize hakim olasınız diye-oruç farz kılındı.
O, sayılı günlerdir.
İçinizden her kim o günlerde hasta olur, yahut seferde bulunursa, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde kaza eder, öder.
Oruç tutmaya güç yeti re m eyen I erin de, biryoksul doyumu fidye vermeleri gerekir.
Kim hayrına fidyesini arttınrsa, bu, onun için daha hayırlıdır.
Ramazan ayı öyle bir aydır ki, insanlara doğru yolu gösteren açık âyetleri kendisinde toplayan, hak ile bâtılı ayırd eden Kur'ân onda indirildi.
İmdi, sizden her kim o aya erişirse, onu oruçlu geçirsin.
Kim de hasta olur, yahut bir sefer üzerinde bulunursa, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde kaza etsin.
Allah size kolaylık diler, güçlük dilemez.
Bu da o sayıyı ikmal ve size olan hidayetine karşı Allah'ı tekbir etmeniz içindir; gerek ki şükre-desiniz!
Oruç gecesi kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı.
Onlar sizin için libastır. Siz de onlar için libassınız.
Allah nefislerinize karşı zaafınızı bildiği için, kabul etti, sizi bağışladı.
Artık onlara yaklaşınız da, Allah'ın sizin için yazdığını isteyiniz!
Fecrin siyah ipliğinden beyaz ipliğini seçinceye kadar, yiyiniz, içiniz. Sonra, ertesi geceye kadar, orucu tam tutunuz!
Mescidlerde itikatta bulunduğunuz zaman, kadınlarınıza geceleri de yaklaşmayınız!
Bu hükümler, Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın, onlara yaklaşmayınız! İşte, Allah âyeti erin i-korun¬sunlar diye-insanlara böyle açıklar." [369]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
haydarı kerrar
Administrator

Administrator
haydarı kerrar


Mesaj Sayısı : 2630
Kayıt tarihi : 24/05/09
Nerden : ANKARA

İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Empty
MesajKonu: Geri: İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ   İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ Icon_minitimeC.tesi Mart 06, 2010 5:31 pm

Ramazan Orucunun İslâm Dininin Beş Temelinden Biri Oluşu

Ramazan orucu, İslâm dininin beş temelinden birisidir.
Abdullah b. Ömer, Peygamberimiz (a.s.)ın bu hususta şöyle buyurduğunu bildirir:
"İslâm, beş şey üzerine kuruldu:
Allah'tan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed'in Resûlullah olduğuna şehadet etmek,
Namazı kılmak,
Zekâtı vermek,
Ramazan orucunu tutmak,
Hacc etmek." [370]

Ramazan Orucuna Ait Bazı Hükümler

1- Ramazan orucu, kamerî aya göre tutulur.
Bu da, bazan 30, bazan da 29 gün çeker.
2- Her yıl, Ramazan hilali görülünce tutulmaya başlanıp, Şevval hilalinin görülmesiyle sona erer.
3- Hava bulutlu veya kapalı olur da hilali görmek mümkün olmazsa, oruçların sayısı 30'a doldurulur. [371]
4- Oruç, güneş batar batmaz, açılır. [372] Tanyeri ağarmaya başlamadan biraz evvele kadar da, [373] sahur yemeğine devam edilebilir. [374]
Sahur vaktinin bitmesiyle sabah namazı vaktinin girmesi arasındaki müddet 50 âyet okuyacak kadar bir zaman [375] olup, bu da ortalama olarak 18-20 dakika tutar.
5- Kadınlar, hayız ve nifas hallerinde namaz kılamaz ve oruç tutamazlar. Ancak, orucu sonradan kaza eder, öderler. [376]
6- Sefer halinde, oruçlu oruçsuzu, oruçsuz da oruçluyu kınamaz. [377]
7- Hatırlanır hatırlanmaz geri durulup oruca devam edilmek şartıyla, unutarak birşey yemek ve içmekle oruç bozulmuş olmaz. [378]
8- Oruçlu iken, hiçbir mazeret ve zaruret olmaksızın bile bile oruç bozmak, gününe gün oruç tut¬makla birlikte, ayrıca keffaret ve ceza olarak da bir köle azad etmeyi; buna gücü yetmezse, ara verme¬
den iki ay oruç tutmayı; buna da gücü yetmezse, 60 yoksulu akşamlı sabahlı doyurmayı gerektirir. [379]
Oruç açılırken, "Ey Allah'ım! Senin nzan için oruç tuttum. Senin verdiğin rızıkla da orucumu
açtım!" denilerek iftar duası yapılır. [380]

Teravih Namazı

Ramazan gecelerinde Teravih namazı kılınması Peygamberimiz (a.s.)ın sünnetidir.
Peygamberimiz (a.s.) bunu birhadis-i şeriflerinde:
"Yüce Allah, Ramazan ayında orucu farz kıldı.
Ben de, teravih namazını Müslümanlara sünnet kıldım!" buyurarak açıklamışlardır. [381]
Hz. Âişe der ki:
"Resûlullah (a.s.) Mescidde geceleyin teravih namazı kıldı. Müslümanlar da, kendisine uyarak teravih namazı kıldılar.
Erteki günü sabah olunca, Müslümanlar bunu birbirlerine anlattılar.
İkinci gece, Müslümanlar Mescidde önceki gecekinden ziyade toplandılar.
Resûlullah (a.s.), Mescide çıkıp onlara teravih namazı kıldırdı.
Sabah olunca, cemaat bunu da anlattılar.
Üçüncü gece, cemaat daha da çoğaldı.
Resûlullah (a.s.) çıkıp onlara teravih namazı kıldırdı.
Dördüncü gece Mescid cemaatı alamayacak bir hale gelince, Mescid cemaatla dolup taşınca, Resûlullah (a.s.) teravih namazını kıldırmak için cemaatın yanına çıkmadı.
Cemaattan bazıları namaz için toplandıklarını Resûlullah (a.s.)a hatırlatmak istedilerse de, Resûlullah (a.s.), sabah namazına kadar onların yanlarına çıkmadı.
Sabah namazını kıldırdıktan sonra, cemaata yöneldi. Şehadet getirdi ve:
'Biliniz ki; sizin, cemaatla teravih namazı kılmak hususunda yaptığınızı gördüm.
Beni sizin yanınıza çıkmaktan alıkoyan, ancak, bu namazın size farz kılınacağı, sizin de onun edasında acze düşeceğiniz, günaha gireceğiniz hakkındaki korkumdur1 buyurdu." [382]
Zeyd b. Sabit'in anlattığına göre de:
Cemaat Peygamberimiz (a.s.)ın teravihi kıldırmak için Mescide çıkmadığını görünce, uyuyakaldığını sanarak, uyansın da yanlarına çıksın diye, bazıları öksürür gibi yapmaya başladılar.
Peygamberimiz (a.s.) cemaatın yanına çıkınca:
"Ey insanlar! Teravih namazını Mescidde cemaatla kılmak hususunda gösterdiğiniz arzu ve iştiyakın sonu gelmeyeceğini gördüm de, bunun size farz kılınacağından, farz kılınınca da onu kılamayacağınız-dan korktum.
Ey insanlar! Siz onu evlerinizde kılınız!
Çünkü, kişinin farz namazlardan başka namazları evlerinde kılmaları efdaldir" buyurdu. [383]
İmam Zührî de, Peygamberimiz (a.s.)ın vefatına kadar teravih namazının böyle evlerde kılındığını ve Hz. Ebu Bekir'in halifeliği devrinde de, Hz. Ömer'in halifeliği devrinin başlarına kadarda, bu şekilde hareket edildiğini bildirdikten sonra; Urve b. Zübeyr'den Abdurrahman b. Abdulkari'nin şöyle dediğini rivayet eder:
"Bir Ramazan gecesi, Ömer b. Hattab (r.a.) ile Mescide gitmiştik.
Mescidde halk münferid ve dağınık bir halde teravih namazı kılıyordu.
Kimi kendi başına yalnızca namaz kılıyordu, kimi namaz kılıyor, bir kısım halk da onun namazına uyuyordu.
Ömer b. Hattab:
'Bunları bir kari' imam arkasında toplasam, daha iyi olur sanırım1 dedi ve bunun üzerinde durdu.
Hakikaten, ertesi günü de, Übeyy b. Ka'b'ı teravih imamı tayin edip cemaati onun arkasında topladı.
Teravih namazı cemaatla kılınmaya başlandı.
Başka bir gece, yine, onunla birlikte Mescide gitmiştim.
Halk, imamları Ü beyy b. Ka'b'la birlikte teravih namazı kılıyorlardı.
Ömer b. Hattab:
'Şu namazın cemaatla kılınması ne güzel bir âdet oldu.
Fakat, namazlarını gecenin sonunda kılmak üzere erteleyip şu anda uyumakta olanlar, şimdi namaz kılanlardan daha ziyade fazileti haizdirler' dedi." [384]
Übeyy b. Ka'b'ın teravih namazını halka 20 rekat olarak kıldırdığı,
Hz. Ömer'in, Hz. Ali'nin de, halka teravih namazını 20 rekat olarak kıldırmalarını görevlilere emret¬tikleri,
Abdullah b. Ömer'in de kendilerine İbn Ebi Müleyke'nin teravih namazını 20 rekat olarak kıldırdığını bildirdiği,
Hz. Ömer'in, Ramazan'da teravih imamlarını çağırıp sür'atli okuyanlara her rekatta 30,
Orta derecede sür'atli okuyanlara her rekatta 25,
Ağır okuyanlara da her rekatta 20 âyet okumalarını emrettiği de rivayet edilir. [385]
Hz. Ömer'in teravih namazını böyle cemaatla kıldırmayı ihdas ve Medine'de biri erkeklere, diğeri kadınlara teravih kıldırmak üzere kari^Kur'ân okuyucu hafız tayin edişi ve bu hususta İslâm beldelerine de yazılı emirler verişi, Hicretin 14. yılı Ramazan ayında idi. [386]

Peygamberimiz (a.s.)ın Ashabı Ağlatan Konuşması

Birtakım kimseler istihza için, bazıları da ölen babaları hakkında, "Babam kim?" yahut, yitirdikleri develeri hakkında, "Devem nerede?" diyerek sorular sormaya başladılar. [387]
Peygamberimiz (a.s.), bu hususta ashabdan da bazı şeyler işitmiş bulunuyordu. [388]
Peygamberimiz (a.s.), hoşlanmadığı böyle şeyleri halkın gelip sormaya başladıklarını görünce, kızdı. [389]
Güneş batıya doğru eğildiği zaman, evinden Mescide geçti.
Öğle namazını kıldırdıktan sonra, ayakta dikilerek Kıyameti ve Kıyametten önce de büyük işler ola¬cağını anlattı. [390]
Enes b. Malik der ki:
"O güne kadar bir benzerini daha işitmediğim bir hutbe irad buyurdu: [391]
'Kim bana birşey sormak istiyorsa, hemen sorsun!
Vallahi, bana soracağınız şeyi, şu makamımda durduğum müddetçe, size haber vereceğim!' buyurdu. [392]
Cemaat, Resûlullah (a.s.)dan bunu işitir işitmez, sustular; birfelâketle karşılaşmaktan kork¬tular.
Sağa sola dönüp baktım: Herkes, elbisesini başına çekmiş, ağlıyordu.
Resûlullahın ashabına, o günkünden daha çetin bir gün gelmemişti. [393]
Resûlullah (a.s.):
'Haydi, soracağınızı sorsanıza bana?' buyruğunu tekrarlayıp durduğu sırada, [394] bir adam ayağa kalktı:
'Yâ Rasûlallah! Benim gireceğim yer neresi?1 diye sordu.
Resûlullah (a.s.):
'Ateştir (Cehennemdir)!' buyurdu. [395]
Sonra, Abdullah b. Huzâfe ayağa kalktı:
'Yâ Rasûlallah! Benim babam kimdir?' diye sordu.
Resûlullah (a.s.):
'Senin baban Huzâfe'dir!' buyurdu. [396]
Abdullah b. Huzâfe kiminle çekişecek olsa, hemen kendisini başkasına nisbet ile tahkir ederler¬di. [397]
Başka bir adam da, kalkıp:
'Yâ Rasûlallah! Benim babam kimdir?' diye sordu.
Resûlullah (a.s.):
'Senin baban, Şeybe'nin azadlısı Sâlim'dir!' buyurdu.
Hz. Ömer, Resûlullah (a.s.)ın yüzüne bakınca, [398] onun kızdığını anladı, [399] iki dizinin üzerine çökerek: [400]
'Yâ Rasûlallah! Biz Yüce Allah'a tevbe ediyoruz! [401]
Biz Allah'ı Rab, İslâm'ı din, Muhammed (a.s.)ı resûl olarak kabul ettik!' dedi.
Bunun üzerine, Resûlullah (a.s.) sustu, sakinleşti. Sonra da:
'Muhammed'in varlığı Kudret Elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; bana, demin şu duvarın yüzünde Cennet ile Cehennem gösterildi!
Ben hayır ve şende bugünkü gibisini görmedim ! [402]
Siz benim bildiğimi bilmiş olsaydınız, muhakkak ki, çok az güler, çok ağlardınız!' buyurdu." [403]
Rivayete göre; Yüce Allah, bunun üzerine indirdiği âyette [404] şöyle buyurdu:
"Ey iman edenler! Siz öyle şeylerden sormayınız ki, onlar size açıklanırsa ağırınıza gidecektir.
Halbuki, Kur'ân indirilmekte iken, sorarsanız, onlar size açıklanır. Allah onlardan sizi affetmiş, mükellef tutmamıştır.
Allah çokyarlıgayıcıdır, cezalandırmakta da aceleci değildir." [405]

Sa'd b. Muaz'ın Kâbe'de Ebu Cehil ile Tartışması

Abdullah b. Mes'ud der ki:
"Sa'd b. Muaz ile Ümeyye b. Halef, eskiden beri tanışık ve dost idiler. Sa'd b. Muaz, Mekke'ye gid¬ince, onun evine inerdi. O da, Şam'a gidince, Medine'ye uğrar, Sa'd b. Muaz'ın evine inerdi.
Resûlullah (a.s.) Medine'ye geldikten sonra, Sa'd b. Muaz umre yapmak üzere Mekke'ye gitmiş, Ümeyye b. Halefin evine inmişti.
Sa'd b. Muaz, Ümeyye b. Halefe:
'Benim için tenha bir zaman kollasan da, Beytullah'ı tavaf etsem' dedi.
Ümeyye de:
'Günün ortalandığı, herkesin uykuya daldığı sırayı bekle' dedi.
Sa'd b. Muaz, o vakitte gelip tavafa başladı.
O sırada, Ebu Cehil çıkageldi. Ümeyye b. Halefe:
'Şu yanında bulunan, Kabe'yi tavaf eden kim?' diye sordu.
Ümeyye b. Halef:
'Sa'd'dırol' dedi.
Sa'd b. Muaz da:
'Sa'd'ım ben!1 dedi.
Ebu Cehil, Sa'd b. Muaz'a:
'Bak! Sen Kabe'yi emniyet içinde tavaf ediyorsun.
Halbuki, siz ortaya yeni bir din çıkarmış olan Muhammed'in ashabını barındınyor, onlara yardım ediyorsunuz!?
Vallahi, Ebu Salvan'ın yanında olmasaydın, sen buradan evine sağ salim dönemezdin!' dedi.
Sa'd b. Muaz, bağırarak:
'Eğer sen beni tavaftan men edersen, ben de vallahi sana daha ağırını yapar, senin Medine'deki Şam ticaret yolunu keserim!' dedi.
Ümeyye b. Halef, Sa'd b. Muaz'ı tutarak:
'Ey Sa'd! Sen bu vadi halkının büyüğü olan Ebu'l-Hakem'e karşı bağırma!' deyince, Sa'd b. Muaz kızdı ve:
'Ey Ümeyye! Sen de beni tutma, bırak!
Vallahi, ben Allah'ın Resûlü Muhammed (a.s.)ı, seni öldüreceğini söylerken işittim!' dedi.
Ümeyye b. Halef:
'Beni mi?' diye sordu.
Sa'd b. Muaz:
'Evet! Seni!' dedi.
Ümeyye b. Halef:
'Mekke'de mi?' diye sordu.
Sa'd b. Muaz:
'Bilmiyorum' dedi.
Bunun üzerine, Ümeyye b. Halef
'Vallahi, Muhammed yalan söylemez' diyerek, büyük bir korku ve heyecan içinde ailesinin yanına döndü ve ona:
'Ey Ümmü Salvan! Bizim Medineli kardeşlik Sa'd bana ne söyledi, bilir misin?' dedi.
Karısı:
'O sana ne söyledi?' diye sordu.
Ümeyye:
'Muhammed'i, beni öldüreceğini haberverirken işittiğini söyledi. Kendisine, 'Mekke'de mi?' diye sor¬dum. 'Bilmiyorum' cevabını verdi' dedi.
Ümeyye b. Halefin karısı:
'Vallahi Muhammed yalan söylemez!' deyince, Ümeyye:
'Ben de vallahi Mekke'den dışarı çıkmam' dedi.
Bedir'e çıkış gününde, Ebu Cehil halka 'Develerinize bininiz!' dediği zaman, Ümeyye b. Halef Mekke'den çıkmak, ayrılmak istemedi.
Ebu Cehil geldi ve:
'Ey Ebu Safvan! Sen Mekke vadisinin eşrafındansın!
Halk senin geri kaldığını görürse, onlar da seninle birlikte geri kalırlar.
Sen, bir-iki gün olsun, sefere katıl!' diyerek kandırıncaya kadar, Ümeyye'nin yanından ayrılmadı.
En sonunda, Ümeyye b. Halef Mekke'nin en iyi, en süratli devesini satın aldı. Karısının yanına gelip:
'Ey Ümmü Salvan! Beni sefere çabuk hazırla!' dedi.
Karısı feryad ederek:
'Ey Ebu Safvan! Sana Medineli kardeşliğinin söylediğini unuttun mu?!' dedi.
Ümeyye b. Halef:
'Hayır, unutmadım. Onlarla birlikte bulunmayı ben de istemiyorum. Ancak azıcık bir müddet aralarında bulunacağım' dedi.
Bedir harbine katıldı. Çok geçmeden de, Yüce Allah onu Resûlullahın eliyle öldürdü. [406]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İSLAM TARİHİ 5-PEYGAMBERİMİZ (A.S.)IN MEDİNE'YE HİCRETİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» İSLAM TARİHİ 16-VEDA HACCI
» İSLAM TARİHİ 19-PEYGAMBERİMİZİN AHLAKI
» İSLAM TARİHİ 6-BEDİR GAZÂSI
» İSLAM TARİHİ 7-UHUD SAVAŞI
» İSLAM TARİHİ 9-HUDEYBİYE SEFERİ

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
iSLAMi GiZLi iLiMLER SiTESi :: 

Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa ( SAV) Hakkında Herşey

 :: Peygamber Efendimizin Soy Agacı Ve Hayatı Ve Mucizeleri
-
Buraya geçin: