24. İLİM BÖLÜMÜ
1. İlim Öğrenmenin Önemi
3641... Kesîr b. Kays'dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Ben Dımaşk mescidinde Ebu'd-Derdâ ile birlikte bulunuyordum.
Ona bir adam gelip:
Ey Ebû Derdâ, ben sana Peygamber (s.a)'in şehrinden bir hadis için geldim. İşittiğime göre bu hadisi Rasûlullah (s.a)'tan sen rivayet etmişsin. (Buraya) başka bir ihtiyaçtan dolayı gelmedim, dedi. Ebu'd-Derdâ da şöyle cevap verdi:
Gerçekten ben Rasûlullah (s.a)'i şöyle derken işittim: "Her kim ilim tahsil etmek amacıyla bir yola gidecek olursa Al¬lah onu cennet yollarından bir yola sokmuş olur. Kuşkusuz ki melek¬ler ilim yolunda olan bir kimseden hoşnutluklarından dolayı (ona) ka¬natlarını sererler ve göklerde ve yerde bulunan (yaratık)larla suda bu¬lunan balıklar (tümüyle Allah'tan) âlimin bağışlanmasını dilerler. Mu¬hakkak ki âlimin âbide (olan) üstünlüğü ayın ondördüncü gecesinde-ki dolunayın diğer yıldızlara (olan) üstünlüğü gibidir. Âlimler, pey¬gamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak dinar ve dirhem bırakmazlar, ilim bırakırlar. Kim o ilmi elde ederse çok büyük bir na¬sip elde etmiş olur." [1]
Açıklama
Bu hadis-i şerifte, arayıcısını cennete götüreceğinden bahsedilen ilimden maksadın; öğrenilmesi farz-i ayın, farz-ı kifâye veya mendup olan ve dince övülen ilimler olduğunda şüphe yoktur.
Bu bakımdan hadis-i şerifte, Kur'an ve sünnet ilimlerinden bir ilim öğ¬renmek için bir yola giren ya da uzak veya yakın bir yolculuğa çıkan bir kim¬seyi tuttuğu bu yol sebebiyle Allah'ın cennete ulaştıracağına dair bir müjde bulunduğunu söyleyebiliriz.
Meleklerin ilim talibinden razı ve memnun olmaları sebebiyle onların yoluna kanat sermeleri hususunda Hattâbî şöyle diyor:
"Meleklerin ilim talibine kanatlarını sermesi çeşitli şekillerde yorumla¬nabilir:
1- Meleklerin kanatlarını sermelerinden maksat ilim talibine tavazu gös¬termeleri, onlara saygıya lâyık olmalarından dolayı boyun eğmeleri ve ilim¬lerine saygı göstermeleridir denebilir. Nitekim bu kelime,"Onlara acımadan dolayı tevazu kanatlarını indir" [2] âyet-i kerimesinde de bu manaya gel¬mektedir.
2- Meleklerin uçmayı bırakıp yere inmeleridir de denebilir. Nitekim bu kelime, "Allah'ı zikreden bir cemaat yoktur ki melekler onları kuşatmasın ve yerlerini rahmet kaplamasın" [3] hadis-i şerifinde de bu manaya gel¬mektedir.
3- "Gerçekten meleklerin ilim talibini kanatlarının üzerine alıp onu gi¬deceği yere götürebilmek için kanatlarım onların yoluna sermesidir." şek¬linde yorumlayanlar da olmuştur. Bu sözleriyle meleklerin onlara yardım et¬meyi arzu ettiklerine ifade etmek istemişlerdir.
Metinde geçen, "Göklerde ve yerde bulunan bütün yaratıklar ve balık¬lar Allah'tan âlimin bağışlanmasını isterler" cümlesi hakkında Hattâbî şöy¬le der:
"Allah, ulemanın ilmi vasıtasıyla hayvanlarda insanlar için pek çok fay¬dalar ve maslahatlar bulunduğunu ortaya çıkarmıştır. Âlimler insanlara bu gerçekleri ve hayvanların hakkına riayet edilmemesi halinde doğacak zarar¬ları, hayvanlara mutlaka iyi davranmaları gerektiğini anlatırlar. Allah da on¬ların bu emeğine karşılık hayvanlara onlar için dua etmeyi ilham eder. On¬ların hayvanlara olan iyiliklerini bu şekilde mükâfatlandırır. Nitekim, "el-cezâü min cinsil amel" buyurulmuştur.
Alimler, parlaklıkta ayın ondördüncü gecesindeki bir dolunaya benzetilirken, âbidin yıldızlara benzetilmesindeki hikmete gelince; âbidin ışığı yıl¬dızlarınki gibi sadece kendine yetecek kadarken âlimin ışığı ise başkalarının yolunu da aydınlatması ve ayın ışığını güneşten aldığı gibi âlimin de bu ışığı¬nı Hz. Peygamberden almış olmasıdır."
Peygamberler vefat ederken gerçekten yakınlarına bir miras bırakma¬mışlardır. Çünkü eğer peygamberler maddî bir miras bırakıp gitselerdi in¬sanlar onların hayatları boyunca yakınlarını zengin etmek için çırpındıkları¬nı zannedebilirlerdi.
Bu sebeple onlar geride mal bırakmamışlar, ellerinde bulunan mallarını ümmetlerinin maslahatlarına tahsis edip gitmişlerdir.
Onların bıraktıkları en büyük miras ilim mirasıdır. Onu elde eden en büyük payı almıştır. Nitekim İbn Âbidin merhum, bir saat ilim müzâkere etmenin bir Kadir Gecesini ihya etmekten daha hayırlı olduğunu, sakalı çık¬mış bir kimsenin anne ve babasının izni olmadan bile ilim tahsili için gurbe¬te çıkabileceğini söylemiştir. [4]
3642... Eb'd-Derdâ (bir de) Peygamber (s.a)'den (bir önceki ha¬disin) manasını rivayet etmiştir. [5]
3643... Ebû Hureyre'den (r.a) rivayet olunmuştur, dedi ki: Ra¬sûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"İlim tahsil etmek için yola çıkan kimseye bu sebeple Allah cen¬netin yolunu kolaylaştırır. Ameli, kendisinin (cennete erişmesini) ge¬ciktiren bir kimseyi nesebi (cennete girmekte) çabuklaştıramaz." [6]
Açıklama
Bu hadis-i şerifte ilim yolunu tutan müsIüm anların cennete girmelerinin kolaylaşacağı ve cennetle arasına girecek engel lerin kalkacağı müjdelenmektedir.
Çünkü hangi maksatla olursa olsun ilim yolunu tutan bir kimseyi ilmin, sonunda bu maksadından çevirip Allah yoluna yönelteceği bu yolun öncüle¬ri tarafından haber verilmiştir.
Fakat ilim ve taat gibi insanı cennete götüren sebeplere sarılmadığı için cennete girmeye hak kazanamayan bir kimseye şerefli bir aileye mensup ol¬ması bir fayda vermez.
Nitekim, "Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, amellerinize
Bakar.” [7] buyurulmuştur. [8]
2. Kitap Ehlinin Sözlerini Rivayet Etmenin Hükmü
3644... İbn Ebî Nemle el-Ensârî'nin babasından rivayet olundu ğuna göre;
Kendisi (bir gün) Rasûlullah (s.a)'ın yanında oturuyormuş. (Hz Peygamber'in) yanında bir yahudi varmış. Derken oradan bir cenaz< geçmiş. Bunun üzerine (yahudi):
Ey Muhammed, cenaze kabirde konuşur mu? diye sormuş.Rasûlullah (s.a):
"Allah daha iyi bilir" cevabını vermiş. Yahudi ise;
Kesinlikle cenaze konuşur, demiş.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuş:
"Kitap ehlinin sözlerini ne tasdik ediniz, ne de yalanlayınız. (An cak) biz Allah'a ve peygamberlerine inandık deyiniz,(Eğer onların sözü)asılsız ise tasdik etmemiş olursunuz. Eğer doğru ise o sözü yalanla mamış olursunuz." [9]
Açıklama
Yahudi, Peygamber Efendimize; "Cenaze, (kabirde) konuşur mu?" derken, cenaze kabirde münker ve nekir tarafı
dan sorguya çekilip, onların sorularına cevap verir mi demek istemiş olsa gerektir. Çünkü onların kitabı olan Tevrat'ta, ölen bir kimsenin kabirde münker nekir tarafından sorguya çekileceği yazılıdır.
Ancak yahudi bu soruyu sorduğu zamanda henüz Rasûl-i Zîşan Efen¬dimize bu hususta bir vahiy gelmediğinden, soruyu cevapsız bırakmış ve üm¬metine yahudilerin Kur'ân'da açıklanmamış olan bu gibi sözlerini yalanla¬mamalarını ve tastık etmemelerini, çünkü onların bu gibi sözlerinin muharref Tevrat'tan alınmış olması itibarıyla yalana da doğruya da ihtimali bulundu¬ğunu ifade buyurmuştur. Bu durum yahudilerin sözlerini rivayet etmenin caiz olmadığını gösterir ki bu hadisin bab başlığı ile ilgisi de burasıdır. Binaena¬leyh bu hadis, kitap ehlinin sözlerini nakletmenin caiz olmadığına delâlet et¬mektedir.
Ancak, ulemanın açıklamasına göre bu hüküm henüz islâmî hükümle¬rin tamamlanıp İslâm kalplere iyice yerleştikten sonra bu hususta genişlik hasıl olmuş, onların çeşitli meselelerdeki görüşlerini öğrenmeye ve sözlerini nakletmeye izin verilmiştir. Çünkü İslâmiyetin her konudaki hükümleri iyi¬ce belli olduktan sonra onların sözlerini duyup öğrenmekte bir sakınca kal¬mamıştır. Zira İslâmiyetin bir meseledeki görüşü iyice bilindikten sonra,"eh¬li kitabın görüşlerinin doğruluk veya yanlışlığını anlamak mümkün hale gel¬miştir.
Şu halde kitap ehlinin kitaplarını okumak ya da sözlerini r akletmekle ilgili yasaklamalar İslâmın ilk yıllarıyla ilgilidir. Daha sonra bu yasak kaldı¬rılmıştır. Nitekim Hudûd bölümün 26. babındaki hadis-i şerifler de bunu is-bat etmektedir.
Bu mevzuda Hafız İbn Kesîr de şöyle diyor:
"Ne var ki bu İsrâiliyyata dair hadisler ve sözler te'yid için değil delil getirmek için zikredilir. Çünkü îsrâiliyât üç türlüdür.
1) Elimizde doğruluğuna dair delil bulunan ve sahih olduğunu bildiği¬miz kısım.
2) Elimizde bulunan (kaynağa) aykırı olduğu için yalan olduğunu bildi¬ğimiz kısım.
3) Ne o kabilden ne de bu kabilden olmayıp hakkında söz söylenmemiş Dİan kısımdır. Biz bu kışıma inanmayız fakat yalanlamayız da.
Yukarıda görüldüğü gibi bunların anlatılması caizdir. Fakat çoğunluk¬la dinî bir konuda faydası olmayacak şeylerdir. Bunun içindir ki ehl-i kitap bilginlerinin bir çoğu da farklı görüşlere sahiptirler. Keza bu nedenle müfes-îirler arasında (onların nakli hususunda) ayrılık göze çarpmaktadır. (Örnek alarak) Ashab-ı Kehf'in adını zikretmekte, köpeklerinin rengini ve onların sayılarını nakletmektedirler. Hz. Musa'nın asasının hangi ağaçtan olduğu¬nu ve Allah Teâlâ'nın İbrahim Peygamber için dirilttiği kuşların adını ZÎk-'etmektedirler. Bakara hâdisesinde ölüye vurulan kısmın neresi olduğunu ve Allah Teâlâ'nın Musa ile konuştuğu ağacın türü zikredilmektedir. Daha sonra buna benzer, Allah Teâlâ'nın Kur'ân'da müphem bıraktığı birçok konular vardır ki bunların belirlenmesinde mükelleflerin ne dinî ve ne de dünyevî fay¬daları söz konusudur. Lâkin onların değişik görüşlerini nakletmek caizdir. Nitekim Cenab-ı Allah (buna örnek olarak) şöyle buyurur: "Karanlığa taş atar gibi 'mağara ehli üçtür, dördüncüsü köpekleridir' derler. Veya 'beştir, altıncıları kopekleridir derler. Yahut 'yedidir, sekizincileri köpekleridir” derler. De ki: Onların sayısını en iyi bilen Kabbimdir. Onları pek az kimseden baş¬kası bilmez. Bu yüzden onlar hakkında bu kısa anlatılanların dışında kim¬seyle tartışma ve onlar hakkında kimseden bir şey sorma." (Kehf, 22)" [10]
3645... Zeyd b. Sâbit'in (r.a) şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Rasûlullah (s.a) bana emretti de ben kendisi (ne hizmet etmek) için yahudilerin yazısını öğrendim. (Hz. Peygamber bu hususta bana)"Vallahi yazışmalarım hususunda yahudilere güvenemiyorum" de¬di. Ben de yarım ay geçmeden yahudilerin yazısını iyice öğrendim. (Ra¬sûlullah (s.a) bir mektup) yaz (mak iste)diği zaman kendisine ben yazıveriyordum. Kendisine bir mektup yazıldığı zaman da ben okuyuveriyordum. [11]
Açıklama
Hz.Peygamber'in, yazışmalarında yahudilerin kâtipliğine ve tercümanlığına güvenemedıgı için bazı müslümanlara yahu¬dilerin yazılarını ve dillerim öğrenmelerini emrettiğini ifade eden bu hadis, yahudilerin bir olayla veya bir haberle ilgili rivayetlerine asla güvenilmeyeceğine, onların rivayet ettikleri haberlerin muteber olmayacağına delâlet et¬mektedir. Hadisin bab başlığıyla ilgisi de bu açıdandır. [12]
Bazı Hükümler
1. Ehli kitabın verdikleri haberlere, tercümanlıklarına güvenilemez.
2. Ehli kitap, müslümanların istihbarat işlerinde görev alamaz.
3. Müslümanlardan yeterli sayıda kimselerin yabancı dil öğrenmeleri icabeder. Bu lüzum meselenin önemi nisbetinde kendisini gösterir. [13]
3. İlmi Yazı İle Kaydetmek
3546... Abdullah b. Ömer'den (r.anhüma) şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Ben, muhafaza etme düşüncesiyle Rasülullah (r.a)'dan işittikle¬rimin hepsini yazıyordum. Kureyş (kabilesinden bazı müslümanlar) "Rasülullah (s.a) öfkeli halinde de sakin halinde de konuşan bir in¬san iken sen ondan duyduğunu yazıyor musun?" diyerek beni bun¬dan menettiler.
Ben de yazmaktan vazgeçtim ve bu durumu Rasülullah (s.a)'a an¬lattım. Parmağıyla ağzına işaret ederek;
"Sen yaz(maya devam et), varlığım elinde olan Allah'a yemin olsun ki bundan haktan başkası çıkmaz" buyurdu. [14]
Açıklama
Bu hadis-i şerif Rasûl-i Zîşan Efendimizin, öfkeli hallerinde de sevinçli ve sakin hallerinde de hakkı söylediğini ifade etmektedir.
Binaenaleyh onun her sözü dinî hükümler İçin bir dayanak ve bir delil¬dir. Öfke ve sevinç halleri onun her an Hakka bağlı ve vahyi ilahî mahalli olan kalbine tesir-edip dilinden akan hikmet pınarlarını bulandıramaz. [15]
3647... Muttalib b. Abdullah b. Hantab'tan rivayet olunmuştur; dedi ki:
(Bir gün) Zeyd b. Sabit, Muâviye'nin yanına girmişti. (Muâviyç ona, Hz. Peygamber'den rivayet ettiği) bir hadisi sordu. (Zeyd ona bu hadisi rivayet edince Mûaviye orada bulunan) bir adama bu hadisi yazmasını emretti. Bunun üzerine Zeyd ona:
Rasülullah (s.a) bize kendi sözlerinden hiçbirini yazmamamızı emretti, dedi. (O adam da yazmış olduğu) bu hadisi sildi. [16]
Açıklama
Hattâbî, mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerif ile bir önceki hadis-ı şerif hakkında şu açıklamayı yapıyor:
"Hadislerin yazı ile tesbiti ile ilgili bu yasağın İslâmiyetin ilk yıllarım ait olup sonradan kaldırılmış olması icab eder.
Çünkü o yıllarda Hz. Peygambere Kur'an âyetleri inmeye devam ediyordu. İnen âyetler vahiy kâtipleri tarafından kaydediliyordu. Kur'an âyet lerinin yazı ile tesbit edildiği o günlerde bir taraftan da hadislerin yazı ili tesbit edilmesine izin verilmesi halinde Kur'an âyetleri ile hadislerin karışarak bir sayfaya yazılması ihtimali vardı.
Böyle bir sakıncanın bulunmaması halinde ilmin yazı ile tesbitinin ya saklanması düşünülemez.
Nitekim Hz. Peygamber Efendimizin daha sonraki yıllarda ümmetine "Sizden benim bu sözümü dinleyenler, burada bulunmayanlara iletsin.” [17] buyurması, bu yasağın daha sonraki yıllarda kalktığını gösterir. Çünkü bir iözü en doğru şekilde ve eksiksiz olarak başkalarına eriştirmek o sözün yazı ile tesbiti sayesinde olabilir. İnsan hafızası nisyan ile malul olduğundan, hadislerin tebliği için sadece hafızaya güvenilemez. Ayrıca, Rasûl-i Ekrem Efen¬dimizin, kendisine hafızasının zayıflığından bahseden bir kimseye, "- Sağ îlinden de faydalan" buyurması da sonraki yıllarda bu yasağın kalktığını gösterir. Hz. Peygamber'in irad etmiş olduğu bir hutbe için, "Bu hutbeyi Ebû Şâh için yazıverin" [18] buyurması da bu cümledendir.
Rasûl-i Ekremin; sadakalar, meâkıl ve diyetler konusunda yazılar yaz¬ması yahutta ümmetinin bu kitapları sağlığında ondan dinledikleri hadisleri yazarak vücuda getirmeleri ve hem kendileri onlarla amel edip hem de ken¬dilerinden sonraki nesillere nakletmeleri halef ve selef ulemasından hiçbiri¬nin bu yazılanlara ve rivayetlere karşı çıkmaması da yine bu yasağın bir süre sonra yürürlükten kaldırıldığını isbat eder." [19]
3648... Ebû Saîd el-Hudrî (r.a)'dan şöyle dediği rivayet olun¬muştur:
Biz (Hz. Peygamber zamanında) Kur'an ve şahadet kelimesinden başka bir şey yazmadık. [20]
Açıklama
Bu hadis-i şerifte Rasûl-i Zişan Efendimiz zamanında "Eşhedü enlailâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdu-hu ve rasûluhu" sözü ile Kur'an-ı Kerim dışında hiçbir sözün yazı ile tesbit edilmediği ifade edilmektedir.
Ancak bir önceki hadis-i şerifin şerhinde de açıkladığımız gibi bu uygulama İslâmın ilk yıllarında olmuş, bir süre sonra yürürlükten kaldırılmımş ve hadislerin de yazı ile tesbitine izin verilmiştir.
Bu mevzuda Kadı Iyaz şöyle diyor:
"Bu hususta sahabe ile tabiîn arasında bir hayli ihtilâflar vaki olmuş¬tur. Birçokları hadis yazmayı kerih görmüş, ekseriyet ise yazılmasına cevaz vermişlerdir. Sonraları bütün müslümanlar hadis yazmanın caiz olduğuna ittifak etmiş ve hilaf ortadan kalkmıştır. Ancak hadis yazmayı nehyeden bu rivayetten murad ne olduğu ihtilaflıdır. Bazılarına göre bu hadis ravinin ez¬berleyeceğine itimad edilen ve yazarsa yazıya dayanarak ezberlememesinden korkulan hadisler hakkındadır. Yazmayı mubah kılan hadisler ise belleyişi-ne itimad edilmeyen kimselere hamlolunur. Hz. Ali'nin sahifesi, Amr b. Hazm'ın kitabı, Hz. Ebû Bekir'in Enes'e gönderdiği zekât mektubu vs. bu kabildendir.
Ulemadan bazıları nehy hadislerinin bu hadislerle neshedildiklerini söy¬lemişlerdir. Onlara göre hadisin yazılması Kur'an'la karışır endişesindendi. Bu endişe ortadan kalkınca hadisin yazılmasına izin verilmiştir. Bazıları, "Ha¬dis yazılmasının nehyinden murad; hadisle âyeti bir sahifeye yazmaktır. İki¬si bir sahifede olunca, okuyan hangisinin âyet hangisinin hadis olduğunu karıştırabilir" demişlerdir." [21]
3649... Ebû Hureyre (r.a)'den rivayet olunmuştur; dedi ki: Mekke feth edilince Peygamber (s.a) ayağa kalktı... (Ebû Hurey¬re sözlerine devam ederek) Hz. Peygamber'in (orada) okuduğu bir hut¬besini anlattı (ve şöyle) dedi:
Bunun üzerine Yemen halkından Ebû Şâh denilen birisi ayağa kalkıp;
Ey Allah'ın Rasûlü, (bu hutbeyi) bana yazıverin, dedi. (Hz. Peygamber de orada bulunan kâtiplerine); "- (Bunu) Ebû Şâh'a yazıverin" buyurdu. [22]
Açıklama
3647 ve 3648 numaralı hadis-i şerifler Hz. Peygamber'in hadislerin yazılmasını yasakladığını ifade etmelerine karşılık bu hadis-i şerif Hz. Peygamber'in yazılmasına izin verdiğini ifade etmektedir. Bu hadis hakkında İbn Hacer şöyle diyor:
"Bu hadisi şerif zahiren, "Benden bir şey yazmayın. Her kim Kur'an'-dan başka benden bir şey yazarsa onu hemen silsin" [23] hadis-i şerifine aykı¬rı gibi görünmekte ise de bu iki hadisin arasını şu şekilde telif etmek müm¬kündür:
1- Hadisleri yazmanın nehyedilmesiyle ilgili yasaklar vahyin inmekte ol¬duğu ve Kur'an âyetleriyle hadislerin karışması ihtimali bulunduğu dönem¬lere aittir. Hadislerin yazılmasına izin verildiğini ifade eden hadisler ise bu endişenin ortadan kalktığı dönemlere aittir.
2- Yahutta hadislerin yazılmasının yasaklandığını bildiren hadisler, ha¬dislerin Kur'an'Ia aynı yere yazılmasıyla ilgilidir. Hadislerin yazılmasına izin verildiğini bildiren hadisler ise hadislerin Kur'an-ı Kerim âyetlerinin yazılı olmadığı yerlere yazılmasıyla İlgilidir.
3- Hadis-i şeriflerin yazılmasına izin verildiğini bildiren hadisler, yazıl¬masını yasaklayan hadislerin hükmünü neshetmişlerdir. Bu mevzudaki gö¬rüşlerin en sahihi budur.
4- Bazıları da bu'mevzudaki yasağın yazıya güvenip hadisleri ezberle¬meye lüzum görmeyen kimselere, iznin ise böyle bir hataya düşmeyenlere ait olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşte olanlara göre, hadis yazmanın yasak¬landığını bildiren Müslim hadisi merfu değildir; Ebû Saîd el-Hudri'nin sözüdür. [24]
3650... Velîd'in şöyle dediği rivayet olunmuştur: Ben Ebû Amr'a;
Onların yazdığı nedir? diye sordum.
O gün Ebû Hureyre'nin, kendisinden (Peygamberden) duydu¬ğu hutbedir, cevabını verdi. [25]
4. Rasûlullah Adına Yalan Söylemenin Sorumluluğu
3651... Âmir b. Abdullah b. ez-Zübeyr'in, babasından şöyle nak¬lettiği rivayet olunmuştur: (Babam) Zübeyr'e:
Diğer sahâbîlerinin kendisinden rivayet ettikleri gibi seni hadis rivayet etmenden alıkoyan nedir? diye sordum, şöyle cevap verdi:
Allah'a yemin olsun ki, (aslında) Rasûlullah(s.a)'m yanında be¬nim özel bir itibarım ve yerim vardır. Fakat ben onu,"Kim benim adıma bile bile bir yalan söylerse cehennemden yerini hazırlasın" buyurur¬ken işittim. (Bu yüzden hadisleri yanlış rivayet etme korkusundan bu¬na yanaşamadım.) [26]
Açıklama
Hz. Zübeyr'in, Rasûlullah (s.a)'m sohbetlerinde pek çok defalar bulunduğu ve ondan pek çok hadis dinlediği halde, yanlış rivayet etme korkusuyla bu dinlediklerini rivayet etmekten kaçınması, onun bir hadisi hata eseri olarak yanlış rivayet etmenin de bile bile yanlış rivayet, etmek gibi veballi olduğuna inandığını gösterir. Gerçekten de bazı kimseler için çok hadis rivayet etmekte hataya düşme ihtimali daha fazla olduğun¬dan, Zübeyr (r.a) çok hadis rivayet etmekten kaçınmıştır. Çünkü her ne ka¬dar Cumhuru ulemanın dediği gibi, kasıtsız ve hata eseri olarak yanlışlık ya¬pan bir kimse bu hatadan dolayı günahkâr olmazsa da, çok hadis rivayet etmede hataya düşme ihtimali bulunan kimselerin bundan kaçınmaları ihti¬yata daha uygundur. Dolayısıyla bu gibi hataya düşme ihtimalinin kuvvetle belirdiği yerlerde ısrarla dolaşmak veballi bir iştir.
Hadis rivayetinde güvenilir kimseler bu gibi hatalara düşmeleri halinde halkın gerçekle ilgisi olmayan rivayetlerle amel etmesine sebep olurlar. Bi¬naenaleyh çok hadis rivayet edince hataya düşme korkusundan emin olma¬yan kimselerin, bile bile kendilerini bü tehlikeye atmaları günahtır. Bu du¬rumda olan kimselerin Zübeyr (r.a) gibi, çok rivayet etmekten kaçınmaları gerekir. Nitekim sahabeden pek çoğu çok hadis rivayet etmekten kaçınmış¬lardır.
Çok hadis rivayet eden sahâbîler ise, hafızasına ve yazmasına güvene¬rek hataya düşme tehlikesinden uzak olanlardır.
Yahutta bunlar uzun süre yaşadıkları için halk onların hafızasında bu¬lunan hadisleri öğrenmeye ihtiyaç duyup kendilerine müracaat etmişler, on¬lar da ilmi saklamanın mesuliyetinden korktukları için bildiklerini söylemek zorunda kalmışlardır.
Hafız Münzirî'nin açıklamasına göre; metinde geçen "müteammiden = bile bile" kelimesi, Buharı ile Nesâî'nin rivayetlerinde yok¬tur ve Nesâî ile Buharî'nin bu rivayetleri diğer rivayetlerden daha sağlamdır. [27]
5. Bilgisi Olmadığı Halde Allah'ın Kitabı Hakkında Söz Söylemenin Hükmü
3652... Cündüb (b. Abdillah el-Becelî)'den Rasûlullah (s.a)'m şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
"Aziz ve Celil olan Allah'ın Kitabı üzerinde (sırf kendi) görü¬şüne dayanarak fikir beyan eden kimse, (konuşmasında) isabet bile etse yine de hata etmiş olur." [28]
Açıklama
Bu hadis-i şerif; Tefsir için lüzumlu olan ilimleri öğrenme¬den ve Tefsir ulemasının görüşlerine bakmadan, sırf kendi aklına geldiği şekilde Kur'ân-ı Kerim âyetlerinin lafızları ya da manaları hak¬kında açıklamalar yapan kimselerin bu açıklamalarında tesadüfen isabet et¬miş olsalar yine de hata etmiş olduklarını haber vermektedir.
Sırf kendi akıllarıyla Kur'an-ı Kerim âyetlerini tefsire kalkan kimsele¬rin, bu hususta yeterli bilgiye sahip olmadıkları için, yaptıkları açıklamalar¬da hataya düşmeleri kaçınılmazdır. Böyle iken Kur'an-ı Kerim'i tefsire kal¬kışmaları demek, Kur'an-ı Kerim'i keyiflerine göre tefsire yeltenmeleri de¬mektir ki bu, Allah'a karşı bir cürettir. Böylesi bir kimse yapmış olduğu açı¬lamalarda isabet etmiş bile olsa, Allah'a karşı cürette bulunmayı göze aldığı için, dağların ve taşların bile altından kalkamayacağı büyük bir günah işle¬miş demektir.
Hafız Süyûtî'nin açıklamasına göre, hadis-i şerifteki bu tehdit herhangi bir delile dayanmadan sırf kendi aklına dayarak Kur'an-i Kerim'i tefsir eden kimseler hakkındadır. Fakat bir kimsenin kuvvetli bir delile dayanarak Kur'an-ı Kerim âyetleri hakkında fikir beyan etmesinde bir sakınca yoktur.
Bu mevzuda Aliyyü'1-Kârî şu görüşlere yer veriyor:
"Hafız İbn Hacer'in açıklamasına göre, Kur'an-ı Kerim'i sırf kendi aklına dayanarak tefsir eden kimsenin isabet etmesi halinde bile hata etmiş sayıl¬masının sebebi, onun isabet etmek için gerekli hazırlığı yapmamış olması ve bu iş için şuurlu hareket etmemiş olmasıdır.
Fakat Kur'an-ı Kerim'in manasını ortaya çıkarmak gayesiyle şuurlu bir şekilde gerekli hazırlığı yaptıktan sonra âyetlerinin tefsirine girenler ise bu¬nun tersinedir. Bunlar hata bile etmiş olsalar ecir alırlar. Çünkü bunlar hadlerini aşmamışlardır. Bir rivayete göre bu ikinci kısma girenler hata ettikleri halde bile iki ecir alırlar. Diğer bir rivayete göre, eğer isabet ederlerse on, edemezlerse iki ecir alıîlar. Çünkü müctehid gibi doğruyu ortaya çıkarmak için olanca gücünü sarf etmişlerdir.
Binaenaleyh Kur'an-ı Kerim'i tefsir etmek isteyen bir kimsenin şu ilim¬leri bilmeden Kur'an-ı Kerim tefsirine girişmemeleri gerekir: 1) Lügat, 2) Na¬hiv, 3) Sarf, 4) İştikak, 5) Meâni, 6) Beyân, 7) Bedi',
Kıraat, 9) Kitap ve Sünnet, 10) Esbâbü'n-Nüzûl, 11) Kıssalar, 12) Nâsih, 13) Mensüh, 14) Fıkıh ve Kur'an-ı Kerim âyetlerinin mücmelini açıklayan hadisler, 15) İlm-i Mevhibe." [29]
Bu hususta İmam Mâverdî de şöyle diyor:
"Şüpheli işlerden kaçınmayı kendilerine usul ittihaz etmiş olan müslü-manlardan bazıları, bu hadisin zahirine sarılarak, ellerinde sarih naslara uy¬gun deliller olsa bile Kur'an-ı Kerim'den hüküm çıkarmaktan kaçınmayı pren¬sip haline getirmişlerdir.
Onların bu tutumu, kulluğumuzu yerine getirmemizin ancak kendisiyle mümkün olacağı Kur'an ilimlerinden ve Kur'an'dan hüküm çıkarma mükel¬lefiyetinden kaçmak anlamına gelir. Nitekim bu hususta yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "...İçlerinden, işin iç yüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu (haberin neye delâlet ettiğini) bilirlerdi..." [30]
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde onun hükümlerini çıkarabilecek kişile¬rin bulunduğunu haber verdiğine göre, bu kimselerin görüşleri ve tutumları doğru değildir.
Bir başka ifadeyle onların bu görüşleri doğru olsaydı Kur'an-ı Kerim'¬den hiçbir kimsenin bir hüküm çıkarmaması ve insanların pekçoğunun Kur'an-ı Kerim'den hiçbir şey anlayamaması icabederdi.
Binaenaleyh, eğer bu hadisin sahih olduğunu kabul edersek onu şöyle tefsir etmemiz gerekir:
Kur^an'ın lafızlarının ifade ettiği derin manalara nüfuz etmekten aciz olan kimse, sırf kendi aklına göre onu tefsire kalkar ve bu tefsirinde hakka isabet edecek olursa o kimse yine hata etmiş sayılır. Çünkü o tesadüfen doğ¬ruyu söylemiştir. Maksadı ise sırf kendi görüşünü ortaya koymaktır ve hak¬kı söylediğine dair bir delili de yoktur." [31]
6. (Hz. Peygamberin Söylediği) Bir Sözü (Üç Defa) Tekrarlama (Sının Hikmeti)
3653... Peygamber (s.a)'in hizmetçilerinin birinden rivayet olun¬duğuna göre;
Peygamber (s.a) bir söz söylediği zaman onu üç defa tekrarlarmış. [32]
Açıklama
Fahr-i Kâinat Efendimizin, bazen yahutta ekseriyetle söylediği sözleri üç defa tekrarlamasının sebebi hususunda hadis sarihleri şu görüşleri ileri sürmüşlerdir:
1- Hz. Peygamber her söylediği sözü değil, ancak anlaşılması güç olan cümleleri tekrarlardı ki bundan maksadı, dinleyenlerin bu sözleri kolayca an¬lamalarım sağlamaktı. Hanefî ulemasından Sindî bu görüştedir.
2- Rasûl-i Zişan Efendimizin sözlerini bu şekilde tekrarlaması, dinleyen kimseler içerisinde anlayışı kıt kimselerin bulunması ile ilgili olabileceği gi¬bi, söylediği sözler arasında anlaşılması zor ince manalı sözlerin bulunma¬sıyla da ilgili olabilir.
Hz. Peygamber bu tekrarlar ile, anlayışı kıt kimselerin de o sözleri an¬lamasını sağlamak ve derin manalı sözlerin tekrar işitilip anlaşılmasına im¬kân vermek istemiş olabilir. Hattâbı (r.a) bu görüştedir.
3- Zihinlere daha iyi yerleşmesi ve tesirinin daha fazla olması için sözle¬rini tekrarlamış olabilir. İmamlardan bazıları da bu görüştedir.
4- Bezlü'l-Mechûd yazarına göre Hz. Peygamber'in sözlerini tekrarla¬maktan maksadı, onların daha kolay bellenmesi içindir. [33]
7. Sözleri Ara Vermeden Peşi Peşine Ve Acele Olarak Söylemenin Hükmü
3654... Urve (r.a)'den rivayet olunmuştur, dedi ki: (Bir gün) Ebû Hureyre namaz kılmakta olan Âişe (r.anha)'nin oda¬sının yanına oturup iki defa: "Ey odanın sahibi, (beni iyi) dinle" di¬yerek söze başladı (ve Hz. Peygamber'den bir hadis nakledip gitti). (Hz. Âişe,) namazım bitirince;
(Ey Urve), sen (Ebû Hureyre'nin) şu (davranışı)nı ve sözünü (söy¬leyiş tarzım) beğendin mi? (Şunu iyi bil ki) Rasûlulah (s.a) bir söz söy¬lediği zaman onu saymak isteyen bir kimse sayabilirdi, dedi. [34]
Açıklama
Bu hadis, Rasûlullah (s.a)'in, dinleyicilerin rahatça takip ede¬bileceği derecede ağır ve yavaş konuştuğunu ifade etmektedir. Rasûl-i Zîşan Efendimizin bu üslubu, İslâm davetçileri için gözönünde bulundurulması gereken çok önemli bir husustur.
İyi bir hatipten beklenen, anlatacağı konuyu rahat, mutedil bir konuş¬ma şekliyle anlatmasıdır. Konuşurken takip edilemeyecek derecede hızlı ve acele konuşan hatipler dinleyiciye fazla bir şey veremezler. Sözlerinin doğru ve haklı, kendilerinin samimi ve bilgili olması neticeyi fazla değiştirmez. Acele ile yapılan bir konuşmada fikirler arasındaki bağ kopar.
Hızlı konuşan bir hatibi dinleme mecburiyetinde kalanlar, hitabetin bit¬mesiyle derin bir nefes alırlar. Ruhen sıkıntı basmış ve yorulmuşlardır. Böy¬le bir konuşmanın faydasından söz edilemez. [35]
Hz. Peygamber'in bu konuşma üslubu İslâm davetçileri için olduğu ka¬dar, günlük hayattaki her türlü konuşmalarda tüm müslümanlar için de önemli bir husustur. [36]
3655... Urve b. Zübeyr'in şöyle dediği rivayet olunmuştur: Pey¬gamber (s.a)'in hanımı Âişe dedi ki:
(Ey Urve, şu davranışıyla) Ebû Hureyre (senin) hoşuna gitti mi? (Bak) ben teşbih çekerken odamın yanına oturmuş, Peygam-ber(s.a)'den hadis rivayet ediyor ve bunu işittirmeye çalışıyor. Ben teş¬bihimi bitirmeden de kalkıp gitti. Eğer ona yetişebilseydim kendisine; kuşkusuz Rasûlullah (s.a) hadisi sizin serdettiğiniz gibi serdetmezdi diye cevap verecektim. [37]
Açıklama
Bu hadis-i şerif de Hz. Peygamber'in, sözlerini tane tane, mu¬hatabın rahatça takip edebileceği derecede yavaş konuştuğu¬nu; kelimeleri alelacele, arka arkaya sıralamaktan kaçındığını ifade etmektedir.
Gerçekten Rasûlullah (s,a), dinleyiciden gelecek bütün şikâyetleri ber¬taraf edecek bir tempo ile, hiç acele etmeden ağır ağır, tane tane konuşmuş¬tur.
Bu sebepledir ki, onun konuşmasını takip edemediği için sözünü tek¬rarlamasını isteyen bir tek ferdin varlığını bilmiyoruz. Ancak, sözlerindeki derin manayı kavrama ve sözlerindeki güzelliği bir defa daha duymak mak¬sadıyla sözlerini tekrar etmesini isteyenler olmuştur. [38]
8. (Fitneye Yol Açabilecek Hususlarda) Fetva Vermekten Kaçınmalıdır
3656... Muâviye (r.a)'den rivayet olunduğuna göre; Peygamber (s.a) (ümmetine), yanıltıcı sözler söylemeyi yasakla¬mıştır. [39]
Açıklama
kelimesinin tekili dır. Bu kelime yanlışlık anlamına gelen "galat" kökünden gelir.
Hattâbî'nin açıklamasına göre; hadis-i şerifte, ulemayı halkın gözün¬den düşürmek gibi maksatlarla onlara anlaşılması ve anlatılması güç sorular yöneltmenin bizzat Hz. Peygamber tarafından yasaklandığı ifade edilmek¬tedir. Hadis-i şerif, halkın ilim adamlarına kasıtlı olarak bu gibi sorular yö¬neltmesinin caiz olmadığını ifade ettiği gibi, ilim adamlarının, insanların ih¬tiyaç duymadığı lüzumsuz meselelere dalmalarının ve vakitlerini bu gibi fay-dasiz meşguliyetlerde zayi etmelerinin caiz olmadığına delâlet etmektedir. Bu bakımdan ilim adamı, kendisine sorulan bilmediği bir meseleye he¬men cevap vermekten kaçınmalı ve meseleyi iyice bildiğinden emin olmadık¬ça o hususta fetva vermemelidir.
Nitekim Übey b. Kâ'b'a bir kimse son derece kapalı bir mesele sorduğu zaman, "Bu meselenin cevabı sana hemen şimdi lâzım mıydı?" diye sormuş, hayır cevabını alınca, "Öyleyse bu mesele sana lâzım oluncaya kadar bana mühlet ver de o zaman sana cevap vereyim" demiştir.
Yine bir kimse Mâlik b. Enes'e, namazda unutarak bir şey içen kimse¬nin namazının bozulup bozulmadığını sormuş. İmam Mâlik ona, (sorusu¬nun lüzumsuz olduğunu anlatmak için) "Niçin (bir şeyler) yememiş de (iç¬miş)?" şeklinde cevap vermiştir.
Esasen, insanların birinci derecede ihtiyaç duydukları meseleler çözüm beklerken henüz ihtiyaç duyulmayan meselelerle uğraşmak doğru değildir. Nitekim Peygamber Efendimiz, "Kişinin kendisini alâkadar etmeyen şeyleri terketmesi mü si uman lığının güzelliğîndendir." [40] buyurmuştur.
Daha sonraki asırlarda İmam Ebû Hanîfe gibi bazı fıkıh imamlarının, henüz İnsanların başına gelmemiş olan meseleleri çözmek için çaba sarfettikleri ve bu meseleleri çözdükleri görülmüşse de onlar, kendi devirlerindeki İhtiyaçları çözdükten ve gelecek nesillerin bu meselelere gerçekten ihtiyaç du¬yacaklarını çok iyi anladıktan ayrıca bu meseleleri çözmenin kendileri için bir görev olduğuna inandıktan sonra bu işlere girişmişlerdir. Gerçekten de bu sayede kendilerinden sonra gelen kadirşinas nesiler tarafından takdirle ve rahmetle anılmışlardır.
İnsanlığın birinci derecede çözüm bekleyen meseleleri varken hiç karşı¬laşmadıkları veya karşılaşmaları ihtimal dahilinde olmayan meselelerle uğ¬raşmak, yahutta insanları yanıltmak gayesiyle çeşitli bilmeceler, karışık me¬seleler düzenlemek bunun dışındadır. İşte hadis-i şerifte yasaklandığı belir¬tilen husus, bu ikinci kısım meselelerle uğraşmaktır. Talebelerin meseleleri daha iyi kavrayabilmeleri için onlara fıkhı bilmeceler ve benzeri muğlak me¬seleler sormakta bir sakınca yoktur.
Münzirî'nin açıklamasına göre, bu hadisin senedinde Ebû Hatim er-Râzî'nin; kimliği meçhul diye nitelendirdiği Abdullah b. Sa'd vardır. [41]
3657... Ebû Hureyre (r.a)'den, rivayet olduğuna göre, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Bir kimseye, ilimsiz olarak fetva verilirse, bu fetva (ile amel et¬me) nin günahı onu veren kimsenin üzerine olur."
Süleyman el-Mehrî (yukarıdaki hadise) ilâve olarak şunları da ri¬vayet etti: "Herkim (kendisine danışan din)kardeşine bir işte gerçek olmadığını bildiği halde bîr şeyi tavsiye ederse (tavsiyede bulunduğu) kardeşine ihanet etmiş olur."
Süleyman'ın (rivayet ettiği) hadisin metni budur. [42]
Açıklama
Bu hadis-i şerif, fetva verme ehliyetine sahip olmayan bir kim¬senin verdiği yanlış fetvalarla yapılan amellerin günahının, bu fetva ile amel eden cahil kimselere değil, bizzat bu fetvayı veren ehliyet¬siz kimseye ait olduğunu ifade etmektedir.
Bu bakımdan hadis-i şerif, ehliyetsiz oldukları halde fetva vermeye cü¬ret eden kimseler hakkında çok büyük bir tehdidi ihtiva etmektedir. Fahr-i Kâinat Efendimiz başka bir hadisinde de, "Sizin fetvaya en cüretliniz ateşe atılmaya en cüretkâr olanınızdır" [43] buyurmuştur.
Binaenaleyh dinî bir mesele hakkında kendisinden fetva istenen bir kimse, o meselenin cevabı hakkında şer'î bir esasa dayanmadan, bu husustaki dinî hükümlere lâyıkıyla muttali olmadan asla cevap vermemelidir.
Bazıları bu hadise, "Vebali bu fetva ile amel eden kimseye olur" diye mana vermişlerse de birinci mana daha doğrudur. [44]
Ehliyetsiz olduğu halde dinî meselelerde fetva veren bir kimse; din adı¬na büyük iftirada bulunmuş, şer'î hükümlere karşı laubali davranmış, müslümanların mukaddesatına karşı tecavüzkâr bir tavır takınmıştır.
Bu fetvayı alan kimse ise, aldığı fetvanın yanlışlığını bildiği halde yine de bu fetva ile amel edecek olursa, amelinden doğacak olan vebalin bir misli de kendi defterine yazılır.
İctihad ehliyetini haiz olan kimselerin ictihadlanndan doğan hatalar ve onların hatalı fetvaları ile amel etmek ise bu hükme girmez. Çünkü onların davranışlarında en küçük bir laubalilik olmadığı gibi doğruyu bulmak için gerekli ilimleri tahsil etmiş ve olanca güçlerini sarfetmiş olmaları açısından, onlardan daha fazlasını beklemek, güçlerinin yetmediği şeyi istemek gibi bir haksızlık olur.
Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, din kardeşine bile bile yanlış bir tavsiyede bulunan kimsenin, emanet vasfını kaybedip hainlik vasfını kazanmış olduğu açıklanmaktadır. Bir hadis-i şerifte, "Kendisine danışılan zat emindir" [45] buyurulduğundan, bir meselede kendisiyle istişare edilen kimse, kendisi hakkında ne kadar iyilik düşünüyorsa kendisine danışan kimse hak¬kında da o kadar iyilik düşünmelidir. Aksi takdirde hainler sınıfına girmiş olur.
Başkalarıyla istişare ihtiyacı duyan bir kimse de istişare için, fikirlerine ve doğruluklarına güvenilen dürüst, mütefekkir ve emin kimseleri seçmelidir. [46]
9. İlme Engel Olmanın Kötülüğü
3658... Ebû Hureyre(r.a)'den rivayet olunduğuna göre, Rasûlullah (s.a) şöyle buyurmuştur:
"Bir kimse kendisinden sorulan bir meseleyi gizler de cevap ver¬mezse, Allah, kıyamet gününde ona ateşten bir gem vurur." [47]